Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Kimya (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=87)
-   -   Altın (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=19334)

imparator 24-01-2007 13:38

Altın
 
GİRİŞ
Binlerce yıldır hakkında en çok söylence çıkan, en güzel masallara, en güzel öykülere konu olan, en kanlı savaşlara yol açan şey hiç kuşkusuz, ışıltısı çağları aşıp bugünü aydınlatan altın... İnsanlık tarihinin belki de en önemli madeni. Nice büyük savaşlar, göçlere, ayrılmalara, birleşmelere neden olmuş, nice insanın, ulusun günahına girmiş sarı ışıltı. Yaklaşık 10 bin yıldır, madenlerle tanıştığı günden beri, altını biliyor insan ve o gün bugündür de bu tanışıklığı başına pek de hoş olmayan işler açmış.

NEDEN BU ALTIN TUTKUSU?

Altın, oldukça iyi fiziksel ve kimyasal özelliklere sahip bir metal. Hava ve sudan etkilenmediğinden yıllarca kararmadan, oksitlenmeden kalabiliyor, dövülmeye ve haddelenmeye çok elverişli olan altın, kolayca işlenebildiği için özellikle süs eşyalarında ve takılarda tercih ediliyor. Altının böylesine popüler olmasının diğer nedenleri de sülfürlenmeye ve oksitlenmeye karşı direnci, korozyon direnci, iyonlaşma serbestisi, diğer metallerle kolay alaşım yapabilmesi, yüksek elektrik ve ısı iletkenliği.

Her ne kadar, oksijenle, kükürtle ya da kuru halojenlerle tepkimeye girmese de, tepkimeye girdiği diğer elementlerle yaptığı alaşımlar nedeniyle hep alışık olduğumuz sarı renginin dışında başka renklerle de karşımıza çıkıyor. Bu kadar özelliğinin içinde bir tanesi var ki, onu bu kadar çekici kılan da bu: doğada oldukça az miktarda, ama neredeyse katışıksız halde bulunması.

Altını öteki metallerden ayıran diğer önemli bir özellik; başka hiç bir
metalin üretilen kütle göz önüne alındığında ardında bu kadar çok ve bu
kadar zehirli bir çevresel yük bırakmamasıdır.


ALTIN NEREDE BULUNUR?

Dünyadaki altın stoğunun yaklaşık 75000 ton olmasına karşın, her geçen gün yeni madenler aranıyor. Örneğin, 1980-1992 arasında dünya altın üretimi iki kat artmış. Altına olan talep bu derece yüksek olduğu için, ülkemizde de 1986’dan beri altın aramaları yoğunlaştı.

Türkiye’deki altın yatakları, altı grupta toplanıyor. Altın içeren masif sülfit yatakları bunlardan ilki. Denizaltında oluşmuş volkanik kayaçlarla birlikte bulunan bu tür yataklarda bakır, kurşun ve çinko üretimi esas. Bu arada bir yan ürün olarak da altın elde edilebiliyor. Ancak bu, bakırın elektrolizle saflaştırılmasıyla mümkün olabiliyor.

Epitermal yataklarsa, günümüzde ya da yakın geçmişte etkin olmuş sıcak su kaynaklarına bağlı olarak, çöküntü alanlarında ve çatlaklı bölgelerde değişikliğe uğramış ya da parçalanmış kayaçlar içinde kuvarslı damarlar, ağsı damarcıklı zonlar ya da saçınımlar olarak bulunuyorlar. Altınlı kuvars damarlarında , altın genellikle gözle görülebilir boyutta. Ağsı damarcıklı ve saçılmış taneli yataklarda ise, beş mikron gibi çok küçük boyutta bulunuyor. Gözle görülemediği için, bu yataklarda altının bulunması da zor oluyor.Bu tür yatakların aranmasında sıcak su kaynaklarının olduğu alanlar ve eski civa ve antimuan işletmelerinin yakınları öncelikli bölgeler olarak görülüyor.

Bir diğer yatak türüyse, ultramafik kayaçlarla ilişkili olanlar.Bu tür kayaçlar içinde civa, arsenik, kobalt, nikel ve altın cevherleşmesi bulunuyor. Altın 10-50 mikron boyutunda ince taneler halinde ve damarda dağılımı oldukça düzensiz.

Altın içeren skarnlar da altın yataklarından. Skarnlar, yerkabuğunun derinliklerine sokulum yapmış magmatik kayaçlarla, kireçtaşı ya da dolomit gibi karbonatlı kayaçların dokanaklarındaki başkalaşım kuşaklarında bulunuyorlar. Bakırca zengin olan yataklarda, altın üretilebilir düzeye ulaşabiliyor.

Güncel plaser altın yatakları, kumlar ve çakıllar içinde genellikle akarsu havzalarında bulunuyor. Bunlar aslında kovboy filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz sahnelerin gerçekleştiği yataklar. Altının boyutları, mikronlardan yumruk büyüklüğüne kadar değişebilir. Ayrıca yatak içindeki altın dağılımı da düzensizdir.

Sonuncusuysa, altın içeren porfiri yatakları. Bu yataklardan da altın, bakırın yan ürünü olarak elde ediliyor. Ancak, ülkemizdeki porfiri bakır yatakları çok düşük bakır tenörlü olduğundan günümüz koşullarında bu yataklardan altın elde etmek pek karlı değil.

REZERV VE POTANSİYEL

Altının yer kabuğundaki ortalama dağılımı 0.0048 gram/ton mertebesinde olup, bu konsantrasyonun tonda 1.5 gram değerini aştığı yerler “altın rezervi" olarak tanımlanır. Şu anda çıkarılmış, işlenmiş veya stoklanmış altının dünyadaki toplam miktarı 200.000 tondur. Şu anda insan oğlunun elinde mevcut metalik altın (sadece teknolojik amaçlı tüketilse) dünyaya 1000 yıl yetecek düzeydedir.

Altınla ilgili tartışmalar en başından, ülkemizin altın potansiyelinin ne kadar olduğundan başlıyor ve daha birçok noktada devam ediyor. Bilim adamları, altınla ilgili birçok konuda farklı görüşler tartışıyor. Elbette bu durum hepimizin kafasını karıştırıyor. Bir kısmı Türkiye’nin altın potansiyeli 6500 ton derken, bir kısmı bu sayıyı abartılı buluyor. Benzetme modellemesine göre yapılan bir çalışma sonucunda 6500 tona kadar bir potansiyel tahmin edilebilir diyenlere karşı, bunun ortalama 1500-3000 ton arası olabileceğini söyleyenler de var.

Gerçekte potansiyel konusu biraz tartışmalı olsa da rezerv konusunda hemen hemen görüş birliği sağlanmış durumda. Şu anda ülkemizin altın rezervi yani somut olarak MTA verileriyle yaklaşık 300 ton.

imparator 24-01-2007 13:39

ALTIN MADENCİLİĞİ


Maden arama genellikle pahalı bir iş; çok miktarda yatırım gerektiriyor. Örneğin, 2-3 yıllık bir arama programı için en az 1 milyon dolardan söz ediliyor. Ayrıca, bu tür yatırımlarda risk faktörü de çok yüksek olduğu için, ülkemizde daha çok yabancı sermaye bu işe gönüllü. Aramayı yapacak olan şirket ya da kuruluşun, öncelikle bir model oluşturması gerekiyor. Bu bir benzeşim modeli aslında. Bölgesel ve yerel ölçeklerde jeolojisi bilinen yatakların özellikleri, aramanın yapılacağı bölgeninkiyle karşılaştırılarak arama ölçütleri ve yöntemleri saptanıyor. Bu karşılaştırmayı yapmaksa, elbette yeterli bilgi birikimini gerektiriyor. Bunun yanında, ülkemizde aramalar sırasında örneklerin analiz edilebileceği laboratuar olanaklarının kısıtlı olması da, alınan örneklerin uzun sure beklemesine yada yurt dışına gönderilmesine neden oluyor. Bu da değerlendirme işlerini yavaşlatıyor.

Altın bulmak bir sorun, çıkarmaksa ayrı bir sorun. Diyelim ki bir altın yatağı bulduk. Madendeki altını nasıl çıkaracağımız yatağın özelliğine göre değişiyor. Eğer 75 mikrondan daha büyük altın tanecikleri söz konusuysa, gravite zenginleştirme; 44 mikrondan küçükse, bu defa da flotasyon (yüzdürme) denilen yöntemle altın elde edilmeye çalışılıyor. Gerçi bu büyüklükte altın kimsenin gözünden kaçmayacağı için, çoktan tükenmiş ve artık altın arayıcıları oluklu tavalarını rafa kaldırmışlardır.

Günümüzde ise dünyada en yaygın kullanılan yöntem siyanür liçi. Siyanür liçiyle altın, doğada bir arada bulunduğu diğer elementlerden ayrıştırılabilir. Altının siyanürde çözünebildiği ilk olarak 1846’da fark edilmiş ve 1887’de düşük tenörlü altın cevherine siyanürleme yöntemi uygulanmış. Halen dünya altın üretiminde %85 gibi bir oranda bu yönteme başvuruluyor. Siyanür, ton başına çok düşük miktarlarda altın barındıran cevherlerden altın elde etmek için kullanılıyor. Bu yöntemle altın elde edilmesinde, kırma-öğütme, siyanürleme, karbonla tutma, aktif karbondan sıyırma, elektroliz ve atıkların arıtılması aşamaları izleniyor. Amalgamasyon yöntemindeyse temel ilke, cıva ile çalkalanan altın parçacıklarının birbirlerine ve cıva kaplı bakır levhaya yapışması. Ancak, oldukça verimsiz olan bu yöntemde artık uygulanmıyor. Henüz endüstride kullanılmayan, ancak laboratuar test sonuçları merakla beklenen başka yöntemlerden de söz ediliyor. Özellikle siyanür korkusunu bastıracak, siyanürlemeye alternatif olacak bir yöntem, hem çevreciler hem de üreticilerce dört gözle bekleniyor.



ALTIN MADENCİLİĞİ VE ÇEVRESEL ETKİLERİ

Tüm dünyadaki altın madenlerinin yaklaşık %85’inde siyanür liçi yöntemi kullanılıyor. Ancak, bu madenlerin coğrafi konumları birbirinden farklı olabileceği için alınan önlemler hepsinde aynı olmayabiliyor. Bununla birlikte, uzmanlara göre yine de ilk aşamada dikkat edilmesi gereken noktalar hemen hemen benzer.

Öncelikle, sağlıklı bir çevresel etki değerlendirme raporunun gereği vurgulanıyor. Bu çevresel etkiler arasında, yüzey toprağının kaldırılması, ağaçların kesilmesi, oluşabilecek toprak kaymaları, patlatma işlemlerinin neden olabileceği çatlaklanma, tarım arazilerinin kullanımı, yerleşim alanlarının taşınması, yeraltı sularının kirlenmesi, flora ve faunanın bozulması gibi riskler sıralanıyor ve güvenlik önlemlerinin bu çerçevede oluşturulması isteniyor. Ayrıca, işletme çalışmaya başladıktan sonrada sürekli denetimi sağlayacak bir izleme planının gereğine işaret eden uzmanlar, planı uygulayacak teknik kadrolar yetiştirilmesinin, analizler ve denetimler için gerekli donanımın kurulmasının şart olduğu söyleniyor. Ne var ki bütün bunların başarıyla uygulanması bile, maden çıkarılıp, işletme kapatıldıktan sonra yapılması gerekenlerin göz ardı edilmesine gerekçe değil. İşletme kapatıldıktan sonra da sıvı ve katı atık depolama alanlarının, maden çalışmaya başlamadan önceki haline getirilmesi, yeniden doğaya kazandırılması gerektiğinin altı çiziliyor.

Bir grup bilim adamı, tüm bu önlemler için gerekli tesisin kurulması, üretim süreçlerinin çevre ve sağlık gereklerine uygun gerçekleştirilmesi ve denetimlerin yapılması durumunda bir altın madeninin, ne civarda yaşayan insanlara ne de floraya ve faunaya olumsuz etkisi olacağı görüşünde. Diğer bir grupsa ülkemizde denetim mekanizmasının her zaman sağlıklı işlemediğini ve küçük bir yanlışın sonuçlarının çok ağır olabileceğini söylüyor. Ayrıca, işletme kapatıldıktan, işletmeci şirket Türkiye’den gittikten sonra, atık depolarında oluşabilecek bir sızdırma ya da taşkının önlenmesini üstlenecek ve bu duruma müdahale edebilecek bir yetkili kurum ya da kuruluşun bulunamaması durumunda bunun sorumluluğunu kimin üstleneceğini de soruyorlar.

imparator 24-01-2007 13:39

ALTIN MADENCİLİĞİ VE HALK SAĞLIĞI


Dünyanın hemen her yerinde altın işletmeciliğinin gerekliliği ya da sakıncaları tartışılıyor. Bu tartışmaların bir yanında işletmeye konu olan yörelerde yaşayanlar, bazı bilim insanları ve sivil toplum insanları; karşı yanında işletmeci şirketler, yine bazı bilim insanları, bazı siyasetçiler, bir çok medyacı, az da olsa bazı sivil toplum örgütleri yer alıyor. İşletmelerin çevre sorunları yaratma etkisi, dünya ekonomisinde altının bir meta olarak değeri, vb belitler bir yana bırakıldığında tartışmaların çoğun insan sağlığı, daha da doğrusu siyanürün zararları çevresinde geliştiği görülüyor. Bu, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de böyle.
Bir yandan, dikkatler siyanürün zehirleyici etkisine, çoğu zaman toplu kıyımlarda, toplu intiharlarda kullanılmış oluşunun toplumsal bellekte bıraktığı olumsuz izlenime de çağrışımlar yapılarak, çekiliyor; bu tür işletmelerde ne yazık ki sık sık ortaya kazalarla siyanürlü akışkanların çevreye yayılışı ile hayvan ve bitki topluluklarına verilen zararlar göz önünde yaşanıyor; siyanürün insan sağlığına kısa sürede ya da ağır ağır gelişen öldürücü etkisi tartışılıyor. Bir yandan da, zehirlenmelerle ölümler içinde siyanürün yok mertebesinde göründüğü istatistikler, siyanürün doğada hızla parçalanıyor oluşu, toplumsal yaşamımızda bir çok başka kaynaktan doğaya altın işletmecilerinin saldığından daha çok siyanür salınışı, vb olgular karşı belitler olarak ileri sürülüyor.

Oysa, siyanür bu tür işletmelerde kullanılan biricik kimyasal değil ve siyanürün yarattığı doğrudan etkileme riskinden daha önemli tehlikenin, siyanürle altın işletme sürecinin doğal dengede bulunan bir çok mineralin parçalanması, kompleksleşmesi, daha tepkir durumda ortalığa salınması ya da buna açık bir biçimde büyük hacimlerle depolanması olduğu yeni yeni görülmeye ve araştırılmaya başlandı.

Elbette bu konuya daha çok eğilinmesi yaşanan olumsuzlukların itkisi ile oluyor. Siyanür ile altın işletmelerinin (daha önceden biniyor olsa da) kütlesel ve yaygın biçimde ortaya çıkması 1980’lerde oldu. Bu işletmelerin bazılarının çevreye olumsuz etkileri 80’lerin ortalarında yaşanmaya başladı. 80’lerin sonlarına doğru büyük işletmeler için gelişmiş ülkeler yerine geri kalmış ülkelerin seçilmeye başlandığı görüldü. 90’larda çevre ile uyumlu işletmeler öne çıkmaya başladı. Altın işletmelerinde çevre ve halk sağlığını gözeten işletmecilik ve kimyasal kullanımı doğrultusunda kurallar, standartlar ve kodlar ancak şimdilerde hazırlanıp yayılıyor. Bu arada neler olduğu da yeni yeni ortaya çıkmaya başladı.

1940’a kadar siyanürle işlem yapılmış olduğu bilinen ve 1974’ten bu yana terkedilmiş olan Kıbrıs Lefke’deki CMC Madeni ile ilgili bir araştırma başlattığına değinen Dr Enver Bıldır, “Bu konuda henüz sonuçlanmamış bir çalışmam var. İşe giriş numaralarına göre sıralanan 30 Kasım 1963 tarihli Karadağ yer altı madencileri listesini ele alan bu çalışma, henüz daha işin başında olmasına rağmen ürkütücü gerçeği gözler önüne sermektedir. Listedeki 1 numaralı isim Ali Kayımzade akciğer kanserinden ölmüş, 2 numaralı işçi Hüdaverdi Kasım ise kan kanserinden. İlk 15 işçiden ölüm nedenlerini bulabildiğim 10 işçinin 6’sı kanserden ölmüş. Kanser illetinden kırılan sadece madenciler olmadılar. Dört bir tarafı maden atıkları ile kirletilen Lefke’de yaşayan insanların tümü bu kirlilikten etkilenmiş ve etkilenmeye devam ediyor. Lefke Belediyesi 2000 yılı ölüm kayıtlarına göre bölgede ölümlerin yarısı kanser kaynaklı.”. bilgisini veriyor.

Dünyanın değişik yerlerinde, tartışılan yolla yapılan altın işletmelerinin insan sağlığına olan olumsuz etkileri üzerine çok sayıda çalışma yapılmış. Örneğin, Kanada Ontario Eyaleti’ndeki altın işletmelerinde çalışanlar üzerinde, bir kamu kuruluşu olan “Workers Compensation Board” için yapılmış üç ayrı araştırmanın sonuçlarına göre bu maden işletmelerinde çalışanların akciğer kanserinden ölme riskinin, aynı bölgede madende çalışmayanlara göre %40 daha yüksek olduğu (SMR 140), mide kanseri için böyle bir ilişkinin kurulamadığı, artan kanser riskinin yeraltında çalışanlarda ve ayrıca sigara içenlerde daha yüksek olduğu, bu risk artışının arsenik ya da radon gibi kanser yapıcı kimyasallardan mı yoksa silisli tozların solunmasından mı kaynaklandığına ilişkin güvenilir veri bulunamadığı bildirilmektedir.

imparator 24-01-2007 13:39

Altın madenleri çalışanları arasında akciğer kanserinden ölme riskinin yüksekliği başka araştırmalarla da belirlenmiş. Yine örneğin, Avustralya’da 14 yıl süre ile 1974 madenci üzerinde yapılan çalışmada SMR=140; Güney Afrikalı 3971 madenci üzerinde 9 yıl süre için yapılan çalışmada SMR=161; ABD Güney Dakota’da Lead Madeni’nde 14 yıl için SMR=370; Sovyetler Birliği’nde 27 yıl için RR=7.9 gibi yüksek riskler bulunmuştur.

Daha sonra 2000 Ocak ayı sonundaki kaza ile gündeme gelen Romanya Baia Mare bölgesindeki madenciliğin çevreye yaydığı kurşun, arsenik ve sülfürden ötürü, madenciliğin yaygın olduğu Marumares İlindeki iş hastalıklarının ülke ortalamasının iki katı olduğu; 1996’da 248 çalışanın zehirlendiği ve bunların yarısının Baia Mare’den olduğu; örneğin Phoenix işletmesi çalışanlarının %52’sinin kronik hasta oldukları da bildiriliyordu.

Bunlardan ötürü de tıp çevreleri ve hekimler geçmişte, siyanür kullanılarak altın işletmeciliği tartışmalarına etkili bir biçimde katıldı, bugün de katılmayı sürdürüyor.

Çevre İçin Hekimler Derneği, 13 Temmuz 2000’de yayınladığı ve Bergama-Ovacık işletmesine ilişkin TÜBİTAK Raporu’nu hazırlayanları kınadığı bir basın bülteninde “Siyanür büyük miktarlarda alındığı takdirde koma ve ölüme neden olan çok zehirli bir maddedir. Uzun süre ve hissedilemeyecek kadar düºük miktarlarda siyanüre maruz kalan kişilerde ise kan bozuklukları, kalp ağrısı, baş ağrısı, solunum güçlükleri, kusma, tiroid bezinde büyüme, yürüme bozuklukları, görme ve işitme bozuklukları ve diğer sinir sistemiyle ilgili bozukluklara rastlanabilir. Siyanür dışında çevreyi kirletecek ağır metallerin de başta kanser olmak üzere pek çok sağlık sorununa neden oldukları bilinmektedir.” görüşünü açıklamaktadır.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof Dr Fethi Doğan da İzmir’de düzenlenen bir Sempozyum’da sunduğu bildirisinde Bergama-Ovacık Altın Madeni’nin kanser insidansını kaçınılmaz olarak artırıcı ve birçok sistemik hastalığın doğmasına sebep olucu mekanizmasını tartışmıştır.

TÜBİTAK Raporu yayınlandıktan sonra sağlık disiplinleri arasında da çok tartışıldı. Türk Tabipler Birliği, TTB(2001) de yayınladığı ”Bergama Raporu”nda, TÜBİTAK Raporu’nu hazırlayanların arasında hiç hekim bulunmamasına karşın, siyanür ve atıklarının insan sağlığına etkisi konusunda ayrıntılı değerlendirmeler yapılışına dikkat çekildi. TÜBİTAK Raporu’nda, “siyanürün vücutta birikim göstermediği ve kanserojen olmadığı vurgulanmakta, yüksek dozda alınması durumunda yaratacağı toksik etkilerden bahsedilmekte, ancak uzun süre düşük doza maruz kalmakla yol açabileceği çok sayıda sağlık sorunundan raporun hiç bir yerinde söz edilmemektedir. Hatta Prof Orhon, kronik toksisitesi ile ilgili bilgi olmadığını bile söylemektedir. Oysa, siyanüre uzun süre düºük doz maruziyet, yani bu tesisin siyanür açısından yaratabileceği asıl önemli sorun, literatürde yeterince tartışılmıştır.” Bu uzun süreli düşük dozda maruziyete aslında, siyanür uzmanı olarak tanınan yayınlarına bu işletmeleri savunanların sık başvurduğu Mudder de; siyanür konusundaki bilinmeyenleri açığa çıkaran ve yalanlara muhalif tavrı ile dikkat çeken Moran da değiniyor.
TTB’nin ayrıntılı eleştiri raporu yayınlandıktan sonra bu kez, Türk Toksikoloji Derneği Başkanı Prof Dr Ali Esat Karakaya tarafından bir karşı rapor hazırlandı ve yayınlandı. Bu rapor, bir yandan Bergama’da altın işletmeciliğine hazırlanan firmanın web sayfasına alındı; bir yandan da ülkemizde bu tür işletmeciliğe karşı çıkanların Almanya’nın ajanı olduğu savlanan bir kitapta uzun bir alıntı ile kendisinden yararlanıldı. Konunun halk sağlığı ve sağlık risklerine ilişkin yanının yeterince anlaşılabilmesi için önce, TTB Raporu’nun ne dediğinin incelenmesinde yarar var.
“İNSAN SAĞLIĞINI ETKİLEYEBİLECEK UNSURLAR KONUSUNDA TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ GÖRÜŞÜ” başlıklı yayınında, TTB, önce risk kavramına halk sağlığı alanında çalışanların nasıl baktığını açıklıyor. Onlara göre, Risk, zarar görme olasılığı olarak tanımlanabilir. Çevresel kirleticilere bağlı olarak ortaya çıkan riskler, kirletici maddenin insan sağlığı ve doğa üzerinde yarattığı potansiyel tehlike ile insanın ve toplumun bu maddeyle karşılaşma olasılığının birlikte göz önünde bulundurulmasıyla değerlendirilebilir. Risk kavramı tehlike kavramıyla karıştırılmamalıdır. Risk, bir tehlikenin gerçekleşme olasılığının toplumsal düzeyde niceliksel olarak ifade edilmesidir.
Sıfır risk diye bir şey söz konusu değildir. Yani tehlike yaratan bir etken, toplumla karşılaşma şansı olduğu sürece risk oluşturur ve ancak riskin (etkenin yarattığı tehlike düzeyine ve bu karşılaşma şansının az ya da çok olmasına bağlı olarak) az ya da çok olmasından söz edilebilir. Buradan yola çıkılarak da toplumda kabul edilebilecek risk düzeyinden söz edilebilir. Bu düzey Batı ülkelerinde genellikle milyonda bir düzeyinin altıdır.
Sıfır riskin söz konusu olmadığı göz önünde bulundurularak her zaman koruma ilkesi (önlem ilkesi) işletilmelidir. Yani toplum üzerinde sağlık yönünden tehlike yaratan bir etkenin yaratacağı risk, etkene maruziyet olasılığı mümkün olan en düşük düzeye dek azaltılarak (olası ise maruziyet tümüyle ortadan kaldırılarak) en düşük düzeye çekilmelidir.
Öte yandan tehlikesiz olarak bilinen bir çok maddenin sağlık üzerinde zararlı etkisi olabileceği de unutulmamalıdır. Toksisitesi zayıf ve maruziyet olasılığı düşük bir maddenin zararlı etkilerini ortaya koymak son derece zordur. Bir etkenin zararlı etkisi esas olarak epidemiyolojik araştırmalarla ortaya konur. Ancak risk değerlendirmesinin birinci aşaması olan tehlikeli etkenin saptanması çok uzun zaman alabilir. Örneğin kanserojen olduğundan şüphe edilen bir maddenin etkisini görmek için 5-15 yıl beklemek gerekir.

imparator 24-01-2007 13:40

Riski yüksek maddelerin sağlık üzerine zararlı etkileri gerek mesleki maruziyetler nedeniyle, gerekse kazalardan sonra yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Günümüzde çevresel risklerin ortaya konulmasında zaman seri analizleri ve ekolojik araştırma yöntemleri de kullanılmaktadır. Hayvan deneyleri de zararlı etkiyi ortaya koymak için kullanılan bir diğer yöntemdir.
Çevreye bağlı risklerin değerlendirilmesinde düşük dozlara bağlı risklerin saptanması da güçlükler gösterir. Ayrıca maruziyetin tanımlanmasında kişisel faktörler de çevresel faktörler kadar önem taşır. Aynı dozda maruziyetin oluşturacağı sonuç yaş ve cinsiyete göre büyük farklar gösterebilir. Çocuklar, yaşlılar, hamileler gibi özel risk grupları tanımlanır.
Bu arada maruziyetin birikici olması, yani kümülatif maruziyet de önem taşır. Çok düşük bir düzeyde kirleticiye çok uzun yıllar boyunca maruz kalmak, bazen daha yüksek dozda ama çok kısa süreli maruziyetlere göre çok daha ciddi bir risk oluşturabilir. Maruziyetin kaynağından insanda toksik etki oluşmasına kadar geçilen ve incelenmesi gereken çok sayıda etap vardır. Bunlar arasında kaynağın kendisi, ortamda taşınması, başka maddelere dönüşümü, çevrede birikimi, vücut tarafından alınabilecek doz miktarı, temas şekli, alınan doz miktarı, biyolojik olarak etkili doz miktarı, hastalığın erken belirtileri ve hastalığın ortaya çıkması sayılabilir.
Çevresel kirleticilerin oluşturduğu sağlık riskleri, bu tanım ve ölçütlerden de anlaşılabildiği gibi, son derece fazla sayıda faktörle ilişkili ve karmaşık bir konudur. Kirletici maddeler için tanımlanan eşik değerler, riskin varlığı ya da yokluğunun ortaya konması için tek başlarına hiç bir anlam taşımazlar.
Eşik değer genellikle herhangi bir işlem sonucu ortaya çıkan, ya da doğada kendiliğinden bulunan kirleticilerin ortamda bulunan ve toplum için (ya da çeşitli insan toplulukları için) zararlı olmayacağı varsayılan miktarını gösterir. Eşik değerler toplum için ya da işyeri ortamı için değişiklikler gösterir. Genellikle zaman içinde maruziyetin yarattığı sağlık sorunlarının daha iyi tanımlanması ve maruziyeti azaltıcı önlemlerin gelişmesiyle de eşik değerler düşürülür. Çeşitli ülkelerde çeşitli kirleticiler için çok farklı eşik değerler verilmesi de bu değerlerin bilimsel olarak saptanmış ve risk oluşturmayan bir düzey olmaktan çok, ekonomik ve benzeri nedenlerle saptanan ve değiştirilen, yani çevre sağlığından çok çevre yönetimi disiplinini ilgilendiren bir düzey olduğunu düşündürür.
Ayrıca günümüzde insan sağlığı ve çevre için ileri derecede risk oluşturan pek çok maddenin, özellikle de kanserojen, mutajen ve teratojen etkilere sahip maddelerin eşik değeri "0" olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Radyasyon bunların içinde en iyi bilinen örnektir.
Kısaca bir kirleticinin eşik değeri, yani ortamda izin verilen en yüksek bulunma miktarı o düzeyin bütünüyle güvenli olduğunu ve hiç bir risk oluşturmadığını değil, sadece bu düzeyin hiç bir şekilde aşılmaması gerektiğini gösterir. Kaldı ki yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi maruz kalınan düzey maruziyetin yaratacağı riskin saptanmasında göz önünde bulundurulacak faktörlerden sadece bir tanesidir. Risk değerlendirilmesinde bu bilimsel ilkelerden hareket edilmesi zorunludur.”

Prof Karakaya’nın Raporu(2001)’nda da, hem Tübitak ve hem de TTB Raporları ele alınıp kıyaslandı. Karakaya’nın Raporu’ndaki bu kıyaslamanın Tübitak Raporu’na ilişkin övgülerine aşağıda ayrıca değinmek üzere şimdilik yalnızca TTB Raporu eleştirisine değinelim. Karakaya, TTB Raporu’nu öncelikle yazarlarının toksikolog olmayışlarından ötürü yerden yere vuruyor. Bu arada, aralarında bir pratisyen hekim bile bulunmayan bir kurulun hazırladığı Tübitak Raporu’nun, hem de hukukçu yazarın elinden çıkmış olan halk sağlığı değerlendirmelerini ise yere göğe koyamıyor. Karakaya, yukarıya alıntılanan risk kavramı üzerine değerlendirmelere pek değinmiyor. Değinmiyor ama, günlük alınabilecek siyanür miktarı ile ilgili eşik değer kavramı ve bunun belirlenişi ile ilgili ayrıntılı bilgiler verip, TTB Raporu’nun yazarlarını karacahillikle suçluyor. Zaten daha raporunun başında TTB Raporu’nun iki yazarının akademik yetersizlikleriyle ilgili olarak yaptığı araştırmanın sonuçlarını okuyucusuna sunuyor. Son derece düzgün ve etkileyici anlatımı, bilimsel sunum teknik ve biçimine uygunluğu ve yüksek nitelikli görünümü ile, etkileyici bir metin, Karakaya’nın Raporu. Ancak, satır araları dikkatle okunduğunda bir çok önemli hususun kıyısından dolaştığı görülüyor. Israrla, her kimyasalın belli bir dozdan sonra zehirleyici olabileceği ve bu nedenle bunun varlığına değil miktarına bakılması gerektiği yönünde okuyucusunu uyaran Toksikoloji Derneği Başkanı, bütün değinmelerini Bergama’daki atık barajına gönderilecek atığın sıvı fazındaki bileşenlerin miktarlarına yapıyor. Katı fazdaki bileşenleri hiç gündeme getirmiyor. Atık barajında sonsuza kadar bekletilecek olan katı ve sıvı fazların etkileşimi olasılığını irdelemiyor. Uzman hekimlerin halk sağlığı konusunda değerlendirme yapmalarını, toksikolog değiller diye bir türlü içine sindiremiyor ama, Tübitak Raporu’ndaki mühendislik değerlendirmelerini, “çoğunluğu konularında uluslararası düzeyde tanınmış bilim adamlarından oluşan komisyon, bilimsel metodolojiyi uygulayarak elde ettiği verileri değerlendirmiş ve karar verici organlara yol gösterici ve kamuoyunu aydınlatıcı net bir sonuca varmıştır” diyerek mühendislerin yeterliğini ölçme konusunda kendisini yetkin görebiliyor. Kısacası, Karakaya(2001)’nın raporunda yalnızca sıvı fazdaki atığın içindeki siyanürün hangi dozlarda olumsuz etkisinin olabileceği üzerinde duruluyor. Başka bir sakınca tartışılmıyor. Yazar için, gerek doğal ve gerekse denge koşulları değiştirilmiş ortamlarda çeşitli bileşenlerin işletme ve depolama koşullarındaki tepkimeleri, kimyasal değişim süreçleri ve bunların insan sağlığına yönelik olarak yaratabileceği toksik etkiler ve riskler, üzerinde durulacak konular değil. O yalnızca, belirlenmiş resmi limit değeri cetvelleri ve işletmecinin yaptığı bazı analizlerin sonuçları ile yetiniyor. Kendini bununla sınırlandırmaya razı olmayanları ise cahil görüyor.

imparator 24-01-2007 13:40

TTB’nin değerlendirmesi ise aşağıdaki ayrıntılarla sürüyor :

“SİYANÜR VE DİĞER KİMYASAL ATIKLARIN İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ:

Bergama-Ovacık altın madeni cevher içeriğinde altın ve gümüş dışında şu elementler bulunmaktadır: Arsenik, Antimon, Bakır, Cıva, Çinko, Kadmiyum, Krom, Kurşun, Kükürt. Atık bileşimi de bu maddeler ve bunlara ek olarak demir ve siyanürden oluşmaktadır. Halk sağlığı uzmanları, kamuoyunda çok konuşulan siyanürün yanı sıra ağır metallerin oluşturacağı riskler üzerinde de durmaktadır.
SİYANÜR: Siyanür, hidrojen siyanür (HCN), sodyum siyanür (NaCN) ve potasyum siyanür (KCN) gibi bileşikler halinde ya da serbest olarak bulunur. HCN, renksiz bir gazdır, keskin ve bayıltıcı, bademe benzer bir kokusu vardır. Beyaz katı maddeler olan sodyum ve potasyum siyanür ise nemli havada aynı keskin kokuyu yayar. Havada daha çok gaz formunda hidrojen siyanür olarak bulunan siyanür küçük miktarda ince toz partikülleri olarak da bulunabilir. HCN havada 1-3 yılda yarılanır. Su yüzeyinde bulunan siyanür de HCN formuna dönüşür ve buharlaşır. Siyanür yüksek konsantrasyonlarda toprak mikroorganizmaları için tok****** ve toprak yoluyla yeraltı sularına geçebilir. Siyanür havadan, içme sularından, toprağa değen cilt yoluyla ve siyanür bulaşmış yiyeceklerin yenmesi yoluyla vücuda alınabilir. Solunum yoluyla alınan siyanür kaynakları arasında sigara içimi, yangın dumanının solunması ve siyanür içeren atıkların depolandığı atık depolama alanlarının yakınındaki havanın solunması sayılabilir. Siyanür kullanılan işyerlerinde çalışan işçiler de siyanüre maruz kalma yönünden risk altındadırlar.
Solunum yoluyla alınan yüksek miktarda siyanür insan için son derece zararlıdır, kısa sürede beyin ve kalbi etkileyerek koma ve ölüme neden olur.
Düşük düzeyde siyanüre uzun süre maruz kalma sonunda solunum güçlükleri, kalp ağrısı, kusma, kan değişiklikleri, baş ağrısı ve tiroid bezinde büyüme ortaya çıkabilir. Besinlerle alınan yüksek miktarlardaki siyanür de yine solunum darlığı ve derin nefes alıp verme, konvülsiyon, bilinç kaybı ve ölümle sonuçlanır. Kanda siyanür düzeyi yüksek olan kişilerde ayrıca el ve ayak parmaklarında zayıflama, yürüme güçlüğü, görmede bozukluk, sağırlık, tiroid bezi fonksiyonlarında azalma görülebilir. Cilde siyanür teması irritasyon ve yaralar açılmasına neden olur. İnsanda gösterilememekle birlikte hayvan deneylerinde siyanürün doğumsal bozukluklara neden olabildiği ve üreme sisteminin etkilendiği gösterilmiştir.
Siyanürün insan ya da hayvanlar için kanserojen olduğuna dair bir bulgu yoktur.

Siyanür kan ve idrarda bazı tahlil yöntemleriyle saptanabilir. Ancak kısa sürede vücuttan uzaklaştırılabilmesi nedeniyle bu tahlillerin maruziyetten kısa bir süre sonra yapılması gerekir.

EPA'ya göre içme suyunda litrede 0,2 mg'ın (0,2 mg/l) üzerinde siyanür bulunamaz.

Rapor’da daha sonra arsenik, kadmiyum, krom, kurşun ve cıvanın toksisitesi üzerinde durulup bu tür işletmelerde varolan kaza riski vurgulanıyor. TTB Raporu’nde daha sonra bu tür işletmelerin sakıncalarına değinilirken,

“Hekimler insan sağlığını doğrudan ilgilendiren konuların yanı sıra çevreyi etkileyebilecek her türlü risk ve olası sonuçlarıyla da ilgilenirler.Doğanın dengesinin bozulması insan sağlığını da etkileyen sonuçlar doğurur. Bu yöntemde kullanılan siyanür, çevre ve insan sağlığı için ileri derecede tok******.
Cevherde altın ve gümüşün yanı sıra bulunan arsenik ve ağır metallerin atık bileşiminde büyük miktarlarda bulunması çevrede yaşayan insanların sağlığını doğrudan tehdit edebilecektir.
Bir insan hakkı olan çevre hakkı, gelecekte olabilecekleri de içerir. Uluslararası çevre hukuku metinlerinde de “risk” ve “olasılık” kavramları ele alınmaktadır. Çağdaş halk sağlığı anlayışında insanların hasta olmalarını beklemek yerine önlem almak ve olası riskleri ortadan kaldırmak geçerlidir. Kullanılacak bir yöntemin ya da maddenin insan sağlığı açısından risk oluşturması ve hastalık yapabilme olasılığının bulunması o yöntem veya maddenin kullanılmamasını gerektirir.
… insan sağlığını tehdit etme olasılığı bulunan ağır metallerle zehirlenme, uzun yıllar boyu yavaş bir süreçte gerçekleşebilir. Bu tür çevre sağlığı sorunlarına yol açan ağır metal vb. etkenlere bağlı kanser gibi hastalıkların oluşması bir anda olmaz ve ne tür etkiler oluştuğunu ölçmek çok zordur. Bu nedenle insan sağlığına zararı önceden bilinen madde veya yöntemlerin daha ilk başta ortamda olmaması koruyucu hekimlik açısından en doğru olanıdır.“
Bu tartışma sürerken, dünyada değişik yerlerde insanların zehirlenmesi, ölmesi sürüyor.

imparator 24-01-2007 13:40

Çarpıcı bir örnek te ülkemizden verilebilir. Bu tür tartışmalar gündeme geldiğinde sık sık örnek gösterilen ve siyanürle işlem yolu ile cevher kazanılan önemli bir işletme var : Kütahya’daki Gümüşköy İşletmesi. Bunun yanında ise bir köy, Dulkadirli. En az 800 yıllık geçmişi olduğu adından bile anlaşılan ve 1986 yılında Etibank’ın Kütahya’ya 35 km uzaklıktaGümüşköy’de KRUPP Firması ile ortak kurduğu siyanürle gümüş işletmesi ve atık barajı açıldığında 62 hanelik 293 nüfuslu olduğu bildirilen Dulkadirli köyünde yaşayanlar, 1993 yılında 12 haneye, şimdi ise 2 hanede 6 kişiye düşmüş durumda. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof Necla Özdemir’in bir yazışmasında o dönemde köyde yaz aylarında ortalama 200, kış aylarında da 100-130 arasında kişinin yaşadığı not ediliyor. Prof Özdemir’in bulgularına göre, Tavşanlı Kaymakamlığı Köy’ün nüfusunun 1980’de 190, 1985’te 209 ve 1990 yılında da 189 kişi olduğunu bildirmiş. Yazının yazılmasından önceki son on yılda köy nüfusuna kayıtlı olan ve Muhtarlık tarafından köyde yaşadığı bildirilen, 56 kişinin öldüğü belirlenmiş. Ölenlerin yakınlarının sözlü bildirimleri, ellerinde var olan hastane belgeleri ve hastanelerden sağlanan başka belgelere göre ölüm nedeni olarak belirlenen hastalıkların dökümü çarpıcı : 22 kişi çeşitli kanser türlerinden, 12 kişi kanser dışı kanser dışı hastalıklardan ve 22 kişi de belirlenemeyen nedenlerle ölmüş. 22 kanser ölümünden 18’i erkek ve 4’ü kadın. Bunların 10’u akciğer; 4’ü cilt; 1’i yemek borusu; 2’si mesane; 1’i beyin tümörü; 1’i prostat; 1’i tiroid ve 2’si ise yerleşimi belirlenemeyen kanser türlerinden ölmüş. Kanser dışı 12 ölüm için kafa içi kanama, kronik akciğer hastalığı, kalp enfarktüsü, vb hastalıklar belirlenmiş. İnceleme sırasında ise köyde akciğer kanseri olduğu öğrenilen 10 kişinin bütünü erkek. Bunlardan 5’i hastane belgeleri ile, biri de o sıradaki sağlık taramasında teşhis edilmiş. 10 akciğer kanserli hastanın 9’unun kronik sigara içici, bir bölümünün de bölgedeki maden arama galerilerinde çalışmış olduğu saptanmış.

Prof Özdemir’in çalışması sırasında köyde yapılan sağlık taramasında, 26 cilt bozukluğu; 67 tam ya da tama yakın diş kaybı; 23 gastroentestinal distress bulgusu; 12 hipertansiyon/ arterioskopik kalp hastalığı; 13 normalden büyük tiroid bezi; 8 kişide KOAH; 9 periferik damar hastalığı; 3 kalp kapak hastalığı; 5 kadında adet bozukluğu; 1 akciğer kanseri; 1 cilt kanseri kaygısı; … saptanmış.

Yaygın ve solunum yolları dışındaki organlarda da karşılaşılan kanser ölümleri ve terk nedeni ile boşalan köydeki sorunun nedeninin siyanür ile ilgili olmadığı savunulup, bu köye 10 km uzaktaki bir kaynaktan sağlanan sudaki arsenik içeriğinin 0.67 mg/l (ABD standartları 0.01mg/l ve dünya standartları 0.05 mg/l) oluşu ile açıklanmaktadır. Bu saptama, Prof Özdemir’in çalışması sırasında alınan örneklerin MTA Enstitüsü’nde yapılan analizlerine dayanılarak yapılmış. Prof Özdemir, sudaki arsenik ve konut sıvalarındaki kuvars tozunun dışında anlamlı bir kanser yapıcı etkenin görülemediğini söylüyor. Köyün su kaynağı daha sonra değiştirilmiş ve köylüler de sıvalarında kuvars tozu kullanmaz olmuşlar(!).

imparator 24-01-2007 13:41

Ne ki, bu arseniğin etkisini neden yüzyıllarca göstermeyip te, gümüş cevherinin siyanürle işletilmesini beklediğinin açıklanmasına yanaşan, pek yok. Oysa, kanser yaratıcı yanı çok iyi bilinen inorganik arseniğin altın işletmeleri çevresindeki yeraltı suyu ve havada asılı parçacıklarda nasıl zenginleştiği yakın zamanda yapılan birçok sempozyum ve workshopta sunulan çok sayıda bildiri ile örnekleniyor.

İnorganik arsenik doğada özellikle arsenopirit minerali şeklinde ve çok yaygın bulunuyor. Buysa, oldukça duraylı; pek çok çözücüden etkilenmiyor; ortamın asitliği ya da bazikliği onu parçalayamıyor. Bir tek zaafı var, nitrik asitle hızla çözülüyor.

Açık ortamlarda kullanılan siyanürün ise, ortam çok bazik değilse HCN şeklinde hızla atmosfere salındığı ve yarılanma ömrünün de laboratuar deney sonuçlarına göre, 9 ay dolayında olduğu bildiriliyor. Bu gaz, ya doğada ultraviyole ışınının etkisi ile yavaş yavaş, ya da Bergama’daki tesiste kurulan siyanür giderme tesislerinde hızla parçalandığında amonyak ve nitrit salınıyor, doğaya. İşte, Gümüşköy yöresinde o güne değin duraylı kalabilmiş olan arsenopiritin artık hızla çözülüp arseniğini çevreye salabilmesi için gerekli saldırgan kimyasallar bunlar, nitrik asite dönüşebilen gazlar!
Son birkaç yıl içinde kanser yapıcı arseniğin doğada serbest kalmasında altın işletmeciliği; özellikle de, siyanürün parçalanması sonunda çevre atmosferde azot oksitlerin çoğalması ve yağışlar sonunda, doğada çok duraylı olan arsenopiriti parçalayan nitrik asit zenginleşmesine neden oluşu konusuna daha çok ilgi gösterilmeye başlandığı görülüyor. USGS’in su kalitesine ilişkin çalışmaları kapsamında bir de Arsenik Çalışma Grubu var. Bu grubun web sayfasında da; Avrupa Komisyonu’nun “Orta ve Doğu Avrupa’da Arseniğe Maruziyet ve Kanser Riski” üzerine başlattığı projede de, BM Dünya Sağlık Örgütü’nün konuya ilişkin olarak başlattığı çalışmalarda da, başkalarında da artık kanser yapıcı yanı ile çok sakınılan arseniğin doğaya yayılmasının örnekleri arasında maden ve özellikle altın işletmelerinin çevresi de öne çıkmaya başladı. Son üç yıl içinde bu konuda yapılan workshop ve sempozyumlara sunulan bildirilerin içinde altın madenlerinin çevrelerine ilişkin olanların oranı oldukça büyük. Bazı şeyler yeni yeni ortaya çıkıyor!

imparator 24-01-2007 13:41

Yargı kararlarına karşı, yasa dışı deneme üretiminin sürdürüldüğü Ovacık Normandy altın işletmesinin çevresinde de, daha şimdiden olumsuz etkiler görülmeye başlandığına ilişkin haberler dolaşmaya başladı bile. Ovacık ve Çamköy’de geride kalan yıl hiç arı kalmadığı, bütün büyükbaş hayvan doğumlarının ölü ya da sakat olduğu, işletmenin bekçi köpeklerinin topluca öldüğü yolundaki bu söylentiler, ciddi bir araştırmayı gerektirir gibi değil mi?

Bunlar, açıkça bu tür işletmelerden kaynaklanan ya da öyle olduğu düşünülen sağlık sorunlarının yalnızca doğrudan ya da dolaylı olarak siyanüre bağlanabileceklerinin bir bölümü. Çevreye salınan silisli tozlar, ağır metaller ve bunları azdıran asit maden drenajına ilişkin halk sağlığı sorunları da ayrıca tartışılabilir.

Herhalde, bütün bu yaşananlar konusunda yerbilimcilerin de, halk sağlığı uzmanlarının da, toksikologların da söyleyecek bir şeyleri olmalı. Toksikolojinin de, sonunda insan sağlığının korunmasına hizmeti amaçlayan bir bilim dalı olduğu ve olması gerekenin toksikologlar ile halk sağlığı uzmanlarının birlikte saha araştırmalarına girişmesinin, yayınlanmış cetveller ile şirketlerin yaptırdığı analizleri kıyaslamaktan daha bilimsel olacağını düşünmek ve bunu beklemek herkesin hakkı.
Orada köyler var uzakta, bizim köylerimiz.
Onların başına gelenler bir gün bize de “çıkabilir”.
Farkına bile varamayız.
22 Şubat 2002'de Brüksel'de yapılan Avrupa’da Madencilik toplantısına katılan gönüllü kuruluşların basın bildirisi;

Sürdürülmekte olan madencilikte hükümet ve madencilik şirketlerinin düzenlemeleri toplumu, insan haklarını, çevreyi ve su kaynaklarını korumadığı açıklanıyor. Hazırlanan bu raporun Birleşmiş Milletler Çevre Programı UNEP' i bilgilendirmeyi amaçlamaktadır.

"Siyanür temelli madenciliğin sürdürülebilir olmadığını AB ne bildirmek istiyoruz. Çözülebilir siyanürün topluma ve çevreye zarar verdiği görülmüştür".

Çek Cumhuriyeti "Yeryüzü Dostları’ndan Vojtech Kotecky endüstrinin kendi kendini yasalaştırması yerine UNEP' in yaptırımlar getirmesi gerektiğini belirtiyor.

Madencilikte siyanür kullanılmasının kaldırılması gerektiği vurgulanarak ABD de Montana tarihindeki madencilik faaliyetlerinin zenginliği nedeniyle "Hazine Eyaleti" olarak bilinir. Ancak bugün Yurttaş insiyatifinin tepkisi nedeniyle açık maden ocaklarında siyanür kullanımı yasaklanmıştır. Türkiye ve Yunanistan'da mahkeme kararıyla siyanürle altın aramacılığı teklifi çevre ve insan sağlığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

"Mining Policy Centre" başkanı Stephen D'Esposito hem UNEP hem de AB halkı ve çevre sağlığını korumaktan uzak olduğunu belirterek toplum bakış açısının dikkatle harekete geçilmesi ve temelden değişiklikler yapılması gerektiğini dile getiriyor. Çözülebilir siyanür kullanımı konusunda AB ve UNEP' e jürinin sunduğu maddeler:

·Maden atıklarının diğer endüstriyel atıklarda olduğu gibi kimyasal ve endüstriyel atik kategorisinde yasalaştırılması;

·UNEP' in var olan çalışmalarının genelde endüstri bakış açısını taşıdığından halk, bağımsız inceleme ve izleme organlarına gerek duyuyor;

·Şu anki maden atıklarında siyanürün toksik atıklarının etkileri konusunda neler olduğunu bilmiyoruz.

·Madencilikteki Siyanür Liçi yönteminin atıklarının insana çevreye potansiyel etkileri gittikçe artmaktadır. Örneğin, lağım suları, kullanma sularının iyileştirilmesi ve diğer insan ve canlıların vücuduna giren maddelerde.


imparator 24-01-2007 13:41

TÜRKİYE’DE ALTIN MADENCİLİĞİ VE ETKİLERİ


Şu anda ülkemizin işletilmekte olan tek madeni olan Ovacık altın madeni, Bergama’nın hemen batısında, Ovacık, Çamköy ve Narlıca köylerinin ortasında yaklaşık 100 hektarlık bir alana kurulu. Belirlenmiş toplam altın ve gümüş rezervi 24’er ton. 2001 Mayıs ayından beri deneme üretimi yapılan madenden, bugüne değin 16 kg altın ve 16 kg da gümüş elde edilmiş. Madende çalışan 362 kişinin yaklaşık %80’i yöre insanı. Kimisi zaten hiç karşı çıkmamış madene, kimisi de şu ya da bu nedenle fikrini değiştirmiş.

Bergama’daki madenle ilgili birçok tartışılan nokta var. Bunlardan ilki, bölgedeki deprem riski. Kimi bilim insanları, Dikili-Bergama arasında, Kaynarca fayının bulunduğunu ve olası bir deprem sonrasında atık havuzu tabanında ya da yan duvarlarında oluşacak bir çatlağın tonlarca siyanürün ve ağır metal yüklü atığın yeraltı sularına karışacağını belirtiyorlar. 1939’da bölgede yaşanmış şiddetli depremin yineleneceği korkusuna karşılık, Prof. Dr. Aykut Barka ve arkadaşlarının raporunda, Bergama Grabeni’nin kontrol edildiği fay sistemlerinin en az Halosen’den beri aktif olmadığı ve dolayısıyla madendeki atık barajını tehlikeye sokacak önemli bir deprem oluşturma potansiyelinin bulunmadığı anlatılıyor. Ayrıca raporda, atık havuzunun deprem sırasında 0,6 g yer ivmesine dayanacak sağlamlıkta inşa edildiği belirtiliyor. Yine rapora göre, havuzun etkilenmesi ancak bu düzeyin üstündeki katastrofik bir depremin etkisiyle olabilir. ‘Bu durumda atık havuzundaki hasarın, insanlar ve diğer canlılar üzerindeki dolaylı etkisi, depremin yaratacağı doğrudan etkinin yanında ihmal edilebilir.’ deniyor.

Bergama – Ovacık altın madeninde, Bergamalı köylülerin yıllardır süren bu kaygıları sayesinde, alınması gereken uluslararası önlemlerin bile ötesinde çok ciddi önlemler alınmış, maden dünyanın en güvenli madenlerinden biri haline getirilmiş.

Ülkemizde altın madenciliği birçok yönüyle tartışıldı ve halen tartışılıyor. İnsanlık bu sarı ışıltının peşinden gitmeye devam ettiği sürece de tartışmalar kesileceğe benzemiyor.

1998 yılı Altıncı ayında, Narlıca Pınarköy, Çamköy ve Bergama Belediyesi adına Bergama Asliye Hukuk Hakimliğine yapılan başvuruda, Mahkemeden "Bergama İlçesinde Eurogold tarafından işletilmek istenen siyanürlü altın madeninin; maden sahasında üretim faaliyetlerinin ve şirketin yasal durumunun tespiti" istenmiştir.

Bergama Asliye Hukuk Hakimliği , 98/230 No'lu dosya ile görevlendirdiği, Prof. Dr.Gürel Nişli, Yrd.Doç. Dr. Ayhan Nuhoğlu , ve Orman Mühendisi Güven Çakır'dan oluşan bilirkişi heyeti 19.03.1999 günü maden sahasında yaptığı keşifin ardından yaptığı çalışma sonucunda hazırladığı tespit Rapor'unu Mahkemeye teslim etmiştir. Bergama Asliye Hukuk Hakimliği bu raporu 01.02.2000 günü aldığı kararla resmi Mahkeme belgesi haline getirmiştir.

Bilirkişi Heyetinin yaptığı tespitler, bugüne değini Bergama'da; bilimin hukukun, kamuoyunun tartıştığı bir çok konuya açıklık getirmektedir. Ayrıca bu resmi tespitler; bölgede yaşayan insanların can güvenliğinin ne denli tehlike içinde olduğunu sergilediği gibi, bir Hukuk Devleti sayılan Türkiye Cumhuriyetinde, bir yabancı şirket tarafından hukukun nasıl çiğnendiğini ortaya koymaktadır.

Bilirkişi tarafından yapılan tespitlerde, Eurugold'un ayan beyan suç işlediği açıkça ortaya konmaktadır.

1. Raporda yer alana: "Prosesin her an çalışır vaziyete geçebilecek durumda olduğu ancak keşif sırasında faaliyette bulunmadığı anlaşılmıştır. Kimi metal aksamın paslanmaya uğradığı belirtilmiş ve bu durum heyetimizce tespit edilmiºtir. Bu düzeyde korozyon'un (yani pasın) gözlenmesi kesikli üretim çalışmalarının yapılmış olabileceği sonucunu düşündürmektedir." İfadesi, mahkeme kararlarına, İzmir Valiliğinin ve Bergama Kaymakamlığının resmi tebligatına rağmen Eurogold firmasının altın madenini kesikli olarak çalıştırdığını, siyanür kullandığını, dolayısıyla altın ürettiğini: yasalara, yasaklara, mahkeme kararlarına karşı geldiğini açıkça göstermektedir.

imparator 24-01-2007 13:42

Bergamalılar 1997'deki Danıştay kararından sonra yaptığı açıklama ve çıkışlarda, Eurogold'un Bergama'yı terk etmesi gerektiğini, bu şirkete güvenilmeyeceğini, daha önce yaptığı gibi madeni yasa dışı bir şekilde çalıştırabileceğini, , yetkililerin maden alanındaki tel örgüleri söküp, Eurogold'u yöreden uzaklaştırmaları gerektiğini belirtmişti. Şimdi bu durum Mahkemenin tayin ettiği bilirkişi tarafından tespit edilmiştir. Eurogold'un Bergama'daki varlığının potansiyel bir tehlike olduğu bir kez daha belli olmuştur. Eurogold'un kaçak ürettiği altın bulunmalı, kaçak kullanılan siyanürün havaya ve suya karışması sonucunda olmuş olabilecek ölümlerin tespiti için, Sağlık Bakanlığı köylerde doğal kabul edilen ölümleri
inceleme altına almalıdır.


2. Bugün maden sahasında, Eurogold tarafından inşa edilmiş, Romanya'daki siyanür kazasına neden olan atık barajının benzeri bir "atık barajı" mevcuttur. Eurogold yetkilileri bu barajın çevre için tehlikeli olmayacağını (!) göstermek için bu baraja girip yüzerler. İçine ördek atıp resim çektirirler. Bergama Asliye Hukuk Mahkemesince tayin edilen Bilirkişi Heyetince hazırlanan Rapor'da: "423 dönümlük Orman arazisi için Eurogol'a verilen izinin 22.06.1997'de dolduğu", "bu sürenin uzatılmadığı", buna rağmen "bu arazinin Eurogold tarafından tel örgüyle çevrildiği", bu arazinin içinde "atık barajı mevcut olduğu", "6831 sayılı Orman Kanunun 17.Maddesi gereği izin irtifak hakkı verilen sahalar içinde olsa bile yapılacak olan her türlü bina ve tesisler için Orman Bakanlığından ayrıca izin alınması gerekirken, Bergama Orman İşletme Müdürlüğünün kayıtlarında her hangi bir izin talebi olmadığı gibi izinin verilmediği anlaşılmıştır" denmekte, Eurogold'un maden sahasını izinsiz olarak işgal ettiği, izinsiz olarak baraj inşaat ettiği açıkça tespit edilmiştir.

Bu verilerden de görülmektedir ki, Eurogold'un maden sahasında yaptığı koskoca baraj kaçaktır. Küçücük bir gecekonduyu görüp garibanın başına yıkan yetkililer, koskoca barajı acaba neden görmüyorlar ya da
görüyorlar da gereğini yapmıyorlar. Bergama'daki varlığı hukuk dışıdır ve ilgililerce bu kanunsuzluğa derhal son verilmelidir.


3. Romanya'daki atık barajı bilindiği gibi yağışlar sonucunda bendin yarılması, taşması sonucunda Avrupa'nın en büyük çevre felaketlerinden birine yol açmıştı.

Bilirkişi Raporu'nda benzer durumun Bergama için de söz konusu olabileceği açıkça görülmektedir. Rapor'da: " davacılarla yaptığımız mülakatlarda, aşırı yağışlarda barajın kapasitesinden fazla suya maruz kalarak taştığı, dolayısıyla fazla suyun tahliye edildiği, bu zamanlarda barajın kuzey doğu yönünde bir sızıntının var olduğu'nun açıklandığı" tespit edilmiş, ve bu durumla ilgili olarak "uzman kişilerin görüşlerine baş vurulması" önerilmiştir.

Söz konusu barajda binlerce ton zehirin depolanmak istendiği hatırlanırsa olayın korkunçluğu, Eurogold'un "benim teknolojim iyidir" türünden propagandalarını ne denli geçersiz olduğu bir kez daha görülür.

Yukarıda belirtilen hususlardan anlaşıldığı gibi, Bergama Asliye Hukuk Hakimliği tarafından tayin edilen Bilirkişi Heyeti Tarafından yapılan tespitlerde, Eurogold'un Bergama'daki varlığının Hukuk dışı olduğu,
suç işlediği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bergama ve yöresinde yaşayan on binlerce kişinin can güvenliğinin el an tehlike içinde bulunduğu açıktır.

Bergama'da kurulu bulunan ve "Pergamon Derneği" olarak anılan Çevre Koruma Kuruluşu, AVRUPA PARLAMENTOSU'nun 22.02.2000 tarihinde aldığı Romanya'daki siyanürlü çevre felaketine ilişkin kararı (Tam Tercüme) Türk Kamuoyunun bilgisine sunar:

"Avrupa Parlamentosu 22.02.2000 tarihinde aldığı kararla TUNA nehrindeki siyanür felaketini değerlendirdi. Bu kuruluşun BS-0164 no'lu kararında aşağıdaki hususlar saptandı: Avrupa Parlamentosu,

A- Romanya Devletinin REMİN şirketi ile Avustralya'nın Perth kentinde kurulu ESMERALDA şirketinin ortaklaşa sahip olduğu Romanya'daki AURUL altın madeninden çevreye yayılan siyanürlü atıkların yol açtığı çevresel, tarımsal ve toplumsal felaketten dolayı tüm Avrupa'ya alarm verir,

imparator 24-01-2007 13:42

B- Aşırı miktarda "siyanür" içeren 100.000 m3 suyun, Romanya'nın Somes ve Lepos, Macaristan'ın Tisza, Sırbistan ve Bulgaristan'ın Tuna nehirlerini kirlettiğini tespit eder,

C. Avrupa'nın en önemli sulak arazisi olan, 4.300 km2 genişliğindeki Tuna deltasının kirlilikten temizlenmesi gerektiğini kabul eder,

D. Suda normal düzeyden 700 kez daha fazla bulunan siyanür çok miktarda balığın, kuşun, sudaki diğer canlıların ölümüne neden olduğunu belirler,

E. Altın madenindeki siyanür kazasında sulara karışan "ağır metaller": doğal ekosistemin zarar görmesine; bio dönüşümün yok olmasına ; canlıların besin zincirinin , içme suyu ve tarımsal su kaynaklarının kirlenmesine yol açmış: Özellikle balıkçılar ve yerel turizmciler olmak üzere bölgede yaşayanları olumsuz bir biçimde etkilediğini saptar.

Avrupa Parlamentosu, bu gerekçelerle,

1. Bu çevre felaketinden etkilenen tüm ülkelere sempatisini sunar, dayanışma içine olduğunu açıklar,

2. Avrupa Birliği'ni, bu çevre felaketinden zarar gören ülkelere yardım etmeye davet eder; bilim dünyasını, çevreci grupları, Avrupa Birliğine bağlı kurumları, kirlenmiş çevrenin temizlenmesi için gereken yardımda bulunmaya çağırır,

3. Romanya'daki felakete neden olan siyanürlü madenin Avrupa Birliği'nde geçerli çevre koruma Standartlarına uygun olmadığını tespit eder, Romanya yetkililerini endüstride çevreye zarar vermeyen teknolojiler kullanmaya davet eder,

4. "Kirleten Öder" ilkesi gereğince, söz konusu felakete yol açan Romanya'daki AURUL madenini işleten şirketin, felaketten etkilenen alanların temizlenmesi ve ekolojik zararın ödenmesinden sorumlu olduğunu belirler,

5. Avrupa Topluluğuna katılmak isteyen aday ülkelerle Topluluğun yapacağı görüşmelerde; çevreye zarar vermeyen sanayi, çevrenin kirlenmesinin önlenmesi, tüketicinin korunması gibi hususlarda Avrupa Topluluğu kurallarına uyulmasının kabul edilmesini zorunlu kılar,

6. Avrupa Birliği ülkelerine, bu gibi çevre felaketlerinde acil yardım sağlamak amacıyla, sivil koruma grupları kurulmasını önerir,

7. Bu kararların uygulanmasını sağlamak için, Avrupa Parlamentosu Başkanlığını; kararların Avrupa Konseyine, Avrupa Komisyonuna, Romanya, Macaristan, Bulgaristan ve Yugoslavya hükümetlerine, AURUL ve ESMERALDA madencilik şirketlerine iletmesi için görevlendirir."

Konuyla ilgili olarak, Bergama'da kurulu bulunan ve "Pergamon Derneği" olarak anılan Çevre Koruma Kuruluşu ve Bergama Belediyesi eski Başkanı SEFA TAŞKIN şunları söylüyor: 10 yıldan bu yana Bergamlıların uyardığı olası siyanür felaketi sonunda Avrupa'yı zehirledi. Tuna'yı kirleten Avustralyalı ESMERALDA şirketi Bergama'daki EUROGOLD'un akrabası. Romanya'daki siyanürlü madenin teknolojisi ile Bergama'da kurulan istenen siyanürlü tesis aynı. Sonunda olaya Avrupa Parlamentosu el koydu. Aday ülkeleri siyanür konusunda uyarıyor. Bu teknoloji Avrupa standarlarına uygun değil diyor. Avrupa parlamentosu bile Bergama'yı 10 yıl arkadan izliyor. İnsanlık çevrenin yıkımına yol açan siyanür canavarına dayanışma içinde "dur" diyebilmelidir. Avrupa'da siyanürlü altın madenlerini yasaklamak için hazırlıklar yapılıyor. Bergama'da, Uşak Eşme'de, Gümüşhane'de, Çanakkale Çan'da, Artvin'de siyanürlü altın madenleri işletmek yasaklanmalıdır.

imparator 24-01-2007 13:42

KÖYLÜ NE DİYOR?


Pulat Bektaş, nam-ı değer profesör. Çamköy’ de yaşayan köylüler kendisine bu adı yakıştırmışlardır. Çamköy adına o konuşuyor madenle ilgili. Önce ülkenin kalkınması için madenlerin kesinlikle işletilmesi gerektiğini söylüyor. Sonra ekliyor, ‘Ancak, toprağa, insana, canlılara zarar vermeden, risk oluşturmadan!’ Profesör, yaşadıkları toprakların çok verimli olduğunu, bu nedenle çok değerli ve yerleşim yerlerinin de birbirine çok yakın olduğunu söylüyor. Bu nedenle de çıkarılan cevherin yerleşim yerlerinden uzak ve verimli olmayan arazilerde işlenmesini talep ediyor.

Kafasında şöyle bir soru var ‘Bilimde bir şey ya vardır ya da yoktur.Eğer bir kirlilik, zehirlenme, sızma ya da taşkın gibi bir olasılık varsa, o zaman risk de oluşmaz mı? Peki, biz yıllar boyunca bu riskle yaşamaya mecbur muyuz?’ Ama, köylülerin en çok içerledikleri şey, dediklerine göre devletin hiçbir görevlisinin kendilerini görmeye, bilgilendirmeye, onları bekleyen tehlikeleri ya da fırsatları anlatmaya gelmemiş olması. Bir istekleri var devletten: ‘Devletimiz buraya etüd çalışması yapmak üzere bir grup bilim adamı göndersin. Köylerimizin devletimize katkısı hesaplansın, bugüne kadar tarımdan elde ettiklerimiz, ödediğimiz vergiler, yarattığımız katma değer ve bundan sonra kazandıracaklarımız. Eğer burada çalıştırılan altın madenin sekiz yılda kazandıracağından azsa, biz tüm dünyadan gereken parayı toplar devletimize veririz.’

Civardaki köylerde teknolojik tarım yapılıyor. En büyük gelir kaynakları zeytin. Profesör bundan 50 yıl önce zeytinin yağını çıkarmak için kocaman değirmen taşını kol gücüyle çevirdiklerini, yıllar geçtikçe bu ilkel yöntemlerin yerlerini yeni ve teknolojik yöntemlere bıraktığını söylüyor. ‘Şimdi’ diyor Profesör, ‘Makinenin bir ucundan zeytini atıyoruz, öbür ucundan yağı çıkıyor. Bu maden de binlerce yıldır bu toprakların altında bekliyor. Acaba, zararsız bir yöntem bulunana kadar biraz daha beklese olmaz mı?’


imparator 24-01-2007 13:42

TARTIŞILAN MADEN

Bergama’daki madenle ilgili birçok tartışılan nokta var. Bunlardan ilki, bölgedeki deprem riski. Kimi bilim insanları, Dikili-Bergama arasında, Kaynarca fayının bulunduğunu ve olası bir deprem sonrasında atık havuzu tabanında ya da yan duvarlarında oluşacak bir çatlağın tonlarca siyanürün ve ağır metal yüklü atığın yeraltı sularına karışacağını belirtiyorlar. 1939’da bölgede yaşanmış şiddetli depremin yineleceği korkusuna karşılık, Prof. Dr. Aykut Barka ve arkadaşlarının raporunda, Bergama Grabeni’nin kontrol edildiği fay sistemlerinin en az Halosen’den beri aktif olmadığı ve dolayısıyla madendeki atık barajını tehlikeye sokacak önemli bir deprem oluşturma potansiyelinin bulunmadığı anlatılıyor. Ayrıca raporda, atık havuzunun deprem sırasında 0,6 g yer ivmesine dayanacak sağlamlıkta inşa edildiği belirtiliyor. Yine rapora göre, havuzun etkilenmesi ancak bu düzeyin üstündeki katastrofik bir depremin etkisiyle olabilir. ‘Bu durumda atık havuzundaki hasarın, insanlar ve diğer canlılar üzerindeki dolaylı etkisi, depremin yaratacağı doğrudan etkinin yanında ihmal edilebilir.’ deniyor.

Tartışmanın diğer ayağını atık barajı oluşturuyor. Bu konudaki bir görüşe göre, atık havuzuna serilen plastik örtünün geçirimsizliği tartışılmalı. Kaynakla birleştirilen örtüde delik ve yırtılma olmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyenler, örtüde bir sızdırma olması durumunda, havuzda depolanan ve birincil derecede kirletici olan siyanür ve ağır metallerin yeraltı sularına sızma olasılığı çok büyük. Bu görüşe karşı olanlarsa, havuzun inşasının DSİ kontrolünde gerçekleştirildiğini ve havuzda kullanılan kil astarın geçirimsizliğinin 0.00000007 ve plastik örtünün geçirimsizliğinin de 0.0000000001 olduğunu söylüyorlar. Ayrıca, bütün bunlara karşın bir sızdırma olması durumundaysa, atık havuzuna gönderilmeden önce de bir arıtmanın yapıldığını ve siyanürün siyanata ve metal iyonlarının da metal tuzlarına çevrilerek kararlı hale getirildiği için herhangi bir ciddi tehlike yaratmayacağını da ekliyorlar. Bunun yanında, siyanürün atık havuzuna <0.1 mg/l olarak boşaltılması ve doğal bozunma süreçleriyle tamamen ayrışması sonucu , serbest siyanürün toksik etkisinin ortadan kalktığı görüşünü de savunuyorlar.

Tartışılan kimyasal madde yalnızca siyanür değil elbette. Madendeki kayaçların yapısı içinde bulunan 2500 ton arsenik, 1500ton antimuan, 600ton kurşun ve yaklaşık aynı miktarda cıva,çinko ve kadmiyum aktif hale geçeceğini söyleyen bilim adamları, özellikle arseniğin çok ciddi sağlık sorunları yaratabileceğini söylüyorlar. 1993’te Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği, içme suyunda bulunabilecek arsenik derişimi 0.01mg/l. Buna karşılık, diğer görüş, madende işlenen cevherdeki toplam ağır metal içeriğinin benzer bir madendekine oranla çok daha düşük olduğu yolunda. Madenin güvenli olduğunu savunanlar ayrıca, cevherin yüksek alkali özelliğinin de metal bileşenlerinin çözünebildiği bir ortam yarattığını vurguluyorlar.

Bunlar uzayıp giden tartışmaların bir bölümü, elbette ki her iki tarafında birbirlerinin söylediklerine verilecek yanıtları hazır.
İNTERNETTEN MAKALELER
Ekonomi Kurtulacak çünkü;
"Bizde Altın Bol"
Başbakan sayın Bülent Ecevit'in büyük bir müjde verir gibi söylediği bu mealdeki sözler, konunun ayrıntılarını bilmeyenler veya buna aldırmayanlar için kuşkusuz çok iç ferahlatıcı sözlerdi en azından. Tabii değerli medyamızı dikkatle izleyenler, bu sözlerden önce yazılı ve görsel basınımızın harita ve araştırmalarını da gözden kaçırmamışlardı. Doğrusu bu küçücük bir ayrıntı ama bilirsiniz; gerçekler ayrıntılarda gizlidir.
Haydi hep beraber bu ayrıntılara bir kez daha göz atalım, "Al gözüm, seyreyle Salih" misali...
İnsanın onunla tanışması, 8 bin yıl geriye dayanıyor. Bir zamanlar elde edilişi kimyasal bir çaba gerektirmediğinden, belki de insanoğlunun metalik alet yapımında kullandığı ilk malzeme olan altın konsantrasyonunun tonda 1 grama ulaştığı yerler günümüzde "altın rezervi" sayılıyor.

imparator 24-01-2007 13:43

Günümüzde dünya üretimi yılda bin 600 ila iki bin 200 ton arasında değişiyor. Bunun sadece 150-200 tonu teknolojik amaçlı kaplamacılıkta ve birkaç kilogramı da ilaç yapımında kullanılıyor. Her yıl milli bankaların stoklarına ve özel kasalara giren miktar ise, 75-100 ton civarında. Kısaca yıllık altın üretiminin yüzde 85'i takı ve ziynet eşyasına dönüşmekte. Dünyada bu güne kadar çıkarılmış ve insanoğlunun elinde bulunan altının toplam miktarı 200 bin tonu bulmakta. Bunun 6 bin tonu (yani yüzde 3'ü) Türkiye'de.
İnsanoğlu hesabını kolay kolay veremeyecek
İnsanoğlu yüzde 90'ını bir zenginlik nişanesi, bir süs eşyası ve savaş durumlarında bir emniyet sübabı olarak kullandığı altın uğruna her yıl yarım milyar ton toprağı ve kayayı 600 milyon kilogram siyanüre bulayıp, tabiatın orta yerine bırakıvermenin hesabını kolay kolay veremeyecek. Çünkü şu anda insanoğlunun elinde mevcut metalik altın (sadece teknolojik amaçlı tüketilse) dünyaya bin-bin 500 yıl yetecek düzeyde.
O halde neden üretiliyor? Tamamen spekülatif amaçlı!.. Devlet olarak bastığınız paraya karşı altın stoklamak gereğini duyuyorsanız, banknotlarınızın değerini savaş durumunda garantiye almak istiyorsunuz demektir. Bu açıdan bakıldığında altın, bir savaş körükleyicisidir. Barış altına yaramamaktadır. Altın, parıltısını biraz da kana borçludur.
Altın iyi-kötü dünyanın her yerinde vardır. Burada önemli olan, kayaç içindeki altının tonda kaç gram olduğu değil bu işin politik açıdan hangi ülkede yapılabileceğidir.
Sayıları günümüzde 600'ü aşan çokuluslu altın şirketlerini doğuran ana firmaların sayısı 10'u geçmez. Ülkelerinde de sevilmezler. Aslında madenci olmadıkları halde maden yasalarının sağladığı kolaylıklardan yararlanmak için, tüm dünyada madenci postuna bürünerek gezen bu çokuluslu tekellerin sermayedar ülkeleri ABD, Kanada, Avustralya ve Güney Afrika Cumhuriyeti.
Bu, dört türev ülkeyi yaratan Avrupa'nın üç kabadayısı İngiltere, Almanya ve Fransa da, dünya altın pastasından paylarını elbette almaktalar. Dünyada altın çıkararak zengin olmuş hiçbir ülke yok! Çokuluslu altın tekelleri eliyle topraklarında altın üretimi yapılan 30 ülke var. Sayalım: Papua-Yeni Gine, Guyana, Etiopya, Gana, Gine, Mali, Fildişi Sahili, Mozambik, Namibya, Sudan, Zaire, Zambiya, Zimbabve, Hindistan, Endonezya, Malezya, Filipinler, Fiji, Kosta Rika, Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Honduras, Nikaragua, Brezilya, Arjantin, Bolivya, ªili, Kolombiya, Ekvator, Venezuela.
Muz Cumhuriyetindeki altın tükenmeye yüz tutunca, çokuluslu altın tekelleri, Kuzey Yarımküre'nin eski dünya'sında da eski alışkanlıkları sürdürüp, demokrasi ve insan haklarının topalladığı, hukukun üstünlüğü ilkesinin askıya alınabildiği ve keyfiliğin hüküm sürdüğü ülkeler aramaya koyuldular.
Bizde de, 1984 yılında çıkarılan 3213 sayılı, "Maden Teşvik Yasası", 1986 yılında çıkarılan, "Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası" ile pekiştirildi ve bu hukuksal alt yapı 1567 sayılı, "Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu" ile bütünleştirilince pek becerikli bir ebe çıktı ortaya!
Bu ebenin ellerine tam 24 bebek doğuverdi; yüzde 100 yabancı sermayeli 24 adet 'Türk şirketi' ve çok kısa zaman içinde bunlara 580 adet arama, 170 ön işletme ve 17 adet işletme ruhsatı verildi. Çokuluslu (daha doğrusu, ulussuz) bu altın şirketlerine tahsis edilen arazi yaklaşık 58 bin km2 tutmakta. Maden ruhsatlarının mülkiyet tapularından daha üstün ve istimlak yetkisiyle donatılmış olduğu göz önünde bulundurulursa, şu soruyu sormak gerekmez mi: Bu imtiyaz sözleºmeleri ikinci Sevr Anlaşması değilse, nedir?

imparator 24-01-2007 13:43

Devlet elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan
Oysa ne büyük 'vizyonları' vardı bu ruhsat ve izinleri verenlerin... İlk olarak, çokuluslu altın tekellerinin bu ülkede her istedikleri yeri eşmelerine, kirletmelerine, yeraltı zenginliklerinin keyfini çıkarmalarına göz yumulacak, ama bu vesile ile, nedenli misafirperver bir yatırım ülkesi olduğumuz yedi düvelin yabancı sermayesine ilanen duyurulmakla kalmayıp, bilfiil ispat etmiş olacak.
Ayrıca devletimiz, elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan oturduğu yerden para kazanacaktı. Çıkarılan altının yüzde 90'ından fazlasını götüreceklerdi. Ama yine de hiç olmazsa görünürde yüzde 5'i madencilik fonuna, yüzde 5'i de yerel yönetimlere vergi olarak bırakılacaktı.
Üstelik bu çokuluslu yabancı şirketler, altını arayıp bulmak (jeoloji), çıkarma (madencilik), cevheri iºletme (kimyasal metalurji), siyanür arıtma (avutma) ve siyanürlü çamur depolama (pislik) konusundaki 'yüksek teknolojilerini' ülkemize transfer edeceklerdi. Dahası, bu şirketler ülkemizin bilmem kaç insanına iş ve aş sağlayacaklardı. Gerçi bu istihdamların en uzun ömürlüsü taş çatlasa on yıl olacaktı, ama bu da hiç yoktan iyiydi.
"Vizyon sahipleri" yukarıdaki getiri hesaplarını yaptılar. Götürü hesaplarını yapmak ise "Türkiye'nin altın çağına girmesini istemeyenler" in payına düştü.
İki bacağı ile futbol oynayan Jardel'in sadece bir bacağı bile değil
Şimdi de "İstemezükçüler" hangi zenginlikleri tepiyor, bir görelim:
Tuprag Şirketi: Balıkesir-Havran'ın Küçükdere madeninde 6 yıl boyunca her yıl 1.3 ton, Eskişehir-Kaymaz'ın Sivrihisar madeninde 8 yıl boyunca her yıl 0.7 ton;

Eurogold Şirketi: Gümüşhane-Mastra madeninde 10 yıl boyunca her yıl 1.5 ton, Bergama-Ovacık madeninde 8 yıl boyunca her yıl 2.8 ton;
Cominco Şirketi: Artvin-Cerattepe madeninde 10 yıl boyunca her yıl 1.2 ton altın çıkarılacaktı.
Hepsi ne ediyor? Yılda 7.5 ton


Bugünkü değerden ne tutar? ˜70 milyon dolar Şirket beyanlarına göre üretim maliyetleri ne kadar? ˜53 milyon dolar Net kar ne? ˜17 milyon dolar Maden kanunu 15. maddesine göre Türkiye'ye bırakacakları servet (!) ne tutuyor? 1.7 milyon dolar Jardel'in transfer ücreti neydi? 28 milyon dolar
(Son sorunun yeri değildi, ama aklımıza geldi soruverdik!)
Evet, bu beş maden aynı anda faaliyete geçerse, her yıl ulusal bütçemize yapacakları katkı ile ne alabiliyoruz, gördünüz mü? İki bacağı ile futbol oynayan Jardel'in sadece bir bacağı bile değil. Üstelik adam keyfine göre canı isterse oynuyor, istemeze de ortadan kayboluyor. Ve sen uluslararası futbol camiası nezdinde hiçbir şey yapamıyorsun! Bu da işin bir başka acıtan yanı!
Neyse ki devlet büyüklerimiz bu durumu zamanında fark edip 580 arama ruhsatının 170 adedini ön-işletme ruhsatına çevirdiler. Bu ruhsat ve izinleri imzalayan siyasiler ve bürokratlar nasıl oldu da ülkemizin bu yolla zenginleşeceğine inandılar veya ikna edildiler, anlamak kolay değil!
TU Berlin International Dergisi'nin Mayıs 97 sayısında yayınlanan madenci sekiz bilim adamının ortak makalesinden bir alıntı da bu sırada iyi olacak;
"Gelişmekte olan ülkelerin altın madenciliğinden beklentileri hüsranla sonuçlanmaktadır. Çünkü gerek madeni işlemek için kurulacak olan sınai tesisinin ilk yatırım giderleri, gerekse işletme sarf malzemeleri (özellikle siyanür) için ödenen döviz miktarı ülkeye kalacak altının döviz getirisi ile baş başa gelir." Kısaca, bu sınai faaliyetten ev sahibi ülkeye bir tek şey kalır. Zehirli proses atıklar!
Hem sonra altın şirketlerinin siyanür üreticisi şirketlerle olan ortaklıklarını unutmamak gerek. Bu piyon şirketlerin arkasındaki büyük patronların kasasına giren kardan altının payı azalırsa, siyanürün payı artar. Bu şirketleri barındıran sermaye şemsiyesi altında ayrıca uranyum üreticileri, nükleer enerji şirketleri ve nükleer atık tüccarları da var. Günümüzde nükleer ve zehirli kimyasal atıkların bertaraf edilmesi, gelişmiş sanayilerin başındaki en büyük dert. Bu nedenle, atık barajları inşa eden, yer kabuğunda galeriler oyan, büyük çukurlar açan altın şirketleri, nükleer atıkçı şirketler için en çok değerli birer ortak ve bulunmaz birer nimet olmuyor mu?

imparator 24-01-2007 13:43

Ülkemizin durumuna bir de bu açıdan göz atalım
Bin yıldır madencilik yapılmış Anadolu dağlarında şu anda terk edilmiş yüzlerce kilometrelik galeriler ve tüneller var. Çoğunlukla insan yerleşiminden uzak bu yerler, Batılı atık tüccarlarının ağzını sulandırmakta. Kuş uçmaz kervan geçmez dağlarımızın önemli bir bölümünü ruhsat alanı olarak bu yabancılara emanet ettik. "Teknik malzeme" ya da "kimyasal madde" adı altında bu sondaj bölgelerine neyin nakledildiğini denetleyecek hiçbir kontrol mekanizmamız yok. Örneğin, Eurogold şirketinin 19,20 ve 21 Şubat 1998'de 3 tonunu kaçak olarak kullandığı 21 ton siyanürü ne zaman ve nereden gizlice getirdiğini görünüşe bakılırsa hiçbir resmi makam bilmiyor!


Altın madenciliğinde siyanüre bulanmış ve binlerce ton aktif ağır metal içeren çamurun depolanması için işletmenin bulunduğu yerde atık barajı yapılması, yani yüzlerce ve bazen binlerce dönüm alanın üstü açık bir tehlikeli atık deposu olarak kullanılması, hem mühendislik etiğine, hem de akla, mantığa ve insanların yaşam hakkına aykırı.
Çokuluslu altın tekellerine Türkiye'de lobicilik yapanlar, Türkçe'nin inceliklerinden de yararlanmayı ihmal etmediler. "Madenler bulundukları yerde çıkarılır ve işletilirler" gibi sözlerle kamuoyunu yanıltmaya çalıştılar. Konuya yabancı bir siyasetçi, bir bürokrat ya da sokaktaki adam maden işletmesi ile kimyasal-metalurji işletmesinin farkını nereden bilsin? Altın cevherini bulduğun yerde maden işletmesi kur, siyanürlü su ile öğüttüğün cevheri bir açık hava kimya fabrikasında düpedüz bir hidrometalurjik işleme tabi tut, sonra da "Ben kendi proses atığımı kendim bertaraf edeceğim." deyip siyanür ve siyanürün türevlerini içeren zehirli atığı hemen oracıkta toprağı oyarak inşa ettiğin baraja, yani üstü açık zararlı atık deposuna gönder! Bunun neresi "Entegre madencilik"?
Bu ülkede her sanayici ürettiği zararlı atığı bir plastik folyoya sarmalayıp bahçesine gömme hakkına sahip mi?
"Amerika'da nasıl yapılıyorsa, Türkiye'de de öyle yapılacaktır" demek hangi gelişmişliğin ölçüsüdür? ABD'de halen geçerli olan Maden Kanunu, 1872 yılında özellikle altın kazıcıların siyasi baskısıyla ve "Vahşi Batı'nın" yerleşime açılmasını sağlamak için başkan S. Grant döneminde çıkarılmış bir yasa. Science and Technology dergisi, "Altına hücum ülkeyi kirletiyor." diye yazıyor; Oregon Eyaleti Doğal Kaynaklar Konseyi, "Siyanür madenciliği, kirletilmiş çevreyi temizlemek için gelecekte süper paralar harcamayı gerektirecektir." saptamasında bulunuyor ve Senatör Dole Bumpers, "1872 yasası, çağı geçmiş kötü bir yasadır ve değiştirilmelidir." diyor. Şu anda kanun değişikliği teklifi Amerikan Senatosu'na gelmiş olup, başkan Clinton'un önündedir. ABD Çevre Koruma Ajansı EPA'nın 1992'de yayınladığı veriler, bu ülkede bulunan 900'ü aşkın siyanür barajından 800'ünün sızıntı yaptığını ortaya koymakta.
Bir de çevre değerlerinin görünenleri var; Örneğin Balıkesir'in Havran ilçesinde, Kaz Dağları ile Madra Dağları'nın ortasında yer alan ve "Zeytin Denizi" olarak bilinen vadide siyanürlü atık barajı yapmak için 300.000 zeytin ağacını kesme fikri hangi sağlıklı beyinden çıkabilir? Unutmamak gerekir ki bir ağacın fonksiyonel değeri, ilgili literatürde tomruk bedelinin 2.000 katı olarak verilmekte!
Risklerle dolu siyanürlü altın üretiminin yol açacağı kesin zararlar ve muhtemel kazalar sonucu neyi kaybettiğimizi nasıl bileceğiz? Ve kaybettiklerimizi hangi kriterlere göre fiyatlandıracağız?
Çanakkale-İzmir karayoluna sadece 50 metre mesafedeki Ovacık köyüne, Mastra ve Mescitli'nin sarp kayalıklarına veya Artvin'in uçurumlu yollarından Cerattepe'ye 8-10 yıl boyunca her hafta 10 ton siyanür ve kükürtdioksit taşıyan kamyon ve tankerlerin, trafiği malum bu ülkede kaza yapmayacaklarının garantisi nedir?

imparator 24-01-2007 13:44

Resmi ağızlar, işletilmesi düşünülen madenlerin rezerv miktarlarına ve terörüne ilişkin tüm rakamları çokuluslu şirketlerin verilerinden almakta. Yani başka bir deyişle, altın üretiminden Türkiye'ye vergi olarak bırakılacak payın miktarı bu şirketlerin beyanına ve vicdanına kalıyor! Götüreceğinin yanında getireceğinin sözü edilmeyecek bu altın macerası uğruna kaç il ve ilçeyi insanıyla, toprağıyla, ormanı ve canlısıyla feda etmeye hazırız?
Atık barajı konusunda gözden kaçırılan en önemli noktalardan biri de, siyanürlü çamur barajlarının stratejik birer hedef teşkil etmeleri. Yılda en az 100 bin metreküp taze su gereksinimi olan altın işletmeleri ya taban suyunun bol bulunduğu yerlerde ya da akarsu kenarlarında planlanmakta. Bu üstü açık zararlı atık depolarının askeri veya para-militer hedef olmaları durumunda, kentlerin içme suyundan mahrum kalması ve bu akarsuların ulaştığı tarım alanlarının yıllarca elden çıkması, tamiri ve tazmini mümkün olmayacak felaketler demek. Ulusal varlıklarımızı, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi biz düşünmezsek, elin siyanürcüsü düşünür mü?
Çok uluslu altın tekellerinin getireceği "İleri teknoloji"
Zaten eski çağlardan beri altının nerelerde çıkarıldığı biliniyor, gider orayı deşersiniz.
Bakın, Balıkesir-Havran'ın antik adı "Auralina" dır; altın ülkesi anlamına gelir. Bergama'da çok eski çağlardan beri altın çıkarılmış. Ünlü "Altın post" efsanesi Artvin dağlarında geçer. Gümüşhane'nin zaten adı üstünde... Bunlar sır değil. Bütün olay, sık sondajlarla cevher yatağının iyice netleşmesi. Günümüzde böyle bir olayın masrafı 1-2 milyon dolar civarında. Esas sorun, arama kademesinde böyle bir finansmanı seferber edecek yatırımcınızın olup olmaması.
Güney Afrika'da ve Avustralya'da işletilmekte olan altın madenlerinin pek çoğunda 4 bin metrenin altına inilmekte. Bin metreyi geçtiğinizde kayalar el değmeyecek kadar ısınır. Bu tür ocaklarda uygulanan maden çıkarma yöntemleri ve soğutma sistemleri gerçekten ileri teknoloji gerektirmekte. Oysa, ülkemize gelen yabancı şirketlerin inecekleri en derin nokta 184 metredir. Bir gökdelen inşaatında 70-80 metre temel kazıldığı göz önünde tutulursa, burada yapmak istediklerinin madencilik değil, dozer operatörlüğü olduğu söylenebilir.
Çokuluslu altın tekellerinin siyanürlü çözümlendirme tesisi kurma konusundaki bilgi, beceri ve teknolojilerini de ülkemiz mühendislerine "kaptırma" niyetleri yok gibi gözüküyor. Aksi halde hiçbir özelliği olmayan çelikten mamul ve Türkiye'deki pek çok sanayi çarşısında imal edilebilecek nitelikteki siyanür tanklarını yurt dışında yaptırmazlardı. Nakliye masrafı imalat masrafından daha yüksek olan bu tankların tek özelliği, karıştırıcı pervanelerinin lateks kaplı olması. Konveyörlerinden öğütücülerine kadar, tesisin her parçası yurt dışından getirildi.
Peki, hal böyleyken biz hala neyi tartışıyoruz öyleyse!..


Türkiye`de Saat: 08:36 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580