Bu sahte bir ikilemdir. Taraflar gerçekte aynı madalyonun iki yüzünü oluşturmaktadırlar. Bir göçmen hareketinin imkan ve gerekliliklerini kabul etmek, Marksizm'den uzaklaşmayı gerektirmez; aksine tam da Marksizm bu imkan ve gerekliliği görmeyi gerektirir; tersine göçmen hareketine yöneliş, o hareketin başarısı için Marksizm'i gerektirir. Ama dogmatik bir Marksizm'i değil, Tarihin gördüğü en devrimci öğreti olan, eleştirel ve yaratıcı Marksizm'i. Biz bu üçüncü alternatifi; sahte ikilemin karşısındaki kutbu savunuyoruz. Bu nedenle de Marksizm'e yönelik eleştirilere cevap verme gereğini her an, her adımda hissediyoruz. Göçmen hareketi içinde, ortak problemlerden kaynaklanan pratiğe yönelik bir birliğin yanı sıra, program ve strateji bağlamında ayrılıklar, tartışmalar olacaktır. Ama aynı zamanda "ideolojiler arası" bir tartışma da olacaktır. Marksistlere yönelik, şu sıralar en yaygın eleştirilerden biri de "Kültürel Özerklik" sorunu etrafında düğümlenmektedir. Denilmektedir ki , “Lenin Kültürel Özerkliği reddederken yanılmaktaydı, ama biz bunu savunmalıyız”. Bu anlayış Gündemde de ifadesini bulmuş ve gündeme konu “Özerklik” başlığı altında alınmıştır. Bu eleştirilere karşı çıkanlar da görülüyor. Ancak bu talebi, kendilerini Marksist olarak kabul ettikleri için reddedenler, Kültürel Özerklikten bu talebi öne sürenlerle aynı şeyi anlıyorlar:. Sadece Kültür'le sınırlı bir özerklik; sadece Kültür'ü kapsayan bir özerklik. Çoğumuz Türkiye sosyalist hareketinden geliyoruz. Bugün Marksizm'i savunsak da savunmasak da onu orada öğrendik. Türkiye sosyalistleri arasında, çok yaygın ve korkunç sonuçlar doğuran, muazzam bir çoğunluğun paylaştığı bazı ortak yanılgılar vardır; Kültür'ü kapsayan bir özerkliğin "Kültürel Özerklik" sloganının anlamı olduğu gibi. Tek yaygın yanılgı bu değildir. Örneğin, 1905'te Lenin'in savunduğu "İşçilerin Köylülerin Demokratik Diktatörlüğü" sloganı, Türkiye solunun hemen hepsince "Köylülük Desteğinde Bir Proletarya Diktatörlüğü" olarak anlaşılır. Bu, müthiş ve gücü yaygınlığından gelen yanlış anlama nedeniyle Türkiye Solu, gerek İki Taktiği, gerek Nisan Tezleri'ni, gerek daha sonraki tartışmaları ve gerekse Ekim Devrimi'nin kendisini doğru yorumlama, anlama olanağını yitirir. Bir başka korkunç ve yalan yanlış anlama, bir tarihsel “geçiş dönemi”olan “Proletarya Diktatörlüğü” ile, Komünizmin alt aşaması olan Sosyalizmin aynı şey sayılmasıdır. Böylece gerek "Tek Ülkede Sosyalizm" tartışmalarını; gerek Sovyetlerdeki gelişmeleri; gerek Sovyet Devletinin karakterini; gerek Gorbaçov reformlarını anlamak olanaksızlaşır. Bunların sonucu olarak gerek çağımıza damgasını vurmuş en büyük olaylar; en büyük tartışmalar gerekse bugün varolan güçlerin büyük bir bölümü. Türkiye solu için anlaşılmaz ve kavranılmaz kalmaya mahkum olur. İşte, "Kültürel Özerklik" sorununda da böylesine korkunç ve yaygın bir yanlış anlama söz konusudur. Diğer yanlış anlamalarda olduğu gibi, bu problemde de Marksizm'i eleştirenlerin eleştirdiği Marksizm değil kendi yanlış anlamaları; ama Marksizm'i sözde savunanların da savundukları Marksizm değil, kendi yanlış anladıkları Marksizm'dir. O sahte dilemma burada da karşımıza çıkar. |