|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
27-01-2008, 20:37 | #1 | ||
Banned Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 39
Mesajlar: 1.503
Tecrübe Puanı: 0 |
Sesi kısıktı. Zor konuşuyordu. Doktora gittiğinden bahsediyor, çok yıprandığını, artık her şeyin O'nu çok ama çok zorladığını söylüyordu. Uzun uzun konuştular. Hep “Sen nasılsın?” diyordu. Ya da “Peki ya sen?” diyordu. Aldığı cevaplar ise her seferinde aynıydı. “İyiyim, çok iyiyim” diyordu kız. Çünkü biliyordu ki küçük de olsa kötü olduğunu anlatan bir cümle kuracak olsa, cümleyi kuruşunun üzerinden çok geçmeden gidiverecekti adam, daha öncekilerde olduğu gibi. Hep böyle olmuştu. Daha ilk tanıştıklarında bile ona söylediği söz “Ağlama, sakın benim yanımda ağlama” olmuştu. Her zaman ki konuşmalarından birisi olacaktı bu da. Kelimeler öyle çoğalıp büyüyordu ki içinde öyle kısacık zamanlara sığmıyordu. Sığsın isterdi aslında. Sığsın ve de büyümesin, daha fazla yer kaplamasın, incitmesin. Ama istemek yine boş yine anlamsızdı. Dilinin ucuna gelen kelimeleri ağzında geveledi, yutkundu. Boğazından gelen sesten irkildi. Sanki kelimeleri öldürmüştü ve bu ses son çığlıklarıydı. Havadan, olmuş şeylerden, arkadaşlardan, köpeğinden, akıllara gelen hemen hemen her şeyden konuştular. Bir de kız erkeğe ülkedeki son haberlerden bahsetti. “Gitmeseydin…” diye başlayan cümlesini günlük haberlerle devam ettirdi. Öznel olan duyguları çıkarttı, yerine vatan millet,yeni seçilen parti, emeklilik hikayeleri koydu. Bir de son denediği irmik helvasının akıbetini anlattı. -Göçmenler harika un helvası yaparlar. -Eminim harika olması için göç ediyorlardır. -Anlamadım? -Bir kez daha aynı un helvasından yiyebilmek için yeni göçü beklemek lazım. Beklemeyi güzelleştiren giden olsa gerek. Kısa süren bir sessizliğin ardından; “Bilmem ki…” dedi erkek. Sustu. Kendi kendine kızmaya başladı kız. Yine aynı hatayı yapmıştı. Bahsetmeyecekti. Her şey olağanmış gibi davranacaktı. Hayat devam ederken, ona kenarından köşesinden hiç bulaşmıyor gibi gösterecekti. Gün içerisinde O'nu hatırlatacak hiçbir şey olmadığı fikrini sabitleyip, artık üzülmediğini ispat edecekti. Yine beceremedi. Dilini dişlerinin arasında kuvvetlice sıktı. Ne oluyorsa onun yüzünden oluyordu. Susmuştu işte. Birazdan da “ kapatmam lazım, yine konuşuruz” diyecekti. -Yolculuk ne zaman? Kız heyecanlandı. “Gidiyorum” dememişti. Titrek bir sesle; -Yarın akşam, dedi. - Harika, bunu bir iş gezisi olarak düşünme, yeni insanlar, yeni tadlar, yeni hayatlar… Ve o ülkeden ayrılıyorsun diye üzülme artık. Kız sustu. Elleri titrerken telefonu zor tutuyordu. Güçlülük ispatı ancak bu ana kadarmış diye geçirdi içinden. Yanağındaki ıslaklığı fark ettiğinde; içinde gizlenmiş, gizlendikçe daha çok büyümüş hıçkırıkların boğazına düğümlendiğini anlamıştı. “Sana son yolladığım plağı dinledin mi?” diye sordu erkek. Yanıt alamadı. Telaşlandı. “Beni duyuyor musun?” dedi… Yine koskocaman bir boşluğa çarpıp geri döndü sesi. Olduğu yerden ayağa fırladı. Elindeki telefonu kulağından çekip, baktı. Yine kulağına götürdü. Yine sessizlik… “Biliyor musun, sen yanımda olsaydın bu kadar kötü bir halde olmazdım” dedi. Sesi çarptı duvarlara Çarptı , yüreğine Çatladı duvardaki boya Çatladı yüreğindeki duvar “Sen yanımda olduğunda kendimi daha iyi hissettim hep.” dedi. Yaktı genzini koku Koku sardı bedenini Bedenini tuttu, sarstı “ Ne olur bir şey söyle…” dedi. “ Ne olur …” Aynı koku sardı , aynı anda farklı bedenleri Aynı koku sardı, aynı anda farklı şehirleri Farklı iki korku sardı, aynı anda farklı iki bedeni Farklı iki korku ; farklı iki şehirde aldı iki bedeni … | ||
|
27-01-2008, 20:45 | #2 | ||
Dişi Kartal Üyelik tarihi: Apr 2007
Mesajlar: 1.845
Tecrübe Puanı: 20 | Boşluga , seni duymayacak duysa da anlamayacak biriyle konuşmak ne kötü.... İşin ilginç yanı İnsan o boşluga konuştugu tek taraflı Aşk'ı hep sürsün ister insan..Yakıcı olsa da acısını duyumsamak güzel gelir.. Allah herkesi karşılıksız, ruhu olmayan birine aşık olmaktan korusun Aminnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnn
__________________ Türküler Sustu , Halaylar Durdu Hüzün Geldi Baş köşeye kuruldu Yoruldu Yüregim , Yoruldu | ||
27-01-2008, 21:51 | #3 | ||
Banned Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 39
Mesajlar: 1.503
Tecrübe Puanı: 0 | Üzerine doğru hafifçe eğildi. Nefes alışverişlerini hissetmek istedi. Eliyle yüzüne dokundu. Solgundu. Yatağın hemen yanında duran eski ceviz oyma sandığın üzerindeki işlemeli örtüye takıldı gözleri. Naftalin kokusu yayıldı o an etrafa. Gözlerini yumdu. Eskiden olduğu gibi, kalabalık ev ahalisinin seslerinin duvarlara çarpıp kulaklarında çınlamasını istedi. Olmadı. Boşluğu dolduran koskocaman bir sessizlik vardı. Doldurulmuş bir boşluk, artık boşluk kavramının anlamını hakkıyla taşıyamazdı. Yitirilmiş olanların yeniden kazanılamayacağı gibi. Ve ölmüş olanların dirilemeyeceği gibi… Bedenin donukluğundan ürperdi. Babasını hiç böyle göreceği aklına gelmezdi. Belki de hayallerine sığdırılamayacak kadar büyük bir korku idi bu; O'nun olmayışı… Durdu gölge Alaca bulaca, yalnıza kesti an Ya olmak vaktiydi, ya kaybolmak Koydu, taş üstüne taşı Acıdı, ağrıdı, kanadı … Pantolonunun paçasına bulaşmış çamurları eliyle ovuşturdu. Mezarlıktan buraya gelene kadarki zaman içerisinde kurumuştu ve elleriyle ovuşturduğu an yere ufalanıp toz olmuşlardı. Bir bütün bile değillerdi aslında başta. Çünkü dağılması olası hiçbir şey bütün olamazdı. Tıpkı ailesi gibi… Ya sen zamanı kovalarsın/ ya da zaman seni, elinde akrebiyle/ Ya bitirirsin savaşı, içindeki/ ya da savaş bitirir seni… Çürük bir elma gibi dağılır zamanla içi insanın. Yavaş yavaş acı vere vere yontulur içinin katmanları. Sonunu bilsen de, diğerlerinin başına gelenleri görmüş olsan da “dur” demezsin elma kurduna. Çünkü ilk sen almışındır onu yurduna… İzin vermişindir; içine girip sen olmasına. Ya şimdi hangi sözcük “git” diyebilir. Sustu dil Sustu gök Kabul etmeyecekti; bu yıkımları, bu sona ermeleri, herkesin alıp başını gitmesini, dahası ölümü. Bir ölümün tarifi nasıl olurdu. En son nefesini verirken ne düşünüyordu? Küçüklük anıları geldi aklına. Yaramazlık yapamayışları. Belki de en çok kendisi korkmuştu, babasının o gür sesinden. Diğerleri gibi hiç tokatını yememişti ama onlardan daha çok ürkerdi, babasından. Herşey öyle saçmaydı ki şu an gözünde. Yatılı okumaya başladığında, arkadaşlarına anlatabileceği baba hikayeleri olmamasından dolayı yaşadığı üzüntüyü bile hatırlamak istemiyordu. Kızmıştı, çok kızmıştı. Diğerleri gibi olmamasına… Eğildi başı Yanyana duran binlerce cesetin kokusu sardı dört bir yanını Elleri mağrurdu tıpkı gözleri gibi Ve çatıktı kaşları “Toplanın” dedi, sesi gürledi Bir top güllesi kadar ağırdı, değdiği yerlerdeki etkisi Ve hızlandı adımları Döndü Döndü gün, sırtını akşama yasladı Saydı yıldızları gözleri Tuttu, bırakmadı düşenleri, yere Cebine koydu. Kayboldu… Kahramanlık hikayeleri geldi düşüne. Kapattı gözlerini. Tuttu ölünün ellerini. Tuttu zamanı… Düştü düşlerinin en karanlık yerinden, kahraman oldu… | ||
27-01-2008, 22:00 | #4 | ||
Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 40
Mesajlar: 524
Tecrübe Puanı: 17 | Düşün var mıydı daha dün, yüzünde şu çizgiler, Peki ya şu beyazlar saçlarına ne zaman düştüler, Bak gözlük te takmışsın, gözlerin mi sana küstüler, Geri dön de bak, geçmişinden özüne ne kaldığını anlarsın... Hani aslan gibi kükrer, kartal gibi de kapardın, Ne zamandı o, sen ki her işin en hasını yapardın, Kalabalıkta bir başına gibisin, neredesin, hani sen vardın Dememişmiydim sana bir gün yalnızlığını anlarsın... Ne kadardır gittiğin yol, kendi gücünle, dimdik başınla, Ölçüsü ne iyiliğinin-kötülüğünün, yarinle, arkadaşınla, Sevdan, anıların da yalnızlar şimdi, sen gibi, bir başına, Takatsız bedenine baksan, ruhundaki boşluğu anlarsın...
__________________ Lütfen forum kurallarını okuyunuz.. | ||
28-01-2008, 11:59 | #5 | ||
Banned Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 39
Mesajlar: 1.503
Tecrübe Puanı: 0 | İnsan büyüdükçe yalnızlaşıyor, yalınlaşıyor. Çocuk mutlulukları bir kenara bırakıp, hayallere harcanacak zamanları boşa harcanmış sayıyor. Sanki hayatımızda olması gereken, yalnızca, gerçekler. Yansımalara, yanılsamalara, yanlışlara, hatalara yer yokmuş gibi. Uzun zamandır rüya görmüyorum. Geçenlerde bulunduğum bir ortamda birisi gördüğü kısacık rüyalardan bahsediyordu. Kıskanmadım desem yalan olur. Canım, rüya görmeyi özledim. Hani insan kendisiyle baş başa kaldığı anlarda gözlerini kapatıp bir şeylerin olmasını bekler ya. Hayallerimin geceleri, saklandıkları köşeden teker teker çıkıp bana varolduklarını göstermelerini özledim. Hayallerim bana kırgın, biliyorum. En son onları dünyamdan öyle bir kovmuştum ki, geri gelirler mi, gelirlerse eskisi gibi olur mu bilemiyorum. Arada gülümsüyorum. Sevinçten ya da komik olan bir şey yüzünden değil, kendimi ve düşüncülerimi tarttığımda sadece gülümseyebildiğim için gülümsüyorum. Acı bir gülümseme yapışıyor suratıma. Neden sırtıma bu yükü yüklendiğimi hala anlamıyorum. Onu karşıma alıp içimde olan biteni anlatsam ne derdi acaba? Önceden olduğu gibi “bensevmek nedir, nasıl bişeydir bilmiyorum, bilmekte istemiyorum “ mu derdi? Cümlelerde boğuluyorum. Kendi kelimelerimle en dibine düştüğüm hayal kuyusundan çıkarken, diğer herkesin kelimeleri yeniden beni daha dibe, daha derine itiyor. Şimdi canım büyük bir cam bardakta öğrenci işi, sallama çay çekti. Yanında da şu gofretlerden, hani indirime girdiğinde kutu kutu depolamıştık odamıza. Bir de Düş Sokağı’ndan “Hüzün Kovan Kuşu” dinleyip, pencerenin kenarındaki kalorifer peteğinin üzerine zar zor yerleştirdiğimiz minderlere oturmak ve dışarıyı hiç konuşmadan sessizce izlemek. .. Sen de özlüyor musun minicik metrekarelere sığdırmaya çalıştırdığımız mutlulukları? Sen de özlüyor musun soğuk taş merdivenin ikinci basamağına oturup omzuna başımı koyup ağladığım zamanları? Pulsuz, havada uçuşan mektupları, minik notları… sen de özlüyor musun, herkes uyuduktan sonra başlayan hayatları? Gece lambasının altında gizli gizli okuduğumuz Nazım şiirlerini? Kimse bana şiir kitabı almamıştı , ta ki sen alana kadar. Yan sokakta yıllar sonra varlığını keşfettiğimiz , kapanmak üzere olan kelepirci bir dükkan vardı hani. Bir sürü kitabı bağrımıza basıp odaya koşturmuş, hepsini anında okuyabilecekmişiz gibi yüzlerce sayfa arasında kaybolmuştuk. Sen benim varlığımı ben de seninkini unutmuştum. Aslolan kitaplardı. Önsözleri yırtılan ve de kendi önsözlerimizi günlerce düşünüp yazdığımız kitaplar…. O şiir kitabı da onlardan birisiydi. Nasıl da heyecanla kaplamıştın kapağını. İçine kara kalem bişeyler çizmiş, küçük bir not bırakmıştın; “işte geldim gidiyorum hoşcakal kardeşim Deniz” Senden sonra ne zaman birisiyle görüşecek olsam o kelepirciden aldığımız ve de önsözlerini kendimizin yazdığı eski püskü kitaplara gidiyor ellerim. Paylaşmayı sevdiğim için mi bilmem. O kitapları verdiğim kişiler, sarı sayfalarda dolaşan kokunun benim için ne kadar önemli olduğunu sanırım hiçbir zaman bilemeyecekler. Birine kıymetini bilemeyeceği bir şeyi vermek ne kadar doğrudur ki? Ama kalplerimizi de öyle hesapsız kitapsız kıymet bilmeyecek ellere teslim etmedik mi ikimiz de… Sadece O, senden sonra, sararmış yapraklarına hüzün dolmuş bir şiir kitabı tutuşturdu ellerime. Her sayfasına farklı renklerde kurutulmuş çiçek yerleştirilmişti. “ben gül sevmem” sözüm aklından hiç çıkmamış olacak ki bana hiç gül almadı. Ama yanıma her gelişinde ne yapar eder mevsimine uygun kır çiçekleri buluverirdi. Hele o kilometrelere yenilmesin diye, solmasınlar diye okulun en kuytu yerinden topladığı kır çiçeklerini toprak dolu bir poşete yerleştirip yol boyunca elinde tutması… Unutulur mu? Unutmadım Birtanem. Ondan aldığım son mektup un içinde kurutulmuş leylaklar, küçük bir oğlan çocuğu fotoğrafı( öyle yabancı, öyle ürkek bakışlı) vardı. Bir de mektubun sonuna iliştirilmiş şu satırlar: “ İster öldür, ister al/ Kurtar beni pür yareden/ İşte gönlüm, işte sen/ Ben çıktım artık aradan” Süreyya Efendi Bazen kendimi tamamen suçlu bulduğum oluyor. Ellerimi açıp bakıyorum. Sanki onlarca yaralı kalp avcumun içinde. Fark etmeden de olsa aradan çıkanlar bana unutamayacağım sancılar bırakmışlar. Suçlu benim diyorum. "Uzattın ellerini, uzattın ellerini!" diyorum. | ||
30-01-2008, 21:08 | #6 | ||
Banned Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 39
Mesajlar: 1.503
Tecrübe Puanı: 0 | Hızlı yürümekten olsa gerek, nefes alış verişi hızlanmış, kalbi göğüs kafesini iyiden iyiye sıkmaya başlamıştı.Kalbi, bu kadar büyük bir heyecanı yaşamaya alışkın değildi nicedir. Belki de çocukken gördüğü o muhteşem rüyadan sonra neredeyse hiç bu kadar heyecanlı olmamıştı. Yanar elbet Söndürdüğün o aşk ateşi bende… Nereden çıkmıştı şimdi bu dizeler? Düşüncelerinin dağılmasına, farklı taraflara yoğunlaşmasına izin vermemeliydi. Gün onun günüydü, saat onun saati. Ve düşünceleri artık onu esir almamalıydı. Çünkü, bugün hayallerin gerçekleri yendiği gündü. Yendiği gün olacaktı… Gökyüzü de onun gibi heyecanlıydı sanki bugün. Ne yapacağını şaşırıyordu çoğu zaman. Kah bulutları dağıtıyordu her bir yana, ışığın önünü kesiyordu. Kah hafif bir rüzgar eser gibi oluyor, hiç bulut kalmıyor, gözleri kamaştırıyordu ışıktan. Demek ki bu yolculukta yalnız değildi. Demek ki hayat, ona “ Yanındayım” diyordu. “Yanındayım ve senin heyecanını yaşıyorum” diyordu. Çılgınlık bu Bu aşk, bu ölümsüz(lük) yalvarış(ı) Efsane değil, feveran değil, haz değil Anlatması yorucu Bitişin başladığı her yerde Duyuluyor kokusu… | ||
31-01-2008, 20:28 | #8 | ||
Banned Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 39
Mesajlar: 1.503
Tecrübe Puanı: 0 | Pencere aralığından hafif bir melodi çalındı kulaklarına. “ Diyelim ki mavide, diyelim ki mavide gökyüzünün denizle buluştuğu çizgide.” Yeni bir şarkı olmalıydı. Zamanın gençleri bir telaştır tutturmuşlardı. “Vatan elden gidiyor” söylencesi her yerdeydi. Bu sokağı bulana kadar bile ne çok zorlanmıştı. Oysa eskiden böyle miydi? Eskisi gibi olması muhtemel miydi ki? Hayalleri kovalayıp başından, gözlerinin ağırlığını koyuverdi bakışlarını donuklaştırdığı mavinin üstüne… -Sesini biraz daha açabilir misin? - O zaman anlattığın masalın gizemini örtüyor şarkı. -Öyleyse, önce şarkıyı dinleyelim, sonra masal… - “ Gerçekler masalları yok etmesin” derdin - Şşt , şimdi sus ve dinle sadece… Gerçekleri boşver, masalı dinle… “ Tek bir haber bile çıkmasa uzaklardan/ Saçmada olsa bekleyişin/ yalnız sen olsan bile bekleyen beni/ bekle beni…” “ Yağmurlar içinde bekle beni / Karlar tozarken bekle/ ortalık ağarırken bekle beni/ Kimseler beklemezken bekle…” Gözlerini ağır ağır açabildi. Eski, sararmış, kirli perdenin yıpranmışlığının ardından sızan güneş ışıkları gözlerini yakıyordu. Ve kapıdan sesler geliyordu; telaşlı, ürkek bir o kadar genç, hevesli, heyecan dolu sesler… Ama hayır, uyanmak istemiyordu. Masallar okunmalı, şarkılar söylenmeliydi, bugün. Hatta dayanamayıp ısrarlara, kalkıp harika bir tango yapabilirdi onunla. Hayır, bu sesler değildi duymak istedikleri, geldiği –belki de gelmek istediği- yer burası değildi aslında. Değişmeden kalan bir şeyler olmalıydı. Şu sokak mesela, kaldırım taşlarındaki aralıklar, şu eskimiş pencere pervazı, kapı kolu; kırılmış… Kapadı yeniden gözlerini. Ellerini sıkı sımsıkı kulaklarına bastırdı. Örtüyü kafasına doğru çekti. Karanlık olmalıydı. Böyle, ışık gözlerinin ta içine dolarken, eskiye dönemiyordu. - Hadi hayatım, seni bekliyoruz saatlerdir. - Masal bitti mi? - Bitişlerini hiç yakalayamıyorsun sen masalların… | ||
04-02-2008, 23:28 | #9 | ||
Banned Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 39
Mesajlar: 1.503
Tecrübe Puanı: 0 | Hava çok soğuktu. Paltosunun yakasını kapadı. Atkısını, boynuna daha sıkı sarılması için bastırdı. Beresini kulaklarına doğru kuvvetle çekti. Burnunu çekti ardından. Bu ne soğuktu, böyle… Ellerini cebine soktu ve adımlarını büyüttü. Cadde boyunca mağazaların vitrinlerine baktı. Işıklar göz kıpıyordu sanki. Rengarenk… İnsanlar bir telaştır tutturmuşlar. Omzuna, koluna çarpan çarpana. Tramvayın sesini duyuyor. Kendine benzetiyor tramvayı; sakince kalabalığın içinden geçmeye çalışan bir suret gibi… Yürüdükçe ısınmaz mı insan? Daha çok üşüdüğünü hissetti, yürüdükçe. Tünel’ e yaklaştıkça içi daralmaya başladı. Soğuk… Yazın gelmesini ne çok isterdi. Sere serpe güneşlense. İçine kadar işlese sıcaklığı. Böyle üşümese… "Soğuktan değil o üşümek" Birisi mi konuştu? Etrafa bakındı. Sanki birisi ona bir şey söylemişti. Yanından geçen insanlar ise umarsız yollarına devam ediyorlardı. Ürperdi . - Uykusuzluktan herhalde - dedi ve yürümeye devam etti. “Hayır, uykusuzluktan da değil “ Neler oluyordu. Yine aynı ses… Delilik hırkasını vücuduna pek bir yakıştırdı bir an. Bir akşam önceki izlediği film geldi aklına. Eşini ve 3 çocuğunu terör saldırılarında kaybeden bir adamın hayattan nasıl soyutlandığını ve kendi iç aleminde nasıl yaşadığını anlatan filmde, her kula nasip olmasını temenni edebileceği bir okul arkadaşı vardı ki, kıskanmadı değil. İnsan, sevdiği birisinin hayatını düzeltmeye çalışırken, kendi hayatını düzelttiğinin farkında olur mu? Filmlerde genelde yardım eden karakter, filmin sonunda yüzüne kondurduğu bir gülümseme ile ya da uzaklara dalıp mutlu olma mimiği ile belli eder farkındalığını. Ama ya gerçek kesitlerde… “ Bırak filmleri, sen kendi hayatının senaryosunu yaz ve oyna! “ Artık etrafında kendisine seslenen bir suret aramaktan vazgeçmişti. İçinden, beyninin tam merkezinden gelen bu sesleri bir iki sefer daha duymuştu ama o zamanlar çok küçüktü. “Ben hep seninleydim.” Tüneli kullanmaktan vazgeçti. Yan sokağa döndü. Galata mevlevihanesi’nin bahçesine girdi. Arka tarafına doğru yürüdü. Mezarlıkların arasında dolaştı. Soğuk… “ Soğuk olan hava değil” -Şimdi susman için neler feda etmezdim- dedi. Diğer cebine koyduğu fotoğrafı çıkardı. Parmaklarını saçlarında dolandırdı. Morluklara... Ve uzaklara, içinden geçip çok uzaklara bakan gözlerine baktı. Bir masalın kahramanı olmak ister miydi? Büyüklere masallar anlatılabilir miydi? Yalanlar, sahi yalan mıydı? Gerçekler ne kadar ve kime göre gerçekti? “ Beni harcama! “ demişti. “ Beni harcama, çünkü benim hayatım, senin düşlerine bedel olacak kadar ucuz değil! “ Fotoğrafa yeniden baktı. O gittiğinde, koskocaman bir fotoğraftı aslında elinde tuttuğu. Ama küçültmüş, cebine saklamıştı. Küçülmüştü, gittiğinde… “ hayat devam ediyor” dediklerinde… “ senin ki hayat mı be?!” Kaldırımlar da iter insanı, sevmediğinde Adımlarını tez atadurursun Koşarsın, varmak istediğin bir yer olduğunda Ama Sevmeyi öğrenmek başka şeydir, bu şehirde. Çünkü ne sen gibi seven bulunur Ne de sen sevebilirsin onlar gibi "Sen sevmek nedir bilmiyorsun!" Sus ne olursun… | ||
04-02-2008, 23:30 | #10 | ||
Banned Üyelik tarihi: Nov 2007
Mesajlar: 9.862
Tecrübe Puanı: 0 | tesekkürler hakan bugun edebiyatci kisilik tasiyorsun helal olsun | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |