Bu anlaşmanın, Millî Muhâfız ve EOKA-B elemanlarının Kıbrıs Türk Toplumu'na yapacağı saldırıları da sona erdireceği umuluyordu. Ancak 8 Ağustos'ta II. Cenevre Konferansı'nın yapılmakta olduğu zamanda Millî Muhâfız ve EOKA-B işgal ettikleri yerleri tahliye etmedikleri gibi ellerindeki esirleri de serbest bırakmadılar. İkinci konferans esnasında Türklerin "iyi niyet jesti" olarak Limasol ve Larnaka civarında bir miktar köyü boşaltmış olmalarına rağmen, Rum-Yunan kuvvetleri Türk köylerine saldırılarını sürdürdüler. Bu arada Cenevre'de devam eden II. Konferans'ta Rum ve Yunan delegeler I. Konferans'ta Yunan dışişleri bakanının kabul ettiği konuları inkar yoluna saptılar. Rum-Yunan ikilisi meseleyi sürüncemede bırakmak taktiğiyle görüşmelerde olmadık tekliflerde bulunuyorlar ve ilgili-ilgisiz bazı devletleri meselenin içine çekerek bir takım masabaşı oyunlarıyla oyalama taktiği yürütüyorlar ve bu zaman zarfında Yunanistan'ın gerekli askerî hazırlıklarını tamamlayarak adaya kuvvet göndereceğini hesaplıyorlardı. Türkiye, Rum-Yunan ikilisiyle anlaşmanın mümkün olmadığını görerek 22 Temmuz'da başlayan fakat ateşkes sonucu tamamlanamayan harekatın tamamlanmasına karar verdi. 14 Ağustos'ta başlayıp 16 Ağustos'ta sona eren üç günlük harekât neticesinde bir taraftan Magosa'ya diğer taraftan Lefke'ye varılarak Türk tarafının sınırları çizildi. Kıbrıs Türk Barış Harekatı'nı incelemek üzre, İngiltere Parlamentosu tarafından kurulan özel komite 1976 yılında verdiği raporda; "Türk kuvvetlerinin I. Barış Harekâtı'nda ulaşmış olduğu yerler askerî bakımdan savunmak için yeterli olmadığından dolayı II. Barış Harekâtı'nın yapılması kaçınılmazdı" denilmektedir. Ayrıca Lord Neval da "1974 yılında Türk askerî müdâhalesi olmasaydı, adada Türk kalmayacaktı" demiştir. Barış harekâtı sonrasında ortaya çıkan Muratağa, Atlılar, Sandallar vb. katliamları harekâtın ne derece yerinde bir karar olduğunun göstergesidir. |