İnsan büyüdükçe yalnızlaşıyor, yalınlaşıyor. Çocuk mutlulukları bir kenara bırakıp, hayallere harcanacak zamanları boşa harcanmış sayıyor. Sanki hayatımızda olması gereken, yalnızca, gerçekler. Yansımalara, yanılsamalara, yanlışlara, hatalara yer yokmuş gibi.
Uzun zamandır rüya görmüyorum. Geçenlerde bulunduğum bir ortamda birisi gördüğü kısacık rüyalardan bahsediyordu. Kıskanmadım desem yalan olur. Canım, rüya görmeyi özledim. Hani insan kendisiyle baş başa kaldığı anlarda gözlerini kapatıp bir şeylerin olmasını bekler ya. Hayallerimin geceleri, saklandıkları köşeden teker teker çıkıp bana varolduklarını göstermelerini özledim.
Hayallerim bana kırgın, biliyorum. En son onları dünyamdan öyle bir kovmuştum ki, geri gelirler mi, gelirlerse eskisi gibi olur mu bilemiyorum. Arada gülümsüyorum. Sevinçten ya da komik olan bir şey yüzünden değil, kendimi ve düşüncülerimi tarttığımda sadece gülümseyebildiğim için gülümsüyorum. Acı bir gülümseme yapışıyor suratıma. Neden sırtıma bu yükü yüklendiğimi hala anlamıyorum. Onu karşıma alıp içimde olan biteni anlatsam ne derdi acaba? Önceden olduğu gibi “ben
sevmek nedir, nasıl bişeydir bilmiyorum, bilmekte istemiyorum “ mu derdi? Cümlelerde boğuluyorum. Kendi kelimelerimle en dibine düştüğüm hayal kuyusundan çıkarken, diğer herkesin kelimeleri yeniden beni daha dibe, daha derine itiyor.
Şimdi canım büyük bir cam bardakta öğrenci işi, sallama çay çekti. Yanında da şu gofretlerden, hani indirime girdiğinde kutu kutu depolamıştık odamıza. Bir de Düş Sokağı’ndan “Hüzün Kovan Kuşu” dinleyip, pencerenin kenarındaki kalorifer peteğinin üzerine zar zor yerleştirdiğimiz minderlere oturmak ve dışarıyı hiç konuşmadan sessizce izlemek. ..
Sen de özlüyor musun minicik metrekarelere sığdırmaya çalıştırdığımız mutlulukları? Sen de özlüyor musun soğuk taş merdivenin ikinci basamağına oturup omzuna başımı koyup ağladığım zamanları? Pulsuz, havada uçuşan mektupları, minik notları… sen de özlüyor musun, herkes uyuduktan sonra başlayan hayatları? Gece lambasının altında gizli gizli okuduğumuz Nazım şiirlerini?
Kimse bana şiir kitabı almamıştı , ta ki sen alana kadar. Yan sokakta yıllar sonra varlığını keşfettiğimiz , kapanmak üzere olan kelepirci bir dükkan vardı hani. Bir sürü kitabı bağrımıza basıp odaya koşturmuş, hepsini anında okuyabilecekmişiz gibi yüzlerce sayfa arasında kaybolmuştuk. Sen benim varlığımı ben de seninkini unutmuştum. Aslolan kitaplardı. Önsözleri yırtılan ve de kendi önsözlerimizi günlerce düşünüp yazdığımız kitaplar…. O şiir kitabı da onlardan birisiydi. Nasıl da heyecanla kaplamıştın kapağını. İçine kara kalem bişeyler çizmiş, küçük bir not bırakmıştın;
“işte geldim gidiyorum hoşcakal kardeşim Deniz”
Senden sonra ne zaman birisiyle görüşecek olsam o kelepirciden aldığımız ve de önsözlerini kendimizin yazdığı eski püskü kitaplara gidiyor ellerim. Paylaşmayı sevdiğim için mi bilmem. O kitapları verdiğim kişiler, sarı sayfalarda dolaşan kokunun benim için ne kadar önemli olduğunu sanırım hiçbir zaman bilemeyecekler. Birine kıymetini bilemeyeceği bir şeyi vermek ne kadar doğrudur ki? Ama kalplerimizi de öyle hesapsız kitapsız kıymet bilmeyecek ellere teslim etmedik mi ikimiz de…
Sadece O, senden sonra, sararmış yapraklarına hüzün dolmuş bir şiir kitabı tutuşturdu ellerime. Her sayfasına farklı renklerde kurutulmuş çiçek yerleştirilmişti. “ben gül sevmem” sözüm aklından hiç çıkmamış olacak ki bana hiç gül almadı. Ama yanıma her gelişinde ne yapar eder mevsimine uygun kır çiçekleri buluverirdi. Hele o kilometrelere yenilmesin diye, solmasınlar diye okulun en kuytu yerinden topladığı kır çiçeklerini toprak dolu bir poşete yerleştirip yol boyunca elinde tutması… Unutulur mu? Unutmadım Birtanem. Ondan aldığım son mektup un içinde kurutulmuş leylaklar, küçük bir oğlan çocuğu fotoğrafı( öyle yabancı, öyle ürkek bakışlı) vardı. Bir de mektubun sonuna iliştirilmiş şu satırlar:
“ İster öldür, ister al/ Kurtar beni pür yareden/ İşte gönlüm, işte sen/ Ben çıktım artık aradan” Süreyya Efendi
Bazen kendimi tamamen suçlu bulduğum oluyor. Ellerimi açıp bakıyorum. Sanki onlarca yaralı kalp avcumun içinde. Fark etmeden de olsa aradan çıkanlar bana unutamayacağım sancılar bırakmışlar. Suçlu benim diyorum. "Uzattın ellerini, uzattın ellerini!" diyorum.