|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
10-02-2007, 10:20 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
ÖNSÖZ Bu çalışmayı yaparken dört ana kaynak grubundan yararlandım. Birinci grup kaynaklar, belgelerdir. Bunların başında, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin gizli oturum tutanakları geliyor. Şimdiye kadar araştırmacıların kullanmasına pek açık olmayan bu tutanaklar gerçekten çalışmama büyük ışık tuttu. Pek çok karanlık noktayı, gizli oturum tutanaklarından aydınlığa kavuşturmak olanağını buldum. Özellikle Atatürk'ün Nutuk adlı yapıtıyla, Türk Tarih Kurumu'nun pek çok çalışması, bu tutanakların ışığında yeni anlamlar kazandı. İkinci grup kaynaklar, Atatürk hakkında yazılmış anılar ve yapılmış incelemelerdir. Bunların bir bölümü, birinci ağızdan, bir bölümü, yazılanlardan derleme niteliği taşıyan ikinci elden çalışmalardır. İncelemelerin içinde ise yabancı bilim adamı ve yazarların, gerek Atatürk, gerekse Cumhuriyet Türkiyesi hakkındaki yapıtları önemli bir yer tutuyor. Üçüncü grup kaynaklar, çağdaş toplumsal bilimlerin; toplumsal değişme, devrim, liderlik, örgüt, ideoloji gibi konulardaki kuramsal ve uygulamalı bilgilerini içeren çalışmalardır. Bunların önemli bir bölümünün Atatürk ya da Türkiye ile doğrudan hiçbir ilişkisi yoktu. Ben bunları yalnızca, Atatürk'ün eylemini çağdaş bilimlerin bulguları açısından inceleyip, irdelemek için kullandım. Dördüncü grup kaynaklar, Türk edebiyatı, özellikle Türk Romanı'dır. Gerek Mustafa Kemal Atatürk'ün, gerekse o dönem Türkiyesinin Türk romanına nasıl yansıdığı, yalnız o yılların havasını öğrenmek açısından değil, Atatürk'ün liderlik niteliklerinin ve eyleminin karizmatik özelliğinin daha iyi belirlenmesinde de bana çok yardımcı oldu. Bu dört kaynak grubunun ne hepsini, ne de herhangi birini tümüyle araştırabildim. Üstelik elimdeki kaynakların tümünü de bu çalışmamda kullanamadım. Bu açıdan ortaya çıkan eksikliklerin bağışlanmasını dilerim. Elimdeki kaynakları, dünyaya armağan ettiğimiz ve henüz ikinci bir benzeri üretilmemiş olan Türk Devrimi'ni anlamak ve anlatmak için birbiriyle iç içe geçmiş bir biçimde kullandım. Çözümlemelerim sırasında, resmi ideolojiye bağımlı kalmak gibi bir kaygım olmadığı gibi, bu ideolojiyi yadsımak için de özel bir çaba harcamadım. Tarihin gerçekleri neyse, onları kavramaya ve çağdaş toplumsal bilimlerin ışığı altında yeni çözümlemeler yapmaya çalıştım. | ||
|
10-02-2007, 10:20 | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Atatürk ile simgelenen Türk Devrimi, hem karşı-emperyalist bir eylemin, hem de Batılılık ideolojisinin bir bireşimi olduğu için, dünyada ikinci bir benzeri yoktur. Bu --biriciklik-- bilimsel çözümlemelerde de zorluklar yarattı. Tarihsel gerçekleri elimden geldiğince uygun bir aktarmayı, çağdaş bilimin bize verdiği yeni çözümleme modellerini gücüm yettiğince kullanarak yapmaya çalıştım. Çalışmamı üç kitapçık biçiminde düzenledim. Bu kitapçıklar birbirinden bağımsız olarak ele alınabileceği gibi, birbirlerini tamamlayıcı özelliklere de sahip. Birinci kitapta, bir devrimin nesnel koşullarını kavramlar ve modeller açısından Türk Devrimi'ni irdelemek amacıyla ele aldım. Önce terim ve kavramlar üzerinde durduktan sonra, gelişmiş ülkeler için geçerli iki model ile, gelişmekte olan ülkeler için geçerli bir modeli Türk Devrimi ile karşılaştırmalı olarak inceledim. Son olarak da bir devrimin koşulları üzerine genel bir model önerdim (İkinci baskıda bu bölümün sonuna ayrıca nesnel devrim koşulları açısından Osmanlı toplumunun durumunu irdeleyen bir bölüm daha ekledim.). İkinci kitapta, bir devrimin öznel koşullarını, Türk Devrimi açısından ele aldım. Bu kitapta Atatürk'ü liderlik, örgüt ve ideoloji açısından incelemeye çalıştım. Böylece öznel koşullar açısından bir değerlendirme yapmaya çaba harcadım. Üçüncü kitapta ise, Türk Devrimi'ne dayalı olarak bir değerlendirme yaptım. Bu değerlendirmeye dayalı olarak, ideolojik boyutu ağır basan bir model çerçevesinde Türk Devrimi'ni açıklamaya çalıştım. Bu çabalarımın Türk Devrimi'ni açıklamakta da, Atatürk'ün eylemini değerlendirmekte de yeterli olmadığını biliyorum. Çünkü her iki olay da tek bir kişinin çabalarıyla açıklığa kavuşturulacak denli yalın değil. Bu nedenle yaptığım çalışma, tartışmalara yeni bir boyut kazandırabilirse, kendimi görevini yapmış sayacağım. | ||
10-02-2007, 10:21 | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İKİNCİ BASIM İÇİN ÖNSÖZ Bir Batılı düşünür: --Başarı ve başarısızlıklar, tarih açısından, yalnızca dünya olaylarını doğrudan etkiledikleri için önemli değildirler. Asıl önemleri siyasal bakımdan bir simge oluşturmalarında yatar. İşte Kemalist deney bunun en güzel örneğidir.-- diyor (Wiatr, 1981:3). Bu anlayışla kaleme aldığım ve birinci baskısı --Atatürk ve Devrim Kuramları-- adı ile yapılan bu kitap çok çabuk tükendi. İkinci baskı için kitabı gözden geçirirken, Üniversitelerimizdeki Devrim Tarihi derslerinde kullanılabilme özelliğini de dikkate aldım. Gerekli ekleme ve düzeltmeleri bu açıdan da yaptım. Ayrıca, birinci baskıdan sonra yayımlanan ve özellikle uluslararası seminerlerde yapılan çalışmaları ve yeni kitapları gözden geçirdim. Bunlardan yararlanabileceklerimi çalışmama aldım. Bu arada, 1920'ler ve 1930'larda yayımlanmış olan yabancı kitaplar bakımından da yeni kaynaklar buldum. Böylece bir yandan Türk Devrimi'nin yabancı gözü ile değerlendirilmesini, öte yandan da Atatürk yaşarken yapılan gözlemleri okuyucuya daha iyi yansıtmaya çaba harcadım. Bu kitabın ilk baskısını yapan İş Bankası Kültür ve Sanat Müşavirliği ile ikinci baskıyı yapan Remzi Kitabevi'ne teşekkür ederim. En büyük teşekkürü ise, kitabı eleştirenlere borçluyum. Melih Cevdet Anday'dan, Oktay Akbal'a, Mete Tunçay'dan İsmet Giritli'ye dek pek çok yazar ve bilim adamı kitabın üzerine eğilmek zahmetine katlandılar. İkinci baskıda hepsinden çok yararlandım. Onlara minnet borçluyum. | ||
10-02-2007, 10:22 | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| I- KAVRAM VE TERMİNOLOJİ SORUNU Toplumsal bilimlerin ve siyasal bilimlerin özel terimleri, günlük konuşma dilinde taşıdıklarından farklı anlamlar taşır. Her bilim dalının olduğu gibi, toplumbilimin de kendine özgü bir dili, kendine özgü terimleri vardır. Bir örnek --rol-- terimi için verilebilir. Günlük yaşamda, sahne etkinlikleri arasında düşünülen --rol-- terimi, toplumbilim için, --bir durumun hak ve görevlerinin nasıl yerine getirilmesi gerektiği hakkında ilgili başka kişiler tarafından sahip olunan rol beklentilerinin toplamı-- olarak tanımlanır (Kongar,1978:60). İşin ilginç yanı, hemen hemen tünı bilim dalları için, özel terimlerin ve özel bir dilin varlığı kabul edilir ama, iş toplumsal ve siyasal bilimlere gelince biraz karışır: İnsanlar bu bilim dallarının terimlerinin --özel anlam-- taşıdıklarını unutur görünürler. Bu yüzden de herkes her terimi aklına ve diline geldiği gibi kullanır. Oysa, her ayrı terimin, temsil ettiği kavramlar açısından ayrı anlamları vardır. | ||
10-02-2007, 10:23 | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu durumun en klasik örneklerinden biri, konumuz olan --Atatürk-- üzerinde görülür. --Atatürk Devrimleri--, --Atatürk Reformları--, --Atatürk İhtilali--, --Atatürk İnkılabı--, --Türk Devrimi--, --Türk İnkılabı-- gibi terimler sık sık birbirlerinin yerine kullanılır. Bütün bu terim ve kavram kargaşasına, Türkiye'nin içinde bulunduğu hızlı değişme süreei de katkıda bulunur: Eski ve yeni terimlerin, hangi kavramların karşılığı olarak kullanıldığı ayrıca bir tartışma konusu olur. --Devrim-- sözcüğü, --İhtilal-- karşılığı olarak mı, --İnkılap-- karşılığı olarak mı kullanılmaktadır, ya da kullanılacaktır? --Reform-- karşılığı olarak hangi terim en uygun anlamı verir? ::::::::::::::::::: 1) İhtilal Toplumsal ve, siyasal bilimlerin kullandığı terimler arasında en geniş ve farklı anlamlara sahip olan sözcüklerden biri --ihtilal--dir. Bir yandan siyasal anlamlı Fransız İhtilali'nden söz ederken, öte yandan ekonomik ve toplumsal anlamlı ve teknolojik temelli --endüstri ihtilali-- deyimi tüm ülkelerin kullandığı bir terimdir. Siyasal bağlam içinde --ayaklanma--, --isyan--, --darbe-- gibi terimleri akla getiren --ihtilal--, bırakınız --endüstri ihtilali-- gibi farklı kullanılışı, siyasal anlamdaki kullanılış açısından bile üzerinde anlaşmaya varılmış bir sözcük değildir. Bu çalışmada, --ihtilal-- sözcüğü yerine --devrim-- terimi kullanılacaktır. Bu terim, siyasal olarak, --siyasal iktidarın kaynağının değiştirilmesi-- anlamında kullanılacaktır. Böylece söz konusu olan olay, bir --ayaklanma--dan bir --isyan--dan bir --hükümet darbesi--nden farklı olmaktadır. | ||
10-02-2007, 10:23 | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 2) İnkılap Sözcük anlamı, değişme, bir durunıdan başka bir duruma dönüşme olan ve günümüzde daha çok --reform--, --evrim--, --değişme-- sözcükleri yerine kullanılan --inkılap-- terimi, geçmişte çok daha farklı bir anlam yüklenmiştir (Bu arada --inkılap-- sözcüğünün ikinci sesli harfinin üzerinde nokta olmadığına, bu harfin --i-- değil --ı-- olduğuna dikkati çekmek isterim.). Özellikle Atatürk yaşarken, Türk devriminin, siyasal bir iktidar değişikliğinden daha derin, toplumsal ve ekonomik sonuçları olacağını görenler, buna --ihtilal-- yerine, --inkılap-- demeyi yeğlemişlerdir. Böylece, genellikle siyasal içerikli olan --ihtilal-- yerine toplumsal ve ekonomik içerikli olan --inkılap-- deyiminin kullanılmasıyla, o zaman, olay daha geniş kapsamlı olarak ele alınmıştır. Öyle sanıyorum ki, ünlü Kadro dergisinin ilk sayısında yer alan bildirinin şu satırları, terimlerin 1930'lu yıllardaki kullanılışını çok iyi belirtecektir: --Türkiye bir inkılap içindedir. Bu inkılap durmadı. Bugüne kadar geçirdiğimiz hareketler, şahit olduğumuz muazzam kıyam (ayaklanma) manzaraları, onun yalnız bir safhasıdır. Bir ihtilal geçirdik. İhtilal, inkılabın gayesi değil, vasıtasıdır. | ||
10-02-2007, 10:23 | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu ihtilal safhasında dursaydık inkılabımız akim (sonuçsuz) kalırdı. Halbuki o, genişliyor, derinleşiyor. O henüz son sözünü söylemiş, son eserini vermiş değildir. Tesviye edilmiş (düzeltilmiş) bir zemin üstünde yarınki Türk cemiyetinin, kendine has ve kendine uygun binasını kurabilmek için, inkılabımız derinleşme ve genişleme istikametindedir. İnkılap bitaraf bir nizam değildir. Onun içinde yaşayanlarırı taraftar olsunlar veya olmasınlar, ona intibak etmeleri lazımdır. İnkılap ona taraftar olanların iradelerine, taraftar olmayanların iradelerinin, kayıtsız ve şartsız, bağlanması demektir. İnkılabın irade ve menfaati, inkılabı duyan ve yürüten azlık, fakat şuurlu bir avangardın, azlık fakat ileri bir KADRO'nun iradesinde temsil olunur. Bu kadro, inkılabın şeniyetinden (gerçeğinden) çıkarılan ve onun seyrine uygun bir şekilde izah edildikçe şekilleşen prensipleri kendine şuur edinir. İnkılabın derinleşmesi demek, her şeyden evvel, bu prensiplerin ve onların ifadesi olan inkılap, ahlak ve disiplinin, ileri kadronun dimağından genç neslin, şehir halkının ve köylünün dimağına inmesi ve yerleşmesi demektir.-- (Ayraç içindeki sözcükler benim. E.K.) (Kadro, 1932, No. 1:31). Görüldüğü gibi, Kadro'cuların kullandığı biçimde, --inkılap--, açıkça --ihtilal--den çok daha geniş ve derin kapsamlı bir sözcüktür. Özellikle --İhtilal, inkılabın gayesi değil, vasıtasıdır-- sözü, iki terim arasındaki ilişkiyi ve o zamanki kullanışları arasındaki farkı çok açık seçik bir biçimde ortaya koyuyor. | ||
10-02-2007, 10:23 | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Terimler arasındaki kullanılış farklarını vurgulaması bir yana, yukarda bir bölümünü aktardığım bildiri aslında --devrim toplumbilimi-- konusuna da mükemmel bir giriş niteliği taşımaktadır. --İnkılap-- teriminin yukarıda belirttiğim kullanılışı ancak bir anlamını verir. Oysa kimi zaman, --Atatürk İnkılapları-- deyiminde olduğu gibi, ikinci anlamı da vardır: Buna göre --inkılap--, --reform--, --yenilik-- anlamına gelir (--İnkılap-- sözcüğünün Arapça anlamının alt üst olma, ters çevirme olduğu da bu arada anımsanmalıdır.) Böylece --inkılap--, bir yandan geniş kapsamlı, toplumsal, ekonomik ve siyasal bir ihtilal anlamında kullanılırken, öte yandan, şapka, alfabe, takvim, eğitim konularındaki reformları nitelemek için de başvurulan bir terim özelliği de kazanmıştı. ::::::::::::::::::: 3) Devrim Türkçedeki özleştirme akımının ürettiği terimlerden biri olan --devrim-- yalnız siyasal anlamda düşünüldüğü zaman --ihtilal-- karşılığı, toplumsal, ekonomik ve siyasal bağlamda kullanıldığı zaman da, eski günlerdeki kullanılışı ile --inkılap-- karşılığıdır (--Devrim-- sözcüğü ile hem ihtilal hem de inkılap terimlerinin karşılanması için ve bunun Atatürk ile ilişkisi için bkz. Berkes, 1982:133-151.). | ||
10-02-2007, 10:23 | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Biz bu çalışmada --devrim-- terimini hem --ihtilal--, hem de --inkılap-- anlamında kullanacağız. Bu çerçeve içinde terimi bir kez daha tanımlarsak şöyle bir sonuca ulaşırız: Siyasal anlamda --devrim--, iktidarın kökeninde deyişme yaratan bir olaydır. Örneğin Fransız devrimi, siyasal iktidarın kökenini tanrıdan ve gelenekten alıp, o dönemin ilerici sınıfı olan burjuvaziye ve kentli halka vermiştir. Aynı biçimde Türk devriminde de, Atatürk, dinsel-geleneksel kökenli iktidarı, (o dönem için kuramsal planda da kalsa), ulusa ya da halka dayalı, laik bir niteliğe dayamıştır. İktidarın kökeninde, yani dayandığı güçlerde (inançlar ya da sınıflar, ilişkiler) değişiklik yapmayan siyasal olaylar, bu anlamda devrim değildir. --Hükümet değişikliği--, --hükümet darbesi--, --isyan--, --iç savaş-- gibi farklı nitelikte olan olayların --devrim-- olayı ile karıştırılmaması gerekir. Demokratik yolla yapılan bütün değişiklikler, aynı kökene, halk kökenine dayandığı için --devrim-- diye nitelenemez. Fakat demokrasinin başlaması bir devrimdir. Örneğin, bizde 1950 seçimleriyle, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ulus egemenliğini ve demokrasiyi kuramdan uygulamaya aktardığı için, uygulama açısından bir devrim olarak düşünülebilir. Öte yandan, bir grubu siyasal iktidardan uzaklaştırıp, başka bir grubu ihtidara getiren --hükümet darbesi--, siyasal iktidarın kökeninde değişiklik yapmadığı takdirde, --devrim-- olarak nitelenemez. Ancak, siyasal iktidarın dayandığı güçlerde değişiklik sonucunu doğuran --hükümet darbeleri--, --devrim-- diye nitelenebilirler. Bu açıdan, düşünüldüğünde İttihatçıların --Bab-ı Ali baskını-- devrim olmaktan uzak bir --hükümet darbesi--dir. Çünkü, sonuç olarak yalnız Kamil Paşa hükümetinin yerine, Mahmut Şevket Paşa hükümeti geliyor ve parti olarak İttihatçıların etkisi artıyordu. Oysa; gerek padişah, gerek meşrutiyet 1908'deki niteliği ile varlığını sürdürüyordu. | ||
10-02-2007, 10:24 | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yine bu çerçeve içinde düşünüldüğünde, 1908 yılında İttihatçıların Makedonya dağlarına çekilmesi ve Abdülhamid'i Meclis'i toplantıya çağırmaya zorlaması, siyasal anlamda --devrim--dir. Çünkü, rafa kaldırılmış olan Anayasa'yı yeniden yaşama geçirerek, Padişah'ın kayıtsız koşulsuz kullandığı dinsel-geleneksel otoriteye, o dönemin etkin gücü --bürokrasi--yi ortak etmişti. Belki çok kapsamlı değildi ama, hiç kuşkusuz bir --devrim--di 1908 eylemi. Üstelik de sonuçları bakımından daha geniş kapsamlı devrimlere de yol açmıştı. Aynı biçimde 27 Mayıs 1960 --hükümet darbesi-- de sonunda siyasal bir --devrim--e dönüştü. Çünkü, siyasal iktidara, halkın seçtiği Meclis'in yanında yargısal ve bürokratik ortaklar getirdi. Böylece bir anlamda siyasal iktidarın dayandığı güçlerin niteliğinde değişiklik yaptı. --Devrim-- teriminin siyasal alan dışında da anlamı olduğunu daha önce belirtmiştik. Ekonomik ve toplumsal anlamda devrim, ekonomik ve toplumsal ilişkilerde temel değişiklikler yapan bir olaydır. Bilindiği gibi, toplum, bir dizi --düzenlenmiş ilişkiler--den oluşur. Toprak ağası-köylü, işçi-patron, anne, baba-evlat, öğretmen-öğrenci ilişkileri gibi. İşte düzenlenmiş olan bu ilişkilerin tümü --toplumsal yapı--yı oluşturur. Yukarıdaki tanıma yakından bakarsak, toplumsal ve ekonomik anlamdaki devrimin, toplumsal-ekonomik yapıyı etkileyen bir olay olarak ortaya çıktığını görürüz. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |