![]() |
AB Üye Ülkelerinde Enerji GİRİŞ HAZIRLANAN BU RAPORDA ÜÇ TEMEL SORUN ORTAYA ÇIKMAKTADIR: 1) Avrupa Birliği üyesi ülkeler ithal enerji kaynaklarına bağımlıdırlar. Eğer enerji kullanım oranındaki artış değişmezse bu bağımlılığın 2030 yılında % 70 oranına kadar çıkacağı tahmin edilmektedir. 2) Avrupa Birliği, satın aldığı enerji kaynaklarının bulunduğu ülkeleri kısıtlı oranda etkileyebilmektedir. Bu yüzden konutlarda ve nakliye sektöründe, enerji israfına karşı uygulanan politikaları desteklemek zorundadır. 3) Ayrıca kesin olarak, AB üyesi ülkeler, altına imzalarını attıkları Kyoto Protokolü kararlarına uymak zorundadırlar. Bu koşullar altında AB enerji komisyonu, gelecekteki enerji politikasını, aşağıdaki önemli sorular doğrultusunda belirlemek amacındadır. 1) Avrupa birliği, güvenli enerji temini ve kaliteli enerji kaynakları kullanma amacı gibi konuları dikkate almadan ithal enerji kaynaklarına olan bağımlılığın artmasını kabul edebilir mi? Bu ne çeşit enerji kaynakları için uygun olur? Bu durumda, ithalat için nasıl bir enerji politikası uygulanacağı önceden görülebilir mi? Bu bağlamda, yukarıda bahsedilen politikaları uygulamak ekonomik yönden risk meydana getirir mi? 2) Herhangi bir üye ülkede enerji konusunda alınan kararlar AB’nin birbiriyle bütünleşmiş piyasalarından dolayı diğer ülkeleri ne derece etkilemektedir? Enerji teminindeki rekabetçi, koordineli politikaların AB seviyesinde tartışılması yeterli olmakta mıdır? 3) Üye ülkelerin, enerji sektöründeki vergi politikaları, AB’nin rekabete dayanan politikalarına engel teşkil etmekte midir? 4) Üretici ülkelerle süre gelen diyaloglar doğrultusunda enerji temini ve yatırım konularındaki mutabakatların içeriği ne olmalıdır? |
Önemli bir üretici olan Rusya’yla devam eden ticaret doğrultusunda kaynak fiyatlarının ve yatırımların kararlı durumunun devam edip etmeyeceği ne ölçüde garanti edilebilir? 5) Petrol, doğalgaz ve kömür rezervlerindeki stoklar arttırılmalı mıdır? Enerji Komisyonu, stok yönetimi konusunda daha önemli bir rol oynamalı mıdır? Bu rol nasıl modellenebilir ve içeriği ne olmalıdır? Enerji teminindeki fiziksel bozukluklar, enerji kaynaklarının Avrupa’ya girişinde daha ağır külfetleri beraberinde getirir mi? 6) Avrupa Birliği ve üye ülkeler çerçevesinde enerji bağlantı ağları konusundaki daha iyi operasyonlar ve gelişmeler nasıl garanti altına alınabilir? 7) Bazı yenilenebilir enerji kaynaklarındaki teknolojik çalışmaları ve yatırımları desteklemek tüm enerji sektörü göz önüne alındığında ne kadar yarar sağlayabilir? Ayrıca şu anda kullanılan sektörlere yapılan yatırımlar karşılaştırıldığında hangi sektör daha karlı gözükmektedir? (Doğalgaz, petrol, nükleer)? 8) Nükleer enerjinin iyi bir enerji temin etme seçeneği olduğu göz önünde tutulursa, Avrupa Birliği nükleer atık problemine ve nükleer enerji güvenliği problemine nasıl bir çözüm yolu bulmalıdır? Ayrıca gelecekteki füzyon teknolojisi konusundaki araştırmalar nasıl yürütülmelidir? 9) Hangi politikalar, Avrupa Birliğinin, Kyoto Protokolü doğrultusundaki sorumluluklarını yerine getirebilmesi için uygundur? Dışa bağımlılığımızın ve sera gazı oranının düşmesine yardım edecek tutumlu enerji kullanma konusunda karara bağlanması gereken ölçütler neler olmalıdır? 10) Hidrojen gibi 2020 yılında toplam yakıt tüketiminin % 20’sini karşılaması tahmin edilen yakıtların ve bioyakıtların geliştirilmesini içeren kararlı programlar uygulanmasına ve bu yakıtların imalat maliyetinden doğan vergilendirme oranlarının kararlaştırılmasına uluslararası piyasaları göz önünde bulundurmadan daha ne kadar devam edilmelidir? 11) Konutlardaki, nakliye sektöründeki (otoyollardaki ve demiryollarındaki) , enerji koruması çalışmaları ve bu sektörlerdeki (bazı üye ülkelerdeki ) ağır vergi oranlarını iyileştirme çalışmaları uzun vadede ne çeşit programlarla daha iyi bir seviyeye getirilmelidir? 12) Enerji ithal ettiğimiz ülkelerle işbirliği yaparak ve birlikte kapsamlı programlar çerçevesinde çalışarak, Avrupa Birliği üyesi ülkeler için nasıl daha kullanışlı ve güvenilir enerji temin etme yolları bulabiliriz? Bu konuda bulunan çözüm yolları ve alınan kararlar doğrultusunda gelecekteki enerji seçeneklerimizi nasıl belirlemeliyiz? |
BÖLÜM 1. AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE ENERJİ KONUSUNDAKİ TEMEL GERÇEKLER: 1. ÖZKAYNAKLARIMIZIN YETERSİZLİĞİ: Petrol krizinden bu yana, Avrupa ekonomisi, enerji tüketiminden daha hızlı büyüme gösterdi. Bu başarıya rağmen, Avrupa Birliği’nin enerji ihtiyacı giderek artmakta ve iç enerji kaynakları bu ihtiyacı karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Aday ülkeler göz önüne alınsın ya da alınmasın AB üyesi 15 ülke günümüzde kendi ürettiği enerjiden daha fazlasını tüketmektedir. A. Enerjİye İhtiyaç Duyan Bir Ekonomİ 1986’dan beri Avrupa Birliğinin Enerji ihtiyacı her yıl ortalama % 1 ile 2 oranında büyümektedir. Endüstrideki üretimi sabit olmasına rağmen konutların ısıtılmasındaki, elektrik ve ulaşım sektörlerindeki enerji talebi giderek artmaktadır. Aday ülkelerde uzun vadede enerji kullanımına duyulan talep şüphesiz artacaktır. Buna rağmen üye ülkeler geçmişte gerçekleştirdikleri altyapı sayesinde enerji koruma programlarını uygulayabilmektedirler. Kriz dönemlerinde enerji talebinde dalgalanmaların görülmesi doğaldır. Uzun vadede ise kriz dönemleri atlatıldığında tahminlere göre Avrupa Birliğine aday ülkelerin ekonomilerinin, üye ülke ekonomilerine göre % 2 oranında daha hızlı büyüyeceği öngörülmektedir. Bu geçiş periyodu da aday ülkelerin sistemlerini modernleştirmeleri için iyi bir fırsat olacaktır. |
1. Endüstri: Petrolden Sonra Yaşam Modernizasyon çalışmalarına yapılan yatırımlar Avrupa Endüstrisinin enerji ihtiyacının azalmasına olanak vermiştir. Bilinçli çabalar sayesinde Avrupa endüstrisinin petrole olan bağımlılığı % 16 seviyelerinde tutulabilmiş ve elektrik, doğalgaz gibi diğer enerji kaynaklarıyla çeşitlendirilebilmiştir. Bunun sonucunda enerji yoğunluğu 1985’ten 1998 yılına kadar % 23 azaltılmıştır. 1985’ten 1998’e kadar ki bu kararlı enerji tüketimi birleşik ısı ve güç üretim sistemlerindeki büyük teknolojik gelişmeler sayesinde sağlanmıştır. Aday ülkelerde ise bu trendin yakalanamadığı görülmektedir. Bunun bir sonucu olarak da ekonomik büyümenin yıllık bazda % 2 daha hızlı gerçekleşme olanağı değerlendirilememektedir. 2. Petrole Bağımlı Sektörler: Konut ve Nakliye Sektörü a. Konut Sektörü ve bu sektördeki Teknolojik Gelişimler: Geçmiş dönemlerde konut sektörü, en büyük enerji tüketimini gerçekleştiren sektörlerden bir tanesiydi. Günümüzde ise konutlardaki enerji tüketimi seviyesini azaltmayı ve kabul edilebilir bir düzeye getirmeyi başardık. Bu başarının bir numaralı nedeni çok iyi ısı yalıtım özelliği olan malzemelerin bulunması olmuştur. Aday ülkelerde ise konutlarda enerji tüketimi, yeterli yatırımın ve ekonomik gelişimin sağlanamamasından dolayı yüksek seviyelerdedir. Günümüzde, konut ısıtılması sektörü, toplam doğalgaz tüketiminin 1/3’ini ve toplam petrol tüketiminin 1/4 ‘ini kapsamaktadır. b. Nakliye ( Ulaşım ) Sektörü: % 98’lik oranda petrole bağımlı olması sebebiyle nakliye sektörü, gelecekteki durumu bakımından tam bir muamma teşkil etmektedir. 1985’ten 1998’e kadarki zaman dilimi içerisinde kişisel araçların, toplu taşıma araçlarının ve hava trafiğinde kullanılan araçların 51 milyon adet artmasıyla orantılı olarak petrol kullanımı da yıllık bazda 95 milyon ton artmıştır. Ayrıca bu yıllar içerisinde ihtiyaç duyulan enerji yoğunluğu % 10 artmıştır. Yapılan tahminlere göre bu sektörün yıllık enerji ihtiyacı ortalama % 2 artış göstermektedir. 2010 yılına kadar ise Avrupa’nın coğrafi konumuyla orantılı olarak otoyol trafiğinin % 19, hava trafiğinin ise % 70 artması beklenmektedir. Komisyon kararları doğrultusunda sera gazı yayımının önlenmesinin gerekliliği yüzünden nakliye ve ulaşım sektöründe daha temiz yakıt kullanma zorunluluğu ortaya çıkmakta ve bu da diğer yakıt çeşitlerinin kullanılması için yapılan çalışmaları hızlandırmaktadır. Öte yandan, bu çalışmalar enerji talebini azaltamayacağı için petrole duyulan bağımlılık devam etmektedir. |
3. Enerji Çeşitleri: Elektrik ve Isı a. Elektrik: Geçtiğimiz yıllarda elektrik enerjisine olan talep, diğer enerji çeşitlerine oranla daha hızlı artmıştır ve bu artışın 2020 yılına kadar düzenli bir şekilde devam edeceği tahmin edilmektedir. Aday ülkelerde ise ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi gerektiğinden bu artışın üye ülkelere nazaran % 3 daha hızlı gelişmesi gerekmektedir. 2020 yılına kadar Avrupa Birliği’nin kurulu gücünün 1/3 oranında artması gerekmekte, bunun da yeni güç istasyonlarına yapılan yatırımların hızlandırarak gerçekleştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu da 200-300 GWe güç üretecek yeni santrallerin yapılmasıyla gerçekleştirilecektir. Yeni ve kullanışlı bir enerji kaynağı bulunamadığı taktirde mevcut elektrik ihtiyacı şu anda kullandığımız yakıtlardan temin edilecektir. Günümüzde elektrik enerjisi üretiminin % 33’ünü nükleer enerjiden, % 27’sini katı yakıtlardan, % 16’sını doğalgazdan, % 15’ini su (Hidro) ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarından ve % 8’ini petrolden karşılamaktayız. Günümüzde nükleer enerji büyük yüzdeyle tercih edilen enerji konumundadır. Fakat, nükleer enerji kullanımından doğan bölgesel iklim değişiklikleri, nükleer atıkların tehdit edici varlığı ve bazı politik anlaşmazlıklar yüzünden, 2020 yılına kadar kullanım oranının küçük bir yüzdeyle değişeceği, ancak uzun vadede, yukarıda saydığımız sorunlara kesin çözüm yolları bulunamadığı taktirde nükleer enerji kullanım oranında zorunlu olarak kısıtlamaya gidileceği anlaşılmaktadır. Aday ülkelerde ise yeterli altyapının tam anlamıyla bulunmadığı göz önüne alınırsa güç üretim santrallerinde hızlı modernizasyon çalışmalarına başlanmasının gerekliliği apaçık ortadadır. |
Teoride, işletim süreleri kısıtlı olan termal güç üretim istasyonlarında geniş kapsamlı modernizasyon yapılmalı ve ayrıca bazı katı yakıt santralleri gaz istasyonlarıyla değiştirilmelidir. Ancak kullanışlı olmasına rağmen gaz fiyatlarının uluslar arası enerji piyasalarında giderek artması sonucunda santrallerde gaz kullanımı karlı olmamaktadır. Bu yüzden yakın gelecekte nükleer enerjinin kullanım oranının, gerek üye ülkelerde gerekse aday ülkelerde, değişmemesi gerekmektedir. b. ISI (Isıtma): Isı enerjisi, her sektörde sonuç olarak kullanılan enerji çeşidi olduğundan, elektrik enerjisine göre ısı enerjisi ürünlerinde daha farklı bir denge söz konusudur. Üye ülkelere göre aday ülkelerde ısı enerjisi temin etme yöntemleri çeşitli farklılıklar gösterdiğinden belirli analizlerin yapılması daha da karmaşık bir hal almaktadır. AB Enerjİ Kaynaklarındakİ Sınırlılık: Avrupa genelinde yeni enerji rezervlerinin bulunmasına rağmen, bu rezervlerin son derece kısıtlı olması ve çıkarılmasının pahalı olması nedeniyle, gelecekte Avrupa Birliği genelindeki yerli fosil yakıt kaynaklarının kullanımı büyük bir hızla azalacaktır. |
1. Petrol ve Gaz Üretimindeki Belirsizlik: a.) Petrol rezervleri, dünya genelinde birçok değişik bölgeye yayılmış bulunmakta ve Avrupa Birliğinin rezervleri tüm dünyadaki rezervlere oranla çok yetersiz kalmaktadır. Bu durum aday ülkelerde ise daha kötü konumdadır. Bugünkü tüketim oranıyla Avrupa Birliğinin tahmini olarak 8 yıl dayanabilecek petrol rezervi kalmıştır. Kuzey Denizinde bulunan bu rezervlerin büyük bir çoğunluğu İngiltere denetiminde bulunmakta ve 158.3 Mton ile dünya petrol üretiminin % 4.4’ünü oluşturmaktadır. Günümüzde Avrupa’da çıkartılan petrolün varil fiyatı 7 ile 11 ABD doları arasında değişmekte, Orta Doğuda ise bu fiyat 1-3 ABD doları arasında seyretmektedir. b.) Doğalgaz rezervleri ise global çerçevede daha geniş bir coğrafyaya yayılmıştır ve Avrupa Birliği 233.2 Mton ile şu anki üretimin % 12’sini karşılamaktadır. Tüketimin günümüz seviyesinde devam edeceği düşünülürse bu oran 20 yıl içerisinde % 2 civarına düşecektir. AB üye ülkelerinin doğalgaz rezervlerinin büyük bir çoğunluğu % 56 ile Hollanda’da ve % 24 ile de Büyük Britanya’da bulunmaktadır. |
2. Maden Kaynaklarının üretimindeki Azalma a.) Katı Yakıtlar: Yapılan analizlere göre, dünya genelindeki katı yakıt rezervleri, petrol rezervlerine oranla 4-5 misli yoğunluktadır. Diğer bir değişle, dünya üzerinde bugünkü tüketim oranlarıyla 200 yıl kadar yetebilecek katı yakıt kaynakları bulunmaktadır. Avrupa’daki fosil yakıt rezervlerinin % 80’i katı yakıttır. Ancak, bu avantaj katı yakıt kaynaklarının Avrupa genelinde değişik kalitelerde olması ve bu kaynaklarının üretim maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle gölgelenmektedir. Üye ülkeler yılda 1.2 Mton bataklık kömürü, 50 Mton Linyit ve 60 Mton kömür üretmektedirler. Genişleme sürecinden sonra aday ülkelerin katılımı ile yıllık kömür üretimi iki katından fazla artacaktır. Coğrafi koşulların zorluğu ve Avrupa Birliğindeki sosyal sigortacılık yönetimi gibi faktörler, Avrupa kömürünün fiyatının uluslararası piyasalara göre 3-4 kat daha pahalı olmasına yol açmaktadır. (Dünya piyasalarına kömürün tonu 40 $ iken Avrupa kömürünün ton fiyatı 150 $’dır.) Yukarıdaki metinde belirtildiği üzere, Avrupa kömürü, büyük kömür ihracatçısı ülkelerle, örneğin Avustralya ve ABD ile, rekabet edebilecek konumda değildir. Bu bağlamda, üye ülkeler ya Fransa, Belçika ve Portekiz gibi üretimlerini tamamen durduracak (2005 yılında) ya da Almanya ve İspanya gibi kömür kaynaklarına bağlı rezervlerini büyük üretici ülkelerin sahip olduğu standartlara çıkarmaya çalışacaklardır. Aday ülkelerin büyük bir çoğunluğunda 12 |
b.) Uranyum: Dünya üzerinde bilinen 2.5 Mton uranyum rezervi bulunmaktadır ve uranyum rezervlerinin bugünkü tüketim seviyesinde 40 yıllık ömrü kaldığı tahmin edilmektedir. Piyasa fiyatı kilogram başına 80 ABD doları olan uranyumun dünya üzerinde en yüksek oranda bulunduğu ülkeler 850000 ton ile Avustralya, Kazakistan ve Kanadadır. Avrupa Birliği 52000 ton ile dünya uranyum rezervlerinin % 2’sini oluşturmaktadır ve Avrupa’daki uranyumun kg fiyatı 80 ABD doları seviyesinden biraz daha düşük bir orandadır. Ancak, 2005 yılında Fransa ve Portekiz uranyum üretimlerini durdurma kararı almışlardır. Üye ülkelerde, halen çeşitli bölgelerde uzun vadede yararlanılabilecek uranyum rezervlerinin bulunmasına karşılık bu rezervler elektrik enerjisi üretimine çok küçük bir etki yapacak yoğunluktadır. Nükleer enerji yeniden kullanılması bakımından fosil yakıtlardan ayrılmaktadır. Nükleer fisyonda uranyum ve plütonyum radyoaktif bölünme ürünlerine ayrıştıktan sonra tekrar elektrik enerjisi üretmek için kullanılabilmektedir. 3. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarındaki Büyük Potansiyel: Özellikle **** ve su gibi yenilenebilir enerji kaynakları Avrupa Enerji ekonomisi üzerinde oldukça küçük bir role sahiptir. Aday ülkelerde ise daha önemli bir paya sahiptir ve ada gibi dış dünyadan izole edilmiş bölgelerdeyse hemen hemen kullanılabilen tek enerji kaynağı konumundadır. Aslında, yenilenebilir enerji kaynakları, ekonomi ve enerji dengeleri üzerinde daha önemli roller üstlenebilecek potansiyele sahiptir. Özellikle rüzgar enerjisi günümüzde son derece kullanışlı bir seçenek halini almıştır. Güneş enerjisi ise ekonomik bakımdan pek rekabetçi bir konumda bulunmasa da tercih edilen kaynaklar arasındadır. Yenilenebilir enerji kaynakları içinde sadece elementel bazda enerji elde edilen **** ve biyoyakıtların kullanılması sonucunda çevreye zararlı atıklar meydana gelmektedir ve bu atıkların çevreye verdiği zararı en aza indirmek, yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirme teknolojilerinin karşı karşıya kaldığı en büyük sorundur. Teoride yenilenebilir enerji kaynaklarını çevreye az zarar veren ve çok zarar veren enerji kaynakları olarak gruplamak bize çeşitli faydalar sağlayacaktır. Çünkü özellikle endüstride ve konutların ısıtılmasında çeşitli atıkların büyük oranlarda ortaya çıkması ve çevre üzerinde tehdit yaratması Avrupa Birliği Enerji Komisyonunu, yenilenebilir, temiz enerji kaynaklarının kullanılması ve geliştirilmesi konusunda daha önemli kararlar almaya sevk etmiştir. Çevre kirliliğini en aza indirmek, daha ekonomik ve kullanışlı kaynakları kullanabilmek gibi amaçları gerçekleştirmek ve Avrupa Birliğinin yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri olan güvenli enerji temin politikasını gerçekleştirerek ithal enerji kaynaklarına olan bağımlılığı azaltmak AB Enerji Komisyonunun en önemli görevlerindendir. |
Sonuçta: Avrupa Birliği üye ülkeleri 1998 yılında tüm kaynaklar incelendiğinde 1436 Mton enerji kaynağı tüketmiş ve bu oranın sadece 753 Mtonu üye ülkelerce üretilmiştir. Bu tüketimin % 16’sını kömür, % 41’ini petrol, % 22’sini doğalgaz, % 15’ini nükleer enerji ve sadece % 6’sını yenilenebilir enerji kaynakları karşılamıştır. Bu durum, Avrupa Birliğinin, yenilenebilir enerji kaynakları kullanım oranını arttıramadığı taktirde, özellikle ulaşım, nakliye ve konut ısıtılması gibi her geçen gün enerji ihtiyacının arttığı sektörlerde ithal enerji kaynaklarının kullanılmasının önüne geçilemeyeceğini göstermektedir. C. AVRUPA BİRLİĞİNDE ENERJİ TEMİNİ: Avrupa Birliği, endüstrisinin tamamı ile enerjiye bağımlı olması bakımından, enerji piyasalarındaki jeopolitik gelişimler yüzünden, enerji kaynaklarının iletimindeki coğrafi konumunun önemi yüzünden ve kararlı bir enerji tüketicisi olmasından dolayı dünya enerji ürünleri piyasasında çok önemli bir aktör konumundadır. 1. İthal Enerji Kaynaklarına Bağımlılık: İlk petrol krizinden bu yana dünyada enerji tüketiminin artmış olmasına rağmen Avrupa Birliği, bu periyot içerisinde enerji kaynaklarına olan bağımlılığını 1973’te % 60’tan 1999’da % 50’ye indirmeyi başarmıştır. Bu başarı, enerji tüketimi yönetim politikalarının, enerji koruma politikalarının ve iç enerji kaynaklarını geliştirme çalışmalarının başarıyla yürütülmesi sonucunda meyvelerini vermesiyle sağlanmıştır. Bu başarılı politikalara rağmen tüm dünya genelinde olduğu gibi Avrupa Birliğinde de enerji kaynaklarına duyulan talep endüstriyel gelişimlerle orantılı olarak her geçen gün artmaktadır. |
a.) Tüm Enerji Kaynaklarına Duyulan Bağımlılığın Artması: Bu konuya uzun vadeli analiz sonuçları çerçevesinde yaklaştığımızda, ekonomik büyümedeki canlanmadan dolayı üye ülkelerin enerji kaynaklarına olan bağımlılıkları 20 ile 30 yıl içerisinde % 70 artacaktır. Birinci derecede tüketilen enerji kaynakları olan petrolde bağımlılığın % 90, doğalgazda % 70 ve kömürde ise % 100 seviyelerine çıkacağı öngörülmektedir. Avrupa Birliğinin genişleme politikaları ise bu trendin artış hızını arttıracaktır. Çünkü aday ülkelerde 20 yıllık periyot içerisinde doğalgaz bağımlılığının % 60’tan % 90’a ve petrol tüketiminin de % 90’dan % 94’e çıkacağı tahmin edilmektedir. Ayrıca net birer kömür ihracatçısı olan bu aday ülkeler artan ihtiyaç yüzünden yıllık kömür tüketim oranlarının % 12’sini ithal kömür satın alarak karşılamak zorunda kalacaklardır. b.) Bağımlılık Miktarı: Bağımlılık, üye ülkelerde birbirinden farklı boyutlardadır ve enerji piyasalarının şu anki durumu enerji kaynakları üzerinde çeşitli şüphelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Enerji kaynaklarına duyulan bağımlılığın etkisiyle, üye ülkelerin, ithal kaynakların temininde çeşitli zorluklarla karşılaşmaları, üretici ülkelere duyulan güvenin azalmasına neden olacaktır. Bu durumda Üretici ülkelerin, hassas jeopolitik dengelerinden dolayı kötü yönde etkilenmeleri kaçınılmaz olacaktır. Enerji kaynaklarının birbirlerinden farklı derecelerde enerji piyasalarını etkilemeleri de fiyatlar üzerindeki dengelerin kararlı yapıdan uzaklaşmasına neden olacaktır. Kömür, halen Avrupa Birliğinin uluslararası enerji piyasalarında rekabet edebildiği bir enerji kaynağındır. Petrol piyasası ise tamamı ile üretici ülkelerin tekeli altında bulunmaktadır. Doğalgaz piyasası da fiyatının çoğunlukla petrol piyasası tarafından belirlendiği bölgesel bir kartel halini almıştır. Avrupa Birliğinin petrol bağımlılığının % 76’sı ithal kaynaklardan karşılanmaktadır. Uzun vadede, petrol rezervlerinin büyük çoğunluğunun Orta Doğu ülkelerinde bulunması yüzünden doğalgaz piyasasındaki Orta Doğu tekelini kırmak kolay olmayacaktır. Bu durum doğalgaz rezervlerinin dünya üzerinde pek fazla coğrafi çeşitlilik göstermemesinden de kaynaklanmaktadır. |
Şu anda Avrupa Birliği, tüketiminin % 40’ını karşılaması bakımından ithal doğalgaza bağımlı durumdadır. Artan bağımlılığı önümüzdeki 20 ile 30 yıl içerisinde % 70 seviyelerinde dengelemeye çalışmak için AB’nin önünde çeşitli seçenekleri vardır. Rusya, Norveç, Kuzey Afrika, Cezayir ve Libya gibi kısıtlı doğalgaz kaynaklarına sahip yakın coğrafyadaki üye ülkeler bulunmaktadır. Burada vurgulanması gereken nokta, eski SSCB’nin yaptığı gibi Rusya ve ondan ayrılan diğer devletler Avrupa Birliği ile imzaladıkları doğalgaz antlaşmalarını daima uzun vadedeki planları doğrultusunda yapmaktadırlar. Şu anda Rusya, Yakındoğu ülkeleri ve Nijerya, ekonomik doğalgaz temin edebilmemiz bakımından tercih edilen seçeneklerin başında gelmektedir. Avrupa Birliği kullandığı kömür miktarının % 50’sinden fazlasını ithal etmektedir. Yakın gelecekte Avrupa’daki kömür rezervlerinin büyük oranda tükenmesiyle 2020 yılında ithal kömür kaynaklarına bağımlılığın % 70 seviyelerinde olması, 2030 yılında ise bu oranın % 100’e kadar çıkması yapılan çeşitli analizler sonucunda ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliği şu anki uranyum ihtiyacının % 95’ini yabancı kaynaklardan karşılamaktadır. Ancak, nükleer enerji kullanımında AB üyesi ülkelerin dünya çapında söz sahibi konumda bulunmaları, EURATOM nükleer yakıt temin ajansının, nükleer yakıt alımı konusunda yapılan antlaşmalarda söz sahibi olması ve nükleer enerji kullanan üye ülkelerin elinde en az birkaç yıl yetecek nükleer yakıt stoklarının bulunması Avrupa Birliğinin uranyum ihtiyacını karşılamasında çok büyük zorluklarla karşılaşmasını engellemektedir. Petrol ve doğalgaz kaynaklarındaki jeopolitik çeşitlilik politikalarının petrol konusunda Orta Doğu ülkelerinin, doğalgaz konusunda ise Rusya’nın etkisi altında bulunması ve bu ülkelerden bağımsız olmaması yüzünden, bazı Avrupa Birliği üyesi ülkelerle bazı aday ülkeler AB’ye ve dünyaya dağılan doğalgaz ve petrol boru hatlarının kendi topraklarından geçmesi sayesinde neredeyse birer üretici ülke olma durumuna gelmeleri nedeniyle avantajlıdırlar. |
2. Enerji Ürünlerinin Ticareti: Avrupa Coğrafi Konumu Nedeniyle Zorlanmakta... Avrupa’nın ithal enerji ürünlerine bağımlı olması ve bu enerji kaynaklarının bulunduğu ülkelerle arasındaki mesafenin fazla olması enerji ürünlerinin nakliyat maliyetini arttırmaktadır. Bu durum özellikle Sovyetler Birliğinden ayrılan yeni bağımsız devletlerle yapılan enerji ürünlerinin ticareti dolayısıyla çok önemli bir problem halini almıştır. a.) Enerji ürünlerinin Ticareti: Enerji ürünlerinin nakliyesindeki büyüme, bu ürünlerin çevreye en az zarar verecek şekilde ve sağlıklı iletilmesi gerekliliğinden dolayı çok hassas bir konudur. Nakliye konusunun bu kadar önemli olmasından dolayı, enerji ürünlerinin denizaşırı ticareti çeşitli antlaşmalara bağlanmıştır. Çünkü dünya petrol ve kömür ticaretinin % 90’ı, doğalgaz ticaretinin de % 25’i deniz yoluyla gerçekleştirilmektedir. Genellikle deniz kazaları, enerji ürünlerini taşıyan gemilerin yaşlarıyla doğru orantılıdır. 1992 ile 1999 yılları arasında deniz kazaları sonucu kaybedilen 77 tankerin 60’ı 20 yaşının üzerindeydi. Avrupa Birliği Komisyonu denizaşırı petrol ticaretinin güvenli bir şekilde sürdürülebilmesi için gemilerdeki teknik kontrol ölçülerini arttırmıştır. Ayrıca, komisyon kaza sonucu çok büyük kirlilik problemi oluşturan bakımsız petrol tankerlerinin Avrupa Birliği karasularına girmesini yasaklamıştır ve kaza sonucu ciddi derecede çevre kirliliğinin oluşmasını önlemek amacıyla da taşıdıkları yakıtın tehlike derecesine bağlı olarak, komisyon tarafından belirlenen standartlar çerçevesinde gemilerin belirli tonajlarda yük taşıması kuralını hayata geçirmiştir. |
b.) Nakliyat: Avrupa Birliği, enerji ürünlerinin nakliyesi sırasında geçilen transit ülkelerle olan iyi ilişkilerini sürdürmek mecburiyetindedir. Bu konu özellikle çeşitli transit rotalara sahip olan ve nakliyesi sırasında büyük risk taşıyan doğalgaz için geçerlidir. Üretici ülkeler olan Rusya, Kuzey Afrika ülkeleri ve Orta Doğu ülkelerinden gelen petrol ve doğalgazın nakliyesi 2 farklı yolla yapılabilmektedir. Bunlardan birincisi rotayı doğu ve kuzey Afrika ülkelerinden geçirmek, ikincisi ise Akdeniz’i kullanarak bu ürünlerin Avrupa’ya taşınmasını sağlamaktır. Rusya, AB üyesi ülkelerin ithal doğalgaz ihtiyacının % 42’sini karşılayarak Avrupa enerji piyasasında önemli bir rol oynamaktadır ve bu üretim ve ithalat hacmiyle doğalgaz konusunda dünya liderliğini üstlenmiştir. Aynı zamanda önemli bir petrol ithalatçısı olan Rusya, komşusu olan ülkelere ve AB ülkelerine elektrik enerjisi de satmaktadır. Avrupa’nın enerji ithalatı konusunda gitgide büyüyen ve tekel oluşturma konusunda ilerleyen Rusya ile olan ticareti dışında Orta Doğu ve Orta Asya ülkeleriyle gerçekleştirdiği enerji ürünlerinin ticaretine de önem vermesi gerekmektedir. Bu konu doğrultusunda dikkatin transit ülkeler olan Türkiye, Ukrayna ve Doğu Avrupa ülkelerine çevrilmesi gerekmektedir. Kuzey Afrika ülkeleri (Cezayir,Libya) de Avrupa Birliği için önemli üreticiler arasındadır. Bu ülkelerin AB’ye üyelik çalışmaları ışığında, Avrupa Birliği Orta Doğu petrollerin geldiği transit ülkeler olan Türkiye, Bulgaristan ve Romanya’ya ne ölçüde destek vermesi gerektiğini karara bağlamalı ve Rusya’nın uzun vadedeki enerji ihracatı planlarını da bu hesaba katmalıdır. Ayrıca ileride gerçekleştirilmesi planlanan Türkiye-Yunanistan doğalgaz-boru hattı denizaşırı ticaretin azalmasını ve Türkiye aracılığı ile Orta Doğu ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarına ulaşılmasını sağlayacaktır. Burada kuzey ülkelerinde ve Akdeniz ülkelerinde yürütülen enerji politikalarının da hesaba katılması ve konunun geniş bir çerçevede incelenmesi gerekmektedir. |
3. Avrupa Birliği: Dünya Enerji Piyasalarında Bir Aktör a.) Avrupa Birliğinin Uluslar arası piyasalardaki Fiyatlarda Çok Büyük Bir Etkisi Bulunmamaktadır: Uzun vadede, enerji kaynaklarının uluslararası piyasalardaki fiyat dengesinin, gelişmekte olan ülkelerin enerjiye olan talebinin artış oranıyla belirleneceği gözlemlenmektedir. Ayrıca Çin, Hindistan ve Latin Amerika ülkeleri gibi gelişmekte olan ve nüfuslarıyla orantılı olarak enerji ihtiyaçları da her geçen gün güçlü bir şekilde artış gösteren ülkelerin, gelecekte enerji piyasalarındaki fiyat değişiminin baş aktörleri olacaklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Nüfusbilimi uzmanlarına göre dünya nüfusunun 2020 yılında 8 milyara ulaşması beklenmektedir. Bu nüfus artış seviyesi ışığında enerji ihtiyacı büyük ölçüde artacak ve bu artışta % 90 ile gelişmekte olan dünya ülkeleri başı çekecektir. Öyle ki artış oranının 2020 yılına kadar % 65 seviyelerinde gerçekleşmesi yani 2000 yılı istatistiklerine göre 9.3 milyar ton olan enerji kaynağı ihtiyacının 2020 yılında 15.4 milyar tona ulaşması öngörülmektedir. Bu trendin gelecekte fosil yakıt fiyatlarını büyük ölçüde etkileyeceği açıktır. Bu artış ancak uluslararası bir çaba ile yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımları arttırarak ve enerji temin etme yöntemlerinin daha verimli hale getirilmesine çalışılarak önlenebilir. Buna ilaveten, enerji tüketim oranları yüksek olan sektörler üzerinde çalışmalar yapılarak bu artış trendinin önüne geçilebilir. Örneğin 2020 yılına kadar dünya genelindeki otomobil sayısının yaklaşık iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir. Bu yükselişin nedeni birinci derecede gelişmekte olan ülkelerdir. 2000 yılı istatistiklerine göre OECD ülkelerinde her on kişiye 6 otomobil düşmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise bu sayı her on kişi başına ikidir ve 20 yıl içerisinde artan talep göz önünde bulundurulursa gelişmekte olan ülkelerin bu sektörde OECD ülkelerine büyük ölçüde yaklaşması beklenmektedir. Kısa vadede, yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü petrol fiyatlarındaki artış kabul edilebilir düzeyde ilerleyecektir. Fakat, daha ileriki dönemlerde gelişmemiş ve gelişmekte olan dünya ülkeleriyle yapılan enerji ithalatı ve ihracatı antlaşmalarında yine yukarıda saydığımız maddelerin etkileri gözden geçirilmelidir. Uluslararası piyasalardaki enerji ürünlerinin ticaretindeki kararsız fiyat dengesi, piyasalardaki yakıt fiyatlarının artış trendine bağlı olarak daha farklı sorunları da beraberinde getirmektedir. Enerji ihracatçısı ülkeler, birbirleriyle olan jeopolitik anlaşmazlıkları ve çekişmeleri dolayısıyla kasıtlı olarak enerji piyasalarını kötü yönde etkilemektedirler. Ani fiyat artışları ve yaratılan suni enerji krizleri birleşik enerji piyasalarını etkilemekte ve Avrupa Birliği üye ülkelerinin ekonomileri bazı durumlarda bu fiyat artışlarını sönümlemede yetersiz kalabilmektedir. |
Günümüzde, AB üye ülkelerinin enerji ekonomilerinin iyi durumda olmasına rağmen, Avrupa Birliği halen tüm jeopolitik ve spekülatif faktörleri tamamı ile kontrol edememekte ve dünya enerji piyasalarının gelecekteki gidiş hattını büyük ölçüde etkileyecek gücü kendi üzerinde barındıramamaktadır. Enerji kaynaklarının ve ticaretinin geleceğini, jeopolitik düzeyde incelediğimizde ise Orta Doğuda halen yürütülmekte olan barış çalışmaları, İran ve Libya’nın kararsız ve sürekli değişken tutumları ile Irak’a uygulanan ekonomik ambargo, OPEC ülkelerinin enerji faaliyetlerini etkilemektedir. Bu sorunlar çözüme kavuşturulamadıkça enerji politikalarının geleceği için kararsızlık süreci devam edecektir. b.) Yetersiz Önlem Stratejileri: Güvenli enerji temini her zaman Avrupa Birliği üye ülkelerinin enerji politikalarının bir numaralı ve en önemli gündem maddesi konumundadır. Güvenli enerji temini konusu ESCS ve EURATOM antlaşmalarının temel amacını oluşturmakta ve üye ülkelerin uyum süreçleri doğrultusunda Avrupa enerji ekonomisinin esas gayesi olma konumunu korumaktadır. Yaşanılan ilk petrol krizinden bu yana geçen süreçte Avrupa Birliği ithal enerji kaynakları kullanma oranını azaltmaya yönelik bir strateji içine girmiştir. Yapılan çalışmalar doğrultusunda petrol gibi dış kaynaklı yakıtların kullanım oranları düşürülmeye çalışılmış ve elde bulunan yerli kaynakların kullanılmasına ağırlık verilmiştir. Ayrıca enerji kaynaklarını stoklama politikaları uygulanmış ve verimli enerji temini için kullanılan teknolojilerin geliştirilmesine çalışılmıştır. Ancak, yine de bütün bu çalışmalar, yabancı enerji kaynaklarına duyulan bağımlılık trendinin önlenmesini sağlayamamıştır. Kömür Endüstrisi: yukarıda anlatılan durumun açık bir örneğini Avrupa kömür endüstrisi analiz edildiğinde görmek mümkündür. Avrupa kömür endüstrisinin şu anki durumu bizi, uluslararası enerji piyasalarına büyük ölçüde etki eden, verimli kömür elde etme çalışmalarını gözden geçirmekten ve bu konuda verim arttırıcı teknolojileri geliştirme çalışmalarını değerlendirmekten çok içinde bulunduğumuz sosyal ve bölgesel konumu göz önüne alarak, Avrupa kömür endüstrisinin şu anki kötü durumunu en az zararla nasıl düzeltebileceğiz ve kaçınılmaz ithal kömür bağımlılığını nasıl önleyebileceğiz gibi soruların çözümlenmesine yönelik çalışmalara sevk etmektedir. |
Petrol Krizlerinin Karşılanması: Dünya üzerindeki fiziksel petrol rezervleri doğrultusunda, çıkartılan petrol miktarı dengesi, üretici ve transit ülkelerde her an yaşanabilecek politik ve siyasi dalgalanmalar veya savaşlar nedeniyle tehlike altında bulunmaktadır. Bu şartlar altında olası bir kaos ortamında, enerji ürünleri rezerv dengesini korumak, bu kriz ortamından en az zarara uğrayarak çıkabilmeyi başarmak ve krizin daha da büyümesini önlemek amacıyla Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) kurulmuştur. Mevcut enerji temin etme ölçütlerini güçlendirmek amacıyla kurulmuş olan Uluslararası Enerji Ajansı, 70’lerin başında patlak veren petrol krizi nedeniyle ithalatçı ve ihracatçı ülkeler arasındaki antlaşmalar doğrultusunda çalışmalarına başlamıştır. IEA üye ülkelerinin geçmişte karşılaştığı enerji krizlerini önlemek amacıyla, her üye ülkenin enerji temin etme yollarının tıkanması durumunda 90 günlük enerji ihtiyacını karşılayabilecek rezervlerini stoklama kararı IEA toplantıları doğrultusunda alınmıştır. Sonuçta: yabancı kaynaklı risk faktörleri olan yakıt fiyatlarındaki artış, üretici ülkelerdeki jeopolitik ve siyasi kararsızlık, üretim hacmindeki dalgalama gibi unsurlar doğrultusunda Avrupa Birliği üye ülkeleri olarak başvuracağımız en garantili çözüm yolu: kullandığımız enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ve özellikle dışa bağımlılığımızı azaltacak olan yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımları arttırmaktır. Bu çalışmalar meyvelerini vermediği sürece Avrupa Birliğinin enerji bağımlılığının büyümesini önlemek mümkün gözükmemektedir ve AB’nin genişleme politikaları da kullanılan enerji kaynaklarının çeşitliliğini arttırmaktan öteye gitmeyecektir. AB üyesi ülkelerin petrol krizinden bu yana gelişen süreçte verimli ve ucuz enerji üretim oranları 1975-1985 arasında % 24 iken 1985-1999 yılları arasında % 10 azalmıştır. Sonuç olarak, bu durum AB’nin global düzeyde uluslararası enerji piyasalarına hakim bir tüketici olma amacının önemini belirtmektedir. |
2. BÖLÜM: MÜKEMMEL ENERJİ SEÇENEKLERİNİ ARAYIŞ 2010 yılına gelinmeden birçok AB üyesi ülkenin ve aday ülkelerin önündeki birincil sorun, özellikle elektrik üretiminde kullanılan enerji kaynakları arasındaki en iyi seçimi yapabilmektir. Şu anki enerji kaynaklarını geliştirme teknolojileri, karşımızda duran enerji manzarasını değiştirmekte ve bu doğrultuda yatırım seçeneklerini belirlemektedir. Günümüzde elektrik üretimi için en ekonomik yol mini gaz türbinlerinin kullanılmasıdır. Ancak bu seçenek bile gelecek 30 ile 50 yıl içerisinde kaynakların azalıp yetersiz kalacak olmasıyla sadece geçici bir çözüm yolu olmaktan ileriye gidememektedir. 1970’lerin sonlarında kömür ve nükleer enerji petrole karşılık alternatif olarak öne çıkmışlardı ve Mayıs 1979’da Tokyo’da toplanan G7 ülkeleri kömür ve nükleer enerji üretiminin artırılması ve enerji korunumu konularında mutabakata varmışlardı. 1980 yılında yapılan Avrupa Birliği Enerji Komisyonu toplantılarında elektrik enerjisi üretiminde kömür ve nükleer enerji kullanım oranlarının % 70 ile % 75 seviyesine çıkarılmasını karara bağlanmıştı ancak bu çalışmalar da petrol egemenliğini önlemeyi başaramamıştı. 20. yüzyıl kömür kullanımı sayesinde müthiş sanayi gelişimlerine sahne olmuş ve kömür egemen yakıt konumuna gelmişti. Daha sonra sahneye petrolün çıkmasıyla kömür kullanımı ikinci plana itildi ve yakın geçmişte kömür ve petrol evrelerinden geçen 20. yüzyıl doğalgaz hakimiyetiyle sona ermiş oldu. A. Nükleer Enerji ve Katı Yakıtlar: İstenmeyen Seçenekler Aslında istenmeyen seçenekler olan nükleer enerji ve katı yakıtlar, enerji ürünleri arasında global enerji dengesinin sağlanmasına büyük katkıları olan ve özellikle elektrik enerjisi üretimine % 35 ve % 26 oranlarıyla çok önemli katkıları bulunan kaynaklardır. |
20. yüzyılın ikinci yarısında nükleer fisyonun sivil alanda kullanılmaya başlanmasıyla nükleer enerji kullanımına karşı olan kesimlere karşı büyük bir zafer kazanılmış ve fisyon alanındaki teknolojik gelişim çalışmaları hızlandırılmıştır. Üye ülkeler sahip oldukları nükleer yakıt oranları ne olursa olsun büyük çaplı nükleer enerji programlarını hayata geçirmişlerdir. Bu doğrultuda nükleer enerji kullanımın artması sonucunda 1968 yılında nükleer atıkların tehlikeli boyutlara ulaşmasını önlemek amacıyla nükleer enerji kullanımını yavaşlatma antlaşmaları hazırlanmış ve 1970 yılında yürürlüğe sokulmuştur. Avrupa ülkeleri bu antlaşmalar çerçevesinde önceden uyguladıkları Euratom antlaşması kuralları ve IAEA kuralları doğrultusunda nükleer enerji kullanma çalışmalarını sürdürmüşlerdir. a.) Euratom Antlaşmasının İçeriği ve Başarıları: 1957 yılında imzalanmış olan Euratom antlaşmasının amacı: Avrupa Birliği üye ülkelerinin nükleer enerji çalışmalarını düzenleyip geliştirerek yerli enerji kaynağı olan nükleer enerjiden maksimum verimle yararlanarak üye ülkelerin Orta Doğu petrollerine artan bağımlılığın önüne geçmek olmuştur. Ayrıca nükleer enerji teknolojilerini düzenlemek ve elde bulunan kaynaklardan mümkün olan en düşük maliyette en yüksek verimi almak da Euratom antlaşması çerçevesinde ortaya konan hedefler arasındadır. Çok erken zamanlarda ortaya çıkan nükleer enerji temin sıkıntıları Euratom antlaşmasının yakaladığı başarıyı ve Avrupa’ya kazandırdığı artıları gölgeleyememiştir. Euratom antlaşmasıyla nükleer enerji teknolojilerinin geliştirilmesi ve yeni keşiflerin yapılması konularında yakalanan dinamizm açıkça görülmektedir. Öyle ki bu başarı tüm AB genelinde nükleer enerji kullanım oranının artmasını sağlamış ve kaynakların en iyi şekilde değerlendirilmesine zemin hazırlamıştır. Euratom antlaşmasının temelleri sayesinde tüm Avrupa’daki fisyon aktiviteleri birleştirilmiş ve bu da Avrupa’nın fisyon teknolojisi alanında lider konuma gelmesinde anahtar rol oynamıştır. Antlaşma çerçevesinde sağlık ve radyasyon korunumu konuları belli standartlara bağlanmış ve tüm üye ülkelerde yasama organlarınca kabul edilmiştir. Ayrıca nükleer endüstri aktiviteleriyle sağlık alanında kullanılan radyoaktif maddeler de standartlaştırılmıştır. |
Euratom’un nükleer atıklardan korunma konusunda aldığı önlemler de AB üyesi ülkelerde, nükleer madde kullanımı yoğunluğu adına yadsınamaz bir güven ortamı sağlamıştır. Avrupa Enerji Temin Ajansının, nükleer kaynak teminini çeşitlendirme hedefinin asıl amacı: Avrupa Birliğinin uranyum ihtiyacını tek bir bölgeden veya yabancı bir ülkeden karşılamasını önlemektir. b.) Nükleer Atıklar: Nükleer enerjinin kullanılmaya başlanmasından bu yana, nükleer güç üretim santrallerinde elektrik üretiminin yanında ortaya çıkan nükleer atıklar, üye ülkeleri, atıkları depolama ve yok etme yolları hakkında çalışmaya yöneltmiş ve bu konuda karmaşık politikalar üretmeye zorlamıştır. Nükleer enerjinin kullanıldığı dünya ülkeleri genelinde bu konunun önem kazanmasının nedeni nükleer atıkların yaydığı ölümcül radyasyondur. Nükleer atıkların insan sağlığını tehdit edici maddeler olmasından dolayı bu atıkların depolanması için çeşitli teknolojiler üretilmiştir. Günümüzde, atıklar tamamı ile depolanmakta ve kullanılan operasyon teknikleri buna olanak vermektedir. Bu alanda en gelişmiş teknolojilere sahip olan ülkeler ABD, İsveç ve Finlandiya’dır. Ancak uzun vadede depolanan atıkların yok edilememesi en büyük problem olarak gözükmektedir. Depolama giderleri ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir fakat genelde 1kWh’lik enerji üretimi baz alındığında atıkların depolama maliyetleri toplam maliyete oranla önemsiz bir bedel teşkil etmektedir. Atık konsantrasyonunun az ya da çok olması diğer enerji kaynaklarının aksine nükleer enerjide atıkların yok edilmesini erteleyerek onları depolamasını sağlamaktadır. Nükleer teknolojilerdeki ilerlemeler, örneğin bölünme-transmutasyonundaki gelişmeler yarı-ömürleri uzun olan elementlerin var olma sürelerini kısaltmayı başarmıştır. Atık depolama çalışmaları devam etmekte ancak kısa vadede depolama karşısında durabilecek alternatif bir çözüm yolu gözükmemektedir. Entegre atık yönetimi programlarının önünde cevaplanması beklenen en önemli sorular ise nükleer atıkların nakliyesindeki güvenlik, nükleer enerjinin kullanılmasının insan sağlığına etkileri, atık maddelerin depolanmasındaki güvenlik kriterleri ve gelecek kuşakların bu atıklardan en az seviyede etkilenerek yeni ve verimli nükleer enerji temin etme yöntemlerinin bulunup bulunamayacağıdır. Nükleer enerji kullanımını denetlemek ve gelişmesine olanak sağlamak için mutlaka AB genelinde oy birliğiyle belli başlı kararların alınması gerekmektedir. Çünkü alınan ortak kararlar doğrultusunda güvenli ve ekonomik enerji temini hedefini gerçekleştirmek çok daha kolay olacaktır. Nükleer enerji teknolojilerinde bulunan yenilikler atık depolama ve yok etme yönetiminden bağımsız olmamalı aksine özellikle büyük bir tehdit oluşturan atıkların yok edilmesini sağlayacak teknolojileri de bünyesinde barındırmalıdır. Sonuç olarak Avrupa Birliği, sivil nükleer teknoloji konusundaki lider konumunu korumalı, fisyon reaktörlerinin daha verimli hale getirilmesini sağlamalı ve özellikle olanaksız görünen nükleer füzyonu kontrol altına alarak bu hayali gerçeğe dönüştürmelidir. |
2. Kömür: Parlak Bir Geçmiş a.) Kömürün Geçmişi: Avrupa ekonomisine yaptıkları büyük etkiler dolayısıyla kömür ve çelik Avrupa’nın kalkınma sürecinde ve sanayi devrimini gerçekleştirmesinde dönüm noktasını oluşturmuşlardır. 1951 yılında imzalanan ve yürürlüğe konan Paris Antlaşmasıyla Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasında büyük oranda enerji ürünlerine ihtiyaç duyulmuştur. Bu dönemde kaynakların yeterli olmasına karşın baskıcı ve güçlü politikaların yaydığı korku sektöre egemen olmuştur. Ancak ilerleyen zamanlarda Avrupa Kömür ve Çelik Konfederasyonunun (ECSC) sahip olduğu yüksek otoriteyi kullanarak üreticileri cesaretlendirmesiyle yeni kömür madenlerinin bulunarak kömür üretiminin artışının sağlaması uzun vadeli uluslararası kömür ticareti antlaşmalarıyla son bulmuştur. 1960’lı yıllardan sonra ise Avrupa Birliği kömür çıkarma endüstrisinin yabancı ülkelerle baş edememesiyle ve elektrik ve ısı üretimi için daha farklı enerji kaynaklarının bulunmasıyla Avrupa’da kömür kullanım oranı hızlı bir düşüş eğilimine girmiştir. Yukarıda saydığımız nedenler ve tükenen kaynaklar dolayısıyla Avrupa Birliği genelindeki 15 üye ülkede yıllık kömür üretimi 1960 yılında 600 Mton iken 2000 yılında 86 Mtona düşmüştür. Diğer enerji kaynaklarıyla yaşanan rekabet, 1986 yılından bu yana petrol kullanımının kısıtlanması konusunda uygulanan politikaların gevşek tutulması ve tabi ki kömürün çevre kirliliğine yol açması nedeniyle katı yakıtların rekabet ortamındaki zayıflığı ortaya çıkmaktadır. |
b.) Elimizde Bulunan Kozlar: AB enerji stratejisinde kömürün bu kadar önemli bir yerinin olmasının ve AB üye ülkelerinin kömür kaynaklarının peşinden koşmalarının nedeni her şeyden önce bölgesel ve sosyal şartlardan kaynaklanmaktadır. İthal kömürün üye ülkelere maliyeti, yabancı kömür üreticilerinin çeşitliliği ve kömür fiyatlarının kararlı bir yapı sergilemesi, petrol ve doğalgaz piyasalarıyla karşılaştırıldığında, 31 1999 yılı için ithal kömür Tablosu % 37 = Kuzey Afrika Ülkeleri % 6 = Kolombiya % 13 = Poloya % 12 = Avustralya % 5 = Endonezya % 18 = Rusya % 9 = Ukrayna Uluslararası kömür piyasalarında rekabet ortamının sağlanmış olması nedeniyle, diğer enerji ürünleriyle karşılaştırıldığında ithal kömür fiyatları benzersiz bir denge göstermektedir. Örneğin: kömür fiyatları 1986 ile 1996 yılları arasındaki on yıllık dönemde sadece 16 $ değişmiştir. Avrupa Birliği için kömür kaynaklarındaki bu kararlılığın bir nedeni de son 20 yıldır üye ülkelerin kömür ihtiyacını son derece ekonomik bir şekilde karşılayan Danimarka kömürüdür. Ayrıca imzalanan kömür kontratlarının esnekliği ve yerel piyasalardaki gelişmeler de kömür piyasalarının, diğer enerji piyasalarına göre daha az değişken ve kararlı olmasına izin vermiştir. Şu anda Avrupa Birliği üye ülkelerinde ekonomik ve politik riskler bulunmamakta ve kömür ihracatçısı ülkeler piyasa fiyatlarının iniş çıkışlarında rekabetçi ortam nedeniyle, petrol ve doğalgaza oranla daha etkili konumda bulunamamaktadırlar. |
c.) Gelecek: AB üye ülkelerinin günümüzde olduğu gibi gelecekte de kömür üretiminde rekabetçi konumda bulunmayacakları gerçeği, bazı üye ülkelerin kömür kullanımını bırakmasına neden olacaktır. Bu durum halen kömür üretimini sürdüren Almanya gibi üye ülkelerde ve Polonya gibi büyük kömür ihracatçısı, aday ülkelerde çeşitli politik problemlerin doğmasına yol açmaktadır. Birçok insanın kömür endüstrisi sayesinde geçinmeleri nedeniyle kömür üretimi Avrupa’da savaş sonrası ekonominin canlı kalmasını sağlayan önemli bir etmendir. Ayrıca Avrupa Birliğinin, Avrupa Çelik ve Kömür Konfederasyonu’nun yaptığı antlaşmaların içeriği uyarınca aday ülkelere, üye olduktan sonra uygulayacağı bazı standartlar da Avrupa’yı, katı yakıt üretimine kalıcı çözüm yolları bulma çalışmalarını hızlandırmaya yöneltmiştir. TABLO: Kömür Endüstrisinde Üretim ve Çalışan Personel Maliyeti Avrupa Kömür ve Çelik Konfederasyonunun (ECSC) 1951 yılında Paris’te yapılan antlaşmayla kurulmasının en önemli amaçları Avrupa’da kömür ve çelik sanayiinde birleşik piyasalar oluşturarak ekonomik üretim sağlamak ve üye ülkelerde işsizlik sorununu azaltıp yaşam standartlarını yükseltmektir. Bu yüzden üye ülkelerde enerji 33 |
B. PETROL: HALEN GÖZDE YAKIT AB’de Petrol Üretim, Tüketim, İthalat Tablosu: (Mton) Kalite ve kullanım kolaylığı gibi avantajları nedeniyle petrol savaş sonrası dönemden sonra batı ülkelerinin ekonomilerini daha hızlı ve derinden etkilemiştir. Araştırmalar ve analizler göstermektedir ki karayolu taşımacılığının % 99’u petrolle sağlanmaktadır. Ayrıca günümüzde diğer yakıtlara oranla avantajlı olması yüzünden petrol, konutların ısıtılmasında ve elektrik üretiminde ülkeden ülkeye değişen hızlarla kömürün yerini almaktadır. Yaşanan petrol krizleri ve petrol piyasalarındaki dengesizlik, petrole bağımlı olan AB üye ülkelerinin ekonomileri kötü yönde etkilemektedir. Özellikle nakliye sektöründe üye ülkelerin değişmez enerji kaynağı olan petrolün bu konumunu, karasız piyasaların varlığı, denizde yaşanan tanker kazaları ve medyanın kullanıcıları bilinçlendirmeye yönelik çabaları dahi etkileyememektedir ve bu durumda petrol üreticisi olmayan birçok AB üyesi ülke için petrol bağımlılığı tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Bu bağımlılıktan kurtulmak yeni enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve özellikle nakliye sektöründe verimli enerji kullanımının gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Yapılan analizler AB üyesi ülkelerin petrol tüketiminin giderek artmakta olduğunu göstermektedir. Bu artış oranı gelişmekte olan aday ülkelerde ise daha ciddi boyutlardadır. 35 Dünya petrol rezervlerinin % 70’inden fazlası OPEC üyesi ülkelerin elinde bulunmaktadır. 2020 yılında OPEC, günlük 55 milyon varillik üretimi ile AB üye ülkelerinin petrol ihtiyacının % 50’sini karşılayacaktır. Avrupa Birliğinin 2000 yılındaki günlük petrol ihtiyacı ise 32 milyon varil dolayındadır. Bu artan bağımlılık çerçevesinde gönüllü bir ihracatçı konumunda bulunan OPEC petrol fiyatlarını üretim maliyetlerine rağmen düşük tutarak uzun vadede karlı konumunu korumak istemektedir. |
OPEC üyesi olmayan ülkelerde ise petrolün varil fiyatı ortalama 5$ civarındadır. Fiyatın yüksek olmasının nedeni üretim maliyetlerinin yüksek olması ve bazı ülkelerde çıkartılan petrolün daha kaliteli olmasıdır. Ayrıca Rusya ve Orta Asya ülkeleri de Avrupa Birliği için önemli ülkeler konumundadır. OPEC üyesi ülkelerin petrol ithalatındaki kartelini kırmak için OPEC üyesi olmayan ülkelerdeki petrol fiyatlarının 5 ile 10 $ civarında tutulması gerekmektedir. böylece bu ülkelerin OPEC ile rekabet edebilecek seviyeye ulaşmaları garanti altına alınmış olacaktır. 36 Yaşanan son olaylar ve petrol piyasalarında ortaya çıkan tartışmalar OPEC üye ülkeleri arasında homojen bir dağılım olmadığını ve artan bir gruplaşmanın ortaya çıktığını göstermektedir. Öyle ki son iki yıl içerisinde alınan kararlarda, merkezde bulunan güç dengesiyle güçlü üreticiler olan Suudi Arabistan, Kuveyt, İran’ın rolleri ön plana çıkmıştır. Cezayir, Venezüella ve İran gibi kısıtlı petrol kaynaklarına sahip OPEC ülkeleri daha fazla kazanç sağlamak amacıyla üretim hacimlerini arttırmak istemektedirler. Buna karşılık, Suudi Arabistan ve diğer Orta Doğu ülkeleri ise petrol rezervlerinin bol miktarda olması dolayısıyla uzun vadeli planlar yapmaktadırlar. Böylece ithalatçı ülkelerin acil olarak alternatif enerji kaynaklarına yönelmelerini önleyerek ve petrolün uzun vadede enerji sektöründe lider konumunu korumasını sağlayarak kar oranlarını mümkün olduğu kadar arttırmak istemektedirler. Jeopolitik faktörler de bu gelişmelerde kuşkusuz büyük rol oynamaktadırlar. OPEC üyesi ülkelerdeki görüş farklılıklarından dolayı patlak veren Körfez Savaşı, savaş sonrasında Irak’a uygulanan ekonomik ambargo ve Libya ile İran’ın değişken tutumlarıyla çevrelerini tehdit edici konumda bulunmaları gibi faktörler petrol piyasalarının kararlı bir yapıya kavuşmasını engelleyen başlıca sorunlardır. Savaş sonrası konan ekonomik ambargo sebebiyle oldukça kötü duruma düşen Irak, 1999 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Komisyonu kararları doğrultusunda ‘Petrol için Yemek’ programı dahilinde günlük üretimini 2.8 milyon varile çıkarmış ve böylece 5.8 milyar $ petrol ihracatı gerçekleştirmiştir. Ayrıca Irak’ın komşu ülkeleri tehdit eden tutumunu değiştirmesi halinde, üretiminin günde 3 ile 4 milyon varile çıkarılmasına izin verilecektir. Yakın gelecekte dünyada petrol konusunda fiziksel sıkıntının meydana gelmesi için korkulacak bir neden bulunmamakta, Ancak, OPEC’in tekel oluşturma ihtimaline karşı politik endişeler bulunmaktadır. Bu ihtimalin kuvvetlenmesini sağlayan faktörlerden biri de petrol ithalatçısı ülkelerde yaşanan hızlı ekonomik büyümeyle orantılı olarak petrol ihtiyacının artması ve bunun sonucunda artan |
taleple bağlantılı olarak OPEC ülkelerinin petrol fiyatlarını yükseltmek istemeleridir. Sonuçta, uzun vadede, sahip oldukları petrol rezervlerinin yoğunlukları bilinen OPEC ülkelerinin önündeki en büyük tehdit edici unsurlar: enerji sektöründeki teknolojik gelişimler, zor bölgelerde yeni üretim tekniklerinin uygulanması ve özellikle nakliye sektöründe yeni yakıt kullanım seçeneklerinin geliştirilmesi olacaktır. Avrupa Birliği için çok önemli olan bir diğer üretici topluluk ise eski Sovyetler Birliği üyesi ülkelerdir. Öyle ki bu ülkeler 1989 yılında 11 milyon varil olan günlük petrol üretimleriyle dünyada ilk sırada bulunmaktaydılar. 2000 yılı istatistikleriyle günlük üretimleri 7.8 milyon varil olan bu ülkelerin gelecek 20 yıl içerisinde üretimlerini yaklaşık iki katına çıkarmaları yani günde 15 milyon varillik petrol üretimi gerçekleştirmeleri beklenmektedir. 3. Petrol Fiyatlarının Etkileri: TABLO: 1970 ile 2000 Yılları Arasında OPEC Ham Petrol Fiyatlarının Değişimi. 38 |
Petrol sektörünün büyüme ölçülerine bakıldığında, özellikle nakliye ve taşımacılık sektöründe petrol ürünlerine bağımlılığın 2020 yılında % 90’a ulaşacağı tahmin edilmektedir. Özellikle, 1973 yılında % 18’den 2000’de % 50’ye yükselen karayolu taşımacılığındaki petrol tüketimini azaltmak için petrolün yerini alabilecek alternatif enerji kaynaklarını bulmamız ve geliştirmemiz gerekmektedir. Özellikle nakliye sektöründe petrolün yerine geçebilecek seviyede yakıtların bulunmaması yüzünden gelecekte daha büyük petrol krizlerinin doğması olası gözükmektedir. Bu yüzden AB üyesi ülkeler OPEC petrollerinin ucuz olmasına aldırmadan yakın gelecekte varil fiyatı 20 $’dan yüksek olan petrolle yaşamayı öğrenmelidir. 39 1. Uluslar arası Doğalgaz Piyasaları: Her ne kadar doğalgaz enerji çeşitliliğini sağlamak için gerekli olan kaliteli ve değerli bir yakıt olsa da elektrik ve ısı üretimi ile konut ısıtılması sektöründe doğalgaz bağımlılığının 85 Mtondan, 2010 yılında 410 Mtona çıkacak olması nedeniyle Avrupa Birliği bu konuda zayıf duruma düşmekte ve artan tüketim oranları yüzünden üretici ülkeler doğalgaz piyasalarını kendi başlarına yönlendirme amaçlarını gerçekleştirebilecek zemini bulma konusunda zorlanmamaktadırlar. Petrol ve doğalgaz piyasaları birbirleriyle bağlantılı olmakla birlikte doğalgaz fiyatları, petrol fiyatlarından büyük ölçüde etkilenmektedir. Bunun nedeni petrol ve doğalgaz kaynaklarının coğrafi yönden yakınlık göstermesi ve bu kaynakların sadece birkaç büyük üreticinin elinde bulunması ve yine bu kaynakları çalıştıran şirketlerin az sayıda olmasıdır. Doğalgazın petrole oranla daha karlı bir yakıt olması piyasalarda doğalgaza talebinin artmasına ve doğalgaz kullanım oranının yükselmesine yol açmışsa da giderek artan doğalgaz bağımlılığı yüzünden fiyatların artacağı yönünde korkular bulunmaktadır. Ancak kısa ve orta vadede, kaynakların yeterli olması ve farklı ülkelerde bulunması yüzünden doğalgazda bir kartelin oluşması için tehlike bulunmamaktadır. Uzun vadede ise imzalanmış alım-satım antlaşmaları doğrultusunda, üretici ülkelerle Avrupa Birliği arasındaki doğalgaz boru hatlarının geliştirileceği ve böylece Rusya ve Cezayir gibi ülkelerin rekabet ortamlarının azaltılacağı yönünde kararlar alınmıştır. Türkmenistan ve İran’dan da doğalgaz ithal etme seçeneklerinin iyileştirilmesi konusunda çalışmalar yapılmakta ve bu ülkelerle olan doğalgaz ticaretinin geleceği belirsizliğini korumaktadır. Dünya üzerindeki en büyük doğalgaz rezervlerine Rusya sahiptir. Rusya ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinin rezervlerinin, önümüzdeki 25 yıl içerisinde yoğunluklarını koruyacakları düşünülürse uzun vadede Rusya ile ortaklık kurarak güvenli enerji temini politikasını gerçekleştirmek AB’ye doğalgaz pazarında büyük avantajlar sağlayacaktır. |
Avrupa Birliğinde de ortaya çıkan spot marketin birleştirici etkisi altında, iç piyasaların tamamlanması sayesinde, değişimlerin fiyatlandırma kurallarıyla olması beklenebilir, (Gaz fiyatları endeksinin petrol fiyatlarına etkisi vb.) ya da standart tarzda piyasa rekabetinin, üretim fiyatlarını yansıtması veya gaz kartelinin bunu belirlemesi beklenebilir. Bunun şu anda nasıl olduğunu söylemek zordur. Aşırı fiyat artışının yapısal akımı engellenmeli, bol ve çeşitli kaynaklar garanti altına alınmalıdır. Gelecekte Doğalgaz pazarında olumlu gelişmelerin olması beklenmektedir. Örneğin uzmanlar, 2010 yılına kadar doğalgaz fiyatlarının sadece % 10 artacağını tahmin etmektedirler. Üye ülkelerdeki doğalgaz kullanımı konusundaki baskıların ve küresel ısınma gibi faktörlerin varlığı düşünülecek olursa bu değerli yakıtın teminini kolaylaştırmak ve daha karlı hale getirmek için fiyatların petrol fiyatlarıyla orantılı olarak değiştirilmesi ve böylece bazı büyük üreticilerin kartel oluşturmalarının engellenmesi gerekmektedir. Sonuçta, ancak ve ancak saydığımız bu maddeler gerçekleştiği taktirde ucuz, karlı ve güvenli doğalgaz temini hedefimize tamamı ile ulaşabileceğiz. 41 TABLO: Yenilenebilir Enerji Kaynaklarındaki Üretim-Tüketim Oranı. (Mton) Avrupa’da kaynakların güvenliğinin artmasında yenilenebilir enerji kaynakları önemli potansiyele sahiptir. Yenilenebilir kaynakların kullanım alanlarının genişlemesine rağmen son derece katı politik ve ekonomik engellerle halen karşılaşılmaktadır. Bu engelleri aşma çabaları, sadece enerji tüketiminin gerçek bir politika olarak düşünülmesiyle talebin rasyonalleştirilmesi ve istikrarın sağlanması sayesinde başarıya ulaşabilir. Orta vadede, yenilenebilir enerji kaynakları tek bağımsız enerji kaynağıdır ve şu anki durumda Avrupa Birliğine kaynaklarını arttırması için manevra şansı sağlamaktadır. Bu enerji kaynağını ihmal etmek, ancak ve ancak en son koz olarak düşünülebilir. |
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarındaki İşletilecek potansiyel: Günümüzde Avrupa’da kaynakların hemen hemen % 6‘sı yenilenebilir enerji kaynaklarıdır, buna sadece hidroelektriğin %2’si dahildir. 1985 yılında başlanan, AB genelinde elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynakları kullanımının ikiye katlanması hedefine henüz ulaşılamamıştır. Üye ülkeler bu hedefi kendi hedefleri gibi göz önüne almalı ve kendi ulusal hedeflerini birliğin hedefleriyle çakıştırmalıdırlar. Bu henüz tüm üye ülkelerdeki bir durum değildir ve gelişmenin bu çizgiler arasında gerçekleşmesine ihtiyaç vardır. Yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi 1985 ve 1998 arasındaki 42 kaynaklardaki çabalar sadece akılcı politikalarla desteklenirse başarıya ulaşır. Önümüzdeki yıllarda yenilenebilir paylaşımdaki enerji tüketimi belli dönemlerde arttırılmalıdır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji dengesindeki oranları büyük oranda elektrik şebekesine ve merkezden dağılmış olan üretimdeki rekabete bağlıdır. AB Enerji Komisyonu global enerji tüketimindeki yenilenebilir kaynakların paylaşımlarının ikiye katlanması hedefini 1997’de %6’dan 2010 yılında %12’ye çıkartmıştır. Bu artış SME’ler için yeni bir dürtü sağlamakta ve aynı zamanda iş gücüne yararlı etkileri olmaktadır ve böylece Avrupa teknolojisini gelişen ülkelere ihraç etme imkanı doğmaktadır. Bu yüzden de üye ülkeler yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretme önerisini ulusal amaçları çerçevesinde benimsemelidirler. |
SONUÇ: Bütün bu analizler sonrasında anlaşılmaktadır ki yakın gelecekte hiçbir enerji elde etme yöntemi ve enerji kaynağı, kendi başına Avrupa Birliğinin enerji ihtiyacını karşılamaya ve enerji üretimiyle tüketim oranlarını birbirine yaklaştırmaya yetmeyecektir. Yukarıda açıklanan bilgiler çerçevesinde görülmektedir ki petrol, kömür ve nükleer enerji kendi bünyelerinde belli başlı sorunları taşımaktadır ve yalnız doğalgaz bütün sektörlerde tüm enerji kaynaklarıyla rekabet edebilecek potansiyele sahiptir fakat global tüketim baskıları sonucunda dünya üzerindeki doğalgaz rezervleri büyük bir hızla azalmaktadır. Nükleer enerji kullanım programlarını topluma kabul ettirmek ise giderek zorlaşmaktadır. Petrol ithalatına muhtaç olmamız ve kömür kullanımının çevreye verdiği zarar da AB’nin güvenli ve ucuz enerji temini politikalarını etkilemektedir. Şu anki tüketim oranı: % 41 petrol, % 22 doğalgaz, % 16 kömür, % 15 nükleer enerji ve % 6 Yenilenebilir enerjidir. Hiçbir şey yapılmadığı taktirde bu tablo 2030 yılında % 38 petrol, % 29 doğalgaz, % 19 katı yakıtlar, % 8 yenilenebilir enerji ve % 6 nükleer enerji şeklinde olacaktır. |
Avrupa Birliği, enerji kaynakları üzerindeki hakimiyetini sadece ve sadece enerji temin politikaları yönetimi sayesinde yürütebilir. Bu da bazı kararların uygulanmasıyla mümkündür. İlk olarak, Avrupa Birliği enerji temini güvenliğini arttırmak için stratejik ortaklarının yanında olmalı ve onlara karşılıklı çıkarlar doğrultusunda destek vermelidir. Bu ilk olarak Rusya Federasyonu ile enerji temini garantisi karşılığında yeni ihracat sahaları açma ve yeni teknolojilerini geliştirme gibi kararların alınmasıyla başlamıştır. İkinci olarak, Avrupa Birliği uzak gelecekte belki de kullanılabilecek tek enerji kaynağı olacak olan yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirme çalışmalarını destekleyici finansal yatırımı yapmalıdır. Buna karşılık ithal enerji kaynaklarına olan bağımlılık ve talep gelişmiş yönetim politikalarıyla minimuma indirilmelidir. Sonuç olarak, ancak bu yollarla AB üye ülkeleri global enerji piyasalarındaki yerlerini koruyabilecek ve hatta sağlamlaştırabileceklerdir. |
5000 saat çalışan fabrikalarda güç üretimindeki alternatif çözümlerin mali etkileri göz önüne alındığında açıkça görülmektedir ki ilk yatırım maliyeti düşük olan gaz çevrim türbinleri (tablo2) kullanışlı ve cazip bir seçenektir. Halen kömür rezervlerine sahip olan ve bunu kömür santrallerinde kullanan Almanya ve İtalya’nın bu avantajı, kömürden alınan düşük vergilerin arttırılması zorunluluğu yüzünden, etkisiz hale gelmektedir. Listede bulunan diğer tüm elektrik üretim santral çeşitleriyse elde bulunan rezervlere ve düşük vergilendirme değerlerine bakılmaksızın cazip olmayan seçenekler olarak görülmektedir. 14 |
elektrik üretimi için kullanılan yakıtlar üzerindeki vergi yükü, iyi bir iç girdi kaynağı olan vergi ödemedeki genel isteksizlik yüzünden oldukça düşüktür. Örneğin yetmişlerde patlak veren ve seksenlerin başına kadar devam eden petrol krizinde, üzerindeki düşük vergi külfeti yüzünden tercih edilen ve aslında güvensiz bir yakıt olan fueloil kullanımında talep patlaması yaşanmıştır. Günümüzde, yüksek vergi paylarına sahip yeni yakıt çeşitleriyle karşılaştırdığımızda fueloil yakan santrallerin dejavantajlı olması yüzünden santrallerde fueloil kullanımı hemen hemen sona ermiştir. Bu noktada görülmektedir ki geçmişte kullanılan yakıtlarda öncelikle düşük vergi payları önemliydi. Günümüzde ise bu anlayıştan vazgeçilmiş ve vergiler yakıt seçiminde gittikçe önemsiz bir etken halini almıştır ve bu da hükümetlerin vergi gelirlerinin giderek artmasını sağlamıştır. Rekabetçi özelliğinden dolayı egemen elektrik üretim çeşidi halini almış gaz türbini kullanım seçeneği tüm AB üye ülkelerinin enerji piyasalarını etkilemiş ve hükümet adına elektrik enerjisi üreten kamu kuruluşlarının pazarlama konusundaki ilk tercihi durumuna gelmiştir. Doğalgaz kullanımı için yabancı ülkelere muhtaç olan ve doğalgaz ithal etme ihtiyacı giderek artan AB ülkelerinde önemli olan doğalgazın ağır vergi yükü altında ezilip ezilmeyeceğinin anlaşılmasıdır. Ayrıca yenilenebilir enerji kaynakları ve özellikle rüzgar enerjisi, güç üretiminde giderek önemli bir rol üstlenmektedir. Ancak bu enerji kaynaklarının kullanım teknolojileri fiyatlarının yüksek olması ve bu kaynaklara yeterli desteğin verilmemesi şu an için doğalgaz ithalinden başka bir çözüm yolu olmadığını göstermektedir. Tüm veriler gözden geçirildiğinde, enerji sektöründeki şu anki vergi düzeylerinin, kullanılan yakıt çeşidine ve yakıt teknolojisine önemli bir etki yapmadığı anlaşılmaktadır. Önemli olan yakıtın, fiyatına ve vergi düzeyine göre verimli ve güvenilir olup olmadığıdır. |
3. ENDÜSTRİYEL KAZANLARDAN BUHAR ÜRETİMİ Yakıt olarak kömür, fueloil, dizeloil ve doğalgaz kullanan 4 çeşit kazan bulunduğu ve bileşik ısı ve güç üretim santrallerinin de karakteristiklerine göre: kömür, fueloil, doğalgaz santralleri olmak üzere 3 çeşit olduğu daha önce vurgulanmıştı. 17 Yine, tablo 1, 2 ve 3’te olduğu gibi alternatif buhar üretim sistemlerinin çalışma maliyetleri 7000, 5000 ve 2500 saat değerleri için hesaplanmıştır. Buhar üretim maliyetlerinin vergili ve vergisiz karşılaştırma değerleri aşağıdaki tablolarda endüstriyel kazanlardan buhar üretim maliyetleri başlıklarıyla verilmiştir. |
Birleşik ısı ve güç üretim çeşitleri arasında, doğalgaz kullanılan gaz türbinleri ve santralleri, verimli olmaları ve doğalgazın düşük vergi oranına sahip olması bakımından avantajlıdır. Düşük ilk yatırım maliyetleri bakımından kıyasladığımızda ise doğalgaz türbinleri ve santralleri kömür santrallerine oranla daha avantajlıdır. Ancak büyük güçlere ve buhara ihtiyaç duyulduğunda kömür santrallerinin kullanılması, bazı ülkelerdeki (Danimarka, Almanya, İtalya, Portekiz) yüksek doğalgaz fiyatları ve vergileri yüzünden önemli bir avantaj halini almıştır. Ayrıca yüksek buhar ihtiyacı için, Danimarka, İtalya, İrlanda gibi endüstriyel kullanıcılar için gaz fiyatlarının diğer ülkelere nispeten daha fazla olduğu ülkelerde kömür yakılan buhar kazanlarının kullanılması bu ülkeler için önemli bir avantajdır. Bazı ülkelerde, yılda 2500 saat çalışan güç ve buhar üretim santrallerinde fueloil kazanlarının kullanılması, kömür yakılan kazanlara oranla daha avantajlı olabilmektedir. 4. KONUTLARDA ISITMA YÖNTEMLERİ Vergi oranları da göz önüne alındığında, konutları ısıtmak için 3 ısıtma yöntemi ve bunların teknoloji çeşitleri ortaya çıkmaktadır. bunlardan birincisi: yakıt olarak gazyağı kullanılan merkezi ısıtma, ikincisi: yakıt olarak doğalgaz kullanılan merkezi ısıtma ve üçüncüsü ise elektrikle ısıtmadır. Burada her üç ısıtma çeşidi için de konutun 90 metrekare olduğu kabul edilmiş ve üye ülkelerdeki hava şartlarıyla ısı farklılıkları da göz önüne alınmıştır. |
Yine yakıt olarak doğalgaz kullanılan merkezi ısıma AB üye ülkelerindeki konutlarda baskın seçenek halindedir. Bu durum çok önemli iki etken sayesinde değişiklik göstermektedir. 1) Konutlara ulaşan gaz dağıtım ağı uzunluğu ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Finlandiya, Yunanistan, Portekiz ve İsveç’te konutların doğalgazla ısıtılması konusundaki küçük ilerlemeler bu ülkelerde doğalgaz kullanımının küçük bir alternatif olduğunu göstermektedir. Danimarka ve İspanya’da ise farklı nedenlerden dolayı konutlarda doğalgaz kullanım oranı oldukça düşüktür. Ayrıca ikamete ayrılmış bazı bölgelerin uzak olması yüzünden boru ağı bağlantıları için çok yüksek maliyet oluşturması (doğalgaz kullanılması avantajlı ise de) bu yüksek ilk yatırım maliyetini haklı çıkartmamaktadır. 2) Daha önce belirtildiği gibi 2000 yılı, artan petrol, gazyağı ve buna bağlı olarak artan doğalgaz fiyatları yüzünden tipik bir yıl olmamıştır. Buda yakın gelecekte bu kaynaklardaki güç dengesinin değişebileceğini göstermektedir. Ayrıca tablodan sadece İrlanda ve İspanya’nın gazyağıyla ısıtmada doğalgaza oranla daha düşük fiyatlara sahip olduğu görülmektedir. Bunun nedeni de bu ülkelerde doğalgaz boru hatlarının istenilen seviyeye ulaşmaması bu yüzden de doğalgazın pahalı olmasıdır. |
Ayrıca Danimarka ve İtalya’da bu iki ana yakıttan alınan vergilerin diğer ülkelere oranla çok yüksek olduğu görülmektedir. Bu çalışmadan, konutlarda elektrik enerjisi kullanım maliyetinin çok yüksek olduğu anlaşılmakta ve bu yüzden de iyi bir alternatif olarak ele alınmadığı belirtilmektedir. 5. KİŞİSEL ARAÇLAR (OTOMOBİLLER) Bu analizde nakliye sektörü, çok büyük oranda petrol ürünlerine (benzin, mazot, LPG) bağımlı olan otomobil sektörüyle sınırlı tutulacaktır. Petrol ürünlerine bağımlı bu sektörde, petrol ithalat hacminin her geçen gün artması ve petrol kullanılmasının çevreye ve doğaya verdiği zararlar da ayrıca göz önüne alınmakta ve bu da petrol politikalarının giderek zorlaşan şartlar altında ezilmesini beraberinde getirmektedir. Bu analizde, ebat ve sahip olduğu donanımlar bakımından bir averaj araba kabul edilmiş, ayrıca AB üyesi ülkelerde seyahat edilen mesafeler çok fazla farklılık göstermediğinden bir ortalama mesafe kabul edilmiştir. Yol kalitesi ise tüm ülkelerde standart kabul edilmiştir. Ancak farklı üye ülkelerdeki şehir içi ve şehir dışı trafik potansiyelleri ve müşterilerin talep ettiği araçların farklı güçlerde olması gibi anahtar faktörler için her hangi bir sınırlama yapılamamıştır. Vergi analizi sadece yakıt vergileriyle sınırlandırılmamış, aynı zamanda yıllık yol vergileriyle araç alım satım ve kullanım vergisi dahil edilmiştir. Araç kullanım vergisinin dahil edilmesinin nedeni, AB üyesi ülkelerin bazılarında bu vergi oranının düşük bazılarında ise yüksek olmasıdır. Bir aracın en büyük mali giderlerinden biri de alınan yol vergisidir. Bu vergi, Hollanda, İrlanda, Büyük Britanya, Danimarka ve Almanya’da yüksek olmasına karşın İtalya ve Portekiz’de daha düşüktür. Bazı ülkelerde motor sigortasının zorunlu olması ve bazı şehirlerde de otoyol, köprü, tünel vb. bulunması 24 Analiz için 4 değişik yakıtla çalışan motor tipi ele alınmıştır. Bunlar: standart benzinli motor, dizel motor, bazı üye ülkelerde giderek yaygın bir servis ağına ulaşan LPG ( liquefied petroleum gas ) kullanılan motor ve çok küçük bir kullanım oranına sahip olan methanol ile çalışan motordur. Methanol doğalgazdan kimyasal yollarla % 70 verimle elde edilebilmektedir. Ayrıca methanolden alınan vergi mali tarafsızlığı sağlamak için benzin ile aynı oranda tutulmaktadır. Dizel motorlu araçlar benzinli motorlara oranla daha verimli olmalarına rağmen daha ağır ve pahalıdırlar. LPG ve methanol kullanılan motorlar için yapılan dönüşüm de benzinli motorlara göre pahalıdır. Analiz sonucu aşağıda oluşturulan iki tablo, AB üye ülkelerinde benzinli motorlar için standart kilometre yaşı olarak kabul edilen 18000 ve 13000 km değerleri için hazırlanmıştır. |
teşekkürler... |
Türkiye`de Saat: 20:52 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2