20-02-2007, 12:36
|
#19 |
Guest | Yeni dünya görüşünün bir özelliği, insanın kendi dünyevi güçlerini anlamasıdır. Bilindiği gibi ortaçağda halk, sanatçılar, bilim ve din adamları kilisenin inancına paralel bir tanrı görüşüne sahipti. Ancak daha gotik dönemde bile ortaçağda kilise ile aynı görüşü paylaşmayan insanların ortaya çıktığını biliyoruz. İşte bu farklılaşma dinin insanın akıl terazisinde ölçülüp değerlendirildiğini göstermektedir. Bu hareket gittikçe büyümüş ve insanın kendi eleştirisine de önem vermesi ile sonuçlanmıştı. Bu eleştiri ortaçağ anlayışını da yargılayacak ve dinin Rönesans çağında zayıflamasına neden olacaktı. Başta Hıristiyanlığı eleştiren bazı felsefe okullarının ve bazı filozof kralların ortaya çıkması ile ve diğer etkiler ile din kurumu dünyevi ilişkilerinden gittikçe uzaklaşmıştır. Bu yeni görüşleri yansıtan biçimlemeler, insanın kendi yorum ve düşüncelerine dogmalardan daha fazla önem verdiğini göstermektedir. Bu yeni görüş ortaçağın gotik katedrali karşısında, Rönesans’ın merkezi planlı yapısıyla da biçimlenmiş olmaktadır. Bu farkı en iyi 1400 yıllarında Regensburg’da yapılan ve tanrıya doğru sonsuzluğa yükselir şekilde inşa edilmek istenen Dom ile yüzyıl sonra 1502 de mimar Bramante tarafından Roma’da yapılan St.Pietro Kilisesi arasında görülür. St. Pietro kilisesinin kubbesi bir yarım küre iken ön cephesinde yarım daire planlara yer veriliyordu.St.Pietro Kilisesi 1502 Çember ve küre antikçağda mutluluk sembolü olarak kabul ediliyordu. Ortaçağ öbür dünyadaki kurtuluşa, Rönesans ise dünyevi yetkinliğe ve bu dünyadaki kurtuluşa önem veriyordu. Ortaçağ dogmalarının yerini yeniçağda bilgi, St.Pietro Kilisesi 1502 dünyevi güzellik, kişisel başarı, mal, mülk alıyordu. Ortaçağda eserini altına imza atamayan sanatçı, bu çağda artık kendi yaratış gücüne inandığından eserin altına imzasını atacaktı. |
| |