![]() |
TEKELLER, BİRLEŞMELER VE YENİDEN YAPILANMA Anonim şirket açıkça pek çok Amerikan işletmesinin başarılı bir biçimde büyümelerini sağlayan bir örgütlenme türü olmuştur. Buna karşın Amerikalılar büyük anonim şirketleri zaman zaman kuşkuyla karşılamışlar ve birleşen şirketlerin kendileri de büyüklüğün yararı konusunda kararsız kalmışlardır. XIX. Yüzyıl’ın sonlarında pek çok Amerikalı, anonim şirketlerin daha küçük şirketleri içlerine almak ya da rekabeti önlemek amacıyla diğer şirketlerle birleşmek ve yasal olmayan işbirliğine girmek için büyük miktarlarda sermaye toplayabileceklerinden korkuyorlardı. Eleştiricilere göre her iki durumda da işletme tekelleri tüketicileri daha yüksek fiyatlar ödemeye zorlarlar ve istedikleri mal seçimini yapma hakkından yoksun bırakırlar. Bahis konusu endişeler tekelleri bölmeye ya da kurulmalarını önlemeye yönelik iki yasa çıkarılmasına yol açtı: 1890 tarihli Sherman Antitröst Yasası ile 1914 tarihli Clayton Antitröst Yasası. Hükümet XX. Yüzyıl boyunca tekelleşmeyi sınırlamak amacıyla bu iki yasayı kullandı. Hükümetin “tröst yıkıcıları” 1984’te American Telephone & Telegraph (AT&T) şirketinin telefon hizmetlerini neredeyse tekeline almasını engelledi. Adalet Bakanlığı da 1990’da birkaç yıl içinde toplam varlığı 22,357 milyar dolara erişmiş bulunan Microsoft firmasının gittikçe gelişmekte olan bilgisayar yazılım piyasası üzerindeki egemenliğini azaltmaya çalıştı. Hükümet antitröst yetkilileri genelde bir firma herhangi bir mal ya da hizmet piyasasının yüzde 30’unu ele geçirdiği zaman tekelleşme tehdidi oluştuğunu düşünürler. Ancak bu çok basit bir ölçüttür. Pek çok şey piyasadaki diğer rakip şirketlerin büyüklüğüne bağlıdır. Bir şirket piyasanın yüzde 30’undan fazlasını kontrol etse bile rakipleri de aşağı yukarı eşit piyasa payına sahip bulunuyorlarsa o firmanın tekel olma gücü bulunmadığı düşünülür. Antitröst yasalar rekabeti arttırmış olmakla birlikte ABD şirketlerinin büyümelerini engellemedi. 1999’da her birinin varlığı 300 milyar doları aşan yedi dev şirket daha önceki yılların en büyük firmalarının birer cüce gibi görülmelerine yol açtı. Gerçekten de bazı eleştiriciler birkaç büyük anonim şirketin temel endüstriler üzerindeki kontrolünün artmasından endişe duyup otomotiv endüstrisi ve çelik üretimi endüstrisi gibi işletmelere birkaç büyük anonim şirketin egemenliği altındaki “oligopol”ler gözüyle bakıldığını ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık, diğer bazı eleştiriciler ise pek çoğu yoğun bir küresel rekabetle karşı karşıya bulunan büyük anonim şirketlerin gereğinden fazla güç kullanabilecek konumda olmadıklarını söylemektedirler. Sözgelimi, tüketiciler yerli otomobil üreticilerin mallarından hoşlanmıyorlarsa yabancı şirketlerin araçlarını alabilirler. Kaldı ki, tüketiciler ve imalatçılar zaman zaman benzer başka ürünlere yönelip olası tekelleşmeleri boşa çıkarabilirler; sözgelimi, çelik yerine kolaylıkla alüminyum, cam, plastik ya da beton kullanılabilir. |
İş dünyasındaki liderlerin şirketlerin büyüklüğü karşısındaki davranışları değişkenlik göstermektedir. 1960’ların sonlarında ve 1970’lerin başlarında pek çok iddialı şirket en azından sıkı federal antitröst uygulamalar aynı alanda birleşmeleri engellediği için birbiriyle ilişkisi olmayan endüstrileri elde ederek çeşitlenmeye çalıştılar. Söz konusu liderlerin görüşüne göre bir holding ve ona bağlı olan ve petrol arama ve sinema filmi yapma gibi farklı alanlarda faaliyet gösteren ikincil firmalardan oluşan konglomeralar yapıları gereği daha istikrarlı işletmelerdir. Kuramsal olarak bir ürüne karşı talep zayıflarsa diğer bir işletme dengeyi sağlar. Buna karşın, inceden inceye belirlenmiş ürünlerde yoğunlaşmak yerine çeşitli alanlardaki çalışmaları yönetmekten doğan zorluklar sözü edilen üstünlüğü ortadan kaldırabilir. 1960’lardaki ve 1970’lerdeki birleşmeleri gerçekleştiren pek çok iş dünyası lideri giderek ya çok geniş bir alana yayıldıklarını ya da yeni devraldıkları ikincil şirketleri yönetemediklerini anladılar. Çok kez daha zayıf olan işletmelerini elden çıkardılar. 1980’lerde ve 1990’larda anonim şirketler kendilerini değişen ekonomik koşullara uydurmak çabasına girişince belirli endüstrilerde yeni dostça birleşme ve “düşmanca” el koyma dalgaları oluştu. Sözgelimi, hepsi önemli değişiklikler geçirmekte olan petrol, perakende ve demiryolu endüstrilerinde birleşmeler daha yaygınlaştı. Hükümet kontrollerinin azaltılması üzerine rekabetin hızlanması sonucu 1978 den başlayarak çok sayıda havayolu şirketi birleşmeye çalıştı. Kontrollerin azaltılması ve teknolojik değişiklikler yapılması telekomünikasyon endüstrisinde de bir dizi birleşmeye gidilmesine yol açtı. Yerel telefon hizmeti sunan birkaç şirket hükümet bu piyasadaki rekabeti teşvik etmeye başlayınca birleşme yolunu seçtiler; Doğu Kıyısı’nda Bell Atlantic şirketi Nymex’i içine aldı. SBC Communications şirketi kendi ikincil Southwestern Bell firmasını Batı’daki Pacific Telesis ile ve Southern New England Group Telecommunications firmasıyla birleştirdi ve Ortabatı’daki Ameritech’i de buna eklemeye çalıştı. Bu sırada, şehirlerarası telefon hizmeti veren MCI Communications ve WorldCom birleştiler ve AT&T de kablolu televizyon alanındaki iki dev şirket olan Tele-Communications ve MediaOne Group’u alarak yerel telefon hizmetleri alanına girmek için harekete geçti. ABD’deki konutların yaklaşık yüzde 60’ına kablolu televizyon hizmeti sağlayacak duruma gelen bahis konusu devralmalar AT&T’nin kablolu televizyon ve hızlı İnternet bağlantısı piyasalarında da önemli bir söz sahibi olmasına yol açabilecekti. |
1990’larda Travelers Group ve Citicorp şirketleri birleşerek dünyadaki en büyük finansal hizmet firmasını oluşturdukları gibi Ford Motor Company de İsveçli AB Volvo şirketinin otomobil bölümünü satın aldı. 1980’lerde Japonların ABD şirketlerini ele geçirme furyasının ardından 1990’larda Alman ve İngiliz şirketleri sahneye çıktılar ve Chrysler Corporation Alman Daimler-Benz firmasıyla birleşirken Deutsche Bank AG de Bankers Trust’u devraldı. Exxon Corporation ve Mobil Corporation da birleşip 1911’de endüstriye egemen olduğu için Adalet Bakanlığı tarafından dağıtılmış bulunan John D. Rockefeller’e ait Standard Oil Company’nin yarısından büyük bir bölümünü yine bir araya getirerek iş dünyasının en büyük kara güldürüsünü yarattılar. 81,380 milyar dolarlık birleşme Federal Ticaret Komisyonu (FTK) tarafından onaylanmakla birlikte antitröst yetkilileri arasında endişe doğurdu. Komisyon’un talebi üzerine Exxon ve Mobil Kuzeydoğu ve Orta Atlantik bölgesi ile California ve Texas eyaletlerinde bulunan 2.143 benzin istasyonuyla yapılmış sözleşmeleri satmaya ya da iptal etmeye ve California’daki büyük bir arıtma istasyonunu, petrol boşaltma tesislerini, bir boru hattını ve diğer varlıklarını bırakmaya razı oldular. Söz konusu gelişme antitröst kuruluşların yaptırdığı en büyük elden çıkarma işlemlerinden biridir. FTK Başkanı Robert Pitofsky buna benzer “ulusal çapta” petrol endüstrisi birleşmelerinin de “antitröst alarm zilleri” çaldırabileceği uyarısında bulundu. Bunun üzerine FTK görevlileri hemen BP Amoco PLC’nin Atlantic Richfield Company firmasını alma önerisine karşı çıkılması tavsiyesinde bulundular. Bazı şirketler iş dünyasındaki güçlerini arttırmak için birleşmek yerine rakipleriyle ortak teşebbüslere girişmeyi denediler. Bu yoldaki düzenlemeler de şirketlerin işbirliği yapmaya karar verdikleri alanlarda rekabeti ortadan kaldıracağı için piyasa düzeni karşısında tekellerin yarattığının aynı bir tehdit oluşturmaktadır. Buna karşın, federal antitröst kuruluşları bazı ortak girişimlerin yararlı olacağına inandıkları için onları onayladılar. Pek çok Amerikan şirketi de ortak araştırma ve geliştirme faaliyetine girişmiştir. Şirketler ortak araştırmaları geleneksel olarak temelde ticaret örgütleri aracılığıyla yürütmekte ve ancak böylelikle çevre ve sağlık düzenlemelerine uymaktadırlar. Buna karşılık, yabancı şirketlerin ürün geliştirme ve imalat konularında işbirliği yaptıklarını gören Amerikan şirketleri tüm araştırmayı kendileri yürütecek kadar zamana ve paraya sahip olmadıkları kanısına vardılar. Bazı belli başlı araştırma konsorsiyumları arasında Yarı İletken Araştırma Konsorsiyumu ve Yazılım Üretkenlik (prodüktivite) Konsorsiyumu bulunmaktadır. Büyük rakipler arasındaki işbirliğinin en çarpıcı örneği 1991’de oluştu ve dünyadaki en büyük bilgisayar şirketi olan International Business Machines (IBM) ile bireysel bilgisayarların öncüsü Apple Computer çeşitli bilgisayarlarda kullanılabilecek bir işletme sistemi yazılımı yaratmak için biraraya geldiler. Benzeri bir işletme sistemi yazılımı hazırlamak için IBM ile Microsoft arasında işbirliği yapılması önerisi 1980’lerin ortalarında sonuçsuz kalmış ve Microsoft piyasaya egemen olan kendi yazılımı Windows sistemini geliştirmişti. 1999’da IBM de piyasaya yeni girmiş olan güçlü Dell Computer şirketiyle birlikte yeni bilgisayar teknolojileri geliştirmek için anlaştı. |
Bir dizi şirketin yeniden örgütlenmesine ve elden çıkarılmasına yol açan 1960’lardaki ve 1970’lerdeki birleşme dalgası gibi en yeni birleşme dönemi de şirketlerin faaliyetlerini yeniden yapılandırma çabalarına sahne oldu. Gerçekten de, küresel rekabetin giderek artması Amerikan şirketlerini daha yalın ve daha etkin olmak için büyük çaba harcamaya yöneltti. Pek çok şirket gelecek vaad etmediğini düşündüğü malların üretimini durdurdu, ikincil firmalar ya da birimler oluşturdu, birçok fabrikayı, depoyu ve perakende satış birimlerini birleştirdi ya da kapattı. Bahis konusu küçülme dalgasına kapılan ve aralarında Boeing, AT&T ve General Motors da bulunan çok sayıda şirket birçok yöneticisini ve alt düzey görevlisini işten çıkardı. Pek çok imalat firmasında personel sayısının azaltılmasına karşın ekonomi 1990’lardaki yükseliş sırasında işsizliği düşük düzeyde tutabilecek kadar esnekti. Gerçekten de, işverenler nitelikli yüksek teknoloji işçileri bulmak için koşuşturmak zorunda kaldılar ve imalat sektöründe artan üretkenlik (prodüktivite) yüzünden açıkta kalan işgücünü de hizmet sektörü kaptı. Fortune dergisinin listesindeki en büyük 500 ABD endüstri şirketindeki işçi sayısı 1986’da 13,4 milyon iken 1994’te 11,6 milyona düştü. Buna karşın Fortune çözümleme yöntemini değiştirip hizmet sektöründeki şirketleri de hesaba katarak her sektörü kapsayan en büyük 500 şirketi listesine alınca 1994 yılında bu sayı 20,2 milyon oldu ve 1999’da da 22,3 milyona yükseldi. Ekonominin uzun süreli canlılığı ve Amerikan iş dünyasındaki birleşmeler ve diğer birliktelikler sayesinde 1988-1996 yılları arasında şirketlerin ortalama boyu büyüdü ve çalıştırdıkları görevli sayısı da 17.730’dan 18.654’de yükseldi. Sözü edilen durum, birleşmeleri ve yeniden yapılanmaları izleyen işten çıkarmalara ve küçük şirketlerin ve çalıştırdıkları görevlilerin sayısındaki büyük artışa karşın gerçekleşti. |
BÖLÜM V HİSSE SENETLERİ, MALLAR VE BORSALAR İleride başka bir amaçla kullanmak için paraya gereksinimleri olduğunda ellerindeki hisse senetlerini satabileceklerini bilmeselerdi pek az yatırımcı bir şirkette pay sahibi olmak isterlerdi. Menkul kıymetleri borsaları ve diğer sermaye piyasaları yatırımcıların sürekli biçimde hisse senedi alıp satmalarını kolaylaştırır. Borsalar Amerikan ekonomisinde çeşitli başka roller de oynarlar. Yatırımcılar için bir gelir kaynağı oluştururlar. Hisse senetlerinin ve diğer parasal varlıkların değeri artınca yatırımcılar daha zengin olurlar; çok kez bu ek gelirlerini harcarlar ve böylelikle satışlar ve ekonomik büyüme teşvik edilmiş olur. Ayrıca, yatırımcılar şirketlerin gelecekte ne kadar kar elde edeceğine ilişkin beklentilerine dayanarak her gün hisse senedi alıp sattıkları için hisse senedi fiyatları da şirket yöneticileri açısından yatırımcıların firmalarını nasıl değerlendiği konusunda her an başvurulabilecek bir bilgi kaynağı oluşturur. Hisse senedi değerleri yatırımcıların hükümet politikalarına yönelik tepkilerini de yansıtır. Eğer yatırımcılar hükümetin benimsediği politikaların ekonomiye zarar vereceğine ve şirket karlarını olumsuz yönde etkileyeceğine inanırlarsa borsa geriler; buna karşılık, anılan politikanın ekonomiye yardımcı olacağına inanırlarsa borsa yükselir. Eleştiriciler zaman zaman Amerikan yatırımcılarının kısa vadeli kar amacına çok yoğun bir biçimde odaklandıklarını ileri sürerler; onlara göre, gerek şirketler gerekse politika yapıcıları uzun vadede yararlı olabilecek belirli adımları atmaya çekinirler; çünkü, bu adımların hisse senedi fiyatlarını düşürebilecek kısa vadeli düzenlemeler yapılmasını gerektirebileceğini düşünürler. Borsalar milyonlarca yatırımcının milyonlarca kararını yansıttığı için bu varsayımın doğruluğunu sağlıklı olarak belirleyebilecek bir yöntem de bulunmamaktadır. |
Amerikalılar yine de çok sayıda alıcı ve satıcının her gün milyonlarca işlem yapmalarını sağlayan menkul kıymetler borsalarının ve diğer sermaye piyasalarının etkinliğinden gurur duyarlar. Söz konusu piyasalar başarılarını kısmen bilgisayar kullanımına borçludurlar; fakat aynı zamanda gelenek ve güvene, yani komisyoncuların birbirlerine karşı besledikleri güvene ve müşterilerinin satılan hisse senetlerini hemen getirecekleri ve aldıklarının parasını da ödeyecekleri konusunda duydukları güvene de borçludurlar. Bahis konusu güven zaman zaman kötüye kullanılır; ancak, federal hükümet geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca dürüst ve eşit işlem yapılmasını sağlamak konusunda önemi gittikçe artan bir rol oynamıştır. Bunun sonucu olarak ta borsalar ekonominin sürekli büyümesine yol açan bir yatırım fonu kaynağı ve çok sayıda Amerikalıyı ülke zenginliğini paylaşmasını sağlayan bir araç olarak gelişmişlerdir. Borsaların etkin bir biçimde işleyebilmesi için serbest bilgi akışına gereksinim vardır. Bu olmazsa yatırımcılar gelişmeleri izleyemeyecekleri gibi hisse senetlerinin gerçek değerini de sağlıklı olarak anlayamazlar. Çok sayıda bilgi kaynağı sayesinde borsadaki olası gelişmelerin günü gününe, saati saatine ve hatta dakikası dakikasına yatırımcılar tarafından izlenmesine olanak yaratılır. Şirketler ne durumda olduklarını hisse senedi sahiplerine duyurmak için yasa gereği üç ayda bir gelir raporu, her yıl daha kapsamlı bir rapor ve vekalet bildirimleri yayınlamakla yükümlüdürler. Yatırımcılar ayrıca bir önceki borsa seansında hangi hisse senetlerinin el değiştirdiğini öğrenmek amacıyla günlük gazetelerin borsa sayfalarını izleyebilirler. Borsalardaki işlemleri genel olarak değerlendiren çeşitli endeksleri de inceleyebilirler. Bu endekslerin en tanınmışı 30 önemli hisse senedinin izlendiği Dow Jones Endüstri Ortalaması’dır (Dow Jones Industrial Avarage – DJIA). Yatırımcılar ayrıca belirli senetlerle ilgili gelişmeleri çözümleyen dergi ve bültenlere de abone olabilirler. Bazı kablolu televizyon programlarında hisse senedi fiyatlarındaki gelişmeler konusunda kesintisiz yayın yapılmaktadır. Günümüzde yatırımcılar İnternet aracılığıyla da belirli hisse senetleri konusunda istedikleri an bilgi edinebilmekte ve hatta senet alım-satımı bile yapabilmektedirler. |
MENKUL KIYMETLER BORSALARI Sürümde binlerce hisse senedi bulunmasına karşın bunlar arasında en büyük, en iyi tanınmış ve en çok alım-satım gören şirketlerin hisse senetleri genelde New York Menkul Kıymetler Borsası’na (New York Stock Exchange - NYSE) kayıtlıdır. Borsa’nın geçmişi bir gurup aracının New York kentinde Wall Street’teki (Wall Sokağı) bir çınar ağacının altında toplanıp hisse senetlerinin nasıl alınıp satılacağına ilişkin belirli kurallar saptadıkları 1792 yılına kadar uzanır. 1990’ların sonlarına gelindiğinde NYSE’de 3.600 değişik hisse senedi kayıtlıydı. NYSE’de 1.366 üye ya da aracı şirket tarafından büyük paralar ödenerek satın alınan ve bireyler adına hisse senedi alıp satmak için kullanılan “yer” vardır. Borsa ile aracı şirketler arasında iletişim elektronik olarak yapılır. Fiyatları bildirebilmek ve siparişleri alabilmek için 200 mil (yaklaşık 320 kilometre) fiber-optik kablo döşenmesi ve 8.000 telefon bağlantısı kurulması gerekmiştir. Hisse senetleri nasıl alınıp satılır? Sözgelimi California’da bir öğretmen denizaşırı geziye çıkmak istesin. Gezi giderlerini karşılamak için elindeki 100 adet General Motors hisse senedini satmaya karar verir. Müşterisi olduğu aracıyı arar ve senetlerini en kısa sürede en iyi fiyattan satmasını ister. Aynı gün Florida’daki bir mühendis, biriktirdiği parayı 100 adet General Motors hisse senedi almak için kullanmayı düşünür ve kendi aracısını arayıp piyasadaki fiyattan 100 senet “satın alma”sı için emir verir. Her iki aracı bu emirleri NYSE’deki temsilcilerine ileterek gerekli pazarlığa başlamalarını isterler. Tüm bunlar bir dakikadan daha kısa bir zaman içinde gerçekleşir. Sonuçta öğretmen parasını mühendis de hisse senetlerini alır ve aracılarına gereken komisyonu öderler. Söz konusu işlem borsadaki diğer işlemler gibi açıkça yapılır ve sonuçlar ülkedeki her bir borsa kuruluşuna elektronik ortamda duyurulur. Bu süreçte yaşamsal bir rol oynayan borsa “uzmanları” alım ve satım emirlerini ustaca uyuşturup piyasanın düzenli bir biçimde işlemesini sağlarlar. Yeterli alıcı ya da satıcı bulunmadığı durumlarda gerekirse uzmanlar kendileri de hisse senedi alır ya da satarlar. |
Enerji endüstrisine ilişkin çok sayıda hisse senedinin kayılı bulunduğu ve daha küçük bir kuruluş olan Amerikan Menkul Kıymetler Borsası da Wall Sokağı bölgesindedir ve aşağı yukarı NYSE gibi çalışır. Diğer bazı büyük ABD kentlerinde de daha küçük bölgesel menkul kıymetler borsaları vardır. En yoğun hisse senedi alışverişi Hisse Senedi Alım-Satımcıları Otomatikleştirilmiş Fiyat Ulusal Derneği (National Association of Securities Dealers Automated Quotation – NASDAQ) sistemi çerçevesinde yapılır. Tezgah üstü borsası denilen ve yaklaşık 5.240 değişik hisse senedinin alım-satımını düzenleyen bu kuruluş belirli bir mekanda faaliyet göstermez; hisse senedi ve bono alım-satımcılarının oluşturdukları bir elektronik iletişim ağıdır. Tezgah üstü işlemleri denetleyen Hisse Senedi Aracıları Ulusal Derneği yasa dışı çalıştığı ya da borçlarını ödeyemez duruma geldiği anlaşılan şirketleri ya da aracıları sistemden uzaklaştırma yetkisine sahiptir. Bahis konusu piyasada işlem gören hisse senetlerinin çoğu daha küçük ve daha istikrarsız şirketlere ait olduğu için NASDAQ diğer iki büyük borsadan daha riskli bir piyasa olarak bilinir. Buna karşılık yatırımcılara pek çok fırsat sunar. 1990’larda hızla büyüyen ileri teknoloji hisse senetlerinin çoğunluğu NASDAQ’ta işlem görmüştür. BİR YATIRIMCILAR ÜLKESİ Menkul kıymetler borsalarında eşi görülmemiş bir yükselmeye hisse senedi sahibi olmaktaki kolaylık da eklenince bireyler 1990’larda borsalarda büyük ölçüde işlem yapmaya başladılar. New York Borsası’nda ya da diğer adıyla “Büyük Tabela”da 1980’de bir yılda 11,4 milyar hisse el değiştirmişken bu sayı 1998’de 169 milyar oldu. 1989-1995 yılları arasında ABD’de doğrudan doğruya ya da emeklilik fonları gibi aracılar kullanarak hisse senedi sahibi olmuş bulunan ailelerin oranı toplamın yüzde 31’inden yüzde 41’ine yükseldi. |
Bireylerin parasını alıp onlar adına çeşitli hisse senedi portföylerine yatırım yapan karşılıklı fonlar sayesinde halkın borsa faaliyetlerine katılması çok kolaylaştı. Karşılıklı fonlar kendilerini bu iş için yeterli bulmayan ya da binlerce hisse senedi arasında seçim yapmaya zamanı olmayan küçük yatırımcıların paralarını profesyoneller aracılığıyla değerlendirmelerine olanak yaratırlar. Sözü edilen kuruluşların elinde çeşitli hisse senedi gurupları bulunduğu için yatırımcıları bireysel hisselerin değerinde görülebilecek ani değişikliklere karşı belirli bir ölçüde korumuş olurlar. Her biri değişik türde yatırımcıların gereksinimlerini ve önceliklerini karşılayacak biçimde düzenlenmiş düzinelerce karşılıklı fon vardır. Bazı fonlar kısa sürede gelir sağlamaya yönelikken bazıları da uzun vadede sermaye değeri yükselişi yaratmaya çalışırlar. Bazıları ihtiyatlı bir biçimde yatırım yaparlar; buna karşın, bazıları da daha büyük kazanç elde etmek umuduyla daha büyük risklere atılırlar. Bazılarının sadece belirli endüstrilere ya da yabancı şirketlere ait hisse senetleriyle ilgilenmelerine karşılık bazıları da değişken piyasa stratejileri uygularlar. Bahis konusu fonların sayısı 1980’de 524 iken 1998 sonunda 7.300’e fırladı. Sağlıklı kazanç elde etmenin ve geniş bir seçenek alanına sahip olmanın çekiciliği nedeniyle Amerikalılar 1980’lerde ve 1990’larda karşılıklı fonlara büyük ölçüde yatırım yaptılar. 1990’ların sonlarında yatırımcıların karşılıklı fonlarda 5,4 trilyon dolarları vardı; bu fonlarda parası olan aile oranı da 1979’da yüzde 6’dan 1997’de yüzde 37’ye çıktı. HİSSE SENEDİ FİYATLARI NASIL BELİRLENİR Hisse senedi fiyatları çeşitli ögelerin hiçbir uzman tarafından sağlıklı olarak anlaşılamayacak ya da önceden kestirilemeyecek bir biçimde birleşmesi sonucunda belirlenir. Ekonomistlere göre fiyatlar genelde şirketlerin gelecekteki para kazanma kapasitelerini yansıtır. Yatırımcılar gelecekte önemli kar edineceğini bekledikleri şirketlerin hisse senetlerine yönelirler; çok kişi bu gibi şirketlerin hisse senetlerini almak istedikleri için de söz konusu senetlerin fiyatı yükselir. Buna karşın, yatırımcılar geleceği pek parlak olmayan şirketlerin hisse senetlerini almaktan kaçınırlar; az sayıda birey böyle senetleri almak isteyeceği ve çok sayıda birey de onları elden çıkarmaya çalışacağı için fiyatlar düşer. |
Yatırımcılar hisse senedi almaya ya da satmaya karar verirlerken iş çevrelerinin genel durumunu ve geleceğini, yatırım yapmayı düşündükleri şirketin parasal konumunu ve gelişme olasılıklarını incelerler ve hisse senedi getirilerinin geleneksel düzeyin altında mı üstünde mi olduğuna bakarlar. Faiz oranlarındaki eğilimler de hisse senedi fiyatlarını önemli ölçüde etkiler. Faiz oranlarının yükselmesi genelde hisse senedi fiyatlarını düşürür; çünkü, bu kısmen ekonomik faaliyetlerdeki genel yavaşlamanın ve şirket karlarındaki azalmanın habercisidir, kısmen de yatırımcıların borsayı bırakıp yüksek faiz getiren başka alanlara yönelmelerini teşvik eder. Bunun aksine, faiz oranlarının düşmesi hem daha kolay borç alınabileceği ve daha hızlı büyüme sağlanabileceği anlamına geldiği hem de faiz getiren yeni alanların yatırımcılar açısından çekiciliğini yitirmesi sonucunu doğurduğu için çok kez hisse senedi fiyatlarının yükselmesine yol açar. Buna karşılık, belirli başka ögeler durumu karmaşıklaştırır. İlk olarak, yatırımcılar genellikle o andaki getirileri göz önünde tutmak yerine belirsiz bir geleceğe yönelik beklentilerine uyarak hisse senedi alırlar. Bahis konusu beklentiler de çok kez mantıklı ve doğru olmayan çeşitli faktörlerin etkisinde kalır. Bu nedenle fiyatlar ve getiriler arasındaki kısa vadeli bağ çok zayıf olabilir. İvme de hisse senedi fiyatlarını etkileyebilir. Fiyatların yükselmesi doğal olarak daha çok sayıda alıcıyı piyasaya çeker ve bunun üzerine fiyatlar daha da yükselir. Onları ileride daha da yüksek bir fiyatla satma beklentisi içinde hisse senedi alan spekülatörler de bu yükselme baskısını arttırırlar. Uzmanlar hisse senedi fiyatlarının sürekli yükselişini “ayı” piyasası olarak tanımlarlar. Spekülasyon humması daha fazla sürdürülemeyince fiyatlar düşmeye başlar. Fiyatların düşmesinden endişelenen yatırımcıların sayısı çoğalınca ellerindeki hisse senetlerini satmaya çalışırlar ve bu da düşüş eğilimini hızlandırır. Bu duruma ise “boğa” piyasası denir. PİYASA STRATEJİLERİ Ellerindeki hisse senetlerini uzun süre tutmaya razı olan yatırımcılar başka finansal yatırımlar yapmak yerine menkul kıymetler borsasına yönelince XX. Yüzyıl’ın büyük bir bölümünde daha yüksek gelir sağladılar |
Türkiye`de Saat: 09:39 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2