Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 23
Tecrübe Puanı: 18  | Bölüm 5 – Sınırsız Sorumsuz Şirketler Şirket de her şeyden önce servet yaratımıyla ilgilenir ve servet yapmak oldukça etkili bir araçtır. Ahlâki, etik ya da yasal olsun hiçbir amacıyla sınırı yoktur; şirketler kendileri ve malikleri için servet kazanmak amacıyla sömürebilecekleri her kim ya da her ne olursa olsun, sınır tanımazlar. Sözlüğe göre “sömürmek”, “kendi bencil amaçları ya da kârı amacıyla kullanmak”tır. Son 150 yıl boyunca şirket, yeryüzündeki çoğu doğal kaynağı ve tüm insani faaliyet alanlarını sömürme hakkı almaya çalışmış ve sonunda başarılı olmuştur. Şirket sömürüsüne terk edilemeyecek kadar değerli, kırılgan ya da ahlâki açıdan kutsal olduğuna inanılan temel kamu çıkarları ve sosyal alanlar, yasa ve kamu politikası tarafından koruyucu sınırlar içine yerleştirilmiştir. İnsanlar mülk gibi alınıp satılamaz ve çocuklar işçi ya da tüketici olarak sömürülemez. İnsan sağlığı ve hayatı, insan ilerleme ve gelişimi ve kamu güvenliği için zaruri olan kurumlar, parklara ve doğal rezervlere dönüştürülen kıymetli doğal alanlar gibi kasten, şirketin sömürücü pençesinin ulaşamayacağı yerlere yerleştirildiler. Tüm modern uluslarda az ya da çok mevcut olan bu hâsıl kamusal alan, artık saldırı altındadır. Tarihsel olarak şirketler kamusal alana düşmanca davranmışlardır, çünkü kendi açılarından kamusal alan, muazzam kâr sağlayıcı fırsatlardan haksız bir dışlanmadan başka bir şey değildir. Özellikle son 20 yıl boyunca şirketler, kamusal alanın dışlayıcı sınırlarını geriletecek azimli bir kampanya yürütmüşlerdir. Özelleştirme olarak bilinen bir süreç yoluyla hükümetler, bir zamanlar yapısı gereği, esasen “kamusal” olduğu düşünülen kurumların kontrolünü şirketlere teslim etmişlerdir. Kamusal alanın hiçbir parçası, kâr amaçlı şirketlerin içeriye sızması karşısında direnememiştir. Özelleştirilmiş hizmetlerin bir ölçüde ve bazı bakımlardan kamu hizmetlerine nazaran daha etkili olmalarına karşın, özelleştirme, toplum sorunlarına yönelik genel ve uzun vadeli bir çözüm olarak kusurludur. Felsefi açıdan çarpık ve eksik bir insan doğası kavramına dayanmaktadır. Özçıkar ve maddeci arzu, varoluşumuzun parçasıdır, ama tümü değil. Sosyal ve ekonomik bir sistemi bu özelliklere dayandırmak, tehlikeli ölçüde fundamentalisttir. Daha pratik bir düzeyde ise özelleştirme, kamu yararı sağlamak için kâr amaçlı şirketlere bel bağlaması yüzünden kusurludur. Tek meşru emri kamu yararına hizmet etmek olan kamu kurumlarından farklı olarak, şirketlerin yasal açıdan kendi çıkarlarını her şeyin, herkesin üzerinde tutmaları gerekmektedir. Kendi avantajlarına olduğu vakit kamu yararını destekleyecek şekilde davranabilirler, ne var ki kendi amaçlarına hizmet gerekli olduğunda, kamu yararını feda etmeyi tercih edeceklerdir. Kuşkusuz özelleştirme, şirketlere kâr için istismar edecekleri yeni alanlar açmaktadır ve bu yüzden hararetle özelleştirmeyi desteklemektedirler. Kamusal bakış açısından, toplumumuzun temellerini şirketlerin sorumluluğuna bıraktığımız vakit ne tür bir toplum yaratacağımızı kendimize sormamız gerekiyor. Oysa bu endişeleri, özelleştirmeyle sınırlı tutmak mümkün değil; şirketlerin son zamanlara kadar dışarıda tutuldukları toplumsal alanlara sızmalarını da içerecek şekilde, bununla yakından ilişkili, ancak daha az resmi olan bir süreci de –toplumun ticarileşmesi– kapsıyor endişelerimiz. Pazarlamacı Julie Halpin, yetişkin ürünü satmak için çocukların nüfuzundan yararlanmaya yönelik eğilimden söz ederken, “Pazarlama bakış açsından bu eğilim, epey güçlü özellikler taşıyor,” diyor. Çocukları hedef alma, pazarlama açısından bakıldığında çok mantıklı; çünkü bu durum, reklâmcıların medya hakkında bilgi sahibi ebeveynleri atlamalarına ve çocukların ebeveynleri üzerinde kullandıkları hatırı sayılır ikna gücüne tutunmalarına izin veriyor. Ayrıca yetişkinlere nazaran çocukları manipüle etmek daha kolaydır. Pazarlamacılar ve çalıştıkları şirketler açısından, tam da reklâmlardan kolayca etkilenmeleri, çocukları cazip birer hedef haline getirmektedir. Psikopat şirket dünyasında, saldırıya açık olma bir korunma gerekçesi değil, sömürülmek için bir davetiye demektir. Pazarlamacılar ve şirketler açısından bakıldığında, her zaman “yıkımda fırsat” bulunmaktadır. Endüstri temsilcileri kendi taktiklerini savunuyor ve çocuklardaki abur cubur yiyecekler ve fast food’un kötü etkileri için sorumsuz ebeveynleri ve diğer faktörleri suçluyorlar. Pek çok ebeveyn, çocuklarını arabaya yerleştirip McDonald’s’ın yolunu tutmaya meyillidirler. “Hayır diyen ebeveynleri cezalandırmak için çocukları fiilen kışkırtmaya çalışan endüstrinin, “evet” dedikleri için ebeveynleri suçlaması ikiyüzlülük değil de nedir? Çocukların şirketlerin mütecaviz etkilerinden kaçabilecekleri yer neredeyse kalmadı bugün. Çocukların okulları bile şirket pazarlama ve propagandası için birer platforma dönüşmüş durumdadır. Joseph Fenton, okullarla ilişki kuran şirketlere sağlanan yararları tanımlarken “ulaştığımız çocuklar, tüketicilik eğitimi almakta olan kişilerdir,” diye açıklıyor. “Tüketicilere, gelişmekte oldukları sırada ulaşmak istersiniz. Reklâmlardan artık kaçmak mümkün değil; televizyonda, bilgisayar ekranında, dev Açıkhava panolarında, elektrikli tabelalarda, otobüs ve metro trenlerinin üzerlerinde, müzelerde, konserlerde, galerilerde ve giderek şirket sponsorları için sadece müşteri çekmeye yarayan birer yem oldukları görülen spor karşılaşmalarında durmadan karşımıza çıkıyorlar. Ne var ki, ticarileşmenin bu elle tutulur, mütecaviz işaretlerinin ötesinde çok daha incelmiş bir süreç işliyor: sosyal varlıklar olarak birbirimizi etkilediğimiz yerler, kamusal mekânlarımız giderek ticarileşiyor. Alışveriş merkezlerinin, tünellerin ve asma yaya yollarının özel mülkiyete ait olması nedeniyle, yurttaşların özgürce konuşma ve toplanma haklarını kullanmaları, benzer kamusal mülkiyete nazaran bu yerlerde daha kolay şekilde engellenebiliyor. Ayrıca buraları, sadece orta sınıf ve varlıklı tüketiciler açısından rahat ortamlar yaratacak şekilde tasarlanıp dekore ediliyor. Kent sokaklarının yerini özel tüneller ve yaya yolları, banliyö kent merkezlerinin yerini alışveriş merkezleri ve belediyelerin yerini kapalı topluluklar aldığı vakit, kamusal mekân açıkça ticarileşiyor demektir. Ne var ki, farkına varamayacağımız kadar incelmiş ticarileşme formları da vardır. Gizli pazarlama, toplumun ticarileşmesinin artık nasıl da derinden işlediğini kanıtlamaktadır. Chomsky’ye göre örneğin sosyal güvenlik şirketlerinin özelleştirilmesi kısmen, “sosyal güvenliğin dayandığı çok tehlikeli ilkeyi, yani … sokaktaki dul bir kadının yiyecek bir şeyi olup olmadığı hususunda endişelerinizi zayıflatmaya yarıyor. Bu tür endişeler taşımamanız bekleniyor sizden. Sadece para kazanmanız, kendiniz dışındaki her şeyi unutmanız bekleniyor. Mark Kingwell’e göre “şirket bakış açısından” “ideal yurttaş”, bir çeşit psikopatik özçıkarın yönlendirdiği, çıldırmışçasına açgözlü bir tüketicidir. Doğumundan 150 yıl sonra, psikopat insan imgesinde yaratılmış yapay bir kişi olarak modern şirket, artık gerçek insanları kendi imgesinde yeniden yaratmaya çalışıyor.
[FONT='Times New Roman','serif'] Topluma ve hayata ait bazı alanların, kamu çıkarları açısından ticari istismara maruz bırakılmayacak denli değerli, kırılgan, kutsal ya da önemli oldukları düşüncesinin etkisini yitirdiği görülüyor. Aslında bireysel özçıkarımızı aşan kamu çıkarı, ortak bir yarar mefhumu, dikkat çekmeden, sessiz sedasız gözden kayboluyor. Ticari potansiyelin tüm değerlerin ölçütü olduğu, şirketlerin kâr amacıyla her şeyi ve herkesi sömürmek için serbest olmaları gerektiği, insanların tamamen özçıkarcı ve maddeci arzular taşıyan yaratıklar olduğu söyleniyor bize durmadan. Bunlar, bugün belirmekte olan tarihin üretmiş olduğu herhangi bir fundamentalizm kadar tehlikeli olabilecek bir düzenin unsurlarıdır. Çünkü her şeyin ya da herkesin mülk edilebildiği, manipüle edilebildiği ve sömürülebildiği bir dünyada sonunda her şey ve herkes mülk edilecek, manipüle edilecek ve sömürülecektir.[/font]
__________________ Lütfen forum kurallarını okuyunuz.. |