|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
26-02-2007, 14:51 | #131 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İşçi örgütleri günümüzde de önemli bir ekonomik ve politik güç olmayı sürdürmekle birlikte etkisi görülebilir oranda azaldı. İmalat endüstrisi göreli olarak gerilerken hizmet sektörü büyüdü. Giderek artan sayıda işçi niteliksiz fabrika işlerinde çalışmaktansa büro işi yapmayı yeğlemektedir. Bu arada yeni endüstriler de bilgisayarların ve yeni teknolojilerin yarattığı sürekli değişikliklere ayak uydurabilen yüksek nitelikli işçi aramaya başladılar. Sipariş üzerine üretim yapılmasının ve piyasada oluşan talebe göre sık sık ürün değiştirilmesinin giderek yaygınlaşması bazı işverenlerin aşamalı kuruluşu gevşetmelerine ve bunun yerine kendi kendini yöneten ve birkaç işi bir arada yapabilen işçi guruplarına dayanmalarına yol açtı . Çelik ve ağır makine gibi endüstrilerde kökleşmiş olan örgütlü işgücü bu değişikliklere karşılık vermekte zorlanmadı. Sendikalar İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından gelen yıllarda güçlendiler; fakat, daha sonraları geleneksel imalat endüstrisinde kullanılan işçi sayısı düşünce sendika üyeliği de azaldı. İşverenler düşük ücretli işgücüne dayanan yabancı rakiplerinin giderek yoğunlaşan meydan okuması karşısında istihdam politikalarını daha esnek bir konuma getirme çabasına girip geçici olarak ve yarım gün çalışan işçi kullanmaya yöneldiler ve çalışanlarıyla uzun vadeli ilişkiler kurmayı amaçlayan ücret ve sosyal yardım planlarına daha az ağırlık verdiler. Sendika örgütleme kampanyalarına ve grevlere karşı daha atak bir biçimde savaşmaya başladılar. Bir ara sendikaların gücüne karşı çıkmakta isteksiz davranan politikacılar anılan örgütlerin tabanını zayıflatıcı yasalar kabul ettiler. Bu arada pek çok yüksek nitelikli genç işçi de sendikalara kendi bağımsızlıklarını kısıtlayan tarihsel bir yanılgı gözüyle bakmaya başladı. Sendikalar sadece kamu işyerleri ve devlet okulları gibi temelde tekelci faaliyette bulunan kesimlerde gelişmelerini sürdürdüler. | ||
|
26-02-2007, 14:51 | #132 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sendikaların giderek güç yitirmelerine karşın başarılı endüstrilerde çalışan nitelikli işçiler son yıllarda iş yerlerinde gerçekleştirilen değişikliklerden yararlandılar. Buna karşılık, daha geleneksel endüstrilerdeki niteliksiz işçiler sık sık zorluklarla karşılaştılar. 1980’lerde ve 1990’larda nitelikli ve niteliksiz işçilere ödenen ücretler arasında gittikçe büyüyen bir uçurum oluştu. 1990’ların sonunda Amerikan işçileri her ne kadar geçtikleri on yılda güçlü bir ekonomik büyümeden ve düşük oranda işsizlikten doğan ve giderek artan bir refah elde ettiklerini düşünseler de pek çoğu geleceğin neler getirebileceği konusunda kuşku duymaktadırlar. ÇALIŞMA STANDARDLARI Ekonomistlere göre Amerika’nın ekonomik başarısı bir bakıma işçi piyasalarının esnekliğine bağlıdır. İşverenler rekabet güçlerinin kısmen piyasa koşullarındaki değişmelere göre işçi almak ya da çıkarmaktaki özgürlüklerinden kaynaklandığını söylemektedirler. Bunun yanı sıra Amerikalı işçilerin kendileri de geleneksel olarak hareketlidirler; pek çoğu iş değiştirmeyi yaşantılarını iyileştirmenin bir aracı olarak görmektedirler. Diğer yandan, işverenler de yaptıkları işin onlara iyileşme yolunda uzun vadeli fırsatlar yaratacağına inanan işçilerin daha etkin çalışacağını geleneksel olarak kabul etmişler ve çalışanlar da iş güvencesini en önemli ekonomik amaçları arasında saymışlardır. Amerika’da çalışma yaşamının tarihi iki değer yargısı arasındaki bir gerilimle doludur: esneklik ve uzun vadeli bağlantı. 1980’lerin ortalarından başlayarak pek çok uzman işverenlerin esnekliğe daha büyük önem verdikleri konusunda görüş birliğine vardılar. Belki de bunun bir sonucu olarak işverenlerle işçiler arasındaki bağlar zayıfladı. Yine de çok sayıda eyalet yasası ve federal yasa işçilerin haklarını korumaktadır. Federal çalışma yasaları arasında en önemli olanlardan bazıları şunlardır: -1938 tarihli Adil Çalışma Standardları Yasası ulus düzeyinde asgari ücret saptamakta ve bireylerin en çok kaç saat çalıştırılabileceklerini belirlemektedir. Ayrıca fazla mesai ücretine ilişkin kurallar koymakta ve çocuk işçilerin istismar edilmesini önleyecek standardlar getirmektedir. Yasa kadınlara karşı ücret ayırımcılığını yasaklamak amacıyla 1963’te değiştirilmiştir. Kongre çok kez politik tartışma konusu olan asgari ücreti belirli aralıklarla ayarlar. Saptanan taban 1999’da saatte 5,15 dolar olmakla birlikte işçiye karşı talep o kadar yüksekti ki düşük nitelikli işçi çalıştıran işverenler bile bunun üstünde ücret veriyorlardı. Bazı eyaletler ise daha yüksek ücret tabanı belirlemişlerdi. | ||
26-02-2007, 14:52 | #133 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| -1964 tarihli Vatandaşlık Hakları Yasası işverenlerin işçi alırken ya da istihdam politikası düzenlerken ırk, cinsiyet, din ve ulusal köken gözeterek ayırımcılık yapmalarını yasaklamaktadır (oy kullanmada ve iskanda ayırımcılık ta bu yasa ile yasaklanmıştır). -1967 tarihli İstihdamda Yaş ve Ayırımcılık Yasası yaşlı işçileri iş ayırımcılığına karşı korumaktadır. -1971 tarihli İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası işverenlerin güvenli iş ortamları sağlamasını gerektirmektedir. İş Güvenliği ve Sağlığı İdaresi işyeri standardları geliştirir, bunlara uyum düzeyini saptamak için kovuşturmalar yürütür, mahkeme celpleri gönderir ve kurallara uymayanları cezalandırır. -İşçi Emekli Geliri Güvenliği Yasası işletmeler ya da kamu sektörü dışındaki diğer kuruluşların hazırladıkları emeklilik planlarının uyması gereken standardları belirler. Yasa 1974’te kabul edilmiştir. -1993 tarihli Aile ve Sağlık İzni Yasası işçilere ücretsiz doğum, evlat edinme ya da ciddi hastalığı olan yakınlarına bakma izni verilmesini garanti altına alır. -1990’da kabul edilmiş olan Engelli Amerikalılar Yasası engellilerin çalışma haklarını korur. | ||
26-02-2007, 14:52 | #134 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| EMEKLİ MAAŞLARI VE İŞSİZLİK SİGORTASI Birleşik Devletler’de işverenler işçilerin emeklilikleri için para biriktirmelerinde anahtar rol oynarlar. Özel sektörde çalışanların yaklaşık olarak yarısına ve hükümet çalışanlarının çoğunluğuna bir tür emekli maaşı planı uygulanmaktadır. İşverenler emekli maaşı planlarına katılmak zorunda değillerdir; fakat, hükümet büyük vergi indirimleri uygulayarak işverenleri bu gibi planlar hazırlamaya ve onlara katkıda bulunmaya teşvik eder. Federal hükümetin vergi tahsil dairesi olan İç Gelirler Servisi emekli maaşı planlarına uygulanan kuralların çoğunu hazırlar ve Çalışma Bakanlığı’na bağlı bir daire de istismarı önlemek için planlar uygular. Yine bir federal daire olan Emekli Maaşı Güvence Şirketi de geleneksel özel emekli maaşı alanların bu haklarını sigorta eder; 1980’lerde ve 1990’larda kabul edilen bir dizi yasa ile bu sigortaya ödenen primleri yükseltildi ve işverenlerin bu gibi planlarını parasal açıdan sağlıklı tutmaları konusundaki sorumluluklarını arttırıldı. İşveren destekli emekli maaşı planlarının yapısı XX. Yüzyıl’ın son otuz yılı içinde önemli ölçüde değişti. Özellikle küçük işverenlerin pek çoğu hizmet yılı sayısına ve ücret düzeyine bağlı olarak emeklilere her ay maaş ödenmesini güvence altına alan geleneksel “belirlenmiş maaş” planları sunmayı durdurup bunun yerine “belirlenmiş katkı” planlarını gittikçe daha çok önermeye başladılar. Belirlenmiş katkı planı uygulamasında işveren emekli maaşı ile nasıl bir yatırım yapılacağından sorumlu değildir ve belirli bir maaş ödeme yükümlülüğü altına da girmez. Bunun yerine işçiler kendi emekli maaşı birikimlerini kendileri kontrol ederler (bunu yapmak zorunda olmamakla birlikte çok sayıda işveren de bu birikime katkıda bulunur) ve birkaç yılda bir iş değiştirseler bile bu tasarruflarını ellerinde tutabilirler. Böylelikle işçinin emekliliğinde alacağı maaş ne kadar katkı yapıldığına ve kendi birikimini ne kadar başarılı bir yatırımda kullandığına bağlı olur. | ||
26-02-2007, 14:52 | #135 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Özel belirlenmiş maaş planlarının sayısı 1965’te 170.000 iken bu sayı 1997’de 53.000’e düştü; buna karşılık belirlenmiş katkı planlarının sayısı da 461.000’den 647.000’e yükseldi. Çok kişi bu değişimin artık işyerlerinde işveren ve işçi arasında uzun vadeli bir bağlantının daha az benimsendiğini gösterdiğine inanmaktadırlar. Federal hükümet silahlı kuvvetler personeli ve kamu memurları kadar malul gazileri de kapsayan birkaç emeklilik planı uygulamaktadır. Hükümetin yönettiği en önemli emekli maaşı sistemi 65 yaşında ya da daha sonra emekli olup başvuruda bulunan çalışanlara tam ve 62-65 yaş arasında emekli olanlara da daha düşük maaş sağlayan Sosyal Güvenlik programıdır. Program bir federal kuruluş olan Sosyal Güvenlik İdaresi tarafından yönetilmekle birlikte fonlarını bordro vergileri ödeyen işverenler ve işçiler sağlarlar. Sosyal Güvenlik’in emekliler için değerli bir “koruyucu ağ” olduğu düşünülmekle birlikte onların çoğu işi bıraktıktan sonra gelirlerinin ancak belirli bir kesiminin bu yoldan sağlandığını söylemektedirler. Bunun yanı sıra politikacılar 1990’larda, savaş sonrası bebek patlaması kuşağı XXI. Yüzyıl’ın başlarında emekli olduğu zaman hükümetin maaşları azaltmadan ya da bordro vergilerini yükseltmeden tüm Sosyal Güvenlik yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğinden de endişe duymaya başladılar. Pek çok Amerikalı Sosyal Güvenlik’in parasal sağlığını güvence altına almanın yüzyılın sonlarındaki en önemli iç politika sorunlarından biri olacağı görüşünü paylaşmaktadırlar. Genellikle bağımsız çalışan, işverenleri emeklilik planı uygulamayan ve emeklilik planlarının yetersiz kaldığını düşünen çok kişi gelirlerinin belirli bir bölümünü Özel Emeklilik Hesapları (ÖEH) ve Keogh planı diye bilinen ve vergi bağışıklığı bulunan hesaplara yatırabilmektedirler. | ||
26-02-2007, 14:52 | #136 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yine 1935 tarihli Sosyal Güvenlik Yasası ile yaratılan işsizlik sigortası da Sosyal Güvenlik’in aksine işsiz kalmış çalışanlara temel gelir yardımı sağlayan bir federal hükümet-eyalet hükümeti sistemi olarak düzenlenmiştir. İşten çıkarılmış ya da kötü davranış dışında başka nedenler yüzünden istekleri dışında işsiz kalmış çalışanlar belirli bir süre için ücretlerinin belirli bir bölümü alırlar. Her eyalet kendi programını yürütmekte, ancak belirli federal kurallara uymaktadır. Yapılacak haftalık işsizlik ödemelerinin miktarı ve süresi geçmişte ödenmiş olan ücretleri ve işsizlik süresi göz önünde bulundurularak belirlenir. İşverenler kendi çalışanlarının işsizlik ve sigorta ödemeleri konularındaki deneyimlerine dayalı olarak kurulmuş bulunan özel bir fona vergi öderler. Federal hükümet de kendi çalışanlarının işsizlik sigortası vergisini belirler. Eyaletler gönençli dönemlerde fonlarda biriken fazla paraları ekonomik daralma günlerinde kullanabileceklerini umarlar; fakat, fonlar yetersiz kalırsa federal hükümetten borç alabilecekleri gibi vergi oranlarını da yükseltebilirler. İşsizlik yaygınlaşır ve eyaletçe saptanmış olan “tetik” düzeyin üzerinde kalırsa eyaletler işsizlik sigortası ödemelerinin süresini uzatmak zorundadırlar. Federal hükümet de ekonomik gerileme dönemlerinde işsizlik tırmanırsa sigorta ödemeleri süresinin uzatılmasına izin verir ve bu ek süre içinde yapılan ödemeleri genel federal gelirlerden karşılar ya da işverenlere yeni vergiler yükler. Bu gibi ek süreler federal harcamaları yükselttiği ve vergi arttırımlarına yol açabileceği için işsizlik sigortası ödeme dönemlerinin uzatılması sık sık politik sorunlara yol açar. | ||
26-02-2007, 14:53 | #137 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İŞÇİ HAREKETİNİN İLK YILLARI Amerikan işçi hareketinin politik etkisini kazandığı ve pekiştirdiği 1930’ları izleyen yıllarda çalışanların yaşantılarını iyileştirmeye yönelik çok sayıda yasa kabul edildi ve programlar düzenlendi. Bahis konusu hareketin güç kazanması kolay olmadı ve Amerikan ekonomisindeki yerini alması için bir buçuk yüzyıldan fazla süren bir çaba gösterilmesi gerekti. Başka ülkelerdeki gurupların aksine ABD sendikaları mevcut serbest teşebbüs sistemi içinde çalışmayı yeğlediler ve bu strateji sosyalistleri düş kırıklığına uğrattı. Amerika tarihinde bir feodalite dönemi geçirilmemişti ve pek az sayıda birey de bir sınıf çatışması içinde olduğuna inanıyordu. Bunun yerine işçilerin çoğunluğu yaşantılarını iyileştirme yolunda diğer bireylerle aynı hakları elde etmeye çalıştıklarına inanıyorlardı. Sınıflar arası düşmanlığın azalmasına yol açan bir başka gelişme de ABD’de hiç olmazsa beyaz erkek işçilerin oy kullanma hakkını diğer ülkelerdekilere oranla daha önce kazanmış bulunmalarıydı. İşçi hareketi başlangıçta daha çok endüstriyel alanda geliştiği için sendika örgütleyicilerinin kullanabilecekleri insan kaynağı sınırlıydı. İlk önemli ulusal işçi örgütü 1869’da Pennsylvania’nın Philadelphia kentinde konfeksiyon biçki işçileri tarafından kurulan ve yaşantılarını daha iyi duruma getirmek için tüm işçileri örgütlemeye adanmış olan Çalışanların Şövalyeleri’ydi. 1886’ya gelindiğinde örgütün siyahları, kadınları, ücretlileri, tüccarları ve çiftçileri içeren yaklaşık 700.000 üyesi olmuştu. Buna karşın, Şövalyeler içindeki çeşitli gurupların çıkarları çok kez birbiriyle çatışıyordu. Şövalyeler 1880’lerin ortalarında Amerikalı milyoner Jay Gould’un sahibi bulunduğu demiryollarına karşı düzenlediği bir grevde başarılı ve 1886’daki bir ikincisinde başarısız oldu. Bundan sonra da üye sayısı hızla azaldı. 1881’de, Samuel Gompers adında bir puro yapımcısı göçmen ve önde gelen başka zanaatkarlar beş yıl sonra Amerikan İşçi Federasyonu (American Federation of Labor - AFL) adını alan bir işçi sendikaları federasyonu kurdular. Anılan örgüt yalnız ücretlileri barındırıyor ve üyeler mesleklerine göre sınıflandırılıyordu. Gompers AFL’in ilk başkanıydı. Yüksek ücret ve daha iyi çalışma koşulları elde etmeye yönelik pratik bir strateji uyguladı ve bahis konusu öncelikler giderek tüm işçi hareketi tarafından benimsendi. | ||
26-02-2007, 14:53 | #138 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| AFL’nin işçileri örgütleyen görevlileri işverenlerin yoğun direnişiyle karşılaştılar. Sorunları her işçiyle teker teker tartışmayı yeğleyen yöneticiler çok kez sendikalaşma yanlısı işçileri kovuyor ya da “kara liste”ye alıyorlardı (işe alınmamaları için diğer şirketlerle anlaşıyorlardı). Zaman zaman onlara sendikaya girmelerini yasaklayan ve “sarı köpek” (yellow dog) sözleşmeleri diye bilinen belgeler imzalatıyorlardı. 1880-1932 arasındaki yıllarda hükümet ve mahkemeler genellikle yönetimlerin tutumundan yana olmayı ya da en azından onlar karşısında tarafsız kalmayı yeğlediler. Hükümet de kamu düzeni adına grevi sona erdirmek amacıyla sık sık federal askerleri görevlendiriyordu. Söz konusu dönemde düzenlenen bazı grevler sırasında yöneticilerin kiraladığı kişilerle sendikalılar arasında çıkan çatışmalar ölümlere neden oldu. 1905’te Yüksek Mahkeme hükümetin işçilerin çalışma saatlerini sınırlayamayacağına karar verince işçi hareketi bir darbe yemiş oldu (Mahkeme böyle bir düzenlemenin işçilerin iş sözleşmesi yapma hakkını kısıtladığını bildirdi). İşçilerin herhangi bir sendikaya katılmaya zorlanamayacağına ilişkin “açık atölye” ilkesi de büyük sürtüşmelere neden oldu. Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde AFL’nin 5 milyon üyesi bulunuyordu. 1920’ler ise örgütleyiciler için verimli olmadı. Sözü edilen yıllar gönençliydi, bol iş vardı ve ücretler yükseliyordu. İşçiler sendika desteği bulunmadan da kendilerini güvende sayıyorlar ve yöneticiler tarafından ileri sürülen cömert personel politikalarının sendikalara karşı iyi bir alternatif oluşturduğu yolundaki iddiaları benimsiyorlardı. Buna karşın 1929’da Büyük Bunalım’ın patlak vermesiyle mutlu günler sona erdi. | ||
26-02-2007, 14:53 | #139 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| BÜYÜK BUNALIM VE SAVAŞ SONRASI ZAFERLERİ 1930’ların Büyük Bunalım’ının başlaması üzerine Amerikalıların sendikalara bakışı değişti. İşsizlik büyük boyutlara erişip AFL’nin üye sayısı 3 milyonun altına düştüyse de çalışanların sıkıntısı karşısında önemli bir duygusallık doğdu. Bunalım’ın en yoğun olduğu günlerde Amerikan işgücünün yaklaşık üçte biri işsiz kalmıştı ve bu durum on yıl önce tam istihdam yaşanan bir ülke için ürkütücü oluyordu. Başkan Franklin D.Roosevelt’in 1932’de seçilmesinden sonra hükümet işçilerin isteklerine daha olumlu bakmaya başladı ve giderek mahkemeler de buna katıldı. Kongre 1932’de ilk işçi yanlısı yasalardan biri olan Norris-LaGuardia yasasını kabul etti ve böylelikle sarı köpek sözleşmelerinin uygulanması engellendi. Yasa ayrıca federal mahkemelerin grevleri ve diğer işçi hareketlerini durdurmasına da son verdi. Roosevelt göreve başladıktan sonra işçilerin amaçlarını destekleyen önemli bazı yasalar çıkarılmasına çalıştı. 1935 tarihinde kabul edilen ve Wagner Yasası olarak bilinen Ulusal İş İlişkileri Yasası işçilere sendikalara katılma ve sendika temsilcileri aracılığıyla toplu pazarlık yapma hakkı tanıdı. Yasa ile uygunsuz istihdam yöntemleri uygulayanları cezalandırmak ve işçiler sendika kurmak istediklerinde seçim düzenlemek amacıyla bir Ulusal İş İlişkileri Kurulu da oluşturuluyordu. Kurul’un işverenleri sendika faaliyetlerine katıldıkları gerekçesiyle haksız olarak işten çıkarılan işçilerin birikmiş ücretlerini ödemeye zorlama yetkisi de vardı. Böyle bir destek üzerine sendika üyesi sayısı 1940 yılına gelindiğinde yaklaşık 9 milyona fırladı. Üye sayısının artması ise büyüme sancıları çekilmeden gerçekleşmedi. 1935 yılında AFL içindeki sekiz sendika otomobil ve çelik gibi seri imalat yapan endüstrilerde çalışan işçileri örgütlemek amacıyla bir kampanya başlatmak için Endüstriyel Örgütlenme Komitesi’ni (Committee for Industrial Organization - CIO) kurdular. Komite’nin destekçileri bir şirkette çalışan nitelikli ve niteliksiz işçilerinin tümünü birlikte örgütlemek istiyorlardı. AFL’de egemen olan ve endüstrilerde çalışanların mesleklerine göre sendikalaşmış kalmalarını yeğleyen meslek sendikaları niteliksiz ya da yarı nitelikli işçileri sendikalaştırma çabalarına karşı çıktı. Yine de Komite atılgan çalışmaları sonunda pek çok fabrikadaki işçileri sendikalaştırmayı başardı. AFL 1938’de CIO’yu kuran sendikaları üyelikten uzaklaştırdı. CIO hemen yeni bir isim altında kendi federasyonunu oluşturarak Endüstriyel Örgütler Kongresi’ni (Congress of Industrial Organizations) kurdu ve AFL’in en büyük rakibi konumuna geldi. | ||
26-02-2007, 14:53 | #140 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Birleşik Devletler İkinci Dünya Savaşı’na katıldıktan sonra ülkedeki anahtar sendikaların liderleri ulusun savunma üretimini grevlerle aksamayacaklarına söz verdiler. Hükümet de ücretleri kontrol altına aldı ve arttırmaları erteledi. Buna karşın sendikalar özellikle sağlık sigortası alanında önemli yan çıkarlar elde ettiler ve sendikaların üye sayısı hızla arttı. Savaş 1945’te bitince greve gitmeme vaadi de ortadan kalktı ve o güne kadar bastırılmış olan yüksek ücret talepleri patladı. Pek çok endüstride grevler yeniden başladı ve 1946’da iş bırakma olayları doruğa erişti. Çok kişi bu huzursuzluklara ve Wagner Yasası’yla sendikalara gereksiz ölçüde kazandırıldığını düşündükleri sendikal güce karşı büyük tepki gösterdi. Kongre 1947’de Başkan Truman’ın vetosuna karşın daha çok Taft-Hartley Yasası olarak bilinen İşçi İşveren İlişkileri Yasası’nı kabul etti. Yasa ile işverenler kadar sendikalar için de davranış standardları saptandı. Çalışanların işe başlamadan önce sendikalara katılmalarını gerektiren “kapalı atölye” uygulamalarını yasaklandı; işverenlere grevler nedeniyle uğradıkları zarar için sendikaları dava etme izni verildi; sendikalara greve gitmeden önce 60 günlük bir “durulma dönemi” uygulama zorunluluğu getirildi; kamu sağlık ve güvenliğini bozabilecek grevlerin denetimi için diğer özel kurallar konuldu. Taft-Hartley Yasası ayrıca sendikaların parasal durumlarının açıklamalarını istedi. İşçiler karşısındaki bu artan muhalefet nedeniyle AFL ve CIO aralarındaki kan davasını unuttular ve en sonunda 1955’te birleşip AFL-CIO örgütünü kurdular. AFL’in başkanı George Meany yeni oluşturulan örgütün başkanlığını üstlendi. 1962’de Başkan John F.Kennedy’nin federal hükümet çalışanlarına - grev hakkı dışında - örgütlenme ve toplu pazarlık yapma hakkı veren bir kararname yayınlamasıyla sendikalar yeni bir güç kazandılar. Eyaletler de buna benzer yasalar kabul ettiler ve bazılarında eyalet çalışanlarına grev hakkı bile verildi. Federal hükümet, eyalet hükümeti ve yere hükümet düzeyinde kamu çalışanları sendikaları hızla çoğaldı ve yüksek enflasyonun ücretleri önemli ölçüde kemirme tehdidi oluşunca 1970’lerde polisler, öğretmenler ve diğer kamu görevlileri pek çok eyalette ve kentte greve gittiler. 1960’larda ve 1970’lerde siyahlar, Meksikalı-Amerikalılar ve kadınlar arasında da sendika üyesi sayısı çoğaldı. İşçi liderleri çok kez en az para kazandıran işlerde çalışan bu guruplara daha yüksek ücret verilmesinin sağlanmasına yardımcı oldular. Sözgelimi, Meksikalı-Amerikalı işçi lideri Cesar E.Chavez California’daki çoğunluğu Meksikalı-Amerikalı olan göçmen işçileri ve diğer tarımsal işçileri örgütlemeye başladı ve günümüzün Amerika Birleşmiş Tarım İşçileri örgütünü kurdu. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |