Halbuki VII. yüzyılda Hindistan ve Çin'den gelen malları pazarlayan Suriyeli tüccarlara Akdeniz'in hemen her limanında İstanbul'da, İskenderiye'de ve hatta Marsilya ve Napoli'de rastlamak mümkündü. Batılı tacirler de doğunun cazip ürünlerini İskenderiye, Sur, Beyrut ve Antakya gibi Doğu Akdeniz kentlerinde kurulan pazarlarda kolaylıkla bulunabilmekte idiler.
Bizans döneminde imparatorluğun en mamur ve zengin eyaletlerinden biri olan Suriye'nin merkezi Antakya'dan bahseden Procopius, kentin zenginliği, yüzölçümü, nüfusu, güzelliği ve anıtları ile doğudaki Roma kentlerinin başında geldiğinden bahseder. Antakya'nın 570 seneleri civarındaki lüksü ve ihtişamı karşısında S. Antonin Martyr, hayretler içinde kaldığını ifade etmiştir.
X. yüzyılda doğudan gelerek Suriye'nin ticari merkezi durumunda olan Haleb'e varan emtianın bir kısmının Akdeniz'e ulaştırılmasında Antakya adeta bir antrepo görevi yapıyordu. Bu yüzyılda Arap tacirler ile batılı tacirler arasında mal değiş-tokuşunun yapıldığı önemli pazarlar arasında Antakya, Trabzon ve İskenderun yer almakta idi. Arap, Bizanslı ve Vedenikli tacirlerin yanısıra Yahudi tacirleri de Asi'nin denize kavuştuğu yerden Asya topraklarına girip Antakya ve Haleb'i geçerek Fırat yatağını Bağdat'a kadar izledikleri ve oradan Basra Körfezi yoluyla Hind Denizi'ne çıktıkları bilinmektedir. Bu seferlerde batıdan doğuya hadımlar, kadın ve erkek esirler, Bizans'tan ipek ve ipekli mamuller, kürkler ve kılıçlar, doğudan batıya misk, sarısabır, kafur, tarçın ve buna benzer ürünler sevketmekte idi.
Abbasi Halifeliği hakimiyetindeki Antakya'da Halife Mutasım devrine rastlayan 840 yılında Bizanslıların, deniz yoluyla kenti basarak tacirleri soymaları ve halkı esir etmeleri üzerine Mutasım'ın emri ile bir kale inşa olundu. 865 yılında vukubulan büyük zelzele, Lazkiye ile birlikte Antakya'da da büyük zarara neden olurken, 1500 bina tahrip oldu ve surlar üzerindeki 90 kule yıkıldı.