Tekil Mesaj gösterimi
Alt 03-02-2007, 06:06   #1
dicesare
Banned
 
dicesare - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Osmanlı'da tuz üretimi-dağıtımı.

Osmanlı Devletinde Tuz Üretimi ve Dağıtımı

Tuz insan hayatında her zaman önemli bir yer tutmuştur.Eski çağlardan itibaren insanlar yiyeceklerini çürümelere karşı korumak ve tatlandırmak için tuza ihtiyaç duymuşlardır.Daha sonraki dönemlerde tuzun söz konusu işlevlerine ilave olarak, sanayide ve insan sağlığının korunmasında da işe yardığı anlaşılmış ve önemi daha da artmıştır.

İnsanlar tuz bulmak için çoğu zaman çeşitli zahmetlere ve tehlikelere katlanmak ve uzun mesafeler kat etmek zorunda kalmışlardır.

Altaylarda tuz bulunmadığından kıymetine binaen çok uzaklardan ve zorlu bir yolculuktan sonra ülkeye getirilir,hatta gözden çıkarılan yaşlılar tuza gönderilirdi.Yine tuz Romalılarda askerlere ücret olarak dağıtılırdı. Anadolu’da da tuz benzer bir önemi haiz idi. Nitekim 1258 yılında Moğolların Malatya’yı muhasarası sırasında çıkan kıtlık yüzünden, bir merkep yükü tuzun fiyatı 500 beyaz sikkeye ulaşmıştı .

Tuz Avrupa ülkelerinde de önemli bir ticari maldı.Ticareti en yaygın malların başında gelmekte idi. Akdeniz’de tuz nakliyatı yapan tekneler gümrük vergisinden muaf tutulmuşlardı. Yük taşıyan tekne sahiplerine taşıma bedeli olarak tuz verilmekte idi .

Afrika ülkelerinde de tuz toplum hayatında önemli bir yer tutmakta, devletlerin ticaret yapma şekillerine yön vermekte idi. 1450’de Mali’de tuz, aynı ağırlıktaki altınla mübadele edilmekte idi . Günümüzde tuz halen Sudan bölgesi ve güneydeki ormanlarda yaşayan yerliler tarafından para yerine kullanılmaktadır . Böylesine önemli bir ticari mal olarak toplumların hayatına etki eden tuz bazı sorunların ortaya çıkmasına da yol açmakta idi. Bu sorunların başında tuz kaçakçılığı gelmekte idi.

Ülkelerin gelirlerini azaltan bir durum olan kaçakçılıktaki asıl nedenlerin başında yasaklama gelmektedir. Başka bir neden ise daha fazla kazanç elde etme isteğidir. Geçmişte tuz, dünyanın bir çok yerinde satışı devlet tekelinde olan mallar arsında yer almıştır. Dolayısıyla kaçakçılığı en fazla yapılan mallardan olmuştur. Bu durum, tuzun elde edilmesi, işlenmesi, taşınması, vergilendirilmesi, satılması, tuzlaların korunması ve denetlenmesi sürecini daha işler bir hale getirmiş ve devletler ticari, kültürel,dini, askeri ilişkiler, düşünceler ve düzenlemeler geliştirmek zorunda kalmışlardır.

Osmanlı Devleti’nde deniz ve büyük göllerin kıyısında bulunan yerleşim birimlerindeki tuzlalarda. ve yer altı tuz yataklarınd üretilen tuz, sanayide, yiyecek maddelerinin uzun süre saklanmasında ve gündelik tüketimde fazlasıyla ihtiyaç duyulan maddelerdendi. Gelirleri Osmanlı hazinesinin önemli kalemlerinden olan tuzlalar ülkenin bir çok yerinde faaliyet göstermekte idiler. Başlıcaları Akdeniz sahillerinde, Kıbrıs, Becin (Menteşe Livası), Batnos (Aydın Livası), İzmir, Menemen, Rodos, Çandarlı, Midilli, Kızılcatuzla, Enez Gümülcine, Selanik, Ağrıboz, Mora, İnebahtı Adriyatik sahillerinde Avlonya ve Delvine’de, Karadeniz bölgesinde Ahyolu Tekfurköyü’nde, Anadolu’da Koçhisar Gölü’nde, Hacıbektaş ve Divriği’de, Rumeli’de İzvornik’te, tabi devletlerden Boğdan, Eflak, Transilvanya ve Raguza’da bulunan tuzlaların gelirleri çoğunlukla ya padişah haslarının ya da yüksek görevlilerin dirliklerinin gelir kalemleri arasında yer almakta idi.

Tuz, devlet için önemli gelir kalemlerindendi, Suriye ve İzmir limanlarından Avrupa’ya ihraç edilmekte idi. Akarsular, madenler göller, denizler devlet malı sayıldıklarından tuzlaların mülkiyeti de devlete aitti. Dolayısıyla buralarda üretilen tuz devletin malı sayılmakta idi. “Mal benimdür, amilin değildür, ana göre ihtimam edeler.” Tuzlaların öneminden dolayı tuzcular bazı vergilerden muaf tutulmuşlardı. Bu kapsamda, hayvanlarıyla tuz nakliyatı yapan “yürükler” hizmetlerine karşılık olarak avârız-ı divâniyye ve tekâlif-i örfiyyeden muaf olmuşlardı . Tuz üretimi ve İstanbul’a getirilmesi ise iltizama verilmişti . Küçük tuzlaların, özel şahısların mülkiyetine bırakıldığı da rastlanan bir durumdu .

Devlet tuzlaların açılması aşamasından tuz üretimine kadarki süreçte son derece titiz davranır ve her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak işe başlardı. Öncelikle açılacak tuzlaların randımanlı ve kârlı olduğuna kanaat getirilirse üretime izin verilirdi. Tuzlalar açıldıktan sonra, üretimden satışa kadar bütün işlemler bir nizama bağlanırdı. Hangi tuzlanın hangi bölgelere tuz satabileceği (örü) tespit edilerek bunun dışında bir satışa izin verilmezdi. Ancak herhangi bir tuzlanın mahsulü, kötü hava şartlarının etkisiyle örüsünün ihtiyacını karşılamayacak kadar azalmışsa, hükümetin onayı ile civar örünün tuzlasının mahsulü, bu söz konusu tuzlanın örüsünde satılabilirdi .

Tuzlanın tuz satışları, nakliyatı, tuzun depolanması da belli bazı kurallar çerçevesinde yürütülürdü. Tuzun büyük bir kısmı tuzlada, ithal edilen tuzlar ithal kapısında, bir kısmı da örünün tali satış reyonları olan divanlarda, şehir ve kasabalardaki perakendeci tuz dükkânlarında satılırdı .

Tuz tüccarları, havaların tuz nakliyatına elverişli olduğu mevsimlerde münferiden veya toplu olarak tuzlalara uğrar, yerleşmiş kurallara uygun olarak belli şartlar ve narhlarla tuzu satın alırlardı .

Tuzla veya giriş iskelelerinden tuz alan tüccarlar civarda bulunan örülere sapmadan tuzlanın kendi örüsü dahilinde tuzunu satmak mecburiyetinde idiler. Aksi bir davranışta bulunan tüccar yakalandığında tuzu ve hayvanı müsadere edilir, kendilerine de çeşitli cezalar verilirdi.

XV. yüzyıl sonlarında Selanik Tuzlası için tespit edilmiş olan narha göre tuzun 1200 dirhemi 1 akçe idi . Ahyolu narhı da, 1200 dirhemi 1 akçe, Rodos narhı ise 1500 dirhemi 1 akçe olarak tespit edilmişti .

Tuz fiyatlarının uzun süreler boyunca değişmediği kayıtlardan anlaşılmaktadır. Güçer, III. Mehmet dönemine ait olması gereken bir kayıtta, “tuzcular hasıl eyledikleri tuzun miri hizmetinde eminler mezürün cemi‘ zamanda otuzar akçaya satalar” şeklindeki ifadeyi aktarmaktadır. Güçer, bu kayıtta yer alan “cem‘i zamanda” tabirinin “her zaman” anlamına geldiğini, bu zaman aralığının geçmişe şamil olduğu gibi uzun bir geleceği de içine aldığını söylemektedir .

Tuz fiyatları yerine, kalitesine ve dönemine göre farklılıklar göstermekle birlikte, fiyat tespitinde asıl belirleyici olan unsur tuzun kalitesi idi. 1640 tarihli narh defterinde Kefe ve Tuzla tuzunun getürücü (toptancı) fiyatı 1 akçeye 700 dirhem, mukim (perakendeci) fiyatı ise 1 akçeye 600 dirhem, Çok daha kaliteli Eflak tuzunun ise getürücü fiyatının 400 dirhemi 1 akçe, mukim fiyatının 300 dirhemi 1 akçe idi .

Tuz tüccarları zaman zaman haksız muamelelere maruz kalırlar, tuzlarına el konulur veya bazı tüccarlar getirmeyi taahhüt ettikleri tuzu İstanbul’a getirmeyi başaramazlardı. Görülen aksamalardan biri de, tuzlaların sıklıkla olmasa bile baskına uğraması idi ki devlet bu durumlarda tuzlaların güvenliği için fazladan önlem almak zorunda kalırdı (.

İstanbul’a getirilen tuzlar tuz eminine teslim edilmekte, o da tuzu, tuzcu esnafına dağıtmakta idi. Kömürciyan, tuzcu dükkânlarının balık pazarında yer aldığını, Ahyolu ile Kefe’den fındık ve ceviz büyüklüğünde tuzlar getirildiğini, Ulah memleketlerinden getirilen tuzun tek bir parçasının bir beygir yükü olacak kadar büyük olduğunu söylemektedir . Evliya Çelebi’ye göre tuzcular ekmekçilerin yamakları idiler . Evliya Çelebi’nin tuzcu esnafı dediği kimseler miri tuz ambarlarından sorumlu olan kimseler olmalıdırlar. Aralık 1681 tarihinde İstanbul’da 9 adet tuzcu dükkânı faaliyet göstermekte idi . Bu dükkânlar miri tuz ambarları dışında kalan ve tuz satan işyerleri idi. İstanbul’daki tuzcu dükkanları, iltizam usulü ile işletilirlerdi .

Tuzun, köy köy, kasaba kasaba dolaştırılması yasak olduğu için dağıtımı “perakendeci devlet dükkânlarından” yapılmakta idi. Bu dağıtım sırasında zaman zaman anlaşmazlıklar görülmekte idi. Bunun nedeni mecburi tuz mübayaası idi. Tuzlaların ürettikleri tuzun tamamını tüketmek amacıyla devlet, tuzun tahsisatında mecburiyet getirmişti. İşi gereği tuz kullanmak zorunda olan kimseler veya yerler belli bir miktar tuz almak durumunda idiler.Bu nedenle tuz ticareti ile uğraşan yabancı gemilerin kıyılara uğrayıp tuz almalarına göz yumulduğu da olurdu . 1646 tarihinde fırıncılar almaları gereken tuzun bir bölümünü unculara vermek istedikleri için tuzcularla fırıncılar ve uncular arasında tartışmalar çıkmış, mesele İstanbul kadısına intikal etmiş, kadıdan sorunun çözümü istenmişti: “... kadimden bu ana gelince uncu taifesine tuz tevzii olunugelmemiş iken etmekçi taifesi tuz tevzi‘ ideruz diyü niza eylediklerinden...” 1116 / 1704 tarihli bir belgede Ahyolu tuzlasında üretilen tuzun tamamının kendi mahallinde tüketilemediğini ve artan tuzun İstanbul’a gönderilerek narh üzerinden ekmekçi, çörekçi ve bakkallara verilmesi için arzuhal yazılmıştı .

Bütün bu gelişmeler, ülkenin tuz madeni konusunda bir hayli zengin durumda olmasından kaynaklanmakta idi. Devlet, ihtiyaç fazlası tuzu tüketmek için gerektiğinde kanuni olmayan yolları dahi görmezden gelebilmekteydi. Kaçakçılığı ise aynı hoşgörü ile karşılamayan devletin bu tavrını, kaçakçılığın, devlet gelirlerini azaltan bir eylem olması ile iaçıklamak mümkündür.
__________________
Beşik'den Mezar Taş'ına
dicesare Ofline   Alıntı ile Cevapla