Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Denizcilik (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=243)
-   -   Büyük denizciler (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=20975)

Meric 01-02-2007 04:57

Büyük denizciler
 
İlk Türk Denizcisi Çaka Bey

Türkleri denizlerle kaynaştıran ilk öncü, Emir Çaka Bey olmuştur. Çaka Bey, Selçuklu Ordusunun gözüpek akıncı liderlerinden birisi olarak, Türklerin savaşa savaşa Batı’ya yönelik ilerleme sürecinde, 1078 yılında Bizans’a esir düşmüş ve İstanbul’a gönderilmiştir. Çaka Bey, İstanbul’daki esaret döneminde deniz ve denizciliğe karşı tutku derecesinde bir ilgi duymaya başlamıştır.

Bizans İmparatoru’nun 1081 yılında değişimi sebebiyle İstanbul’daki karışıklıklardan yararlanarak kaçmayı başaran Çaka Bey, Beyliğinin askerleri ile yeniden bir araya gelmiş; İzmir, Urla, Çeşme ve Foça’yı alarak bu bölgede, diğer Türk Beyliklerinden oldukça farklı yeni bir Beylik kurmuştur. Emir Çaka Bey, denizci kimliğini Beyliğin tüm kurumlarına yansıtarak, Türklerin, artık rakipleriyle denizlerde de kıyasıya mücadele edebilecek bir duruma gelmesini sağlamıştır.

Çaka Bey, İzmir’de o döneme göre modern sayılabilecek bir tersane yaptırmış ve tersane civarındaki bölgeyi deniz üs kompleksine dönüştürmüştür. Bu aşamadan sonra gemi inşa faaliyetlerine geçilmiş; kürekli ve yelkenli gemilerden oluşan 50 parçalık ilk Türk Donanması 1081 yılında inşa edilmiştir. Bu yıl, Türk Deniz Kuvvetleri açısından son derece önemlidir. Çünkü, 1081 yılı Deniz Kuvvetlerimizin kuruluş yılı olarak kabul edilmektedir. Öncü denizcimiz Emir Çaka Bey, 1081 yılında 50 parçadan oluşan ilk Türk Donanması ile Ege’nin sıcak sularına yelken açmıştır. Bu seyir sıradan bir seyir değil, tarihi şan ve şerefle dolu Türk Deniz Kuvvetlerinin doğuşudur. Bu seyir, 922 yıllık tarihi bir miras ve köklü bir geleneğe sahip olan Türk Deniz Kuvvetlerinin Akdeniz (Ege Denizi) ile kucaklaşması ve denizlerdeki rekabetin saygın bir oyuncusu olmasıdır. İlk Türk Donanması 1089 yılında Midilli, 1090 yılında ise Sakız Adası’nı fethederek denizlerin dünyasına hızlı bir giriş yapmıştır.

Türkler denizlerle tanışmış; onunla arasında gönül köprüsü kurmuştur. Ancak, denizlerde dolaşmanın bir bedeli olmalıydı: 19 Mayıs 1090 tarihinde Karaburun ile Sakız Adası arasında kalan Koyun Adaları civarında Çaka Beyin Donanması, Bizans Donanması ile karşılaştı. Savaş kaçınılmazdı.

Çaka Bey, İstanbul’daki esaret günlerinden beri kendisini bu gün için hazırlamıştı: Sınırsız bir uyum sağladığı denizin, insanın akıl ve yaratıcılığını harekete geçirdiğinin bilincindeydi. 17 çektiri ve 33 yelkenli olmak üzere toplam 50 savaş gemisinden oluşan Donanmasını, seri taktik manevralarla ustalıkla sevk ve idare ediyor; düşmana en zayıf yerlerinden ard arda darbeler indiriyordu. Bizans Donanması ağır kayıplarla geri çekilmek zorunda kalmıştı.

İlk Türk Deniz Zaferi’ni, Öncü Denizci Emir Çaka Bey sayesinde kazanan Türkler, denizlere artık daha büyük bir umut ve güvenle bakmaya başlamışlardır. Emir Çaka Bey, bu zaferinden sonra denizlerdeki kontrol sahasını genişletmiş ve Donanması ile Çanakkale önlerine kadar yaklaşmıştır. Bizans’ın, Emir Çaka Beyi durdurmak için kullandığı yöntem, tarihimizin çeşitli dönemlerinde ve hatta günümüzde de sık sık karşımıza çıkan, artık klasik olarak adlandırılabilecek bir nitelik taşıyordu: Anadolu Selçuklu Sultanı I.Kılıç Arslan’ı kışkırtarak, ona karşı kullanmak.

Emir Çaka Beyin 1095 yılında zamansız ölümü, yükselen bir değer olan Türk Denizciliği’nin gelişim hızını yavaşlatmıştır. Çaka Bey sadece usta bir denizci komutan değil, aynı zamanda bir deniz düşünürü idi. Çaka Beyin ateşlediği denizci yaklaşımın ivmesini kaybetmesi belki de, İstanbul’un Fethi’ni 350 yıl gecikmeye uğratmıştır.

denzi kuvvetleri web sitesi

Çaka Bey
İzmir fâtihi ve Anadolu Selçuklu Devletinin müstakil beyi. Oğuzların Çavuldur boyuna mensup olan Çaka Bey, Malazgirt Zaferini tâkiben Anadolu’nun fethi işine girişen Selçuklu kuvvetlerinden ayrı olarak yaptığı savaşların birinde Bizanslılara esir düştü. İmparator Üçüncü N. Botaniates’in dikkatini çekerek saraya alındı. Burada çok büyük ilgi gördü ve serbestçe hareketlerde bulunmasına izin verildi. Grekçeyi öğrendi. Bizans deniz kuvvetlerini inceledi. 1081 yılında Bizans tahtına İmparator Aleksi Komnen geçince hürriyetine kavuştu.

Çaka Bey 1081 yılında elindeki kuvvetlerle İzmir’i kuşattı ve Bizanslılardan aldı. İzmir’de beylik kurarak sınırlarını genişletmek için mücâdeleye başladı. İki üç yıl içinde Urla, Çeşme, Sığacık ve Foça’yı zaptederek bu kesimdeki geniş sâhil boyunu sınırları içine aldı. Çaka Beyin hedefi Ege Denizinde hâkimiyeti sağlamaktı. Bu sebepten İzmir ve Efes tersânelerinde, bir kısmı yalnız kürekli, diğer kısmı yelken ve kürekle hareket eden 40 parçadan meydana gelen ilk Türk filosunu kurdu. Filo 1089’da Ege denizine açıldı. Çaka Beyin komutasındaki bu ilk Türk filosu 1090’da Bizans donanmasını Koyunadaları açıklarında mağlûb etti.

Çaka Bey, 1091’de yine denize açılarak Sisam ve Rodos adalarını ele geçirdi. Ege’deki hâkimiyeti tekrar ele geçirmek için Bizans İmparatoru yeni bir donanma hazırlattı. Gönderdiği donanma, Çaka Bey ile karşılaşmaya cesâret edemeyerek Sakız adasına sığındı. Çaka Bey adayı kuşattı ise de fethe muvaffak olamadı.

1095 senesinde Çaka Bey, Çanakkale ve Trakya’nın zaptı ve sonra da İstanbul’u fethederek Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) müjdesine nâil olabilmek için, donanmasının başında harekete geçti. Edremit dâhil, yolu üzerindeki Bizans merkezlerini zapt ede ede Çanakkale sınırlarına dayandı. Burada Anadolu Selçuklu Devletinin hükümdârı ve dâmâdı Kılıç Arslan’la buluştu. Berâberce boğazın en çetin kalesi olan Abidos’u kuşattı. Kale kolaylıkla alındı, ama Çaka Bey de aldığı yaraların tesirinden kurtulamayarak vefât etti.

Bizans kaynaklarında Çaka Beyin Kılıç Arslan tarafından öldürüldüğü yazılı ise de, sonraki olaylarda isminin geçmesi bu görüşün doğru olmadığını ortaya koymaktadır.

Çaka Bey'in ölümü İslâm mücâhidlerini büyük bir üzüntüye boğdu. Bizanslılar da ziyâdesiyle sevindi. Ömrü İslâmiyeti yaymak için uğraşmakla geçen Çaka Bey, hayatta bulunduğu müddetçe, Bizans’ın korkulu rüyâsı olmuştu. Ölümü ile sâhilde kurmuş olduğu beyliği de târihe karıştı.

dallog.com web sitesi.

Yıl yaklaşık 1100'ler civarı. Anlatan ünlü Bizans imparatoru Aleksios Komnenos'un kızı Anna Komnena. Aktörler; Bizanslılar, Türkler (Selçuk, Peçenek vb.), Normanlar-Franklar (Avrupalılar) ve diğer Müslümanlar. Çağına ve geleceğe damgasını vuran olay, Haçlı Seferleri. Konunun uzmanı Prof. Dr. Işın Demirkent''in çizdiği çerçeve içinde; Bizanslılar batıda Peçenek ve Kumanlarla uğraşırlarken, Avrupalı Haçlılar Bizans'a gelip İstanbul üzerinden Anadolu'ya geçiyorlar.

Anadolu'da Bizans'a en yakın İznik var ve burası Anadolu (Rum) Selçuklularının elinde. Güneyde, İzmir ve Ege adalarında Çaka adındaki Türk beyi bir donanma yaptırıyor; Rodos ve Midilli dahil kimi adaları ele geçirip, adalar ya da bir deniz beyliği kuruyor. Ve Çaka, eylemini daha ilginç bir alana taşıyor; batıda Peçenekler ile ilişkiye geçiyor. Amaç Bizans...

Anna Komnena, Çaka Bey'i, kendi ağzından bir Rum (Dalassenos) ile konuşurken şöyle tanıtıyor.

"Bilesin ki ben, bir zamanlar Asya'da hep yiğitçe dövüşerek akınlar yapan, ama deneyimsizliğinin kurbanı olup şu ünlü Aleksandros Kabalikos'ça tutsak edilmiş genç adamım. Sonra onun tarafından hizmetinde bulunmam için İmparator Nikephoros Botaniates'e armağan edilir edilmez, bana protonobilissimos (soyluların birincisi) sanının verilmesiyle onurlandırıldım, değerli armağanlara boğuldum ve ona bağımlılık sözü verdim."

Çaka'nın esir alınmasının ardından imparatora sunulması ve özel unvanlarla onurlandırılmasını Prof. Dr. Işın Demirkent, Bizans'ın Çaka Bey'in eylemlerinden haberdar olduğu şeklinde yorumluyor. Benzer bir yorumu da Prof. Dr. Osman Turan, "Çaka'nın ilk Anadolu Türkleri tarafından bilinmesi ve takip edilmesi de onun bu menşei ve hüviyetiyle ilgili bulunmaktadır" şeklinde yapıyor.

Çaka'nın son derece zeki, atılgan ve işbitirici bir kişiliği olduğuna hiç kuşku yok. Büyük olasılıkla Rumca'yı ve Bizans kültürünün kimi inceliklerini de yeterince biliyordu. Anna Komnena, Çaka Bey'in İzmir ve çevresinde, aşamalarla kurduğu "deniz" ya da "adalar beyliği"ni oluşturma sürecinde de bunu adeta doğruluyor: "...Bu sırada Çaka (Rumca''da Tzakhas şeklinde yazılıyor), imparatorun batıda karşı karşıya bulunduğu birçok sıkıntıyı ve Peçeneklerle süregiden savaşları öğrenerek, kendisi için uygun fırsatı buldu ve bir donanma kurmaya karar verdi. İzmirlinin biriyle (İzmirli bir Rum) karşılaştı ve onu, çektirmeler inşa etmekle görevlendirdi. Gerçekten o kişi, bu sanatta pek ustaydı. Bolca sayıda tekneye ve 40 tane de avcı gemisine sahip olunca, bunlara savaşta pişmiş adamlar bindirdi ve demir alıp Klazomenai'ye (Urla ve adası) yanaştı ve burasını hemen zaptetti. Oradan ayrılıp Foça'ya yöneldi ve orasını da hemen aldı. Ardından Midilli'nin yönetimiyle görevli kişiye, Kourator Alapos'a ulak gönderip, onu hisarı tez zamanda boşaltıp gitmezse en kötü işkencelerden geçirmekle tehdit etti. Beriki, Çaka'nın tehditlerinden dehşete düşerek, geceleyin bir gemiye bindi ve başkente vardı. Bu haberi alınca, Çaka bir an bile yitirmedi ve hemen Midilli üzerine gidip orasını ilk saldırıda ele geçirdi."

Anna Komnena, daha sonra Sakız'ın alınışını ve imparatorun, Niketas Kastamonites komutasında Çaka'nın üzerine güçlü bir filo ile çok sayıda asker yolladığını, Kastamonites'in Çaka ile hemen çatışmaya girdiğini, ama yenildiğini yazıyor. Prof. Dr. Işın Demirkent bu savaşı, "Türklerin Bizans''a karşı kazandıkları ilk deniz savaşı" olarak nitelendiriyor.

Prof. Demirkent, Çaka'nın, Bizans karşısında elde ettiği üstünlüğünü hem Balkanlar'da Trakya'ya kadar ilerlemiş Peçeneklerle hem de İznik'i elinde tutan Ebulkasım ile iyi ilişkiler kurarak güçlendirmeye çalıştığını belirtiyor. Ona göre Çaka''nın niyeti, Bizans''a karşı bir ittifak cephesi oluşturmaktı: "Böylece karadan ve denizden hep birlikte İstanbul'a saldırmayı ve imparatorluğu ele geçirmeyi planlıyordu."

Bundan sonrası Anna Komnena'ya göre şöyle gelişiyor: Önce, Peçeneklerin (Anna, Peçenekleri sık sık İskitler olarak tanımlıyor) Keşan yakınlarına kadar sokuluyorlar; daha sonra Çatalca yakınlarında, en sonunda da İstanbul önlerinde görülüyorlar. Tam da bu sırada Anna Komnena, Çaka Bey'in Peçeneklerle yaptığı işbirliğine değiniyor. "Batıda imparatorun belini büken korkunç felaketler böylesineydi; denizde dahi olup bitenler olumlu gitmek şöyle dursun, tam tersine son derece tehlikeli bir duruma yol açmaktaydı, çünkü Çaka kendine yeni bir donanma edinmişti. ...Üstüne üstlük ona (imparatora), Çaka'nın şimdi kıyı bölgelerinde daha büyük bir donanma oluşturduğunu, önce ele geçirmiş olduklarının dışında geri kalan adaları da yakıp yıktığını, batı illerine karşı tasarılar kurduğunu ve Gelibolu Yarımadası''nı işgal etmelerini öğütlemek üzere İskitlere (Peçenekler) yakın zamanda bir elçiler kurulu gönderdiğini haber verdiler. Hatta Çaka, doğudan (Anadolu) imparatora yardıma gelmiş ücretli asker birliklerinin geçmesine de izin vermiyordu."

Anna Komnena, imparatorun Peçeneklerle olan mücadelesini anlatırken, birden askeri durum ve denge, yeni ziyaretçilerle değişiyor. Kumanlar Enez yöresine iniyorlar; "Dört gün sonra, değişik bir yönden (Peçeneklerin beklendiği yönden değil kuzeybatıdan), aşağı yukarı 40.000 kişilik bir Kuman ordusunun yaklaşmakta olduğunu gördü (imparator). Bu yeni gelenlerin İskitlerle (Peçenekler) bağlaşık kurmaları halinde, ona karşı korkunç bir savaş vereceklerini hesaba katarak, bunlarla uzlaşmayı gerekli saydı ve önceliği kendi alıp, onları davet etti. Kumanlar ordusundaki pek çok bey arasında Togortak, Maniak ve çok yaman birkaç diğer savaşçı, herkes içinde en çok göze çarpanlar idi."

Prof. Dr. Osman Turan bu Kuman savaşçılarının adını Togurdak ve Manyak olarak yazıp, Rus kaynaklarında da Tugarhan ve Bonyak biçiminde geçtiğini belirtiyor. Bizans imparatoru ile Kumanların anlaşması sonunda, Bizans-Kuman ortak gücü Meriç Nehri ağzındaki Lebounion'da (Enez civarı) Anna'nın deyişiyle "Peçenekleri kıyımdan geçirdiler". Tutsak edilenler de kadın ve çocuk gözetilmeksizin, imparatorun adamlarının oyunuyla bir gecede öldürülünce, Anna''nın anlatımıyl; "Kumanların çoğu, imparatorun onlar için de korkunç bir düzen tasarlayacağından korktular ve gece vakti, tüm ganimetleriyle, Tuna''ya doğru yola koyuldular."

Bu arada, İznik ve civarı Süleyman Şah tarafından Ebulkasım'a bırakılmıştı. Ebulkasım, Işın Demirkent''in anlatımına göre, Kayseri ve çevresinden gelip, İznik yöresini kendisine bağladı. Tabii Bizanslılar ile sürtüşmeye de başladı. İmparator, İznik üzerine bir ordu gönderdi. Ordunun başında da yine Türk asıllı ve "megas primikerios" unvanını taşıyan "Tatikios" bulunuyordu. Çaka Bey'in İzmir civarında egemen olduğu bu sıralar, yani Kasım 1092'de, İsfahan'da Melikşah'ın ölümüyle Süleymanşah'ın tutsak oğulları da serbest kalmıştı. Böylece İznik ve çevresi I. Kılıç Arslan''ın; Sivas, Amasya ve Niksar Danişmentlilerin; Ereğli ve Aksaray Hasan Bey''in; Erzincan ve çevresi Mengüceklerin; Erzurum ve civarı ise Saltukluların egemenliğindeydi. Daha güneyde, Elbistan ve Maraş Buldacı Bey; Harput ve çevresi de Çubuk Bey tarafından yönetiliyordu.

Batı Anadolu''da ise, Bizans''a karşı mücadelenin ön saflarında, kuşkusuz I.Kılıç Arslan bulunuyordu. Kılıç Arslan, büyük olasılıkla Bizans karşısında daha güçlenmek için, Çaka Bey''in kızıyla evlenip onunla dostluk kurdu. İmparator Aleksios, 1091 ilkbaharında Trakya''da Peçenekleri yenip Ege''de de Çaka Bey''in donanmasına ağır bir darbe vurduktan sonra, Marmara''nın güneyinde kalan bölgeleri Türklerin elinden almak için yoğun saldırılara geçti.

I.Kılıç Arslan ise aynı bölgede, sonradan Bizans tarafına geçen kumandanı, İlhan (Anna''da elkhanes) unvanlı Muhammed''i görevlendirmişti. Bu amansız ikiliye, Çaka Bey de katıldı. Çaka, Çanakkale Boğazı yönünde karadan harekete geçmişti. Bu esnada Çaka''nın yaptıklarını ve başına gelenleri ise yine Anna Komnena''dan izleyelim; "... Ancak, Çaka, durup dinlemek isteyecek kadar savaşçı ve girişken huylu biriydi. Dalassenos''tan kurtulup Anadolu''ya çıkıştan az sonra İzmir''e yerleşti. Özenle savaş gemileri, dramonlar, tek dizi kürekliler ve diğer çeşitli hızlı gemilerin inşasına yeniden koyuldu. Çünkü tasarısından vazgeçmiyordu. Bu haberler imparatora gelince, onu gerek karada gerekse denizde kesin biçimde ezmeye azmetti. Böylelikle Konstantin Dalassenos''u ve tüm donanmayı Çaka''ya karşı gönderdi. Sultanı mektuplarla ona karşı kışkırtmayı da yararlı gördüğünden, bu kişiye şöyle yazdı: Şanı büyük Sultan Kılıç Arslan. Biliyorsun ki, Sultanlık sana baba mirası olarak geçmiştir. Oysa senin kayınbaban Çaka, görünüşte Rum devletine karşı silahlanıyor ve kendisine Basileus (imparatora özgü bir unvan Prof. Dr. Bilge Umar) dedirtiyor. Besbelli ki bu bir aldatmacadır. ... Kurduğu bütün tezgâh sana karşı yönelmiştir. Bu durum karşısında sen onu ne başıboş bırakmalısın ne de cesaretini yitirmelisin; yapman gereken, iktidarından yoksun kalmamak için uyanık durmaktır..."

Anna, az sonra Çaka'nın şimdilerde Çanakkale-Nara Burnu denilen yerde kurulmuş olan antik Abydos'a ulaştığını söylüyor. Mektubu alan Kılıç Arslan'ın da bütün ordusuyla Çaka'yı yakalamak için yola çıktığını yazıyor. Çaka ile I.Kılıç Arslan''ın karşılaşmasını Anna Komnena yine şöyle aktarıyor: "...Sultan yakına gelince, Çaka, kara ve deniz yanından düşmanların tehdidi altında olduğunu gördü. Kendisinin tezgâha koyduğu gemiler henüz bitirilmemişti. ... Çaresiz kaldı ve en iyisi gideyim sultanla buluşayım diye düşündü, çünkü onun başına imparatorun ördüğü çorabı bilmiyordu. Sultan onu görünce hemen hoşnut bir surat takındı ve onu dostça karşıladı. Sofrası her zamanki gibi hazırlandığında, yemeğini Çaka ile bölüştü ve onu bol bol içki içmeye zorladı. Sofra yoldaşının iyice şarap yükü aldığını görünce, kılıcını çekti ve onun böğrüne daldırdı. Çaka oracıkta cansız yere yıkıldı."

Çaka Bey'den günümüze kalmış doğrudan bir iz bulunmuyor. İzmir ya da Çanakkale'de anısına dikilmiş küçük bir anıt bile yok. Sadece Çeşme'nin gerisinde, Eski Çeşme ya da Çaka Bey köyü denilen yerde, çoğu yıkılmış kalıntıların arasında betondan yapılı bir küçük blok üzerine, geçen yıllarda geliş güzel yazılmış bir yazı var

Meric 01-02-2007 04:57

PİRİ REİS (1470..-1554)
Piri Reis eşsiz bir kartograf ve deniz bilimleri üstadı olmasının yanısıra, Osmanlı deniz tarihinde izler bırakmış bir kaptandır. Piri Reis, 1465-1470 dolaylarında, o dönemde Osmanlıların ünlü bir deniz üssü olan Gelibolu'da doğdu. On yaşlarına geldiğinde, dönemin bütün Akdeniz'de nam salmış ünlü korsanı olan, sonradan devlet hizmetine giren amcası Kemal Reis'in seferlerine katılmaya başladı.

Piri ve amcası Kemal Reis, uzun yıllar Akdeniz'de korsanlık yaptılar. 1486'da Granadar17;nın Osmanlı Devleti'nden yardım istemesi üzerine 1487-1493 yılları arasında Piri ve amcası, gemilerle Granadalı müslümanları İspanya'dan Kuzey Afrika'ya taşıdılar. 1499-1502 yıllarında Osmanlı Donanması'nın Venedik Donanması'na karşı sağlamaya çalıştığı deniz kontrolü mücadelesinde Osmanlı gemi komutanı idi. Piri Reis Akdeniz'de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları, daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti.

Piri Reis, 1511'de amcasının ölümünden sonra, bir süre için açık denizlere açılmadı ve Gelibolu'ya yerleşti. Burada, önce 1513 tarihli ilk dünya haritasını çizdi. Atlas Okyanusu, İberik Yarımadası, Afrika'nın batısı ile yeni dünya Amerika'nın doğu kıyılarını kapsayan üçte birlik parça, işte bu haritanın elde bulunan bölümüdür. Bu haritayı dünya ölçeğinde önemli kılan, Kristof Kolomb'un hala bulunamamış olan Amerika haritasındaki bilgileri içeriyor olmasıdır.

Piri Reis haritasını, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında ,1517'de padişaha sundu.

Bazı tarihçilere göre, Osmanlı padişahı dünya haritasına bakmış ve 'Dünya ne kadar küçük...' demiştir. Sonra da, haritayı ikiye bölmüş ve 'biz doğu tarafını elimizde tutacağız..' demiştir.. Padişah, daha sonra 1929'da bulunacak olan diğer yarıyı atmıştır. Bazı kaynaklarca, günümüzde bulunamamış olan doğu yarısını, Hint Okyanusu'nun ve onun Baharat yolunun kontrolunu ele geçirmek için Padişahın yapacağı olası bir sefer için kullanmak istediği bile iddia edilmektedir...

Piri Reis seferden sonra, tuttuğu notlardan Bahriye için bir kitap yapmak amacıyla Gelibolu'ya döndü. Derlediği denizcilik notlarını bir Denizcilik Kitabı (Seyir Kılavuzu) olan Kitab-ı Bahriye'de bir araya getirdi..

Kanuni Sultan Süleyman'in dönemi, büyük fetihler dönemiydi. Piri, 1523'deki Rodos seferi sırasında da Osmanlı Donanması'na katıldı. 1524'de Mısır seyrinde kılavuzluğunu yaptığı sadrazam Pergeli İbrahim Paşa'nın takdiri ve desteğini kazanınca, 1526'da gözden geçirdiği Kitab-ı Bahriye'sini Kanuni'ye sundu. Piri Reis'in 1526'ya kadar olan yaşamı Kitab-ı Bahriye'den izlenebilir. Piri Reis, 1528'de de ikinci dünya haritasını çizdi. Bugün elimizde olan Kuzey Amerika haritası bu haritanın bir parçasıdır.

Sonraki yıllarda, güney sularında devlet için çalışan Piri Reis, bu dönemde, Hint Kaptanlığı yapmış, Umman Denizi, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi'ndeki deniz görevlerinde yaşlandı.

Piri Reis'in Osmanlı donanmasında yaptığı son görev, acı olaylarla biten Mısır Kaptanlığı'dır. 1552'de çıktığı ikinci seferin son durağı Basra'da, tamire ve dinlenmeye muhtaç donanmayı bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır'a döndüğü için, burada hapsedi. Donanmayı Basra'da bırakması, Basra valisi Kubat Paşa'ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa'nın politik hırsı yüzünden 1554'te hizmette kusurla suçlandı ve idam edildi. Ne var ki O, yarattığı evrensel boyuttaki eserleri olan, iki dünya haritası ve çağdaş denizciliğin ilk önemli yapıtlarından birisi sayılan Kitab-ı Bahriye ile günümüzde de halen yaşamaktadır...
Öldüğünde 80 yaşının üzerinde olan Piri Reis'in terekesine devletçe el konuldu.

Osmanlı Türklerinde gerçek anlamda haritacılık Piri Reis'le başlar. Bu acemice, emekleyen bir görüntünün aksine, mükemmel bir çıkıştır. Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye adlı kitabı bir Türk'ün meydana getirdiği en önemli denizcilik eseri olarak dünyaca selamlanmıştır. Dünya haritası ve Kuzey Amerika haritasının çizimlerindeki isabet ve projeksiyon sistemindeki mükemmellik, tüm dünyada büyük hayranlık ve hayret uyandırmaktadır.


Piri Reis Haritası

Milli müzeler müdürü Halil Edhem Eldem, 1929 yılında, Topkapı Sarayı'nın eşsiz hazinelerinden biri olan Piri Reis haritasını ortaya çıkardı. Harita o sıralar İstanbul'da araştırma yapan Alman doğubilimci Prof. Paul Kahle tarafından incelenip, 1931 yılında Leiden'de toplanan 18. Doğubilimleri Kongresi'nde dünya bilim çevrelerine sunuldu. İstanbul basınında yer alan yazılardan sonra Ankara'ya taşınan harita, Atatürk ve tarihçileri tarafından incelendi. Atatürk'ün özel ilgi ve emirleri ile devlet matbaasında tıpkıbasımı yapıldı. Birinci Dünya Haritası adı ile anılan ve deve derisi üzerine çizilen, dokuz renkte boyanıp resimlenmiş harita 86 cm. boyundadır.

Üst kısmının genişliği 61 cm, alt kısmının ise 41 cm'dir. Dikkatle bakıldığında, haritanın sağ yanından boydan boya kopmuş olduğu göze çarpar. Alt kısmının genişliğinin kısa oluşu derinin olağan yapısındandır. Bu kopma dolayısıyla Birinci Dünya Harita'sından geriye Atlas Okyanusu'nun boydanboya iki kıyısı kalmıştır. İspanya, Fransa, Amerika'nın doğu kısımları ile Florida kıyıları, Antiller, Güney Amerika'nın doğu bölümü bugünkü haritalara yakın doğrulukta çizilmiştir. Harita tipik bir deniz haritasıdır. Enlem ve boylam çizgileri yerine rüzgar gülü ve yön çizgileriyle, efsanevi ve gerçekçi resimlerle süslenmiştir. Harita üzerinde yer adlarının yanı sıra, keşif tarihi, efsanevi bilgiler, haritanın oluşumu hakkında notlar vardır. Harita eşsiz bir tablo güzelliğine sahiptir. Görselliğin bu denli öne çıkması, eserin Osmanlı sultanına sunulacak olmasından kaynaklanmıştır. Haritada bulunan rüzgar gülü sayısı üçü küçük, ikisi büyük olmak üzere beştir.

Güney Amerika'nın kuzeybatı bölümünde yer alan satırlarda Piri Reis'in imzası açıkça okunur: " Bunu Kemal Reis'in biraderzadesi diye meşhur, Hacı Mehmet'in oğlu fakir Piri 919 (1513) Muharremülharamında Gelibolu şehrinde yazdı, Allah ikisini de affetsin."

Güney Amerika üzerinde okunan aşağıdaki satırlarda Piri Reis bilim adamlarına yakışan bir dürüstlükle haritasının kaynaklarını açıkça belirmektedir:

"Bu fasıl işbu haritanın ne tarikle telif olunduğunu beyan eder. İşbu harti misalinde harti asır içinde kimsede yoktur. Bu fakirin elinde telif olup şimdi bünyad oldu. Hususan yirmi miktar hartiler ve yappamondolar'dan (Mappa Monde), yani İskender-i Zülkarneyn zamanında telif olmuş hartidir ki rubu meskun anın içinde malumdur; Arap taifesi ol hartiye Caferiye derler anın gibi sekiz Caferiyeden ve bir Arabi Hint hartisinden ve dört Portukalın şimdi telif olmuş hartilerinden kim Sint ve Hint ve Çin hendese tarihi üzerine ol hartilerin içinde mesturdur ve bir dahi Kolonbo'nun Garp tarafından yazdığı hartiden bir kıyas üzerine istihraç edip bu şekil hasıl oldu; şöyle ki bu diyarın hartisi bahriler içinde nice sahih ve muteber ise, mezbur hartide dahi yedi derya ile sahih muteberdir."

Bu satırların üzerinde yer alan bölümde ise Amerika'nın keşfi ile ilgili bilgiler verilmekte ve son cümlesinde "Mezbur hartide olan bu karalar ve cezireler (adalar) kim vardır, Kolonbo'nun hartisinden yazılmıştır" denmektedir.

Haritayı çekici kılan yönlerden biri de budur. Colombus 1492-1504 tarihleri arasında Amerika'ya 4 kez sefer etmiş ve kıyıların haritalarını yapmıştır. Ancak bu haritaların hiçbiri günümüze ulaşmamıştır ve bugün sadece Piri Reis'in haritasının içinde yer alan bölümü ile yaşamaktadır. Colombus'la birlikte ikinci yolculuğa kılavuz olarak katılan Juan de la Cosa'nın 1500'de yaptığı dünya haritası, Contarini'nin 1506 tarihli dünya haritası ve Martin Waldseemüller'in 1507 tarihli dünya haritası (ilk defa bu haritada Kuzey ve Güney Amerika Asya'dan ayrı bir şekilde gösterilmiştir) Amerika kıtasının yer aldığı ilk haritalardır. Piri Reis'in haritası bu üç haritadan daha doğru olarak çizilmiştir. Prof. C. Hapgood tarafından yapılan araştırmalar sonucunda, Kahire'yi merkez alan hava fotoğrafları ile inanılmaz benzerlik taşıdığı görülmüştür. Erich Von Daeniken ise haritanın uzay gemilerinden çekilen fotoğraflardan yapılabileceği gibi sansasyonel bir görüş ileri sürmektedir. Antarktika dağlarının haritada yer alması ise ayrı bir bilinmezdir. Yüzyıllardır buzullarla kaplı bu dağlar 1951'de ses yansıtıcı bir sistemle keşfedilmiştir. Kısacası, Colombus'un Amerika'yı keşfinden sonra yapılan haritalar içinde en isabetlisi ve bugünkü moden haritalara uygunu Piri Reis'in haritasıdır. Projeksiyon sistemi şaşırtıcı derecede mükemmeldir.

Piri Reis'in ilk haritasının kayıp parçalarının aranması sırasında, Topkapı Sarayı Müdürü Tahsin Öz tarafından yeni bir harita bulundu. Ceylan derisi üzerine, sekiz renkte boyanmış Osmanlı tarzı süslemelerle bezeli çerçevesiyle göze çarpan bu harita da bir deniz haritasıdır. Piri Reis üslubunun tipik bir örneği olan harita 69-70 cm boyutlarındadır. Çerçevenin sadece kuzey ve batı kenarlarında bulunması, üzerindeki notların kenara gelen kısımlarının yarım kalmış olması, bu haritanın da bir kısmının yok olduğunu göstermektedir.

Bu nedenle elimizdeki harita Atlas Okyanusu'nun kuzeyini, Kuzey ve Orta Amerika'yı kapsamaktadır. Harita üzerinde hemen göze çarpan ve deniz haritalarının tipik özelliklerinden olan dördü büyük ve süslü, ikisi küçük altı rüzgar gülü ile iki mil ölçeği bulunmaktadır.

Haritada iki dikey ölçeğin altındaki dört satır, Piri Reis'in imza ketebesidir ve haritanın yapım yılını da ortaya çıkarır: "Bunu 935 (1528) yılında Gelibolu'da Reis Gazi Kemal merhumun biraderzadesi diye meşhur olan Hacı Mehmed'in oğlu fakir Piri Reis tamam etti. Bu iş muhakkak onundur." Bu ketebe Arapçadır. Ancak harita üzerindeki diğer notlar duru bir Türkçe ile yazılmıştır.

Bu haritanın da, ilki gibi bir dünya haritası olduğu öne sürülmektedir. Bizce harita bir dünya haritası değildir. Kaybolmuş olan kısımlardaki alan büyük olasılıkla alt kenarda (güney) Antarktika, sağ kenarda (doğu) İstanbul'u kapsamaktadır. Piri Reis, Osmanlı başkenti ile Yeni Dünya'yı büyük ölçekli bir haritada göstermek istemiştir. Bir diğer amaç, 1513 yılında saraya sunduğu haritadaki bilgileri yeni keşifler ışığında güncelleştirerek Kanuni'ye sunmak istemiş olmasıdır. Bir başka olasılık ise, Amerika kıtasındaki yeni keşiflere ilgi duyan Osmanlı Sarayı bu haritayı çizmek için Piri Reis'i görevlendirmesidir.

İlk haritada bulunan bazı hayali adaların bu haritada yer almaması, Amerika kıyılarının daha isabetli çizilmesi, deniz haritalarında yer alan limanların girinti ve çıkıntılarının abartılı olarak çizilmesi hatasına düşülmemesi, Yengeç Dönencesi'nin çok az hatayla çizilmiş olması (kopuk ve kayıp bölümde Ekvator ve Oğlak Dönencesi'nin de çizildiğine işarettir), ilk haritada göze çarpan efsanevi bilgi ve resimlerin bu haritada bulunmayışı, Piri Reis'in birincisinden daha doğru ve güncel bir harita oluşturma amacı güttüğünü ortaya koymaktadır.



Kitabı Bahriye

Büyük bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı olan Piri Reis, korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle birlikte kitabında anlatmış ve haritalarını çizmiştir. Kitab-ı Bahriye'nin nazımla yazılan ve denizcilikle ilgili tüm bilgilerin toplandığı başlangıç bölümünde, genel açıklamalardan sonra Ege ve Akdeniz adaları tanıtılarak denizle ilgili gözlem ve deneyim önemi vurgulanır. Fırtına, rüzgar çeşitleri, pusula ve haritanın tanımından sonra dünyayı kaplayan denizler ve karaların oranı belirtilir. Portekizliler'in denizcilikteki ilerlemeleri ve keşifleri, Çin Denizi, Hint Okyanusu, Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki rüzgarlar, Basra Körfezi, Atlas Okyanusu ayrıntılı biçimde anlatılır.

Düz yazı ile anlatımın başladığı haritalı bölüm asıl metni oluşturur. Bu bölümde Çanakkale Boğazı'ndan başlayarak Ege Denizi kıyı ve adaları, Adriyatik denizi kıyıları, Batı İtalya, Güney Fransa, Doğu İspanya kıyılarıyla çevresindeki adalara ilişkin tarihi, coğrafi bilgiler verilerek kuzey Afrika kıyıları, Filistin, Suriye, Kıbrıs ve Anadolu kıyıları izlenerek Marmaris'te tüm Akdeniz'in havzası noktalanır.


Kitabı Bahriye 'den Piri Reis'in önsözü

Özellikle , güneş gibi parıldayan ve ay ışığı gibi ışıldayan , Arap ve Acem sultanlarının sultanı ve Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olan Sultan Bayezid ( II ) Han'ın oğlu , Sultan Selim (I) Han'ın oğlu Sultan Süleyman (kanuni) Han ki ,

"Yüce Allah özellikle kendisinden inayetini esirgemesin, devletini güçlendirsin , ona zaferler versin , dünyanın yıkılacağı kıyamet gününe kadar oğullarına ömürler ve kuvvetler bahşeylesin"

Amin


Bu kitabın yazılış sebebine gelince , cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın yüce devletine ve mutluluklar bahşeden kapısına , zamanın bilgili kişileri , uğurlu hüdavendigarın sonsuz himmetleri ile isim ve şöhret sahibi olabilmek için , çeşitli bilim dallarında eserler vücuda getirmişlerdir.
Merhum Kemal Reis'in kardeşinin oğlu olan bu zayıf ve güçsüz Hacı Muhammed'in oğlu Piri Reis de , bu ümitle , padişah hazretlerinin feleğe benzeyen eşiğine , kuretinin yettiği ölçüde "denizcilik ilminden" ve gemicilerin sanatından yadigar olmak üzere bir kitap yazdım.Çünkü , bu ilimde , şimdiye kadar hiç kimse , böyle faydalı bir eser bırakmamıştır.


Piri Reis Müzesi

Çimenlik Kalesi içinde bulunan Piri Reis Müzesi'de, Piri Reis'in, Kitab-ı Bahriye'sini yazdığı tarihten itibaren değişik tarihlerde çizdiği üç adet Çanakkale Haritası, Dünya Haritası, Piri Reis'i yaşadığı devre ait Bayrak ve Sancaklar, Osmanlı resim sanatı olan Manzaralı Resim Sanatının üstadı Nasuh Matrak-çı'ya ait kitaplardan örnekler yer almaktadır.


Ve Bugünkü Piri Reis

Almanya'da 1978 yılında inşa edilen ve adını dünya denizcilik tarihinde saygın bir yeri olan Kaptan-ı Derya Piri Reis'ten alan gemi, kamuoyunda özellikle Ege Denizi'nde yaptığı araştırmalar sırasında Yunan gemileri tarafından uğradığı tacizle tanındı. Türkiye'nin denizcilik araştırmalarında ilk gemisi olan Piri Reis'in 10 personeli bulunuyor ve sefer sırasında 11 araştırmacı daha alabiliyor. Geminin üzerinde deniz canlıları, jeoloji, jeofizik, biyolojik araştırmalar yapacak ekipmanlar, bir laboratuvar ve haberleşme sistemleri yer alıyor.

Personel yetersizliği nedeni ile göreve çıkamayan Piri Reis, Urla İskelesi'ne çekildi.
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri Entitüsü Müdürü Prof. Dr. Mustafa Ergün, enstitüye bağlı Piri Reis Araştırma Gemisi'nin çalışmalarını yürütmekte eksik personel ve yetersiz ödenek nedeniyle zorlandığını söyledi.

İki haftalık sefer 20 milyar
Piri Reis'in çıkacağı iki haftalık seferin sadece yakıt ve iaşe bedelinin 20 milyar lirayı bulduğunu, bunu kendilerine ayrılan ödenekle karşılamalarının çok zor olduğunu kaydeden Prof. Dr. Mustafa Ergün, özel sektöre yaptıkları işler ve döner sermayeden elde ettikleri gelir ile açığı kapatmaya çalıştıklarını söyledi. Prof. Dr. Ergün, "Gemi 23 yaşında, yenilenmesi gerekiyor. 2-3 yıldır kriz nedeniyle ekipman alımımız durdu. Avrupa'da devlet bu tip araştırma gemilerini merkezileştirmiş ve büyük destek veriyor. Bizde bu yapılmadığı için örneğin deprem araştırmaları için yabancı gemileri çağırıyoruz" dedi

Meric 01-02-2007 04:58

Seydi Ali Reis
(1498 - 1563)


Seydi Ali Reis, yazdığı kitaplarıyla tanınan bir Osmanlı amiralidir. Barbaros Hayreddin Paşa’nın maiyyetinde yetişmiş, Preveze Zaferi’nde donanmanın sağ kanadına hükmetmişti. Aslen tersane kethüdası olduğundan bir deniz harekatında bağımsız olarak kumandanlık yapmamıştır. Ancak Basra’da bulunan donanmayı Süveyş’e getirmek üzere “Hind Kaptanı” tayin edildi. 1553 yılında başlayan bu görevi oldukça maceralı geçmiştir.

Şair de olan Seydi Ali Reis “Mir’atü’l - Memalik (Ülkelerin Aynası)” adlı eserinde başından geçenleri anlatır. “Muhit” adlı bir atlası, “Hülasatü’l - Hey’e (Astranominin Özeti)” adlı Arapça’dan bir çevirisi, “Mir’atı Kainat (Kainatın aynası)” adlı bir denizcilik kitabı vardır.

Seydi Ali Reis, Basra’da bulunan Osmanli Donanmasını Süveyş ‘e getirmek üzere Hind Kaptanı olunca önce gemileri tamir ettirdi. Böylece donanmayı oluşturan 15 kadırga yenilenmiş oluyordu. 5 ay uygun deniz mevsimini bekleyip 1554 Temmuz’unda yola çıktı. Abadan, Katif ve Bahreyn’i geçtikten sonra Hürmüz Adası’ndan Hurfakan’a geldi. Hind Okyanusu’nun bu hareketli sularında, birden 34 gemilik bir Portekiz donanmasıyla karşılaştı. Savaş, gece yatsıya kadar sürdü ve Portekiz donanmasından 2 gemi batırıldı. Ertesi gün yoluna devam eden Seydi Ali Reis Umman’ı geçince ikinci bir Portekiz donanmasına yakalandı. Bu sefer Portekizlilere zayiat verdirmekle birlikte bir kadırgası yandı, 5 kadırgası da battı. Elde kalan 9 kadırga ile Umman denizine yelken açtı. Böylece 3 yıl 7 ay sürecek bir maceralı seyahat başlamış oluyordu.

Meric 01-02-2007 04:58

"Evet; Barbaros bir korsan idi"

Her yıl 27 Eylül’de Hızır Hayreddin Reis’i hatırlarız milletçe; Preveze Deniz Zaferi’ni kutlarız. Bu vesile ile İstanbul’un Beşiktaş semtindeki Barbaros (Hızır Hayreddin Reis) anıtı ile türbesi arasındaki meydanda, denizcilerin tertiplediği resmî bir tören de yapılır. Buradaki anıt, Barbaros ile sağında ve solunda sanki gazâya atılmış korsanları temsil eden, heyecan ve hayret uyandıracak tarzda yontulmuş başarılı bir eserdir*.

Eskiden korsan denildiği vakit insanların zihninde şimdiki gibi denizleri kasıp kavuran tek gözü bantlı, çengel kollu vahşi adamlar hatıra gelmezdi. Galiba bu zıpçıktı korsan imajını Hollywood hayalhaneleri yarattı. Çünkü eski korsanlar hakikatte birer deniz akıncısı idiler ve şimdiki anlamda deniz haydutları için o vakitlerde "deniz haramisi, derya şakîsi, derya eşkıyası" gibi adlar kullanılırdı. Tarihimizdeki kara askerleri arasında atlı komando sınıfı demek olan akıncılar ne yapıyorsa, denizde de korsanlar onu yapıyordu. Osmanlı’ya hasım olan devletlerin ulaşımını engellemek, ekonomik güç ve etkisini zayıflatmak, ticaret kanallarını tehdit altında bulundurmak, yığınak yaptıkları bölgeleri ve askerî üslerini tahrip etmek, istihbarat ağı kurup bilgi toplamak vb. görevler hep korsanlardan beklenirdi. Bunlar Cezayir’de bulunan merkezlerinde Garp Ocakları adıyla teşkilatlanıp bütün Akdeniz’de karakollar gezdirir, kadırgalar devrinin Akdeniz’inde deniz devriyesi gibi çalışırdı. Korsanlar, Atlas Okyanusu’ndaki Osmanlı filolarının gözüpek leventleri idiler ve genellikle "gemici" anlamına olan leventlerden ayrı bir fonksiyon icra ederlerdi. Levent, denizci asker demekti, ama korsan, derya cengaverini karşılıyordu. Şimdiye göre düşünürsek korsanları herhalde SAT (Su Altı Taarruz) veya SAS (Su Altı Savunma) komandoları ile ölçmek, diğer denizci erlerden buna göre ayırmak gerekir.

Beşiktaş’taki Barbaros anıtında yer alan korsanların giyim kuşamına bakarak onların kaptan-ı derya maiyetinde bulunan çıplaklardan olduklarını söylemek mümkündür. Eskiden kaptan-ı deryanın koruma görevlilerine kaptanpaşa çıplağı(1) denilirdi. Bugünkü bodyguard karşılığı olarak istihdam edilen bu adamlar levent veya korsan kesimi kıyafetlerinden dolayı çıplak diye anılan ve kaptan-ı deryanın yakınından hiç ayrılmayan iri cüsseli, gözünü budaktan esirgemez fedailer olurdu.

Korsanlar arasında pek çok şair yetişmiş, hatta korsan türküleri diye edebiyat tarihimizde önemli bir külliyat bile oluşmuştur(2). Onların deniz ile olan âşinalıkları ruhlarında da belli bir romantizmi köpürtüyor olmalı ki yürekler dağlayan türkülerindeki hüzün çok zaman insanın gözlerini yaşartır. Kim bilir hangi kıyıdaki hangi sevda için denizin orta yerinde yanıp yakılan bu türküler kaç bağırda birden heyecan uyandırıyordu?!.. Kim bilir hangi hasret duygusu hangisine çocuğunu, hangisine kadınını, hangisine hiç sevdasını söyleyemeden denizlere açılmak zorunda kaldığı sahil güzelini hatırlatıyordu?!.. Yanarım yanarım, hep o vakitler düzyazının gelişmediğine yanarım. Düşünsenize bir, eğer bunca şiir söyleyen adamdan birkaçı duygularını nesirle anlatsaydı şimdi elimizde nice muhteşem romanlar, nice büyülü öyküler ve nice zengin senaryolar olurdu. Keşke korsanlardan birisi günlük tutmuş olsaydı!.. Hızır Hayreddin Reis’in "Gazavât-ı Hayreddin Paşa (3)" adıyla yazdırdığı savaş hatıralarının (ki kısmen resmî tarih sayılır) bir benzerini, sıradan bir korsan, kendi dünyası ve duyguları açısından kaleme alsaydı ve İnebahtı’da esir alınan Cervantes’in Don Kişot’u yerine biz şimdi filanca reisin maceralarını okuyor olsaydık.

* Yazık ki bu anıtta yer alan korsanlardan cadde tarafındakinin elinde bulunması gereken kılıç birkaç yıldır yerinde yoktur. Zavallı korsanın eli hayalî bir kabzayı kavrıyor gibi öylece boş durmaktadır. Bizim ilgili kurumlarımız Hızır Hayreddin Reis’in serdengeçtisinin eline bir kılıç da veremiyor ve o dağ gibi kahramanı komik duruma düşürüyorsa daha ne diyelim!.. Hele vasiyetinde "Kabrimi aydınlatınız!" buyuran bu en büyük amiralimizin türbesini kapalı tutuyor, içerisinde bir aydınlatmayı bile çok buluyorsak!..

(1) Vaktiyle Deniz Müzesi’nin kıyafetler salonundaki bir "kaptanpaşa çıplağı" olarak giyindirilmiş bir mankenin bilgi etiketinde "Naked of Captain Pasha" ibaresi yer alıyordu. Yani "Kaptan paşanın çıplak hali". Galiba tercümeyi yapan, çıplak kelimesinin koruma anlamını bilmediği için, üstelik de göğüs bağır açık bir cepken ile yalın ayak, baldırı çıplak bir poturlu mankeni görünce "adam gerçekten de çıplak" diyerek altına "Bodyguard of high admiral" yazması gerekeceğini hiç düşünmemiş olmalıydı. (2) bk. Şükrü Elçin, Akdeniz’de ve Cezayir’de Türk Halk Şairleri, Ankara, 1988 (3) bk. Ertuğrul Düzdağ, Barbaros Hayrettin Paşa’nın Hatıraları, c. I-II, İstanbul, 1973

Meric 01-02-2007 04:59

Cezayirli (Palabıyık) Gazi Hasan Paşa

Sayılamayacak kadar büyük başarılara imza atan Gazi Hasan Paşa, ülkemizde ilim ve eğitimin yayılması, donanma ve tersanede ehliyetli, çağdaş mühendislik bilgilerine sahip kişilerin çalışarak başarılı olması amacıyla,1773 senesinde, Haliç'te, Tersane-i Amirenin Darağcı semtinde, büyük maçunanın bulunduğu mahalledeki bir gözde, Tersane Hendesehanesini kurmuştur. Burası 1784'te Mühendishane-i Bahri Hümayun, 1795'te Mühendishane-i Berri-i Hümayun, 1883'te Hendese-i Mülkiye mektebini doğurmuş ve İstanbul Teknik Üniversitesi, Deniz Harp Okulu ve Yüksek Denizcilik Okulunun kuruluşlarına ön ayak olmuştur.

Çeşme deniz savaşından sonra Rus donanması, Aleksis Orlof, Spiridof ve Elfinston filoları ile Ege denizine hakim olmuşlardı. Amaçları sonunda Çanakkale boğazını ele geçirmekti. Aleksis Orlof, Başkomutan durumundaydı. 12 temmuz 1770 günü Elfinston, Çanakkale boğazına hücum etti. Ancak istihkamlar tahkim edildiğinden ve top atışları başarılı olduğundan Ruslar geri çekilmek zorunda kaldılar. Bunu üzerine Ruslar bölgeye hakim olan Limni adasını ele geçirmek için Limni kalesini muhasara ve bombardımana başladılar (20 temmuz 1770). Çanakkale boğazı muhafızı Ali Paşa'ya muhasara haberi iletilerek acele imdat istendiği halde bir ay süreyle hiçbir yardım gönderilmemiş, ancak Cezayirli Hasan Paşa İzmir'den Çanakkale'ye gelerek imdada koşmaya teşebbüs etmiştir.

Limni kalesinde 400 Türk bulunmaktaydı. Kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar da savunmaya yardım ediyorlar, kale bedeninden topladıkları taşları taşıyarak, hücum eden Rusların üzerine atıyorlardı. İngiliz ve İsveçli gönüllüler de muhasara eden Ruslara yardım ediyorlardı. Kale teslim olmaya yanaşmayınca 4000 kişilik bir kuvvet kuşatmaya katılmak için karaya çıkarılmıştı. Muhasara uzadıkça Limni kalesinde yiyecek, su ve cephane bütün bütün azalmaya başladı. İmdat gelmesinden ümit kesilince kaleyi teslim şartlarını Rus elçilerle müzakereye başladılar.

Cezayirli Hasan Paşa, Limni adasına yardıma gitmek üzere kendisine asker ve tekne verilmesini İstanbul'a iletti. Baron de Tott bu fikre karşı çıkarak başarı şansı olmadığını söylediğinde, ricali devletten aldığı cevap şu oldu: "Harekat başarılı olursa mesele yok. Ancak muvaffak olmazlarsa birkaç bin serseriden kurtulmuş oluruz. "

Sonunda İstanbul'dan bir Hattı Hümayun gelerek Limni'ye yardım edilmesi için Ali Paşa'nın 2000 nefer, Kaptan-ı Derya Cafer Paşa'nın 1000 nefer kalyoncu vermesi emredildi. Cezayirli Hasan Paşa, donanmadan ayrılmış olan 1070 kalyoncuyu yanına alarak Seddülbahir Kalesi'ne gitti. Kendisine verilecek olan diğer 2000 askeri 7 gün bekledikten sonra durumu Ali Paşa'ya bildirdi. Tekrar kendisine vaatlerde bulunuldu. Sonunda vakit kalmadığını düşünerek kalyoncuların kayıklara binmesini emretti. Birkaç çektiri ve firkate bu kayıkları himaye ediyordu. Bütün kayık ve gemi adedi 23 parça idi. 1070 kalyoncu neferi ile gece karanlığından istifade ederek 5-6 ekim arası denize açılıp yelken bastılar. Rüzgar fırtınaya çevirip, firkate kaptanları daha ileri gitmelerinin tehlikeli olacağını rapor ettiklerinde bunlara önem vermedi. Böyle havalarda Rus kalyonlarının karakol görevi yapmayacağını kestirmişti. Limni adasının kuzeyinden geçerek Yüzbaş Limanı'na girdi.

Askeri kıyıya çıkararak kayık ve gemilere Çanakkale'ye dönmelerini emretti. Askerlerine bu teknelerin asker getirmek üzere gönderildiğini söyledi. Ayrıca geriye dönüş olanağını ortadan kaldırmıştı. Kazanmaktan başka çıkış yolları kalmamıştı. Cebri yürüyüşle Limni Kalesi'ne doğru yaklaştı. Yolda muhasara altında olan Türklerin kaleyi teslim teklifini kabul ettiklerini, kaleye beyaz çarşaf çekildiğini, ancak Rusların henüz kaleye girmediğini öğrendi. Yerli Rumlara altın vererek gidip Ruslara 12.000 düzenli asker geldiğini haber vermelerini istedi.

Başlangıçta Ruslar bu habere inanmadılarsa da gece yapılan sürpriz baskın üzerine paniğe kapılarak büyük kuvvetler karşısında olduklarını sandılar. Bozularak gemilerine kaçtılar. Kaçamayanlar ya esir ya da telef oldular. Hasan Paşa kaledeki beyaz çarşafı indirip yerine kendi sancağını çektirdi. Denize dökülen Rusların Lilmni'de başarı şansları kalmadığının anlaşılması üzerine donanmaları da çekilmek zorunda kaldı. Kale hemen onarıldı ve tahkim edildi. Ruslar bir süre sonra kaleye gelen yardımın gerçek gücünü öğrenince Limni Kalesi'nin önüne tekrar geldiler ve karaya asker çıkarmaya kalkıştılar. Ancak morali düzelmiş olan Türkler karşısında bir kez daha başarısızlığa uğrayarak, geri çekildiler ve gemilerine binip uzaklaştılar.

Padişah bu zafer üzerine Hasan Paşa'ya altın bir çelenk ve murassa kılıç göndermiştir. Bundan böyle bütün belgelerde gazi ünvanı ile anılmıştır.

Gençliğinde Cezayir Ocaklarına yazılmış, orada yükselerek Tlemsen beyliği, daha sonra Çanakkale Boğaz Muhafız ve Seraskerliği yapmıştır.

Çeşme faciasında kapudane rütbesiyle bulunmuş, bu yenilgi sırasında gemisiyle büyük kahramanlık göstermiş, üç ambarlı bir Rus gemisini batırmıştır. İnabahtı yenilgisinde başarılı olan Uluç Reis'e benzer durumda, başarılarından dolayı Kaptan-ı Deryalığa getirilmiştir (Ekim 1770). 27 Şubat 1774 günü azledilerek Anadolu Valiliğine ve bir süre sonra Rusçuk Seraskerliğine atanır.

1774 yılı temmuz ayı sonunda tekrar Kaptan-ı Deryalığa getirilir. 1775'te Akka kalesini geri alır. 1787'de Mısır Kölemen beylerini Kahire'den kovar. 1789'da Rus donanmasını Karadeniz'de mağlup eder. 1789'da azledilerek Tuna cephesine memur edilir. Özi Seraskeri olur. İsmail kalesini büyük bir başarı ile savunarak Rusları yener.

3 aralık 1789'da Sultan III. Selim, Cezayirli Hasan Paşa'yı takdir ederek sadrazamlığa getirir. 77 yaşında olan Hasan Paşa bu önemli görevde üç ay kalır. Kış mevsiminde orduyu düzenlemekle uğraşırken hastalanarak 1790 yılı martında, 29'u 30'a bağlayan gece humma-i muhrika'dan dolayı vefat etmiş ve Şumnu'da Bektaşi tekkesine gömülmüştür

Meric 01-02-2007 04:59

Turgut Reis

Ünlü bir Türk denizcisidir. Menteşeli fakir bir köylünün çocuğu olarak, Bodrum yarımadasının batısında bulunan Karabağ köyünde dünyaya geldi. Önceleri çobanlık yaptı. Sonra bir korsan gemisine levent yazıldı. Kısa zamanda reis oldu ve Barbaros'un yanına girdi. Preveze zaferinde görevini başarıyla gerçekleştirdi.

1540'da Salih Reis ile beraber esir düşerek Cenova'ya götürüldü. Üç yıl gemilerde forsa olarak çalıştırıldı. 1543'de Cenova'yı kuşatan Barbaros tarafında ikisi de kurtarıldı. Turgut Reis yine Akdeniz'de korkulu akınlara başladı. Bu arada Cerbe adasındaki üssü bir birleşik Avrupa donanması tarafından basıldı. Turgut Reis yağlı kızaklarla gemilerini adanın arka tarafından denize indirdi. Fakat kendisini çekemeyenler yüzünden gerektiği şekilde mükafatlandırılmadığı için, Osmanlıların hizmetinden çıkarak Tunus Beyi hesabına çalışmaya başladı.

Kanuni Sultan Süleyman'ın valilik vaadi üzerine 1554'de Trablus'u aldı. Ama valilik yine kendine verilmedi. Ancak Edirne'de padişahın atının dizginlerini tutup vaadini hatırlatarak istediği mevkii kopardı. On bir yıl bu görevde kaldı. 80 yaşındayken donanmanın komutanı olarak katıldığı Malta savaşında şehit oldu. Trablus'a gömüldü

Meric 01-02-2007 04:59

Burak Reis

1488'de Mısır seferinde kadırga reisi olarak görev alan Burak Reis'in doğum yeri ve hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur.

II. Beyazıt (Yıldırım) devrinde gerçekleşen Osmanlı-Venedik savaşında, Kaptan-ı Derya Küçük Davut Paşa idaresinde Kemal Reis ile birlikte İnebahtı (Lepanto) açıklarında yapılan deniz savaşında (Temmuz 1499) bulundu.

1498 yılı Türklerle Venedikliler arasında savaşların başladığı tarihtir. Venediklilerin karşısına iyi hazırlanmış eksiksiz bir donanma gücüyle çıkmak isteyen Osmanlılar 1000'er kişi taşıyabilen, her biri 2500 tonluk iki büyük savaş gemisi yaptırmış ve kaptanlılarına da Burak ve Kemal Reis'ler getirilmişti.

Donanma İnebahtı'ya yaklaştığında, Burak Reis, Venedik amiralleri Albon Armenio ve Pietro Loredano'nun üzerine hücum edip gemisine aborda olmaları sonucunda gemisini teslim etmemek için her iki tarafına rampa etmiş olan Venedik gemileriyle birlikte kendi gemisini ateşe verdi ve şiddetli rüzgarın da yardımıyla alevler kısa zamanda birbiri içine girmiş durumda bulunan her üç gemiyi birden sardı. Burak Reis'in kadırgası (göke?) da diğer iki düşman gemisiyle (karaka) birlikte sulara gömüldü. Burak Reis şehit olurken (28 Temmuz 1499) mürettebatından ancak 90 kadar denizci Brodano (Sapienza) adasına çıkarak kurtulabilmişti. Buna karşılık düşman en büyük iki gemisini ve en değerli iki amiralini kaybetmişti. Türkler bu savaşın olduğu yerdeki adaya, bu yiğit, vefalı Türk denizcisinin anısına duydukları büyük saygıyı devam ettirmek amacıyla "Burak Reis" adını vermişlerdir. Bu savaşa daha sonra Burak Adası Deniz Savaşı dendi

Meric 01-02-2007 05:00

Oruç Reis (Baba)

En büyük Türk denizcilerindendir. Ebu Yusuf Nurullah Yakub'un oğlu. Midilli'de doğdu. Hızır ve İlyas Reis'lerin ağabeyidir. Yunanca, Arapça, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızca'yı öğrendi. Kardeşi İlyas Reis ile birlikte deniz ticareti yaparak hayata atıldı.

Böyle bir sefer sırasında Rodos şövalyelerine esir oldu. Esirlikten kurtulunca Memluklu Sultanı Kansu Gavri'nin hizmetine girdi ve Mısır ince donanmasının başına getirildi. Mısır donanmasıyla birlikte İskenderun körfezinde bulunduğu sırada Rodosluların saldırısına uğradı.

Yavuz Selim'in ağabeyi Sultan Korkut'tan büyük yardım gördü ve Korkut Çelebinin verdiği 18 oturaklı bir gemiyle korsanlığa başladı. Bu gemisi de Rodoslular tarafından ele geçirildi. Korkud Çelebi ona 22 oturaklı bir gemi daha verdi. Oruç Reis İtalya kıyılarını yağmalamaya başladı. Yavuz Sultan Selim padişah olunca (1512) Anadolu kıyılarını bırakarak İskenderiye'ye gitti. İskenderiye'den sonra Cerbe adasını kendisine merkez yaptı. Kardeşi Hızır Reis de burada kendisine katıldı. Kısa zamanda Fransa ve İtalya arasındaki sulara hakim olunca Avrupa devletleri endişelendiler.

Tunus Sultanı Mulay Muhammed ele geçirecekleri ganimetten 1/8 pencik ve 1/50 liman vergisi vermeleri şartıyla Oruç Reis'e Halk-ül Vad kalesini verdi. Buradan yapılan çıkışlarda İspanyol ve İtalyan gemilerini ele geçirdi, kızıl saçlı ve sakallı olması sebebiyle İtalyan ve İspanyollar tarafından Barbarossa adı verilen Oruç Reis'in ünü bütün Batı Akdeniz'e yayıldı.

Bicaye kalesine sığınan İspanyol gemileriyle yaptığı bir çarpışma sırasında kaleden atılan toplarla kolundan yaralandı. Bu yaralı kolu daha sonra kesildi. Piri Reis'in emrinde 6 gemiyi İstanbul'a yolladı. Piri Reis, Yavuz Sultan Selim'e Oruç Reis'in gönderdiği hediyeleri sundu. Yavuz Sultan Selim de Oruç Reis'e elmas kabzalı iki kılıç, iki hil'at ve iki gemi gönderdi. Bu sırada Oruç Cicelli kalesini ele geçirdi. Bicaye kalesini de ele geçirmek için çatıştıysa da başaramadı. Cicelli'ye geri döndü. Burada Berberi kabileleri arasındaki anlaşmazlıklara karıştı; berberi reislerinden Abdülaziz ile Kuko Ahmet arasındaki anlaşmazlıkta Abdülaziz tarafını tuttu, böylece berberiler arasındaki nüfuzu arttı. Cezayir şehri halkı kendilerini İspanyollardan kurtarması için Oruç Reis'e başvurdu.

Oruç Reis Cezayirlilerin bu çağrısını kabul etti; 21 gemi ve karadan da 500 kişilik birlikle Cezayir üstüne yürüdü (1516). Kısa zamanda şehre hakim oldu. İspanyollar Cezayir limanı ağzında bulunan adaya (Penon d'Alger) çekilmek zorunda kaldılar. Cezayir'in Oruç Reis'in eline geçmesini istemeyen İspanyollar Don Diego de Vera kumandasında 180 parçalık donanma ve 15.000 kişilik bir ordu ile şehri almak istedilerse de başaramadılar. Oruç Reis İspanyolların müttefiki olan yerli kabileleri yendi ve Cezayir'in 150 km batısındaki Tlemsen kalesini ele geçirdi. Cezayir'de yönetimi düzenlemek için kardeşleriyle iş bölümü yaptı. Cezayir'in doğu kısmının yönetimini Hızır Reis, batı kısmının yönetimini ise Oruç Reis üstüne aldı. Bütün ülkede nüfus ve arazi sayımı yapıldı. İspanyol nüfuzu altında bulunan Tlemsen hükümdarlarına bağlı olan Kal'atül Kıla ve sonra da Tlemsen alındı.

İspanyollar Tlemsen'i Oruç Reis'den geri almak ve eski hükümdarı tekrar başa geçirmek için Don Martin d'Argote kumandasındaki bir kuvveti Cezayir'e yolladılar. İspanyollar önce Kal'atül Kıla'yı aldılar. Oruç Reisin kardeşi İshak İspanyollar tarafında şehit edildi.

Daha sonra Marki de Comares komutasındaki bir ordu Tlemsen'i kuşattı. Oruç Reis İspanyolların ve onlarla işbirliği yapan yerlilerin saldırılarına karşı 6 aydan daha fazla bir süre dayandı. Sonra yanında kalan 40 kadar adamıyla kaleden çıktı. İspanyol hatlarını yardı. Arkasından gönderilen Garcia de Tineo kumandasındaki İspanyollar ile Salado ırmağında yapılan son bir savaşta şehit oldu

Meric 01-02-2007 05:00

Salih Reis

Kanuni Sultan Süleyman zamanında Akdenizdeki savaşlarda ün kazanmış kahraman denizcilerimizden biridir.
Tunus'un alınmasında gösterdiği yararlıklar, denizcilik tarihimizin şanlı sayfalarını iftiharla doldurmaktadır.

Salih Reis Biga'da doğmuştur. Avrupalılarca ünlü bir tarihçi sayılan Hammer yazdığı kitabın ikinci cildinde bu kahraman için ayırdığı satırlarda kısaca şunları anlatmıştır: "Salih Reis, Trovanın bir köyünde (Kazdağı) eteğinde doğduğu için çocukluğunda Yunanlılarla Trovalıların savaşlarını duymuş ve kendisini sonraları en yiğit korsanlar derecesine çıkaran kahramanlık meziyetlerini işte bu tarihi toprakların göğsünden almış çok değerli bir Türk denizcisidir" diyor.

Salih Reis, Akdenizde yıllarca korsanlık etmiş bir kahramandır.
Turgut Reis'le birlikte, korsika adasının bir küçük limanında iken, Andrea Dorya'nın ani bir baskınına uğrayarak esir edilmiş ve üç yıl düşman kadırgalarında forsa, yani kürek mahkumu olarak kalmıştı.

Barbaros Hayreddin Paşa'nın yardımı ile esirlikten kurtulan Salih Reis, Akdenizde büyük işler başarmıştır.
Turgut Reis'le birlikte Tunus'un alınmasında başarılı yararlıklar göstermiştir.
Bu hizmetlerine karşılık olarak 1556 da kendisine beylerbeyi rütbesi verilmiştir. Bu suretle paşalık kazanan Salih Reis Türk denizcilik tarihinde sadece "Reis" adı ile anılmaktadır.
Bunun tek sebebi, kendisinin ünvan düşkünü olmayan bir denizci meziyeti taşımasıdır. Bu ünlü denizci 1566 yılında ölmüştür

Meric 01-02-2007 05:00

Çengeloğlu Tâhir Paşa

XIX. Yüzyıl Osmanlı imparatorluğu'nun ünlü ve yiğit denizcisidir. Soyca, Trabzon ve Giresun'da dallan bulunan bir ailedendir. Cezâyir-i Garp Ocağı'nda yetişti. Yakını Halil Kaptan'ın gemisiyle uzun deniz yolculuklarına çıktı. Böylece deniz ve denizciliği öğrendi. Daha sonra adı geçen kaptana damat oldu. İstanbul'a gelip tersaneye girdi. Çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle az zamanda çok sevgi topladı. Kendisine önce Kapudâne-i Hümâyûn (Oramirallik), arkasından mîr-i mîrân (beylerbeyi) rütbesi verildi.

1827'de Osmanlı deniz kuvvetlerinin büyük kısmı, onun emir ve kumandası altındaydı. O yılın 20 ekiminde Batılı saldırganlarla, onlardan hiç de geri kalmayan Ruslar, işbirliği yapmış durumdaydılar. Bir rivayete göre Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa da el altından onlarla uyuşmuştu. Navarin limanında demirli savaş filomuza dost gibi yanaşıp ufak bir olay çıkardılar. Denizcilerimizin buna tepkisini bahane ederek, alçakça ve var güçleriyle saldırdılar. Gafil avlanmıştık. Sekiz bin şehit verdik. Gemilerimizin aşağı yukarı hepsi yandı. Çengeloğlu Tâhir Paşa ölümü hiçe sayarcasına savaşarak, bu ateş çemberinden güç belâ birkaç gemiyle çıktı. Saldırgan devletlerinin mesul adamları, bu kahpece baskının suçunu paşaya yüklemeye kalkıştılar. Sultan II.Mahmud, Doğulu ve Batılı emperyalistlerin bu "yavuz hırsız"lığına kulak asmadı. Hiç tereddüt etmeden, İngiltere ve Fransa'yla siyasî münasebetleri kesti. Ruslar'ın beklediği de zaten buydu. Fırsat bu fırsat deyip hemen harp ilân ettiler. Sonuç bizim için kötü oldu. Bu biraz da tabiî idi. Çünkü Navarin'de elli yedi gemi kaybeden donanmamız, bu büyük eksikliğini tamamlamadan Karadeniz'de üstün olamazdı. Savaş Edirne Antlaşması'yla (15 aralık 1829) bitti.

Daha sonra II. Sultan Mahmut, donanmamızı canlandırmaya kalkıştı, ilk iş olarak Çengeloğlu Tâhir Paşa'yı, kapdân-ı derya yaptı. Deniz ve denizcilik âşıkı, kahramanlık timsali Çengeloğlu, bu makam için biçilmiş kaftandı. Bahriyenin her şeyiyle candan ilgileniyordu. Gemilerin sağlamlığından, deniz subaylarının yemek yiyişlerine kadar her meselenin üzerinde titizlikle duruyordu.

II. Sultan Mahmut öldükten sonra, yerine geçen oğlu Sultan Abdülmecid de Çengeloğlu'na değer vermeyi ihmal etmemiş, onu 1841'de gene kapdân-ı deryalığa getirmişti. Bu makamda bir süre kaldı, önce Edirne, sonra Bosna valiliğine gönderildi. Bu hizmetteyken de 1847'de (1266 H.) öldü. Na'aşı İstanbul'a getirildi. Mezarı, Eyüp'te lisenin önündedir. Burası duvarları parmaklıklı bir aile kabristanıdır

Meric 01-02-2007 05:01

Küçük Hüseyin Paşa

Osmanlı kapdân-ı deryâsıdır. 1758 yahut 1759'da doğdu. Çerkeş veya Gürcü. Silâhdar İbrahim Paşa'nın aracılığıyla küçük yaşta saraya sokulmuş, enderûn-ı hümâyûn'da iyi bir eğitim görmüştür. Bu arada III.Sultan Selim'e, şehzadeliğinde hizmet etmiştir. Doğrulanmayan bir söylentiye göre de onun süt kardeşiymiş.

Bir süre sonra mabeyincilik, tebdilcilik ve başçuhadarlığa yükseltilmiştir. 1789 ekiminde mühr-i hümâyûn'u Rumeli'deki Cezayirli Gazi Palabıyık Hasan Paşa'ya götürmek emrini aldı. Bu emanetin tesliminde sadrâzam paşa, Hüseyin Ağa'yı bağış ve hediyelere boğdu, İstanbul'a dönüşünde padişahın gözündeki itibarı az zamanda çok arttı. Bunu, Topkapı Sarayı'nda geçtiği anlaşılan bir olaya ait 1792 tarihli bir vesikadan öğreniyoruz.

O sırada Ege denizinde Rum korsanlarının yapmadığı kötülük ve vurmadığı gemi yoktu. Bunların en azılısı Lambro'ydu. Bu haydut Rus bandıralı gemilerle dolaşmaktaydı. III. Sultan Selim, Küçük Hüseyin Paşa'ya bunların temizlenmesini irade etti. Paşa, ufak bir savaş filosuna demir aldırıp korsanların cirit oynadıkları Ege denizine açıldı. Günlerce Lambro' nun peşinde dolaştı. Herifi birkaç defa kıstırdıysa da ne yazık ki tutamadı. Ama onun sağ kolu sayılan Karakaçan'ı suç ortaklarıyle birlikte yakaladı, İstanbul'a dönüşünde Yalıköşkü'ne yaklaşırken Karakaçan ve arkadaşlarını baştardanın direklerine astırdı.

III. Sultan Selim, bu başarıya çok sevindi. Paşa'ya "Bir kıt'a hançer-i murassa ve bir semmûr kürk" armağan etti. Arkasından da Esma Sultan'la "Dünya evine girme" işi törenine başlanıldı. Çok şenlik içinde bir düğün yapıldı. Baş davetli padişahtı. Bu sırada Vidin'de ayaklanma olmuştu. Ruslar, kendi kuvvetleriyle olayın bastırılması için, izin istediler. Sadrâzam Safranbolulu İzzet Mehmed Paşa "Devletin iç işlerine karışmak" olacağını ileri sürerek bu istediği reddetti. Ayaklanma bölgesine de Küçük Hüseyin Paşa'nın gönderilmesinin uygun olacağını padişaha arzetti. III.Sultan Selim, bunu müsbet karşıladığından "Sen ki kapdân-ı deryam ve serasker-i zafer-rehber Hüseyin Paşa'sın, sana her veçhile hüsn-ü nazar-ı şahanem berkemâl olmağla göreyim seni me'mûr olduğun işbu maslahat-ı ehemm-i sabıka itmamına bezl-i makdûr eyleyesin. Cenâb-ı Hak muvaffak eyleye. Amin" satırlarını taşıyan hatt-ı hümâyûn'la bu önemli görevi Küçük HüseyinPaşa'ya verdi.

Paşa, 10 nisan 1798'de Vidin'e gitmek üzere İstanbul'dan yola çıktı. Ayaklanma bölgesine Mustafa, Seyyid Ali ve Tepedelenli Ali gibi Osmanlı vali paşaları da gelmişlerdi. Vidin, karadan orduyla, Tuna'dan "ince donanma"yla kuşatılmıştı. Asi Pazvandoğlu Osman Ağa, bu durumda pek çok kere "Aff-ı şahane" isteğinde bulundu. Hepsi İstanbul'a duyuruldu. Gelen cevaplar tenkile devamı emrediyordu. Kuşatma ve çarpışmalar uzun sürdü. Osmanlı ordusu Rumeli'nin bu hayduduna karşı bir şey yapamıyordu. Bu arada çarpışmaların birinde Osmanlı komutanlarından biri maktul düştü. Küçük Hüseyin Paşa da yaralandı.

Olayın başlıca sorumlusu Seyyid Ali Paşa'ydı. Çünkü, Pazvandoğlu'yla el altından uyuşmuş, kuvvetlerini de Küçük Hüseyin Paşa'nın emri olmadan geri çekmişti. Vali Paşa'nın bu ihaneti kendisine idama kadar götürdü. Bu sırada imparatorluk, öteki ucundan bir saldırıya uğradı: Napolyon, Mısır'a asker çıkarmıştı. Çok zor duruma düşen Bâbıâlî, donanmanın başına geçmek üzere Küçük Hüseyin Paşa'yı acele İstanbul'a çağırdı. Paşa da Pazvandoğlu Osman Ağa'yı affettirip, ayaklanma işini tatlıya bağladıktan sonra döndü.

İstanbul'a gelen Küçük Hüseyin Pasa hemen donanmayla Akdeniz'e açıldı. Mısır sahillerini kuşatan İngiliz donanması ile birleşti. Napolyon, kurtuluşu kaçmak ta buldu. Daha sonra altı bin kadar askeri karaya çıkardı. 10 temmuz 1801'de Kahire'ye girdi. Gavrî Sarayı'nda Mısır ileri gelenlerini toplıyarak III. Sultan Selim adına fetih hutbesini okuttu. Mısır kalesinin anahtarlarını da mühürdanyla padişaha gönderdi. III. Sultan Selim'in sevinci sonsuzdu. Kıymetli Paşa'sı devletin yüzünü ağartmıştı.

Küçük Hüseyin Paşa, 1801 aralığında İstanbul'a döndü, iki yıl kadar gene Ege denizinde dolaşmaları oldu. 1803'te hastalandı. Verem olmuştu, yatağa düştü. Ümitsizlik içersinde vasiyetnamesini yazdı. Gırtlağına kadar borç içindeydi. Padişahtan bunların ödenmesini yalvararak istedi. Çok iyi bir insan, hassas bir kalbe sahip hükümdarın söz konusu isteğe verdiği cevap şöyledir: "Kapdân-ı Derya Paşa huzurlarına selâm ederim. Nicesin? Huda'ya emanet olasın. Hemen Hakteâlâ şifâlar ihsan eyleye. Kâğıtlarını gördüm, niçin böyle vesveseye zâhip olmuşsun. Alimallah hekimbaşı yemin ediyor, hayf olunacak bir şeyi yokdur deyû. Hem maazallah öyle bir şey olsa ben seni hiç borçlu yatırdır mıyım? Inşaallah sen bana çok hizmet edersin. Böyle kuruntuları derûnundan çıkarub ilâca dikkat, hekimlerin sözlerine mümanaat itmiyesin. Kendini sıcak tudasın. înşâallah sıhhat bulursun"

Küçük Hüseyin Paşa, hergün biraz daha çöken imparatorluğumuzun devrimci ricalindendi. Osmanlı donanmasında temelden değişiklik yapıp, düzen veren de odur. 1803'ün 8 Aralığında öldü. Eyüpte Mihrişâh Valide-Sultan türbesinin yanına gömüldü

Meric 01-02-2007 05:01

Uluç Ali Paşa

Cerbe'de acı bir mağlubiyete duçar olarak Akdeniz hakimiyetini Osmanlı Donanması'na teslim eden Hristiyan devletler, yeniden müttehit bir donanma vücuda getirerek, Akdeniz hakimiyeti için yeniden Osmanlı Donanması'nın karşısına çıkıyorlardı.

Devrin Padişahı İkinci Selim, Türk Donanması'na layık olduğu ilgiyi göstermemişti. Nitekim, Haçlı donanmasına karşı sefer emri verdiği zaman, enderundan yetişmiş Pertev Paşa'yı Serdar, Yeniçeri Ağası Müezzinoğlu Ali Paşa'yı da Derya Kaptanı olarak donanmanın başına getirmişti. Osmanlı Donanması'nda Uluç Ali gibi meslekten yetişmiş, deniz cenginde pişmiş reisler vardı. Fakat bunların tavsiye ve teklifleri dikkate alınmıyordu.

Nitekim, Uluç Ali'nin "Personel eksik ve kifayetsizdir. Düşman ile çatışmayı bahara bırakmalıdır. Şayet mutlaka savaşılmak isteniyorsa, sahile yakın değil, açık denizde Haçlı donanması karşılanmalıdır." teklifi, derya kaptanı tarafından "Ben padişahın donanmasına kaçtı dedirtmem. Sahili tutarak cenk etmek muvafıktır" cevabı ile karşılandı.

Haçlı donanma, 6 Ekim 1571'de Papa-Venedik-İspanya filolarından müteşekkil olmak üzere, Kefalonya'nın Pilaros limanından hareket etti. Lepanto istikametine doğru seyretti. Bu donanma, (100) nakliye gemisi, (6) Mavuna, (209) Kadırga, (70) Bikate'den mürekkep muazzam bir armada idi ve başında Beşinci Şarl'ın gayrimeşru çocuğu Don Juan Austrias bulunuyordu. Haçlı donanmasının hemen hepsi yeni gemilerden müteşekkildi. Venedik mavnaları ise, devrin en kudretli gemileri olup, her birinde gemicilerden başka (500) muharip vardı.

Osmanlı Donanmasına gelince; (103) Kadırga, (96) kaliteden mürekkep olan bu armada, devrin yeniliklerinden mahrumdu. Filo, personel bakımından zayıftı. Sipahiler ile Yeniçerilerin bır kısmına izin verilmiş, bir kısım asker de kaçmıştı. Böyle bir durumda bulunan Osmanlı Donanması, 7 Ekim sabahı Lepanto ağzında Haçlı filosu ile karşılaştı. Sağ cenahtaki filoda İskenderiye Beyi Şolok Mehmet, merkezdeki filoda Serdar ile Derya Kaptanı, sol cenahtaki filoda Cezayir Beylerbeyi Uluç Ali Paşa bulunuyordu. Nihayet iki filo arasında top düellosu, biraz sonra da rampa ile birbirine kenetlenen gemilerde kanlı bir boğuşma başladı. Şolok Mehmet heybetli bir Venedik kadırgasına bindirdi. Fakat, Haçlı tekneleri direkteki komuta forsunu görerek Şolok Mehmed'in kadırgasına saldırdılar. Mürettebat diğer kadırgalarla boğuşurken, Şolok Mehmet tek başına Venedik kadırgasının bütün mürettebatını kılıçtan geçirdi. Ortada canlı hiç kimse kalmadı. Kendisi de 10 yerinden yara alarak şehit oldu.

Derya Kaptanı Müezzinoğlu Ali Paşa da, Haçlı filosunun Amiral gemisine çatmıştı. Müezzinoğlu, deniz cengindeki bilgisizliğine mukabil, göğüs göğüse dövüşte emsalsizdi. 10 şövalyeden mürekkep bir muhafız kordonunun himayesine sığınan Amiral Don Juan'ı, maiyeti ile birlikte önüne katmış, baş tarafa doğru sürüyordu. Don Juan canını ancak Ali Paşa'nın bir kurşun isabeti alarak yıkılmasıyla kurtarabildi. Ali Paşa'nın Baştardesinin grandisine Don Juan'ın sancağı çekildiği zaman muharebenin neticesi de belli olmuştu. Serdar Pertev Paşa'ya gelince, forsu gören haçlı gemileri, bu gemiye çullanmışlardı ve batırmışlardı. Pertev Paşa denizde, enkaz arasında çabalayıp duruyordu. Kendisi zorla kurtarılabildi.

Uluç Ali Paşa, 38 kadırgası ve 23 kalitesi ile Derya Kaptanı'nın hareketine uymadı. Filosunu Güney'e çevirerek engine dümen kırdı. Karşısında bulunan Jan Andrea Dorya, Uluç Ali Paşa'nın, Haçlı filosunu arkadan çevireceğini sanarak, o da filosunu Güneye çevirdi. Şimdi iki filo muvazi olarak seyre başladılar ve ana filodan gittikçe uzaklaştılar. Bir müddet sonra Uluç Ali hızını azalttı. Jan Andrea Dorya, Türk kürekçilerinin yorulduklarını sanarak kendi hızını kesmedi ve Uluç Ali Paşa'dan da uzaklaştı. Uluç Ali Paşa filosunu süratle geri döndürerek bir fırtına gibi haçlıların merkez filosuna saldırdı. Fakat, Osmanlıların sağ cenah ve merkez filoları daha başlangıçta fena idare edildiklerinden faik vaziyete geçemediler ve kamilen eriyip bitti. Bir kısmı da karaya düştü. Uluç Ali Paşa, 61 gemilik filosu ile 285 parça gemi arasında bir intikam kılıcı gibi işledi. Güneş batarken, 35.000 kahraman gemici mezarlarına kavuşmuşlardı.

Don Quchotte (Don Kişot) sahibi Servantes'in de katıldığı bu muharebe, Deniz tarihinin en kanlı muharebelerinden biri idi. İkinci Selim Lepanto'da bir kılıç gibi işleyen Uluç Ali Paşa'ya (Kılıç) lakabını vererek, onu kaptan-ı derya yaptı ve hatayı tamire çalıştı. Fakat Lepanto ile Osmanlı Donanması mağlup olmuş, Akdeniz hakimiyeti kaybedilmeye başlanmıştı.

Uluç Ali Paşa ertesi sene bir donanma teşkili ile Akdenize açıldı. Tunus'u tekrar zaptederek mağlubiyetin acılarını ve tesirlerini kısmen hafifletmeye çalıştı. Fakat Osmanlı Donanması için gerileme safhası başlamıştı.

Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, 21 Haziran 1587'de hayata veda etti. Büyük Türk denizcilerinin son halkasını teşkil eden Kılıç Ali Paşa, 80 yaşlarındaydı ve 15 yıldır Türk deniz kuvvetlerinin başında bulunuyordu. Onun ölümünden sonra Türk denizciliği, belirsiz olmakla beraber, bir duraklama devresine girdi.

Meric 01-02-2007 05:01

Kemal Reis

Osmanlı Donanmasına hocalık ederek bu filoyu harekete geçirmek maksadıyla, İkinci Beyazıt, Akdeniz'deki Türk korsanları İstanbul'a çağırmıştı. Bu korsanların arasında sadece şahsı, bir donanma değerinde korkunç ve müthiş Kemal Reis de bulunuyordu. Kemal Reis İstanbul'a gelirken rastladığı adalara yaptığı akınlarla ve Malta Adası'na saldırıp aldığı esirlerle İkinci Beyazıd'ın huzuruna çıktı. Getirmiş olduğu hediyeler o kadar çok ve paha biçilmez şeylerdi ki, bunlar bir imparatorluk hazinesi değerinde idi. Bu sıralarda Ege Denizi'nde Santuroğlu lakabı ile anılan, asıl ismi Piyer do Buson olan Rodos Senjan şövalyelerinin amirali Türk sahillerini basıyor, ticaret yapan gemilere nefes aldırmıyordu. Santuroğlu Rodos filosundan başka, Venedik gemilerini de etrafına toplamıştı. Senjan ocağının bu amirali Ege'de rakipsiz oluşunu; İkinci Beyazıd'ın Türkiye'yi denizden çekmiş olmasına ve korsanlarımızın da İspanyol mezalimine karşı Endülüs Müslümanlarının imdadına koşarak, Batı Akdeniz'i Gaza sahası olarak seçmiş olmalarına borçlu idi. Bu sıralarda Osmanlı Hükümeti, İstanbul'daki vakıflardan biriken zengin bir hazineyi Hicaz'a göndermek istiyor, fakat deniz ve kara yolunun emniyetsiz oluşu sebebiyle buna cesaret edemiyordu. Kemal Reis, kulağına çalınan bu haber üzerine hazineyi İskenderiye'ye götürmeyi teklif etti. Bu teklif Osmanlı Devlet adamları tarafından hayretle karşılandı. Çünkü, Ege'de Santuroğlu'na karşı Kemal Reis meydan okuyabilir miydi?

Osmanlı Devlet adamlarının da, Osmanlı denizcilerinin de hayretleri arasında Kemal Reis, 1498 baharında Gelibolu'dan hareketle denize açıldı. Kemal Reis, Santuroğlu'nun dönüşte hatırını sormak üzere Sen Jan filosuna gözükmedi bile. Hazineyi İskenderiye'ye çıkardı ve dönüş için Ege'ye dümen kırdı. Santuroğlu da, Kemal Reis'in yolunu bekliyordu. Nihayet Kemal Reis, Santuroğlu'nun filosunu uzakta görünce, gemilerindeki yelkenleri, direkleri, komutan fors ve fenerlerini indirerek filosunu savaş nizamında kürekle sevk etmeye başladı. Sen Jan filosu iki kolona halinde dizilmişti. Kemal Reis de aynı savaş nizamında ilerliyordu. Kemal Reis Sen Jan filosuna yaklaşınca gemilerini tek hat (Pruva) nizamına aldı ve Santuroğlu'nun kolonaları arasına girdi. Kolonalar arasına girer girmez de, muharebe geri dönüşü ile beraber seyirle seyretmeye ve gemilerinin her iki borda toplarını da kullanarak Sen Jan donanmasına mermi yağdırmaya başladı.

Kemal Reis, böylece her iki borda toplarını da kullanarak Santuroğlu donanması top adedine eş bir top adedi ile dövüşmekte idi. Tabii, Santuroğlu kolonalarındaki gemilerin bir bordalarındaki toplar savaşa giremiyorlar, tek borda topları ateş edebiliyordu.

Kemal Reis'in ilk savurduğu salvo, Sen Jan filosunun amiral gemisini bir anda havaya uçurdu. Santuroğlu, donanmasının akıbetini görmek ve Kemal Reis'i tanımak fırsatına kavuşamadı. Çünkü ilk anda vücudu amiral gemisi enkazı ile birlikte havaya uçtu. Başsız kalan gemilerin üç beş tanesi de haklandıktan sonra diğerleri üzerine rampa edilerek zaptedildi. Sen Jan filosu içerleri esirlerle dolu olduğu halde, Türk gemilerinin yedeğine bağlandı.

Kemal Reis'in filosu, İstanbul'a gelip Dolmabahçe önüne inerken, İkinci Beyazıt ve vezirleri, senelerdir görmekten mahrum oldukları ihtişamlı bir manzarayı zevk ve hayranlıkla seyrediyorlardı. Esirler gemilerin güvertesinde elleri arkalarına bağlı olarak dizilmişlerdi. Rodos ve Venedik bandıralar (zaptedilmiş olan gemilerin direklerine ; Türk Sancağının ve Kemal Reis'in forsunun altına çekilmişti). Hristiyan dünyasının senelerce tanımış olduğu Kemal Reis'i İkinci Beyazıt ve vezirleri de tanıdılar.

Derya kaptanlığı makamının önemi, Osmanlı Hanedanı tarafından hiçbir zaman layıkı ile anlaşılamadı. Bu makam, ya gözden düşmüş vezirlere sürgün yeri, ya damat vezirlere ikbal makamı olarak liyakatsiz ellere tevdi edildi. Donanmanın sevk ve idaresi Kemal Reis'e verildiği halde derya kaptanlığı makamı kendisinden esirgendi.

Ecnebi muharrirlerinden bir kısmı bu Amiralimizi Barbaros'la kıyaslandırarak onun kadar değerli bir denizci olduğunu kabul etmektedirler

Meric 01-02-2007 05:02

Seydi Ali Reis

Seydi Ali Reis, yazdığı kitaplarıyla tanınan bir Osmanlı amiralidir. Barbaros Hayreddin Paşar17;nın maiyyetinde yetişmiş, Preveze Zaferir17;nde donanmanın sağ kanadına hükmetmişti. Aslen tersane kethüdası olduğundan bir deniz harekatında bağımsız olarak kumandanlık yapmamıştır. Ancak Basrar17;da bulunan donanmayı Süveyşr17;e getirmek üzere r0;Hind Kaptanır1; tayin edildi. 1553 yılında başlayan bu görevi oldukça maceralı geçmiştir.

Şair de olan Seydi Ali Reis r0;Mirr17;atür17;l - Memalik (Ülkelerin Aynası)r1; adlı eserinde başından geçenleri anlatır. r0;Muhitr1; adlı bir atlası, r0;Hülasatür17;l - Heyr17;e (Astranominin Özeti)r1; adlı Arapçar17;dan bir çevirisi, r0;Mirr17;atı Kainat (Kainatın aynası)r1; adlı bir denizcilik kitabı vardır.

Seydi Ali Reis, Basrar17;da bulunan Osmanli Donanmasını Süveyş r16;e getirmek üzere Hind Kaptanı olunca önce gemileri tamir ettirdi. Böylece donanmayı oluşturan 15 kadırga yenilenmiş oluyordu. 5 ay uygun deniz mevsimini bekleyip 1554 Temmuzr17;unda yola çıktı. Abadan, Katif ve Bahreynr17;i geçtikten sonra Hürmüz Adasır17;ndan Hurfakanr17;a geldi. Hind Okyanusur17;nun bu hareketli sularında, birden 34 gemilik bir Portekiz donanmasıyla karşılaştı. Savaş, gece yatsıya kadar sürdü ve Portekiz donanmasından 2 gemi batırıldı. Ertesi gün yoluna devam eden Seydi Ali Reis Ummanr17;ı geçince ikinci bir Portekiz donanmasına yakalandı. Bu sefer Portekizlilere zayiat verdirmekle birlikte bir kadırgası yandı, 5 kadırgası da battı. Elde kalan 9 kadırga ile Umman denizine yelken açtı. Böylece 3 yıl 7 ay sürecek bir maceralı seyahat başlamış oluyordu

Meric 01-02-2007 05:02

BARBAROS HAYRETTİN PAŞA

Barbaros Hayreddin Paşa (1467-4 Temmuz 1546), Osmanlı tarihinin ünlü denizcilerindendir. Hayreddin Paşa, Akdeniz’de Osmanlı egemenliğini pekiştirmiş, ortak Avrupa donanmasını Preveze Deniz Savaşı'nda yenmiştir.

Barbaros Hayreddin Paşa’nın asıl adı Hızır’dı (Hızır Reis). Ona Hayreddin adını, hizmetinde bulunduğu Kanuni Sultan Süleyman verdi. Avrupalılar ise onu, sakalının kızıla çalması nedeniyle Barbarossa ya da Barbaros (kızıl sakal) olarak adlandırdılar.

Hayreddin Paşa, Eceovalı (Gelibolu) bir sipahinin oğluydu. Genç yaşta kardeşleriyle birlikte deniz ticareti yaparken, Ege Denizi'nde Rodos Şövalyelerine tutsak düştü. Serbest kaldıktan sonra, yaşadığı olaydan dolayı tüccar yerine korsan olmaya karar verdi. Akdeniz kıyılarına akınlar düzenledi ve ganimetlerle elde etti. Cebre Adası’nı üs olarak kullanan Hızır Reis ve ağabeyi Oruç Reis’in ünü bütün Akdeniz’e yayıldı. İki kardeş Tunus Sultanı Muhammed ile anlaşarak Tunus’taki Halkü’l-Vadi (La Gaulette) limanını kullanmaya başladı. Hızır ve Oruç, ele geçirdiği ganimetin beşte birini Tunus sultanına veriyor, kalan malları Tunus pazarında satıyorlardı.


Barbaros'un İstanbul'un Beşiktaş semtindeki heykeliHızır ve Oruç 1512'de ele geçirdikleri yüklü bir gemiyi armağan olarak Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'e gönderdiler. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim de onlara verdiği desteğin bir ifadesi olarak armağanlar yolladı. Oruç ve Hızır, ağabeyleri İshak'ın da kendilerine katılmasından sonra korsanlıkla yetinmeyip Kuzey Afrika'da toprak edinmeye başladılar. 1516-1517'de İspanyollara karşı savaştılar ve Tenes, Tlemsen ve Oran kentlerini ele geçirerek Cezayir'i denetimlerine aldılar. Oruç Reis Cezayir hükümdarı ilan edildi. İspanyollar ertesi yıl Cezayir’i geri almak için Araplarla birleşerek saldırıya geçtiler. Bu savaşta İshak ve Oruç öldürüldü. Güç durumda kalan Hızır Reis, Yavuz Sultan Selim’den yardım istedi. Yavuz Sultan Selim, Hızır Reis’i Cezayir beylerbeyliğine atayarak koruması altına aldı. Hızır Reis, ortak Avrupa kuvvetler karşısında kara savaşlarında yenilerek Cezayir’i kaybetti. Ama deniz gücünü koruyarak Şerşel Adaları’na çekildi.

Barbaros 1520-25 arasında Avrupa’nın Akdeniz kıyılarını vurarak büyük ganimetler elde etti. 1530’da Cezayir'i yeniden ele geçirdi. Ertesi yıl Şerşel'e baskın düzenleyen Cenevizli Amiral Andrea Doria’yı yenilgiye uğrattı. Kanuni Sultan Süleyman’ın Alman seferi sırasında Andrea Doria’nın Mora kıyılarına saldırması Osmanlıları güç duruma düşürdü. Bunun üzerine Kanuni, Barbaros'u İstanbul'a çağırdı ve 1533’te "Hayreddin" adını verdiği Hızır Reis’i Osmanlı donanmasının başına (kaptan-ı derya) getirdi.

Barbaros Hayreddin Paşa 1534'te Akdeniz’e açıldı ve İtalya kıyılarını yağmalayıp Tunus'u ele geçirdi. Ancak Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanması karşısında Tunus'u bırakmak zorunda kaldı ve ertesi yıl İstanbul'a döndü. 1536'da daha güçlü bir donanmayla yeniden Akdeniz'e açılan Barbaros, İtalya kıyılarını vurdu ve Ege Denizi'ndeki Venedik adalarını Osmanlı topraklarına kattı. Osmanlıların Akdeniz’deki denetiminin artması üzerine, Papalık, Venedik, Ceneviz, Malta, İspanya ve Portekiz gemilerinden oluşan bir Haçlı donanması kuruldu ve başına Andrea Doria getirildi. Osmanlı donanması ile Haçlı donanması 1538’de Preveze Körfezi önlerinde karşılaştı. Barbaros Hayreddin Paşa, tarihe Preveze Deniz Savaşı olarak geçen buradaki savaşta Haçlı donanmasını yenilgiye uğrattı. Bu zafer Osmanlı Devleti’nin Akdeniz'deki egemenliğini pekiştirdi.

Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlken, Preveze’nin öcünü almak için 1541'de Cezayir'e saldırdıysa da başarılı olamadı. Bu arada Fransa Kralı I. François, Şarlken'e karşı Osmanlılardan yardım isteyince, Kanuni gücünü göstermek için Barbaros’u Fransa’nın Akdeniz kıyılarına gönderdi. Barbaros, Toulon'da Fransız donanmasıyla birleşerek 1543'te Nice'i aldı. Ertesi yıl İstanbul’a dönen Barbaros Hayreddin Paşa, [[4 Temmuz] 1546’da burada öldü. Beşiktaş'ta ki türbesine gömüldü.

Barbaros Hayreddin Paşa’nın anısına 1941-43’te İstanbul’un Beşiktaş semtinde dikilen Barbaros Anıtı, ünlü heykelciler Ali Hadi Bara ile Zühtü Müridoğlu tarafından yapılmıştır.Beşiktaş'taki Kadıköy seferlerini yapan iskeleye Beşiktaş Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi adı verilmiş ve bu iskele mimarlar Erkan İnce ve M.Hilmi şenalp tarafından Osmanlı Mimarisi tarzında yenilenmiştir.

Constantin 04-02-2007 18:14

teşekkürler

bjk_savas81 21-03-2008 12:04

paylasım için saol

suvaribey 02-02-2009 20:25

bu isimlerin hepsi İDO nun bütün deniz otobüsleri feribot vs hepsine verilmiştir

Strike EagLe 16-08-2009 03:55

Adminim bu mükemmel paylaşım ve sarfettiğiniz emek için çok teşekkür ediyorum. Geçmişini bilmeyenin geleceği olamaz..

Yasin Toygar 22-12-2009 22:31

Paylaşımın için teşekkürler .. Faydalı bilgiler :)


Türkiye`de Saat: 22:12 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580