|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
10-07-2009, 15:17 | #1 | ||
Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 17.190
Tecrübe Puanı: 56 |
Vatan Gazetesi yazarı Reha Muhtar, Beşiktaş'ın yeni transferi Matteo Ferrari'ye neler söyledi, Tello ile neler konuştu? İşte Reha Muhtar'ın yazısı!.. FERRARI'YE NELER SÖYLEDİM? Salı gecesi bir de baktım, ağır bir masada yemek yediğim Sunset’e bizim Beşiktaş’ın yöneticileri Mario’la, Şeref geldiler… Beraberlerinde o gün İtalya’dan getirdikleri Matteo Ferrari var… Bir de bizim Tello… Şeref’le, Mario’nun yüzlerine gözlerinin içine baktım… En mutlu anlarıdır bir futbol kulübü yöneticisinin o anlar… “Baba” bir transfer yapmışsınızdır… İlk akşam, onu İstanbul’da bir yerlere götüreceksiniz… Ona İstanbul’un ne kadar medeni bir yer olduğunu göstereceksiniz… “In” mekanlara girdiğinizde mutlaka masalardan bakışlar fırlayacak üzerinize… Yanınızda “fiyakalı” bir transfer… Bellidir ki günlerdir medya yazmış, çizmiş, görüntülemiş… Ve nihayet o transfer size emanettir… Kulüp adına, ülke adına, Türk futbolu adına… Bir yöneticinin en keyif aldığı, en gururlandığı andır o an… John Carew’in ilk gecesini ben üslenmiştim Beşiktaş’taki yöneticiliğimde… Del Bosque’nin ilk gecesinde Del Mare’de, sonra Paper Moon’da yemekler yerken de hep o gururla karışık, ümit dolu bir heyecan yaşardı yöneticiler… Sorunlarını çözerken, evlerini, çocuklarının okullarını düzenlerken, İstanbul’un o muhteşem medeniyetini gösterirken ve kulübün bu muhteşemlikteki “özel” durumunu anlatırken hep gururlanır yönetici… Düşünür ki kulübünün tarihine geçmektedir o anda… Ve o gün İstanbul’daki ilk gecesinde sorumluluğunu aldığı o transfer kulübün tarihini değiştirecek derecede önemlidir… Futbol bir umuttur… Futbol bir heyecandır… Yöneticilik o umutla, heyecanın, sorumlulukla harmanlandığı bir ateşten gömlektir… Baktım Mario ve Şeref gururla taşımaktalar Matteo Ferrari’yi ve Tello’yu yanlarında Sunset’in o muhteşem manzarasının dolunayla süslendiği o muhteşem gecede… Bulunduğum masada Federasyon Başkanı Mahmut Özgener, yönetcisi Zafer Yıldırım, Levent Kızıl, Denizlispor Kulübü Başkanı Ali İpek, Şansal Büyüka, bizim İbrahim Seten var… İki yönetici getirdiler masaya Ferrari’yi ve Tello’yu ayrı ayrı… Tanıştırdılar ağır masayla ve sonra gittiler kendi masalarına… Belli olmuştu ki, ağır masadaki yemek ve seramoni bittikten sonra, ben de katılacağım o masaya… Gecenin ilerleyen saatlerinde, İstanbul’daki ilk gününün gecesinde karşımdaydı Ferrari… Tıpkı bir zamanlar John Carew’de olduğu gibi, Del Bosque’de vuku bulduğu gibi… Juanfran’da gerçekleştiği gibi… Tek farkla ki, bu kez birebir yöneticiliğin yıpratıcı sorumluluğu yoktu üzerimde… Ferrari’yle tanıştırılırken, konuşurken, Ferrari’yi dinlerken “kulübün resmi sözcüsü” olmanın zamanında üzerime verdiği ağır sorumluluktan uzaktaydım… “Tam bir profesyonelim ben” diyordu Ferrari… “Kolay hata yapmam, her maç oynarım… Genoa’da da öncesinde de devamlılık şarttır benim için… Burada da öyle olmasına çalışacağım…” Baktım Beşiktaş’ı tanımak istiyor… İstanbul’da seyirciyle nasıl bağ kuracağının hesabını yapıyor… Biraz ürkek… Biraz çekingen… Biraz ne olacağını bilememenin huzursuzluğunu yaşıyor… Ona siyahiye çalan teninin Beşiktaş’ta “müthiş bir avantaj olacağını” söylediğimde gözlerini faltaşı gibi açtı… Böyle bir şeyin dünyanın hiçbir takımında avantaj olacağını düşünmemişti… “Pascal Nouma bir kahraman oldu bu takımda…” dedim, “Çünkü Beşiktaş ezilenlerin sesinin gür çıktığı bir kulüptür… Beşiktaş’ın taraftarı hepimiz zenciyiz demekten mutluluk duyar… Güçsüzün ve mağdur bırakılanın yanında yer alır… Siyahi olmak Beşiktaş’ta avantajdır…” “Başka” der gibi gözlerimin içine baktı Ferrari… “Bir şey daha var” dedim… “Formanı ıslat, terini akıt… Her zaman iyi oynamasan da, o teri akıttığını o formayı ıslattığını ve gücünün son damlasına kadar çabaladığını görsün seyirci, bir daha kopmaz aranızdaki o muhteşem sevgi…” Bir saatten fazla konuştuk… Ona Tello’yu örnek verdim… “Beşiktaş’ta gittikçe artan preformansının, seyirciyle arasında nasıl bir bağ oluşturduğunu anlattım…” Tello’ya baktım gülümsüyordu… 900 bin euro olan yıllık fiyatını 1.5 milyon euroya hatta fazlasına çıkarmanın hesabını yapıyordu… Mutluydu, menajerleri yanında İstanbul’un ve şampiyonluğun keyfini sürüyordu… Geldiğinde bonvervisi elindeydi Tello’nun… 900 bin euroya evet demişti… “10 numara oynar mısın Tello?” dedim… Güldü anladı ne dediğimi… Delgado’nun sakatlığını, Yusuf’un o bölgede tek kalışını… “Ben” dedi, futbola 10 numara başladım… Sonra sol bekte oynadım… Sonra sol forvette… Hepsinde oynarım… Sadece bir süre aynı yerde oynamam lazım ki yerimi yadırgamayayım… Gördüğüm o ki Tello Beşiktaş’ta 10 numaraya yani forvet arkasına kaydırılabilir… Parası artırılır ve Delgado’nun boşluğu doldurulur… Tabii bunlar hep sezon başı umutları dır… Yönetciler hep düşünürler “Gelen transfer bombadır…” Sezon boyu esecek gürleyecek, rakip kaleleri bombalayacaktır… Bazen iyi çıkar transfer… Bazen ten uymaz, doku uymaz beklenen olmaz, istenmeyen yerlere gider ilişkiler… Del Bosque geldiği gün, yine bir dolunay vardı İstanbul’da… Karısı ve kendisiyle Boğaz’ın Anadolu yakasında pırıl pırıl Boğaz’a bakarken konuştuğumda Real Madrid’in hocasını Beşiktaş’a getirtmenin gururunu yaşıyorduk… 10 milyon eurodan fazlasına ve kayıp koskoca bir sezonuna mal oldu Beşiktaş’ın… Ama hayat böyle… Futbol umut etme ve heyecan duymadan oynanmıyor, yönetilmiyor, yazılmıyor… Yine bir yaz akşamı… Yine pırıl pırıl İstanbul Boğazı… Yine bir dolunay… İnşallah benzemeyecek Ferrari Del Bosque’ye… | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |