Seymen karşılık verdi:
--Sayende düşmandan korkmadık ki, senden korkalım...--
Hepimiz karşılığı beğenmiştik; karşılık Atatürk'ün hoşuna gitmemişti.
--Düşmandan tabii korkmayacaksın. Düşman bir başka Türk değil ki, korkasın.
Gel bakalım, tam efe misin?--
Başını dizine doğru çekti: --Gel bana desteklik et bakalım-- dedi ve onun
boynuna namlusunu dayadığı tabancadan duvarın bir yerine nişan almaya başladı.
Kurşun boynunun tüylerini yalayarak geçen seymende hiçbir kımıldama yoktu;
bizler korkudan bayıldı sanıyorduk; kurşunlar bitmişti; seymen doğruldu,
yüzünde ne bir pembelik, ne bir sarılık vardı; hiç titremeyen, belki biraz
gürleyen ve gülen bir sesle:
--Kurşunlar bitti mi Paşam?-- diye sordu.
Bu yüzdeki rahatlık ve hayranlığı bir anlık bakışla sezen Atatürk, seymenin
--Ata kurşunu insana zarar vermez-- imanıyla öyle dimdik ve sessiz kalabildiğini
anlamıştı; birden tabancayı yere attı; hıçkırıktan omuzları sarsılıyordu:
--Yanlış, büyük yanlış... Asılsız, yalan!-- diye haykırıyordu; biz şaşkın,
susuyorduk. O, aydınlattı:
--Demin söylediklerim yalandı, yanlıştı. Ben her şey değilim, ben hiçim. Ben
hiç olurdum, eğer bu millet bana böyle inanmasaydı...--
--Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna ve benim uğruma, canını vermeye
hazır olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım.-- |