Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 23
Tecrübe Puanı: 18  | Kurumsal psikopatlar olarak şirketler, yollarına çıkan engelleri kaldırmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. İnsanları ve doğal çevreyi sömürme özgürlüklerini kısıtlayan yönetmelikler bu tür engellerdir ve şirketler son 20 yıldır hatırı sayılır başarıyla bunları ortadan kaldırmak için mücadele etmekteler. Kulis faaliyetleri, politik yardımlar ve sofistike halkla ilişkiler kampanyaları sayesinde şirketler ve liderleri politik sistemi ve kamuoyunun büyük bir kısmını, düzenlemenin aleyhine çevirmişlerdir. Bunun sonucu olarak yasanın, insanları ve çevreyi şirket zararlarından koruma yeteneği eski seviyesinin altına düşmüştür. Şirketlerin, ilke ya da ideoloji gerekçesiyle faşist olsun, demokratik olsun politik sistemleri değerlendirme kapasitesi yoktur. Bir şirket için tek meşru soru şudur: bir politik sistem kendi çıkarlarına hizmet mi ediyor yoksa engel mi oluyor? İyi örgütlenmiş bir azınlık her zaman örgütlenmemiş bir çoğunluğa nazaran daha etkili şekilde hareket edebilir, tıpkı Adolf Hitler’in yaptığı gibi. Bugün, başarısız olmuş darbeden 70 yıl sonra, iyi örgütlenmiş bir azınlık yine demokrasiyi tehdit etmektedir. Şirket Amerikası’nın, komplocuların beceriksiz girişimlerinden çok daha sessiz ve nihayetinde daha etkili olan, son birkaç on yıl boyunca hükümetin kontrolünü ele geçirmeye yönelik uzun ve sabırlı seferi artık başarılı oluyor. Kan dökmeden, ordulara ya da güçlü faşist liderlere gerek olmadan ve mermi yerine dolar kullanarak şirketler artık, komplocuların ümitsizce arzuladıklarını elde etmek için hazırlar: demokratik kontrolden kurtuluş. Düzenleyici yasaların uygulanmasından sorumlu dairelere yönelik kesintiler yapmak sadece madencilikte rastlanan bir şey değil, tüm düzenleyici sistemlerde bu kesintiler giderek yaygınlaşıyor. Her zaman niyetleri böyle olmasa da, bu kesintiler, şirket davranışına yönelik deregülasyon ile sonuçlanmaktadır. Yasal standartlar yerlerinde kalsa bile, uygulama mekanizmalarının içlerinin boşaltılması, yasal standartların önemli ölçüde zayıflatılmasına ve bazen de tamamen etkisiz hale getirilmesine yol açıyor. İkinci bir deregülasyon türü ise, düzenlemelerin fiilen iptalini içermektedir. Bu fenomen de düzenleme sistemi içinde fazlasıyla yaygındır. Kamu çıkarını şirket kötülüklerinden korumak üzere planlanmış yasalar küçültülüyor ve bazen de toptan ortadan kaldırılıyor. Bu eğilimin tehlikelerini göstermek için Enron’un çöküşünden daha iyi bir örnek bulunamaz. Enron’un öyküsü, özünde, işletmelerindeki hükümet kısıtlamalarını ortadan kaldırmak için politik nüfuzunu kullanan ve ardından şüpheli, ancak oldukça kârlı uygulamalarla meşgul olmak için ortaya çıkan özgürlüğü istismar eden bir şirketin öyküsüdür. Çoğu kez paraları ve nüfuzlarıyla demokrasiyi yozlaştırmakla suçlanmış olmalarına karşın şirketlerin, kendi çıkarlarını koruyup geliştirmek için gerekli olduğunda nüfuz kullanmaktan başka seçenekleri yoktur. Düzenlemelerin kârlılığı azaltması nedeniyle, bunları ortadan kaldıracak stratejiler, işletme açısından çok anlamlıdır. Demokratik sürecin bütünlüğü konusunda ilkeli davranan ve politik nüfuzunu kullanmayı reddeden yönetici, en uygun çıkarları geliştirme bakımından, hissedarlarının olduğu kadar şirketin yasal emrini de yerine getirmeyi beceremez. Bir şirket yöneticisinin işi, demokrasiyi korumak değil, demokrasinin belirsizliklerini yönetmek ve demokrasinin sunduğu engellerden kurtulmaktır. Lobi faaliyetleri, politik bağışlar ya da halkla ilişki kampanyaları yoluyla şirketler, tam da Roosevelt karşıtı komplocuların demokrasiyi yıkmaya çalıştıkları nedenden dolayı demokratik süreci etkilemeye çalışıyorlar. William Niskanen’e göre “büyük şirketler … hayatta kalmak için gerekli olduğuna inandıkları her şeyi yapacaklardır ve bazı durumlarda bu, hükümetten özel iltimas istemek anlamına geliyor.” Politik sürece harcadıkları para bir işletme masrafıdır; kârlılıklarını artıran ve dolayısıyla hayatta kalmalarına yardım eden politik bir çevre yaratılması için yapılan bir yaptırımdır. Makul bir kâr ihtimali olmadan hissedarlarının parasını harcama konusunda yasal yetkileri olmadığı için şirketler, yaptıkları diğer yatırımlarla aynı nedenden ötürü politikaya para harcarlar: kendilerinin ve maliklerinin malî özçıkarını artırmak için. Bugün “fevkalade nazik bir durum”la yüz yüze geliyoruz, diye uyarıyor Robert Monks; “hükümetin tehlikeli şekilde, iş kesimi tarafından tayin edildiği bir duruma” yaklaşıyoruz. “İş kesiminin, hükümet üzerinde egemenlik kurma hevesi karşısında dikkatli davranmadığımız takdirde,“ diyor Monks, “[hükümet] kurumu silinip yok olacaktır.” Ne var ki, kendi şirketlerinin yararına politik süreci etkilemeye çalıştıkları vakit çoğu şirket çalışanı, bir kamu hizmeti yaptıklarına inanıyor. Peki sıradan yurttaşların çıkarlarını temsil etmek için acilen gerekli olan karşı lobi faaliyetleri nerede? Onların çıkarlarını harekete geçirecek milyonlarca dolar nerede? Ne yazık ki, böyle bir para epeydir ortada görünmüyor. İş kesimi ile hükümetin ortak olduğu ve olması gerektiği mefhumu, her iki alandaki liderler tarafından tekrarlanan, aynı anda her yerde ortaya çıkan ve dikkat çekmeyen bir şey. İkna edici ve zarar sız bir fikirmiş gibi gözükmekte ta ki bu mefhumun gerçekten ne anlam geldiğini düşünene kadar. Ortaklar, eşit olmalıdır. Bir ortak bir diğeri üzerinde güç kullanmamalı, diğerini düzenlememeli, diğeri üzerinde egemenlik kurmamalıdır. Ortaklar, aynı misyonu ve aynı hedefleri paylaşmalıdır. Problemleri çözmek ve gidişatı planlamak için birlikte çalışmalıdırlar. Öte yandan demokrasi, mecburen hiyerarşiktir. Demokrasi, seçtikleri hükümetler yoluyla insanların şirketlerle eşit olmalarını değil, şirketler üzerinde egemenlik kurmalarını, şirketlerin neyi yapabildikleri, neyi yapamadıkları ve neyi yapmamaları gerektiği konusunda karar verecek otoriteye sahip olmalarını gerektirir. Şayet şirketlerin ve hükümetlerin ortak olduğu doğruysa, demokrasimizin durumu konusunda endişelenmemiz gerekiyor; çünkü bu durum, hükümetin şirket üzerindeki egemenliğinden pratikte vazgeçtiğini gösteriyor. İşletme, tamamen koşulların istismarı ile ilgilidir. Şirket sosyal sorumluluğu zıt anlamlı sözcüklerden oluşmuş bir tabirdir, tıpkı hükümetteki emsalleri gibi, kamu çıkarını desteklemek üzere şirketlere itimat edilebilmesi mefhumu gibi. Şirketlerin sadece tek bir görevi vardır: Kendi ve maliklerinin çıkarlarını desteklemek. Topluma karşı samimi bir sorumluluk duygusu taşımaya, insanlara ve çevreye zarar vermekten kaçınmaya ya da kendi özçıkarlarıyla ilgisi bulunmayacak şekilde kamu yararını çoğaltmaya ne şirketlerin kapasiteleri ne de yöneticilerin yetkileri vardır. Bu yüzden deregülasyon, hükümet zorlaması olmadan şirketlerin, toplumsal ve çevresel çıkarlara saygı göstereceği öncülüne dayanmaktadır ve bu öncül kuşkuludur. Hiç kimse ciddi ciddi, bireylerin kendilerini düzene sokacaklarını, cinayete, saldırıya ve hırsızlığa karşı yasaların gereksiz olduğunu, çünkü insanların sosyal sorumluluk taşıdıklarını ileri süremeyecektir. Daha da tuhafı tüzel kişilerin yani hiçbir ahlâki inanç duygusu taşımayan ve dünyada zarara ve yıkıma yol açacak güce ve motivasyona sahip kurumsal psikopatların kendi kendilerini yönetmeleri için serbest bırakılmaları gerektiğine inanmamız isteniyor bizden.
__________________ Lütfen forum kurallarını okuyunuz.. |