![]() |
Siyasi İstikrarsızlığın Dış Ticarete Olumsuz Etkileri 1. İSTİKRARSIZLIK 1.1. İstikrarsızlığın Temel Unsurları İstikrarlı bir sistem, zaman içerisinde ya değişmez veya düzgün bir biçimde değişir. Herhangi bir sistemin yavaş ve düzgün bir biçimde değişmesi ise sistemin geleceğini öngörülebilir yapar. Buna karşılık istikrarsız sistemlerde değişim hızlı ve öngörülmesi çok zor, hatta imkansız bir biçimde ortaya çıkar. Sistem analizinde istikrarsız sistemler kaotik sistemler olarak adlandırılırlar. Kaotik (istikrarsız) sistemlerle istikrarlı sistemler arasındaki ekonomik olarak en önemli fark kaotik sistemlerdeki öngörülmesi mümkün olmayan hızlı değişimlerdir. İstikrarlı sistemlerde sürprizler yoktur veya çok azdır; buna karşılık istikrarsız kaotik sistemlerde sürekli sürprizler olur, beklenmedik olaylar gerçekleşir. İstikrarsızlığın hakim olduğu bir ortamda ileriyi görmek, öngörüde bulunmak ve bunlara dayanarak iş planları ve programları yapmak mümkün değildir. Daha da önemlisi, kaotik sistemlerde sürprizlerin çokluğunun getirdiği bir başka sonuç da yapılan her yeni gözlemin enformasyon değerinin yüksekliğidir. Bu bağlamda beklenmedik olayların (sürprizlerin) sıkça gerçekleşmesi geçmişte yapılmış bulunan gözlemlerin yaşanmış bulunan tecrübelerin enformasyon değerini düşürür. İstikrarsız bir ortamda geçmiş, geleceğe çok az ışık tutar. Geleceğin öngörülmesinde yaşanan bu zorluklar nedeniyle ileriye dönük belirsizlikler yüksektir. Belirsizliklerin yüksekliği riski arttırır ve dolayısı ile geleceğe dönük sözleşmelerde bu riskin (sözleşmenin bütün tarafları için) kompanse edilmesi gerekir. Bir örnek vermek gerekir ise ekonomik istikrarı yerleştirmiş ve sürdüren ülkelerdeki (A.B.D., Almanya, İsviçre, Japonya gibi) reel faiz oranları istikrarsızlığın kural olduğu ülkelerde (Meksika, Arjantin, Rusya, Türkiye gibi) geçerli olmaz. Serbest piyasa ekonomilerinde riskler arttıkça söz konusu risklerin daha yüksek oranlarda kompanse edilmeleri gerekir, aksi halde taraflar ya bu riskleri üstlenmeyi reddederler veya bu risklerin bir üçüncü kurum tarafından (devlet) üstlenilmesini isterler. Türkiye’de ekonomik istikrarsızlığı doğuran sebeplerin başında siyasi istikrarsızlık gelmektedir. Burada kast ettiğimiz demokratik rejimde zaman zaman yaşamış olduğumuz kesintiler değildir. İktisadi yaşam bakımından daha önemli olan siyasi istikrarsızlığın kökeninde ekonomik hayatı düzenleyen kuralların çok hızlı ve genellikle beklenmedik bir biçimde değişmesine olanak sağlayan hukuki yapı yatmaktadır. Yönetime esneklik sağlamak gibi, genelde kabul edilebilir bir gerekçe ile, çok dar bir siyasi-bürokratik kadroya ülkemizde ekonominin temel düzenlemelerini çok hızlı ve önceden öngörülmesi mümkün olmayan bir tarzda değiştirebilme yetkisi verilmiştir. genelde bu yetkiler siyasi olarak Başbakan veya Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı, bürokratik olarak Hazine Müsteşarı, Merkez Bankası Başkanı ve benzeri bürokratlar tarafından kullanılır. Geçtiğimiz on yıl içerisinde ülkemizde beş Başbakanın, yaklaşık on kadar da Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanının görev yaptığı göz önüne alındığında, farklı dünya görüşlerine sahip bu kimselerce getirilen düzenlemelerin ne denli çelişkili olacağını (ve gerçekten de olduğunu) ve bu çelişkili düzenlemelerin ne denli bir istikrarsızlığa yol açacağını (ve gerçekten de açtığını) düşünmek mümkündür. |
Ülkemizde ekonomik istikrarı kurabilmek ve sürdürebilmek için gerekli temel koşulların birincisinin “aşırı derecede yetkili hükümet ve bürokrasi” beklentimizden vazgeçmektir. Yetki ehil kişiler tarafından ve doğru amaçlarla kullanıldığı takdirde bir fayda sağlar. Ancak verilen yetkilerin her zaman ehil kişilerce ve doğru amaçlar uğruna kullanılacağını garantiye almak mümkün değildir. İstikrarlı sistemlerin en önemli özelliklerinden birisi de sistemi, ehliyetsiz kişilerden ve yanlış amaçlı yetki kullanımlarından korumuş olmalarıdır. Bu da sisteme yeterli dozda kontroller ve dengeler (checks and balances) konularak sağlanabilir. İstikrarlı sistemlerde sistemin yanlış kararlar ve uygulamalar karşısında çökmesini önleyecek mekanizmalar bulunmakta ve bu mekanizmalar insanları sistemin istikrarına inandırmaktadır. Bu mekanizmaların sistemdeki karar alma sürecini yavaşlattığı ve bu yavaşlık nedeniyle bazı toplumsal fırsatların kaçabileceği muhakkaktır. Diğer taraftan istikrarsızlığın getirdiği maliyetler, toplumsal açıdan bakıldığında kaçan fırsatların maliyetlerinin mutlaka çok üzerindedir. Türkiye’de yukarıda değinilen türden, sistemi koruyucu mekanizmalar kurulamamıştır. Bu mekanizmaların yokluğu nedeniyle kamu yönetiminin yetkilerinin ehliyetsiz kişilerce veya yanlış amaçlar doğrultusunda kullanılması sonucu ülkemizde istikrarı sağlamak mümkün olmamıştır. Kamu yönetiminin "hata" kelimesinin sözlük anlamını aşan fakat dil alışkanlıklarından kaynaklanan bir hata neticesinde "hata" olarak ifade edilmeğe devam eden sürekli "hatalar" yapması sonucunda toplum gözünde güvenilirliğini, itibarını ve kredibilitesini kaybetmiş olması ülkemizin, ekonomik istikrar bağlamında, bir başka talihsizliğidir. Bu olgu bir istikrar programını uygulayabilmenin siyasal çözümünü son derecede güçleştirmiş bulunmaktadır. 1.2. Türkiye'de Ekonomik İstikrarsızlık Türkiye'de ekonomik istikrarsızlığın en açık bir göstergesi Türk parasının iç ve dış değerindeki sürekli ve yüksek oranlı düşüştür. Ekonomik istikrarsızlık zaman zaman ödemeler dengesi krizi şeklinde de kendisini göstermişse de istikrarsızlığın en belirgin göstergesi kronik enflasyon ve devalüasyon sürecidir. Özellikle son on beş yıl süresince ülkemizde paramızın iç ve dış değeri süratli bir şekilde düşmüş, bu düşüş zaman zaman hızlanmış, zaman zaman yavaşlamış, bazen düşüş hızı belli bir istikrara kavuşmuş, bazen de bu düşüşler kaotik bir biçimde gerçekleşmiştir. Politik basiretsizliğin bir göstergesi olan kaotik değer kayıplarının olduğu dönemleri bir kenara bırakacak olursak, milli paramızın düzenli fakat sürekli on-beş yıldır değer kaybetmesinin sebepleri nelerdir? Bu sorunun cevabını tatminkar bir biçimde vermeden herhangi bir istikrar programını hazırlamak ve uygulamaya kalkmak kanımızca akıntıya kürek çekmekten farksız olacaktır. Ülkemiz uzun yıllar enflasyonun sebeplerini yanlış yerlerde aramıştır. iyi niyetle olsa dahi, kamu sorumluluğu olan kimselerce enflasyonun sebepleri olarak gösterilen ve bugün dahi gösterilmeye devam edilen, bir takım yanlış gerekçeler toplumumuzun yanlış bir şekilde yönlendirilmesine sebep olmuş ve neticede toplumda istikrar programı uygulamasına karşı bir tepki oluşmuştur. |
Özellikle bazı siyasi kişilerce, bilerek veya bilmeyerek, ortaya konulan ve bilimsel bir tutarlılıktan yoksun gerekçeler ve çözüm önerileri toplumsal enerjimizin israf edilmesine yol açmış ve gerçekçi çözümlerin uygulanmasını geciktirmiştir. Ancak son yıllarda kamu oyunda hakim olmaya başlamış bulunan genel görüş enflasyonun temelinde yüksek kamu açıklarının yattığıdır. Türkiye'de enflasyonun temelinde ve dolayısıyla de istikrarsızlığın temelinde yatan üç unsur bulunmaktadır. Bunların birincisi milli gelirimize göre yüksek seviyede süren kamu açıklarıdır. Kamu açıkları geçtiğimiz yıllar içerisinde sürekli bir şekilde yükselmiş bulunmaktadır. Bütçe bazında bakıldığında, milli gelire kıyasla gelirler artmış ancak giderler daha da fazla artmıştır. Enflasyonun temelinde yatan ikinci unsur, Türkiye'deki kanunlar ve uygulamalar gözönüne alındığında, kamu açıklarının kolaylıkla para basılarak finanse edilebilmesidir. Geçtiğimiz yılların tecrübelerinin açıkça gösterdiği gibi kamu açıklarının para basılarak finanse edilebilmesine olanak sağlayan mevzuat ve zihniyetin mevcudiyeti, kamu yönetiminin mevzuatın verdiği bu imkanı kullanmaktan kaçındığı dönemlerde dahi, enflasyonun düşürülmesine mani teşkil etmiştir. Kamu açıklarının para basılmadan finanse edildiği dönemlerde dahi para basılmasına olanak sağlayan mevzuatın varlığı enflasyonist beklentilerin kırılmasını önlemiş ve enflasyon indirilememiştir. (1993 ve 94 yıllarında yaşanan ekonomik kriz kamu açıklarının para basılmadan finanse edildiği dönemlerde dahi "bugün basmasalar da yarın basabilirler" düşüncesiyle enflasyonist beklentilerini değiştirmeyen ekonomik birimlerin haklılığını ortaya koymuştur). Son olarak, enflasyonun ve dolayısıyla istikrarsızlığın temelinde yatan üçüncü unsur da ülkemizdeki finansal sistemin boyutlarının, milli gelirimize kıyasla, küçük olmasıdır. 1987-1994 yılları arasında bütçenin finansmanı için gerekli tutarın aynı yıl içerisinde para arzındaki artışa oranı yüzde 25 ile yüzde 50 arasında değişmiştir. Bir diğer ifade ile bütçenin finansmanı için gerekli kaynak tutarı bankacılık sisteminin, aynı yıl içerisinde, yarattığı yeni finansal kaynakların 1987'de yüzde 25'inden 1993'te yüzde 50'sine yükselmiştir. Bu çok yüksek bir orandır ve finansal sistemin boyutlarının yetersizliğini ortaya koymaktadır. Özetlemek gerekirse, Türkiye'de enflasyonun temelinde yüksek kamu açıkları, bu açıkların kolaylıkla parasallaştırılmasına olanak veren hukuki düzen ve zihniyet ve bu parasallaşma sürecinin göreli olarak küçük bir finansal sistem altında gerçekleşmesi yatmaktadır. |
1.3. Türkiye İçin Bir İstikrar Programının Altyapısı Türkiye için ekonomik istikrar bir hayal midir? Hayır. Bir hayal değildir, ancak ekonomik istikrara gidiş ve ekonomik istikrarın kalıcı bir biçimde yerleştirilmesi zor ve uzun bir süreçtir. Teknik olarak yapılması gerekenler gayet iyi bilinmelidir. Ercan Uygur’un çalışması ekonomik istikrar sorununa bir bütün olarak bakılması gerektiğini ve istikrarın siyasal irade sağlandıktan sonra orta vadeli olarak nasıl sürdürülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ortaya çıkan en belirgin husus kısmi istikrarın sürdürülmesindeki zorluktur. Diğer bir deyişle istikrar topyekün olmalıdır. Ayrıca açık bir kambiyo rejimi altında uygulanması gereken politikalar kapalı bir kambiyo rejimine kıyasla son derece farklıdır. Kapalı kambiyo rejiminde para basarak faizleri düşürmek ve bu suretle, geçici bir süre için ekonomiyi canlandırmak ve büyümeyi artırmak mümkündür. Aynı uygulamayı açık bir kambiyo rejimi altında yapmaya kalkarsak sonuç hüsrandır, ekonomik krizi kucağınızda bulursunuz. Özetlersek istikrarsızlığın kurallarıyla istikrar sağlanamaz. İstikrarı sağlamak istiyorsak önce istikrarsızlığa yol açan parasal rejimi ve bu rejimin altında yatan kuralları değiştirmemiz gerekir. Diğer bir yaklaşımda para politikası uygulamaları buna göre istikrarın sağlanabilmesi ve sürdürülebilmesi için kamu açıklarının para basılarak finanse edilebilmesine yol açan düzenlemelerin değişmesi gerektiğidir. Burada her iki yaklaşımın da vardığı sonuç aynıdır: Kamu açıklarının para basılarak finanse edilmesini önlemek. Konunun diğer bir boyutu da Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler. Gümrük Birliğinin ekonominin genel dengesi üzerindeki en önemli kısıt olan ödemeler dengesini etkileyecek olması. Bu çerçevede Avrupa ile kaçınılmaz olarak artan bir dozda bütünleşecek olan Türkiye’de ekonomik istikrarın acil olarak yerleştirilmesi gerekir. |
Bir de istikrarın kurulabilmesi için sadece ekonomik sahalarda düzenlemeler yeterli değildir. Aynı zamanda siyasi zorluklarında giderilmesi gerekir. Özellikle “seçilmişler – atanmışlar” arasındaki çekişme olarak görülen siyasi ve bürokratik yetki paylaşımı sorunu çözülmeli ve istikrar programını hazırlayacak ve uygulayacak kadroların devletin mekanizmalarına son derecede hakim, bu mekanizmaların zaaflarını bilen ve devletin daha etkin çalışabilmesi için gerekli yeni uygulamaları geliştirebilecek niteliklerde olmaları gerektiğidir. Görüldüğü gibi yazıların tümünde ortaya çıkan görüş istikrarı sağlayabilmek için istikrarsızlığın nedenlerini doğru teşhis etmek ve bu teşhisi takiben de istikrarı sağlayacak uygulamaları ve düzenlemeleri vakit kaybetmeden ve bilinçli bir şekilde yürürlüğe koymak zorunludur. Bütün bunların demokratik bir çerçevede yapılabilmesi için de siyasilerin kendisini istikrara adamış olmaları ve bu konuda son derece tutarlı olmaları ve istikrar anlayışına ters düşen uygulamalardan özenle kaçınmaları zorunludur. 1.4. Sonuç Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda istikrara yönelmesi mutlaka gerçekleştirilmelidir. İstikrarsızlık, ister sistemik boyutta, isterse piyasalar boyutunda olsun, toplumumuza giderek ağırlaşan bir maliyet yüklemeye başlamıştır. Bu maliyet sonucunda toplumsal refah düşmekte, sosyal gerilimler artmakta ve politik olarak toplumumuz giderek kutuplaşmaktadır. Popülist politikacılar her geçen gün artan bir dozda devlet aygıtını kullanarak toplumun çeşitli kesimleri arasında kaynak aktarımları yapmakta ve böylece olu.san kamu açıklarını finanse edebilmek için de kamu açıklarının para basılarak finanse edilmesine olanak veren mekanizmaları değiştirmeye yanaşmamaktadırlar. İstikrarsızlık giderek yaygınlaşmakta ve bütçe disiplini ortadan kaybolmaktadır. İstikrar sağlanabilmesi için öncelikle bütçe disiplininin yeniden kurulması esas olmalıdır. 0 halde bütçe disiplinini sağlamanın (ve dolayısı ile kamu açıklarının azaltılmasını sağlamanın) ilk koşulu hükümetin para arzını belirleme konusundaki yetkisinin (doğrudan veya dolaylı) kaldırılmasıdır. Bu bağımsız bir M.Bankası oluşturarak sağlanabilir. Ancak MB’nın bağımsızlığı parasal istikrarın sağlanmasında gerekli bir koşul olmakla birlikte yeterli bir koşul değildir. Merkez bankası hükümetten bağımsız olarak ta enflasyon yaratabilir. Örneğin kamu oyunda popüler olmak isteyen bir merkez bankası yönetimi ihracatçıların talepleri doğrultusunda paranın dış değerini düşürmeyi veya sanayicilerin talepleri paralelinde faiz oranlarını düşük tutmayı yeğleyebilir. Sonuç gene yüksek dozlu enflasyon olacaktır. |
Daha da önemlisi, kamuya doğrudan kredi vermeyen bir merkez bankası gene de, hükümetin politikalarını desteklemek kisvesi altında, kamunun finansmanını dolaylı bir şekilde de olsa üstlenebilir. Örneğin ticari bankalara açtığı "düşük faizli" kredilerin hacmini hu bankaların kamuya açtığı kredilerle ilişkilendirerek böyle bir görevi yerine getirebilir. Yahut ta Türk bankalarının yurtdışı şubelerini veya yurtdışı ortaklıklarını muhabirleri arasına alarak bunlara yüksek meblağlı döviz depo edebilir ve böylece söz konusu bankaların açtıkları kredileri finanse edebilir. Ehliyetsiz yönetim veya yanlış amaçlı uygulamaların doğuracağı sonuçları, ülkemiz şartları da göz önüne alındığında, merkez bankacılığı uygulaması altında önlenmesi zordur. Önemli olan nokta, toplumda ve politikacılarda “Borçlanmaktan korkma; sıkışırsan basar parayı ödersin” zihniyetinin yerini “borçlanmaktan kork; sıkışırsan ileride vergileri arttırmak zorunda kalırsın” zihniyetine bırakmasıdır. 2. ŞİMDİYE KADAR TÜRKİYE’DE YAŞANAN KRİZLER 2.1. Hayali Altın Şirketi Krizi 1895 ‘de yaşandı. O zamanki Borsa şimdikine göre çok daha gelişkindi. Güney Afrika’da altın madeni bulduk diyen sahtekarların kurdukları şirketin hisse senetleri kapatılmıştı. Olay asılsız çıkınca çok kişi yandı. Güven bunalımını önlemek için Borsa 4 ay kapatıldı. Bunun sarsıntısı yıllarca sürdü. 2.2. 1929 Dünya Krizinde Amerika’da balonun ipleri kopunca, İstanbul Borsası sallandı. O zamanlar, döviz alış verişi Borsada serbestçe yapılıyordu. Sonuçta bu işlem kısıtlandı. İlk kambiyo kontrol mekanizması kuruldu. Borsanın tadı kaçtı. Bugüne kadar da oksijen çadırında yaşadı. 2.3. Tasarruf Bonosu Olayı 1960 ‘dan sonra çıkarılan tasarruf bonoları ücretliler tarafından yok pahasına elden çıkarılıyor. Bu ortamda bankalar kök tutuyordu. Çok para vuran oldu. 1967’de bonolardan vergi alınması kararı üzerine bir kısmı battı. |
2.4. Hastaş Olayı Büyük reklamlarla “konut yapacağım” diye kurulan “Halka açık şirket”in hisse senetleri kapatılmıştı. Bir gazetenin olayı kurcalaması üzerine bu işe para yatıran binlerce kişinin yanmasına yol açtı. Şirketlere olan güven sarsılmıştı. 2.5. Bankerzedeler Olayı Şimdiye kadar yaşadığımız en büyük güven kriziydi. 1980 istikrar önlemlerinden sonra yükseltilen faiz ortamında piyasa bankerleri büyük işler çevirmeye başladılar. Haziran 1982’de banker piyasasında kriz patladı. Binlerce bankerzedenin milyarları battı. 2.6. 5 Nisan Kararları Önce Amerikan derecelendirme şirketleri Standart and Poors ile Moody’s Türkiye’nin kredi değerliliğini düşürdüler. Aynısını Japonya’da yaptı. Faiz haddi kontrol altına alınarak Türkiye’ye sıcak para getirenlerin “saadet zinciri kırılmak istendi, bütçe açıklarını azaltmak üzere Hazine’ye ait menkul sermaye iratlarına %5 gelir vergisi stopajı getirildi. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Uyması da mümkün değildi. Bu dönem Türkiye ekonomisi için oldukça acı olmuş, krize neden olmuştur. Tansu Çiller hükümetinde bu kriz sonrası 5 Nisan kararları paketi açıldı. Kit ve Tekel ürünlerini büyük zam yapıldı. Yıllık %406 faizle Hazine Bonosu satıldı ve bütçenin Merkez Bankası’ndan alacağı avansa sınır getirildi. Ekonomi küçülürken enflasyon yükselmiştir. Krize giren ekonomiyi düzeltmek için açılan paket başarılı olmadı. 2.7. 2000 Aralık Hükümetin kararsızlıkları ve piyasadaki likitide krizi piyasaların yeniden darboğaza girmesine neden olmuştur. Kredilerini durduran mali sektör, yükselen faizlerin cazibesi, yatırımları caydırmıştır. Üretim durgunluk içinde kalmıştır. Bundan en çok etkilenen ihracat sektörü olmuştur. Hükümet daha da borçlandı ve bu borçların faiz yükü de arttı. Birçok holding yatırımlarını durdurdu. Çünkü yarının ne getireceği konusunda tedirginliğe düşmüşler ve siyasetçilere güvenlerini yitirmişlerdir. İhracat ve dış ticaret dengesi için yapılan hiçbir tahmin tutmadı. Hükümet IMF için yeni paket hazırladı. |
2.8. 2001 Mart Cumhurbaşkanı Sezer’in; Devlet Denetleme Kurulu’nu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu bünyesindeki Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu kapsamına alınmış bankalarla ilgili işlemlerin denetlemesiyle görevlendirmesi üzerine Ecevit denetimin denetimi yapılıyor deyip Cumhurbaşkanı Sezer’i eleştirdi. Ve bu gerilim 19 Şubat 2001’de Milli Güvenlik Kurulu’nda Sezer’in Anayasayı al oku diyerek Ecevit’e fırlatmasıyla daha da artmıştır. Ecevit’in bu yaşanan tatsız olayı medya aracılığıyla tüm Türkiye’ye ve dünyaya anlatması ekonomi piyasasının yeniden altüst olmasına neden oldu. Ekonominin düştüğü durum ve halkın ayaklanması tarihte ilk defa bu kadar acıydı. Bu krizin maliyeti 16 milyar dolar oldu. 3. TÜRKİYE’DE 23 VE 80 YILLARI ARASI DIŞ TİCARETİN DURUMU 3.1. 1923 – 1930 Arası Dış Ticaretin Durumu 1923 yılında 8 yıl süren savaş ve 4 yıllık bağımsızlık mücadelesinden yeni çıkmış; kömür, bakır, kurşun işletmeleri, Feshane, Hereke, Zeytinburnu gibi devlet fabrikaları, yabancılara ait mensucat, çimento ve zeytinyağı işletmelerinden ibaret olan sanayiinin büyük çoğunluğu İzmir ve İstanbul çevresinde bulunduğundan, işgal ordularınca büyük hasara uğratılmıştır. Bunlara ek olarak dış ticaretin gelişimi açısından önemli olan fiziki alt yapının durumun da pek parlak değildir. İmparatorluktan Cumhuriyete 4.138 km. demiryolu kalmıştır. İzmir ve İstanbul dışında ise ticarete elverişli liman mevcut değildir. Lozan antlaşmasının dış ticaret rejimi ile ilgili bölümleri de genç Cumhuriyetin karşı karşıya bulunduğu bir diğer sorunu oluşturmaktadır. İlk kez 1929 yılında ulusal bir gümrük tarifesi uygulanmaya başlamıştır. 1923 yılında ihracat 50,8 milyon dolar, ithalat 86,9 milyon dolar iken bu rakamlar 1930 yılında sırayla 71,4 ve 69,5 milyon dolar düzeyine yükselmiştir. Bu dönemde 1930 yılı hariç olmak üzere tüm yıllarda dış ticaret dengesi sürekli açık vermiştir. İhracatın sektörel dağılımına bakıldığında ise tarımsal ürünlerin payının %86 olarak gerçekleştiği görülmektedir. İhraç ürünlerimizin tamamına yakın bölümünü yaprak tütün, üzüm, pamuk, fıstık, zeytin yağı, tiftik, gülyağı olmuştur. |
3.2. 1930 – 1950 Arası Dış Ticaretin Durumu 1933-1938 dönemi hızlı bir sanayileşme ve inşa dönemidir. Devletin fabrika kurmak ve işletmek suretiyle ekonomik hayata aktif müdahalesi olmuştur. Devlet ekonomiye 5 yıllık Ekonomik Planlarla müdahale etmiştir. 1933-1937 yılları arasında 1. Beş Yıllık Sanayi Planı uygulanmış olup, plan kapsamında Kayseri, Nazilli, Ereğli, Malatya İplik ve Dokuma; İzmir Kağıt Sanayi, Kütahya Seramik Fabrikası, Karabük Demir Sanayi, İzmit Süper Fosfat, Isparta Gülyağı fabrikaları kurulmuştur. Ancak İkinci 5 Yıllık Sanayi Planı hazırlanmasına rağmen, İkinci Dünya Savaşının çıkması üzerine uygulanamamıştır. Bu dönemlerde ihracat da dahil olmak üzere dış ticaret ve dış ekonomik ilişkiler, 1930 tarihinde çıkarılan 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu yine aynı tarihli 1705 sayılı Ticarette Tahsis’in Men’i ve İhracatın Murakebesi ve Koruması Hakkındaki Kanun ve bu Kanunda değişiklik yapan ve 1936 tarihinde çıkarılan 3018 sayılı Kanun ile düzenlenmiş, bir başka değişle kontrol altına alınmıştır. 1946 yılında TL %116 oranında develüe edilmiş, böylelikle 1 Dolar = 2.80 TL olmuştur. İthalattaki sınırlamalar azaltılmış, 1947 yılında Dünya Bankası Uluslarararsı Para Fonu (IMF) Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) ve Gümrük Tarifeleri ve ticaret Genel anlaşmasına taraf olunmuş ve 1949 yılında yeni bir Gümrük Kanunu yürürlüğe girmiştir. 1946 yılında yapılan devalüasyona rağmen, ithal sınırlamalarının kaldırılması ve ihraç mallarımızın arz elastikiyetinin düşük olması nedeniyle 1947 yılında başlamak üzeri dış ticaret dengesi açık vermeye başlamıştır. 1930 yılında 71,4 milyon dolar olan ihracat ilk kez 1937 yılında 100 milyon doları aşarak 109,2 milyon dolar olmuştur. 1950 yılına gelindiğinde ise bu rakam 263,4 milyon dolar düzeyine yükselmiştir. Yine aynı şekilde 1930 yılında 69,5 milyon dolar olan ithalatımız 1938 yılında 118,9 milyon dolar, 1950 yılında ise 285,7 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. |
3.3. 1950-1960 Arası Dış Ticaretin Durumu Dış ticaret açığının sürekli artması neticesinde 1958 yılından sonra bazı istikrar tedbirleri alınmış, büyük oranlı bir devalüasyonla birlikte 1 dolar = 9 TL olmuştur. İthalat tarife ve miktar kısıtlamaları ile kontrol altına alınmıştır. 1957 yılında 345 milyon dolar seviyesine kadar yükselen ihracat, tarımsal gelişmenin durması, yükselen iç fiyatlara rağmen sabit kur politikasının sürdürülmesi ve sübvansiyon politikalarının ihracatı caydırıcı şekilde uygulanması neticesinde 1958 yılında 247 milyon dolar seviyesine gerilemiştir. Bu dönemin temel özellikleri; - Kronik dış açık, - Geniş çapta hava şartlarına bağımlı bir ihracat ve dış yardım kredi imkanları ile sınırlanan ithalat hacmi’dir. Bu gelişmelerden sonra 1945 yılında %0,34 olan ülkemiz ihracatının dünya ihracatındaki payı 1958 yılında %0,23’e gerilemiştir. Bu dönemde ihracatın %70 kadarını tarımsal malla almıştır. 3.4. 1960 - 1970Arası Dış Ticaretin Durumu Bu dönemde dış ticaret stratejisi olarak “İthal ikameci” politikalar uygulanmaya başlanmıştır ve bu yolla sanayileşmeye çalışılmıştır. 1960-1970 yılları arasında ithal ikamesi stratejisi çok daha yoğun bir şekilde uygulanmış ve ihracat özendirilmekten ziyade caydırılmış ve sadece iç pazara yönelik üretim yapan sanayiler kurulmuş, bu sanayilerde yüksek koruma duvarlarıyla korunmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, ihracat I. Beş Yıllık Plan hedeflerini aşmış, ancak yapısında değişim olmamıştır. Sanayi ürünlerinin payı dönem boyunca artmamış hatta bazı yıllar azalmıştır. 1963 yılında İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi kurulmuştur. Görüldüğü üzere 1923 ila 1970 yılları arasında büyük ölçüde bir kriz yaşanmamıştır. Ama son 50 yıl içinde büyük bir sistemle gelişen ekonomik bozulmalar, yanlış siyaset ve siyasette bir istikrar sağlanamaması gibi problemler doğmuş ve bu günlere kadar etkisi devam etmiştir. Ama size Türkiye ile birlikte tüm dünyayı etkisi altına alan 1929 krizini biraz açmak istiyorum. Amerika’nın Florida Eyaletinde devlet tahvilleri pazarlayan bir aracı şirketin batmasının duyulması üzerine Ohio Eyaletinde 71 bankanın kapatılmasına yol açan bu kriz, doları da peşinden sürüklemiştir. Bu dönemde vurguncu sermaye New York Borsası’na girmiştir. Örneğin otomobil tutkusu dünyaya sarmaya başlarken, demiryolları ve kamu hizmetlerine ait hisse senetleri üzerinde borsa oyunları yoğunlaştı. Bunların fiyatları aşırı derecede şişmişti. İşte tüm bu gelişmeler büyük bir kriz doğurmuş ve Türkiye ile tüm dünyayı da kötü etkilemiştir. |
1929 Krizinden Çizgiler : Ø Önce bankalar battı. 1929’da 642, 1930 da 1.345 ve 1931 de 2.298 banka iflas etti. Ø 1929 da 22.909 iflas yaşandı. 1932 de bu sayı 31.822ye çıktı. Ø Binlerce kişi intihar etti. Ø 1928 de 100 olan sınai üretim indeksi 54’e indi. Üretim 4 yılda yapı yarıya düştü. Ø 1929 da 1,5 milyon olan işsiz sayısı 1933 de 12,6 milyona çıktı. Ø İşsizlik yardımı isteyen kitleler yürüyüşler düzenlediler. Ø Amerika’nın ihracatı 1929 da 5 milyar 241 milyon dolardan 1932’de 1 milyar 611 milyon dolara geriledi. Dünya ticareti daraldı. Ø Bütün Avrupa ülkelerinde ücretler düştü. İşsizlerin sayısı milyonlara ulaştı. Ø Kriz tarımsal bir ülke olan ve kendi yağıyla kavrulan Türkiye’yi bile etkiledi. Tarımsal ürün fiyatları düştü. İstanbul Borsası bir süre tatile girdi. 3.5. 1970 – 1980 Arası Dış Ticaretin Durumu 1970 ‘li yıllarda, geniş kapsamlı vergi iadesi uygulamaları ile sanayi ürünleri ihracatını özendirici politikaların izlendiği görülmektedir. Ancak, dünya konjonktüründeki olumsuzluklarında bu çabalar yeterli olmamış ve özellikle uygulanan sabit kur politikası, iç talepteki genişleme ve arzın belirli mallarda yetersiz kalması sonucu ihraç edilebilir ürün fazlası daralmış ve Türkiye’nin ihracatının dünya ihracatı içindeki payı sürekli olarak gerileme göstermiştir. Nitekim 1973 yılında %0,24 olan bu oran %0,14 düzeyine kadar gerilemiştir. 1970 ‘li yılların başında ve sonlarında görülen iki büyük Para krizi Türkiye’yi olumsuz yönde etkilemiştir. İhracat gelirinin büyük bir kısmı ancak petrol ithalatını karşılayacak düzeye gelmiştir. Ayrıca 1974 yılı Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında ABD’nin ülkemize ambargo koyması dış ticaretimizi olumsuz yönde etkilemiştir. 1970’li yılların sonunda ödemeler dengesindeki açık büyümüş ekonomik ve siyasi istikrarsızlık artmış, döviz darboğazı üretimi durma noktasına getirmiştir. 1977 sonuna kadar dışsal ve içsel faktörler bir arada durgunluk içinde enflasyon eğilimlerine neden oldu. Ödemeler dengesi açıkları, döviz kıtlıkları, kısa dönemli dış borçların gittikçe artan yükü, hammadde, yedek parça ve tüketim malları ithalatını kısıtlayan önemli faktörlerdir. Bu sorunların yanında kamu sektörü açıkları, sürekli azalan kalkınma hızı oranları, yükselen işsizlik, artan sosyal ve ekonomik dengesizlikler ve hızla genişleyen iki rakamlı ve daha sonra üç rakamlı enflasyon oranları da mevcuttur |
3. Beş Yıllık Planında uygulandığı bu dönemde, ithalat hızla artarken, ihracat fazla bir gelişme gösterememiştir. 1971 yılında ithalatımız, 1973 yılında is e ihracatımız ilk kez 1 milyar doları aşmıştır. İhracatın mal gruplarına bakıldığında, tarım ürünleri ilk sıralarda yer alırken, sanayi ürünlerinin payında belli bir yükselme yaşandığı ve %27’ler düzeyine yükseldiği görülmektedir. 3.6. 1980 – 1990 Arası Dış Ticaretin Durumu 1980 yılı Türk ekonomisi ve dış ticaret politikaları açısından çok önemli bir dönüm noktasıdır. 1970 ‘li yıllarda yaşanan 2 petrol krizi sonrasında dünya ekonomik konjonktüründe başgösteren olumsuz gelişmelere paralel olarak Türkiye ekonomisinde de yaşanmaya başlayan sorunlar; radikal kararların alınmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu nedenle, 24 Ocak kararları olarak bilinen geniş kapsamlı bir paket uygulanmaya konulmuştur. Özetlersek, 1980 yılında Türkiye; ekonomik kalkınma sürecinde yeni bir döneme girmiş oldu. İçe dönük ithal ikamesine dayalı kalkınma politikalarından, dışa dönük ihracat odaklı kalkınma stratejisine geçiş, ekonomik kalkınmanın hızlanmasında önemli bir faktör olarak nazara alınır. 1980 ‘den önce devlet, bazı temel mallarla sanayi mallarının ihracatını arttırmak için bazı sübvansiyonlar vermişti. Fakat bu tedbirler hem yetersizdi hem de genellikle bu tedbirlerle bağdaşmayan diğer ekonomik politikalarla nötr hale geliyordu. Ekonomik liberasyon programı ile sağlanan doğrudan ve dolaylı tedbirler şöylece sıralanabilir: a. İhracat üzerindeki kandidatif kontrollerinin kaldırılması (ihracat lisansı gibi). b. Fiyat kontrolünün kaldırılması. c. İhracatçılara ihraç ettikleri malların bünyesindeki dolaylı vergilerin geri verilmesi. d. İhracat ürünleri imalatçılarına nispeten düşük faizli kredi imkanları sağlanması. e. İhracatçıların belli bir miktar dövizi yurda getirmeyip, yurtdışında bırakabilmeleri (İhracat mallarının üretiminde kullanılan inputların ithalatı için). f. İhracat politikalarının belirli bir yerden yönlendirilmesi. g. İhracat sektöründeki bürokratik prosedürün azaltılması. h. Döviz kurlarının günlük ayarlanması ve böylece ihracatın teşvik edilmesi. |
Temel amacı ülke ekonomisinin serbest piyasa mekanizması kurallarına göre işlenmesini sağlamak ve dünya ekonomisi ile bütünleşmeyi gerçekleştirmek olan bu ekonomik program ile birlikte, Türkiye; ülke ekonomisini dışa kapalı bir hale getiren ithal ikamesine dayalı sanayileşme stratejisini terk etmiş ve “ihracata dayalı sanayileşme” stratejisini benimsemiştir. İhracatta önem arzeden ulaşım, haberleşme ve diğer altyapı yatırımları hız kazanmıştır. İhracatçılık saygın bir meslek haline gelmiş ve ihracat seferberliği başlatılmıştır. Bu dönemde, ihracat ile ilgili bürokratik engeller büyük ölçüde azalmıştır. Nitekim, 1567 sayılı Türk Parası Kıymetini Koruma kanuni ile ilgili olarak Temmuz 1984 tarihinde çıkarılan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 30 sayılı Karar, 1989 tarihine kadar kambiyo rejiminin esasını oluşturmuştur. Bu tarihte yapılan değişiklikle her türlü dövizin, ithali serbest bırakılmıştır. 1990 yılında kambiyo rejimi daha da liberalleştirilerek Türk Lirasının konvertibilite özellikleri güçlendirilmiş ve 32 sayılı Karar’da yapılan değişiklikle, TL ile ihracat ve ithalat serbest bırakılmıştır. 24 Ocak 1980 kararları çerçevesinde, gerçekleştirilen devalüasyon sonucu TL’nin değeri ABD doları karşısında %49 oranında düşürülmüş ve iç talep kısılarak ihracata ivme kazandırılması amaçlanmıştır. Sabit kur uygulamasından günlük olarak ayarlanan esnek kur sistemine geçilmiş ve bu sayede gerçekçi kur politikası uygulanmaya çalışılmıştır. Başta parasal ve nakdi teşvikler olmak üzere ihracat değişik destek unsurları ile teşvik edilmiştir. Dış ticaret rejiminin liberalleştirilmesi 1983 yılından sonra artan bir hızla sürdürülmüş, ithalatta pozitif listeden, negatif listeye geçilmiş, miktar kısıtlamaları yerine tarife uygulaması ön plana çıkarılmış, koruma oranları giderek düşürülmüştür. İhracat rejiminde zaman içinde yapılan değişiklik ve düzenlemeler ile tescil, lisans ve ruhsat uygulamaları yürürlükten kaldırılarak; ihracat prensibi getirilmiştir. |
İhracatı artırmak için hukuki düzenlemelere ilave olarak ihracatçılara, vergi iadesi, gelir vergisi istisnası, döviz tahsisi, gümrük muafiyetli hammadde ithalatı ve ihracat kredileri gibi bazı parasal ve mali teşvikler sağlanmıştır. Ayrıca, yine İhracatçılara Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu ve destekleme Fiyatı İstikrarı Fonu’ndan finansman desteği sağlanmıştır. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren, ihracatçıların kendi ayakları üzerinde durmaya başlaması ile 1990’lı yıllara doğru nakit teşvik uygulamasına yavaş yavaş son verilmeye başlanmış, ihracat kredi ve sigorta yolu ile desteklenmeye başlamıştır. Türk ihracatçılarının dış pazarlarda rekabet gücünü artırmak ve Türkiye’nin ihracata yönelik stratejisini desteklemek amacıyla 1987 yılında Türk Eximbank kurulmuştur. 1980’lerin ortasında, dış ticarette gözlenen artış trendini devam ettirmek, yabancı sermayeyi çekmek ve teknoloji transferini sağlamak ve mamul madde ihracını arttırmak amacıyla “Serbest Bölgeler” kurulması gündeme gelmiştir. Yukarıda kısaca özetlemeye çalışılan politikalar sayesinde ülkemiz dış ticaret hacmi ve özellikle ihracatında önemli artışlar gerçekleşmiş ve ihracatımızın ürün kompozisyonu da büyük oranda değişmiştir. 1980 yılında 2,9 milyar dolar olan ihracatımız 1990’da 12,9 milyar dolar düzeyine çıkmıştır. İhracatımız içinde tarım ürünleri payı hızla gerilerken sanayi mallarının payı radikal bir şekilde artış göstermiştir. Nitekim 1980 yılında %36 olan sanayi ürünlerinin toplam ihracat içindeki payı 1990 yılına geldiğinde %80’e ulaşmıştır. 3.7. 1990 – 1998 Arası Dış Ticaretin Durumu Dünyanın 2 kutuplu yapısının 1990’da S.S.C.B.’nin dağılması sonucu uğradığı değişim ile birlikte Türkiye başta Rusya Federasyonu ve Türk Cumhuriyetleri olmak üzere bu ülkelere ticari ve ekonomik ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Yine bu kapsamda, 1996 yılından başlamak üzere Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği’ne girilmiş, Gümrük Birliği Anlaşmasının bir gereği olarak Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri ve Akdeniz Ülkeleri ile imzalanan ve imzalanması planlanan Serbest Ticaret Anlaşmaları ile ihracatımızın daha da artması beklenmektedir. Uluslar arası normlar doğrultusunda dış ticarete yönelik gerekli uyum çalışmaları yapılmıştır. |
1980 yılından sonra ihracatın artmasında çok önemli bir role sahip olan İhracat Teşvik Mevzuatı’nda da radikal değişiklikler yapılmıştır. Bu çerçevede, uluslar arası normlara uygun Dahilde ve hariçte İşleme Rejimi ile 1.6.1995 tarihinden itibaren yeni devlet yardımları uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye ihracatının 1980 yılında dünya ihracatı içerisinde 50,15 olan payı 1998 yılında %0,52 düzeyine çıkmış, 1980 yılında 3-4 bin civarında olan ihracatçı firma sayısı 1999 yılında 24 bini aşmıştır. Dış ticaret ve üretim İstanbul ve İzmir gibi belirli şehirlerde yoğunlaşmakla beraber, son yıllarda Anadolu’daki şehirler de üretim ve ihracatta aktif rol oynamaya başlamışlardır. Hazine Bonosu ve Tahvilleri satın almada kullanılan tasarruflar yön değiştirdi. Zamanında döviz kuru üzerinde yeterli bir ayarlama yapılmadı. Sıcak para süratle geri döndü. Bankalar hazine ihalelerine katılmadılar. Halk dolara ve marka hücum etti. 1993 sonbaharında Türkiye’nin ciddi iktisadi kararlar alması gerekiyordu. 27 Mart 1994 Mahalli Seçimleri bu kararların zamanında alınmasını engelledi ve paket halinde hazırlanmış olan 5 Nisan 1994 kararları ancak bu seçimden sonra alınabildi. Bu programın amacı ekonomiye yeniden istikrar kazandırmak için enflasyonu düşürmek, TL’ye istikrar kazandırmak, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlamak, sosyal dengeleri gözetmek, yapısal reformları ve özelleştirmeyi gerçekleştirmek, devletin özelleştirme yoluyla küçülmesini sağlamak, kamu kesiminin borçlanma gereğini azaltarak para piyasasında istikrarı sağlamaktı. Kamu kesimi borçlanma gereğini azaltmak üzere Ekonomik denge vergisi çıkarıldı ( 4 Mayıs 1994). “5 Nisan 1994 Kararları” çerçevesinde KİT ve tekel ürünlerine büyük zamlar yapıldı. Yapılan zamlar vergi fiyat niteliğindeydi. Hazinenin yeniden borçlanabilir hale gelmesini sağlamak üzere bileşik faizi yılda %406’ya varan 40 trilyonluk hazine bonosu satıldı. Personel maaşlarında uygulanan katsayı uygulamaları bir anlamda durdu. Mali krizden etkilenen Marmara, İmpexbank gibi bankalar acze düştüler ve bu bankaların faaliyetleri durduruldu. |
5 Nisan kararlarının ilk etkisi fiyatlar genel seviyesinin önemli bir şekilde yükselmesi şeklinde kendini gösterdi.l Nisan ayında fiyatlar genel seviyesindeki artış %32,8 oldu. Mayıs ayında yükselme hızı %9’a düştü. Haziran ve Temmuz’da da düşüş devam etti. İhracatta kıpırdanmalar baş gösterdi. Buna karşılık memurlara yapılan zamlar enflasyonun gerisinde kaldı. Toplu sözleşmelere göre karara bağlanmış zamları zamanında alamadılar. Bütün bu etkiler makro düzeyde ekonomide reel sektörde daralma meydana getirdi. Bu daralma Cumhuriyet döneminde Türkiye’deki en büyük daralmadır. Krize giren ekonomiyi dizginlemek için yapılan bu paket başarıya ulaşmadı. Türk ekonomisi 1996’ya 1.2 katrilyon liralık iç borç ve %78,9 ‘luk enflasyonla girdi. Ve bu veriler Türkiye’yi yeni bir krize sürüklemek üzereydi. Bu dönemde Türkiye ekonomisinin tehlike arz eden problemleri ana başlıklarıyla şunlardır: q Yüksek faiz, kısa vadeli borç yapısının yakın bir gelecekte büyük ödeme güçlüklerini beraberinde getirmesi. q TL’nin gerçek değerinin üzerinde tutulması nedeniyle ihracatın güç yitirmesi. q Özelleştirmenin bir an önce tamamlanması, Sosyal Sigorta Sisteminin düzeltilmesi gibi hedeflere erişilmemesi nedeniyle IMF yardımlarının tehlikeye görmesi. Bütün bu olanlara rağmen o dönemin Başbakanı Tansu Çiller 18 şubat 1996’da yaptığı bir açıklama ile: “Kriz dönemini atlattık, başka 5 Nisanların önünü tıkadık, ekonomik dengeler 5 Nisan öncesi krizin izlerini silmiştir” şeklinde konuştu. Bu açıklamalara karşılık Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) 1995 yılının son çeyreğini değerlendiren konjonktür raporunda iç borçlanma açısından zorunlu hale gelen yüksek faizlerin 1994 ‘de krize giren, 1995’te hızla değişen ekonomiyi, 1996 ‘da bir kez daha yavaşlatacağına dikkat çekti. TÜSİAD’a göre hedef girişimcinin Gümrük Birliği sürecinde rekabet gücünü koruyabilmek için uzağı görerek yatırım yapmasına olanak sağlayacak istikrar koşullarının sağlanması olmalıdır. Türkiye’de siyasi baskıların ekonomi yönetimi üzerinden çekilmesinin dışında çözüm yoktur. |
Kriz Dönemlerindeki İhracat Sorunları Kriz dönemlerinde bütçede daralma olduğu için devlet ihracatçıya yardım sağlayamamaktadır. Piyasadaki belirsizlikler nedeniyle mal alım satımı güçleşmektedir. İhracatın yapılan devalüasyondan dolayı artması gereklidir, fakat bütçedeki daralma buna engel olmaktadır. 2000 yılı sorunu ihracatçıların finansman ve kredi sorunudur. Küçük firmalara bankalar kredi vermemektedir. Finansman sorunu bankaların kredi vermesiyle ya da devlet desteği ile çözümlenebilir. Aynı zamanda devletin komisyon ve teminatı düşürücü önlem alması veya teminatı devlet garantisine alması gerekir. Reel sektörü etkileyen her şey ihracatı direk etkiliyor. Üretim sıkıntısı yaşanmaktadır. İç talep azalınca ihracata yöneliniyor. Siyasi istikrarsızlığın farkında olan yurtdışı ithalatçı firmalar fiyat indirimi istiyorlar. Enflasyon oranındaki artış ihracatçının girdi maliyetini artırıyor. Enerji fiyatlarına olan zamlar ihracatçının üretimini olumsuz etkiliyor. Bankalar kriz dönemlerinde akreditif açmıyorlar. 4. ULUSLAR ARASI EKONOMİK KRİZ VE TÜRKİYE’YE ETKİSİ Uluslar arası ekonomik kriz artık Türkiye’de etkisini iyice göstermeye başladı. Özellikle tekstil, sektöründe krize elik eden içten çıkarmalar, krizi toplumsal boyutu da taşıyor. Asya’dan dünyaya yayılan ekonomik krizin tekstil ve demir-çelik sektörlerini etkilemiştir. Ancak tekstilin uluslar arası krizden bağımsız olarak zaten yapısal sorunları bulunmaktadır. Dünya pazarındaki talep daralması ve özellikle Rusya krizi adım adım tüm sektörleri zor duruma sokacaktır. İlk elde gıda, taşımacılık ve otomotiv sektörlerinin krizin etkilerini yaşamakta ve uygulanan döviz kuru politikalarının bir sonucu olarak 1999 yılında turizm sektörü de bu krizden etkilenmeye başlayacaktır. Bu dönemde Asya ülkeleri devalüasyon yapmış ve dolayısıyla tekstil sektörü bundan kötü etkilenmiştir. Ekonomik kriz olmasaydı bile tekstil sektörü bir krize girecekti. Çünkü bu sektörde 4-5 yıl önceden başlayan bir yığılma yaşandı. Modası geçmiş ikinci el tekstil makineleri Türkiye’ye dolmaya başladı. |
4.1. Krize Çözüm Paketi ve Teşvikler Hükümetin ekonomik darboğazı hafifletmek amacıyla hazırladığı önlemler paketinde ihracatı teşvik amacıyla alınan kararların bir bölümü gizli tutularak kamuoyuna açıklanmadı. Maliye ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Zekeriya Temizel, Devlet Bakanı Işın Çelebi ile düzenledikleri ortak basın toplantısında “Bazı tedbirleri burada açıklamıyoruz” dedi. Hükümetin açıklamadığı önlemlerle, ihracattaki daralmanın durdurulması amacıyla devlet bazı yükümlülükler altına girdi. Hükümetin Para-Kredi ve koordinasyon Kurulu’na “gizli” ve hemen imzalanması kaydıyla sevk ettiği ve karar taslakları şu düzenlemeleri içeriyor: ∆ İhracatı teşvik amacıyla turunçgiller için ihracat iadesi öngörülüyor. ∆ Bavul ticaretini teşvik amacıyla, liman hizmeti ücretlerinin 550’si devletçe karşılanacak. ∆ Tarife dışı kargo uçaklarına prim ödenecek. ∆ Yolculardan ayakbastı parası alınmayacak. Kriz nedeniyle gerileyen Türkiye-Rusya dış ticaretinin yeniden canlandırması amacıyla getirilen TL-Ruble cinsinden ödemenin sağlanabilmesi amacıyla da Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile Rusya Merkez Başkanı bir hafta önce görüşme yapmıştır. 4.2. Kaynak İki Fondan Eximbank’a 8 trilyonu 15 Aralıkta aktarılan , Çarşamba günü itibariyle de tamamlanması beklenen 34 trilyon liralık kaynak fonlardan karşılanmaktadır. Buna göre 34 trilyon liralık kaynağın 29 trilyonu Geliştirme ve Destekleme Fonu alacaklarından, 5 trilyonu ise sermayeye mahsuben yapılacak ödemelerden oluşmaktadır. 4.3. Bakan’ın Gafı Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in Devlet Bakanı Işın Çelebi ile birlikte yapmış olduğu basın toplantısında Bakan’ın açıkladığı bir teşvikte ihraç kaydı ile birlikte yapılan ithalattan alınan %100’lük teminatın bazı şirketler için 510’a indirileceğini söyledi. Fakat bu teşvikten yararlanabilecek şirketlerin güvenilir ihracatçı olması şarttır. Güvenilir ihracatçılığın yolu da 1 milyar dolarlık dış satımdan geçiyor. Ancak Türkiye’de tek başına bu kadar ihracat yapan şirket bulunmuyor. İhracatta iki önemli sektör tekstil ve demir-çelikte de böyle bir şirket yok. Türkiye’de en fazla ihracat yapan şirket EGS ancak onunda 1997 sonu itibariyle ihracatı 681 milyon dolar iken 1998’in ilk 7 ayı itibariyle ihracatı 442 milyon dolar oldu. İhracatçılar bu açıklamaya şaşkın bir açıklama yaptılar. Bu büyük bir yanlış ifadedir. Galiba Bakan’ın dili sürçtü dediler.ama yine de ihracatçılar paketten memnun. İhracatçılarla, giyim ve deri sektörünün temsilcilerinin kararlara ilişkin görüşleri şöyle: |
OKAN OĞUZ (Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı) Bu tedbirler bizim baştan beri söylediğimiz, krizin ancak üretim ve ihracat ile aşılabileceği düşüncesi doğrultusunda. Bu nedenle teşekkür ediyoruz. Eximbank’a öngörülen kaynaklar zamanında aktarılır ve uygulamaya gidilirse 1999 yılı için daha iyimser olabiliriz. İSMET ÖZCAN (Türkiye Deri Sanayicileri Derneği Başkanı) Alınan kararlar olumlu.sanırım 3-4 ay içinde olumlu etkilerini gsöterir. Eğer bu önlemlere ilave olarak asgari ücret vergi dışı bırakılır ve SSK primlerinin yarısı alınırsa hem çalışanlar tamamen kayıt altına alımır hem de sektör rahatlar. Eximbank’a söz verildiği gibi kaynak aktarılırsa hazır giyim ihracatı artarak devam eder. TURGUT KOŞAN (Türkiye Deri Sanayicileri Derneği Başkanı) Alınan önlemler çok iyi. Bavul ticareti sayesinde 1994 krizinden çıktık. Ancak aylar önce önerdiğimiz tedbirler alınmadı. Eximbank’a aktarılan kaynaklar kimlere verilecek merak ediyoruz. Bugün Tuzla’daki 136 fabrikadan 102’sinde üretim durdu. Deri sektöründe 30-35 bin kişi işsiz kaldı. FUAT MİRAS (Türkiye Odalar Birliği Başkanı) Paket genel olarak güzel ama eksik var. bizim istediğimiz tekstilciye ucuz pamuk verilmesi ve sosyal güvenlik kurumlarıyla ilgili yasa tasarısının Meclisten bir an önce çıkmasıydı. Bir de bilhassa Uzakdoğu ülkelerinden dampingli gelip yani ucuz gelip iç piyasayı rahatsız eden ucuz iplik ve kumaşların ithalinde kısıtlamaya gidilmesi. ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara Sanayi Odası Başkanı) Sadece Eximbank’a kaynak aktarılmasıyla bu iş çözülmez. Halk Bankası’nın mutlaka KOBİ teşviklerine gereken kaynakları aktarılması lazım. SİNAN AYGÜN (Ankara Ticaret Odası Başkanı) Alınan önlemler ihracata yönelik. Türkiye sadece ihracat ülkesi değil. Tüccarda esnaf da büyük sıkıntı içinde. Bu sıkıntılara yönelik önlem alınmamış. Bir an önce alınması gerekiyor. Siyasi istikrarsızlıkla ilgili görüşlerde yine aşağıda verilmiştir: |
4.5. İHRACATÇIYA DESTEK İhracat ve reel sektörün finansman sorununun çözümü için 700 trilyonluk bir kaynak harekete geçirildi. Bu tutar 1998 yılı vergi gelirlerinin %7,5’ini oluşturuyor. Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu oranı % 6‘dan %3’e düşürülecek ve sağlanan 75 trilyonluk ek kaynak Eximbank’a aktarılacak dış kredilerdeki KKDF’nun kaldırılması tüketici kredilerinden alınan %11’lik KKDF’u %8’e düşmüştür. 21 Aralık 1998 Milliyet Gazetesi yazısında Eximbank’tan ihracatçılar için verilen kredilerin bankalara yaptırıldığı belirtilmektedir. Bankaların sanayicilere “Bu kredileri vadeli olarak bana yatıracaksın” şartını getirdiği öne sürüldü. İstanbul’da yapılan Bankacı-Sanayici zirvesine katılan bir sanayici bankacıların toplantıda açık bir ifadeyle “Devlete %150 ile para satmak varken neden düşük faizle size kullandıralım” dediğini söyledi. Bunun yanında özellikle dokumanın kalbi durumundaki Güney Doğudan son 10 ayda yapılan ihracatın geçen yıla göre %33,8 artması, krizin aslında satış ya da üretim değil finansman sıkıntısı olduğunu kanıtlamaktadır. 5. DEVLETİN KÜÇÜLME PLANLARI Bir ay öncesine kadar ekonomi sayfalarında olumlu gelişmelerin haberleri vardı. İş adamları önlerini görebildiklerini belirtiyorlardı. Hükümet anti enflasyonist istikrar programı konusunda sık sık kararlılık açıklamaları yapıyordu. Ancak Kasım ayı ortalarında patlayan likitide krizinden sonra Türkiye’de hiçbir şeyin eskisi gibi ya da beklendiği gibi olmayacağı ortaya çıkmış, eski belirsizlik ortamı yeniden doğmuştu. Hesaplar Sil Baştan: Hükümet Ek Niyet Mektubu ile “Güçlendirilmiş İstikrar Programını” sürdürecek. Ancak yine de Türkiye’nin bütün holdingleri, hesapları yeniden yapmaya başladılar. Bu zamanda hepsi hedeflerini beklentilerini revize ediyorlar. En büyük kaygı mali sektördeki yapısal sorunların yeniden kriz üretebileceği noktasında duyuluyor. Kasım ayında yaşanan krizin yarattığı tahribat sonucu bütün ekonomi çevrelerinde paylaşılan beklentiye TÜSİAD Başkanı Erkut Yücaoğlu dile getiriyor: “2001 ‘in ilk üç ayında büyüme sıfır ya da negatif olabilir.” Bu beklentilerin nedenleri kredileri durduran mali sektörler, yükselen faizlerin cazibesi ve yatırımları caydırmasıdır. Bu gelişmelerin GSMH üzerinde, vergi gelirleri üzerinde olumsuz etkisi olacak. dolayısıyla Hükümet daha fazla borçlanacak, faizlerin artışı borç yükünü artıracak. Bütçe dengesindeki trendler olumsuz olacak. |
5.1. Ticarette Spekülasyon Beklentileri Birçok holding yatırım projelerini ya gözden geçiriyor ya da kesin durdurma kararı alıyor. İTO Başkanı Yıldırım’ın ifadesine göre; “Ticaret kesimi için 2001 yılı çalkantılı geçecek.” İhracatçı kesimi de tedirgin. Kur cupasına dayalı istikrar programından en olumsuz etkilenen kesim ihracat oldu. Ek tedbirler alınmadığı takdirde 2001’de ihracat için zor geçecek. Dış ticaret hedefleri tutmadı. İhracatçılar umutsuz, çünkü destek konusunda henüz ciddi bir adım atılmış değil. “Suç Kimde” Düellosu: Bu kargaşa ortamında, bir de hükümet ve iş adamlarının “Suç kimde?” düellosu yaşanıyor. Hükümet sanayi kesimini “faizcilikle” suçlarken,sanayi kesimi de hükümeti “rant ekonomisi” yaratmakla eleştiriyor. 9 Ağustos 2000 : Hükümet yetki kanununa dayanarak irticai ve bölücü faaliyetlere karışan memurların meslekten atılmasını kolaylaştıracak bir kararname hazırladı. Cumhurbaşkanı Sezer de bu kararnameyi hükümete iade etti. 11 Ağustos 2000 : Kararname krizi randevu krizine dönüştü. Ecevit-Sezer haftalık olağan görüşmesini iptal ettiğini söyledi. Taraflar 16 Ağustos’ta krizi aşarak bir araya geldiler. Fakat Sezer ikinci kez kararnameyi iade etti. 26 Eylül 2000: Sezer; Ziraat, Halk, Emlak Bankalarının yeniden yapılanmasına ilişkin kararnameyi imzalamadan iade etti. |
15 Aralık 2000: Sezer; Af yasasını eşitliğe aykırı bularak veto etti. Ecevit ise Sezer’in bu açıklamasını eleştirdi. İşte tüm bu gelişmeler, yani birbirini anlamayan, uzlaşamayan, dik kafalı siyasetçilerin bu yanlış senaryoları, 2001 Şubat krizine zemin hazırlamış oldu. 5.2. IMF’nin Yeni Paketi Yıl Sonuna Kadar Hedeflenen Yıl Sonunda Gerçekleşen 46 milyar $ 50 milyar $ 17,8 milyar $ 22 milyar $ 2,9 milyar $ 3 milyar $ (yılın ilk 4 ayında) 544 milyon dolar (Yıl sonunda ise 7-8 milyar dolara ulaşabileceği açıklandı) %5-5,5 %4 Ekonomide bu durum ek önlemleri gündeme getirdi. Bu önlem paketinde olması beklenen düzenlemeler şöyledir: ü IMF, 2001 yılı bütçesinin faiz dışındaki harcamalarının 2000 yılına göre daha da sınırlandırılmasını istedi.yani 2001 yılında yatırımlar, çalışanlara ödenecek maaşlar, eğitim, sağlık gibi alt yapı harcamaları daha da kısıtlanacak. ü IMF 2000 yılı için konulan ek vergilerin kalacağını söyledi. Böylece dar gelirli kesimlerin alım gücü azalırken faiz ödemelerine akıtılan devletin vergi gelirlerinin artırılması öngörüldü. ü Kaynak Kullanıma Destekleme Fonu’nun yükseltilmesiyle tüketici kredilerinin sınırlandırılması amaçlanıyor. Dış alımla giderilen hammadde gereksiniminin içeriden giderilmesi planlanıyor. ü Motorlu Taşıtlar Vergisi artırılarak otomobil dışalımlarının kısılması hedefleniyor. ü KDV’lerde yeni artışlar olmayacak ama özel tüketim vergisi uygulamaya konulacak. ü Kamu bankaları olmak üzere, özelleştirilecek KİT’ler ile finansman sıkıntısı çeken kamu kuruluşlarında çalışan sayısı azaltılacak. ü 2000’deki bazı kamu kuruluşlarının kapatılması planlanıyor. ü POAŞ, TÜPRAŞ, GSM özelleştirmelerinin ardından dağıtım şebekeleri, santraller, PETKİM, İSDEMİR, TELEKOM gibi kurumların satışı gerçekleştirilecek. Bunların yanında TEKEL, Şeker fabrikaları, Çay-Kur gibi yeni kurumlarda özelleştirilecek. |
5.3. Yazarlar, İşadamları ve Sanayi Odalarına Göre Kriz ve Çözüm Yolları DENİZ GÖKÇE’YE GÖRE: “Kriz Neden Çıktı? “Türkiye krizi unuttu bile. Sanki krizi hiç yaşamadık gibi, yine aynı senaryolar” diyor ve ekliyor: “bugün yaşadığı krizi iyi analiz etmeyen, dikkatle inceleyip nedenleri anlamayanlar, bir kere daha kriz yaşamaya mahkumdur” diyor. Bu kriz dolaylı olarak siyasi istikrarsızlığın ve beceriksizliğin yüzünden çıktığını söylüyor. İTO (İSTANBUL TİCARET ODASI) MEHMET YILDIRIM: Krizin Etkileri Reel Sektörde Hissedilecek. 2000 yılı sıkıntılı başladı, sıkıntılı bitiyor. İhracat teşviki için tedbir alınmadığından ihracat bu yıl yerinde saydı. Döviz kuru, enflasyon oranının çok altında tutulduğundan ithalat arttı. Üretimi, yatırımı, tasarrufu teşvik etmek yerine, ithalat ve tüketim teşvik edilir oldu. Reel sektör bankacılık sektöründeki krizin etkilerini önümüzdeki aylarda hissetmeye başlayacak. Hükümetin uyumlu bir şekilde hada titiz, daha hızlı hareket etmesi ve yapısal düzenlemeleri gerçekleştirmesi gerekiyor. Ekonomiye yeni perspektif kazandırması şart. ASO ZAFER ÇAĞLAYAN: “Büyüme Hedefi Tutmayacak” Programın ilk aylarında faizler hızla düştü, özelleştirmeler arttı. Bu durum bir yandan enflasyonu bir yandan da ödemeler dengesi açığını artırdı. Gelişmeler bu ay içinde yaşanan finansal krizi doğurdu. Kriz 2001 yılı beklentilerini daha da kötümser hale getirdi. Öngörülen %4,5’luk büyüme hedefinin tutmayacağı, hatta negatif olacağını düşünüyoruz. Kriz nedeniyle yükselen faizlerin yüksek düzeylerde seyredeceği ve bunun Hazinenin iç borçların maliyetlerini yükselteceği açık. ATO SİNAN AYGÜN: “iç Borçlanma Devam Edecek”. Mali sektör krizi ardından başlayan faiz yükselişi “güven erozyonu” ve “belirsizlik ortamı”, 2001 yılını tehdit edecek olgular oldu. Hükümet 2000 bütçesinde 7 milyar dolar civarında bir açık öngörmesine rağmen faiz dışı bütçe fazlası olarak 11 katrilyon 447 trilyon lira gösterildi. 2001 yılı vergi gelirlerinden öngörülen artış %23,9 iken devletin öngördüğü ana para geri ödemediklerindeki artış %48,3’tür. Yani 43 katrilyon 127 trilyon lira gelir beklenirken, 2001 yılında 29,3 katrilyon lira ana para geri ödemesi yapılacak. |
TIM, OKAN OĞUZ: “İhracat Hedefine Ulaşmak Zor Görünüyor” 2000’de dış ticaret dengesi daha da bozuldu. İhracatın ithalatı karşılama oranı 1996 yılı ile birlikte 1980 sonrasındaki en düşük yüzeye inmiş olacak. esasen programda döviz kurunun çapraz olarak kullanılmasının, dış ticarette ihracat aleyhine bir gelişme yaratacağı biliniyordu. Bizler de programın yumuşak karnının cari denge olduğuna işaret ederek sıkıntı doğmadan ihracata destek mekanizmaları oluşturulması gerektiğini her fırsatta dile getirdik. Tedbirlerin alınmaması, sonuçta 22-23 milyar dolarlık bir dış ticaret ve 10 milyar dolara yaklaşan bir cari açığa yol açtı. İhracata yönelik destek tedbirlerinin alınmaması halinde 2001 yılı için öngörülen 31 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşılması bir yana, 2000 rakamlarına ulaşmak başarılı olacaktır. ISO, HÜSAMETTİN KAVİ: “Türkiye Ekonomisini Büyütmek Zorunda” Kriz yaşanmamış olsaydı dahi 2001 yılı, programın ilk yıldan çok daha önemli bir etabını oluşturacaktı. Krizin üstesinden gelinmesi, ekonomi yönetiminde üretime dayalı bir anlayış egemen kılınması ve programın denetimi ile mümkün olur. Sorunlar sosyal diyalog içerisinde aşılabilir. Türkiye’nin Ulusal program hazırlıkları ve programın kararlı uygulanması çok büyük önemdedir. Türkiye ekonomisini büyütmek zorunda. Ortalama 3000 dolara gelir ve gelir dağılımındaki bozukluk ile mutluluğu yakalamak mümkün değil. Devlet bankacılık başta, tüm ekonomik faaliyetlerden derhal çekilmeli. Stratejik rekabet gücü unsurları gözden geçirilmeli, yabancı sermaye önündeki engel kaldırılmalı. Siyasetin karar sürecine sivil toplum dahil edilmedikçe, başarıya ulaşılamayacağı bir gerçektir. DSP’nin Ekonomi Paketindeki Öncelikler ü Anayasa Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle zor duruma düşen bankalara el koyma olanağının 12 Haziran tarihinden itibaren ortadan kalkacak olması nedeniyle öncelik Bankalar Yasası’nın çıkarılmasına verilecek. ü Mevcut programa göre hazırlanan ancak Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşmesi yarım kalan 1999 Bütçesi, zaman tasarrufu açısından ilk 4 ayda yaşanan gelişmeler dikkate alınarak, revize edilip Meclise sunulacak. |
ü Siyasi istikrarsızlık ve seçim ortama nedeniyle gelirlerde ortaya çıkan düşme sonucu artan bütçe açığının hala kontrol altına alınması için harcanan disiplinin tahsilatının artırılmasına yönelik önlemler uygulamaya konulacak. ü IMF ile görüşmelere hemen başlanarak altyapısı hazırlanan anlaşmanın yapılması sağlanacak. ü Rusya krizinin ardından kaçan yabancı sermayenin tekrar gelmesini sağlamak için yabancı sermayeye güven verecek önlemler devreye sokulacak. ü Bütçe ve Bankalar Yasası’nın çıkarılmasıyla Sosyal Güvenlik Reformu hemen Meclise getirilecek. 6. 2001 SİYASİ KRİZ VE BUNALIM DÖNEMİ – SON DURUMLAR 8 Şubat 2001: Cumhurbaşkanı Sezer; Nakşibendi tarikatı liderlerinden Esat Coşan’ın Süleymaniye camisinin avlusuna gömülmesine ilişkin hükümet kararnamesini veto etti. 15 Şubat 2001: Cumhurbaşkanı Sezer; Devlet Denetleme Kurulunu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu bünyesindeki Tasarruf mevduat Sigorta Fonu kapsamına alınmış bankalarla ilgili işlemlerin denetlenmesiyle görevlendirdi. Ecevit bunu “denetimin denetimi yapılmak isteniyor” diye eleştirdi. Sezer, sert yanıt verdi. Asıl niyetinin bankaları denetlemek olduğunu açıkladı. Gerilim 19 Şubat 2001 tarihindeki MGK’da Sezer’in “Anayasayı al oku” diyerek Ecevit’e fırlatmasıyla hat safhaya çıktı. Daha önce zemini yapılan ve en son damlası akıtılan bu gelişmeler ve Ecevit’in MGK’dan çıktıktan sonra ağlamaklı sesle olayı anlatması Borsanın düşmesine, bankaların dövize hücum etmesine ve faizlerin artmasına yol açtı. Yani artık içinden çıkılamayacak, insanların ne umutlarının kaldığı ne de güveninin kaldığı bir ortam oluştu. Her kesimden insanlar, öğrenci, memur, esnaf, iş adamı, sendikalar yani tüm Türkiye tarihte hiç görülmemiş bir ayaklanma yapıp artık sesini duyurdular. Bu kriz uyuyan Türkiye’yi uyandırdı. Artık siyasetçiler anlamış oldular ki –inşallah anlamışlardır- yanlış politikalarla, yağmacı, soyucu siyasetle bir yere gelinmez, Türk insanı artık uyumuyor. |
6.1. Krizin Maliyeti - Borsa yüzde 14,62 düştü. Bu İMKB tarihinin en büyük ikinci düşüşü oldu. - Bankalar dövize hücum etti. Merkez Bankası 4,8 milyar dolar satmak zorunda kaldı. - Bankalar arası repo faizleri yüzde 760’ı gördü. vatandaşın reposu %40’a kadar çıktı. - Yüzde 63 olan bono faizleri bir ara yüzde 100’ü buldu. - 20 şubat 2001 tarihinde 1 ABD $’ı 678.500 TL’den, 1.075.000 TL’ye yükseldi. Doların yükselmesi ihracatçının işine yaradı gibi gözükse de bankaların durumu nedeniyle ihracatçıya bu durum pek yaramadı. Küçük ihracatçılardan sonra büyük ihracatçılarda krizden fena halde etkilenmeye başladılar. Hükümet iş dünyasının, reel sektörün ve ihracatçının feryadına kayıtsız kalmıyor fakat yapabileceklerinin sınırlı olduğunu, yürürlükte olan programla çelişen hiçbir talebin karşılanamayacağını vurguluyor. Hükümet Ekonomide ihracat ve yatırıma dönük bir canlanma sağlayabilmek, istihdam sorununu en az hasarda atlatabilmek amacıyla yapılabilecek dört temel noktada toplanıyor:
6.2. 14 Nisan Kararları q Programda yılın ikinci yarısından itibaren aylık enflasyonun %2 civarına, 2002’de de yıllık enflasyonun %20’nin altına düşürülmesi hedefleniyor. q Dalgalı kur devam edecek. MB’nın kur hedefi olmayacak. Aşırı artışlarda dalgalanmaları telafi yönünde hareket edecek. q Banka kredilerinde özel karşılıklar vergiden düşülecek. Kamu bankalarına görev zararları, fon bankalarına ise likitide ihtiyacı için borç senetleri verilecek. q Vatandaş bonosundan vergi alınmayacak. Yeni vergi yok. Bazı vergilerde oranlar değiştirilecek. Akaryakıtta otomatik fiyatlandırma devam edecek. q Bazı ödenek kalemlerinde blokaja gidilecek. Kamu harcamaları 59 azaltılacak. Kamuya personel alınmayacak. İş güvencesi yasası, tarafların uzlaşmasıyla çıkarılacak. q Türk Telekon’un %51’i blok olarak, kalanı ise halka arzla satılacak. Diğer özelleştirmeler de hızla tamamlanacak. Yabancı payı %49’u geçmeyecek. q Tarımda doğrudan gelir desteği uygulamasına geçilecek. Destekleme fiyatları enflasyonu aşmayacak. q Emlak Bankasının Ziraat Bankası ile birleştirilmesi çalışmaları devam etmektedir.kamu bankalarının verimsiz şubeleri kapatılacak ve personel sayısını azaltmak için emeklilik teşvik edilecek. q Bu kararlar içerisinde ihracatın artırılmasına yönelik ilave tedbirler alınacaktır. |
1. Bütçeden ve diğer kaynaklardan sağlanacak finansmanlar çerçevesinde Eximbank’ın kredi imkanları artırılacak. 2. İhracatta KDV ödemeleri hızlandırılacak. 3. Desteklerle ilgili uygulamalarda bürokratik işlemler azaltılacak. Bu kapsamda bugüne kadar bütçe ödenekleri öne çekilerek Eximbank’a 128 trilyon lira aktarılmıştır. Bu tutarın 103 trilyonu son hafta içinde gerçekleştirilmiştir. Tüm bu gelişmelerden alınan paketlerden sonra şimdi önemli olan şey bu yaşanan olaylar geleceğe ne derece ışık tutabileceği. Çıkarılan son ekonomik paketin olumlu ve olumsuz yanları ve kişilerin tepkileri şöyledir: İhracatın teşvik edilebilmesi için Eximbank’a aktarılan kaynaklar, ihracat kadar esnaf ve sanatkarlarında dertlerine çözüm getirilebilecek olması olumlu yönleridir. Ama alınan son kararlardan bazıları olumsuz tepkiler almıştır. Örneğin büyük marketlerin şehir dışına taşınmasına yönelik çıkan tasarı yüzünden büyük şirketler, bu marketlerin sahipleri hükümete rest çekti. Yerli market sahipleri: “yabancı sermaye gelemeyeceği gibi, biz de yurtdışına gideriz” dediler. Kimileri bu hükümetin, bu paketin oldukça iyi olduğunu düşünürken, kimileri ise eksiklikler, yanlışlar var diyorlar. Kimileri ise; “alt yapısı olmayan veya alt yapısı için hiçbir hazırlığı olmayan kararlar alıyorlar” diye hükümeti eleştiriyorlar. TOBB Başkanı Fuat Miras: “Ekonominin önünün açılması, lastiğin ikide bir patlamaması için Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu’nun mutlaka değiştirilmesi gerektiğini, Türkiye’nin iki küs lider ile yönetildiğini” belirterek, “birbirine ağır ithamlar eden, birbirine kitap fırlatanlar hala makamındadır” dedi. Kimisine göre gelişmeler olumlu, kimisine göre hala bir şey yapılmıyor, olumsuzluk çok. Ama kötü olan bir şey var ki bu yıl geçen yıllara göre ihracatın sadece %1,4’lük bir artış gösterebildiğidir |
Türkiye`de Saat: 09:51 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2