![]() |
Necİp Fazil KisakÜrek KÖŞesİ Necip Fazıl Kısakürek (1905- 1983) 1905 yılının 25 Mayıs'ında İstanbul'da doğdu. Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyükbabasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. Maraş’lı bir soydan gelen şair, ilk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Heybeliada’daki Bahriye Mektebin'de (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin pek çok ünlüleri vardı: Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aşki gibi... İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris'te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Robert Koleji, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı (1939-43). Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı. Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü. Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatının en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır. Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergilerle düşünce hayatımıza kattığı zenginlik ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi (1936,17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ve kimi zaman da bulunan bahanelerle birkaç yılda bir hapse mahkum oldu. Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır. Sık sık kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferaslarla büyük ilgi topladı. Başta İdeologya Örgüsü (1959) olmak üzere düşünce eserleriyle kültür hayatımıza verdiği büyük hizmet, diğer tüm yönlerini bile geride bırakacak üstünlüktedir. 1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır. Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılının (doğduğu gün olan) 25 Mayıs'ında vefat etti. |
Ayrılık Vakti Akşamı getiren sesleri dinle Dinle de gönlümü alıver gitsin Saçlarımdan tutup kor gözlerinle Yaşlı gözlerime dalıver gitsin Güneşle köye in, beni bırak da Küçüle, küçüle kaybol ırakta Su yolu dönerken arkana bak da Köşede bir lahza kalıver gitsin Ümidim yılların seline düştü Saçının en titrek teline düştü Kuru yaprak gibi eline düştü İstersen rüzgara salıver gitsin. |
Aynalar Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik; İşte yakalandık, kelepçelendik! Çıktınız umulmaz anda karşıma, Başımın tokmağı indi başıma. Suratımda her suç bir ayrı imza, Benmişim kendime en büyük ceza! Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme! Acı, hapsettiğin sefil gölgeme! Nur topu günlerin kanına girdim. Kutsi emaneti yedim, bitirdim. Doğmaz güneşlere bağlandı vade; Dişlerinde, köpek nefsin, irade. Günah, günah, hasad yerinde demet; Merhamet, suçumdan aşkın merhamet! Olur mu, dünyaya indirsem kepenk: Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk? Çıkamam, aynalar, aynalar zindan. Bakamam, aynada, aynada vicdan; Beni beklemeyin, o bir hevesti; Gelemem, aynalar yolumu kesti. ______________________ |
Ölünün Odası Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş; Yerde çıplak bir gömlek, korkusundan dirilmiş. Sütbeyaz duvarlarda, çivilerin gölgesi; Artık ne bir çıtırtı, ne de bir ayak sesi... Yatıyor yatağında, dimdik, upuzun, ölü; Üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü. Bezin üstünde, ayak parmaklarının izi; Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi. Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana; Gözleri renkli bir cam, mıhlı ahşap tavana. Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var; Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar. Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an; Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan. Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm; Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm… |
Beklenen Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar, Ne de şeytan bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni, Gelme, artık neye yarar? |
Bekleyen Sen, kaçan bir ürkek ceylansın dağda, Ben, peşine düşmüş bir canavarım! İstersen dünyayı çağır imdada; Sen varsın dünyada, bir de ben varım! Seni korkutacak geçtiğin yollar, Arkandan gelecek hep ayak sesim. Sarıp vücudunu belirsiz kollar, Enseni yakacak ateş nefesim. Kimsesiz odanda kış geceleri, İçin ürperdiği demler beni an! De ki: Odur sarsan pencereleri, De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran! Göğsümden havaya kattığım zehir, Solduracak bir gül gibi ömrünü. Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir, Bana kalacaksın yine son günü. Ölürsün... Kapanır yollar geriye; Ben mezarla sırdaş olur, beklerim. Varılmaz hayale işaret diye Toprağında bir taş olur, beklerim... |
Çile Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birden bire dam. Gök devrildi, künde üstüne künde... Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! Dediklerin çıktı ihtiyar bacı! Sonsuzluk elinde bir mavi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı. Ateşten zehrini tattım bu okun. Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum değdi burnuna (yok)un. Kustum, öz ağzımdan kafatasımı. Bir bardak su gibi çalkandı dünya; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk, Al sana hakikat , al sana rüya! İşte akıllılık , işte sarhoşluk! Ensemin örsünde bir demir balyoz Kapandım yatağa son çare diye. Bir kanlı şafakta , bana çil horoz Yepyeni bir dünya etti hediye. Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamanı vehim. Bütün bir kainat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim. Nesin sen , hakikat olsan da çekil! Yetiş körlük , yetiş takma gözde cam! Otursun yerine , bende her şekil; Vatanım, sevgilim , dostum ve hocam! |
Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın . Benliğim kazan ve aklım kepçe, Deliler köyünden bir menzil aşkın Her fikir içimde bir çifte kelepçe. Niçin küçülüyor eşya uzakta ? Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ? Zamanın raksı ne , bu yuvarlakta? Sonu varmış , onu öğrensem asıl ? Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap, Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selâm , selam sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük. Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci kat gök, esrarını aç! Annemin duası, düşte perde ol! Bir asâ kes bana , ihtiyar ağaç. Uyku katillerin bile çeşmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak Teselli pınarı , sabır memesi; Size şerbet , bana kum dolu çanak. Bu mu rüyalarda içtiğim cinnet, Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş , şehvet; Karınca sarayı , kupkuru kelle.... Akrep , nokta nokta ruhumu sokmuş. Mevsimden mevsime girdim böylece Gördüm ki , ateşte cımbızda yokmuş. Fikir çilesinden büyük işkence. |
Evet her şey ben de bir gizli düğüm Ne ölüm terleri döktüm , nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesafelerden! Ufuk bir tilkidir , kaçak ve kurnaz. Yollar bir yumaktır, uzun dolaşık Her gece rüyamı yazan sihirbaz, Tütüyor önümde mavi bir ışık. Büyücü büyücü ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman nedir inimde ? Camdan keskin , kıldan ince kılıcın, Bir zehirli kıymık gibi beynimde. Lügat , bir isim ver bana halimden ; Herkesin bildiği dilden bir isim! Eski esvaplarım tutun elimden Aynalar söyleyin bana ben kimim? Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa, Arzı boynunuzda taşıyan öküz? Bela mimarının seçtiği arsa ; Hayattan muhacir , eşyadan öksüz? Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerreciğim ki , Arş ' a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı! Ne yalanlarda var , ne hakikatta . Gözümü yumdukça gördüğüm nakış Boşuna gezmişim, yok tabiatta. İçimdeki kadar iniş ve çıkış. |
Gece hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin. Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmiş zamanın , hem geleceğin. Açıl susam açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mavera dede. Yandı sırça saray, ilahi yapı Binbir avizeyle uçsuz maddede. Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik Ve çevre çevre nur , çevre çevre nur. İçiçe mimari , içiçe benlik Bildim seni ey Rab , bilinmez meşhur! Nizam köpürüyor, med vakti deniz Nizam köpürüyor,ta çenemde su. Suda bir gizli yol, pırıltılı iz Suda ezel fikri ebed duygusu. Kaçır beni ahenk , al beni birlik Artık barınamam gölge varlıkta Ver cüceye , onun olsun şairlik Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta Öteler öteler, gayemin malı Mesafe ekinim , zaman madenim Gökte samanyolu benim olmalı ; Dipsizlik gölünde , inciler benim. Diz çök ey zorlu nefs , önümde diz çök Heybem hayat dolu , deste ve yumak Sen bütün dalların birleştiği kök Biricik meselem , sonsuza varmak. |
Canım İstanbul Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım... İstanbul, İstanbul... Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?.. Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet... O manayı bul da bul! İlle İstanbul'da bul! İstanbul, İstanbul... Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir "Katibim"i... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul... Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sümbül kokan Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... |
Azgin Deniz Hangi hissin parmagi dokundu ki, derine, Düstü bir gizli alev salkimi icerine? Hangi kabus basti ki, seni uykularinda, Birdenbire cehennem kaynadi sularinda? Örtüldü bastan basa tenin beyaz bir terle, Duman duman yayilan incecik köpüklerle. Hangi dert kaldi, söyle, bagrina üsüsmeyen, Hangi ölüm sarkisi, bu dilinden düsmeyen? Hangi öfkeyle yüzün, böyle karisti yer yer, Sana yan mi baktilar, bir sey mi söylediler? Bir sey dinleme artik, artik birsey dinleme! Cagir, bütün günahkar ruhlari cehenneme! Karsina, sahil, kaya, insan kim cikarsa vur! Vur basina, alemde, kör, sagir, ne varsa vur! Sal her taraftan, dagdan, gökten, pencereden sal! Nihayet kala kala dünyada tek kisi kal! Necip Fazıl Kısakürek |
Otel Odalarında Bir merhamettir yanan, daracık odaların İsli lambalarında, isli lambalarında. Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış, Küflü aylarında, küflü aynalarında. Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam, Kırık masalarında, kırık masalarında. Bir sırrı sürüklüyor terlikler tıpır tıpır, İzbe sofralarında, izbe sofralarında. Atıyor sızıların çıplak duvarda nabzı, Çivi yaralarında, çivi yaralarında. Duyuluyor zamanın tahtayı kemirdiği Tavan aralarında, tavan aralarında. Ağlayın, aşinasız, sessiz can verenlere, Otel odalarında, otel odalarında. |
Zindan Mehmed'e Mektup Zindan iki hece.Mehmed'im lafta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de, geri adam, boynunda yafta... Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! Kavuşmak mı?... Belki... Daha ölmedim! Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli. Bu yol da tutuktur hapse düşeli... Git ve gel... Yüz adım...Bin yıllık konak. Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! Bir âlem ki, gökler boru içinde! Akıl, olmazların zoru içinde Üstüste sorular soru içinde: Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu? Bir idamlık Ali vardı,asıldı; Kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil... Müdür bey dert dinler, bugün "maruzat"! Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat... Beni Allah tutmuş, kim eder azat? Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem... Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem! Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil; Sayım var, maltada hizaya dizil! Tek yekun içinde yazıl ve çizil! İnsanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik, mintanlarla et. Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... Yalnız seccademin yönünde şefkât; Beni kimsecikler okşamaz madem; Öp beni alnımdan, sen öp seccadem! Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; Köpük köpük, duman duman erisin! Peykeler, duvara mıhlı peykeler; Duvarda, başlardan yağlı lekeler. Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler... Duvar, katil duvar, yolumu biçtin! Kanla dolu sünger... Beynimi içtin! Sükut...Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez dünyadan nazar. Yerinde mi acep, ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? Güneşe göç var da ,kalan biz miyiz? Ses demir, su demir ve ekmek demir... İstersen demirde muhali kemir, Ne gelir ki elden, kader bu, emir... Garip pencerecik, küçük, daracık; Dünyaya kapalı, Allaha açık. Dua, dua, eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış... Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu; İplik ki incecik, örer boşluğu. Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş; Karanlığında nur, yeniden doğuş.... Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş! Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin! Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! |
Destan Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden, Çekiyor tebeşirle yekun hattını afet; Alevler içinde ev, üst katında ziyafet! Durum diye bir laf var, buyurun size durum; Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum! Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey. Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey, Utanırdı burnunu göstermekten sütninem, Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem. Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina; Evde cinayet, tramvay arabasında zina! Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil; Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil! Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu: Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu! Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama, Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma! Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan! Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan! Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa! Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz; Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz. Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilaç; Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilaç. Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan; Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan! Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde; Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde! Mezarda kan terliyor babamın iskeleti; Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti? Ah! küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp! |
http://img338.imageshack.us/img338/1332/yollar0xy.jpg Kaldırımlar Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa karışan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum. Kara gözler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler... Üstüme camlarını, hep simsiyah dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum. Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları. Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi... Başını bir gayeye satmış kahramanlar gibi, Etinle, kemiğinle, sokakların malısın! Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi, Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın! Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri, Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında. Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri; Onun taşı erimiş, senin kafatasında. İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; Sükut gibi münzevi, çığlık gibi hürsünüz. Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz. Yağız atlı süvari, koştur atını, koştur! Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları. Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur, Ne senin anladığın kadar, kaldırımları. Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece, Vecd içinde başı dik, hayâlini sürükler. Simsiyah gözlerine, bir an, gözüm değince, Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime, der. Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de, Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp. Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de, Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp. Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım; Onu bir başkasına ram oluyor sanırım, Görsem pencerelerde, soyunan bir karaltı. Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan; Bana rahat bir döşek serince yerin altı, Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan. |
SAÇLARIN Saçların çırılçıplak omuzlarından aksın Mermer üzerinden geçen su gibi. İçinde engin bir his duyacaksın Yaz vaktinin gündüz uykusu gibi. Saç tel tel, örtüler hep tül tül düşer Gözümün değdiği yerlere gül düşer Sonunda sana da bir gönül düşer Gölümün şimdiki duygusu gibi. Dillerde dökülüp sayılır saçın Sıcak nefeslerle bayılır saçın Bir tütsüdür, kalbe yayılır saçın Kararan gözlerin buğusu gibi. |
Dağlarda Şarkı Söyle Al eline bir değnek Tırman dağlara şöyle Şehir farksız olsun tek Mukavvadan bir köyle Uzasan göğe ersen Cücesin şehirde sen Bir dev olmak istersen Dağlarda şarkı söyle ______________________ |
Gençliğe Hitabe Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... 'Zaman bendedir ve mekân bana emanettir! ' şuurunda bir gençlik... Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet.. Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'an'ında 'belhümadal - hayvandan aşağı' dediği cücetaklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü? .... Son yarım asır! .. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle,madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedi helake mahkumiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören...Bunları,yükseltici aşk, sürün dürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözle yen bir gençlik... Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'ya tay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik... Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının,evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik... Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik... Emekçiye 'Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın.! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismar cılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ' diyecek... Kapitaliste ise 'Allah buyruğunu ve Resul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazıma dıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına,vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik... Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını,her sistem ve mez hebe ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin,İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âle mine ve bütüıı insanlığa model teşkil edecek bir gençlik... 'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik... Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette usule, stratejiye uygun bir gençlik... Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta, ak sütün için deki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık made niyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik... Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı,dema gog politikacısı,çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı,takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi,mümin zindanı mâbedi,temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu sava şı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik... Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi cepleri nizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'na sıl' ını ve 'ne idüğü' nü her haliyle gösterecek bir gençlik... Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu,hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezâyı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düş manlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir genç lik... İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi,billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerîmden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz,su suz, ekmeksiz,başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamın dayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz el lerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine oIsun... Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! .. Necip Fazıl Kısakürek |
teşekkürler |
Kaldırımlar şiiri çok güzel.. |
valla araştırmayı okumayı severim zaten beni tanıyan bilir ama nedense bu adama kanım pek ısınmadı |
en çok beklenen i sevyrm.kısa ama öx |
Alıntı:
|
Aslında çoğu kimsede oldugu gibi, üstad en sevdiğim şairler arasında çünki ;Acısını, onun çektiği bir muazzam ıstıraba, bugünkü Türk nesilleri olarak biz çok şeyler borçluyuz. Dayanılmaz fikir ve aksiyon çilesini o çekti ama biz, sayıları elliye ulaşan büyük bir eser külliyatına kavuştuk. Onun dosdoğru şahsiyetini, en insafsız muhalifleri bile alkışlamak mecburiyetinde kaldı. O, bizm mütefekkir şairlerimizden... |
Üstad tam anlamıyla mükemmel bir kaleme sahip. Kendinden emin, yapabileceklerinin ve sahip olduklarının bilincinde olan süper bir insanmış gerçekten. Ruhu şad olsun, gerçekten ona, hissine, yüreğine, kalemine çok şey borçluyuz.. |
üstad iyi yazmış evet...:D yaw zeynep bana da öğretsene şu şiir eleştirisi yapmayı...:D |
bunca yıl saatim işlemiş ben durmuşum gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum N.F.K. |
bunca yıl saatim işlemiş ben durmuşum gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum Kendini anlattığı mükemmel sözü. yarın elbet bizim,elbet bizimdir! gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir Bir de bu dizesini çok beğeniyorum. Ruhun şad olsun. |
tr'da hece ölçüsünü elitlere kabul ettiren yazarımızdır...takvimdeki deniz şiirini ve kaldrırmlar şiirini çok seviyorum.özellikle kaldırımlardaki umutsuzluk çoğu zmn beni anlattıı için ayrı bir hayranlıım var...necip fazılın imge ustalıını ülkemizde kmse yakalayamamıştır bnce...gelmiş geçmiş en büyk 5-6 şairimizden biridir...1933'ten önceki şiirleirni ne kadar çöp saysada ben o dönemi daa çok seviorum...eskimeyen şairimizin ruhu şad olsun... |
Türkiye`de Saat: 15:31 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2