|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
19-01-2007, 16:30 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
AHLAK FELSEFESİ VE FAZİLET Ahlak felsefesinin konusu insanın hareketleri, yapıp etmeleridir.İnsanın yalnızca iradeli hareketleri ahlak felsefesinin konusudur. Genel olarak fazilet ahlakın övdüğü, iyilikçilik, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin genel adıdır. Ahlakla fazilet birbiriyle sıkı ilişki içerisindedir. Ahlak felsefesine göre fazilet, insanın yapması gereken, ahlakça değerli olan iyiye yönelmedir. Erdem ise faziletin eş anlamlısıdır. İnsanlar hayatları içerisinde bir çok şeye karar verirler. Bu kararlar alınırken o insanın yaşayış tarzı, tecrübeleri, olaylara bakış açısı, kısaca kişilik yapısı alınan kararı birebir etkilemektedir. Bu aşamada fazilet devreye girmektedir. Kişinin vereceği kararların sonucunu iyi veya kötü görecek olan yine kararı verenin kendisidir. İnsanlar için böyle… Peki bir ülkenin geleceğini belirleyen kararlarda faziletin önemi nedir? Atatürk 14 Ekim 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu öğrencilerine, “Cumhuriyet Fazilettir. Cumhuriyet, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir” demiştir. Siyasi anlamda fazilet, devlet ve siyaset adamlarında bulunması gereken nitelikleri kapsar. ATATÜRK VE CUMHURİYET Cumhuriyet” kelimesi dilimize Arapça “halk”, “büyük kalabalık” kelimesinden gelmiştir. Bu kelimenin Fransızca karşılığı “La Republique” İngilizce karşıtı “The Republic” olup, “kamuya ait bir şey”, “kamu mali” anlamına gelen Latince “Res Publica” kelimesinden türemiştir. Cumhuriyet halkın yönetimidir. Cumhuriyeti yaşatacak tek güç, politikacının ve yurttaşın siyasal ve ahlaki değerine dayanan “kamu yararı” düşüncesidir. Bu yönü ile cumhuriyet bir kişi veya zümre yararına değil, kamu yararına dayanan ve kamu yararına göre yönetilmesi gereken devlet şeklidir. Eski Yunan şehirlerinde ve Orta Çağlardaki “Venedik” ve “Ceneviz” Cumhuriyetlerinde yöneticileri, bir avuç ayrıcalıklı kimseler seçtiği halde, modern çağlarda seçim hakki bütün vatandaşlara tanınmış, yani “Aristokratik Cumhuriyet”, “Demokratik Cumhuriyet” e dönüşmüştür.Zira çağdaş cumhuriyet bir sınıfın veya zümrenin değil, Türkiye Cumhuriyeti gibi halkın egemenliğine dayanan “Demokratik Cumhuriyet” tir. Saltanatın yerine cumhuriyete geçiş kişisel egemenlikten milli egemenliğe geçiştir. TBMM saltanatın kaldırılışından önce, 20 Ocak 1921 Anayasası ile, milli egemenlik ilkesini açıkça ilan etmiştir. Çağdaş toplum ve devlete yakışan yönetim ancak milli egemenliğe dayalı yönetim olabilir. Mustafa Kemal saltanatın kaldırılması görüşmelerinde şunları söyler: “Cihan tarihinde, bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman devleti tesis eden Türk milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet kurmuştur. Milli mukadderatını eline alarak, milli saltanat ve egemenliği bir şahısta değil, milletçe seçilmiş vekillerden meydana gelen mecliste temsil etmiştir. Kısaca yeni Türk devleti “eshas devleti” değil, “halk devleti”dir. Milli egemenlik bütün kişisel yönetimlere karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde tacidar yoktur ve olmayacaktır. Devletin başında tek bir kuvvet vardır o da milli egemenliktir”. Atatürk inkilaplarının en büyüğü; milli egemenliğe dayalı, tam bağımsız, milli, çağdaş ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıdır. . Hiç şüphe yok ki T.C. sömürgecilikten kurtulmuş bazı Asya ve Afrika toplumlarında olduğu gibi yoktan var edilen tarihsiz ve köksüz bir devlet değildir. Zira Türk milletinin gerilere uzanan köklü bir devlet geleneği olduğu gibi, yıkıntıları üzerinde TC’nin kurulduğu Osmanlı İmparatorluğu 600 yıllık tarihinde çok yüksek askeri ve siyasi düzeye ulaşmış, çağının en güçlü devletleri arasında yer almıştır. Ancak TC’nin geçmişindeki bu zengin mirası görmezlikten gelmek ne kadar yanlışsa, yeni devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı sanmak da o kadar yanlıştır. Kısaca; Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte, değişim unsurları ile süreklilik unsurları bir arada bulunmaktadır. Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısında ülke ve insan topluluğu devlete geçilmiştir. Başka bir deyimle imparatorluk, bazen Osmanlılık bazen de İslamlık bağlarından yardim ummuş ve fakat bunu başaramamış çok milletli bir devlet oluşuna karşılık, Türkiye Cumhuriyet’i, Türk milletine dayanan tam anlamı ile yeni bir devlettir. Cumhuriyet, Atatürk’ün ve Türk Milleti’nin karakterlerine çok uygundur. “Hürriyet ve İstiklal benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan istiklal aşkıyla yaratılmış bir adamım. Bu sebeple milli istiklal bence bir hayat meselesidir” diyen Atatürk, özgürlük ve bağımsızlık için en uygun idare olan Cumhuriyeti, özgürlük ve bağımsızlığına son derece düşkün olan Türk Milletinin kişiliğine de uygun görmektedir. Atatürk’e göre Cumhuriyet fazilete dayalı bir yönetimdir. Cumhuriyet fazilettir. Kısaca Atatürk; Cumhuriyeti “Fazilet Düzeni” olarak tanımlamakta, Cumhuriyetin fazilet ve adalet sayesinde bütün millete dayanacağını, “bu olmazsa Cumhuriyet olmaz” gerçeğini dile getirmektedir.T.C’nin anlamını ve niteliklerini sadece anayasanın maddelerinde aramak yanlıştır. Anayasada “somut” olarak belirtilen niteliklerin ardında yatan “soyut” manevi değerleri anayasaya yansıtmak kolay değildir. Bunun için de kaynak, tarihimizin derinlikleri ile Atatürk’ün beyanlarıdır. T.C’nin temel niteliklerini destekleyici ve bütünleyici manevi değerleri “Cumhuriyet Fazilettir”, “Çağdaş ve uygar ve gelişim ile değişmeye açık olmak”, “İlmin yol göstericiliği ve akilcilik” ve nihayet “Misak-i Milli ve Kayıtsız Şartsız Egemenlik” gibi noktalar etrafında toplamak mümkündür. Atatürk’ün sözleri ile “Yapmak iktidarında olmadığımız işleri uyuşturucu, oyalayıcı sözlerle yaparız diyerek, millete karsı gündelik siyaseti takip etmek prensibimiz değildir. Memleket mütesanit bir birliğe muhtaçtır, alelade politikacılıkla millet parçalamak ihanettir. Bizim en büyük kuvvetimizi, bugün de yarin da dürüst, açık bir siyaset ve sözlerimize bağlılık teşkil edecektir” diyerek cumhuriyetin faziletli olarak varolabileceğini belirtmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini destekleyen değerlerden biri de, Türk toplumunu çağdaş ve uygar bir düzeye getirme hedefine yönelik ve gelişme ile değişmeye açık olusudur. Atatürk, 30 Ağustos 1925’te Kastamonu’ da yaptığı konuşmada “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağdaş ve uygar bir toplum haline getirmektir” demiş ve 10. Yıl Nutku’nda “Milli Kültürün, her çığırda açılarak yükselmesini Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direği olarak temin edeceğiz” ifadeleri ve 1 Kasım 1937’de TBMM’yi açış konuşmasındaki “Büyük davamız en uygar ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir büyük inkılap yapmış olan Türk milletinin dinamik idelidir” sözleri ile Türk inkılabının “statik” değil, “dinamik” olduğunu vurgulamıştır. ATATÜRK DİYOR Kİ… Cumhuriyet Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyeti kurduk, o on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. 1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında B. H., S. 251) Cumhuriyet düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve meşru olmak şartiyle her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız muarızlarımızın insaflı olması lâzımdır. 1923 (Atatürk'ün S.D. III, S. 71) Cumhuriyet ahlâki fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. 1925 (Atatürk'ün S.D. II, S.231) Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir. 1924 (Atatürk'ün S.D. III, S. 74) Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini emin ve sağlam bir istikbal yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur. 1936 (Atatürk'ün S.D. I, S. 372) Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilâtı ve hükûmettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükûmet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükûmettir. Artık hükûmet ve hükûmet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. 1925 (Atatürk'ün S.D. II, S. 230) Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz haiz olduğu özelliklerini ve liyakatini hükûmetinin yeni ismiyle medeniyet dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeğe muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkiye lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır. 29 Ekim 1923 (Nutuk II, S. 814-15) Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından mürekkep büyük ordumuzun vicdanında akıl ve şuurunda kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem prensiplerimizin bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların, Cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olmaz. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşıyacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir. 1926 (Atatürk'ün S.D. III, S. 80) Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız. 1923 (Atatürk'ün S.D. III, S. 71) Gelecek nesillerin Türkiye de Cumhuriyetin ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye'nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir. Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak surette muhafazasının mecburî kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet idaresi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir. 1927 (Nutuk II, S. 831) http://www.kultur.gov.tr/portal/turizm_tr.asp?belgeno=13530 08.04.2004 CUMHURİYET VE DEMOKRASİ Pratik olarak demokrasi ve cumhuriyet arasında bir fark gözetmek zorundayız. Çünkü günümüz dünyasında cumhuriyet, demokrasinin evrensel ilkeleri ile uyumlu bir yönetimin adı olarak kullanılmamaktadır. Bir rejim kendisinin cumhuriyet olduğunu savunsa da aslında demokratik bir yönetim olmayabilir. Bugün Çin’den Suriye’ye, İran’dan Pakistan’a kadar pek çok ülke kendisini cumhuriyet olarak nitelendirmektedir. Ancak bu ülkelerde demokrasi ve insan haklarının ne denli gelişmiş olduğu tartışmalıdır. Benzer şekilde demokratik yönetimin cumhuriyet olması da şart değildir.Nitekim İngiltere, Hollanda, İspanya, İsveç gibi pek çok demokratik ülkede meşruti monarşi sistemi geçerlidir.Dolayısıyla demokrasi ve cumhuriyet birbirlerinin gerekli şartları değildir. Bu ayrımı yapanlara göre demokrasi, özgürlükçü bir tutumu temsil etmektedir. Cumhuriyetçiler, sınırsız özgürlüklerin devletin dayandığı esaslara, dolayısıyla cumhuriyete zarar verebileceğini söyleyerek, özgürlüklere sınır getirilmesini savunmaktadır. Nitekim günümüzde hem ülkemiz gibi hemde Fransa gibi cumhuriyetçi geleneğin çok güçlü olduğu bazıülkelerde demokrasinin cumhuriyete zarar verdiği yönünde tartışmalar sürmektedir. Cumhuriyeti temel eksen olarak alanlar, demokrasinin kendisini yıkmak isteyen farklı görüş ve ideolojilere müsamaha göstermesi durumunda cumhuriyetin ortadan kalkmasının önünün açılacağını savunmakta, bu nedenle de cumhuriyetçi idealler adına demokratik uygulamalardan taviz verilebileceğini söylemektedirler. Demokratik ilkelere göre, halkın siyasal sistemde kendisini faziletli bir şekilde temsil etmesi gerekir. Temsil adil bir şekilde gerçekleştiği zaman demokratik iktidar sorumluluklarını kaçınılmaz olarak yerine getirmek zorunda kalacaktır. Ancak toplumda yer alan bütün eğilimlerin ve çıkarların adil bir şekilde temsil edilmesi, yönetimde istikrarsızlığa ve sonuçta karar alamayan ve kararlarını icra edemeyen bir iktidara yol açabilmektedir. Bugün bütün dünyada bir ideal olarak yüceltilen ve benimsenen demokrasi, liberal demokrasidir. Anayasal demokrasi kavramı da, liberal geleneğin ürettiği, özgürlükleri teminat altına almak için devleti anayasal tekniklerle sınırlandıran bir hukuk devleti anlayışını yıkmaktır. Bir toplumda yeteri kadar faziletli insan bulunmaması, devletin başına geçecek olanları kendi içlerinden seçecek olmaları gibi vahim sonuçlar vermektedir. Demokrasinin çözülmesi zor görünen bu paradoksunun tek çözümü halka güvenmektir. Atatürk’ünde söylediği gibi :“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletin | ||
|
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |