![]() |
BERGSON FELSEFESİNDE ETİK VE DİN Etik konusunda Bergson'un gelenekçi felsefeden ayrı bir yol tuttuğu görülür. Ona göre "ahlaklın iki türü vardır. Biri içedönük (kapalı) ahlak, öteki dışadönük (açık) ahlaktır. Leş deux Sources de la Morale et de la Religion adlı yapıtında işlediği ahlak sorununu dinle birlikte ele almıştır. Kapalı ahlak'ın kaynağı içgüdüye dayalı eylemlerin toplumla olan ilişkileridir. Bu eylemler, toplum yaşamının sürekli baskısı altında, kendiliğinden biçimlenerek birer töre niteliği kazanmıştır. Kişi bunlara bir içgüdü eyleminde olduğu gibi uyarak davranır. Bireyin "ben"i ile bu tür ahlak ilkeleri arasında uyuşmazlık çıktığında gerginlik artar, kişi topluma karşı direnir. Bu ahlak türü baskı altına alıcıdır. Açık ahlak ise üstün insanlara özgü olan ve tarihte benzen az bulunan kişilerde ortaya çıkan bireysel ahlaktır. Bu ahlakın kaynağı baskı değil esindir, yaratıcı, ilerletici bir nitelik taşır. Onun açık oluşu bütün yaşamı kuşatması yüzündendir. Özgürlük duygusunun gelişmesinde etkili olan açık ahlakın belli bir nesnesi yoktur. Bergson ahlak sorununu incelediği yapıtında dine de geniş yer vermiş, onunla ilgili görüşlerini ayrıntılı olarak sergilemiştir. Ona göre dinin de ahlak gibi iki türü, iki ayrı kaynağı vardır. Din "durağan din", "devingen din" olmak üzere ikiye ayrılır. Durağan din, kişinin varlığını ilgilendiren, doğanın geliştirdiği bir korunma aracıdır. Kişiyi içinde yaşadığı topluma bağlayan, bireyle toplum arasında uyum ve birlik sağlayan bu tür dindir. Bu dinin başka bir kaynağı da ahlakın bir söylence niteliği kazandırdığı kişisel işlevlerdir. Devingen dinin kaynağı gizemciliktir. Bu nedenle yaşam atılımıyla yakın ilgisi vardır. Bergson çağdaş felsefeye getirdiği yeni sorunlarla, bu sorunlara aradığı çözümlerle ilgi çekmiş, özellikle felsefeye ruhbilim açısından bakanlar üzerinde etkili olmuştur. • YAPITLARI (başlıca): Matiere et Memoire, 1896, ("Özdek ve Bellek"); Le Rire, 1900, (Gülme); l'Evolution Creatrice, 1907, (Yaratıcı Tekamül, 1947); Leş deux Sources de la Morale et de la Religion, 1923, (Ahlak ile Dinin İki Kaynağı, 1949), Leş Donnees Immediates de la Conscience, 1889, (Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, 1950). |
Bernhard Bolzano Bernhard Bolzano, 5 Ekim 1781'de Prag'da doğdu, 18 Aralık 1848 Prag'da öldü. İtalya asıllı bir Çek filozof ve matematikçiydi. Babası bir İtalyan göçmeni ve küçük bir esnaftı. Annesi de, Prag'da madeni eşya ile ilgilenen bir ailenin kızıydı. Bolzano, Prag Üniversitesi'nde, felsefe, fizik, matematik ve ilahiyat çalıştı. 1807 yılında Prag'da aynı üniversiteye din ve felsefe profesörü olarak atandı. 1816 yılına kadar bu üniversitede başarılı dersler verdi. 1816 yılında, Hristiyan kilisesince benimsenen inanç, duygu ve düşünceye ters düştüğü için, bu inançlarından dolayı suçlandı. 1820 yılında Avusturya hükümeti Bolzano'nun bu yıkıcı ve kendileri için kırıcı olan konuşmalarından dolayı onu ülkeden uzaklaştırdı. Bolzano, İtalya asıllı bir Çek filozofuydu. Aynı zamanda iyi bir mantıkçı ve çok iyi de bir matematikçiydi. Bolzano, 1820 yılında daha çok akılcılıkla suçlandı. Onun matematiğe dayalı bir felsefesi ve düşüncesi vardı. Bu nedenle Kant'ın idealizmine karşı çıktı. Kendisi aslında bir Katolik papazıydı. 1805 yılından sonra Prag Üniversitesi'nde din felsefesi okuttu. Matematikte, sonsuzluk ve sonsuz küçükler hesabı üzerinde çalıştı. "Sonsuzluk Üzerine Paradokslar" adlı kitabı 1851 yılında yayınlandı. Noktasal kümeler üzerine de çalışmaları olmuştur. Bolzano'nun en acıklı yılları, 1819 ile 1825 yılları arasına rastlar. Prag Üniversitesi'nce, tam 7 yıl ders vermeme ve yayın yapmamak üzere cezalandırılır. Bu üniversitece profesörlüğü de elinden alınır. Tüm bu baskılara karşı onun yüksek kafası hiç durmadan çalışmıştır. Analizde, geometride, mantıkta, felsefede ve din üzerinde çok sayıda yayınını gerçekleştirmiştir. Bugün, analizde bildiğimiz ünlü Bolzano-Weierstrass teoremi'ni ilk kez "Fonksiyonlar" adlı kitabında o kullandı. Fakat, teoremin ispatını daha önceki çalışmalarında yaptığını ve kaynak olarak da bu çalışmasını verir. Fakat, sözü edilen bu çalışma ve kaynak bugüne kadar bulunamamıştır. Çok kullanılan ve kendisinin de çok kullandığı bir teoremin ispatının Bolzano tarafından verilmiş olması olasılığı çok fazladır. Zaten bu teoremin ispatı verilmeseydi, Bolzano tarafından bu kadar çok kullanılmazdı. Sonraki yıllarda bu teoremin ispatı tam olarak Weierstrass tarafından verilmiştir. Bu nedenle, bu teorem analizde Bolzano-Weierstrass teoremi olarak bilinir. Bolzano'nun temel çalışmaları, sonsuzlar paradoksu üzerinedir. Bolzano'ya yayın yapma yasağı konduğu için, yaşamı sürecinde bu eserlerini ne yazık ki yayınlayamamıştır. "Sonsuzlar Paradoksları" adlı çalışması ancak onun ölümünden iki yıl sonra 1850 yılında basılmıştır. Bu çalışması, sonsuz terimli serilerin birçok özelliğini içerir. Diğer birçok matematikçide olduğu gibi yaşam sürecinde çok hırpalanan, şanssızlıklarla ve baskılarla horlanan Bolzano, 18 Aralık 1848 günü Prag'da öldü. |
Bernhard Bolzano Bernhard Bolzano, 5 Ekim 1781'de Prag'da doğdu, 18 Aralık 1848 Prag'da öldü. İtalya asıllı bir Çek filozof ve matematikçiydi. Babası bir İtalyan göçmeni ve küçük bir esnaftı. Annesi de, Prag'da madeni eşya ile ilgilenen bir ailenin kızıydı. Bolzano, Prag Üniversitesi'nde, felsefe, fizik, matematik ve ilahiyat çalıştı. 1807 yılında Prag'da aynı üniversiteye din ve felsefe profesörü olarak atandı. 1816 yılına kadar bu üniversitede başarılı dersler verdi. 1816 yılında, Hristiyan kilisesince benimsenen inanç, duygu ve düşünceye ters düştüğü için, bu inançlarından dolayı suçlandı. 1820 yılında Avusturya hükümeti Bolzano'nun bu yıkıcı ve kendileri için kırıcı olan konuşmalarından dolayı onu ülkeden uzaklaştırdı. Bolzano, İtalya asıllı bir Çek filozofuydu. Aynı zamanda iyi bir mantıkçı ve çok iyi de bir matematikçiydi. Bolzano, 1820 yılında daha çok akılcılıkla suçlandı. Onun matematiğe dayalı bir felsefesi ve düşüncesi vardı. Bu nedenle Kant'ın idealizmine karşı çıktı. Kendisi aslında bir Katolik papazıydı. 1805 yılından sonra Prag Üniversitesi'nde din felsefesi okuttu. Matematikte, sonsuzluk ve sonsuz küçükler hesabı üzerinde çalıştı. "Sonsuzluk Üzerine Paradokslar" adlı kitabı 1851 yılında yayınlandı. Noktasal kümeler üzerine de çalışmaları olmuştur. Bolzano'nun en acıklı yılları, 1819 ile 1825 yılları arasına rastlar. Prag Üniversitesi'nce, tam 7 yıl ders vermeme ve yayın yapmamak üzere cezalandırılır. Bu üniversitece profesörlüğü de elinden alınır. Tüm bu baskılara karşı onun yüksek kafası hiç durmadan çalışmıştır. Analizde, geometride, mantıkta, felsefede ve din üzerinde çok sayıda yayınını gerçekleştirmiştir. Bugün, analizde bildiğimiz ünlü Bolzano-Weierstrass teoremi'ni ilk kez "Fonksiyonlar" adlı kitabında o kullandı. Fakat, teoremin ispatını daha önceki çalışmalarında yaptığını ve kaynak olarak da bu çalışmasını verir. Fakat, sözü edilen bu çalışma ve kaynak bugüne kadar bulunamamıştır. Çok kullanılan ve kendisinin de çok kullandığı bir teoremin ispatının Bolzano tarafından verilmiş olması olasılığı çok fazladır. Zaten bu teoremin ispatı verilmeseydi, Bolzano tarafından bu kadar çok kullanılmazdı. Sonraki yıllarda bu teoremin ispatı tam olarak Weierstrass tarafından verilmiştir. Bu nedenle, bu teorem analizde Bolzano-Weierstrass teoremi olarak bilinir. Bolzano'nun temel çalışmaları, sonsuzlar paradoksu üzerinedir. Bolzano'ya yayın yapma yasağı konduğu için, yaşamı sürecinde bu eserlerini ne yazık ki yayınlayamamıştır. "Sonsuzlar Paradoksları" adlı çalışması ancak onun ölümünden iki yıl sonra 1850 yılında basılmıştır. Bu çalışması, sonsuz terimli serilerin birçok özelliğini içerir. Diğer birçok matematikçide olduğu gibi yaşam sürecinde çok hırpalanan, şanssızlıklarla ve baskılarla horlanan Bolzano, 18 Aralık 1848 günü Prag'da öldü. |
Bonstetten 3 Eylül 1745'de Berne'de doğup 3 Şubat 1832'de Cenevre'de ölmüş olan İsviçreli edip ve filozof Berene'in eski ve asil ailelerinden birine mensuptur. Öğrenimine önce burada başlamış daha sonra Yverden, Cenevre ve Lozan'a giderek Voltaire ve Ch. Bonnet'den başka bir takım diğer büyük kişilerle tanışmış ve Layde, Cambridge üniversitelerinde öğrenimini tamamlamıştır. İngiltere, İtalya, Hollanda ve Fransa'ya yaptığı seyahatlerden sonra eebi bir ün kazanmıştır. Şair Thomas Gray, Madam Necker ve düşeş La Rochefoucauld'la tanışarak devrin edebiyat cereyanlarına ve XVIII. yüzyılın felsefe sistemlerine karışmıştır. Bütün Seyahatlerinde bilgisinden çok görgüsünü arttırmayı amaç edinmiştir. Bonstetten İsviçre'ye döndüğü zaman, Berne kraliyet meclisine üye olmuş; sonra da Sarnen valiliğine tayin edilmiştir. Nyon valiliğini yaparken, şair Matthison ve tarihçi Jean de Muller'le tanışmış, ülkesinde başlayan kargaşalardan dolayı İtalya ve Kopenhag'a kaçmıştır. Burada üç yıl kalmış ve ortalık sakinleşince tekrar Cenevre'ye dönmüş ve ölümüne kadar burada yaşamıştır. Bonstetten, Voltaire'in etkisi altında kalmıştır. Her çeşit din kayıtlarından uzak ve olayları gözlemlemekte usta bir zeka sahibi olduğu için, kendi deneylerinden öyle sonuçlar çıkarmıştır ki bunlar, bir sistem olmamakla birlikte, asil, âlicenap ve hatta bazı bakımlardan orijinal bir ahlak görüşünü ihtiva ederler. Bazı eserlerinde, insanlara dair derin bir bilgi, az rastlanan bir gözlem inceliği, yeni görüşleri saf ve cömert duygular vardır. Eserlerinde, onun iki kişiliği dikkati çeker:Ahlakçılığı ve filozofluğu. |
Bonstetten 3 Eylül 1745'de Berne'de doğup 3 Şubat 1832'de Cenevre'de ölmüş olan İsviçreli edip ve filozof Berene'in eski ve asil ailelerinden birine mensuptur. Öğrenimine önce burada başlamış daha sonra Yverden, Cenevre ve Lozan'a giderek Voltaire ve Ch. Bonnet'den başka bir takım diğer büyük kişilerle tanışmış ve Layde, Cambridge üniversitelerinde öğrenimini tamamlamıştır. İngiltere, İtalya, Hollanda ve Fransa'ya yaptığı seyahatlerden sonra eebi bir ün kazanmıştır. Şair Thomas Gray, Madam Necker ve düşeş La Rochefoucauld'la tanışarak devrin edebiyat cereyanlarına ve XVIII. yüzyılın felsefe sistemlerine karışmıştır. Bütün Seyahatlerinde bilgisinden çok görgüsünü arttırmayı amaç edinmiştir. Bonstetten İsviçre'ye döndüğü zaman, Berne kraliyet meclisine üye olmuş; sonra da Sarnen valiliğine tayin edilmiştir. Nyon valiliğini yaparken, şair Matthison ve tarihçi Jean de Muller'le tanışmış, ülkesinde başlayan kargaşalardan dolayı İtalya ve Kopenhag'a kaçmıştır. Burada üç yıl kalmış ve ortalık sakinleşince tekrar Cenevre'ye dönmüş ve ölümüne kadar burada yaşamıştır. Bonstetten, Voltaire'in etkisi altında kalmıştır. Her çeşit din kayıtlarından uzak ve olayları gözlemlemekte usta bir zeka sahibi olduğu için, kendi deneylerinden öyle sonuçlar çıkarmıştır ki bunlar, bir sistem olmamakla birlikte, asil, âlicenap ve hatta bazı bakımlardan orijinal bir ahlak görüşünü ihtiva ederler. Bazı eserlerinde, insanlara dair derin bir bilgi, az rastlanan bir gözlem inceliği, yeni görüşleri saf ve cömert duygular vardır. Eserlerinde, onun iki kişiliği dikkati çeker:Ahlakçılığı ve filozofluğu. |
J. BODİN (d. 1530, Angers ö. Haziran 1596, Laon, Fransa) Fransız siyaset felsefecisi.İlahi hak üzerine kurulu ve yalnızca doğal hukuk ile sınırlanabilen mutlak yasama erkine sahip demokratik bir monarşi içinde kral ve parlamento arasında denge kuran ideal devlet kuramı ile tanınır. Bodin, 1546 yazında Angers'de Karmelit tarikatına kabul edildi. Üç yıl sonra eğitimini tamamlamak üzere tarikatın Paris'teki okuluna gönderildi. 1551'de bilinmeyen bir nedenle tarikata bağlılık andının geçersiz sayılmasına izin verildi ve Bodiri medeni hukuk okumak üzere Toulouse Üniversitesi'ne gitti. Toulouse'da öğrenci ve öğretmen olarak 1361'e değin kaldı. O yıl, Katolikler ile Huguenotlar (Fransız Protestanları) arasında iç savaşın başladığı sırada hukuk öğretmenliğim bırakıp avocat du roi (krallık avukatı) olarak Paris'e döndü. 1571'de kralın kardeşi Alençon dükü François'nın danışmanı oldu; yönetimde ve diplomatik hizmetlerde görevli kişilerle tanıştı. 1576'da Vermandois'dan halk temsilcisi olarak Blois'da toplanan 6tat Generaux'ya (Millet Meclisi) girdi. Bu olay krallığın gözünden düşmesine yol açtı. Huguenotlara savaş açılması yerine, görüşme yapılmasını savundu. Monarşiye zarar vereceği nedeniyle krallık arazisinden feragat edilmesine de karşı çıktı. Soylu ve ruhban sınıfın taleplerin; benimsemeyerek Tiers Etat'nm hakkını savundu. 1583' te Alençon dükünün ölümü üzerine, krallık procurateur'ü (vali) olarak Laon'a çekildi. On üç yıl sonra burada vebadan öldü. Başlıca yapıtı olan Six Livres de la Republique (1576; Cumhuriyetin Altı Kitabı) 17. yüzyıl İngiliz filozofu Thomas Hobbes'u etkiledi. Bodin kitabındaki siyasal model ile, vatandaşların gereksinimlerini bilen bir yöneticiye itaat edilmesi üzerine kurulu bir medeni düzeni vurguluyordu. Katolikler ile Huguenotlar arasında, 16. yüzyıl din savaşlannda yaşanana benzer bir anarşiden kaçınmak için, hükümet kararlanna saygı gösterilmesini gerekli görüyordu. Bodin'in öbür yazıları arasında, evrensel hukuk ilkelerini belirlemeye yönelik eleştirel bir tarih incelemesi (1566) ile dinleri özünde, insan davranışlannın ardındaki etik norm olarak gören ve On Emir'e dayandırılmaları gerektiğini öne süren karşılaştırmalı bir dinler araştırması yer alır. İnsanlık eğer artık dünyanın, evrenin merkezi olduğuna ya da bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna inanmıyorsa, bunda en büyük pay hiç kuşkusuz, güneş sisteminin gerçek yapısını yaklaşık olarak açıklayan Copernicus (Kopernik)’tedir. 1473 yılında Polonya’nın Torun kentinde zengin bir tacirin oğlu olarak doğan Kopernik, öğrenimine Krakow Üniversitesi’nde astronomi okuyarak başladı. Daha sonra İtalya’ya giderek Bologna Üniversitesi’nde astronomi, Padova Üniversitesi’nde tıp ve hukuk öğrenimi gören ünlü astronom, 1503’te Ferrara Üniversitesi’nde kilise hukuk doktoru oldu. 1504’te Warmie’ye yerleşti ve hayatının sonuna kadar astronomiyle uğraştı. Kopernik’in yaşadığı yıllarda bilimsel ortam, Katolik kilisenin bağnazlığıyla kuşatılmıştı. Bilimsel gözlem ve deneylerden çok İncil’in yazdıkları önemliydi. Dünyanın evrenin merkezi olduğuna ve sabit durduğuna inanılıyordu. Kopernik, bu Ortaçağ görüşüne şiddetle karşı çıktı. Güneş’in evrenin merkezi olduğuna ve dünya dahil tüm gezegenlerin onun etrafında döndüğüne inanan kimi İlkçağ Yunan filozoflarının görüşlerini inceledi. Bu incelemelerini bilimsel gözlemleriyle de birleştiren Kopernik, güneş sistemini kendi adıyla anılan bir şekilde açıkladı. Kopernik sistemine göre; güneş sisteminin merkezinde güneş vardı, dünya da dahil olmak üzere tüm gezegenler belirli bir yörünge izleyerek hem güneşin hem de kendileri etrafında dönüyorlardı. Üstelik yeryüzünün ekseni de hareketliydi. Bugünkü çağdaş güneş sistemi bilgisini çok yaklaşık olarak açıklayan Kopernik, teorisini, “Göksel Kürelerin Dolanımı Üzerine” adlı ünlü yapıtında açıklayarak ölümsüzleştirdi. Teorisinin doğruluğundan kuşku duymayan Kopernik’e yapıtının ilk nüshası 1543’te, yani ölüm döşeğinde ulaştırıldı. Kopernik’in ölümünden yıllar sonra, 1610’da Galilei dürbünü icat etti ve Kopernik sisteminin doğruluğunu kanıtladı. Kopernik sistemi, felsefi açıdan yer merkezlilik tezini yıkarak evren bilimin teolojiden ayrı ve bağımsız bir bilim olmasını sağladı. |
SİMONE DE BEAUVOİR 1908-1986 arasında yaşamış, başta Le Dewuxieme Sexe [İkinci Cins] adlı kitabı olmak üzere, denemeleri, kısa öyküleri. otobiyografik yazıları ve romanları yüzyılımızda feminist düşüncenin gelişiminde önemli bir başlangıç noktası oluşturmuş olan çağdaş Fransız kadın düşünür. Hemen hemen bütün yaşamı boyunca birlikte olduğu Sartre’ın etkisi dolayısıyla, düşünceleri varoluşçu bir çerçeve içinde ve belli bir özgürlük kavramı üzerinde oldukça bireyselci bir temele dayanan Beauvoir’a göre, özgürlük asla ve asla insana Tanrı tarafından verilmiş bir şey değildir. Tam tersine, özgürlük, insanın uğruna hergün yeniden savaşmak zorunda olduğu bir imkan, onun kendisini sürekli olarak yeniden yaratması için bir fırsattır. Özgürlüğü başlangıçta olabildiğince bireyselci bir açıdan yorumlayan ve bu bağlamda ötekilerini, insanın kendi planına göre eylemesinden başka hiçbir şey olmayan özgürlüğün önündeki bir engel olarak gören Beauvoir, savaş deneyimlerinin ardından ötekinin özgürlüğünü insan için bir tehdit olarak değil, fakat kişinin kendi özgürlüğünü gerçekleştirmesinin zorunlu bir koşulu olarak değerlendirmeye başlamıştır. Buradan hiç kuşku yok ki, her insanın başka insanların özgürlüğü için kaygılanmak gibi ahlâkî bir ödevi olduğu sonucundan başka, kadının toplumsal durumu ve onun erkek cinsiyle olan ilişkileri bağlamında önemli sonuçlar çıkar. Özgürlüğün temel koşulu eylem, kişinin kendi plânlarına göre eylemesi, gelecek için amaçlar saptayarak, bunu şimdide dışlaştırması ise eğer, Beauvoir’a göre bu, geleneksel kadın rol ü içinde gerçekleşmemektedir. Bundan dolayı, onun gözünde kadın özerk değil, görelidir. Başka bir deyişle, kadınların kendilerini erkek olmadan düşünemediklerini ve düşünülmediklerini öne süren Beauvoir’a göre, erkeğin özne ve mutlak olduğu yerde, kadın yalnızca erkeğin eksik ötekisidir. Öteki de, kendi bağımsız özüne sahip bir şey olarak görülemez. O, eskiden beri varolan bu durumu, kadının biyolojik analık göreviyle geride tutulmasına, erkeğin dışarıya gitmesine ve kendisini ‘homo faber’ olarak gerçekleştirmesine izin verilirken, onun içsel olanın bekçisi yapılmasına bağlar. Beauvoir, erkeğin egemenliğinin, sıklıkla iddia edildiği üzere, onun bedensel gücünün bir sonucu olmaktan ziyade, eylemde bulunan özne olmasının bir sonucu olduğunu düşünür. Fakat erkek, sadece ve sadece eylem yapmayan nesne sayesinde, ve kadına göre, başka bir deyişle, dışlaşma ve içselleşme ilişkisinden dolayı, ve kendisinin ötekisine göre böyle olabilir. Beauvoir’a göre, kadınların verilmiş olan bu durumu kabul etmemeleri gerekir. Zira ona göre, kadına toplumsal örf, adet ve kurumlar tarafından yüklenen bu ikindi rol, biyolojik, ekonomik ve psikolojik yazgının yüklediği bir rol değildir. Yani, Beauvoir dünyaya kadın gelinmediğini, ama kadın olunduğunu söylemektedir |
Albert CAMUS 1913-1960 yılları arasında yaşamış olan Fransız düşünür ve romancı. Temel eserleri: La Chute (Düşüş), L'Homme Revolte (Başkaldıran İnsan), La Peste (Veba). (Veba). Düşünsel gelişimi iki ayrı döneme ayrılan Camus, birinci dönemde, dünyanın saçmalığı ve yaşamın anlamsızlığı konuları ve dolayısıyla, saçma kavramı üzerinde, buna karşın ikinci dönemde başkaldırı konusu ve buna bağlı olarak, dünyanın anlamsızlığına başkaldırmak, toplumu değiştirmek, kötülükleri gidermek ve daha iyi bir düzen kurmak amacıyla eylemde bulunma temaları üzerinde durmuştur. Ona göre, dünyanın saçmalığına, kaçınılmaz yenilgiyi bile bile kötülüklere karşı çıkmak, yaşama anlam katmaktan başka bir şey değildir. Felsefesi tümüyle ahlaki bir çizgide gelişmiş olan Camus, felsefe tarihinin geçmişinde kalan spekülatif sistemlerden hiçbirinin insan yaşamı için bir rehber olma rolü oynayamadığı gibi, insanın sahip olduğu değerlerin geçerliliği için de bir teminat sağlayamadığını söylemiştir. İnsanın daima dünyanın, insani değerler, kişisel idealleri ve doğru ve yanlışla ilgili yargıları için bir temel sağlamasını istediğini dile getiren filozof, dünyanın insana karşı kayıtsız kalışını anlamsızlık ya da saçmalık olarak değerlendirmiştir. Ona göre, geçmişte benimsenmiş olan ahlaki tavırlar, insani değerlerle gerçekliğin doğası arasında belli bir uygunluk ya da ahenk bulunduğu inancına bağlı olmuştur. Buna göre, ahlaki ayırımları geçerli kılan dış destekler, geçmişte din tarafından sağlanmaktaydı. Modern dönemde, dini inancın çöküşünden sonra doğan boşluğu, ona göre, laik dinler doldurmuştur. Nitekim Camus, Hegel ve Marks'ın tarihsiciliğinin insani değerleri gerçekliğe bir tür tarihsel gelişme öğretisiyle bağlama yönünde bir girişimden başka hiçbir şey olmadığını öne sürer. İşte o bu çerçeve içinde, Le Mythe de Syspe (Sisyphos Efsanesi) adlı eserinde, bir yandan insan varlıklarının amaçlı tavırlarıyla değer biçici olma rollerini sorguya çekerken, bir yandan da Hegel ve Marks'ın tarih öğretileri türünden değeri destekleyici gerçeklik yorumlarının iflas ettiğini söyler. Buna göre, değer biçici ve amaçlı bir varlık olarak insanın, kendisinin bu tutumuna destek sağlamayan bir dünya içindeki varoluşunu, Camus insanın durumunun saçmalığı olarak tanımlar. Onu varoluşçu felsefe içinde, Sartre'den ayıran şey de işte bu saçma öğretisidir. Sartre'a göre, saçma, dünyanın, bilinçsiz varlığın özünde bulunan ve bilincin kavramsallaştırmalarından ya da olumsuzlayıcı faaliyetinden önce ortaya çıkan bir şeydir. Oysa Camus'ye göre, saçma ya da saçmalık, doğrudan doğruya Tanrı'nın yokluğunun bir sonucudur. Din olmadığında, insanın iste, arzu ve idealleriyle dünya arasındaki çatışma ve uyumsuzluk en yüksek düzeye ulaşır.İnsanın durumu, ona göre, acıyla ve ölümün kesinliğiyle belirlenir. İnsan varlığının makul ya da anlaşılır bir şey olarak görüp kabul edemediği bu kader ve saçmalık karşısında, Camus'ye göre, Aydınlanmanın evrensel aklının söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Zira, insan, çabalarının hemen her aşamasında akıldışı olanla karşı karşıya gelir. O, hep mutluluk peşinde koşar, mutluluk isteğini yüreğinin en derinlerinde hissederken, kaçınılmaz olarak saçmayla yüzyüze gelir. Saçma, buna göre, insanın istek ve ihtiyacının dünyanın akıldışı sessizliğine çarpmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Camus'nün bu durum karşısındaki tepkisi, varoluşun saçmalığını içtenlikle tanıyıp teslim etmenin, bizi başka bir yaşam ve öte dünya inancından kurtararak içinde bulunulan anı yaşama, güzelliği hissetme ve hazzı duyumsama olanağı verdiğini ifade eder. Başka bir deyişle, Camus'ye göre, bu saçma yaşantısına verilecek uygun karşılık intihar olamaz. Saçmalıkla, gerilimi doğuran iki kutuptan birini yok ederek baş etmeyi amaçlayan intihar, insan onuruna uygun düşmez. Öyleyse, yapılacak tek şey, saçmalığı görüp benimseyerek, ona rağmen yaşamayı denemektir. Buna göre, Camus insani amaç ve eylemin metafiziksel bakımdan keyfi ve temelsiz olduğunu görüp benimsemenin, hiççiliği, pasif bir umutsuzluktan çıkartıp dünyanın insana karşı olan kayıtsızlığı önünde bir başkaldırıya dönüştüreceğini söylemiştir. Fakat o, burada da kalmayıp, varoluşun saçmalığından siyasi bir ders çıkarmanın mücadelesini vermiştir. Başka bir deyişle, faşizme olduğu kadar, komünizme de şiddetle karşı çıkan Camus, varoluşun saçmalığın hedefleyen bireysel başkaldırıdan kollektif bir dayanışma bilinci türetmenin çabası içinde olmuştur. Buna göre, Camus'nün saçma olan karşısındaki ödün vermez bir içtenlik ve dürüstlükten başka, başkaldırıyla belirlenen ahlakı, uzlaşımsal burjuva ahlakıyla faşist ve komünist toplama kamplarında sergilenen totalitaryanizmi başlıca düşmanları olarak görür. Bundan dolayı, Camus, amaçların araçları haklı kıldığı düşüncesine olduğu kadar, tarihin sonunu gören tarih felsefelerine de şiddetle karşı çıkmıştır. |
Clemens (250 - tahminen 211 -215 arası) Tertullian karşıtı bir görüşü, zamandaşı olan İskenderiyeli Clemens temsil eder. İskenderiye'de bir Hıristiyan okulunun yöneticisi olan Clemens, çeşitli kitaplar yazmıştır. Bu eserlerden birisi "Halılar" gibi dikkat çekici bir isim taşır. Halı, çeşitli renk ve şekillerden oluşan bir dokumadır. Clemens'in kitabı da çeşitli felsefî görüşleri, tıpkı bir halı gibi, renkli bir sistem halinde göstermiştir. Clemens de inancı bilgiden üstün tutar, yalnız ona göre inanç ile bilgi arasında bir karşıtlık yoktur. Önce dogmayı yakın bir inançla benimser, sonra da felsefeye dönersek, o zaman inancın felsefe tarafından da doğrulanmakta olduğunu görürüz. Clemens sonradan bu görüşü şu kural ile dile getirmiştir: "Anlamak için inanıyorum", yani inandığım şeyin akıl tarafından da onaylandığını görmek için inanırım. |
Cerinthe Miladın I. yüzyılında yetişen irfancılardandır. Mısırlıdır. Öğrenimini İskenderiye'deki Philoncu Okulda tamamlamış sonrasında da Kudüs, Sésarée ve Antakya'yı ziyaret etmiştir. Geleneğe göre Saint-Pierre ve Saint-Paul ile bir sünnet olma olayı ve bilinmeyen bazı nedenlerden dolayı arası açılmıştır. Saint-Paul'e karşı olan bu düşmanlık havası dolaştığı yerlere o kadar çok yayılmıştır ki, saint-Paul'ün mektuplarında, Cerinthe'e taş atan bir çok parçalar vardır. Cerinthe, Saint-Mathiu incilinden başkasını kabul etmezdi. Epiphane'ye göre Cerinthe, Kudüs'ten ayrıldıktan sonra Anadolu'ya geçmiş ve orada kendi, "Kafirliğinin uçurumu"nu yaymıştır. Doktrinini yaymak için şehirleri dolaşmış ve Ephése'deki seyahatlerinden birinde hamamda havari Saint-Jean'la karşılaşmıştır. Havari, onu görünce çıraklarına: "İçeriye gerçeğin düşmanı girdiğinden, bina yıkılıp altında kalmamak için çabuk buradan çıkalım" demiş. Cerinthe'nin en çok beynini yoran şey, âlemdeki kötülüğün nereden geldiği sorunudur. Cerinthe'nin sistemi bu sorunu çözme iddiasındadır. O, kendisinin üstün bir varlık olmadığını sadece göksel bir takım vahiylere nail olduğunu söylerdi. Varlığın doruğundaki her türümün kaynağı olan bir tek Tanrı'nın bulunduğunu ve bunun maddeyi yaratmadığını; bunun türüm merdiveninin aşağı basamağında bulunan ve tanrı varlığını bilmeyen meleklerin eseri olduğunu iddia eder. Ona göre diğer irfancı okul şeflerinin öğrettiği gibi, Yahudilerin Tanrısı, yaratıcı meleklerin şefi değildir. Din kanunlarını vahyeden melektir. Sisteminin bu noktasına da Cerinthe, Philon'un sadık bir çırağıdır. Sistemin diğer bölüğünde, İsa'nın bir bakireden doğmuş Tanrı olmadığını, belki diğer insanlardan daha yetkin olan Yusuf ve Meryem'den doğmuş bir adam Olduğunu, vaftiz edildikten sonradır ki, kutsal ruha ve her şeyin bilinmeyen babasının vahiylerine nail olduğunu iddia eder. Neander, Ewald, Gieseler, Lipsius, Kurtz, Baur, Dorner, Uressensé, Robertson, Woscott gibi tanınmış kişiler Cerinthe'in düşüncelerinin gerçek niteliğini araştırmışlardır. |
Türkiye`de Saat: 00:47 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2