![]() |
Ey ölüm... Erkeksen burada çık karşıma... http://img294.imageshack.us/img294/1...umbnailbj4.jpg Ey ölüm... Erkeksen burada çık karşıma... Birkaç ay önce, hayatını değiştirmeye karar veriyor. Bir yelkenli ile bir Citroen Deux chevaux alıyor. Bir de köpek. Ver elini Bodrum. Rakı, balık, deniz vazgeçemediği keyifler. İnanılmaz, neşeli, dinamik ve diri biri. Hayatla ve kendisiyle dalga geçen biri. Küpe takmak istiyor. Çünkü onun için küpe, özgürlük, bağımsızlık demek. Bundan sonra yaşamak istediği hayatın simgesi. Artık başkaları için değil, sadece kendi dilediği gibi yaşamak istiyor. Saçını da at kuyruğu yapmak istiyor. Bir saçın o kadar uzaması, 3-4 yıl anlamına geliyor. Aslında yaşam süresini uzatabilmek için, saçını uzatmak istiyor. Bir günlük hayatı 3 günmüş gibi yaşıyor. Sabahları 6'da teknesinin kıçına oturuyor, güneşin doğuşunu seyrediyor, ne kadar muhteşem olduğunu yeniden keşfediyor. Her şeye ama her şeye farklı bir gözle bakıyor. Yapamadığı ne kadar çok şey varsa, yapmak istiyor... Neden? Çünkü 99'da bağırsak kanserine yakalanıyor, arkasından da kanser neredeyse bütün organlarına sıçrıyor. 6 ameliyat geçiriyor. Dalağı böbreği, ciğerlerinden biri ve karaciğerinin 5'te 4'ü alınıyor. Şu anda geride sadece bir akciğeri var. Ve kanser, ona da sıçramış durumda. "4 ay hastane odalarında yaşamaktansa, 2 ay burada Bodrum'da olmayı tercih ederim" diyor. Bütün tedavileri reddediyor. Ölüme meydan okuyor. "Ey ölüm, gel beni burada al kolaysa" diyor... Bu röportaj için sizi beklemek zorunda kaldım... Hangi meyhanedeydiniz... Ne yediniz? - Yusuf'un meyhanesindeydim, Bodrum'un en iyilerindendir. Tavsiye ederim. Karşıdaki balıkçıdan, balığı seçiyorsun, dilediğin gibi pişirtiyorsun. Aşçı Ağrılı ama sorun değil, çünkü balıkları Girit usulü pişiriyor. Parmaklarını yersin, o kadar nefis oluyor. Ben Kaya buğulama yedim. Kaya, buraya özgü, inatçı bir balık. Ben balığın bile inatçısını severim. Gider kayaların içinde saklanır, ölür ama yine de çıkmaz. İşte onun buğulamasını yedik. Bizzat gittim içeri baktım nasıl pişiriyorlar diye. Tabii ki defne yaprağını unutmadık, hafif bir zeytinyağı, domates, patates, sarmısak ve çok az soğan. Aman ha, kendi suyunda pişecek. İçine yarım bardak beyaz şarap da koyarsan, mükemmel olur... Peki ne içtiniz? - Sorulur mu? Herhalde rakı canım. Bodrum burası, Bodrum! Sizin için hayatın keyifleri neler? - İşini iyi yapmak, tekne, yelken, dostlar ve deniz tabii... Oldum olası iyi miydi deniz ile aranız.... - Yok, hayır. Ben Maraş'ın bir köyünde doğdum. Deniz yok, nehir yok, dere yok. Bir tek suların doldurduğu kanallar vardı. İlk gürül gürül akan suyu Ceyhan Nehri'nde gördüm. 10 yaşında filandım. Küçücük çocuklar tepelerden atlayıp yüzüyorlardı, bana da sordular: "Yüzme biliyor musun?" Utandım, bilmiyorum demeye. "Tabii" dedim ve bir ağaçtan suya atladım, sonra kendimi hatırladığımda bana suni tenefüs yapılıyordu... Peki deniz tutkunuz ne zaman başladı? - Ortaokulu ve liseyi İskenderun'da okudum. Denizi ilk defa 15 yaşında gördüm, şok oldum. Saatlerce denize baktım ve seyrettim. Yakın arkadaşlarım vardı. İşte onlarla fırtınalı havalarda sandallarla açılır, yelken yapmaya çalışırdık. Herkes teknesini karaya çıkarmaya çalışırken, biz küçücük sandalımızdaki suyu boşaltırdık. Gençlik işte. Taa o yıllardan beri, aşırı bir deniz tutkum var. Hayatım boyuncada deniz kenarında evler tuttum. Yeter ki, biraz da olsa denizin, gemilerin, teknelerin sesini duyabileyim... Bu arada bir de tekne almışsınız hayırlı olsun.... - Sağ olun. Birkaç ay evvel tamamen farklı bir hayat yaşamaya karar verdim. Daha doğrusu hayallerimi gerçekleştirmeye karar verdim. Hayatın en acımasız şeylerini yaşadım, şimdi de hayallerimi yaşıyorum. Var mı? Gittim kendime bir yelkenli satın aldım, bir de serseri arabası döşavo. Köpeğim de var. Kim tutar artık beni. Karım da yanımda, dostlarım da var. Artık Bodrum'da Allah ne kadar ömür verdiyse yaşayacağım. Ama istediğim gibi yaşayacağım... KİM UĞRAŞACAK ŞİMDİ BU KANSERLE Siz daha önce nasıl yaşıyordunuz ki? - Kafama göre yaşadığımı söyleyemem. Ben hep geleceğe yatırım yaptım. Zaten gazeteci adam nasıl yaşayacak? Bir sürü gerilim. Herhalde onlar beni fazlasıyla yıprattı. Mesleğimi hep çok sevdim ama sıkıntılarını da çektim. Haftanın 6 günü maç var, masaların üzerinde uyurduk, teknoloji nerede o zaman, en zor koşullarda haberleşirdik. Rahatlık yeni yeni oldu. Tabii bu arada ben ailemi çok ihmal ettim, çocuğum hastalandı onun yanına gidemedim. O zaman para yüzü de görmezdik. Bir gazeteci tekne alacak parayı nereden kazanacak? Sadece evin kirasını ver, mutfak masraflarını ver, kimseye muhtaç olma. Sonra, sonra biraz değişti. Tam mesleğin keyfini sürme yaşındayken de başıma bu hastalık geldi... İlk kanser teşhisi ne zaman, nasıl kondu? - 99'da annem Bodrum'da tatildeydi. Abime "Benim kalbim rahatsız, beni İstanbul'da doktora götür" diyor. Benim yanıma İstanbul'a geldi. Hemen gittik hastaneye, annem muayene oldu, testler yapıldı hiçbir sorun yok. Ben de hastaneye gelmişken, "Benim de bir problemim var" dedim, "Beşiktaş kampında top oynarken kıçımdan kan geldi..." "Futbol oynarken yırtılmış, sert hareket yapmışsın" dediler, "Bu gece hastanede kal, dikelim..." Fakat bir gariplik var, herkesin suratı bir karış. Yanlışlıkla odaya gelen temizlikçi söyledi, "Abi haberin yok mu? Sen kanser olmuşsun! Bağırsak kanseri..." Nasıl yani? Sonra karım ve oğlum kendini koyverdi. Herkes ağlıyor. Arkadaşlar gelmiş, aşağısı ağlama duvarı. "Bir dakika sakin olun kardeşim!" dedim. Onları sakinleştirmeye çalışıyorum ama bir taraftan da "6. kattayız, acaba atlasam da kurtulsam mı?" diyorum, kim uğraşacak şimdi kanserle?" Bir ara sabaha karşı odada yalnız kaldım, pencereyi açtım, tam karşımda bir camii var ve birden ezan okunmaya başlandı. Bu sanki bana bir mesajdı: "Bu canı sana Allah verdi, o geri alacak!" Pencereyi kapattım ve sonuna kadar savaşmaya karar verdim. Sonra? - Ameliyat oldum. 9 saat süren bir ameliyat. İyi de geçti. Tüm Türkiye'ye "Kanseri yendim" dedim. Gazeteye diziler yazdım. Acayip iyiyiz, mutluyuz. Bir yıl geçti, bende tuhaf bir şeyler var, sanki vücudum bakır gibi, geceleri iyi değilim, ayaklarım ağrıyor. Tekrar doktora gittim, "Bir senedir test yapılmadı mı?" dedi, "Hayır." "Gel bir bakalım." Testler bir yapıldı ki, durum felaket. Karaciğere sıçramış. Doktorun suratı allak bullak. "En iyi ihtimalle yaşama sürem nedir?" dedim. "6 ay" dedi. "Ameliyat?" "Valla, mucize olur, çünkü hastalığın sınırları aşmış." Karı koca çıktık dışarı Cerrahpaşa'da bahçede bir taşın üzerine oturduk. Karım bir sigara yaktı, "Bir tane de bana ver" dedim, tereddüt etti, çünkü sigarayı bırakmıştım, "Ulan zaten 6 ay ömür biçiyorlar. İçmesem kaç yazar?" dedim. Ama bir nefes aldım, "Hadi kalk, savaşa devam. İçmeyeceğim..." dedim. Sonra, karaciğerden akciğere sıçradı. Ben yine ölmedim. Akciğerimi aldılar, karaciğerimin 5'te 4'ünü aldılar. Sonra böbreğe sıçradı, sağ böbreği aldılar. Son durum şu: Tek akciğerim kaldı... Ve ona da sıçramasın mı? PORTAKAL ALIRKEN KIÇI KIRIK YAZAR OLDUM Çok fena, çok fena... - Ama hayat bu. Doktora gittim "Şansım ne?" dedim. "İyiyi mi kötüyü mü istiyorsun?" dedi. "Kötüyü söyle önce" deyince, "Yaşama şansın yüzde 1" dedi. "İyi ne peki?" "Yüzde 4." "Ne yapacağız?" "Savaşa devam." Kemoterapi oldum. Mucizeler yarattık, yüzde 80'e çıktı yaşama umudum, sonra birden tekrar kötüledim, 3 aylık bir kür daha yaptılar, "Son umudumuz bu" dediler. O arada, balkondan portakal alayım derken kalçamı kırdım. Ayağım kaydı, havada uçtum, kıçı kırık yazar oldum. Haydaaaa, yine ameliyat. 6 ay hastanede kaldıktan sonra, "Yeter!" dedim. Madem kanserimle ilgili de yapılabilecek bir şey yok artık, o zaman ver elini Bodrum... Şimdi bağrımı açtım, rüzgara karşı bekliyorum. 6 ay doktorlarla hastanede yaşamaktansa, 2 ay ben rakı balık ve dostlarımla yaşarım... 99'da kansere yakalandınız. Bu süre zarfında ne öğrendiniz? - Hayat o kadar güzelmiş ki, ben hayatın ne kadar değerli olduğunu anladım. Her gün yeni bir şey öğreniyorum, tatmadığım ne duygu varsa tatmaya çalışıyorum. Ufuk'u eleştiriyorlardı nasıl gidip hayvanları öldürüyor diye, ben onu en iyi anlayanlardan biriydim, çünkü ben de yapılabilecek ne varsa, çılgınca yapmak istiyorum. Beni mutlu edebilecek her şeyi keşfetmek istiyorum. Ben hayatımın en sağlıklı dönemlerinde bunları nasıl göremedim? Şimdi yelkenlimi açıp arkadaşlarımı gezdirirken, o kadar mutlu oluyorum ki. Bir günü 3 gün gibi yaşıyorum. Güneşin doğuşunu, batışını, dolunayı, balıkları, kuşları, rüzgarın, denizin sesini farklı algılıyorum. Rüzgarı hissediyorum. Rüzgarın yettiği yere kadar zaten. Rüzgar bittiği zaman yelken de iniyor.... Ufuk'un ölümü sizi çok mu sarstı? - E tabii. İki kanser türü var, pankreas ve akciğer, sonunda götürüyor. Onu yenen yok. Hep konuşuyorduk Ufuk'la. Ama ben zannediyordum ki, ikimiz de yeneceğiz. Ufuk savaşı kaybetti. O yüzden ben de buraya geldim. Dedim ki "Kanserle savaş alanımı kendim seçeyim. Düşmanımla kendi güçlü olduğum yerde savaşayım. En güçlü olduğum yer de burası, denizin üstü..." Tören-mören bir şey düşündünüz mü? - Tabii ki arkamdan neler konuşulacağını merak ediyorum. Dinleyemeyeceğim, orada olamayacağım için de üzgünüm. Ufuk'ta gördüm çünkü, cenaze günü arkasından ağlayanların yarısı, hayat boyu onun aleyhine konuşmuştu. Kesinlikle benim ölümümde de böyle olacak. Ama önemli değil... KİMMİŞ APTAL Ben tembel bir öğrenciydim. Düşünün matematiğim 1, liseyi bitiremiyorum. Matematik hocamızın adı Molla Bey'di. Bir gün elinde kırmızı boya okulun duvarına, "Bu okulun en aptal öğrencisi Kazım Kanat" yazdı. Kendimi nasıl kötü hissettim, anlatamam. Ama sağ olsun beni seven arkadaşlarım vardı, gece gündüz çalıştırdılar, matematikte okul birincisi olarak mezun oldum. Molla öğretmen, "Eğer sen bu okulu bitirebilirsen, ben bu yazıyı dilimle silerim" demişti. Bütün okul adamın bunu yapmasını istedi, çıktı sadece dilini değdirdi. Ama o da bir şeydi. Ben Molla Öğretmeni öldürmek için planlar yapmıştım. Motosikleti vardı, gizlice frenlerini boşaltacaktım ya da dinamit bağlamayı düşündüm, motoru çalıştırdığında havaya uçacaktı. Ama sonra fark ettim ki, o öğretmenin o yazısı, benim için hayatımın dönüm noktası oldu. O gün anladım, bir şeyi başarmak istiyorsan, çalışacaksın. Armut piş ağzıma düş yok... BIRAK KENDİLİĞİNDEN DÜŞSÜN Hayır teslim olmak yok. Ama yapılabilecek hiçbir şey de kalmadı. Adamın biri doktora gitmiş, "Neyim var?" demiş. "Frengi" demiş doktor. "Peki ne yapacaksınız?" "Keseceğiz." "Olur mu öyle şey" demiş. Bir başka doktora gitmiş, "Nedir durumum?" Yine "Frengi, keseceğiz." Başka bir doktora gitmiş, "Sen de mi keseceksin?" "Hayır, hayır" demiş, "Niye keseyim, harikasın." "Peki ne olacak?" "Merak etme, kendiliğinden düşecek..." Benim durumum da işte böyle... UĞURUM KARIMIN KOLYESİ İlk ameliyatta, karım boynundan kolyesini çıkarttı, koluma taktı, öbür tarafa gidiyorum ya, istiyor ki ondan bir şey olsun yanımda. Ameliyat çok iyi geçti, o kolye benim uğurum oldu. Bir tek ameliyatta takmadım, onda da az kalsın ölüyordum... ÖLÜMLE TANIŞIRIM Ölüm beni tanır, arkadaşım gibidir. Pek çok kez beni yoklamış, ama hep yanımdan teğet geçmiştir. Çocukken kamyon geçti üzerimden. Ben tam ortasında kaldım, mucize eseri bir şey olmadı. Sonra askerde paraşüt komandosuydum, paraşütü yanlış bağlamışım, öyle atlasam bittiydi, son anda fark edildi. 99'dan beri kanserim. Neredeyse, bütün organlarımı aldılar. Geriye bir akciğerim kaldı. Kanser ona da sıçradı. Hálá hayattayım. Bende oldum olası bir gariplik vardır yani. Röportaj: Ayşe Arman-Hürriyet |
acil şifalar diliyorum kazım kanat'a |
kazım usta inşallah bunuda talatacaktır. acil şifalar diliyorum. ondaki yaşama sevinciyle o uzun uzun yaşamayı fazlasıyla hakediyor. |
Kazım baba gönlümzdesin inş. bunuda atlatcan ama şunu unutmamak lazm ölümden korkmak aptalca EY ÖLÜM ERKEKSEN BURDA ÇIK KARŞIMA!!! bizi bırakma kazım baba :bawling: |
atlatacak,dualarımız kazım kanatla |
acil şifalar işi zor ama hayırlısı olsun resmen ölümden önceki son şeyleri yapıyor |
ya ne biçim yazmış çok kötü oldum .. allahım acil şifalar versin |
çok acı bi durum,inşallah iyileşir,Allah şifa versin... |
geçmiş olsun.. allah kimseye böyle hastalıklar varmesin öleceğini bilemek belkide beşiktaşın ilk maçını bile izlecek omalmak ve yaşamaya çalışmak |
yaşama sevinci ile dolu, bu zor zamanları da atlatacak,acil şifalar |
inşallah atlatıcak,dualrımız onunla,Allah acil şifalar versin... |
fener forumlarında bile destek var kazım kanata,biz de duyarsız kalmayalım,dualarımız onunla http://img238.imageshack.us/img238/5...8f76a7doa4.jpg |
Evet Kazım Kanat' a Allah acil şifalar versin. Umarım bu kezde atlatır. Dualarımız onunla... |
Kanseri deplasmana çağırdım Sekiz yıl önce kolon kanseri oldu. Gazeteci Kazım Kanat tıp dünyasını şaşırttı ve altı ay denilen ömrünü uzattı. Ama geçtiğimiz aylarda doktorlar ona artık şansının yüzde bire indiğini söyledi. O da bu kez farklı bir savaş taktiği geliştirdi. Kanseri hastane odasından teknesine çağırdı. Kanat, kanseriyle özel savaş taktiklerini anlattı..... * Biz sizin durumunuzdaki kanser hastalarını hastane odasında yatakta, etrafında yakınları ile görmeye alıştık. Siz ise teknede, denizde, mavi yolculuk yapan bir kanser hastası oldunuz; hastalığın formatını değiştirdiniz... Hayatımın hiçbir döneminde sıradan insan olmadım. Beni geçen gün koyda bulan eski bir asker arkadaşım, "Sen yedek subay okulunda askerliği çok ciddiye alan biriydin. Beni hep şaşırttın. Ama askerlik bittiği zaman arkana dönüp bakmadan gittin" dedi. Eğer ben çöpçü olsaydım mesleğimin en iyi çöpçüsü olmak isterdim, bunun için çalışırdım. Çünkü hayat felsefem bu. Hastalıkta da iyileşme konusunda herkesten farklı olmalıydım. Yani hastalığın beni yönetmesini değil, ben hastalığı yönetmek istedim. Geçen gün bu durumu bir okurum mükemmel analiz etmiş; 'sen kanserle savaşmıyorsun kanser seninle savaşıyor' diye mail atmış. İşte sorduğun sorunun büyüsü burada. Kanser benimle savaşıyor! KLASİK DEĞİLİM * Klasik hasta olmak daha kolay değil mi peki? Klasik hasta olsaydım şimdi ölmüştüm. Ben doktorlara mükemmel yardımcı oldum. Hem teşhis etmelerinde hem tedavilerinde... İlaçlı tedavi ve ameliyatlarda yardımcı olmak için doktorlarla sürekli tartıştım. Birçok doğru sonucu birlikte yakaladık. Yani doktorun karşısına geçip 'ben hastayım sen doktorsun, bu hastalığımı iyileştir' demedim. Bana hep doktorlar 'sen çok iyi hastasın' dedi. DOKTOR NEŞTERİ DÜŞÜRDÜ! * Bu tutumunuz doktorları şaşırtmadı mı? Şaşırttı ama hoşlarına gitti. Çünkü bu, doktorların da hata yapma şanslarını sıfıra indirdi. Onları üzecek hiçbir şey yapmadım. Kapris yapan huysuz bir ihtiyar olmadım. Onların moralini yüksek tuttum. Hastalığımın çözümü konusunda doktorlar karamsarlığa düştüğü zaman onların moralini ben yüksek tuttum; 'merak etmeyin iyileşeceğim moralinizi bozmayın' dedim. Ameliyata girerken onları neşelendirdim, güldürdüm. Son ameliyatıma girmeden önce doktorlar etrafımdayken 'Ben artık Fenerbahçeli olmak istiyorum" dedim. Doktorlar şaşırınca bu kez "Bu ameliyat başarısız geçerse bir Fenerli dünyadan gider" dedim. Doktorun elinden neşter düştü. Hastalığı da, iyileşmeyi de, ameliyatı da yaşamımda bir eğlenceye dönüştürdüm. Bunu yapmamış olsaydım etrafımdaki insanları mutsuz ederdim. Hastalık güzel bir şey değil. * İnsan böyle davranarak hasta olmayı öğreniyor mu peki? Hastalandığını ilk öğrendiğinde şok oluyorsun, elin titriyor, sinirleniyorsun. O an yalnız olduğunu hissediyorsun; yapayalnız, tek başına... Ben de önce öğrenmek istemedim, hep reddettim... Ama bu, çözümsüzlük oldu. Sonra hastalıkla yaşamayı öğrendim. Hastalıkla yaşamak ayrı bir şey ama hasta olduğunu öğrenmek, hastalığı kabullenmek anormal zor bir şey. O aşamada işte Tanrı'ya inanmak, sana bir gücün yardım ettiğini bilmek, insanların ve çevrenin dua ettiğini hissetmek çok önemlidir. Usta gazeteci Kazım Kanat yeni model bir kanser hastası... Onun gibi bir hastayla Türkiye belki de yeni karşılaşıyor. Daha önce tanınmış pek çok kanser hastasıyla röportaj yapmak için yola çıktım. Kanseri anlatsınlar, kanserde tedavi sürecinin insanı nasıl etkilediği konusunda mesajlar versinler istedim. Böylece onlardan sonra kanserle savaşacak olanlar daha donanımlı olabilirdi. Çoğu bu teklifi geri çevirdi. Kendilerince nedenleri vardı. Hasta olmayı kabullenemiyorlardı. Yakın çevreleri dışında hastalığı kimseyle paylaşmak istemiyorlardı. Ünlü yönetmen Ömer Kavur bir erkek olarak meme kanserine yakalanmıştı. Bu konuda tek kelime konuşmadı. Meme kanserinin erkekleri nasıl etkilediğini anlatabilirdi; yapmadı... SÖYLENECEK ÇOK ŞEY VAR Eşi de çok ünlü bir kanser cerrahı olan Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Füsun Sayek meme kanserine karşı başarısız bir mücadele verdi. Hastalığı ihmal etti, geç teşhis edildi, tedaviyi reddetti. Bu sırada tek kelime konuşmadı. Halbuki söyleyecek çok sözü vardı. Benzer psikolojide olanları kurtarabilirdi... İyileştiklerinde nazar değer, yeniden nükseder diye hastalıklarını gizlemeye çalışanlar oldu. Oysa kanser, üstü kapandıkça güçleniyordu. Doktorlar bile kanseri hastalarından öğreniyorlardı. Hastalar kanserle hayatlarının bir döneminde aniden karşılaşıyorlardı. Kimi işinin en tepe noktasındayken, kimi henüz yeni anne olduğunda, kimi yeni evlendiğinde... Çoğu hazırlıksızdı. Kanserin nasıl bir hastalık olduğunu keşfettiklerinde bazen çok geç oluyordu. KAZIM KANAT ÖNCÜ OLDU Kazım Kanat bu kısır döngüyü bozan kişidir. Kanser onu susturamadı! Hastalandı anlattı, tedavi oldu anlattı, neler hissettiğini paylaştı. Hasta olarak savaşını yazmakla kalmadı, her sorana söyledi. Onu diğer hastalar izledi; Nevval Sevindi, Filiz Akın, Meral Gökçaylı, Siren Ertan... Kanser onlar sayesinde gizemli hastalık olmaktan çıktı. Kazım Kanat, konuşan kanser hastalarının öncüsü olduğu için bazen eleştirildi; 'çok konuşuyor, neden bu kadar anlatıyor' dendi. Nedeni basit; çünkü gerekli, çünkü anlattıkları ilaçlar kadar önemli. Kanserle henüz karşılaşmamış olanlara, karşılaşanlara yol gösteriyor, rehber oluyor. O şimdi belki de bugüne kadar hiç konuşulmayan farklı bir döneminde. Doktorlar 'yüzde bir şansın var' diyor. Yüzde bire karşı savaş veriyor. O da biliyor ki kanserde iki kere iki her zaman dört etmiyor. Bunun peşinde...Bu hafta boyunca yayımlayacağımız yazı dizisinin her satırında bir hayat var, kanserle savaşmak için formüller var. Bence anlattıkları pek çok kişinin hayatını uzatacak... "Ben bir misyon yüklendim. Hastalığımı trajik hale getirip kimseye kendimi acındırmadım, bir şeylerin arkasına saklanmadım. Ben çok utangaç ve sıkılgan biriyim. Ama öyle bir misyon yüklendim ki bu hastalıktan ölmeye utanır oldum. Sanki ben ölürsem ve hastalığa teslim olursam; arkamdan milyonlarca insan ölecek gibi bir hisse kapıldım. Bir tiyatro oyunu, bir sahnede rol üstlenmek gibi... Ama milyonlarca hasta var; bana bir şey olursa onlar kendilerine bir şey olmuş sayacaklar. Onlar da sanki inanılmaz bir mutsuzluğa kapılacaklar. Ben bu yolda asla yalnız yürümüyorum. Önümde, arkamda, sağımda ve solumda milyonlarca insan var. Bebekler, üniversite gençleri, yaşlılar, yaşıtlarım var; kol kola yürüyoruz. Bir noktada ben fareli köyün kavalcısı gibiyim. 'Jan Dark, Cesur Yürek, Kahraman' gibi büyük yakıştırmalar yapıyorlar bana. Ben ise kendimi 'Fareli Köyün Kavalcısı' zannediyorum. Bu filmin sonunu ben de merak ediyorum." "Sekiz yıldır yaşıyorsam bu modern tıbbın eseri. Her şeyin temelinde modern tıp var. Ben bir anlamda cerrahların eseriyim. Vücudumun neredeyse yarısını kesip çöpe attılar. Ama artık kesilecek bir şey kalmadı. Ben modern tıbba arkamı dönüp 'bana ne' demedim. Doktorlardan izin aldım. Hastane atmosferinde inanılmaz moralim bozuldu. Dedim ki savaş alanımı değiştireyim. Hastalığa 'gel benim istediğim yerde savaşalım' dedim ve kanseri deplasmana çağırdım. Doğayla, çevreyle burada daha güçlüyüm. Artık doktorların da bana 'şunu yap' diyecekleri, yapabilecekleri bir şey kalmadı. Kemoterapi, akıllı bomba bende denendi. O dönem yüzde 1 olan şansımı yüzde 80'e çıktı. Şimdi ise şansımın yeniden yüzde 1'e düştüğünü söylediler. İlk defa köşeye sıkıştım. Oyundan zaman çalmaya çalışıyorum. İleride neyin keşfedileceğini kim bilir. Belki harika bir ilaç çıkar ve ben de kullanıp * Spor adamı olduğunuz için acaba yenmek ve yenilmek konusundaki tecrübe mi bu savaşta sizin işinize yaradı. Beşiktaşlı inadı etkili oldu mu? Bu hastalığımda en büyük desteği Beşiktaş'tan gördüm ama Fener ve Galatasaray da beni yalnız bırakmadı. Bu sportif bir direniş oldu. Beşiktaş benim hayat biçimimde en değerli yer. En çok eleştirdiğim Fenerbahçe camiası benim için internette siteler açtı. Fenerliler benim iyileşmemi istiyorlar. 'Sen yeter ki iyileş ve bizi kızdırmaya devam et' diye mesajlar gönderdiler. Geçen gün Bodrum'da yanıma genç bir karı-koca geldi ve "Sen iyileştiğin gün biz Beşiktaşlı olacağız" dediler. Hiç tanımadığım insanlar... Ben ne yaptım insanları bu kadar ağlatacak. Sadece gazeteciyim. Ama şimdi anlıyorum nedenini. Ne yaptım biliyor musunuz; hayatın güzelliğini gösterdim. Sağlıklı olmanın güzelliğini onlara gösterdim. Sağlıklı olduğu için Tanrı'ya teşekkür etmeleri gerektiğini onlara anlattım. 'Hasta olduğun zaman asla hastalığa teslim olma, mücadele et savaşı kazan' mesajı verdim. Hep 'senin mücadelen umut oldu' diyorlar. Ben yalnız değilim ki yanımda milyonlar var, Türkiye'de 70 milyon insan, 20 milyon hasta var. Ben acılar içinde mutluluğu yakaladım. Şu anki yaşadığım ortama bakın; dünyanın en güzel koylarına gidiyorum, hayal gibi bir teknem var ve hayattan keyif almaya çalışıyorum. Hastane köşelerinde ilaç saatini beklemiyorum. Doğa ve hayata bağlılık var benim için... |
şansı yüzde 1e inmiş ama o hala hayatın tadını çıkarıyor:( |
acil şifalar kazım kanatta:( |
yılmadan devam ediyo acil şifalar |
ACİL ŞİFALAR...ALLAH YARDIMCISI OLSUN :bawling: |
şu kanser belasından nefret ediyorum |
kim nefret etmiyo ki.. |
KAZIM KANAT geçmiş olsun üstad alemin en büyük beşiktaşlı spor yazarı allah acil şifalar versin STADINDAN DÖNSÜN YÜZÜM ÖLÜNCE SEVEMEZSEM SENİ KAN AĞLASIN İKİ GÖLÜM ÖLÜNCE SEVEMEZSEM SENİ KARTALIM EN BÜYÜK AŞK BEŞİKTAŞK |
| Türkiye`de Saat: 15:10 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2