Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/)
-   Din ve İlahiyat (http://besiktasforum.net/forum/din-ve-ilahiyat/)
-   -   Cinler (http://besiktasforum.net/forum/din-ve-ilahiyat/20058-cinler/)

imparator 27-01-2007 15:15

Cinler
 
CıÜüinler

Cinlerle ilgili bilgiler doğrudan ve işaret yoluyla verilmektedir. Hadislerin ışığında açıklanma gerekirse insan benzeri varlıklardır. Yeryüzünde yaşadıkları gibi göğe de yükselebilirler. Bizim anladığımız manada ateşsel değil ışınsal yaratıklar olması muhtemeldir.Işığın enerjiye dönüştürülmesinde sağlanacak ilerlemelerle birlikte onlarla ilgili bir sır perdesininde kalkması beklenilmektedir.
Cinlerinde erkeği ve dişileri olduğu gibi onlarda ürerler ve ölürler. Akıl ve irade sahibidirler. Onlar da insanlar gibi emir ve yasaklara uymak Allah'a ibadet etmek için yaratılmışlardır. İnsanların peygamberleri onlarında peygamberleridir. Cennetle de nimetlendirilecekleri olduğu gibi Cehennemle de azablandırlacak olanları vardır.
Yeryüzündeki çalışmaları devam etmekle beraber, peygamberimizden sonragökyüzüne çıkıp bilgi edinme girişimleri, koruyucu melekler ve delici alevlerle engellenmiştir.
Farklı kültürel seviyelerdedir. Hz.Süleyman devrinde ileri derecede bilimsel ve sanatsal etkinlikleri görülmüştür. Ordu da yer aldıkları gibi, mühendislik, ustalık ve dalgıçlık görevi yapmışlar, heykeller, büyük havuzlar ve sabit kazanlar inşa etmişlerdir.
Günümüzde laboratuvar düzeyinde çalışmaları yapılmakta olan, eşyanın ışınlamasına sahip bilgiyi onlar bundan üçbin yıl önce elde etmişlerdi. Geçen bu kadar süre içinde teknolojilerinde ilerleme kaydetmedikleri düşünülemez elbette. Çağımızda görüldüğü söylenen ufolar, uçan daireler, merihliler'i n onlar olmadığı ne malum. Yeryüzü medeniyetine katkıda bulunduklarını veya bulunacaklarını, Hz.Süleyman örneği önümüzde iken söylememek mümkün mü?
Işınsal vücut yapılarından kaynaklanan hızları, engelleri aşma özellikleri yönündeki üstünlüklerinin yanısıra, mantık ve muhakeme yönünden insanlardan hayli geridirler. Ancak insanların anarşi çıkarma, kan dökme gibi bazı olumsuz özellikleri daha belirgindir.
"Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi." (Bakara Suresi 30)
Cinler, ne geleceği bilerler ne de kendileri dışında olan olayları bilebilirler. Gayb bilgisi Allah'a mahsustur.

imparator 27-01-2007 15:15

"De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler"
(Neml Suresi 65).

Medyum, cinci ve falcıların aracılığıyla onlardan edinilecek gelecek ve geçmişe ait bilgilerle hayatı yönlendirmeye kalkışmak onlara ibadettir, ilkelliktir, çağ dışılıktır. Allah Resulü'nün ifadesiyle Kur'an-a inançsızlıktır, inkara yuvarlanmaktır. Öyle veya onlardan alınacak bilgiler İslam hukukuna göre geçersizdir. Doğruların içine ekledikleri yanlışlara güvenilebilinir mi? Hangisi doğru hangisi yanlış bilinebilinir mi? Bir kere bir ikileme düşüldükten sonra çıkılabilinir mi?
Cinlerin insanları görmelerine bir mani yoksa da vücut yapılarımızın farklılığı sebebiyle insanların onlarla işitilebilir ve görülebilir fiziksel bir beraberliğe girmelerinde engeller bulunmaktadır. Bunun yanı sıra peygamberler ve seçilmişlerin kendilkeri ile görüştükleri gerçektir. Doğruluklarına artık neredeyse kuşku duyulmayacak şekilde çoklukla yaşanan, belki de siz şu satırları okuyanlarında yaşadığı ve yaşanmaya devam eden olaylar, bir cin maskaralığı olan ruh çağırma oturumlar ve benzeri müşahedelere dayanan çeşitli TV kanallarının gizemli adlar altında yayınladıkları istisnai olaylar insanlarla cinler arasında ilişki kurulabileceğine bir kanıt olarak niye kabul edilmesin ki?
Bu arada unutulmasın ki, onların hep görülmez olmadığını düşüncesine saplanmayalım. Bazı şeytanlaşmış insanların varlığı malumlarınızdır. Bu tip insanlardan Allah'a sığınılması Kur'an da açıklanmaktadır.
"O sinsi vesvesenin şerrinden, O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden) Allah'a sığınırım!" (Nas 4-6)
Bilmediğimiz yöntemlerle zarar verme kapasitesine sahip şeytanlaşmış cinler vesvese verebilir, kalplerimize şer tohumları ekebilirler. Dinimizde haram olan büyü türü işleri oyunlarına alet edebilirler. Ancak şu unutulmamalıdır ki mahiyeti bilinmeyen fısıldamalar dışında hayatımıza müdahale yetkileri yoktur. İnançlarını yaşayan, Allah'ı zikreden ve kendilerinden Allah'a sığınan müminler üzerinde cinlerin hiç mi hiç etkileri yoktur.
"Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır. Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! " (Nahl 98-100)

imparator 27-01-2007 15:15

BATI DÜNYASINDA CİNLER

Paganlarda, putperestlerde tanrılardan daha alt kademede bulunan,doğaüstü varlıklar olarak kabul edilir Demon "Daemon" olarak adlandırılırlar. Antik Yunanlılar bunları ruhsuz, yapışkan ve rahatsız edici varlık kabul edilirlerdi. Romalıların Larves adını verdikleri cinler ise ruhsal bir bozulmanın, ruhsal bir çürümenin sonucu sayılırlardı. Ölen insanın gölgesinin bir cine "demon" dönüştüğüne inanırlardı. Eflatun Daemonlar'ı ölülerin ruhları sayardı. Başlangıçta tarafsız olarak kabul edilirlerdi. Zamanla bir ayırıma gidildi. İyi olanları koruyucu, kötü olanlar ise Şeytan'ın hizmetkarı sayıldı. Sonunda Demon sözcüğü neredeyse şeytanla eş anlamlı sayılır oldu.


Cin Ömrü Uzunluğunun Bilimsel Açıklaması
"Ruh, İnsan, Cin" - Ahmed Hulûsi

Cinlerin ömürleri, insanların ortalama ömür süreleri olan 70 senenin yaklaşık 10 ila 13 katı, yâni 700 ile 1000 sene arasında değişmektedir. Ancak bazı CİNlerin ömürlerinin 1400 seneye yakın bir zamanı kapladığı da bu sahada ihtisas sahibi olan kişilerce belirtilmektedir.
Onların ömürlerinin bu kadar uzun olması, yaşam şartlarının bizden başka bir şekilde olmasına, hızlarının insanınkinden çok çok yüksek olmasına bağlı bulunmaktadır.
Bunu imkânımız ve müsbet ilmin gelişmeleri nisbetinde açıklamaya çalışalım.
Bugün fizikte "öz zamanın kısalması" denilen son derece şaşırtıcı bir durum tüm günümüz ileri bilim çevrelerince kabul edilmiş durumdadır. Bu olayı basit bir şekilde anlatmak gerekirse; "hız yükseldikçe, zaman yavaşlar. Hız, belirli bir noktaya ulaştığında ise zaman durur" şeklinde özetleyebiliriz...
Bunun açıklamasını ünlü fizikçi Paul Langevin şöyle yapmıştır:
"Bir taşıtın içindeki insanla birlikte, yeryüzünden ışık hızının 20.000`de biri kadar bir hızla ayrıldığını düşünün... Bu taşıt ve içindeki insan, taşıt içindeki kendi zamanı ile tam bir yıl süreyle dünyadan uzaklaşıyor... Bir senenin sonunda ise çark ediyor ve dünyaya geri gelmeye başlıyor... Ve sonuçta dünyaya geri döndüğü zaman kendi öz zamanına göre iki sene geçmiş iken, dünyanın tam iki yüz yıl ihtiyarlamış olduğunu, dünya üzerinde üç neslin değişmiş bulunduğunu görüyor.."
İşte bu durum onun çok yüksek hızda yaşamış olmasından ileri gelmektedir...
Evet, Cinler ise yapıları, madde kaydıyla kayıtlı olmamaları dolayısıyla sürekli olarak yüksek hız içinde yaşamaktadırlar. İşte bu hızları dolayısıyla da, onlar, bizim 70 yıllık ömrümüz kadar bir zamanı kendi öz zamanları içinde yaşadıkları zaman; bu süre bizim hızımıza bağlı zaman boyutu itibariyle 700 sene civarına ulaşmaktadır...
Buna göre, boyutumuzun zaman ölçüsü ve hızına göre insanın ortalama 70 yıl yaşadığını ve Cinin ömrünün de bize göre 700 sene civarında olduğunu kabul edersek, çok basit bir hesapla hızlarının içinde yaşadıkları boyutta bize göre en az on misli daha fazla olduğunu fark ederiz..
Bilmem bu şekilde Cinlerin insanlara göre neden çok daha uzun ömürlü olduklarının sebebini izah edebildim mi?..
Bize göre ömürleri bin sene olan fakat kendi öz zamanları itibariyle de gene yetmiş sene yaşamakta olan CİN adıyla tanımlanan varlıklar mevcut olduğu gibi...
Maddenin atom çekirdekleri içinde gerçek enerji alış-veriş etkenleri olan (ve dışta da kendi kendine parçalanarak "u" mezonlarını meydana getiren) "pi" mezonları da İKİ MİLYARDA BİR SANİYELİK ömre sahiptirler!!!..
Kozmik ışınımlarda ortaya çıkan "u" mezonları ise yer atmosferinde çoğu defa birkaç kilometre ve bazen de on kilometreden fazla yol alırlar ve dönüşürler... ya da bizim tabirle ölürler...
İşte bu yukarıda çok basite indirgeyerek açıkladığımız bilimsel gelişmeler kamuoyuna açıklandıktan sonra Amerika`da sinema dünyası, bunu hemen perdeye aktarmış ve yukarıda anlattığımız "LANGEVİN GEZMENİ" diye bilim dünyasında bilinen bilimsel buluşa dayalı olarak bundan bir süre önce sinemalarda seyrettiğimiz "Maymunlar Cehennemi" ile "Maymunlar Cehennemine Dönüş" adlı filimleri çevirmişlerdir... Daha sonra da aynı esasa dayalı olarak pek çok senaryoya bağlı filmler çorap söküğü gibi birbirini takip etmiştir...
.....

imparator 27-01-2007 15:15

ıÜüCin Çarpması Nasıl Bir Hadisedir?

Cinlerin tasallutu kendi bünyeleriyle ilgilidir. Yaratılış olarak dumansız ateş tabir ettiğimiz şuurlu bir enerji kütlesi olan cinler, kendi bünyelerinden bir çeşit ışın olan manyetik akımlar ve enerjiler çıkarırlar. İnsan, bir molekül yığını olmasına rağmen o da birçok ışın üretir ve yayar. Hatta her insanın vücudu belli bir frekansta enerji dalgaları yayar, bu dalga boylarıyla insanlar arasında dostluklar kurulur, düşmanlıklar oluşabilir. Yalnız, cinler de insanlar gibi farklı yapılara, değişik ırklara mensupturlar. Su, ateş, hava, toprak karakterli çeşitli cin toplulukları vardır, bu karakterleri yaşadıkları ortamdan ve yerlerden kaynaklanır.

İnsan vücudu, kişiden kişiye değişen hassasiyette yaradılmıştır. Tıb ilminde tesbit edilen akupunktur noktalarında olduğu gibi, insanın manyetik akım, ışın ve şua alan çeşitli vücut bölgeleri vardır. Bazı insanlarda bu yerler doğuştan kapalıdır. Ne kadar manyetik akım ve enerji göndersen de almaz. Kimi insanlarda da bazı bölgeler hassas olabilir, gerek bir büyü sonucu, gerek tabiatta serbest dolaşan enerji akımlarından, gerek manyetik bulutlardan, gerekse doğrudan bir cinnî tesir sonucu rahatsızlık meydana gelir. Ortaya çıkan bu açıklık ve menfezden manyetik akım vücuda yerleşir. Evvelâ insanın sinirlerine, beyin sistemine tesir eder. Bu sefer, vücudun ürettiği enerji ve elektrik akımı düzensiz hâle gelir, en gelişmiş röntgen makinelerinin çekemediği, tesbit edemediği manyetik yaralar ve ağrılar ortaya çıkabilir. Manyetik akım, zamanla hücre düzenine tesir edebilir, biyolojik bazı rahatsızlıklara da yol açtığı gibi, kişi artık psikolojik bir hasta durumundadır. Vücutta meydana gelen, beyindeki sinir tahribatı belki bazı tıbbî ilâçlarla tedavi edilebilir. Ama, hangi sebepten olursa olsun insan vücuduna yerleşen manyetik akım, ışın veya şua o bölgeden alınmalı, izale edilmelidir. Burada devreye, yaratılıştan metafizik âlemle irtibatlı, medyumluk özelliği olan insanlar ve büyük âlimler ile Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet edilen dualar devreye girer. Yalnız, sinirlere, beyne tesir eden şeyin manyetik bir akım veya maddî bir sebep olduğunu tesbit etmemiz gerekir.

Doğuştan gelen bir kabiliyet olarak elinde, gözlerinde manyetik enerji yoğunluğu olan kişiler, insanların hangi bölgelerinin hassas olduğunu, menfezlerin nerede bulunduğunu, hangi yerden akım aldığını ânında tesbit edebilir. Cinler, tesir ettikleri kişileri, böyle insanlardan uzaklaştırmaya çalışırlar. Çünki, kendi manyetik akımlarını ancak, dualar ile manyetik okumalar ve müdahaleler giderebilir.



imparator 27-01-2007 15:16

ıÜüCin ve Şeytanın Farkları

Burada dikkat edilmesi gereken nokta; cinler, insanın doğrudan beynine, aklına, düşünce sistemine nüfuz edebilir, o bölgeleri tesir altına alabilir. (Korku, endişe, ürperti, hayal kurma gibi olaylarda olduğu gibi) Şeytan ise farklıdır, o yaratılış gereği kalbe ve inanç merkezine nüfuz eder. Kalbin yanında bulunan lümme-i şeytaniye denilen yerde, devamlı surette insana vesvese verir, onu ifsad etmeye çalışır. Şeytan, en büyük düşman olduğu halde, gerektiğinde cinleri, gerektiğinde habis ruhları, gerektiğinde ise insî şeytanları kullanarak, kötülüklerini bunlar vasıtasıyla sergileyerek varlığını insanlara unutturmaya çalışır. Bu gaflet hâlinden kurtulmak için, insanın inancı kuvvetli, düşünce ufku berrak, temiz kalbli, hizmet şuurundaki insanlarla münasebetinin çok olması, hakikat derslerinin yapıldığı sohbetlere sık sık gitmesi ve dünyayı bir misafirhane olarak görmesi gerekir.
Özellikle sosyete kesiminde bulunup da, sırf macera olsun diye böyle seans düzenleyenler "Mevlânâ'nın ruhu geldi, falan zâtın ruhu gitti" diyerek, cinler tarafından aldatıldıklarının farkına varmaz ve inançlarında bir şüphe belirir. Birçokları cinlerin aldatmasıyla ibadeti de bırakır. İnsan için en büyük zarar, en müdhiş hastalık, Allah'dan (c.c.) uzaklaşmaktır ve şeytan, bu konuda tuzağına düşen hiçbir kimseye acımaz.
İnsanlar bu câzibedar cin oyunları, cin çağırma, ruh daveti, seans gibi şeylerle meşgul olup, cinleri görmek sevdası yerine, temiz bir kalble, ihlâslı bir niyetle, iman hakikatleri dersini aldıktan sonra, nefis terbiyesi neticesinde mânen terakki ederek ulvî ruhlarla, büyük zâtlarla Allah'ın izniyle görüşebilir.
Böyle bir makama erişen insan, cinlerle görüşmeyi onlara soru sormayı veya onlardan herhangi bir bilgi öğrenmeyi neylesin?
Önümüzde, boyutları bizce tam belli olmayan bir metafizik âlem vardır ve cinler bu âlemin sakinlerinden ancak bir çeşididir. Kur'an-ı Kerim'in tılsımatıyla, hakikati görebilen gözlerle, bu âlemi keşfetmeye ve Allah'ın izni ile fethetmeye devam edeceğiz. Bu sahada ilim ve bilgilerimiz arttıkça, cinleri birçok sahada istihdam edeceğiz (çalıştıracağız). Yeryüzünün ilk sakinlerini, teknolojinin ilerlemesiyle daha iyi tanıyacağız ve onlara daha çok âşinâ olacağız.




imparator 27-01-2007 15:16

ıÜüCinler İnsanlara Tâbidir

Cinlerin de, tıpkı bizim gibi, bir kısım mülhid, muannid ve mütemerridleri olduğu misüllü, dupduru, saf ve muhlis olanları da vardır.
Elimizdeki nasslara bir bütünlük içinde baktığımızda görürüz ki, cinle ins arasında esas itibariyle ciddi bir fark yoktur. Onlar da bizim gibi yer, içer, evlenir, çoğalır ve hayatlarını devam ettirirler.

Hayat tarzı olarak böyle olduğu gibi, düşünce ve fikir açısından da her zaman bir paralellik sözkonusudur. Cin suresinde, onların bu durumu, kendi ifadeleri içinde şöyle anlatılır:
"Bize gelince, bizden iyiler de var, böyle olmayan (kötüler de) var. Biz çeşitli yollara ayrıldık." (Cin/11)

"Biz çeşitli yollara ayrıldık" ifadesinin tefsiri sadedinde Ahmed b. Hanbel, Süddî'den şu değerlendirmeyi nakleder: "Her zaman Cinler içinde, tıpkı beşerde olduğu gibi, "Kaderiyye", "Mürcie", "Müşebbihe".. vardır." (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 19/15 )
(Haliyle Yahudi, Nasrâni, Mecûsi, Putperest.. de var demektir. Hatta bunu Müslümanlar arasında zuhur eden hak ve batıl meslek, meşrep ve mezheplere teşmil etmek mümkündür. Evet, bunların kimisi Cebriye mezhepindendir, "insanın iradesi yoktur" der.. kimisi, "Allah, insanın işine karışmaz; kul fiilini kendi yaratır.." der, Mu'tezile mezhepini temsil eder.. kimisi "Mürcî"dir, amelin tesiri mevzuunda belli bir saplantıyı mırıldanır.. kimisi de "Müşebbihe"dir, Allah (c.c)'ı başka şeylere benzetip, O'na mekan ve hayyiz isnad eder.)

İmam Süddî Hazretleri, Tâbiin'den bir zattır. Onun devrinde, cinler arasında bu kadar tefrika ve ayrılık sözkonusu ise, kim bilir o iftiraklar bugün ne haldedir! İhtimal, bugün insanlar arasında mevcut bütün doktrin ve düşünce farklılıkları, cinler arasında da mevcuttur. Zira onlar, insanlara tâbi varlıklardır. Durum böyle olunca, eğer beşer kendinden beklenen seviyede, Allah Rasûlü'nün arkasında çizgisini koruyabilse, cin ve ruhanîler de onun arkasında istikamete yürüyeceklerdir. Bizdeki iniş ve çıkışlar, onlarda da iniş ve çıkışlar meydana getirmektedir, çünkü bizim peygamberimiz, onların da peygamberidir. Ve bizler, onlar için uyulması gereken örnek ve önderler durumundayız.
Böyle olduğu için, Ümmet-i Muhammed'in sevinci, onların da sevinci olacak; hüznü, onları da hüzne gark edecektir. Burada şunu da söyleyebiliriz: Bizlerin kurtuluş için yeni bir çalışmaya girmemiz, onları da kurtuluş adına aksiyona sevk edecektir.
Öyle ise, bizim çalışmalarımız sadece bizimle sınırlı kalmamakta; cinler alemine de tesir etmektedir. Bir bakıma bizler nasıl olursak, onlar da öyle olma durumundadırlar. Cin Sûresi'nde, onların, bizimle aynı şeyleri paylaştıkları gayet veciz olarak şöyle anlatılır:
"Bizden Müslümanlar da var, Hak yoldan sapanlar da. Kimler Müslüman olursa, işte onlar doğru yolu aramışlardır. Yoldan sapanlar da cehenneme **** olmuşlardır." (Cin/14-15)

Bu ayetlerde de açıkça görülmektedir ki, cinlerin de, tıpkı bizim gibi, bir kısım mülhid, muannid ve mütemerridleri olduğu misüllü, dupduru, saf ve muhlis olanları da vardır.



imparator 27-01-2007 15:16

ıÜüCinlerin, Değişik Namlarla Insani Yönlendirmeleri
"Ruh, İnsan, Cin" - Ahmed Hulûsi
Bu tip aldatmalar genelde bir kişinin uyutulması (transa geçirilmesi) sonunda o CİNnin;
-Ben Mevlana`nın ruhuyum!!!..
-Ben .......... babayım!!!..
Şeklinde kendisini tanıtarak orada bulunan kişilerle bağlantıya geçmesi sonunda; veya kalemle yazı yazarken kalemin kendi kendine yazmaya başlaması ve böylece o CİNnin kendisini;
-Ben filanca kişiyim!!!..
Diye tanıtmaya başlamasıyla;
Veya, gene CİNnin filanca evliyadan olan kişİnin şekline bürünerek o kişinin gözüne görünmesiyle gerçekleşmektedir...
Bunlardan başka, tesadüf etmediğimiz şekillerde de olması mümkündür...
Bizim bugüne kadar tesbitini yaptıklarımız, bu sahada daha fazla yukarıda anlattığımız üç şekildedir...
Meselâ gelen şahıs;
-"Ben Mevlâna`yım!." der...
Sonra da orada bulunanlara tabiri uygunsa okkalı bir selam verir... Ve sonra da ağır bir lisanla konuşmaya başlar...
Gerçekten, incelendiği zaman görülür ki, o uyutulan kişinin kapasitesi dışında bir konuşma şekli ve bilgiler ortaya çıkmaktadır...
İşte bu durumda, CİNlerin varlığını akla bile getirmeyen o kişiler otomatik olarak, kendilerine hitâbedenin "MEVLÂNA", veya "........Baba" olduğuna inanırlar...
Bilhassa günümüz insanlarının dini konulardan, ruh, CİN gibi varlıklar hakkındaki bilgilerden uzak olması yanısıra; üstelik buna bir de insanın yapısındaki gizliye olan ilginin çekiciliği eklenirse, bu konuşan varlığa inanmanın ne kadar kolay olduğu ortaya çıkar...
Düşünün ki, karşınızdaki bir kişi uyutuluyor ve sonra da konuşmaya başlıyor, karşınızdaki yakından tanıdığınız kişi ile uzak yakın hiç ilgisi olmadık şekilde!... Üstelik bir de sizin geçmişte yaptığınız birtakım işlerden, veya o gün oraya gelmeden yaptığınız ve sadece sizin bildiğiniz şeylerden bahsediyorsa!...
İşte böylece, yavaş yavaş o uyutulan kimsenin ağzından konuşmaya başlayan ve filanca velinin ruhu olduğunu bildiren CİNİN etrafına birçok insan toplanmaya başlar...
Bu durum sonunda, o kişinin çevresine toplananların yapıları incelendiği zaman, hemen hepsinde ortak bir özellik görülür;
Pek çoğu son derece iyi niyetli, samimi dine saygılı, dinin bir çok şartlarını yerine getirememekten üzüntülü, bir kurtuluş yolu arayan; ancak bütün bunlara karşılık, dini bilgileri son derece zayıf kişilerdir bunlar...
İşte böylece ben filanca babayım, veya "MEVLÂNA"nın ruhuyum diye kendini onlara tanıtan CİN, bunların ortak yönlerini istismar etmiş; sonunda büyük bir kalabalığı çevresine toplamış olur...
Bu arada yavaş yavaş çevresine toplananların rüyalarına girer; onların bazı gizli hallerini onları üzmeyecek şekilde açıklar; ve böylece onların bu ortak yönlerini istismar ederek onları iyice kendisine bağlar...
Daha sonra, zamanın şartları dolayısıyla bir müceddid gelemiyeceğini, bu sebeple insanların artık sadece bu kanallarla uyarılacağını onlara anlatıp; onları bazı şeyler yapmaya sevkeder...
Namaz kılmalarını; sadaka vermelerini; Ramazanda oruç tutmalarını; iyilik yapmalarını; kötülüklerden kaçınmalarını; başkalarını kendilerinden fazla düşünmelerini telkin ederek, insanlık duygularını harekete geçirerek kendisine bağlar... Bu birinci aşamadır!...
İkinci aşamada ise, esas şeytanlığını ortaya koymağa başlar...işte bu aşamada, ancak dini çok iyi bilen kimselerin tesbit edebileceği bir takım inanç bozukluklarını onlara empoze etmeye başlar... Ki esas oyun da işte burada başlar...
Bazılarını "Vahdeti Vücûd" görüşüne sokar!... Ancak bu isim altında anlatılan gerçekte "vahdeti vücûd" anlayışı olmayıp, "PANTEİST" görüştür; "Vahdeti Vücûd" asla değildir!... Ki böylelikle onları, kendilerinin "ALLAH" olduğuna inandırmaya çalışır...
Ya da reenkarnasyon, yani yeniden bir bedene girerek dünyaya gelineceğini ileri sürerek; Mevlâna`nın bazı tasavvufî sözlerini örnek getirmeye çalışır...
Böylece onları yanlış itikadlara saptırmaya başlar...
Nitekim onların bu durumlarını yakından takip eden dinî bilgilere sahip olan bir kişi onların İslâm`a uymayan yanlarını teker teker tesbit edebilir...
Kalemle aldatma ise, yukarıda anlattığımızdan daha basit bir yoldur...
Bu yolda kiş kendisiyle temasta olanı kesinlikle görmez...
Kalemi yazı yazar gibi kağıt üzerinde tutarken, kalem kendiliğinden yazmaya başlar...
Önce kendine bir isim takarak meselâ:
Ben Mevlâna Celâleddin-i Rumi`yim!.. Ey bahtiyar kişi, ey "ALLAH" yolunun yolcusu, seni selâmlarım!..
Diye yazdırır... Yazan hayretler içinde kalmıştır. Ve devam eder...
Artık kalem kendiliğinden yazmaya alışmıştır!..
Onu yüksek bir kişi, zamanın en ileri gelen velilerinden biri olduğunu söyler ve ona evliya olduğuna dair birçok inandırıcı deliller vermeye çalışır...
Aklından geçen soruların cevaplarını kağıt üzerinde yazmaya devam eder....
Bu çeşit kişi önceleri kalemin ne yazacağını bilmese de, ileride dikkat etmeye başladığı zaman, yazmadan önce o harfin veya kelimenin hatta daha sonraları da bir kaç kelimelik cümlelerin yazmadan önce kafasına geldiğini tesbit eder...
Bundan sonra, filanca lakaplı CİN ona şiirler, kitaplar yazdırır; çeşitli kişlerin geçmişteki yaptıklarını anlatmaya başlar... Bu arada, onun itmadını kazanmak gayesiyle bazı geleceğe ait kehânetlerde bulunur...
Bu konuda bir örnek verelim:
Bundan 1-2 yıl önce Ankara`da bir grubun yaptığı toplantılara kendini;
-Beşir-il Kirami isimli melek!!!..
Diye tanıtarak gelen CİN, geleceğe ait bazı kehanetlerde bulunmuş ve özetle;
-Yaklaşık 1974-75 yılları civarında üçüncü dünya savaşının çıkacağını; bu arada israil`in Arapları büyük bir yenilgiye uğratarak Türkiye sınırlarına kadar genişleyeceğini; Türkiye`nin üçüncü dünya savaşında pek az bir kayıpla kurtulacağını, 1980 yılı civarında da MEHDİ`nin Türkiye`den çıkacağını söylemiştir; Ki bu iddiaya göre de, "MEHDİ" diye beklenen kişi meleğin(!) ağzından konuştuğu, yaşı 50`yi bulmuş ve hiç bir özelliği olmayan kişi olacaktır...
Demiştik ki, CİNler bir de velilerin şekillerine bürünerek, bir kişiye görünüp onu bu görüntüleriyle aldatıp kendilerine bağlarlar...
Gene bu çeşit aldattıkları kişiler de, genellikle dinî bilgilerden yaklaşık olarak tamamen denecek kadar uzaktır.

imparator 27-01-2007 15:17

Böyle bir görüntüyle birdenbire karşılaşan kimse, önce adeta bir şok geçirir... Sarıklı, cüppeli, yani eski kıyafetli olarak karşısında gördüğü bu kişiye inanmamak onun elinde değildir artık... Ve inanır!..
Artık ne söylerse onu yapmaya başlar... Ondan duyduğu birçok şeylerle çevresine bir hayli insan toplar... Ancak onun bu gördüğünü çevredekiler göremezler... O ne anlatırsa ona inanmak zorundadırlar... Fakat bir süre sonra, o çevresinde toplandıkları kişinin gördüğü şahsı, bazıları rüyalarında görmeye başlarlar...
Hattâ o kişi bazan çevresindekilerden kendisine tamamıyla bağlanmış olanlara bu zâtı (!) gösterebilir de!.. Böylece artık kendisine son derece bağlı bir topluluk meydana getirmiş olurlar...
Bu arada o kişi, kendisine değişik kıyafetlerle görünen aynı CİNni değişik kişiler sanarak, kendisinin, başka evliyalarla bile görüşecek seviyeye geldiğini zannetmeye başlar... Bazen de o CİN yanına arkadaşlarını alıp onları çeşitli din büyükleri görünümünde göstererek o zavallı insanları iyice kandırıp kendine bağlar..
Nitekim bazı kuvvetli CİNne kapılmış kişilerin çevresindekilere, aynı anda bir kaç eski evliyanın kıyafetine girmiş CİNni gösterebildiği; sanki o kadar büyük bir kişiymiş de, eskiden yaşamış evliyalar onu ziyarete gelmiş havasını verebildikleri tesbit edilebilir...
Hatta bu konuda öyle durumlar meydana gelmektedir ki, bu kişi kendisinin CİNler tarafından aldatıldığını bilmediği; ve kendisini CİNnin yaptığı fikir aşılamaları sonunda çok büyük bir insan olarak gördüğü için, o anda çevresindekilere ne kadar büyük evliya olduğunu göstermek gayesiyle bir kaç evliyanın huzuruna (!) girmesi için müsaade eder!!!.. Nitekim o anda bulunulan yerin kapısı açılır ve içeriye eski kıyafetler içinde 2 veya 3 hattâ 4 büyük ve meşhur evliya sûretinde CİNler içeri girer...
Böyle bir olayın meydana gelişinde zaten büyük bir heyecana kapılmış olan orada bulunan kişiler artık asla farkedemezler bu gelenlerin CİN mi, yoksa hakikaten eskiden yaşamış bir veli mi olduklarını!... Bu olay şoke etmiştir onları!...
Artık bu olayı kendilerine gösteren kişiye, âdeta bir tanrıymışçasına bağlanırlar...
Ancak, bunlardan hangi biriyle görüşülürse görüşülsün, hepsinin ortak özellikleri, daha önce de anlattığımız gibi, "CİNleri inkâr etmek" olacaktır..



imparator 27-01-2007 15:17

Cinlerden Dostlarımız Var mıdır?

Bilinmelidir ki cinlerin muminleri, insanların müminleri gibi bizim kardeşlerimiz, dünya ve ahiret dostlarımızdır.

Bizler gibi mükellef varlıklar olan cinler kendileri gibi görünmeyen olan, müşterek düşmanlarımız olan şeytanlar tarafından saptırılmaya çalışılmaktadır. Görrünmez olmalarından dolayı onları birbiriyle karıştırmamak lazımdır. Şeytanlar cinlerden farklı olup şerlere odaklanmış varlıklardır.
Varlıkları peygamberimiz tarafından açıklanan cinler aleminin hayvanları, mükellef varlıklar olan cinlerle karıştırılarak cinlerin yılan ve köpek gibi suretlere girdikleri yanılgısına düşülebilinmektedir. Allah'a muhatap olma yüceliğine erdirilmiş, Kur'an insanı olmaya aday varlıklar olan sorumlu cinlerin hayvan suretlerine sokulup korku salınması maalesef hadislere kadar sokulabilmiştir.
Bir diğer yanıltıcı husus da bazı hadisler de hastalık etkeni olarak gösterilen ve görünmez olma nitelikleri sebebiyle kendilerine görünmez varlıklar anlamına cin denilen mikroplar türünde varlıkların, mükellef varlıklar olan cinleranlamına algılatabilmesidir. Bu bir hatadır, bu hataya düşmemelidir.




Cinlerde Sahabîlik

Efendimiz'i (sav) görüp O'nun sohbetinde bulunan kimselerin "Sahabi" kabul edilmesi gibi, O'nu gören her cin de "Sahabi" kabul edilmiş ve aralarında hiç bir fark gözetilmemiştir.
Mü'min olarak Efendimiz'i (sav) görüp O'nun sohbetinde bulunan kimselerin "Sahabi" kabul edilmesi gibi, O'nu gören her cin de "Sahabi" kabul edilmiş ve aralarında hiç bir fark gözetilmemiştir.

Hatta müfessirler, "Cinlerden bir grubu Sana yönelttiğimizde.." (Ahkâf, 46/29) ayetinde anlatılan cinleri isim isim saymış ve onların, cin taifesinin en büyük "Sahabileri" olduklarını söylemişlerdir. Bizim tesbitimize göre de, sayıları yedi veya dokuz olarak kabul edilen bu cinler, tıpkı Ashab-ı Bedir, Ashab-ı Uhud'un siyanetleri gibi, şer ve şerirlere karşı kendileriyle tevessül edildiğinde koruyuculuk yaparlar ki, onlar, -Kur'an'da anlatılan şekliyle- Allah Rasulü'nü ilk defa görüp dinleyen, ardından da kavim ve kabilelerine birer "münzir" olarak dönen cinlerdir. Binaenaleyh, bu yönüyle de onları, onlar arasındaki Sahabe'nin ileri gelenlerinden kabul edebiliriz.
Süheyli, Ömer b. Abdülaziz'le alakalı bir vak'ayı anlatırken, bu cinlerden de bahseder. Vak'a şöyledir: Ömer b. Abdülaziz, bir gün kırda dolaşırken, ölü bir yılan görür. Atından iner ve mendiline sararak o ölüyü toprağa defneder. (İhtimal o büyük insan, "gayb-âşinâ" gözleriyle bu meyyitin bir cin olduğunu keşfetmiştir) O esnada etraftan bir ses: "Saraka öldü, Saraka öldü.." diye etrafı çınlatır. Ömer b. Abdülaziz, bu ses sahibinin kim olduğunu sorar. Bu soru üzerine: "Bir zaman cinlerden bir topluluğu, Kur'an dinlemek üzere Sana yöneltmiştik.." (Ahkâf/29) ayetinde anlatılan cinlerden biriyim" der ve sözlerine şöyle devam eder: "O gün Allah Rasûlü'nü dinleyip kavmine "uyarıcı" olarak dönenlerden hayatta sadece Saraka ile ben kalmıştım. Bugün kâfirlerle harbederken, Saraka da şehid oldu. Şu anda, sadece ben varım.. sana müjdeler olsun ey mü'minlerin emiri! Zira biz Allah Rasûlü'nün huzurunda iken, bir aralık dönüp: "Sizlerden Saraka bir yerde şehid olacak. Onu ümmetimin en hayırlılarından biri kefenleyip defnedecek" buyurdular. İşte o haber bugün aynen cereyan etti. Ne mutlu sana ki, sen O'nun müjdelediği o hayırlı insansın!" (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/214)

imparator 27-01-2007 15:17

Hz. Aişe validemiz anlatıyor: "Bilmeyerek, evde dolaşan bir canlıyı (muhtemelen bir yılanı kastediyor) öldürmüştüm. O gece rüyamda beni yüksek bir mahkemeye çağırdılar ve benim cinayet işlediğimi söylediler. "Hayır, ben kimseyi öldürmedim.." dediysem de, ısrarlarından gündüz öldürdüğüm canlıyı kastettiklerini anlamıştım. Meğer o bir cinnî imiş. Kendimi müdafaa için: "O niçin eve gelip beni gözetliyor?" deyince: "Hayır, o asla sana bakmak için gelmezdi. Hele saçın-başın açıkken, kat'iyen odana girmezdi. Fakat o, bir Kur'an aşığı idi. Rasûlullah'tan ilk dinlediği Kur'an zevki, onu o kadar sarmıştı ki, Allah Rasûlü'nden sonra o manevî zevki, hep senin Kur'an'ında arardı. Evine gelişi işte de bu sebepleydi.." dediler. Hz. Aişe validemiz diyor ki; "uyandığımda rüyanın dehşetinden kan-ter içinde kalmıştım. Hatamı affettirmek için de, sadaka dağıtıp, bazı köleleri hürriyete kavuşturdum..." (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/214,215) Evet, anlaşılan Kur'an dinlemek için o eve gelen, cinlerden bir Sahabi idi ve Hz. Aişe validemiz, yanlışlıkla böyle bir Sahabiyi katletmişti ve bundan dolayı manevi bir mahkemede hesaba çekilmişti.
Görülüyor ki, kim İki Cihan Serveri'yle irtibata geçse, hemen evc-i kemâle yükseliyor. Nasıl ki insanlar, O'na dilbeste olup gönülden bağlanmakla bir anda O'nun arkadaşları oluyor ve "Sahabe olma" şerefiyle serfiraz kılınıyorlar; öyle de, O'nun getirmiş olduğu o kutlu mesaja kulak veren cinler de aynı noktaya ulaşabiliyorlar. İşte bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, şayet onlar da bizim gibi bir ümmet ise, bizim Ashab-ı Bedir, Ashab-ı Uhud'umuz olduğu gibi, onların da Ashab-ı Bedir ve Ashab-ı Uhud'u vardır. Bizim aşere-i mübeşşeremiz; hatta üçlerimiz, yedilerimiz, kırklarımız olduğu gibi; onların da aşere-i mübeşşeresi, üçleri, yedileri, kırkları olduğu söylenebilir.




imparator 27-01-2007 15:17

Cinleri Tanıtan Dört Önemli Özellik
"Ruh, İnsan, Cin" - Ahmed Hulûsi *

"CİNLER"in çok önemli birkaç özelliği vardır ki, bu hususlar konuyu dikkatle tetkik edenlerin asla gözünden kaçmaz.
1. CİNLER`de mantıksal bütünlük yoktur.
2. CİNLER`de büyüklük duygusu aşırı gelişmiştir.
3. CİNLER`de kendini kontrol mekanizması çok zayıftır.
4. CİNLER`de sürekli tekrarlar mevcuttur.
Hangi isim altında, dünyanın neresinde olursa olsun verdikleri tebliğlerde daima yukarıda saydığımız bu dört esası derhal müşâhede edebiliriz.
Şimdi bu dört hususu açıklamaya çalışalım:
1-CİNLERDE mantıksal bütünlük yoktur
Eğer CİNLERDEN ya da kendi tanıtımlarına göre UZAYLILARDAN alınan tebliğler dikkatle tetkik edilecek olunursa, verilen konularda baştan sona mantıksal bir bütünlülük asla görülemez. Sürekli çelişkili beyânlar verilir. Bir yerde verilen beyân, bir başka yerde, ötekine ters düşer. Bunu kamufle etmek için de hemen bir yafta, bir kılıf sererler; "biz sizi düşündürmek, imtihan etmek, dikkatinizi ölçmek için bu çelişkileri koyuyoruz.’’
Oysa, sürekli çelişki içindedirler. Bunun sebebi de "zekâ"ca güçlü olmalarına karşılık "akıl" yönünden bir hayli ölçülü yapıya sahip olmalarıdır. Pratik "zekâ" ile o an için o konuya bir çözüm getirebilirler, ancak "akıl" son derece sınırlı olduğu için, o anda buldukları çözüm mutlaka bir süre evvel verdikleri tebliğlere; ya da, bir süre sonra verecekleri tebliğlere, son derece ters düşerek, büyük bir çelişki oluşturacaktır.
2-CİNLERDE büyüklük duygusu aşırı gelişmiştir.
Burada bahsi geçen büyüklük, sadece duygusal büyüklük, gurur kibir anlamında olmayıp; birimsel ve boyutsal anlamdadır aynı zamanda.
Bir yandan kendilerini yeryüzünün yöneticileri olarak gösterip insanları buna inandırmaya çalışırlarken; diğer yandan da birimsel ve boyutsal büyüklüklerle düşünceleri allak - bullak edip, çaresiz hâle getirme çabaları içindedirler.
CİNLER, kendilerinin insanlardan ne kadar üstün, büyük ve yüce olduklarına inandırmak için de insanlarla aralarına mertebe koyarlar.
CİNLERİN, kendilerini UZAYLILAR diye tanıtarak verdikleri tebliğlere inanan insanların çok çok büyük bir kısmının, temelde İslâm düşünce sistemi, Tasavvuf düşünce sistemi üzerine alt yapıları mevcut değildir. Bahsedilen konular üzerinde, Kur`ân`ın görüşü nedir, o konuda Allah Rasûlü ne demiştir, hiç haberleri yoktur. Normal şartlarda konuşula gelenin çok değişiği olarak, bu bilgilere rastlanınca, hâliyle inanmaktadırlar... Üstelik...
CİNLER, bu kişilerin çoğunda halusinasyon türü, uzaylı - uzay gemili rüyalar veya uyanıklık halinde görülen imajlar da göstermektedirler ki, artık onlar için inanmaktan başkaca bir yol kalmamaktadır.
CİNLERİN insanları kandırmada önemli bir taktiği de, ayrıca şu olmaktadır:
Her medyum topluluğu, hangi inançlarla bezenmiş ise, onlara kendi inançları doğrultusunda tebliğ verilmekte, sanki onlardanmış gibi kendilerini kabûl ettirmektedirler.
Meselâ dini ciddiye almayanlara, aynı şekilde; dinle ilgilenene aynı şekilde; tasavvufa meyli olana bir tasavvuf önderinin ismini kullanarak gibi.
3-CİNLERDE kendilerini kontrol mekanizması çok zayıftır.
Bu sebepten ayarları çok kolaylıkla kayar ve konuşmalarında haddi aşarlar. Buna şayet tâbiri caiz ise "reostaları bozuktur" da denilebilir.
Bazen Yaradanı yaradan, yüce güçler olurlar; bazen, ALLAH`ı bedenleyip insanların arasına yollarlar; bazen evrenlerden büyük, yüce varlıklar olurlar; bazen de Rabbin itaatkâr kulları olarak, insanları dinden ve Allah Rasûlü’nden uzaklaştırıp kurtarmak{!} için ellerinden geleni esirgemezler.
4-CİNLER`DE sürekli tekrarlar mevcuttur.
İnsanlara sürekli tebliğler vererek, onlara kendilerinin üstünlüğünü kabûl ettirmeye çalışan CİNLER`de mevcut bulunan bir özellik de belirli kelimeleri sürekli tekrar eden cümleler kurmalarıdır.
Böylece:
1-İletişim kurulan medyumun, bu tekrarlarla sanki tesbih çeker gibi beyninde bir açıklık oluşturularak, kendilerine daha fazla bağlanılmasını temin ederler.
2-Zaman zaman düşülen fikir tıkanıklıklarında, cümle tekrarları ile zaman kazanırlar.

* Özetlenerek alınmıştır





imparator 27-01-2007 15:18

Cinlerin Görünmesi


Suyun buharlaşması, katı maddelerin gaz, sıvı ve buhar haline dönüşmesi, atomun parçalanıp enerji dalgaları ve kuantlar haline gelmesi, yıldızların karadelikler halinde ortaya çıkmaları gibi, hayatımızda ve kâinatta görülen âlemden görülmeyene doğru bir faaliyet, bir akış ve bir hamle mevcuttur. Bu İlâhî icraatı tersine düşündüğümüzde ise, görülmeyenden görülene ve bilinmezden de madde olarak müşahede edilir hale gelmeye doğru bir akışın varlığını gözlemek mümkündür. Gazlar sıvı olur; kristalleşir cisim olur; buharlaşan su zerrecikleri, "Bizi yok zannetmeyin, görülmüyoruz ama, kaybolmadık" der gibi, damlalar haline gelip başımızı ıslatır; gök tarlasındaki pamuk yığınları, yer aynasına kar örtüsü olarak yansır... Hattâ, buhar halinden çıkan su, daha da kesafet kazanayım ve şekillenip görüneyim diye buz olur, demirden de olsa kabını parçalar. Beynimizde plânladığımız nice görünmezler, dış âleme intikal edip görünür ve maddî vücut kazanırlar.
İşte, görünmeyen varlıklar olan melek, cin ve ruhanîler de, her ne kadar kendilerine has yapılarıyla bu âlemde görülmeseler bile, bu âleme has vasıtaları kullanıp, kılıf ve elbise giyerek görünebilirler. Meleklerin ve cinlerin bu şekilde görünmelerine "temessül" diyoruz. Kur'ân, temessülü anlatırken (Meryem, 19/17),
"(Melek, Meryem Validemiz'e) "tastamam bir insan şeklinde temessül etti" der.

Efendimiz (sav)'e vahiy getiren melek, bazen kendine has keyfiyetle, bazen bir muharip şeklinde, bazen de daha başka suretlerde geliyordu. Benî Kureyza üzerine yürüneceği zaman Cebrail (as), tozu toprağı üstünde bir muharip suretinde gelmiş ve -Ya Rasûlullah, siz zırhlarınızı çıkardınız, fakat biz melekler taifesi çıkarmadık, demişti. Yine aynı melek, bazı zaman oluyordu ki, Dıhye (ra) suretinde geliyor, bazı zaman da, dinî tâlim maksadıyla üzerinde hiç de yolculuk emaresi taşımayan bir misafir kıyafetinde geliyor ve "İman, İhsan, İslâm nedir?" şeklinde suâller sorup, verilen cevapları "Doğru" diye tasdikleyip gidiyordu...
Cinler ve şeytanlar da, melek gibi temessül edebilir. Hüseyin Cisrî'ye göre, Allah'ın (cc) kendilerine verdiği yaratılış biçimi sayesinde havadan, esirden veya benzeri bir maddeden istedikleri kadar alıp yoğunlaştırarak istedikleri şekle sokar ve o şekli âdete bir elbise yapıp, o elbise içinde insanlara görünürler. İmam Şiblî, Ebu Ya'lâ'nın beyanına dayanarak, cinlerin ve şeytanların kendi kendilerine şekil değiştiremeyeceklerini, buna güç ve takatlarının olmadığını, fakat Allah'ın (cc) kendilerine öğrettiği kelime ve isimlerden âdeta şifre vazifesi yapan birini söylediklerinde, Allah'ın (cc) onları bir şekilden diğer şekle, bir halden başka bir hale soktuğunu belirtir. Bu, kendi âleminden başka bir âleme, o âleme ait bir vasıta ile geçebilmek için sanki sınırda söylenmesi gereken bir kelime, gösterilmesi şart bir vize ya da askerin geçit için sorduğu parola gibidir. Cinler ve şeytanlar, kendi kabiliyet ve irâdeleriyle bu tebdil-i kıyafeti (transformasyon) yapamazlar; yapmaya kalkıştıklarında, bünyeleri parça parça olur ve hayatiyetlerini kaybederler.
Cinlerden olan şeytan da, insan kılığına girebilir. Nitekim, onun Bedir Savaşı öncesi Necid'li bir yaşlı sûretinde Kureyş'e gelerek, kurdukları tuzak için onlara tahrik edici fikirler verip, çareler tavsiye ettiği rivayet edilir. Aynı şekilde bir başka defa, ganimetlere nöbetçilik yapan bir sahâbinin şeytanı ganimete zarar vermek isterken yakaladığı ve onun yalvarıp yakarması karşısında da salıverdiği nakledilir. Hâdise üçüncü defa tekerrür edince şeytan, kendisini Allah'ın Rasulü'ne götürmeye karar veren sahabiye, -Bırak da, sana bizden korunup, emniyette olacağınız şeyi söyleyeyim, der, Sahabi,
-O nedir?, diye sorunca da,
-Ayetü'l-Kürsî, cevabını verir.
Hâdise kendilerine intikal edince Efendimiz (sav),
-Habis yalancıdır ama doğru söylemiş,buyururlar.

Cinler, insan kılığında görünebilecekleri gibi, hayvan şeklinde de görünebilirler. Yılan, akrep, sığır, merkep ve kuş kılığına girdikleri de anlatılmaktadır. Nitekim, Nahle Vadisi'nde Efendimiz (sav), onlardan biat kabul ederken, akrep ve kelb gibi herhangi bir hayvan kılığında görünmemeleri veya kendi suretlerinde, ya da daha başka munis bir surette tezahür etmeleri teklifinde bulunmuş, ümmetine de,
-Siz evinizde böyle bir haşere gördüğünüzde, ona önce üç defa "Allah rızası için git" deyin; belki o cin arkadaşlarınızdan olabilir. Eğer gitmezse, o zaman cin değildir; zarar verecekse, öldürebilirsiniz, buyurmuşlardı.

Bu, bir bakıma iki ayrı taifenin, iki ayrı cinsin veya iki ayrı sınıfın mukavelesi gibiydi ki, onun bu teklifine karşı cinler de,
"Ümmet'in her şeye besmele çeker, her şeyi kapatır ve muhafaza ederse, biz onların yiyecek ve içeceklerinden ne yer, ne de içeriz" şeklinde söz vermişlerdi. Tabiî ki, cinlerin bizim yediklerimizden nasıl istifade ettiklerini bilemiyoruz. Belki havasından, belki kokusundan, belki de müteaffin keyfiyetinden istifade etmektedirler.
Nitekim bir hadîs-i şerifte,
"Tezek ve kemiklerle taharetlenmeyiniz; çünkü onlar cin kardeşlerinizin yiyecekleridir", buyurulur.

Kaynak: İnancın Gölgesinde, Fethullah Gülen, "Meleklerin ve Cinlerin Temessülü, Şekil ve Mahiyet Kazanıp Görünmeleri" adlı bölümden ilgili yerler alınmıştır





imparator 27-01-2007 15:18

ıÜüCinlere de Peygamber Gönderilmiştir


Cinlerin de, kendi başlarına bir alem olduklarına göre düşünülecek olursa, onlara da kendi içlerinden birer peygamberin gönderilmiş olması gayet mantıklı olsa gerek.
Daha önceki bölümlerde "cinlerin de birer sorumlu varlık olduğunu" bildirmiş ve "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimizi anlatan ve bugününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? (denilince) "kendi aleyhimize de olsa şahitlik ederiz" dediler. Dünya hayatı kendilerini aldattı ve kendilerinin kafir olduklarına şahitlik ettiler" (En'am/130) ayetinin bu hususu açıklayıcı bir delil olduğunu ifade etmiştik. Dikkat edilecek olursa, aynı ayet, yine onlara (ister kendi içlerinden, isterse insanlara gönderilen peygamberlerin onlara da peygamberlik etmesi şekliyle) peygamberlerin gönderildiği hususunu da gayet açık ve net olarak ifade etmektedir.
Cenab-ı Hakk bu ayetiyle cinlerin sorumluluklarını açıklamakla beraber, sanki onlara şöyle demektedir: "Ey ins ve cin topluluğu, sizdeki bu derbederlik, başıbozukluk, ailevî ve içtimaî hayatınızdaki ahenksizlik, kalbî ve ruhî hayatınızdaki karışıklık ve behimî arzularınıza takılıp kalmanızın sebebi nedir? Yoksa size, nezd-i Uluhiyet'imden Rasullerle açıklanan ayetlerim gelmedi mi? Niçin onlara ittiba edip yaratılış gayenize uygun hareket etmediniz; etmediniz de böyle esfel-i sâfilinde kaldınız? Halbuki size gelen o ayetler, böyle bir encamdan sizleri sakındırmışlardı."
Cinler, bu hakikatı tamamen kabullenmişliğin ifadesi olarak, "her ne kadar aleyhimizde şahitlik olsa bile, böyle bir günde hakkı itiraf etmekten başka çaremiz yoktur. Evet, Hz. Musa, Senin emirlerini getirip bize tebliğde bulundu, Hz. Mesih o engin esrarını ruhlarımıza üfledi.. ve en son ferdiyetin mazharı Hz. Muhammed (sav) geldi ve bize hak ve hakikatın ifadesi olan İslam'ı tebliğ etti. Ne var ki, biz bunlara kulak asmadık, kendi heva ve hevesimize uyduk. Neticede de bu hallere ma'ruz kaldık" diyeceklerdir.
Evet, cinlerin de ifadelerinden anlaşıldığı gibi, ne yazık ki pek çok ins ve cinni, şu kısacık dünya hayatı aldatmıştır. Onlar, dünyayı ebedi zannedip onun aldatıcılığına kanmış ve neticede de bütün bütün kaybetmişlerdir. Mutlak Cemal'in tecellilerinin tamaşasıyla alacakları ruhani hazzı unutarak fâni ve geçici zevklerle oyalanmış, sonra da Cenab-ı Hakk'ın: "Kendi aleyhlerinde şehadette bulundular. Kafir olduklarını itiraf ettiler" ayetinin muhatabı olmuşlardır.
Oysa her şey açık ve seçikti. Kâinat, hemen her yanıyla, insanı irfan ufkuna ulaştıracak ayetlerle doluydu. Mele-i âladan, bizim irfan ufkumuza kadar uzanan varlık kitabına ait sayfa ve o sayfalardaki o nakış nakış işlenmiş satırlar hep "Allah" diyor ve yine binlerce delil ve bürhan adetâ, tarrakalarla O'nun mevcudiyetini ilan ediyordu. Fen ilimleri, laboratuvarlarıyla; astronomi, teleskoplarıyla hemen her ilim kâinatta keşfettikleri o baş döndürücü, gözkamaştırıcı nuraniyetin diliyle "La ilahe illallah" hakikatını haykırıyordu. Ne varki, bütün bu olup-biten şeylere rağmen onların itirafı şuydu: "Ama biz, gözümüzü tamamen kapayıp, ayağımıza kadar gelen bu nimetleri teptik ve tıpkı körler gibi yaşadık; yaşadık ve binbir dille söylenen bu hakikatlere kulak asmadık.. şimdi de kendi aleyhimizde şahitlik ediyoruz. Hatta bundan dolayı kendimizi, mevsimi geçmiş olsa da sorguluyoruz. Birazcık olsun kendi irademizle bu kudsî çağrıya icabet edebilseydik Allah'ın içimizde hidayet meş'alesini yakması söz konusu olabilirdi. Ne varki biz, zifiri karanlıklarda kalmak için direnip durduk ve nur hüzmelerinin düşünce dünyamıza sızmasına fırsat vermedik; hatta ruhumuza ait bütün menfezleri kapattık ve karanlıkta kalmaya razı olduk..."
Bu ayet, ahirette cin ve ins taifesine karşı yapılacak olan tevbih ve kınamayı, en çarpıcı şekliyle, hem de daha dünyada iken bizlere haber vermekle, düşmemiz muhtemel olan vahim bir durumdan bizleri sakındırmaktadır.

imparator 27-01-2007 15:18

Bu ayetten istinbat edilen bir diğer mana ise, ins ve cinne ayrı ayrı peygamberlerin gönderildiği hakikatıdır. Dinler tarihinin de şehadetiyle biz, zaten insanlara peygamberlerin geldiğini biliyor ve kabul ediyoruz. En ücra yerlerde kimi vahşi kavimlerine bile, salt akılla ulaşmaları mümkün olmayan tevhid ufkuna ulaşabilmeleri için sürekli peygamber gönderilmiştir ki, bu hakikati gösteren yüzlerce delil mevcuttur. Şayet, çoğu destan ve efsanelerin arkası, ilmî araştırmalarla kurcalanıverse, hemen hepsinin arkasında peygamberlik hakikatlerinin mevcelendiği görülecektir. Medeniyet görmemiş en vahşî zannedilen insanların arasında dolaşıldığında dahi "her millet içinde mutlaka bir uyarıcı geçmiştir" (Fatır/24) ayeti gözlerimizi kamaştırırcasına tüllenecektir.
Evet, zamanın hemen her diliminde, küre-i arzın her yerinde şuur sahiplerini, kötü ve eğri yolun encamından sakındırıp, onların nazarlarını ulvî alemlere çeviren peygamberin zuhur etmediği tek bir zaman dilimi ve tek bir ümmet yoktur. Cenab-ı Hakk, her yere ve her topluluğa, o topluluğun genel keyfiyetine göre mutlaka bir uyarıcı göndermiştir. Bu uyarıcıları, gönderildikleri ümmetlere -bunlar insan, cin veya diğer ruhani varlıklar olabilir- rehberlik etmiş, onların nazarlarını bulundukları süflî alemden, ulvî ve nuranî alemlere çevirerek onları aydınlatmışlardır. Bu, aksine ihtimal verilmeyecek derecede kat'i bir hakikattir.
Ancak, eskiden beri İslam alimlerince farklı mutalaa edilen bir mevzu vardır ki, o da; cinlerin de kendi içlerinden, kendilerine hitap eden peygamberlerin gelip-gelmediği hususudur. Acaba insanlar, Hz. Adem'le (as) başlayıp Efendimiz'le (sav) sona eren bir peygamberler silsilesi ile aydınlanıp, onların ruhanî iklimlerinde hayatlarını sürdürürken, cinler de aynı peygamberlerin nuruyla mı aydınlanıyor, yoksa onlara da kendi içlerinden birer peygamber mi gönderiliyordu?.
Bu hususla alakalı olarak geçmişten günümüze alimlerin değerlendirmeleri biraz farklı olmuştur. Başta İbn Abbas, Mücahid, Kelbî, İbn Münzir, Ebu Ubeyd gibi ilk müfessirler ki bu aynı zamanda cumhurun da görüşüdür, "insanlara gönderilen peygamberler, aynı zamanda cin taifesinin de peygamberidir. Onlar insanların arasında iken zaman zaman gidip cinleri de irşad etmişlerdir" demişlerdir. Yani Hz. Adem (as), Hz. Nuh, Hz. İbrahim.. insanların peygamberi oldukları gibi cin taifesinin de peygamberleriydi; insanlığa getirmiş oldukları aynı hakikatleri onlara da anlatıyorlardı.
Ancak Dahhak, İbn Abbas'tan başka bir rivayet daha nakleder ki, bu görüşe göre, Cenab-ı Hakk cinlere ayrı, insanlara ayrı peygamberler göndermiştir. İbn Abbas'la beraber bu görüşü paylaşanlar, "Ey cin ve insanlar topluluğu! Size içinizden peygamberler gelmedi mi?" (En'am/130) ayetini delil olarak gösterirler. (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 7/85,86) Yani; "madem ki, burada cinler ve insanlar ayrı ayrı Cenab-ı Hakk'a muhatap oluyor ve her iki gruba da, kendi içlerinden peygamberlerin gelip gelmediği soruluyor; öyle ise, her iki taifeye de kendi içlerinden peygamber gelmiş olması gerekir; aksi takdirde böyle bir suale muhatap kalmaları makul sayılmayabilir" demişlerdir.
Ve yine, "Allah O'dur ki, yedi göğü ve yerden de o kadarını yarattı" (Talak/12) ayetinin tefsirinde İbn Abbas'tan bir rivayete göre Efendimiz (sav), "Başka alemlerde sizin Adem'iniz gibi Adem, Nuh'unuz gibi Nuh, Musa'nız gibi Musa, İsa'nız gibi İsa vardır" (Münâvi, Feyzü'l-Kadir, 3/365) buyurmuşlardır.
Efendimiz'in bu tefsiri de göstermektedir ki, her aleme, o aleme mahsus peygamberler gönderilmiştir. Cinlerin de, kendi başlarına bir alem olduklarına göre düşünülecek olursa, onlara da kendi içlerinden birer peygamberin gönderilmiş olması gayet mantıklı olsa gerek.
İbn Abbas, bir başka rivayette de şunları söyler: "Cinler, Allah'ın dumansız ateşten yarattığı kullarıdır. Henüz dünyada insanın isminden dahi eser yokken, Cenab-ı Hakk cinleri yaratmış ve dünyanın imarını onlara yaptırmıştır. Fakat onlar daha sonraları yeryüzünde fesat çıkarıp ilk babaları olan Can'la gönderilen İlahi ahkamı unutup şirazeden çıkınca, Allah da (cc), tekrar Yusuf isminde bir peygamber gönderdi; ama onu da şehid ettiler. Bunun üzerine cinler, göklerin sakinleri tarafından yeryüzünden uzaklaştırılıp denizlere sürüldüler"... (İbn-i Kesir, el-Bidaye, 1/49,50)
"Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı gelmiştir" (Fâtır/24), "Biz, Rasul göndermedikçe (hiçbir kavme) azab edecek değiliz" (İsrâ/15) ayetleri onlara da, 'birini doğru yola sokmak için uğraşan' manasında bir "uyarıcı" ve 'hakkı, hakikati tebliğ eden' manasında da bir "Rasul" gönderildiğini haber vermektedir.
Baştan buraya kadar naklettiklerimiz açık veya kapalı her şeyi, sözlerini Efendimiz'e dayandıran, tefekkür ufukları nübüvvet meltemi ile müteessir büyüklerimizin tefsir adına söylediklerinden ibaretti. Naklettiğimiz bütün bu sözlerden anlaşılıyor ki, cinlere, insanlara peygamber geldiği gibi kendi içlerinden de peygamber gelmiş olabilir...

imparator 27-01-2007 15:19

Rivayetlerin Ortak Değerlendirmesi
İnsanoğlu yaratıldıktan sonra, artık cinlerden peygamber gelmemiş gibi bir anlayış güçlü gibi görünmektedir.
Daha önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi, selef-i sâlihinden bazıları, insanlara gönderilen peygamberlerin cinlere de gönderildiğini söylerken -ki bu cumhurun görüşüdür- kimileri de cinnlere ayrı peygamberlerin gönderildiğini söylemiş ve bu görüşlerini çeşitli delillerle ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu hususta, fakirin görüşlerine gelince, bu iki görüşün te'lifi istikametindedir:

1. İnsanlar henüz yaratılmadan önce gelip geçen cin taifesinin, o devrede yeryüzünün halifesi olması itibariyle, onlara kendi içlerinden peygamberlerin gönderilmiş olması ve bu peygamberlerin, kendilerine yüklenilen irşad ve tebliğ vazifesini ifa etmeleri o dönem itibariyle gayet tabiiydi ve onlar da bu vazifeyi hakkıyla eda etmişlerdir. Zira cinlerin mükellef olmaları bunu gerektiriyordu ki, daha önce zikrettiğimiz ayet ve hadisler de bu hususu desteklemektedir.
2. Hz. Adem'in (as) yaratılıp halife kılınmasından sonra ise, cinler insanlara tâbi varlıklar haline getirildiklerinden bu dönemden sonra insanlara gönderilen peygamberler, aynı zamanda cinlere de gönderilmiş olabilirler. Zaten, İslam alimlerinin büyük çoğunluğu da bu görüşü savunmaktadır.
3. Her iki görüşü te'lif edecek önemli bir nokta da bence şu olmaktadır; Allah (cc) gönderdiği her peygambere, o peygambere has bir şeriat vermemiştir. Kur'an-ı Kerim'den öğrendiğimize göre, sadece dört semavî kitap vardır ve bazı peygamberlere de sadece bazı sahîfeler verilmiştir. Halbuki bir hadiste ifade edildiği üzere onca nebinin yanında, bir de 313 mürsel peygamber gönderilmiştir. Ve bu peygamberlerin hepsi de, risaletle görevlendirildiklerine dair Cenab-ı Hak'tan emir almışlardır. Bu emri aldıktan sonra da behemehal irşad ve tebliğde bulunmuşlardır ki, peygamberliğin gerçek manası budur. O halde, elinde ne bir hususi kitap ne de hususi bir şeriat mevcut olan bu elçiler, kendilerine kitap verilen peygamberlere tâbi olmuşlardır. Mesela, Hz. Musa (as) yolunda belki yüzü aşkın peygamber gelmiştir. Ama bunların hepsi de Tevrat'ın hükmü ile amel etmişlerdir. Hz. Davud (as) gibi cihan çapında bir saltanatın sahibi peygamber dahi, saltanatı misyonunun bir buudunun tezahürüydü. Hz. Davud'a verilen "Zebur", evrad-u, ezkâr, zühd ve rekâik gibi hususları ihtiva ediyordu. Yine Hz. İbrahim (as) döneminde birçok peygamber vardır: Hz. İsmail ve yeğeni Hz. Lut (as) bunlardandı. O dönemde câri olan ahkam ise, Hz. İbrahim'e (as) verilen "sahifeler"den ibaretti. Hz. Mesih döneminde, İncilin ahkâmıyla amel eden nebi bilmiyoruz. Hz. Zekeriyya (as) ve Hz. Yahya (as) gibi bu döneme ait olan peygamberler de ihtimal ki tevratla amel ediyorlardı. Bunlardan başka ehl-i keşfin istihracı ve zayıf kabul edilen bir hadisin işaretiyle Halid b. Sinan adında, kendisine kitap ve şeriat verilmeyen bir peygamber daha vardır ki onun Hz. Mesih'le Efendimiz arasında gelip vazife yaptığı söylenmektedir. (İbn-i Sa'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 1/296; İbn-i Hacer, el-İsâbe, 1/466; İbn-i Esir, Üsdü'l-Ğâbe, 2/99)
Bütün bunlar gösteriyor ki, kendisine kitap veya şeriat verilen peygamberler, kendilerine bağlı olan diğer peygamberleri, Cenab-ı Hakk'ın emirlerini esas alarak onları tavzif edebilmekte ve irşad adına onları yönlendirmektedirler. İhtimal bu peygamberler kendilerine inanan cinlerin bazılarını da istihdam edebiliyor ve onları cin taifelerini irşad etmede vazifelendiriyorlardı.
Bunun açık örneğini Efendimiz'in hayat-ı seniyyelerinde çok bariz olarak görmekteyiz. Şöyle ki, cinler, "Nahle" denilen yerde Efendimiz'i dinleyip, ardından da kendi kavim ve kabilelerini irşada gitmişlerdi ki(Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/210-216) bu topluluk, Kur'an'da, "münzirîn" (uyarıcılar) ismiyle anılmaktadır. Haddizatında bu sıfat, Kur'an-ı Kerim'de sadece peygamberler için kullanılan bir tabirdir. Ayette: "Bir zaman cinlerden bir topluluğu, Kur'an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. O'na gittiklerinde birbirlerine "susun" dediler. (Okuma) Bitince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler" (Ahkâf/29)
Hulasa; insanoğlu yaratıldıktan sonra, artık cinlerden peygamber gelmemiş gibi bir anlayış güçlü gibi görünmektedir. Kur'an'ın "münzir" dediği cin taifesine, illada peygamber denilecekse, "peygamberler tarafından tavzif olunan" manasında peygamber demek olur ki, böyle bir tesmiye de yerinde olmasa gerek.


imparator 27-01-2007 15:19

ıÜüCinler ve Temsilcileri

Efendimiz (sav), keyfiyeti ne olursa olsun, çeşitli vesilelerle cinlerle görüşmüş ve onları irşad etmiştir. Yine O'nun (sav) döneminde şeytanın çeşitli şekillerde temessül edip insanları kandırmaya çalıştığı da bilinen bir gerçektir.

Efendimiz (sav), alemşümûl bir peygamber olması yönüyle, hem insanların hem de cinlerin peygamberidir. Onun içindir ki O'na, "Rasulü's-sakaleyn" (cin ve ins peygamberi) denir. Bu itibarla Efendimiz (sav), keyfiyeti ne olursa olsun, çeşitli vesilelerle cinlerle görüşmüş ve onları irşad etmiştir. Yine O'nun (sav) döneminde şeytanın çeşitli şekillerde temessül edip insanları kandırmaya çalıştığı da bilinen bir gerçektir.
Nitekim, Efendimiz'in (sav) hicretlerine tekaddüm eden günlerde, "Dârü'n-Nedve" denilen kulüpte toplanan Mekke müşriklerinin arasında, Necidli bir ihtiyar kılığında şeytanın bulunduğu da rivayet edilir. Bu da, insî ve cinnî şeytanların birleşerek, Allah Rasulü'ne (sav) bir komplo kurmaya çalıştıklarını gösterir. Zaten İslam'ın zuhurundan sonra da "Daru'n-Nedve", daima İslam'ı imha planlarının yapıldığı bir yer olmuş; küfür sistematiği hep orada idare edilmiş ve yapmak istenen şeyler orada planlanmıştır. Aslında bu paralelde olarak, yirminci asrın cahiliyesinin "Dâr'ün-Nedve"leri, değişik ad ve unvanlarla yeniden ihya edilmeye çalışılmaktadır.
Günümüzde Amerika, Rusya, Çin ve Avrupa'nın hemen bütün ülkelerinde gece gündüz çalışan sayılamayacak kadar çok "Nedve" teşkilatları, hem de aralıksız bir şekilde, İslam ülkelerinin yıkımını planlayıp durmaktadır. Bir devrede Haçlı Seferleri'ni hazırlayan aynı güç odaklarının, dünya durduğu ve yer yüzünde bir tek Müslüman yaşadığı müddetçe bu karanlık faaliyetleri devam edeceğe benzer.
İşte o gün de Dâr'ün-Nedve'de Rasulü Ekrem'i ve Ashabı'nı imha için bir plan yapmak üzere Mekke müşrikleri biraraya gelmişlerdi.. ve şeytan da onların aralarında bulunuyordu. İhtimal müşrikler, işin idaresini ellerinden kaçırdıklarını anlamaya başlamış ve adeta panik içindeydiler. Acaba ne yapmalıydılar.. evet işte onları biraraya getiren gündemin ana maddesi buydu. Şeytan, ileri gelenlere görüşlerini sordu. Bu arada geleceğin büyük sahabisi Hişam b. Amr söz aldı ve "O'nu, bir ata bindirip çöle götürelim. Daha sonra da bir daha Mekke'ye dönmemesi için tembihte bulunalım. O bizim, biz de O'nun şerrinden emin oluruz." dedi. (Haşa ki O'nda şer olsun. O, bütünüyle hayırdır ve yeryüzünü hayırla doldurmakla vazifelidir. Bizim hikaye yoluyla dahi olsa O'na şer isnadına gönlümüz razı değildir. Fakat, o gün henüz İslam nurundan mahrum olan Hişam böyle diyordu.)
Ancak şeytan bu görüşü beğenmemiş ve: "Siz, bu kadar tesirli bir insanı ıssız bir çöle dahi salsanız, mutlaka O, bir güçlü ses ve soluk olarak geri gelir.. gelir ve sizi burada teslim alır" dedi.
Bunun üzerine orada bulunan bir başkası şöyle bir görüş ileri sürdü: "O'nu bir hücreye kapatalım. Sadece hava alacağı bir delik bırakalım. Ekmeğini, suyunu verelim ve ölünceye kadar orada tutalım..."
Necidli ihtiyar bu görüşü de beğenmedi ve: "O'nu uzun süre orada tutamazsınız. Kavim ve kabilesi, O'na inananları da yanına alır ve ne yapar yapar O'nu oradan çıkarırlar" dedi.
Üçüncü görüş, şeytana üstadlık yapan Ebu Cehil'e aitti ve: "Her kabileden birer, ikişer genç seçelim. Onları organize edelim. O'nun üzerine hep beraber saldırsınlar ve O'nu hep beraber öldürsünler. Böyle yaparsak Hâşimoğulları kan iddia edemezler. Bütün kavim ve kabilelerle savaşmayı da göze alamazlar" teklifinde bulundu.
Şeytan bu görüşü çok beğenmiş ve karar da Ebu Cehil'in görüşüne göre verilmişti.. (İbni Hişam, Sîre, 2/126)verilmişti ama, onların bu zalimane kararı semayı ihtizaza getirmiş ve Allahu Teâlâ, Rasulü'ne şu ayetleri inzal buyurmuştur:

imparator 27-01-2007 15:19

"İnkar edenler seni tutup bağlamaları, öldürmeleri ya da (yurtlarından) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en iyisidir. ( O, kendisine karşı tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirir.)" (Enfal/30)
Hicret'e tekaddüm eden günlerde insî ve cinnî şeytanların Efendimiz'e (sav) kurduğu tuzaklardan ve bugüne gelinceye kadar da Daru'n-Nedve'lerin İslam düşüncesi adına birer imha karargahı olduklarından daha önce bahsetmiştik. Bütün bu sıkıntılı dönemlerden sonra, tamamen İlahi bir imtihan olan, Cenab-ı Hakk'ın, Efendimiz'e (sav) hicret emrini vermesiyle, artık farklı bir döneme girilmiş olmaktadır. Bu yönüyle de hicret, ayrı bir konu ve ayrı bir destandır. Evet O, İslam Site Devleti'ne atılan ilk adım ve dehayı mucizeleştiren bir aksiyondur.
Gel "öl" dendiğinde, ölüme gülerek gidebilecek bir nesil yetiştirmedikçe hicreti de, hicrete terettüp eden semereleri de elde etmek oldukça zordur. İşte Hz. Ali! Hicret esnasında fedâiliği temsil eden bu yiğit!... Evet nasıl o, henüz yaşı "on" bile değilken, Allah Rasulü'nün (sav): "Bu davada bana yardımcı olan yok mu?" beklentisi karşısında hiç tereddüt etmeden, "Ben varım Ya Rasulallah!" (Müsned, 1/159; Mecmau'z-Zevaid, 8/302,303) demiş ve bu bezme girivermişse; sinesinden yediği hançerle yere düşüp şehid olacağı ana kadar da bu anlayışından zerre kadar taviz vermemiş ve hayatın bütün safhalarında kendisinden beklenen misyonu mutlaka eda etmiştir.
Hicret günü, kendisinden ölüm döşeğine girmesi istendiğinde, damarlarında hayat fışkıran bu genç, hiç tereddüt etmeden, Cennete buyur edilmişçesine yatağın içine girmiş ve bu davaya baş koyup canından dahi vaz geçtiğini bir kez daha ispat etmiştir. Zira Allah Rasulü'ne en yakın olanlardan biri oydu ve O'na en yakın olmanın bedeli de işte buydu. Evet o, bir taraftan Nebiler Serveri'nin amcasının oğlu, diğer taraftan da, o yaşa kadar bakımını-görümünü üstlenen Hz. Peygamber (s.a.s)'in manevi oğlu konumundaydı. Daha sonraki dönem itibariyle de, Efendimiz (s.a.s)'in biricik kızı, Cennet kadınlarının efendisi Hz. Fatıma'yı ona nikahlaması da, onun bu yakınlığını ve bu misyonun sahibi olması bakımından çok önemliydi. İşte bu vasıflarla muttasıf Hz. Ali, canını dahi feda edecek bir fedainin gerektiği yerde ön plana çıkıyor veya çıkartılıyordu.

Dünden bugüne uğruna canların feda edildiği bu davanın, canları pahasına korunması gerekir. Evet Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve daha nicelerinin canları pahasına omuzlayarak bugünlere taşıdığı İslam, ilelebed devam ettirilecek kutsal bir davadır. Allah (cc), "Allah seni insanlardan koruyacaktır" (Maide, 5/67) ifadesiyle, Efendimiz'le beraber O'nun o yüce davasını da koruyup muhafaza edeceğini teminat altına almıştır. Bu teminat sayesinde O'na karşı olan sevgi, her an gönüllerde kendini daha bir hissettirecek ve bunu silmeye de kimsenin gücü yetmeyecektir.
Şeytanın, Mekke müşriklerini idlal için kurduğu planlar o gün için boşa çıkmıştı; ama onun, bu mevzudaki cehd ve gayreti hiç mi hiç eksilmemişti. Nitekim Bedir savaşı sırasında insan kılığında temessül ederek, kafirlerin saflarına katıldığını, müşriklere moral vermeye ve destek olmaya çalıştığını Kur'an şöyle anlatmaktadır.
"O zaman şeytan onlara yaptıkları şeyleri süsleyip güzel göstermiş: 'Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur. Ben sizin yanınızdayım' demişti. Fakat iki topluluk birbirini görünce, şeytan ardına dönüp: 'Ben sizden uzağım, ben sizin görmediğinizi görüyorum. Ben Allah'tan korkarım, zira Allah'ın cezası çetindir' demişti." (Enfal/48)
Bazı müfessirlerin ifadelerine göre şeytan burada, Sürâka b. Mâlik kılığında görülmüştü.(Vâkidi, Meğazi, 1/71)Çünkü Sürâka cesur bir süvari olup hicret esnasında Allah Rasulü'nü takip ettiğinden dolayı,(İbni Hişam, Sîre, 2/134) Mekkeli müşrikler tarafından sevilen, sayılan bir insandı. İşte şeytan Mekkeli müşriklerin kuvve-i maneviyelerini takviye için bu yola baş vurup, Sürâka şeklinde temessül etmişti. Ancak iki ordu karşılaşınca, biraz önce galibiyet vadeden şeytan, "..ben sizin görmediklerinizi görüyorum" deyip tabana kuvvet, gerisin geriye kaçmaya başlamıştı. Çünkü diğer tarafta sahabi kılığına girmiş (Zübeyr b. Avvam gibi) binlerce nişanlı melek saf tutmuş, (Vakidi, Meğazi, 1/71; İbni Esir, Üsdü'l-Gâbe, 2/250,251) çarpışmak için adeta emir bekliyor... Demek ki Allah (cc), yerdeki bir avuç askerini gökteki melekleriyle her zaman teyid ediyor.


imparator 27-01-2007 15:19

CİNLERİN YAPILARI ve ÖZELLİKLERİ
"Ruh, İnsan, Cin" - Ahmed Hulûsi


"CİN" adıyla işaret edilen; gerçeği itibariyle insan gözü tarafından görülemiyen; bazen de sahip oldukları özellikler dolayısıyla, bazı insanlara maddemsi görüntüler verebilen bu varlık türünün yapısı iki katmandan oluşur:
1-CAN... Algılamada yetersiz kaldığımız "bilinç" türü...
2-PERİSPERİ denilen "hologramik dalga beden"!.
Kur`ân-ı Kerim’de "CİN" kelimesiyle tanımlanan; halk arasında "peri", "dev", "hayâlet", "CİN", "CİNNÎ", "iyi saatte olsunlar" diye bilinen; görüntülerine göre çeşitli isimler takılan; spiritlerin, ölmüş kişilerin "RUH"u sanarak çağırma yoluyla iletişim kurdukları; son olarak da anlattıkları masalları yutacak fikir düzeyindeki kişilere kendilerini "UZAYLI VARLIKLAR" olarak tanıtan görünmeyen "bilinç varlıklar"dır!..
"NEFS"i itibariyle varlığını, hayâtiyetini, "ben" bilincini bundan önceki bölümde belirtmiş olduğumuz üzere mutlak "RUH"tan alır...
Bilinç mükemmeliyeti olarak, evrende "İNSAN"dan sonra gelmektedir...
Kendi varlığını bilebilmesi, perisperiye (dalga bedene) bürünmesinden itibaren olmaktadır ki, bu da CİNlerin bir nevi doğumu olmaktadır kendi yapılarına göre...
Mutlak mânâda ölümü, kıyâmet denen anda olmaktadır aynen insan gibi...
Basit mânâdaki yani bizim umumi olarak anladığımız şekildeki ölümleri ise, kendilerine tâyin edilmiş ömürleri sonunda perisperilerinden (dalga bedenden) soyutlanmaları tarzında olmaktadır... CİNler kendilerinden birisinin ölümlerini, onun aralarından kaybolmalarıyla anlarlar...
Yaşama süreleri yâni ömürleri hakikatta insanlarla aynı süre almasına rağmen, yapı şartları ve özellikleri dolayısıyla, bu süre bazen bize göre 700-1000 yaşını bile bulmaktadır... Yâni gerçekte, kendi öz zamanlarına göre 60-70 senelik ömürleri, bizim zaman birimimize kıyaslandığı takdirde, karşımıza 1000 seneye yakın bir ömür süresi çıkabilmektedir...
Yapıları sebebiyle çok gelişmiş imkânlara sahip olmalarına rağmen, düşünce seviyesi, bilinç olarak, insanlardan üstün olanına da rastlanmaktadır... Şurası kesin olarak bilinmektedir ki, üstün insan, üstün CİNden daha üstün olmaktadır...
Karakter olarak insandan daha zayıf bir yapıya sahiptirler... Olumsuz olarak adlandırılan davranışları çokça ortaya koymaya yatkındırlar... Ve genellikle bu çeşit işlerle uğraşırlar... Ancak buna rağmen içlerinde, iyileri, dine bağlı olanları ve hattâ ender de olsa evliyaları vardır...
En büyük özellikleri ve eğlenceleri, insanların zayıf taraflarından faydalanarak, müsait olan yapıları dolayısı ve sebebiyle, onları kendilerine bağlı kılmak, istediklerini yaptırmak, adeta kulları olarak kendilerine hizmet vermelerini sağlamak, taptırtmaktır...
Şeytan diye bilinen, yahut da şeytana ait olarak bilinen işlerin tamamı gerçekte CİNlere aittir... Çünkü şeytâniyet, CİNlerin bir vasfıdır!. CİNlerin dışında ayrıca, şeytan diye bir varlık yoktur...
CİNlerin özelliklerinden bundan sonraki bölümlerde daha geniş bir şekilde devam edeceğimizden, şimdilik burada kesiyor ve büründükleri örtüye geçiyoruz:
CİNler, hareketlilikleri ve madde kaydında olmamaları dolayısıyla, geçmişi tamamen bilebilmektedirler...
Geleceğe ait bilgileri, gene yapıları dolayısıyle bir ölçüde bilmeleri mümkün olmakta ise de, detaya inememektedirler... Pek çok kere de geleceğe ait verdikleri bilgileri yanlış çıkmaktadır.

imparator 27-01-2007 15:20

2. PERİSPERİ (Ruhu hayvânî):
Yapısı henüz bugünkü ilmin tesbit edemediği dalgalardan oluşmuştur... Ancak bu sahada vazifeli olanların bir süre çalışması sonucu, perisperinin, yani dalga bedenin yapısını tesbit etmeleri hiç de güç olmayacaktır...
"İnsan" bölümünde açıkladığımız, "insandaki dalga bedenle" aynı özelliklere sahiptir...
Ayrıca, beden gibi, birşeye bürünmüş değildir; bedenin fonksiyonlarını da perisperi yüklenmektedir.
Diledikleri takdirde maddemsi bir görüntü verebilmektedirler...
Bizim zaman ve mekan kayıtlarımızla bağlı değillerdir...
İstedikleri anda dünyanın herhangi bir yerinde veya semanın herhangibir bölgesinde olabilecek seyyaliyete ve hıza sahiptirler...




ıÜüCinlerle temas kurulabilinir mi?

Bu konuda Fethullah Gülen Hoca şunları söylemektedir:
"Bazı insanların ruhları cinlerle temas etmeye, yani ilişki kurmaya müsaittir. Bu tip insanlar çabuk trans haline geçip, bizim buudarımızın dışına çabucak çıkabilirler. Bu sebeple böyle ruh yapısına sahip olan kimseler, cinlerinm alemine geçip, onların buudlarına girebilir ve onların dilleri ve haberleşme usulleri ile haberleşebilirler. Bu bir fıtrat ve yapı meselesidir. Ancak, bundan bir insani üstünlük anlamı çıkarılmamalıdır.
Evet, görülmeyen bu kuvvetlerin tabi oldukları belli prensipler vardır. Dolayısıyla insan her arzu ettiği yerde bunlara iş yaptıramaz. Zira onlar, Allah'ın tayin ettiği buudun dışında iş yapamazlar. Kişi, mazhar olduğu bir kısım esma ve kelimeleri sırlı kilitleri açar gibi kullanıp, cinlerle temasa geçebilir ama, cinler kendilerine verilmeyen imkanları kullanamazlar. Bu itibarla her insan, cinlerden istifade edemez, eden d, onları her arzusunda kullanamaz. bununla birlikte, bazı kelimeleri cinlere ait birer kod, birer telefon numarası gibi çevirip, belirli şekillerde ve belirli sayıda tekrarlayarak, onlarla irtibat kuran insanlar da az değildir.
Bir takım yolları ve usulleri olmakla beraber cinlerle irtibat kurma, mürşit ve rehber ister, o işin ehli olmayı gerektirir. Usul, prensip ve rehber olmazsa, hata ve yanlışlıklar yapıp paçayı kaptırma ihtimali de vardır. Bu tür şeylerle meşgul olanların gözleri mana alemine açık değil ve kendileri ayaklarını basacakları yeri bilemiyorlarsa, o zaman habis ruhların saldırısına uğrarlar; onların hakimiyeti altına girerler ve onların oyuncakları olurlar. Netice de cinler, böyle kimseleri bazen gurur ve kibre sevk eder, okşayıp şımartır; yeri ve zamanı gelince de korkutup tehdit ederek tesirleri altına alırlar ve kendi hesaplarına konuşturup, iş yaptırırlar. Nitekim 20,asırda Hindistan'da Gulam Ahmed Kadıyani, böylesi habis ruhların kurbanı olmuştur. Hint Yogizm'ine karşı Fakirizm yolunda İslam adına mücadele etmek istemiş, fakat habis ruhların sldırısına uğrayıp, oyuncakları haline gelmiş.... Hasbis ruhlar, önce kendisine müceddid olduğunu kabul ettirmişler; sonra da mehdiliğine, ardından da İsa-Mesih olduğuna inandırmışlardır...."



imparator 27-01-2007 15:20

ıÜüCinlerin Farkettirmeden Insanlari Yönetmeleri
"Ruh, İnsan, Cin" - Ahmed Hulûsi


CİN
lerin kendilerini açıklamadan insanlarla ilişki kurmaları ve onları kendilerine bağlamaları iki şekilde olmaktadır:
a) İslam Dini’ni istismar ederek...
b) Hümanist (insancıl) gayelere insanları yönlendirir bir yapıda görünerek...
Bunlardan birincisi ile ikincisi arasındaki en açık görünen fark ise, birincisinin REENKARNASYON YANİ TENÂSUHU (YANİ BİRKAÇ DEFA ÇEŞİTLİ YAPILARDA DÜNYAYA GELME) kabul etmemesi, ikincisinin ise kabul etmesidir...
Reenkarnasyon yani tenâsuh konusunu daha ileride detaylı bir şekilde göreceğimizden burada üzerinde durmayarak esas "aldatma metodları üzerinde" duruyorum...
Önce İslâmî gayeyi istismar ederek insanları aldatma ve kendilerine bağlama şekillerini görelim:
Bu tip olaylarda CİN-insan ilişkileri gene iki şekilde görülmektedir:
1-Kendi varlıklarını hiç bildirmeden;
2-Varlıklarını başka bir yapı ve isim altında bildirerek.
Şimdi önce kendi varlıklarını hiç bildirmeden ve farkettirmeden insanları kendilerine bağlama, kendi; kayıtları altına alma metodları üzerinde duralım:
Bu şıkka giren kişilerin en büyük özellikleri kendilerinin bir CİNle bağlantıda olduklarını kesinlikle bilmemeleri, farketmemeleri; oluşan hallerin, kendi üstün özelliklerindan ileri geldiğini sanmaları; bu yüzden de herkese tepeden bakar bir şekilde yaşayıp, yerine göre de sun`i tevazu gösterilerine kalkmalarıdır...
Nitekim Muhyiddin-i A`rabi Hazretleri bir eserinde, bu tip kişilerin en büyük özelliklerinin hiç bir eserleri, ilimleri olmadığı halde kimseyi beğenmeme, kendilerinin en üstün olduğu fikrini etrafa yayma olduğunu yazmaktadır...
Ayrıca gene bu çeşit CİNle bağlantısı olan kişilerin ikinci en büyük özellikleri de CİNleri kabul etmemeleridir!...
"CİN diye bir şey yoktur, CİNler mikroplardır" şeklinde veya buna benzer tanımlamalar ile CİNlerin varlığını inkâr anlamı taşıyan açıklamalara saparlar...
Onlar, kendileri bu şekilde inandıklarını sanırlarken, gerçekte tamamıyla CİNlerin verdikleri fikirlerle, CİNleri kabul etmemektedirler... Çünkü, CİNler bu gibi kişilere bu çeşit fikirlerle kendilerini inkâr ettirmeseler, bir gün o kişinin kendi durumundan şüphelenip, CİNlerin varlığını anlamaları mümkün olabilecektir ki, bu da asla CİNlerin işine gelmez!...
İşte bu sebepledir ki, CİNlerle bağlantılı olan kişiler, kesinlikle CİNlerin varlığını kabul etmezler veya bu yönde açıklamalara girerler.
Peki, CİNler bu kişileri ne şekilde ele geçirirler?..
CİNlerden, insanları kendi hükmüne alanlar bazan sıradan, normal bir CİN olabileceği gibi; bazan da onların ileri gelenlerinden, onların yönetici durumunda olanlarından olabilir...
Bir CİN, genellikle, daha gençlik yaşından itibaren, beyin kapasitesi iletişime istidatlı gördüğü bir insanı seçer ve kendine bağlı olanların arasına sokar!... Bu yaş genellikle 13 ile 22 yaşları arasında olmaktadır... Ancak bazan daha aşağı yaşlarda da bu seçim yapılmaktadır...
Bu seçim yapıldıktan ve kendisine bağlayacağı kişi belli olduktan sonra sıra gelir onu tamamıyla kendisine bağlamaya...

imparator 27-01-2007 15:21

Bunun için de, o CİN, bir veya birkaç din büyüğünün şekline girerek önce rüyasında ona görünmeye ve onun çok büyük bir insan olacağı yolunda fikirler vermeye başlar...
Bu hüviyetine bürünülen kişiistanbul`da Eyüp semtinde türbesi bulunan Hz Rasûlullahın ashabından "Eyyüp Sultan ismiyle bilinen Hazret-i Halid" veya "Mevlâna Celâleddin-i Rumi" veya "Muhyiddin-i A`rabi" gibi şahsiyetler veya falanca, filanca "... baba" olabilir...
Artık, yavaş yavaş gösterilen görüntüler sonucunda, o genç kimse, kız veya erkek gerçekten büyük bir insan olacağına inanmaya başlar...
Bazan canı bir şey ister. derhal o CİN tarafından isteği yerine getirilir...
O bu durumu, büyük bir insan olması sebebiyle, isteği "ALLAH" tarafından yerine getirildi diye düşünür; halbuki CİNi tarafından yerine getirlimiştir...
Bir imtihana girecektir, o imtihanda kendisine yardım edilir...
Birisiyle konuşurken, karşısındaki şahıs üzerine CİN tarafından yapılan baskıyla, üstün duruma geçer, âdeta, karşısındakiler kendisine karşı konuşamaz duruma düşerler...
Ve bu şekilde günden güne gelişmeye başlar...
Geçen zaman zarfında, yavaş yavaş içine bir çok şeyler gelmeye başlar... Yakın gelecekte olacak bazı ufak tefek olaylar kendisine bildirilir.. Eğer CİNlerle ilişkide olduğunun farkında değilse, önceleri, bunları altıncı his diye değerlendirir... Aynı anda başka bir yerde olan olaydan anında haberi olabilir...
Birisinin bir işinin halli için talepte bulunur, derhal o işin olması CİNi tarafından sağlanır; ve o da büyük bir insan olduğu için bu isteği "ALLAH" tarafından yerine getirildi sanır...
Sonunda, herhangi bir sahada büyük âlim olduğunu iddia etmeye başlar; artık kimseye ihtiyaç duymaz hâle geldiğini sanır!... Ve kendisini herkesten büyük görür!...İçine doğanlarla hareket etmeye koyulmuştur böylece bu kişi...
Kendisine hocalık, din adamlığı mesleğini seçmişse, gelmiş geçmiş en büyük din adamı olduğunu iddia eder...
Yok eğer bir serbest meslek çalışanı ise kendisini zamanının en büyük velisi, "Kutbul Aktâbı" olduğunu etrafa yaymaya başlar...
Veya son derece basit ilaçlarla olmayacak hastalıkları tedavi eder; bir anda konulmadık teşhisleri koyabilir ve bazı felçlileri yürütmeye, hareket ettirmeye başlar!..
Veya diğer mesleklerde ise, ona göre bir takım olağanüstü haller meydana getirebilir!.. Bütün bunlar onun şânını daha çok arttırır ve etrafında binlerce insanı toplayabilir...
Bu konuları bilenler onun durumunu derhal tesbit edebilirken, böyle durumlara inanmayanlar onu şarlatanlıkla, sihirbazlıkla, büyücülükle suçlamaya; buna karşılık ona inananlar ise onu en büyük evliya (!) ve hattâ MEHDİ (!) veya İsa (!) Aleyhisselâm derecesine çıkarmaya başlarlar...
Burada en büyük zevk ise, onu kendine bağlayan CİN`e aittir...
Çünkü, CİNi ya da CİNleri o kişi sayesinde artık binlerce kişiyi kendisine bağlamış ve onlara istediklerini yaptırtmaya başlamıştır... Bu yüzden îcâbında o kişinin durumunu kuvvetlendirmek amacıyla, bazı kişilerin rüyalarına dahi girip, gidip o kişiye bağlanmalarını; veya ona yardım etmelerini telkin eder....

imparator 27-01-2007 15:21

Bu arada, o kişiye din hakkında bilgiler vererek onu büyük bir din adamıymış gibi de gösterir... Bilmeyenler onu kendilerine dinî lider seçerler...
Artık o kişi bilir bilmez kendinden bir takım fetvalar verip, bazı helalları haram, veya bazı haramları helalmiş gibi anlatır; ve bunları da çevresine kendisinin bir lider olduğuna inandırarak, zamana göre yeni hükümler getiriyormuş gibi empoze etmeye başlar...
Sonuç olarak hem o kişi etrafına bir çok insan toplamış, bir müceddid (yenileyici), bir müctehid (yeni hükümler koyucu) edâsıyla yaşamaya başlamış olur... Hem de onu kendi kaydına alıp kendine bağlamış bulunan CİN bir saltanat kurar!... Ve bunu başran CİN, kendi akranları arasında bu durumla öğünüp, adeta bu işi yapan diğer hemcinsleriyle bir yarışmaya girer...



ıÜüİnsî ve Cinnî Şeytanlar

Şeyâtin, insî ve cinnî şeytanlardır ve bunlar İblis'in evlatlarıdır. İblis, evlatlarını iki gruba ayırmış, bunlardan bir kısmını insanlara karşı, diğer kısmını da cinlere karşı vazifelendirmiştir ki, bunlar vazifeli oldukları saha itibariyle bu ismi almışlardır.

Şeytanlar, insî ve cinnî olmak üzere iki kısımda mütâlaa edilmiştir ki,
"Böylece her nebi için ins ve cin şeytanlardan düşmanlar var ettik." (En'am, 6/112) ayeti, bu hakikatı ifade eder. Ayette geçen "Şeyâtîn" kelimesinin manasında iki rivayet söz konusudur. Ulemâ arasında her iki rivayeti de destekleyen bir hayli insan vardır.

Birincisi:
Bu kelimeden maksat, insan ve cinlerin azgın ve sapkınlarıdır ki, İbn-i Abbas (ra) bu görüştedir. Bir rivayete göre Atâ, Mücâhid, Hasan ve Katâde gibi büyük imamlar da bu görüşü paylaşırlar.(1) Onlara göre hem Cinlerden hem de insanlardan şeytanlar vardır. Cinnî şeytanlar, mü'min insanları kendilerine uyduramayınca insî şeytanlara giderler ve bunları o mü'minler üzerine salarlar. Bu hususu te'yîd eden şöyle bir hâdiseden bahsederler:
Allah Rasulü (sav), Ebu Zer'e (ra) sorar:
"İnsî ve cinnî şeytanların şerrinden Allah'a sığındın mı?"
Hz. Ebu Zer de bu suale, yine bir sual ile karşılık verdi:
"İnsanlardan da şeytan var mı?"
Allah Rasulü cevabında:
"Evet, hem de onlar cinnî şeytanlardan daha da şerirdirler." (2) buyurur.

imparator 27-01-2007 15:22

İkincisi:
Şeyâtin, insî ve cinnî şeytanlardır ve bunlar İblis'in evlatlarıdır. İblis, evlatlarını iki gruba ayırmış, bunlardan bir kısmını insanlara karşı, diğer kısmını da cinlere karşı vazifelendirmiştir ki, bunlar vazifeli oldukları saha itibariyle bu ismi almışlardır.(3)

Aslında, bu iki mana arasında ciddi ve neticeye tesir eden bir ayrılık olmamakla beraber, birinci rivayet her halde ayetin zahiri manasına daha uygun düşmektedir ki, alimlerin ekserisi bu birinci manayı tercih etmişlerdir. Ayrıca bu hususu teyid eden, Efendimiz'den (sav) mervi bir çok rivayet de mevcuttur. Bu cümleden olarak, Allah Rasulü (sav) bir hadis-i şeriflerinde:
"Sizden biriniz namaz kılarken, önünden herhangi bir kimsenin geçmesine müsaade etmesin, gücü yettiği nisbette ve en uygun şekilde ona mani olmaya çalışsın. Yine de inat edip önünüzden geçmek isterse onunla dövüşsün, çünkü o Şeytan'dır." (4) buyururlar.

Bir başka defasında Efendimiz (sav), sokakta bir güvercin arkasından koşup duran birisini görür ve şöyle buyurur:
"Bir şeytan, diğer bir şeytanın peşine düşmüş!.." (5)

İşte bunlar gibi daha pek çok rivayetlerde Allah Rasulü (sav) bazı şahıslara, hatta daha başka varlıklara bazı hareketlerinden dolayı, doğrudan doğruya "Şeytan" demiştir.
Yukarıda da temas edildiği gibi, aslında her iki mana arasında neticeye tesir edecek ciddi bir ayrılık yoktur. Zira birinci görüşte olanlar, kalb ve kalıbı birden ifade ile insana şeytan derken, ikinci manayı tercih edenler, kalb ile kalıbı birbirinden ayırmış ve "Kalıbıyla insan, fakat kalbiyle şeytan" demek istemişlerdir. Bunu destekleyen bir rivayet de vardır:
Huzeyfe (ra) anlatıyor: Bir gün Allah Rasulü'ne:
"Ya Rasulallah! Bizler şer içindeydik, Cenab-ı Hakk bizlere hayır ihsan etti ve şimdi hayır içinde bulunuyoruz. Acaba bu hayırdan sonra tekrar şer gelecek mi?"
Allah Rasulü:
"Evet" dedi.
Ben de:
"Acaba o şerden sonra tekrar hayır olacak mı?" diye sordum, yine
"Evet" dedi.
Bunun üzerine " O nasıl olacak?" deyince Allah Rasulü de:
"Benden sonra bir kısım devlet adamları gelecek ki, benim yolumu ve benim sünnetimi takip etmeyecekler. Hatta onlardan öyleleri idareye vaziyet edecek ki, beden ve cesetleri insan cesedi ama, içlerinde taşıdıkları kalb, şeytan kalbi!.." cevabını verdi. Allah Rasulü'nün bu izahı üzerine
"O zaman ben nasıl hareket edeyim?" diye sorunca da:
"Dinle ve itaat et! Sırtına vurulsa, malın elinden alınsa, yine dinle ve itaat et!.." buyurdu. (6)





imparator 27-01-2007 15:22

ıÜüKur'an-ı Kerim de Cinler

Cinnin Yaratılışı

Cinleri öz ateşten yarattı.
(Rahman,15)

Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.
(Hicr Suresi, 27)






Kur'an-ı Kerim'de değişik lâfızlarda 32 yerde cinden bahsedilmektedir. Bunlardan 22'si cinn, 5'i cânn, 5'i de cinnet olarak geçmektedir;
Cinn :İsra (88), Kehf (50), Zariyat (56), Rahman (33), Araf (38,179), Neml (17,39), Fussilet (25,29), Ahkaaf (28,29), Sebe (12,14,41), Cinn (1,5,6), En'am (100,112,128,130)
Cânn : Hicr (27), Rahman (15,39,56,74)
Cinnet : Hûd (119), Secde (13), Saffat (158) 2kez, Nâs (6)

"De ki: Cinlerden bir topluluğun dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik. Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. Kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız. Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir. Doğrusu bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında pekaşırı yalanlar uyduruyormuş. Halbuki biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler, sanmıştık. Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı. Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı. Doğrusu biz, göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyledoldurulmuş bulduk. Halbuki, biz onun bazı kısımlarında dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor. Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi? Gerçekten biz, -kimimiz sâlih kişiler, kimimiz ise bunlardan aşağıda olmak üzere- türlü türlü yollar tutmuştuk. Şu gerçeği şüphesiz anladık ki, biz yeryüzünde bulunsak da Allah'ı âciz bırakamayacağız, başka yere kaçmakla da elinden kurtulamayacağız. Doğrusu biz, o hidayeti işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar. İçimizde, teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır. Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme **** olmuşlardır."
(Cinn Suresi 1-15)
"Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere düşman yaptık. Bu şeytanlar ahrete inanmayanların kalblerinin o sözlere yönelmesi, ondan hoşnut olması ve kendilerinin isledikleri suçları islemeleri için böyle yaparlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı, sen onları iftiraları ile başbaşa bırak."
(En'am Suresi 112-113)

" Allah hepsini toplayacağı gün, "Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınz" der, insanlardan onlara uymuş olanlar, "Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin surenin sonuna ulaştık" derler. "Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınız" der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir. Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz. "Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmamızdan siziuyaran peygamberler gelmedi mi?" "Kendi hakkımızda şahidiz" derler. Dunya hayati onları aldattı da inkârcı olduklarına, kendi aleyhlerinde şahidlik ettiler."
(En'am Suresi 128-130)

"Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz."
(Rahman Suresi 33)

" Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık. Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır! Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı. "
(Sebe Suresi 12-14)"



imparator 27-01-2007 15:22

ıÜüNiçin, "Cin" Olduklarini Saklıyorlar?
"Ruh, İnsan, Cin" - Ahmed Hulûsi
1930`lardan 1986 Mayıs’ına kadar çeşitli gruplara verdikleri tebliğlerde kendilerini hep “RUH” veya “UZAYLI” olarak tanıtan CİN’ler, ilk defa olarak bu tarihte son derece açık ve net bir biçimde, KUR`ÂN-I KERİM`de "CİN" ismiyle bahsedilen varlıklar olduklarını açıklamışlardır.
Kendi ifadeleriyle, "CİN" olduklarını saklamalarının sebeblerini ve gerçek yapılarını şöyle anlatmaktadırlar:
"İslâm’ın kitabında CİN`i KÖTÜ olarak tanıtan sûrelerin yanlış anlaşılması, İslâm toplumunu bu hâle getirmiştir." (1)
Evet, işte uzun yıllardır, CİNlerin, gerçek hüviyetlerini saklayarak, kendilerini UZAYLI ya da RUH diye tanıtmalarının gerçek sebebi bizâtihi yaptıkları bu açıklamada gizlidir...
Çünkü KUR`ÂN-I KERİM, onların insanın düşmanı olduğunu açıklamış ve onlardan mutlaka uzak durulması, bu konuda tedbirli olunması hususunda kesin uyarılarda bulunmuştur...
İnsanları aldatma özellikleri, DİNDEN uzaklaştırma ve Allah Rasûlü’nden soğutma özellikleri dolayısıyla "ŞEYTAN" lâkabıyla lâkablanmış bu varlık hakkında ne yazık ki toplumlar pek bilgisizdirler.
Öyle ki, resmî din etiketi taşıyan din adamları dahi, "şeytan"ı, Kur`ân`da açık hüküm bulunmasına rağmen, CİN dışında, ayrı bir varlık türü zannetmektedirler.
İnsanlara tahakküm arzusu, onları aldatıp kandırma özellikleri dolayısıyla "ŞEYTAN" lâkabı verilmiş olan CİNLER, bu sınıfın halk deyişiyle "şerlileri"dir.
Diğer bir deyişle, insanlarla iletişim kurup onlara yanlış, asılsız gerçeğe uymayan fikirler ilka eden CİNler Kur`ân-ı Kerîm`de "ŞEYTAN" ismiyle tanımlanmıştır. Yoksa konu hakkında bilgisiz olanların zannettikleri üzere, CİN ayrı şeytan ayrı değildir.
Bunun ispatı da gene Kur`ân-ı Kerîm`dedir:
"İBLİS {Ademe} secde etmedi; çünkü O, CİN idi" (Kehf/50)
Nitekim bu âyet aynı zamanda CİN sınıfının, "İNSAN"ın bilinç üstünlüğünü kabûl etmediğini de açık seçik göstermektedir.
"ŞEYTAN" lâkabıyla, şeytâniyet vasıflarına işaret edilen CİNLER hakkında Yâsin Sûresi’nin 60 ve 62. âyetleri son derece dikkat çekicidir:
"Ey Ademoğulları, şeytana kulluk etmeyin, o kesin düşmanınızdır."
"Şeytan sizden bir çok kimseyi saptırmıştır"
Evet, Kur`ân-ı Kerîm, CİNLER konusunda pek çok âyet ile insanları uyarmıştır. Zîrâ, onların en başta gelen özelliği, bazı yönleri itibariyle kendilerinden çok üstün olan bu canlı türünün yani "İNSAN"ın varlığını hazmedememeleridir. Onun için de her fırsatı kullanıp, insanları yönetimleri altına alarak onlara dilediklerince hükmetmek istemektedirler.
Onların bu insanlara hükmetme ve yönetimleri altına alma arzularına da Kur`ân-ı Kerîm`in 6. sûresinin 128. âyetinde şöyle işaret edilmektedir:
"EY CİN TOPLULUĞU, İNSANLARIN EKSERİYETİNİ HÜKMÜNÜZ ALTINA ALDINIZ"‘
Evet, bu âyette işaret edildiği biçimde, insanların EKSERİYETİ, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde CİNLERİN yanlış fikirlerinin kurbanı olarak, onların hükmü altına girmiş; onların gösterdiği yoldan giderek, Allah Rasûlü’nünve Kur`ânın öğretisinden uzaklaşmıştır.
Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, CİNLERİN bütün gayesi, İslâm Dini’ni iptal ederek, Hazreti Rasûlullah ‘ın getirdiklerini hükümsüz bırakmaktır.
İşte Kur`ân`ın bu şiddetli uyarılarına rağmen, gene de, kendilerini son derece saf, temiz, iyiliksever varlıklar olarak tanıtıp, insanları kendi hükümleri altına almak isteyen CİNLER bakın kendi kutsal kitaplarında kendilerini nasıl tanıtmaya çalışıyorlar:


imparator 27-01-2007 15:22

ıÜüCinlerde Evlilik
Cinleri insanlar gibi düşünebiliriz, onların da erkekliği ve dişiliği vardır. Evlenip çoğalabilirler. İslam alimleri, bu konuda delil olarak Rahman Suresi 55. ve 56. ayeti delil göstermişlerdir,
"Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur."
Tams, esasen kanamak demektir. Onun içindir ki hayız kanına tams denir. Bu kelime daha sonra bekâret halinde olan birleşmeye isim olmuştur. Ayrıca mutlak cinsî yaklaşım anlamı ifade ettiği de söylenmiştir. Buna göre âyetin mânâsı şöyle olur: Onları kimse kanatmamıştır. Yahut onlara kimse dokunmamıştır. Hep bekâr kalmışlardır. Buradan cinlerin cinsel ilişkiye müsait olduğu anlamı ortaya çıkmaktadır.

Diğer bir delil ise Kehf suresinin 50. ayetidir, " Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere:
"Âdem'e secde edin!" demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir."
Bu ayetteki "soy" kelimesi de üremeyi gerektiren bir husus olduğu için cinlerin evlenmesine delil gösterilmiştir.



Cinlerle Evlenme
Cinlerle evlenme konusunda İslam alimleri fikir biriliğine varamamışlardır. "Evet, cinlerle insanlar evlenebilinir" diyenler olduğu gibi, "Hayır, mümkün değildir" diyenlerde vardır.
Bu konudaki düşünceler şöyledir.
Ebu Mansur es- Sealibi,
"Babası insan, annesi cin olan kişilerden doğan kimseye 'el-Has', insan ile cin sihirbazından dünyaya gelene de 'el-Amluk' denir.

Beyhaki'nin senediyle Cabir'in nakliyle,
Medineli bir kadının cinlerden bir dostu vardı. O, kuş şeklinde gelip, evinin duvarına düştü. Kadın ona,
"İn de laflayalım" diyince o şu cevabı verdi:
"Hayır olmaz! Mekke'de bir peygamber gönderildi; bir arada kalmamızı men etti ve bize zinayı yasakladı"

Katde'den nakil,
"Belkis'in annesi veya babasından biri cinlerdendi".

İmam Şibli cinlerle nikahın mümkün olduğunu savunmaktadır. Şibli bu konuda şunları söylemektedir:
"Hz.Peygamber'in, cinlerle evlenmeyi yasaklaması, fukahanın 'cinlerle insanlar arasında nikahlanmak caiz değildir', tabiinden bazı kimselerin bunu hoş karşılamaması, böyle bir şeyin mümkün olduğunu gösterir. Çünkü: "Mümkün olmayan bir şeyin cevazına veya meşru olmadığına hükmedilmez." demektedir.

imparator 27-01-2007 15:22

İmam Şibli cinlerin cevheri ateştendir nasıl olur sorusuna cevaben ise,
"Onlar ateş unsurundan yaratılmış olsalar bile, yemek-içmek, evlenip-çoğalmak suretiyle tıpkı asılları toprak olan Ademoğularının ana unsurlarını kaybettikleri gibi, cinler de ana unsurlarını kaybetmişlerdir. Kaldı ki ateşten yaratılan cinlerin atasıdır. Tıpkı Hz.Adem'den başka, diğer insanlartopraktan yaratılmadıkları gibi, diğer cinlerde ateşten yaratılmamışlardır.

İmam Malik'in,
"Cinlerden bir adam var. Bizden kız istiyor. Helal yoldan evlenmek istediğini söylüyor. Ne dersiniz?" sorusuna cevaben,
"Dince bunda bir sakınca yoktur. Lakin ben şahsen bunu hoş karşılamam. Çünkü kadın cinden hamile kaldığı zaman 'Bu çocuk kimdendir?' diye sorduklarında, 'Cin'den', diye cevap verecektir. Ve bu yüzden müslümanlar arasında fesat alıp yürüyecektir." şeklinde cevap verdiği kaydedilmektedir.

İmam Şibli, cinlerle evlenmenin mümkün ve vaki olduğunu kabul etmekle beraber, buna engellerinde bulunduğunu belirterek insan neslinin insanlarla evlenmekle olacağını belirtiyor. Ancak, "İnsanla, cin arasında bir aşk meydana gelir de, insan evlenmek zorunda kalırsa, o zaman iş değişir. "Zararından kurtulmak için evlenebilinir" diyor ve "Yinede zararından kurtulunmaz "diye ekliyor.

Sealibi, "İnsanlarla cinler arasında evlenmek ve çoluk çocuk sahibi olmak mümkündür"

imparator 27-01-2007 15:23

Cinlerle İnsanlar Arasında Evlilik
Bazı kimselerin cinlerle evli bulunduğuna dair halk arasında rivayetller dolaşmaktadır. Bunların doğruluk dereceleri ile dini bakımdan kabule müsaid olup olmadığının münakaşa mevzu olduğuna şahid olmaktayız. Bu söylentiler acaba doğru olarak kabul edilebilir mi?
Her iki tarafın rızasına, icab ve kabul esasına dayalı ve nikah kıyılması suretiyle cin ile insanlar arasında evlilik ceryan etmez. Bu rivayetler, "rızaya ve nikah akdine" müstenid evlilik olmayıup, tasallut ve tecavüz mahiyetinde bulunmaktadır.
Tecavüzün ve cinsi yakınlığın vaki olduğunun kabulü, aralarındaki evliliğin meşru olduğunu kabule delil olamaz. Sonra bir kadın, fuhuştan peydahladığı veled-i zinayı, "cinle evliyim de onmdan oldu" diye iddia edip suçtan sıyrılmaya kalkışır. İslam hukuku, böyle bir iddiayı makbul tutup sahibini mazur saymamıştır.
Mehmed Emre, Cinlerle İnsanlar Arasında Evlilik

Cinlerle Evlenmenin Aslı Var mı?

Toplumda, insanlar arasında tereddüte ve yanılmaya sebep diğer bir hususta cinlerle evliliktir. İtikadî olarak ne Kur'an-ı Kerim'de, ne Hadîs-i şeriflerde bize böyle bir evlilik rivayet edilmemektedir. Birçok büyük âlim de bu olayı anlatmışlar fakat hayal ile hakikat birbirine karıştırılmış, birçok hezeyan türünden hâdiseler günümüze kadar ulaşmıştır. Medya da bu şarlatanlığa çanak tutmuş, milletin kafasını daha da karıştırmıştır. TV'lere çıkan şovmenler; "ben şu kadar cin ile evliyim", "cinlerden eşim var" vs. hezeyanlarla sap ile samanı birbirine karıştırmış, insanları şüpheye düşürmüşlerdir.

Evvelâ, insan, hücrelerin ve moleküllerin yoğunlaşmasından, cin ise, ışın şeklinde bir enerji akımından ibarettir. Farklı âlemlerde, farklı boyutlarda, farklı yaratılışta olan insan ve cin, fizyolojik ve biyolojik mânâda biraraya gelip birleşmeleri, izdivaç etmeleri imkânsızdır. Cin, insanlara ancak his, heves, duygu verebilir, insanın şehevî duygularını tahrik edebilir, insan beynindeki şehvet merkezlerini, manyetik akım ile harekete geçirebilir.

Cinlerle insanların evlilikleri konusu, israiliyat ve bâtıl dinlerden, eski inanışlardan, hurafelerden, halüsinasyon gören beyninde rahatsızlığı olanlardan rivayet edilir. Hikâyeler, nesilden nesile, kulaktan kulağa aktarılırken, olay farklı boyutlarda değişmekte ve hurafe hâline gelmektedir.

Beyin ile alâkalı bir hastalık olan şizofreninin birçok çeşidi vardır. Halüsinasyon olayları şizofrenilerde çok görülür. Halüsinasyon şeklinde beyni hasta olan kişiye görünen cin, pekalâ hastanın kendisiyle evli olduğu kanaatini verebilir. O hastaya açık saçık bir insan suretinde görünüp, onun şehvetini arttırabilir ve ona izdivaç hayali gösterebilir. Aynen rüyalarda olduğu gibi kişi cünûp olabilir, boşalabilir. Cin burada manyetik olarak o kişinin beynini uyarmakta, beynindeki şehvet merkezine akım göndermektedir. Beyni hasta kişi bu hayalî olayı, hakikî zanneder ve her tarafa ?ben cinle evliyim? diye ilân yapar. Hayal ile hakikat birbirine karışmış olur.

İnsana musallat olup, böylesine hayaller gösteren cin, kendi âlemindeki çocuklarını o insandan oldu diye telkin ederse, bu kişi de cinlerden çocukları olduğunu savunur. Halbuki maddî âlemde böyle bir şey yoktur, bu sadece bir görüntüden ibarettir. Cinle temas kurduğunu söyleyen kişi, bunun bir görüntü olduğunu idrak edemez. Normal insanların rüyada boşalmaları gibi, kişi burada inzal olur. Böyle bir olayı başkalarına söyledi mi, ya "deli, aklını oynatmış" diye psikiyatri kliniğine gönderilir ya da karşısında bu olayı gerçek zannedenler tarafından inanılır. Modern tıp böyle bir olayı kabul etmez, dolayısıyla cinleri, cinnî olayları hayal ve halüsinasyon olarak değerlendirir. Tarafıma bu şekilde birçok olay intikal etmiş, bu rahatsızlıklar daha sonra izale edilmiştir.








AyTeK54 27-01-2007 21:08

teşekkürler...

tiryaki42 06-09-2008 23:28

cinleri görmek
 
bir insan riyasat veya halvet yaparsa cinlerle irtibata geçebilir
fakat bu işi iyi bilen birinin denetim ve gözetiminde yapılmalıdır nedeni ise müslüman yerine gayri müslim cinlerde gelebilir ve kendisinin müslüman olduğunu söyleyip insanı kandırabilir imam-ı şibli2nin cinlerin esrarı isimli kitabı okuyabilirsiniz bu konuda muhammed ebu zehre tercüme etmiş el ezher üniversitesi öğretim görevlisidir kendisi


Türkiye`de Saat: 14:17 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580