Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Kültür , Sanat Turizm, Gezi ve Seyahat Rehberi > Tiyatro - Edebiyat

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 01-10-2009, 11:40   #1
david silva
 
mezarkabuL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
allan poe_çalınan mektup

Nil sapientice odiosius acumine nimio
SENECA (BİLGELİK İÇİN HİLEKARLIKTAN DAHA NEFRET EDİLESİ BİRŞEY YOKTUR)

Pariste 18.. sonbaharının rüzgarlı bir akşamında, karanlık çöktükten hemen sonra düşüncelere dalmanın ve lületaşı bir piponun çifte tadını çıkarıyordum, dostum C.Augute dupin'in troisieme No:33, Rue Dunot, Faubourg St. Germain'deki evinin arkasındaki küçük kitap odasında yada kitap-bölmesinde birlikteydik.En az bir saattir derin bir suskunluğa dalmıştık;oysa dışardan rasgele bakan biri, her ikimizin de odanın havasını ağırlaştıran duman halkalarına kendimizi iyice kaptırdığımızı sanabilirdi.Ben, kendi adıma, akşamın daha erken saatlerinde konuştuğumuz bazı konuları tartışıyordum içimden; yani Rue Morgue olayını ve Marie Roget'in ölümündeki gizemi.Bu yüzden olaylara raslantı deyip geçiyordum, derken odamızın kapısı ardına kadar açıldı ve içeri eski tanışımız Monsieur G... Paris Polis Şefi girdi.
Onu yürekten karşıladık, çünkü çapsız olsa da eğlendirici bir adamdı,ayrıca onu yıllardır görmemiştik.Karanlıkta oturuyorduk.Dupin ışığı yakmak amacıyla kalktı ama G.nin, başlarına bir sürü iş açmış resmi bir iş konusunda bize danışmak, daha doğrusu arkadaşımın görüşünü öğrenmek için uğradığını söylemesi üzerine ışığı yakmadan yine yerine oturdu.
"Eğer düşünmek gerektiren bir konuysa," dedi Dupin fitilin yakılmasına karşı çıkarak, "karanlık işimize daha çok yarar."
"Bu da senin garip düşüncelerinden biri," dedi Şef; kendi kavrama sınırını aşan her şeyi 'garip' saymak gibi bir huyu vardı, böylelikle 'gariplikler'le dolu soyut bir diyarda yaşıyordu.
"Çok doğru," dedi Dupin, konuğuna bir pipo uzattı, altınada rahat bir koltuk sürdü.
"Şimdiki sorun ne?" diye sordum."Yine suikast falan olmasında."
"Yoo; öyle birşeydeğil,Aslına bakarsanız, iş aslında çok basit, yani bizim rahatlıkla üstesinden gelebileceğimize kuşkum yok, yine de ben Dupin'in ayrıntıları duymak isteyeceğini düşündüm, ne de olsa alışılmadık ölçüde garip."
"Yani hem basit hem de garip," dedi Dupin.
"Evet öyle, ikisi de tam değil.Doğrusu, olayın olmasına karşın kafamızı karıştırmasına şaştık kaldık hepimiz."
"Olaki işin çok çok basit olması yanıltıyor sizi," dedi dostum.
"Amma saçmalıyorsun!" dedi Polis şefi bir kahakaha atarak.
"Belki de gizem fazla basit," dedi Dupin.
"Aman Allahım!Duyulmuş şey mi bu?"
"Yani biraz fazla açık seçik."
"Ha!ha!ha!-ha!ha!ha!-ho!ho!ho!" diye kahkahalar patlattı konuğumuz,gülmekten kırılıyordu."Dupin, öldüreceksin beni!"
"Peki söz konusu olay neymiş?" diye sordum.
"Tabii anlatacağım size," dedi Şef, uzun kaygılı bir soluk koyverip koltuğuna yerleşti."Birkaç sözcükle özettleyeceğim; ne var ki anlatmaya başlamdan önce bunun büyük gizlilik gerektiren bir olay olduğu konusunda kulağınızı bükmem şart, yani birine açıldığım öğrenilirse şu andaki işimden atılırım büyük olasılıkla."
"Devam et," dedim.
"Ya da etme," dedi Dupin.
"Peki öyleyse; çok yüksek bir makamdan, son derece önemli bir belgenin, Kraliyet konutundan aşırıldığına ilişkin bir haber aldım.Onu aşıran kişi biliniyor; onda kuşku yok.Belgeyi çalarken görülmüş.Ayrıca belgenin hala onda olduğu da biliniyor."
"O nasıl biliniyor?" diye sordu Dupin.
"Belgenin niteliğinden ve hırsız onu elden çıkarsaydı, yani baştan tasarladığı ve eninde sonunda kullanacağı doğrultuda kullansaydı hemen doğacak baz sonuçların görülmemesinden anlaşılıyor."
"Biraz daha açık konuş," dedim.
"Şu kadarını söyleyebilirim ki bu kağıt, taşıyıcısına bu tür bir gücün müthiş değerli sayıldığı bir makama karşı belli bir üstünlük sağlıyor."Şef diplomasinin kaypaklığından pek hoşlanırdı.
"Ben yine de tam anlayamadım," dedi Dupin.
"Öyle mi? Peki öyleyse, adını vermeyeceğimiz üçüncü bir kişiyebu belgenin açıklanması halinde, çok önemli konumdaki bir kişiliğin onuruna gölge düşerdi;İbu gerçek de belgeyi elinde bulundurana,onuru ve huzuru ciddi bir biçimde tehlikeye giren soylu kişilik karşısında bir üstünlük sağlardı."
"Ama bu üstünlük," diye böldümsözünü,"onu çaldıranın hırsızı tanıdığını hırsızın da bilmesine bağlı.Kim kalkar da..."
"Hırsız, Bakan D.," dedi G., "her şeyi göze alan biridir o, bir insana yaraşanlar kadar yaraşmayanları da.Hırsızlığın yönteminde zeka payı gözükaralıktan aşağı kalmıyor.Söz konusu belgeyi -açıkça söylemek gerekirse bir mektup- hanımefendi kraliyet boudoir'ında yalnızken almıştı.Tam göz atarken mektubu özellikle gizlemeye çalıştığı öteki soylu kişinin içeri girdiğini duydu.Telaşla mektubu bir çekmeceye atma çabası boşa gidince ister istemez açık olarak masanın üstüne koydu.İyi ki seslenilenin adı en üst köşedeydi, içindekiler okunamayınca mektup gözden kaçtı.İşte bu noktada Bakan D. girer odaya.Sansar bakışları mektuba takılır, elyazısını tanır, seslenilen kişinin elinin ayağına dolaştığını kavrar ve gizini keşfeder.Her zamankş aceleci haliyle birkaç iş görüşmesi yaptıktan sonra onu ötekinin yanıbaşına koyar.Her zaman ki gibi on beş dakika kadar kamu sorunlarını tartışır.Sonunda, tam kalkarken, masadan kendisinin olamyan mektubu alır.mektubun yazıldığı kişi, durumu anlamıştır ama omuzunun dibinde duran 3. kişi yüzünden sesini yükseltmeye cesaret edememiştir.Bakan, kendi mektubunu -önemsiz olanı- masanın üstünde bırakarak dışarı çıkar."
"İşte," dedi Dupin, bana dönerek, "üstünlüğü kesinleştiren nokta bu -hırsızın, mektubu çaldıranın kendi kimliğini bildiğini bilmesi..."
"Evet," dedi Polis Şefi, "ve bu güç, birkaç aydır siyasal amaçlarla alabildiğine sakıncalı bir biçimde kullanıldı.Mektubu çalınan kişi, gün geçtikçe, mektubunu geri alması gerektiğine daha çok inanıyor.Ama bu açıkça yapılamaz tabii.Sonunda, umutsuzluğa kapılıp beni seferber etti."
"Elbet," dedi Dupin yoğun bir duman halkası içinden, "daha sezgili bir görevli ne istenebilir ne de akla gelebilirdi."
"Koltuklarımı kabartıyorsunuz," dedi Şef, "ama buna benzer bişeyler düşünmüş olabilir."
"Dediğin gibi," dedim, "mektubun hala Bakan'da olduğu kesin; üstünlüğü pekiştiren, mektubun kullanılması değil de elde bulundurulması olduğuna göre.Kullanıldığı an o güç kalmayacak."
"Doğru," dedi G., "ben de araştırmamı o yönde sürdürdüm.İlk adımım, bakanın otel dairesini tepeden tırnağa armak oldu;en büyük kaygım, bu aramayı kendisinden habersiz yapmamdı.Onun kuşkulanmasına yol açmanın tehlikesi konusunda uyarılmıştım."
"Ama siz bu tür araştırmalarda au fait sayılırsınız.Paris polisi daha önce kimbilir kaçkere yapmıştır bu işi."
"Evet, tabii; umutsuzluğa kapılmamamın nedeni bu.Bakan'ın alışkanlıkları işimi oldukça kolaylaştırdı doğrusu.Çoğu zaman gece evinde bulunmuyor.Hizmetkarlarının sayısı da fazla değil.Efendilerinin dairesinden bira uzakta yatıyorlar;zaten çoğu Napolili olduğundan çabuk sarhoş oluyorlar.Bildiğiniz gibi Paris'teki her odayı, her dolabı açacak anahtar bendedir.Üç aydır, hiç sektirmeden, gecelerimin büyük bölümünü D.'nin otelini altüst etmekle geçiriyorum.Onurum söz konusu, ayrıca aramızda kalsın,ödül çok büyük.Bu yüzden aramayı sürdürdüm, hırsızın benden daha zeki bir adam olduğuna kesinlikle inana kadar.Sanırım, mektubun saklanabileceğiköşe bucak kalmadı dairede."
"Yine de," diye atıldım, "mektup Bkana'da olsa bile,ki kesinlikle öyle, kendi dairesinden başka bir yerde saklayamaz mı onu?"
"Bu pek olası görünmüyor," dedi Dupin.şu anda mahkemede görülen davalar, hele D.'nin adının karıştığı bilinen dalavereler belgenin hemen ele geçirilmesini-dakikada ortaya çıkarılmasını- sağlardı, bu da onu bulundurmak kadar önemli neredeyse."
"Yani mahkemeye teslim edilmesi olasılığı mı?" dedim.
"Bir bakıma yok edilmesi olasılığı," dedi Dupin.
"Doğru," diye onayladım, "o zaman mektubun dairede saklandığı kesin.Bakan'ın üstünde olması söz konusu değil."
"Çok haklısınız," dedi Şef."İki kere yolu kesildi, eşkıya baskınına uğramışçasına, benim denetimim altında üstü titizce arandı."
"Bu zahmete boşuna kalkışmışsınız,"dedi Dupin.
"D. hepten kaçık biri değil, bu aramaları, işin bir parçası olarak zaten bekliyordur."
"Hepten kaçık değil ha!" dedi G., "ama şair, bana kalırsa kaçıktan bir adım geride."
"Haklısın," dedi Dupin,piposundan uzun, derin bir soluk çektikten sonra,"gerçi ben de zamanında o tür saçmalıklar yaptım ama."
"Aramanızın özel ayrıntılarını açmaya ne dersin?" dedim.
"Aslında acele etmedik, her yeri aradık.Bu konularda çok deneyimliyimdir.Bütün yapıyı oda oda taradım,bir hafta süreyle bütün gecelerimi odaların aranmasına ayırdım.Önce, her bölmenin mobilyalarını inceledik.Ne kadar çekmece varsa açtık; heralde doğru dürüst bir eğitim görmüş bir polis memuru için 'gizli' bir çekmece olamayacağını biliyorsunuzdur.Böyle bir aramda gizli bir çekmeceyi gözünden kaçırana ahmak denir düpedüz.işte bu kadar basit.her bölmede işlevi belli bir oyuk -bir açıklık vardır.Hem bizim kurallarımız şaşmaz.Hiçbir şey gözümüzden kaçmaz.Bölmelerden sonra koltuklara geçtik.Döşemeleri eskiden kullandığımı gördüğünüz ince iğnelerle deldik.Masaların üst bölümlerini söktük."
"Neden?"
"Bazen bir masanın ya da benzer bir mobilyanın üstü herhangi birşey gizlemek amacını güden kişice sökülür, bacak da yerinden çıkarıldıktan sonra saklanılan nesne aradaki boşluğa yerleştirilir, üst bölüm oturtulur.Karyola çubuklarının alt ve üst parçaları da aynı işe yarar."
"Ama oyuk, sesten anlaşılmaz mı?"
"Asla, tabii saklanılan şeyin çevresi pamukla sarılmışsa.Ayrıca bizim durumumuzda gürültü etmeden çalışmak şarttı."
"Yine de bütün mobilyaları -içlerine anlattığımız yoldan birşeyler sıkıştırılacak bütün mobilya parçalarını- tek tek sökmemize olanak yok.Bir mektup, pekala şekli ve boyutları büyük bir dikiş iğnesinden farklı sayılmayacak incecik bir sarmal haline getirilebilir ve diyelim bir koltuğun koluna saplanabilir.Koltukları bütünüyle parçalara ayrılmadınız değil mi?"
"Elbette hayır, ama daha iyisini yaptık -oteldeki her koltuğun kollarını ve her türden mobilyanın bağlantı yerlerini çok güçlü bir mikroskopla inceledik.Herhangi bir kurcalama belirtisi olsaydı hemen fark ederdik.Sözgelimi delginin bıraktığı bir toz parçacığı, elma iriliğinde görülürdü.Tutkaldaki gevşeklik -bağlantı yerlerindeki bir kağşama- incelemyi derinleştirmemiz için yeterliydi."
"Herhalde aynalara, tahtalarla kaplamaların aralarına da baktınız, yataklarla çamaşırları, perdelerle halıları da araştırdınız."
"Tabii, ve her eşyayı böyle didik didik aradıktan sonra yapıya geldi sıra.Yüzeyini boydan boya bölmelerle ayırıp numaraladık, dalgınlıkla gözümüzden kaçmasın diye, sonra da yapının her santimetre karesindeki bitişiğindeki iki evi de katarak yine mikroskopla inceledik."
"Bitişiğindeki iki evi mi!" diye haykırdım, "canınız çıkmış olmalı."
"Evet ama verilecek ödül az-buz değil."
"Evlerin çevresindeki araziyi de gözden geçirdiniz mi?"
"Her yere tuğla döşenmiş.Bize pek pürüz çıkarmadı o bakımdan.Tuğlaların arasındaki yosunları inceledik, hepsi düzgündü."
"D.'nin kağıtlarını, kitaplıktaki kitapları da elden geçirdiniz tabii?"
"Tabii, her tomarı, her paketi açtık, yalnızca bütün kitapları açmakla kalmadık,her cildi sayfa sayfa karıştırdık, bazı polis memurlarının yaptığı gibi şöyle bir silkelemekle yetinmedik.Ayrıca her kitabın kapağının boyutunu ince ince ölçtük, mikroskopun titiz gözlemine sunduk.Kapaklardan herhangi biri yenilerde çıkartılmış olsa, anlaşılmaması olanaksızdı.Yeni ciltlenmiş altı yedi kitabı didik didik ettik dikiş iğneleriyle."
"Halıların altındaki zemini de incelediniz mi?"
"Hiç kuşkunuz olmasın.Her halıyı kaldırıp zemin tahtalarını mikroskopla inceledik."
"Ya duvar kağıtlarını?"
"Elbette."
"Kilere baktınız mı?"
"Baktık."
"O zaman," dedim, "yanıldığınız bir nokta var, mektup sizin sandığınız gibi evde değil."
"Galiba bunda haklısın," dedi Şef."Şimdi Dupin, ne yapmamı salık verirsin?"
"Evi yeniden tepedentırnağa aramanızı."
"Ama bu hepten gereksiz," diye yanıtladı G.
"Mektubun otelde olmadığına kalıbımı basarım."
"Daha iyi bir yol aklıma gelmiyor," dedi Dupin.
"Elinde mektubun ayrıntılı bir tanımı var herhalde?"
"Evet, bakın" O anda Şef bir not defteri çıkararak yiten belgenin iç, özelliklede dış görüntüsünü ince ince betimleyen bir belge okumaya başladı yüksek sesle.Bu betimlemeyi tarttıktan sonra izin istedi, kalktı; sevimli adamı daha önce hiç bu kadar yılgın görmemiştim.
Bir ay kadar sonra bizi bir daha yokladı ve nerdeyse ilk gelişindeki kadar işimize dalmış buldu.Bir pipoyla bir koltuk ayarlayıp sıradan bir konuşmaya girişti.sonunda,
"Eee G., iyi güzel de çalınan mektuptan ne haber?"
"Galiba sonunda Bakan'ı alt etmenin söz konusu olmadığını anladın, değil mi?" dedim.
"Lanet okuyorum ona -evet- yine de Dupin'in önerisine uyup ikinci bir arama yaptım ama boşa gitti tahmin ettiğim gibi."
"Ödül ne kadardı diyodun?"
"Epey yüklü -çok cömert bir ödül- tam ne kadar olduğunu söylemek istemiyorum ama şu kadarını söyleyebilirim, o mektubu ele geçirebilene elli bin franklık kişisel çek yazmaktan kaçınmazdım.Aslında önemi gün geçtikçe artıyor, ödül de son günlerde iki katına çıkarıldı.Ama üç katına da çıkarılsa elimden bundan fazlası gelmezdi."
"Orası öyle," dedi Dupin duraksayarak, bir yandan lületaşı piposunu tüttürürken; "Bana sorarsan G., aslında bu işe kendini tam vermedin sen.Bence biraz daha çaba gösterebilirsin, ha?"
"Nasıl yani? -ne bakımdan?"
"Yani-puff, puff-bu konuda-puff,puff-danışman kullanabilirdin, değil mi-puff,puff,puff. Abernethy hakkında söylenenleri anımsıyor musun?"
"Hayır; boşver şimdi Abernethy'yi!"
"Tabii canın boşvermek istiyorsa hava hoş.Ama bir zamanlar tıbbi görünüşünü almak için Abernethy'nin başına tebelleş olan nekes bir zengin varmış.Bu amaçla, özel bir toplantıda doktora konuyu rasgele çıtlatmış, başka birinden söz edercesine."
'''Diyelim ki adamın hastalığının belirtileri şu şu, siz ne almasını önerirdiniz?'''
'''Almak mı!' demiş Abernethy, 'ücretli öğüt almasını tabii'''
"Ama ben," dedi Şef biraz bozularak."Ama ben öğüt almaya daücretini ödemeye de dünden hazırım.Bana bu konuda yardım edecek kişiye gerçekten elli bin frank verirdim seve seve."
"Öyleyse," dedi Dupin çekmeceyi açıp bir çek defteri çıkararak, "bence o çeki hemen yaz.İmzanı attığında sana mektubu vereceğim."
Çok şaşırmıştım.Şef, yıldırımçarpmışa dönmüştü.Birkaç dakika konuşmadan, kıpırdamadan, ağzı bir karış açık, yuvalarından uğramış gözleriyle dostumu şaşkın şaşkın süzdü, bir ölçüde kendini toparlayarak bir kalem aldı eline ve uzun duraksamalardan sonra elli bin franklık çeki imzalayıp masanın üstünden Dupin'e uzattı.
Dupin, çeki dikkatle inceledikten sonra cep defterine sıkıştırdı; hemen bir escritoire'ın kilidini açıp çıkardığı mektubu Şef'e verdi.Görevli, müthiş bir sevinçle, elleri titreyerek açtı mektubu, içeriğine hızla göz gezdirdi ve adımları dolaşarak kapıya koştu, tek söz etmeden odadan ve evden fırladı, Dupin çeki doldurmasını isteyeliberi konuşmamıştı zaten.
O gidince, dostum açıklamaya girişti:
"Paris polisi," dedi, "kendi alanında çok yeteneklidir.Hepsi tuttuğunu koparan, zeki, külyutmaz kişilerdir, ayrıca görevlerinin temel koşulu sayılan bilgilere dayalı kusursuz bir eğitim görmüşlerdir.O yüzden G. bize Hotel D.'deki daireyi kendi yöntemiyle nasıl aradığını ayrıntılarıyla anlattığında onun doyurucu bir araştırma yaptığına kesinkes inandım -tabii çabalarının sınırına kadar."
"Çabalarının sınırına kadar mı!" dedim.
"Evet," dedi Dupin. "Aldığı önlemler yalnızca en uygun olanlar değildi, tam bir kusursuzlukla uygulanmıştı.Eğer mektup erişebilecekleri arama alanına gizlenseydi, bu adamlar hiç kuşkusuz onu bulurlardı."
Gülmekle yetinmedim - ama o dediklerinde ciddi görünüyordu.
"Demek ki önlemler," diye sürdürdü sözünü, "yerindeydi, ayrıca iyi uygulanmıştı;tek kusur, bu durumda, bu adama işlememeleriydi.Bir dizi parlak buluş, bizim Polis Şefi'nin tasarılarını zorla uygulayacağı bir Procrustea yatağına dönüyor.Yine de ya çok derin ya da çok sığ olmaktan bir türlü kaçınamıyor eğildiği olaylarda; çoğu ilkokul öğrencisi ondan daha iyi akıl yürütür.Sekiz yaşında bir öğrenci biliyorum,'tek mi, çift mi' oyunundaki başarılı kestirimleriyle evrensel bir hayranlık uyandırmıştı.Basit bir oyun aslında, bilyeyle oynanır.Oyunculardan biri avucunda bilye saklar ve ötekine elindekinin tek mi çift mi olduğunu sorar.Kestirim doğruysa bir bilye kazanır; yanlışsa kaybeder.Sözünü ettiğim çocuk, okulun bütün bilyelerini ütmüştü.Elbette kestirimi bir ilkeye dayalıydı;bu da yalnızca gözlem gücünden ve rakiplerinin zekasını tartmasından kaynaklanıyordu.Sözgelimi küstah bir budala, kapalı avucunu kaldırıp 'tek mi, çift mi' diye soruyor.Bizimki 'tek yanıtını vererek kaybediyor; ama ikinci denemede kazanıyor, çünkü şöyle diyor kendi kendine:'Bu salak, ilk denemede çift sayı tutmuştu demek ki' şimdi tek sayı tutacak olsa olsa.Zekası ancak o kadar işler;o yüzden tek diyeceğim yine.' Tek der ve kazanır. Zeka düzeyi bundan biraz daha yüksek bir salak karşısında şöyle akıl yürütür:'Bu çocok, ilk keresinde tek dediğini biliyor, ikincide anlık bir güdüyle çift sayı tutmak gelecek içinden, önceki salağın basit değştirmesi gibi -çift yerine tek- ama bir daha düşününce bu değişikliğin fazla basit olduğu kanısına varacak ve eskisi gibi çiftte karar kılacak.O yüzden çift diyeceğim' -evet, çift der ve kazanır.Okul çocuğundaki -arkadaşlarının 'şans'a bağladıkları- bu akıl yürütme yöntemi, son çözümde nasıl açıklanabilir?"
"Yalnızca akıl yürütenin zekasının rakibininkiyle özdeşleşmesi," dedim.
"Doğru," dedi Dupin;"başarısının kaynağında yatan eksiksiz özdeşleşimi nasıl sağladığını kendisine sorduğumda şu yanıtı aldım,'karşındakinin ne kadar zeki ya da budala, e kadar iyi ya da kötü yürekli olduğunu ya da aklından geçenleri anlamak istediğimde yüzümün anlamını tıpatıp onun yüzündeki anlama benzetmeye çalışırım elimden geldiğince, sonra da kafamda ya da gönlümde bu anlama uygun düşen ya da koşutluk gösteren ne tür düşünceler ya da duygular uyanacak diye beklerim.'Oğlanın bu yanıtı, Rochefoucauld'ya, La Bougive'e, Machiavelli'y ve Campanella'ya yakıştırılagelen bütün göstermelik derinliğin temelinde yatan öğe."
"Ve bu özdeşleşim," dedim,"yani mantık yürütenin, kendini rakibinin yerine koyması, seni doğru anladımsa, rakibin zekasının kılıkılına saptanmasına dayanıyor."
"Çünkü uygulama değeri buna bağlı," dedi Dupin, "Şef'le adamlarının sık sık yanılmaları bundan, bir kere, bu özdeşleşim yeteneğinden yoksunlar, ikincisi, değerlendirmeleri yanlış, daha doğrusu böyle bir yetenekleri yok ki karşılarına çıkan zekayı ölçsünler.Yalnızca kendi parlak düşüncelerinden yola çıkıyorlar ve gizlenmiş bir şeyi ararken onu kendilerinin nereye gizleyeceklerini hesaplıyorlar yalnızca.buraya kadar haklılar -yani kendi parlak buluşlarının kitlelerinkini tıpatıp temsil ettiğine inanmakta- gelgelelim suçlu bireyin zekası, kendilerininkinden farklıysa tabii atlatıyor onları.O bireyin zekası onlarınkinden üstünse, hep rastlanılan bir ogu,ayrıca aşağıdaysa da sonuç çoğu zaman değişmiyor.Araştırmalarında ilke değiştirme gereğini duymuyorlar; olsa olsa sıradışı bir durumda paçaları sıkıştı mı -olağanüstü bir ödülün kamçılamasıyla- eski uygulamalarını daha kapsamlı ya da daha abartılı bir hale getiriyorlar ama ilkelerinden şaşmadan.Şu D. olayında sözgelimi, eylem ilkesini değiştirecek bir adım atılmış mı?Peki bu sıkıcı, usandırıcı, mikroskoplainceleme şamatası, yapının cephesini iki santimetrekarelik bölümlere ayırıp kayda geçirmek ne demek oluyor?Hepsi Şef'in uzun meslek yaşamı boyunca uyduğu bildik arama anlayışının, insan zekasına ilişkin tek ya da bir dizi ilkenin abartılmış uygulanımı değil mi?Bütün insanların bir mektubu sandalye bacağına burguyla açılmış bir deliğe değilse de mutlaka gözden ırak bir köşeye saklayacağı saplantısı, sıradan bir insanı aynı mantıkla mektubu sandalye bacağındaki bir burgu-deliğine gizlemeye itmez mi?Ayrıca bu tip gizleme yerlerinin yalnızca sıradan durumlarda ve ortalama zekalı kişilerde kullanılacağı aklına gelmiyor mu?Çünkü bütün gizleme olaylarında, gizlenmiş nesnenin bu yöntemle rahatça ortaya çıkarılacağı, ilk anda hesaba katılır; o yüzden de keşfi, sezgi gücüne değil arayanların özenine, sabrına ve kararlılığına bağlıdır yalnızca; olay önemliyse -siyasal açıdan önem taşıması da aynı kapıya çıkar, hele ödül yüklüyse- söz konusu yordamların şaştığı asla görülmemiştir.Çalınan mektup Şef'in inceleme alanına girseydi -yani gizleniş yordamı Şef'in ilkelerine uysaydı- bulunması işten değildi derken neyi kastettiğimi anlıyorsundur artık.Bizim memur şaşırıp kalmış durumda tam anlamıyla ve yenilgisinin görülmez kaynağı, şairliğiyle ün saldığı için Bakan'ı kaçık sanması.Bütün salaklar şairdir d,yor Şef içinden; böylece şairlerin salak olduğu yolunda bir çıkarsamayla non distributio medii hatasını işliyor."
"O adam gerçekten şair mi?" diye sordum.
"Onlar iki kardeş, biliyorum; ikisi de yazar olarak ünlü, ama Bakan yanılmıyorsam, Diferansiyel Hesapları üzerine yazdı.O matematikçi, şair değil ki."
"Yanılıyorsun;onu iyi tanırım; hem matematikçidir hem şairdir.İkisi birden olduğuna göre mantığı iyi çalışsa gerek; yalnızca matematikçilikle yetinseydi mantığı hiç işlemezdi, böylece Şef'in insafına kalırdı."
"Bütün dünyanın karşı çıkacağı bu düşüncelerle şaşırtıyorsun beni.Yüzyıllardır benimsenen bir görüşü hiçe saymak mı amacın? Matematik mantığı nicedir en kusursuz mantık sayılıyor."
"Il y a A parier," diye yanıtladı Dupin, Chamfort'dan bir alıntıyla, que toute idee publique, toute convention reçue, est une sottise, car elle a convenue au plus grand nombre.(Bahse girilebilir ki, kitlelerin düşüncesi, benimsenen uzlaşmaların tümü, yığınların işine geldiğinden düpedüz zırvadır.)Haklısın, matematikçiler sözünü ettiğin yaygın yanlışı yasallaştırmak için ellerinden geleni yaptılar, onu doğru diye ilan etmek az-buz bir yanılgı değil.Sözgelimi, daha önemli bir amaca uygun düşecek bir ustalıkla "çözümleme" sözcüğünü cebir alanında uygulamaya soktular.Bu özel kandırmaca Fransızların başının altından çıktı ama bir terim önem taşıyorsa -yani sözcükler, kullanımdan değer kazanıyorsa- o zaman Latince 'ambitus' göz dikmek'i , 'religio' 'din'i ya da 'homines honesti' bir takım dürüst adamlar'ı ne kadar karşılıyorsa, 'çözümleme' de 'cebir'i o kadar karşılıyor demektir."
"Parisli bazı cebircilerle kavgayı göze alıyorsun anlaşılan," dedim.
"Ben, soyut mantık dışında herhangi bir özel forma dayanarak geliştirilmiş yorumların yararını, dolayısıyla değerini tartışıyorum. Özellikle de matematiksel araştırmalarla varılan sonoçları tartışıyorum.Matematik, bir form ve nicelik bilimidir;matematik mantığıysa yalnız forma ve niceliğe dayalı gözlemlere uygulanan mantıktan öteye gitmez.Temel hata, saf cebir denilen şeyin doğrularının, soyut ya da genel doğrular olduğunu sanmaktır.Bu öyle ağır bir yenilgi ki evransel çapta kabul görmesi beni kahrediyor.Matematiksel gerçekler, genel gerçeğinkilerle aynı değildir.Form ile nicelik arasındaki bağlantı, ahlak dendiğinde çoğu zaman hapten yanlıştır sözgelimi.Ahlakbilimde, birleştirilen parçaların bütüne eşit olduğu görüşü, çoğu zaman gerçeğe aykırı düşer.Kimyada da öyle.İti başta olmak üzere; çünkü farklı değerler yüklenmiş iki itinin, birleştirildiklerinde, sonucun ikisinin tek tek değerlerinin toplamına eşit olması ille de gerekmez.Yalnızca bağlantı kapsamında geçerli başka matematiksel doğrular da vardır.Gelgelelim matematikçi, alışkanlıkla tartışılmaz doğrularından yola çıkar -onların her alana mutlaka uygulanabileceği inancıyla- bütün dünyanın sandığı gibi.Bryant, engin yapıtı 'Mitologya'sında, benzer bir yanılgı kaynağından söz eder:'Her ne kadar Pagan mesellerine inanılmasa sa boyuna kendimizi unutup onlardan varolan gerçekleşmiş gibi sonuçlar çıkarırız.'Oysa aslında Pagan olan cebirciler, Pagan mesellerine gerçekten inanırlar ve çıkarsamaları bellek sürçmesinden çok sanki açıklanmaz bir beyin kargaşasına bağlıdır.Şimdiye kadar, ne paydaları eşitleme becerisi dışında güvenilebilir bir matematikçi tanıdım ne de gizliden gizliye x kare + p.x 'in kayıtsız-şartsız q'ya eşit olduğuna inanmayan katışıksız bir matematikçi.İstersen, sınamak için bu beylerden birine x kare + p.x'in bazı durumlarda q'yu tam tutmayacağına inandığını söyle, sonra da bir an önce onun yanından uzaklaşmaya bak, çünkü hiç kuşkusuz seni mat etmeye kalkışacaktır."
Ben son söylediklerine gülerken, "Yani," diye sürdürdü sözünü Dupin,"Bakan, yalnızca matematikçi olsaydı Polis Şefi'nin bana bu çeki vermesine gerek kalmayaktı demek istiyorum.Ne var ki ben onun matematikçi ve şair olduğunu biliyordum ve içinde bulunduğu koşulları gözönünde tutrarak aldım önlemlerimi.Ayrıca onun bir saraylı ve yaman bir düzenbaz olduğunu da biliyordum.Bence böyle bir adamın polisin sıradan yöntemlerini hesaba katmaması, yolunun kesilip üstünün birkaç kere aranacağını kestirmemesi söz konusu değildi- zaten olaylarda bunu beklediğini kanıtlıyor.Şef'in başarıya giden yolda yardımcı ipucu saydığı Bakan'ın geceleri sık sık evinde bulunmamasını ben, polislere evi tepeden tırnağa arama olanağını sağlamak ve bir an önce onları G.'nin sonradan vardığı sonuca - yani mektubun evde olamdığı kanısına- sürüklemek adına atılmış yemler diye görüyorum.Üstelik şimdi sana açıklamakta güçlük çektiğim yönteme, polisin gizli eşyaları aramakta kullandığı değişmez ilkeye ilişkin bu zincirleme düşüncelerin Bakan'ın kafasından da ister istemez geçtiğini seziyordum.Bu düşünce onu bütün sıradan oyukları yok saymaya itecekti eninde sonunda.Bence otel odasının en kuytu köşelerinin, en gözönündeki bölmeler gibi Polis Şefi'nin meraklı bakışlarına, ince didiklemelerine, delgilere ve mikroskoplara hedef olacağını kestiremeyecek kadar budala değildi.Kısacası, o yönde bir seçmeye zorlanmasa da dönüp dolaşıp basitlikte karar kılacaktı.İlk görüşmemizde Polis Şefi'ne belki de bu gizin çok açık-seçik olmasının kendisini bunca tedirgin ettiğini söylediğimde, attığı kahkahaları anımsıyorsun heralde."
"Evet," dedim, "gülmekten kırılıyordu.Hatta bir ara kriz geçirdiiğini sandım."
"Maddesel dünya, maddesel olmayana benzer örneklerle dolup taşar, böylece yavan dogmalar, gerçekle biraz renklenir, eğretilemeler ya da benzetiler, hem bir görüşü pekiştirmeye hem de bir tanımı zenginleştirmeye yarar.Vis inertice sözgelimi, fizikte de metafizikte de birdir sanki. Büyük bir kütleyi harekete geçirmenin küçüğe oranla daha güç olduğu ve dolayısıyla momentum'unun bu güçlükle doğru orantılı olduğu birincide ne kadar geçerliyse ikincide daha geniş kapsamlı, daha güçlü, daha güvenilir ve şaşırtıcı zekaların, alt düzeydekilere oranla daha zor harekete geçtikleri, ilk adımlarında daha tutuk, çok kararsız oldukları da bir o kadar geçerlidir.Ayrıca dükkan tabelalarından hangilerinin en çok ilgi çektiğine dikkat ettin mi hiç?"
"Hiç düşünmedim doğrusu," dedim.
"Haritayla oynayan bir bulmaca vardır," diye sürdürdü sözünü."Oyunculardan biri, öbüründen bir sözcüğü -bir kent, ırmak, devlet ya da bir imparatorluk- kısaca haritanın rengarenk, karmaşık yüzeyinde yer alan herhangi bir sözcüğü bulmasını ister.Oyunun acemisi, karşısındakileri kışkırtmak amacıyla küçücük harflerle yazılmış adları bulur, oysa usta oyuncu, iri harflerle haritanın bir ucundan öbürüne yayılan sözcükleri seçer.Bunlar, tıpkı sokaklardaki ilanlar ya da tabelalar gibi çok göze battıkları için dikkat çekmezler,işte burdaki fiziksel yanılgı, zekanın bu çok açık seçik, çok sivri uyarıları gözden kaçırmamak adına çektiği manevi kaygının yansısıdır.Gelgelim bu nokta, Polis Şefi'nin kavrama yetisinin ya üstünde ya da altında kalıyordu heralde.Bakan'ın, bütün gözlerden gizlemek amacıyla mektubu herkesin burnunun dibinde bir yere koyma olanağını ya da olasılığını hiç hesaba katmamıştı.
"Ama ben D.'nin atak, işlek ve şaşmaz zekası üstüne düşündükçe; hele belgeden yararlanmak niyetindeyse, onu her zaman el-altında tutacağı gerçeğinden ve Şef hazretlerinin onun kendi bildik arama alanında bulunmadığı yargısından yola çıkarak mektubu gizlemek için, gizlemeye asla yeltenmemek gibi daha kurnazca, daha usta bir yönteme başvuracağına inancım artırıyodu.
"Kafam bunlarla dolu, yeşil camlı bir gözlük takıp güneşli bir sabah saatinde, şöyle kapıdan uğrar gibi Bakan'ın oteline gittim.D. odasındaydı, her zamanki gib esniyor, kaykılıyor, geriniyor, can sıkıntısının doruğundaymış numarası yapıyordu.Belki de yaşayan insanların en hareketlisidir -ama kendisini görecek kimse yokken.
"Ondan geri kalmamak için gözlerimin zayıflığından yakındım, gözlük takma gereksinimime hayıflandım, bu arada gözlüğümüün camları altından odayı tepeden tırnağa gözden geçirebiliyordum -kendimi konuşmaya kaptırmış görünmeme karşın.
"Yakınında oturduğu, üstünde karmakarışık mektuplarla kağıtların, bir iki sazın ve birkaç kitabın durduğu kocaman bir yazı masası, özellikle dikkatimi çekti.Yine de uzun süren çok titiz bir kolaçandan sonra masada özellikle kuşku uyandıracak bir şeye rastlamadım.
"Sonunda odayı çepeçevre tararken gözüme şömine rafının altında tam ortadaki küçük pirinç bir tokmaktan sarkan, mavi, kirli bir kurdeleyle tutturulmuş ucuz işlemeli, karton bir mektupluk ilişti.Üç dört bölmeli bu kutuda beş-altı kartvizitle tek bir mektup duruyordu. Mektup iyice pis ve buruşuktu.Nerdeyse tam ortasından kopacak gibiydi -sanki biri, önce onu değersiz bulup yırtmayı tasarlamışken sonra karar değiştirmiş yada duralamıştı.Üstteki kocaman siyah D. mührü çok belirgindi ve zarif bir kadın yazısıyla doğrudan D.'ye yollanmıştı.Oysa rasgele, hatta anlaşıldığı kadarıyla küçümsercesine, kutunun üst bölmelerinden birine atılmıştı.
"Daha mektuba bakar bakmaz, aradığım mektup olduğu sonucuna vardım.Şu kadarı kesin ki, Polis Şefi'nin bize ayrıntılı tanımını verdiği mektuba benzer yanı yoktu.Bundaki D. mührü iri ve siyahtı, damgalıydı; öbüründekiyse küçük ve kırmızıydı ve S. ailesinin dükalık armasını taşıyordu.Bunda, Bakan'a ince ve kadınca bir elyazısıyla sesleniyordu, öbüründeyse soylu kişilere yazılmışmektubun başlığı, belirgin biçimde atak ve kararlıydı;harflerin iriliği bile başlıbaşına bir anlam iletiyordu.İki mektup arasındaki köklü farkların bolluğu, bu mektubun pisliğinin ve buruşukluğunun D.'nin aksatmadığı alışkanlıklarına hiç mi hiç uymaması, bakanları belgenin değersizliğine inandırmak üzere tasarlanmış bir hileyi öylesine andırıyordu ki bunlar hep konuğun görebileceği belgenin sergilenişindeki fütursuzlukla birleşince, yani daha vardığım sonuçları tıpatıp tutunca, odayı incelemek amacıyla gelen biri sıfatıyla kuşkum iyice perçinlendi.
"Ziyaretimi olabildiğince uzattım.Bir yandan Bakan'la her zaman etkilendiğini bildiğim bir konu üstüne ateşli bir tartışma yürütürken öte yandan olanca dikkatimi mektupta yoğunlaştırdım.bu incelemde mektubun dış görünüşünü ve kutuya yerleştiriliş biçimini belleğime geçirdim ve sonunda geriye kalan önemsiz kuşkularımı da giderecek bir keşifte bulundum.Kağıdın uçlarının gereğinden fazla yıpranmış olduğunu ayırt ettim.Önce katlanıp sıkıca bastırıldıktan sonra ilk katlanıştaki kırışıklıklara ya da kenarlara göre ters yönde katlanmış sert bir kağıdın ezikliğini yansıtıyordu.Bu keşif yeterliydi.Mektubun bir eldivengibi tersyüz edildiği, yeniden zarflandığı kesindi bence.Bakan'a iyi sabahlar diledim, masaya altın bir enfiye kutusu bırakıp ayrıldım.
"Ertesi sabah enfiye kutusunu almaya uğradım ve bir gün önceki konuşmamızı hevesle sürdürdük.Biz lafa dalmışken otelin pencerelerinin tam altından tabanca patlamasına benzer bir ses geldi, ardından da kalabalığın korku yüklü haykırışlarıyla çığlıkları yükseldi.D. hemen pencereye koştu, açıp dışarı baktı.O arada ben mektup kutusuna gidip mektubu cebime attım ve yerine evde bir parça ekmek içiyle kolaylıkla tıpkısını çıkardığım D. mühürlü mektubu koydum.
"Sokaktaki kargaşa, tüfekli bir adamın sağa sola saldırmasından doğmuştu.Tüfeğin kadınlı-çocuklu bir kalabalığın ortasında ateşlenmişti.İçinde kurşun olmadığı anlaşılınca da deli ya da sarhoş damgasını yemişti.
"O gidince D. pencerenin başından döndü.Ben zaten göz diktiğim kağıdı aldıktan sonra onun yanına gitmiştim.Biraz sonra iznini istedim, kalktım.Sokaktn geçen adamın delilik numarası, işime çok yaramıştı.
"Ama mektubun yerine bir suretini koymaktaki amacın neydi?" diye sordum. "Neden onu ilk gidişinde açıkça alıp çıkmadın?"
"D.'nin ne yapacağı belli olmaz, ayrıca sinirleri çok sağlamdır.Otelinde hizmetine koşanlar da vardır mutlaka.Senin önerdiğin çılgınlığa kalkışsaydım, Bakanlık dairesinden sağ çıkamayabilirdim.Paris'in sevimli insanları bir daha benden haber alamazlardı belki.Ama bu kaygilarım dışında bir amacım daha vardı.Benim siyasal eğilimlerimi bilirsin.Bu olayda söz konusu leydinin destekçiliğini seçtim.On sekiz ay boyunca Bakan, onu parmağında oynattı.Şimdi ipler onun elinde, çünkü Bakan mektubun artık kendisinde olamdığını farketmediği için zorbalığını eskisi gibi sürdürecek.Böylelikle kaçınılmaz bir biçimde siyasal yaşamının sonunu hazırlayacak.
Yıkımı da müthişten çok gülünç olacak.Facilis descensus Averni'den söz edebiliriz tabii; ama Catalini'nin şarkı söylemek konusunda dediği gibi yukarılara tırmanmak, inmekten çok daha kolaydır.bu olayda inene hiçbir yakınlık -en azından acıma- duymuyorum.Monstrum horrendum, o düpedüz ilkeden yoksun bir dahi.Yine de Polis Şefi'nin 'önemli bir kişilik' dediği kadın kendisine meydan okuduğunda aklından neler geçtiğini bilmek isterdim doğrusu, yani mektup kutusuna elimle koyduğum mektubu açıp okumak zorunda kaldığında."
"Yoksa mektuba özel bir şey mi koydun?"
"Doğrusunu istersen, kutuyu boş bırakmak bana pek doğru gelmedi- çok aşağılyıcı olurdu.Bir zamanlar Viyana'dayken D. bana kötü bir oyun oynamıştı, kendisine o gün tatlı tatlı söylediğim gibi yaptığı aklımdan asla çıkmamıştı.Zekasını alt etmiş kişinin kimliği kafasını kurcalayacaktı, ona bir ipucu sunmak geldi içimden.Benim elyazımı çok iyi tanır, o yüzden boş kağıda şunu geçirdim_

-Un dessein si funeste,
S'il n'est digne d'Atree, est digne de Thyeste*

Bu dizeler Crebillon'un 'Atreus'unda bulunabilir."

*Böylesine karanlık bir tasarı
Aterus'a yaraşmazsa yaraşır Thyeste'e
__________________
TO LİVE İS TO DİE...

Konu mezarkabuL tarafından (06-11-2009 Saat 12:23 ) değiştirilmiştir..
mezarkabuL Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-11-2009, 12:19   #2
david silva
 
mezarkabuL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

bu fazla byk oldu galiba ama düzeltemiorum
__________________
TO LİVE İS TO DİE...
mezarkabuL Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-11-2009, 12:24   #3
Dişi Kartal
 
alpler - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Sağolasın Kübracığım,şu an okumadım ama okuyacağım.Ellerin dert görmesin.
__________________
alpler Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-11-2009, 12:25   #4
david silva
 
mezarkabuL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

rica ederm ablacım(:
__________________
TO LİVE İS TO DİE...
mezarkabuL Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 17:13 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580