Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Eğitim Öğretim > Dersler - Ödevler - Tezler - Konular > Tarih

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 20-02-2007, 12:34   #11
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Kalın duvarlı şatoların yerini saraylar almaktadır. Yapıların cephelerinde, süslü ve büyük pencereler yer almaya başlar, kentte yaşayan soylu burjuvaların evlerinde teraslar ve balkonlar görülür. Evler ahşapken taşa ve tuğlaya dönüşür. Konuk odaları ve toplantı odaları ilave olur ve heykeller ile süslenir. Ağır, ağır yeni bir yaşama biçimi kendini belli etmektedir. Bu, daha iyi yaşam düşü henüz halka ulaşmamıştır. Halk, dar sokaklarda ve kapalı yerlerde topluca yaşama alışkanlığını sürdürmektedir.
Bu dönemde şehircilik ilk adımlarını atmaktadır. Tasarlanan büyük değişiklikler için eski Roma’nın mimarlık ilkeleri ve sırları incelenerek önerilerde bulunulur.
Rönesans’ı bir bütün olarak kabul edebilirsek şu temel anlayışlara dayandığı, ve onlarla anlam kazandığı görülür:
• Yeryüzü ilgi çekici ve araştırılmaya değer bir yerdir.
• İnsan güçlüdür ve bu gücü ile büyük başarılar elde edebilir.
• İnsanın sürekli faal olması onurlu bir şeydir.
• Gerçek güzeldir.

RÖNESANS ve YENİÇAĞ FELSEFESİ
Yeniçağ felsefesi, İlk ve Ortaçağ’da varılan sonuçların yeni bir biçimde ortaya çıkmasıdır. Rönesans bu ikisi arasındaki geçiş dönemidir ve yeni bir dünya görüşü sunar.
Rönesans dönemi genel özellikleri:
1. Ortaçağ felsefesi, sınırlarını Hıristiyanlığın çizdiği dinsel bir görünümdeydi. Rönesans da ise düşüncenin her türlü otoriteden kurtarılması, akla ve deneye önem verilmesi ön plana çıkmıştır.
2. Ortaçağ, içe kapalı bir sistemdi ve dili Latinceydi. Ama Yeniçağ’a basamak olan Rönesans, çok tarzların ve yolların olduğu bir dönemdir. Bu dönemde milli diller doğmuştur.
3. Ortaçağ’da felsefeciler, din adamlarıydı. Rönesans’ta ise yazarlar, araştırmacılar v.s. de felsefe yapmışlardır. Ortaçağ filozofu doğrunun bulunmuş olduğuna inanıyordu, Rönesans filozofu ise kendini yeni ilkeler getiren bir dönemin temsilcisi sayar.
4. Ortaçağ’ın yolu ve düşüncesi birdir. Rönesans’ta ise bu birlik bozulmuştur. Artık doğruya ulaşmak için pek çok yol vardır.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 20-02-2007, 12:34   #12
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Rönesans’ın yolunu çizen ana akımlar, iradecilik ve isimciliktir. Ortaçağdan sonra artık tümel gerçekler yoktur. Bilginin kaynağının deney olduğu ve doğa üzerinde insanın egemen olması gerektiği savunulmuştur. Bu gibi fikirler Modernizmin doğuşuna temel teşkil eder.
Rönesans kendinden doğmuş bir hareket değildir. Tekelci kilise otoritesinin kırılması, doğudan yapılan çeviriler bu hareketin doğmasına etki etmişlerdir.
Rönesans’ın yeni din anlayışı ise reformisttir. “Hıristiyanlığın öğretileri bozulmuştur ve asıl doğrulara dönülmelidir” fikri Protestanlığı doğurmuştur. Bunun yanında kökleri Stao’ya kadar uzanan doğal din anlayışı yani akıl dini ortaya çıkmıştır.
Rönesans felsefesinin temel dayanağı ve çıkış noktası İlk çağ Antik felsefesidir.
Rönesans, orta çağ boyunca olduğu gibi bırakılıp, dondurulmuş olan bu felsefeyi yeniden ele alıp işlemeye başlamıştır. Oluşan özgürlük havası içinde bu felsefenin öz kaynaklarına inmiş, orta çağ boyunca oluşmuş olan engelleri kaldırarak ona gelişme yolları açmıştır. Bu felsefeleri iyice işleyip, kendini geliştirdikten sonra da, öğrencisi olduğu bu felsefeye kendine özgü eleştiriler ve ekler ile gelişmeler ve yenilikler kazandırmıştır.


Belki Antik çağ etkisi ve belki de din baskısı nedeni ile Rönesans felsefesi öncelikle insan sorunu üzerine yönelmiş, insanı incelemiştir. Hümanizma akımı olarak isimlendirilmiş bu akımda öncelikle Antik çağ eserlerinin taranması ve tercümeleri yapılmıştır. Bu filolojik çalışmaların sonunda doğal olarak insanın ne olduğu sorusu (İnsan nedir? Ne olacaktır?) sorgulanmaya başlanmıştır.
Hümanizma akımının baş mimari Francesco PETRARCA’dır. Petrarca Hıristiyan skolastik görüşlerinden sıyrılıp, bu dünyanın zenginlik ve coşkuları ile ilgilenir, daha iyi yaşamak için yaşama sanatının kurallarını araştırır. Bireyin devamlı ödevinin kendisini geliştirmek olduğuna ve bunun için de devamlı çalışması gerektiğine inanır De Vita Solitaria adlı yapıtında kendini geliştirmek ve erdemlere ulaşabilmek için insanın hatta tek başına yaşayıp, yalnızca kendisini geliştirmek için çalışması gerektiğini savunur.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 20-02-2007, 12:34   #13
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Petrarca bir anlamda Antik Roma stoa filozoflarının ruhun özgürlük ve mutluluk ideallerini çağının insanına taşımıştır.
Giovanni BOCCACCİO da, kilise ve töre baskılarının ötesinde, insanın bu dünyada yaşamakta olduğunu, bu dünya ile bağlantılı olduğunu ortaya koyar.
Rönesans’ın ileriki yıllarındaki düşünürlerden Niccolo MACCHIAVELLI insanın ne olduğu, ne ve nasıl yapması gerektiği üzerinde çalışmıştır. Ona göre insan bir doğa gücüdür, canlı bir enerji kütlesidir. Böyle bir yaratık, Hıristiyanlığın alçakgönüllülük ve gönül tokluğunun en yüksek erdem olarak gösteren öğütlerinin içine sığamaz. Hatta eski çok tanrılı pagan dinlerini Hıristiyanlıktan daha üstün görür. Çünkü bu dinler, ona göre insana bu dünyada iyi yaşamayı öğütleyerek onu hayata bağlamışlardır.
Çağın sonlarına doğru yaşamış olan Michelde MONTAIGNE de indivudualist
Ve Hümanisttir. İnsan yaşamı ve insan doğasının yapısı onun da çalıştığı başlıca konudur. “Her şeyden önce ben kendimi araştırıyorum. Benim fiziğim de metafiziğim de bu.” der. ”İçimizde bir doğa kımıldıyor, ona kulak verir, yasalarını kavrarsak, erdeme, dolayası ile de mutluluğa giden yolu bulmuş oluruz.” diye devam eder. Dogmatizmin tam düşmanıdır. Doğruyu nerede bulmak gerektiğini sorunu onu sonraları Antik çağ şüpheciliğine götürmüştür. Yalnız o bu akıma klasik öğretisine ek olarak bir yenilik kazandırmıştır. Antik şüphecilik “hiçbir şey bilmiyorum, öyle ise bilginin hiçbir önemi yok” yargısına varır. Montaigne ise böyle pesimist değil, o son sözün “hiçbir şey bilmiyorum değil, ne biliyorum sorusu“ olmalıdır iddiasındadır.

Rönesans felsefesi içinde PLATONİZM ve ARİSTOTELİZM adları altında oluşmuş olan iki akım üzerinde de durmak gereklidir.
Ortaçağ, skolastik felsefesini direkt olarak Antikçağ otoritesi Aristoteles’e dayandırır. Bu felsefenin karşısında olan Rönesans’ın da Aristo’ya karşı tepki göstermesi doğaldır.
Rönesans, Aristo karşısında Platon’a derin bir sevgi ve saygı ile bağlıdır. Platonun yaptıklarını inceler, adına sevgi dernekleri ve hatta bir Akademi (Floransa’ da ki Platon Akademisi) bile kurulur.
Platon’ a karşı duyulan sevginin İstanbul’un işgalini takiben Bizans’tan göçen
bilginler tarafından başlatıldığı yaygın olarak iddia edilir.

Platonizm’in yanında Aristoteles felsefesinin özüne inip, onu ortaçağ doğmalarından arındırıp yeniden incelemeyi amaçlayan bir Aristo çığırı da Rönesans felsefe akımları içinde var olmuştur.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 20-02-2007, 12:34   #14
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Petrarca bir anlamda Antik Roma stoa filozoflarının ruhun özgürlük ve mutluluk ideallerini çağının insanına taşımıştır.
Giovanni BOCCACCİO da, kilise ve töre baskılarının ötesinde, insanın bu dünyada yaşamakta olduğunu, bu dünya ile bağlantılı olduğunu ortaya koyar.
Rönesans’ın ileriki yıllarındaki düşünürlerden Niccolo MACCHIAVELLI insanın ne olduğu, ne ve nasıl yapması gerektiği üzerinde çalışmıştır. Ona göre insan bir doğa gücüdür, canlı bir enerji kütlesidir. Böyle bir yaratık, Hıristiyanlığın alçakgönüllülük ve gönül tokluğunun en yüksek erdem olarak gösteren öğütlerinin içine sığamaz. Hatta eski çok tanrılı pagan dinlerini Hıristiyanlıktan daha üstün görür. Çünkü bu dinler, ona göre insana bu dünyada iyi yaşamayı öğütleyerek onu hayata bağlamışlardır.
Çağın sonlarına doğru yaşamış olan Michelde MONTAIGNE de indivudualist
Ve Hümanisttir. İnsan yaşamı ve insan doğasının yapısı onun da çalıştığı başlıca konudur. “Her şeyden önce ben kendimi araştırıyorum. Benim fiziğim de metafiziğim de bu.” der. ”İçimizde bir doğa kımıldıyor, ona kulak verir, yasalarını kavrarsak, erdeme, dolayası ile de mutluluğa giden yolu bulmuş oluruz.” diye devam eder. Dogmatizmin tam düşmanıdır. Doğruyu nerede bulmak gerektiğini sorunu onu sonraları Antik çağ şüpheciliğine götürmüştür. Yalnız o bu akıma klasik öğretisine ek olarak bir yenilik kazandırmıştır. Antik şüphecilik “hiçbir şey bilmiyorum, öyle ise bilginin hiçbir önemi yok” yargısına varır. Montaigne ise böyle pesimist değil, o son sözün “hiçbir şey bilmiyorum değil, ne biliyorum sorusu“ olmalıdır iddiasındadır.

Rönesans felsefesi içinde PLATONİZM ve ARİSTOTELİZM adları altında oluşmuş olan iki akım üzerinde de durmak gereklidir.
Ortaçağ, skolastik felsefesini direkt olarak Antikçağ otoritesi Aristoteles’e dayandırır. Bu felsefenin karşısında olan Rönesans’ın da Aristo’ya karşı tepki göstermesi doğaldır.
Rönesans, Aristo karşısında Platon’a derin bir sevgi ve saygı ile bağlıdır. Platonun yaptıklarını inceler, adına sevgi dernekleri ve hatta bir Akademi (Floransa’ da ki Platon Akademisi) bile kurulur.
Platon’ a karşı duyulan sevginin İstanbul’un işgalini takiben Bizans’tan göçen
bilginler tarafından başlatıldığı yaygın olarak iddia edilir.

Platonizm’in yanında Aristoteles felsefesinin özüne inip, onu ortaçağ doğmalarından arındırıp yeniden incelemeyi amaçlayan bir Aristo çığırı da Rönesans felsefe akımları içinde var olmuştur.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 20-02-2007, 12:35   #15
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

17.y.y. felsefesinde Descartes, yeni düşüncenin oluşmasında temel teşkil eder:

· Kartezyen felsefenin kurucusudur.

· Matematiği bütün bilimlerin ortaya çıkmasında bir yöntem olarak ortaya koymuştur.

· Yeni matematik ve doğa bilimlerinin kurucuları arasındadır.

· Matematiğin formüllerini geometriye uygulayarak analitik geometriyi de bulmuştur.

Spinoza ise Descartes’in “düşünüyorum öyleyse varım” önermesi gibi tek bir bilgiyi Tanrı öğretisinde çıkış noktası olarak alır ve geri kalan bütün bilgileri tümden gelimli bir yol olan geometrik yöntemle bu temelden türetir.
Lomettrie, Fransız aydınlanması içindeki materyalist akımın önderidir. O’na göre; insanla hayvan arasında yalnızca bir aşamalık ayrım vardır, özce bir ayrılık yoktur.

Leibnich, Yeniçağ alman felsefesinin ilk büyük düşünürüdür. Matematiğin yöntemini felsefeye aktarmak ister. Evrenin sonsuz sayıda monadlardan (cevher) oluştuğunu bunların birbirlerini etkileyemediğini söyler. Monadların en üst sırasında Tanrı vardır, tektir. Tanrı monadların sistemini bir amaca göre düzenlemiştir. Olayların meydana gelişlerinde bu amaçlar rol oynar. Monadlar maddi değildir.

18 y.y. Aydınlanma felsefesi:


Aydınlanma Felsefesi’nin temel özellikleri, akla duyulan güven ve laik dünya görüşüdür.


- John Locke, İngiliz aydınlanma hareketiyle birlikte, Avrupa’daki aydınlatmayı başlatan düşünürdür. Araştırmalarının ağırlık merkezi insandır. Doğuştan düşüncenin olmadığını söyler.

- David Hume ise İngiliz emperyalizmini son haline getiren düşünürdür. Bilginin eleştirilmesi bu felsefede doruğa ulaşır. Bilinci, ideler ve izlenimler olarak ikiye ayırır.

- Candillac, Fransız aydınlanma felsefesinin başlıca düşüncelerini İngiliz aydınlanma felsefesinden devşirmiştir. Fransız aydınlanma felsefesinin kuramsal temellerini kurmuştur. Dış deneyi bilginin tek, mutlak kaynağı yapmıştır.

- İmmanuel Kant öğretisindeki baş özellik, eleştiri felsefesi olmasıdır. Kant, aydınlanmanın bütün yaşama kılavuz yapmak istediği her bilgi alanında başarısına güvendiği aklın başarabildikleri ve başaramadıklarını birbirinden ayırt etmeyi bu bakımdan bir eleme yapmayı amaçlar.

- Alman idealizmi felsefesinin son büyük düşünürü Hegel’in felsefesi, Kant’tan sonraki usçuluğun en yüksek doruğudur. Kant, güvenilir bilginin en çok duyarlık ve düşünmenin işbirliği ile sağlanacağını ileri sürmüştü. Hegel ise; “gerçeğin özüne, deneye başvurmadan yalnız düşüncenin sınırları içinde kalınarak varılabilir” der.

Fransız aydınlanmasının asıl önderi Voltaire’dir. İngiliz deneyciliği ile yaradancılığını (deizm), Newton’un yeni doğa anlayışını Avrupa’ya özellikle o taşımıştır.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 20-02-2007, 12:35   #16
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

RÖNESANS’DA DİN ANLAYIŞI
Rönesans döneminde dini inanç ve düşünceler de değişime uğramış, bağnaz kilise otoritesine karşı çeşitli akımlar ortaya çıkmıştır. Bu akımların en önemlisi Reformation hareketidir. Bu hareketi 1517 yılında Wüttenberg kilisesinin kapısına astığı bildiri ile başlatan Alman rahibi Martin LUTHER, böylece Hıristiyanlıkta Katolik ve Ortodoks mezheplerinin yanı sıra Protestanlık mezhebini de kurmuş oluyordu.
Reformation kilisenin bağnaz ve katı tutumuna karşı bir baş kaldırış hareketidir. Para karşılığı günah çıkarma belgeleri dağıtımı, politika ile içli dışlı olma, entrikalara bulaşma ve engizisyon müessesinin gaddarlığı sonucu halk kütlelerinde oluşan hoşnutsuzluk Reformation'u hazırlayan önde gelen nedenlerdir.
Reformatıon'un özünde, hiç olmazsa başlangıç safhalarında, mistisizm anlayışı yatar. Kiliseye karşı güvenini yitirmiş olan halk tabakaları zaten daha orta çağ devrinde tanrı ile bağlantısını ve aradığı teselliyi kendi içinde ve kimsenin aracılığı olmadan kendi kendine bulma çabasındaydı.
Reformatıon hareketi çabucak yayılmış ve büyük halk kitlelerini etkisi altına almıştır. Etki o kadar geniş ve köklü olmuştur ki, Katolik kilisesi bile bu akım karşısında kendine çeki düzen vermek ve kendini düzeltmek ihtiyacı duymuştur. Katolik kilisesinin uyguladığı kendi içindeki bu reform hareketine karşı-reformasyon adı verilir.
Rönesans din kültüründe karşılaşılan bir diğer akımda DOĞAL DİN akımıdır. Bu akım tam olarak Rönesans’ ın özüne uygun bir akımdır. Her türlü dış formdan, töre ve doğmalardan uzak olan bu dinsel yaklaşımda tüm din doğrularının kökeni vahiyde değil, insan aklında aranır.
Din tanrının açılması (Vahiy) değil, insan aklının ürünüdür.
Bu akımın tipik düşünür ve savunucuları Fransız Jean BODIN ile İngiliz Herbert of CHERBURY’dir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 20-02-2007, 12:35   #17
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

RÖNESANS’da Doğa Felsefesİ
Rönesans insanı doğa bilgisi ve doğa felsefesi üzerine de Ortaçağ anlayışından bambaşka ve yepyeni bir görüş ve çalışmalar dizisi ortaya koymuş ve bu çalışmalar sonunda da bugünkü modern doğa bilimimizi yaratmıştır. Rönesans doğa biliminin getirdiği yenilikleri iyi kavrayabilmek için bu yeniliklerin tam karşıtı olan orta çağ doğa anlayışını anımsamada fayda var.
ARİSTOTELES – PTOLEMAİOS sisteminde; yeryüzü ortada ve sabit olarak durduğu ve diğer bütün gökyüzü cisimlerinin onun etrafında döndüğü kabul edilmekle Hıristiyanlık inançlarına tam bir uyum sağlanmakta idi. Bundan dolayı da Katolik kilisesince coşku ile kabul edilmiş, savunulmuş ve hatta kilisenin resmi doğa felsefesi olarak halk kitlelerine dikte ettirilmiştir.
Bu sisteme karşı ilk düşüncelerin görüldüğü filozof Alman Nicolaus CUSANUS’ dır. Doğa üzerine çok çarpıcı görüşleri var. Doğayı bir evrim süreci olarak kabul ediyor. (oysa skolâstiğe göre doğa olmuş bitmiş, değerce yüksek bir olgudur.) Karşıtların sürekli olan geçitlerle ortadan kalkacağını düşünüyor, yani bilgilerin göreceli olduğu gerçeğini buluyor. İnsan nerede bulunursa bulunsun, ister yeryüzünde, ister güneşte, ister yıldızlarda bulunsun kendini hep merkezde sanacaktır. Evrendeki her nokta hem bir merkez hem de çevrede bir
  Alıntı ile Cevapla
Alt 20-02-2007, 12:35   #18
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

nokta kabul edilebilir. Bu da yeryüzünün evrenin merkezi olmadığını gösterir. Bunlar hep Cusanus‘un düşünceleri. Cusanus daha da ileri giderek, yer ile gök cisimlerinin aynı maddelerden oluştuğunu ve aynı yasalara bağlı olduğunu söylüyor. Bunları ortaya koymakla da bugünkü doğa anlayışımıza giden ve artık pek uzun olmayan yolun ilk adımlarını atıyor.
PARACELSUS da bir alman hekimi Tıpta kazandığı bilgileri doğa fenomenini çözmek için kullanıyor. Simya ile uğraşıyor ve olayları fantezileri ile çözmeye çalışıyor. Önemli yönü bu yolda ki çalışmaları sonucu bazı kimya esas ve kurallarını geliştirmiş olmasıdır.
İtalyan TELSIUS da fantezileri ile çözümlere gitmek isteyen bir bilgin. Olumlu yanı deneye tam ve mutlak öncelik vermesidir. Empirizmin baş temsilcisi olarak tanınır.
Bugünkü doğa anlayışımızın temelini kuran KOPERNIKUS da bir alman bilgini. Gökbilimleri üzerine yazdığı “Gökcisimlerinin dönmesi üzerine” adlı yapıtı uzun yıllar bekletilip, ancak ömrünün son yıllarında yayınlanıyor. O da “bu yapıt ve bilgilerin fazla ciddiye alınmaması gerektiği bu çalışmanın bir fantezi ürünü olduğu“ önsözü ilave edilerek . Böylece kilisenin hışmından kurtuluyor fakat bu önemli yapıt daha uzun yıllar saklı kalmış oluyordu.
Kopernikus’un yeni öğretisi çok tehlikeli bir öğreti idi. Çünkü yüzlerce yıllık ve bütün Hıristiyan aleminin inandığı, taptığı saçma ve boş bir hayal olduğunu ispatlıyordu. Koskoca Katolik kilisesinin haşmet ve otoritesi bir anda yok oluyordu.
Kopernıkus sisteminde geliştirilmesi gerekli bazı noktalar ve güçlükler daha sonraları bilginlerce işlenecek ve çözülecektir. Bu bilginlerden biri de Danimarka'lı Taycho BRAHE’dir. BRAHE’nin asıl amacı yeni öğreti ile kilise görüşlerini bir yolunu bulup uzlaştırmak. Tabii ki bunda pek başarılı olamıyor. Kurduğu rasathanelerde gökyüzünü gözlemliyor ve bu gözlemleri kayıt altına alıyor. Bu notların ileride Kopernikus sistemini bilimsel temellendirmek yolunda Keppler'e büyük yararı olacaktır.
TAYCHO BRACHE, nin uzlaştırmacı tutumuna karşın Kopernıkus öğretisini bütün kalbi ile ve coşku ile savunan ve yayılmasına çalışan ve bunun karşılığında hayatını veren bir bilgin var ki o devrin belki en öndeki isimlerinden biri. O da hepimizin yakından tanıdığı Guardino BRUNO. 1600 yılında kilise engizisyon meclisi tarafından yakılarak ölüme mahkum edilmiş ve cezası infaz edilmiştir.
Kopernikus sistemini matematiksel olarak formüllendiren Alman bilgini KEPPLER bu başarısını büyük oranla Taycho Brahe’den kendisine miras kalan gözlem notlarına borçludur. Bu notların da yardımı ile Keppler kendi adını taşıyan 3 adet denklemi ortaya koymuştur. Böylece de matematiksel doğa biliminin temeli atılmıştır.
Matematiksel doğa bilimini Keppler’ den sonra daha da geliştiren Galileo GALILEI ‘dir. Kopernikus sistemine tamamen inanmasına karşın, profesörlük yaptığı Pisa ve Padua üniversitelerinde uzun yıllar Aristo-Ptolemaios sistemini okutmuştur. Engizisyon dan kurtulmak için kardinaline yeni sistemi yaymayacağını eğer yayanı görürse onu derhal ihbar edeceğine söz veriyor. Ama diğer taraftan da kendi yaptığı teleskopu ile Jüpiter’in uydularını keşfediyor, güneşin lekelerini buluyor. Venüs’ün yörüngesinde ki evreleri ortaya koyuyor. Fizik üzerine çalışmaları ile hareket öğretisini, düşme teorisini kurarak bugünkü modern fiziğin temellerini oluşturuyor.
Galile’ nin yasası matematik oranlardır. Her şeyi ölçmek veya ölçülmeyeni ölçülür hale getirmek onun ana ilkesidir. Doğa artık bir takım mistik etkilerle değil, fizik hareketleri ile açıklanmaktadır. Yani ruhun yerini kuvvet almaktadır.
Rönesans devrinin son filozofu Francis BACON’ dur. Bacon kendisinden önce gelen bütün bilgileri derleyip, toplamış, bu bilgileri yaşamın kullanımına sunmuştur. Dünya nimetlerinden faydalanmak için doğaya egemen olmak gerektiğine, fakat daha öncede ona itaat edip, onun yasalarını öğrenmek gerektiğine inanır. Bu öğretisini kısaca “Bilmek egemen olmaktır” sözü ile özetlemiştir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 20-02-2007, 12:36   #19
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

RÖNESANS’DA SANAT

Yeni dünya görüşünün bir özelliği, insanın kendi dünyevi güçlerini anlamasıdır. Bilindiği gibi ortaçağda halk, sanatçılar, bilim ve din adamları kilisenin inancına paralel bir tanrı görüşüne sahipti. Ancak daha gotik dönemde bile ortaçağda kilise ile aynı görüşü paylaşmayan insanların ortaya çıktığını biliyoruz. İşte bu farklılaşma dinin insanın akıl terazisinde ölçülüp değerlendirildiğini göstermektedir.
Bu hareket gittikçe büyümüş ve insanın kendi eleştirisine de önem vermesi ile sonuçlanmıştı. Bu eleştiri ortaçağ anlayışını da yargılayacak ve dinin Rönesans çağında zayıflamasına neden olacaktı. Başta Hıristiyanlığı eleştiren bazı felsefe okullarının ve bazı filozof kralların ortaya çıkması ile ve diğer etkiler ile din kurumu dünyevi ilişkilerinden gittikçe uzaklaşmıştır.
Bu yeni görüşleri yansıtan biçimlemeler, insanın kendi yorum ve düşüncelerine dogmalardan daha fazla önem verdiğini göstermektedir. Bu yeni görüş ortaçağın gotik katedrali karşısında, Rönesans’ın merkezi planlı yapısıyla da biçimlenmiş olmaktadır. Bu farkı en iyi 1400 yıllarında Regensburg’da yapılan ve tanrıya doğru sonsuzluğa yükselir şekilde inşa edilmek istenen Dom ile yüzyıl sonra 1502 de mimar Bramante tarafından Roma’da yapılan St.Pietro Kilisesi arasında görülür. St. Pietro kilisesinin
kubbesi bir yarım küre iken ön cephesinde yarım daire planlara yer veriliyordu.St.Pietro Kilisesi 1502
Çember ve küre antikçağda mutluluk sembolü olarak kabul ediliyordu. Ortaçağ öbür dünyadaki kurtuluşa, Rönesans ise dünyevi yetkinliğe ve bu dünyadaki kurtuluşa önem veriyordu. Ortaçağ dogmalarının yerini yeniçağda bilgi,
St.Pietro Kilisesi 1502
dünyevi güzellik, kişisel başarı, mal, mülk alıyordu. Ortaçağda eserini altına imza atamayan sanatçı, bu çağda artık kendi yaratış gücüne inandığından eserin altına imzasını atacaktı.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 20-02-2007, 12:36   #20
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

RESİM ve HEYKEL
Yeniçağın mantığı önce resim sanatında biçimlenmeye başladı. Öbür dünyanın mekansız, temsili biçimlenmesine, Rönesans’ta mekan anlatımında kullanılan perspektifin gereği yoktu. Çünkü yeniçağda bakış, insanın görüş açısıydı ve bu bir noktadan bakış, optik görüntüyü zorlayan perspektife gereksinim duyuyordu. Böylece doğa görüntüsü biçimlenecek nesne oluyordu. Rönesans bu nedenle yeni dünya görünüşüne paralel olarak bilimsel perspektifi ortaya koyacaktı.
Ortaçağın dikey Gotik biçimi yerine yatay biçimi, sonsuzluk yerine ölçü, çok parçalılık yerine sakin, dünyevi yapı tarzı ortaya çıkıyordu. Yeniçağın amacı bu dünya sorunlarının çözülmesi idi. Doğa bilginleri, keşiflere çıkan cesur kaptanlar ve mucitler hep bu dünyanın kazanılması görüşünde idiler. İnsan anatomisinin keşfedilmeye başlanması, yeni bilim dallarının ortaya çıkışı hep bu döneme rastlamaktadır.

Mimar ve heykelci Bruneleschi (1377-1446) ilk kez bilimsel bakış noktasına göre perspektif bilimini ortaya koyuyordu. Gerçi antik çağda Pompei’de paralel perspektif bilinmekte idi ve kaçış noktaları keşfedilmişti. Ancak bu buluşlar resimde kullanılmamış idi.
14. Yüzyılda matematikte bir hamle yapılıyordu ve bakış noktası araştırmanın merkezi oluyordu. Resimde kaçış noktasını bulan ilk ressam Ambrogio Lorenzetti Tebliğ adlı resminde (1344) zemini kaçış noktasına göre belirliyordu.
Gerçi perspektif olarak mekanı anlatmak için ilk öneriler ressam Giotto’dan 1300 yıllarında geliyordu ama artık perspektifin bilimsel olarak kuralları oluşmaya başlamıştı. Bu dönemde boya teknikleri de gelişme yolunda idi.
Yeni ve kararlı renkler resme girmeye başladı. İtalyan ressamlarının çağdaşları Hollandalı bir ressam olan Van Eyck hem perspektif kullanımında hem de renklerin kullanımında önemli eserler veriyordu. Ancak Kuzey Avrupa’da perspektifin etkisi 1500’li yıllarda görülmeye başlanacaktır. Van Eyck, o güne kadar hep profilden yapılan portre resmine, ilk defa yarım yandan görünüşü getirmiştir. İtalya’da profilden portre yapma geleneği 15. Yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir.
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 18:43 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580