|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
|
Devlet-Siyaset Bu Bölümde devlet adamlarının bilgileri bulunur |
| LinkBack | Seçenekler | Stil |
19-01-2007, 17:20 | #1 | ||
Yardımcı Admin Üyelik tarihi: Mar 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 23.645
Tecrübe Puanı: 10 |
Ahmet Hamdi Gül ve Adeviye Hanım'ın oğulları olan Abdullah Gül, 29 Ekim 1950’de Kayseri’de dünyaya geldi. Orta öğrenimini Kayseri Lisesinde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne girdi. Aynı fakültede mezuniyet sonrası doktorasını aldı. Lisan ve doktora çalışmalarını yürütmek için burslu olarak iki sene Londra ve Exter’de kaldı. Türkiye dönüşünde Sakarya Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nün kuruluşunda çalıştı ve İktisat dersleri verdi. 1983 - 1991 yılları arasında merkezi Cidde’de olan İslam Kalkınma Bankası’nda (IDB) iktisat uzmanı olarak çalıştı. 1991 yılında Uluslararası İktisat dalında Doçent oldu. Abdullah Gül, gençlik yıllarından itibaren politikanın içinde yer aldı. Aktif politikayla ilk sıcak teması, Necmettin Erbakan'nın henüz MNP kurulmadan başlattığı "Bağımsızlar Hareketi" döneminde başlamıştı. 1975 seçimlerinde, şuanki Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan, Kayseri'den MSP Senatör adayı olduğunda seçim kampanyasındaki kadroda yer alıyordu. 1991 yılında yapılan erken seçimle Refah Partisi’nin Kayseri Milletvekili olarak Parlamento’ya girdi. 1991 - 1995 tarihleri arasında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliği yaptı. 1993 yılında Refah Partisi’nin "Dışişlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı" görevine seçildi. Bu süre içinde Avrupa ve Amerika’daki birçok kuruluşlarda yaptığı konuşmalarla parti görüşünü anlattı. 1995’de yapılan genel seçimlerde, ikinci kez Refah Partisi Kayseri Milletvekili seçildi. 1995 - 2001 yılları arasında "Dışişleri Komisyonu Üyeliği" görevini yürüttü. 54. Hükümette, Devlet Bakanlığı ve Hükümet Sözcülüğü görevlerinde bulundu. 1999 yılında Fazilet Partisi'nden üçüncü kez milletvekili seçilerek Meclise girdi. 14 Mayıs 2000 tarihinde yapılan Fazilet Partisi 1. Olağan Büyük Kongresinde Genel Başkan Adayı oldu. Genel Başkanlık yarışını az bir oy farkıyla kaybetmiş olmasına rağmen, kongrede elde ettiği netice tüm siyasi çevrelerce büyük bir başarı olarak değerlendirildi. Fazilet Partisinin kapatılmasıyla birlikte, "Yenilikçi Hareket"'e önderlik etti. Başlangıcından itibaren halkın büyük bir teveccüh gösterdiği "Yenilikçi Hareket", Ağustos 2001'de Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) adıyla Türk siyasi hayatındaki yerini aldı. Abdullah Gül, AK Partinin Kurucular Kurulu üyesi olarak partileşme sürecindeki etkin rolünü sürdürdü, Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. 1992 yılında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyesi oldu ve Konseyin Kültür, Tüzük, Siyasi ve Ekonomik Kalkınma Komitelerinde çalıştı. 2001 yılına kadar yürüttüğü Avrupa Konseyindeki çalışmalarından dolayı kendisine "Pro merito" madalyası ve Konseyin sürekli "Onursal Üyesi" ünvanı verildi. 3 Kasım 2002 Milletvekili seçimlerinde Kayseri Milletvekili olarak tekrar seçildi. 16 Kasım 2002 tarihinde Başbakan olarak 58. Hükümeti kurmak ile görevlendirildi. 14 Mart 2003 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Sn.Recep Tayyip Erdoğan başbakanlığında kurulan yeni kabinede Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev aldı. Evli ve 3 çocuk babası olan Gül ileri düzeyde İngilizce bilmektedir.
__________________ | ||
|
26-09-2007, 16:55 | #2 | ||
Üyelik tarihi: Apr 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 4.856
Tecrübe Puanı: 24 | Bir Gül portresi Bir insanın kişiliğini belirleyen nedir? İçine doğduğu çağ mı? Büyüdüğü şehir mi? Onu yetiştiren ailesi mi? Öğretmenleri mi? Gittiği okullar, okuduğu kitaplar, birlikte olduğu arkadaşlar mı? Hepsi mi? Mustafa Kemal biraz da 19. yüzyılın kozmopolit Selanik'idir. Harbiye'dir. Demirel, Isparta'dır. Afyon Lisesi'dir. Erdoğan göçün İstanbul'udur; imam hatiptir. Ya Abdullah Gül?.. İşte bu sorunun peşinde, onun kişiliğinin yapıtaşlarını bulmak üzere, Kayseri'ye gittim; Gül'ün annesi, babası, kardeşiyle tanıştım, kendisiyle, eşiyle, öğretmenleriyle, arkadaşlarıyla konuştum; okuduğu kitaplardan, gittiği okullardan, yaşadığı şehirlerden, etkilendiği fikirlerden "bir Gül portresi"ne ulaşmaya çalıştım. Kayserili vasat bir öğrenciden, Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı'nı çıkaran insanları, süreci, mücadeleyi tanımaya, anlamaya çalıştım. Bu dizi, o çabanın sonucudur. Yassıada duruşmalarını dinleyerek büyüdü Gül'ü Gül yapan unsurlar arasında, muhafazakâr ailesi, milliyetçi öğretmenleri, radyoda dinlediği Yassıada mahkemeleri, AP mitingleri, TİP'i protesto ve Kısakürek'ten öğrendikleri var Muhafazakâr Kayseri'de namazında niyazında bir ailede doğmuş Abdullah Gül... Babası Ahmet Hamdi Bey, "Bize 'Güllük İmamoğlu' derler esasında" diyor. Dedelerinin dedelerinden beri Güllük Camii'nin imamlığını yaparlarmış. Babadan oğla devredilen bu görev, Ahmet Hamdi Bey'in adını aldığı dedesinde bitmiş. Ahmet Hamdi Bey, önce Sümerbank'ta, sonra Hava İkmal Komutanlığı'nda atölye şefi olarak çalışmış. 1949'da yine Kayseri'nin köklü ailelerinden Satoğulları'na mensup dayı kızı Adviye Hanım'la evlenmiş. 1950'de doğan Abdullah Gül, iki ailenin ilk torunuymuş. O yüzden el bebek "Gül bebek" yetiştirilmiş. 29 Ekim'de doğduğu için dayısı "Adını Cumhur koyalım" demiş. Ama babaanne doğumdan önce "Erkek olursa Abdullah olacak" dediğinden büyüklerin sözü dinlenmiş. "Cumhur" ismi kaydedilmemiş. Gül'ün dünyaya geldiği Hacı Saki Mahallesi'ndeki bahçe içinde çift katlı evlerin yerinde minibüs durağı var şimdi... Gül o yılları şöyle hatırlıyor: "Şehrin tam ortasındaydı evimiz.. Büyük avlusuna 'hayat' derdik. Duvar duvara herkes birbirine akrabaydı. Dedem, babam ve üç amcamla birlikte oturuyorduk. Daha sonraki amcam evlenene kadar hep beraberdik." Mutlu çocuk Yazları Kargah bağlarındaki bağevinde, kışları Erciyes'in eteklerinde oynayarak mutlu bir çocukluk geçirmiş Gül... Bütün arkadaşları sözbirliği etmişçesine onun "mızıkçılık yapmayan, fazlasıyla uslu" bir çocuk olduğunu söylüyorlar. Babası "Odaya girsem oturuyorsa kalkar, yatıyorsa otururdu" diye tarif ediyor saygısını... Çocukluk arkadaşı Mustafa Özküçük, "Akşam hava karardı mı, babasının gelme saatini bilir, oyunu bırakıp eve giderdi. Biz devam eder, evde fırça yerdik" diyor. Hilmi Akkan "Çocukken kimseyle itişip kakıştığına, kavga ettiğine şahit olmadığını" söylüyor. Gazipaşa İlkokulu'ndaki karnesinde 4 iyi var: "Matematik, aile bilgisi, yazı, jimnastik ve müzik..." DP geleneği Müzikteki "iyi" konusunda, halasının oğlu, hayat boyu arkadaşı ve daha sonra eniştesi olan Mehmet Tekelioğlu ilginç bir ipucu veriyor. Muhtemelen Köy Enstitülü olan öğretmenleri sınıfta keman çalarmış. Bu ses, kahramanlık türkülerine, bağlama ezgilerine aşina olan kulaklarına hitap etmezmiş. "Hatta belki de hiçbirimizin zevk almadığı bu müzikteki ısrar, bizim müzikle ilişkimizin zayıflamasına yol açtı" diyor Tekelioğlu... 27 Mayıs'ta ilkokul 3'telermiş. Bir öğretmenleri "Demokratların çocukları trenlere koyup uçurumlara yuvarladıklarını, onları kıyma yaptıklarını" anlatmış sınıfta... Hemen koşup evdekilere yetiştirmişler. Lakin aile Demokratlara yakın... Abdullah Gül'ün halası demiş ki: "Bunlar doğru değil. Enişten öğretmene imzasız bir mektup yazsın. Sen onu öğretmenin masasının altına koy." O dönem, evin başköşesinde duran radyonun hışırtılı sesinden Yassıada duruşmalarını dinlediklerini, daha sonra da Kayseri'ye getirilen 'Düşükler'le ilgili bilgileri merakla takip ettikleri hatırlıyor Abdullah Gül... Evde DP geleneğinin, ve 27 Mayıs'a tepkili bir muhafazakarlığın etkisiyle yetişiyor. Kayseri Cezaevi'nin duvarları ardındaki Bayar'ı merak eden o çocuk, 45 yıl sonra, "Devrik Cumhurbaşkanı"nın koltuğuna yerleşiyor. Dedenin şiiri Şehir dışındaki aile büyükleriyle sürekli yazışırlarmış. Bu mektuplaşmalarda duygular genelde şiirlerle dile getirilirmiş. İzmir'de öğretmen olan dedesi İsmail Hakkı Satoğlu'nun yolladığı mısraları anne Adviye Hanım hâlâ ezberinde saklıyor: "Abdullah eline salkım alsın/ Yalınayak kumlara dalsın/ Ömer amcasıyla yemeğe bansın/ çok dikkat eyleyin, aman yeğenim." Her yaz posta treniyle 24 saatlik bir yola koyulup İzmir'de dedesinin evine gittiklerini hatırlıyor Gül... Hatta 4. sınıfta Kayseri'ye dönmeyip bir sene İzmir'de Kemalreis İlkokulu'nda okumuş. Kardeşiyle birlikte sünnetçi İbrahim Çavuş'un beyaz atına binerek sünnet olduğu ortaokul yıllarında Gül'ün hayatına damgasını vuran iki önemli olay var: Biri Kuran kursu... Kuran okumayı babasından öğrendiği halde, yazın "Hoca"ya da veriliyor Gül... İkincisi ise yine Kayseri geleneği uyarınca gazoz satmayı, yani ticareti denemesi...Her çocuk gibi o da ticaret yeteneğinin artması için yazları gazoz satmaya yollanıyor, ama "bunu beceremiyor". O deneyimi şöyle anlatıyor: 'Buz gibi gazoz' diyemedim "Tüccar olan dedemin dükkânının önündeydik. Büyük Vita tenekelerinin içine buz doldurup Hisarcık ve Kıranağazı gazozu koydular. 'Bunları satacaksın' dediler. Benden 4-5 yaş büyük olan amcam 'Buz gibi gazoz, 32 dişine keman çaldırıyor' diye bağırmayı, bıçkı vurup kapak açmayı öğretti. Ama etraf kalabalık. ben utangacım, belki bağırıyorum, ama sadece kendim duyuyorum. Baktılar olmayacak, 'Bunu okul paklar' dediler." Fazlasıyla uslu bir çocuktu Abdullah Gül'ün çocukluğu için, bütün arkadaşları sözbirliği etmişçesine, onun mızıkçılık yapmayan, fazlasıyla uslu bir çocuk olduğunu söylüyorlar Lisede lakabı "Dört Göz"dü Kayseri'de ticarete meyli olmayan çocukları okuturlardı. Ama zaten ailede dede öğretmen, amcalar mühendisti. Abdullah da babasının başında çalıştığı makinelere bakıp makine mühendisi olmak istiyordu. 1965'te Kayseri Lisesi'ne başladı. Onu şekillendiren iki unsuru da burada sayabiliriz: Kayseri Lisesi ve Adalet Partisi... 1893'te açılan tarihi Kayseri Lisesi, bölgenin kavşak noktasında, tüm yetenekli öğrencileri kendisine çeken bir cazibe merkeziydi. Ünlü öğrenciler yetiştirmişti. Ayvaz Gökdemir hocasıydı Gül'ün oturacağı sıralarda daha 20 yıl önce Turgut Özal oturmuştu. 60'lı yılların siyasetçilerinden Osman Bölükbaşı, Turhan Feyzioğlu Sadettin Bilgiç, Korkut Özal da Kayseri Lisesi mezunuydu. Gül, Kayseri Lisesi'nde iyi bir eğitim aldı. Sevdiği hocaları arasında sonradan politikada karşılaşacağı Ayvaz Gökdemir de vardı. Sınıfları haylazdı; "ceza olarak" sınıfa tek bir kız öğrenci bile verilmemişti, Gül ve arkadaşları, zaten şehrin tutucu ikliminde uzaktan görebildikleri kızların arkadaşlığından mahrum yetiştiler. O yıllarda gözlük takmaya başlayan Gül, sınıfın tek gözlüklüsü olarak "Gözlük... Dört Göz..." lakaplarıyla biraz daha içine kapandı. TİP'i protesto Adalet Partisi'nin etkisine gelince... 1965 yılıydı. AP'nin başına yeni geçen Demirel'i Kayseri meydanında seçim mitinginde izlediler. Etkilendiler. Daha sonra TİP'liler geldi. Onları da protesto için mitinge gittiler. Tekelioğlu'na göre "hayatlarının ilk polis dayağı"nı orada yediler. Lise bittiğinde ailenin, öğretmenlerinin ve bu mitinglerin etkisiyle siyasi görüşü az çok şekillenmişti. Ancak bu şekillenmede, herkesten çok Kayseri'ye konferansa gelen birinin etkisi vardı: Necip Fazıl Kısakürek'in.... | ||
26-09-2007, 16:56 | #3 | ||
Üyelik tarihi: Apr 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 4.856
Tecrübe Puanı: 24 | Ankara'yı da, İstanbul'u da gördüğünde 19 yaşındaydı Kayseri'den İstanbul'a üniversite sınavına giderken otobüs Ankara'da durdu. Ankara'yı, sigara dumanları içinde bir terminal olarak hatırlayan Gül, hiç ısınamadığı bu kente 41 yaşında milletvekili olarak geldi Bodrum Palas Gelelim yazı dizimize adını veren Bodrum Palas'a... Gül, bir süre Kayseri Yurdu'nda kaldıktan sonra eve çıkmaya karar verdi. O sıralar Kayseri'den tanıdıkları Rıfat Bestceli'nin Fındıkzade'deki ev arkadaşları ayrılmıştı. Halaoğlu Tekelioğlu'yla birlikte onların yerine taşındılar. Burası bir apartmanın bodrum katıydı. Sokağı yarım pencere gören, iki oda, bir salon, tipik bir bekâr eviydi. O evde, üç Kayserili, hafta sonları yatıya arkadaşlar ağırlayarak, zaman zaman Kayseri'den gelen pastırmalara yumurta kırarak, geceleri şiirli sohbetlere dalarak bir yıla yakın kaldılar. "Bodrum Palas" adını taktıkları o evde Arif Nihat Asya, Cemil Meriç, Yahya Kemal ve ille de Necip Fazıl okunur, taş plakta Münir Nurettin ve Muzaffer Sarısözen dinlenir, hafta sonları Beşiktaş maçına ya da Şan sinemasındaki Türk musikisi konserine gidilirdi. İlginç bir ayrıntı vereyim: Gül'ün Cumhurbaşkanı seçildiği gün, o evde kalan ya da konaklayan hemen herkes Meclis'teydi. 1965 yılında Necip Fazıl Kısakürek yeni kurduğu Büyük Doğu Kulübü'nün ilk şubesinin açıldığı Kayseri'ye konferansa geldi. Ahmet Hamdi Bey, oğluyla yeğenini kapıp konferansa götürdü. Gül, henüz Lise 1'deydi. "İman ve Aksiyon" konulu konferansta, kürsüde etkileyici bir ses tonuyla ve şiirler eşliğinde konuşan bu adamdan çok etkilendi. Ertesi gün de soluğu Kulüp'te aldı. Orada küçük yaşlarına rağmen "büyük adam gibi" karşılandılar. Canlı bir sohbet ortamı vardı. Kütüphaneden kitaplar alıp okudular: Necip Fazıl şiirleri... Varlık çevirileri... Rus klasikleri... Özellikle Dostoyevski ve onun "Suç ve Ceza"sı çarptı Abdullah Gül'ü... Okuduktan sonra kitapları birbirlerine veriyorlar, sonra buluşup Rus toplumunun, inanç sisteminin yazar üzerindeki etkisini tartışıyorlardı. "Büyük Doğu" fikrine ısınmıştı Gül... Nedenini şöyle anlattı: "Bir defa yerliydi. Bir tarih bilinci vardı. Türkiye'nin büyüklüğüne, potansiyeline, Doğu'nun büyük geçmişine vurgu yapıyordu. Ama bunu sadece fikirle değil, sanatla, edebiyatla, estetik kaygılarla kavrayan bir akımdı. Bunlardan etkileniyorduk." O ilk konferanstan başlayarak bütün bu süreçte Gül'ün yanında olan Tekelioğlu, "Büyük Doğu'nun üzerimizdeki hakkını teslim etmemiz lazım. Batı'ya nasıl yaklaşılacağını kavramamızda Necip Fazıl'ın ve Büyük Doğu hareketinin büyük etkisi oldu" diyor. Bu etki o kadar büyüktü ki, daha lise öğrencisi olan 3 arkadaş baş başa verip "Üstat" Necip Fazıl'a bir kutlama mektubu yazdılar. Övgülerle dolu bu şatafatlı mektup, "Yarın elbet bizimdir" diye bitiyordu. İstanbul'a yolculuk Abdullah Gül, Ankara'yı da, İstanbul'u da ilk kez 1969'da gördü. Aslında Ankara'yı gördü denilemez; Kayseri'den onu üniversite sınavı için İstanbul'a götüren otobüs, Ankara otobüs garında bir süre durdu. Gül ve yanındaki hala oğlu Tekelioğlu, sigara dumanı içinde, kalabalık bir terminal gördüler. O kadar... O zaman hiç ısınamadığı bu şehre bir daha ancak 41 yaşında milletvekili olunca gelecekti. Otobüs İstanbul'a yaklaşırken, daha önce o yollardan geçmiş olan Tekelioğlu, yanındaki Gül'e "Şurası İzmit, şimdi deniz çıkacak karşına" diye anlatıyordu. Sınavda Hukuk Fakültesi'ni kazandı Gül... Hemen Kayseri yurduna yazıldı. 2 ay kadar Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Ama bir süre sonra sıkılıp yatay geçişle İktisat Fakültesi'ne transfer oldu. MTTB günleri Ortalık "6. Filo Def Ol" sesleriyle inliyordu. Solcuların karşısına dikilenler "Müslüman Türkiye" diye bağırıyordu. Seçim mitingleri yine meydanları dalgalandırıyordu. Necmettin Erbakan Meclis'e girip Milli Nizam Partisi'ni kurmuştu. Ama onlar, bu hareketlere biraz uzak durdular. İstanbul'a gider gitmez, Kayseri'de etkilendikleri Büyük Doğu'cularla buluşmuş, Milli Türk Talebe Birliği'nin kapısını çalmışlardı. 60'ların sonunda sağcı gençleri buluşturan muhafazakâr bir örgüttü bu... Kıbrıs Türktür mitinglerinde, fetih günlerinde, komünizmi telin toplantılarında onların imzası vardı. Gül, bu mitinglere, o toplantılara katıldı. Artık okul çıkışı doğruca MTTB'nin Cağaloğlu'ndaki binasına gidiyor, yurdun kapandığı saat 23.00'e kadar orada çalışıyordu. Kısa zamanda Necip Fazıl'la da yakınlaştı. Birliğin icra konseyine girdi. Faaliyetleri planlayan ekipteydi. Üniversitede MTTB temsilcisiydi. Öne çıkmasıyla okulda hedef haline geldi. Ve bu, 12 Mart döneminde başına iş açtı. 10 günlük gözaltı Gül, bir Emniyet amirinin, 'Bu ülke bizim. Komünistseniz Moskova'ya, şeriatçıysanız Arabistan'a gidin' sözünü unutmadı 1972'de Gül ilk defa gözaltına alındı. Fatih'teki Vakıflar Yurdu'nda kalıyordu. Polis baskın yapıp yurttaki tüm MTTB'lileri gözaltına aldı. 50 kişi kadardılar. Aralarında Gül de vardı. 'Şeriatçıysanız Arabistan'a' İki kollarında birer polisle ve biraz da tartaklanarak otobüslere doldurulup Sirkeci'de Emniyet Müdürlüğü'nün altındaki Müteferrika denilen nezarethaneye götürüldüler. Orada sorgulandılar. 10 günlük gözaltında çok kötü muamele görmediler. Arada yedikleri küfürlerden incindiler. Salıverilirken Nihat adlı bir Emniyet Amiri hepsini bir odaya doldurup bir konuşma yaptı. "Bu ülke bizim" dedi: "Komünistseniz Moskova'ya, şeriatçıysanız Arabistan'a gidin." Bu sözü asla unutmadılar. Gül, 10 yıl sonra Suudi Arabistan'a çalışmaya giderken, kulağında bu söz çınlayacaktı. Kafasına silah dayadılar Abdullah Gül hatırlamıyor, ama okul arkadaşları Mete Doğruer ve Mustafa Özküçük gayet iyi hatırlıyor: Bir gün okula Gül'ün fotoğrafının basılı olduğu afişler asıldı; afişte "Bu faşist okula giremez" yazılıydı. Hedef gösterilmişti. Sol örgütler üniversite kapısında kimlik kontrolü yapıyor, onu arıyorlardı. Herkesin silahlanmaya başladığı yıllardı. Ve Mehmet Tekelioğlu'nun anlattığına göre, bir gün o silahlardan biri Abdullah Gül'e çevrildi. Okulun solcularından biri, kafasına silah dayadı. Gül, o an soğukkanlılığı sayesinde kurtuldu. Okul bahçesinden kaçıp kampusu terk etti. Ve 6 ay kadar gelemedi. Recep Tayyip Erdoğan'la o dönemde tanıştı. Necip Fazıl'ın öğüdü vardı; "Kanunları gerebildiğiniz kadar gerin, ama koparmayın" diye... Silaha bulaşmadılar. "Acı yıllardı" diye hatırlıyor o dönemi: "Gece yarısı sokakta insanların çevrilip 'Sağcı mısın solcu musun?' diye sorulduğu, üniversitenin işgal edilip herkesin bir köşeye sıkıştırıldığı, boykotların, işgallerin olduğu, Türkiye'nin en sıkıntılı, kayıp yıllarıydı. Hiçbir dönem dersleri bitiremedik. Sağcısı, solcusu bütün gençlik o yıllarda boşuna heder oldu." Sonunda 12 Mart geldi. İktidar sol muhalefetin üzerine balyozla gitti. Üç solcu genç darağacında ipe çekildi. MTTB ise dönemi kazasız atlattı. Doğan boşlukta hızla örgütlenip üniversitelerdeki etkinliğini artırdı. Açılan siyaset kapısından içeri daldı. 35 yıl sonra Abdullah Gül, aynı dönem, aynı üniversitede farklı örgütlerde yer aldıkları Deniz Gezmiş ve 2 arkadaşının idamlarıyla ilgili Meclis kararının kaldırılması için hazırlanan başvuruya, milletvekili olarak imza atacaktı. Bu kaleciyi tanıdınız mı? Burası Kayseri Atatürk stadı. 1967 yılı... Lise takımı maça çıkıyor. Kalede Abdullah Gül var. Hani "Top oynayamayanı kaleci yaparlar" denir ya; öyle bir durum. Gül futbolda hiç de iyi değil. Küçük amcası Ömer'in telkiniyle çocuk yaşta Beşiktaşlı olmuşluğu ve duvarlara tebeşirle "BJK" yazmışlığı var; o kadar... O günkü maçın sonucunu hatırlamıyor; ama takım arkadaşlarından bazısıyla hâlâ görüşüyor | ||
26-09-2007, 16:56 | #4 | ||
Üyelik tarihi: Apr 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 4.856
Tecrübe Puanı: 24 | Karşı olduğu Batı'yla İngiltere'de tanıştı Bursla gittiği Londra, Gül'ün fikir yapısını değiştirdi. En çok da çoğulculuktan ve özgürlüklerden etkilendi. Birlikte okuduğu gazeteci Fehmi Koru, dönüşlerine yakın 'Jöntürkleri daha iyi anlıyorum şimdi' demişti. 'Büyük Doğu'nun köhneliğini Batı'ya gittiklerinde fark etmişlerdi Gül, 1969'da girdiği üniversiteden ancak 1975'te mezun olabildi. Okula gidemediği dönemler, mezuniyetini geciktirmişti. Tabii bir de siyasi faaliyetler... 1973'te Erbakan'ın MSP'sinden milletvekili adayı olan babası için, 1975 senato seçimlerinde de MSP adayı Recai Kutan için Kayseri'de kampanya yapmış, o dönem bir mitingde ilk siyasi nutkunu atmıştı. Ama, Milli Görüşçülere uzak duruyordu. Çok yakın bir arkadaşı, "Aslında hiçbir dönem Milli Görüşçü olmadı. Hiç Hoca'nın dizi dibinde oturmadı" diyecekti; "Onları biraz avam buluyorduk. Bizden farklı olarak, sanatla, edebiyatla, estetikle vs. hiç ilgileri yoktu." İlk kez Avrupa'da "Biz" dediği, Milli Türk Talebe Birliği'ydi. Gül, vaktinin çoğunu orada geçiriyordu. Fotoğrafçılık kolunda resim çekmeyi öğrenmiş, sinema kolunda Metin Erksan'ı, Halit Refiğ'i, Atıf Yılmaz'ı konferanslarda ağırlamıştı. Turizm kolunda da Avrupa'daki gençlik kamplarına öğrenci yolluyorlardı. Kendisi de kızlı erkekli bir grupla bu gezilerden birine katıldı. Emniyet'teki kaydı nedeniyle zor pasaport alabilmişti. Londra'da bir gençlik kampında çilek toplayıp para kazandı. Londra'nın Victoria otobüs istasyonunu görünce çok şaşırmıştı. Topkapı'ya kıyasla devasa bir terminal beklerken, ufacık bir istasyonla karşılaşmış, Batı'da asıl ulaşımın raylar üzerinde yapıldığını, dolayısıyla görkemli istasyonların tren istasyonları olduğunu orada öğrenmişti. 'İspanyol paçalı züppe' Bu arada, her sene gemiyle Çanakkale kutlamalarına katılıyorlardı. Gül, bazen Çanakkale mücahidi kıyafeti içinde mihmandarlık ettiği bu gezilerde üniversite öğrencilerine savaş meydanlarını gezdiriyordu. O kutlamalardan birinde üniversite gençliği adına o konuşmuştu. Asıl siyasi faaliyeti ise Büyük Doğu yayınevindeki çalışmasıydı. Orada Mehmet Tekelioğlu ile birlikte Necip Fazıl'ın "Çile" kitabını yayına hazırladılar. Bu süreçte ortaokuldan beri idol olarak gördüğü Necip Fazıl'la yan yana çalıştı. Kitap çıktığında Necip Fazıl, Tekelioğlu'yla Gül'ü Sirkeci'deki Konyalı lokantasına götürdü. Her ikisine birer takım elbiselik kumaş hediye etti. O dönem Gül ve arkadaşları, günün modasına uyarak saç uzatıyor, İspanyol paça pantolon giyiyorlardı. Bir gün Sultanahmet Camii'ndeki bir namazdan sonra Necip Fazıl onlara bakıp "Bu kubbelerin altı, böyle züppelerle dolmadıkça Türkiye'nin kurtuluşu yoktur" demişti. 'Okumama sen mâni oldun Abdullah' Abdullah Gül, röportajımızda eşinin okulu bırakmak zorunda kalması konusundaki kızgınlığını şöyle itiraf etti: "O, hep içinde ukde kaldı. Bana en çok kızdığı şeydir: 'Okumama sen mâni oldun' diye... Okulda çok çalışkan bir öğrenciymiş. -Niye mâni oldunuz? -Vallahi, olmadı işte o zaman... O zamanki şartlar... Bir taraftan evlilik, bir taraftan hayatımız, bir taraftan geçim derdi... Ben üniversitede asistanlık yapıyordum, maaşım belli, kiramız belli... Yani bir elimiz yağda, bir elimiz balda değildik doğrusu... Maaşım geçinmemize yetmezdi, babamın yardımı olurdu. Hatırlarım, o zaman akademik çalışma için eve kitaplar gelir, daktiloda makaleler yazarım. Yani evliliğin de tadı olmamıştı, ilk evlilik yıllarımda..." 15'lik kızla görücü usulü evlendi Gül, İngiltere dönüşü İstanbul Üniversitesi'nde doktora çalışmasına koyuldu. Bu arada hocası Sabahattin Zaim, Sakarya'da kurduğu Endüstri Mühendisliği bölümünde iktisat dersleri vermesini istedi. Gül teklifi kabul etti ve Sabahattin Bey'in asistanı oldu. Şimdi 5 yıl boyunca İstanbul-Sakarya arasında trenle mekik dokuyacaktı. 1979 yazında kuzeninin düğünü için Kayseri'ye gitti. Annesi buldu O düğünde annesi Adviye Hanım, oğlu için ne zamandır aramakta olduğu kısmeti buldu. Kayserili "mazbut bir aile" olan Özyurtların kızı Hayrünnisa'yı orada gördü, çok beğendi. Ailesinin ağzını yokladı. Olur aldı. Ve hemen konuyu oğluna fısıldadı. 29 yaşında bir üniversite hocası olan Gül, "Görücü usulü"nü yadırgamadı mı? Bu sorumu şöyle yanıtladı: "Siz kendiniz bulamazsanız iş, annenize kalıyor." Hayrünnisa Özyurt henüz 14'ündeydi. Çemberlitaş Kız Lisesi'nin orta kısmını 9.3 ortalama ile yeni bitirmişti. Gül, "Daha çok küçük" diye itiraz ettiyse de gelin adayı ile tanışıp olgun bir kız olduğunu fark edince fikri değişti. Hayrünnisa, okulunu bitirmeden evlenmek istemiyordu. Ama damat aceleciydi. Mecburen kabullendi. Tek şartı vardı: 15 yaşını beklediler Ne yapıp yapıp okulunu bitirecekti. Gül söz verdi. O yaz Kayseri'de sözlendiler. Medeni Kanun, 14 yaşında bir kızın evlenmesini yasaklıyordu. O yüzden gelinin 15'ini doldurması beklendi. 18 Ağustos 1980 Pazartesi, Hayrünnisa'nın yaş günüydü. Yasal engel o gün kalktı. 5 gün sürecek düğün de o gün başladı. Kayseri'de büyük bir yemek verildi. Salı kına gecesi, çarşamba da resmi nikâh yapıldı. Damadın dayısı Ahmet Tahir Satoğlu ile gelinin amcası Veysel Zeki Özyurt şahitlerdi. Düğün arabası Chevrolet'yi hâlâ oğlu Mehmet Tekelioğlu kullandı. Okulda başı açık olan 15'lik gelin, nikâh defterindeki fotoğrafında uçları oyalı beyaz türbana girmişti. Örgün eğitimdeki evlenme yasağı nedeniyle okulu bıraktı. Türbanını çıkarmadığı için dışarıdan tamamlama sınavına da alınmadı. Liseyi bitirebilmek için tam 17 yıl bekleyecek ve Erbakan'ın Başbakan olduğu dönem bitirme sınavına türbanla kabul edilerek diploma alabilecekti. LONDRA YILLARI Kilisede namaz kıldılar Okulu bitirince Milli Kültür Vakfı'nın bursuyla İngiltere'ye gitti. Gül, orada önce dil öğrenecek, sonra da Exeter Üniversitesi'nde doktora öncesi çalışma yapacaktı. 26 yaşına kadar, Büyük Doğu Fikir Kulübü'nün etkisiyle Batı karşıtı görüşlerle yetişmişti. Şimdi, o karşıtı olduğu Batı'yla yakından tanışacaktı. Lisede yabancı dili iyi olduğu için üniversitede İngilizceden muaf tutulmuştu; oysa kendi tabiriyle, "biri yol sorsa tarif edecek durumda değildi". Londra'da gündüzleri dil kursuna gitti, geceleri Müslüman Öğrenciler Birliği'nin yurdunda kaldı. Orada farklı dünyalardan Müslüman gençlerle dostluklar kurdu. Londra'da Gül'le birlikte okuyan Fehmi Koru, "Orada gözümüz, zihnimiz biraz daha açıldı" diyor: "Gider gitmez, iki toplum arasındaki farklılığı fark ettik ve bunun sebeplerini düşünmeye başladık. Maddi imkânlar mı? Kültür farklılığı mı? Din faktörü mü? Kendi aramızda fikir jimnastiği yaparak bir olgunlaşma devri yaşadık. Gül için de çok yararlı bir dönem oldu." Gül, pazarları Speaker's Corner'da özgürce nutuk atanları hayretle izliyor, Royal Albert Hall'da konserlere, sinemaya, tiyatroya gidiyor, Muhafazakâr Parti'nin, İşçi Partisi'nin toplantılarına katılıyordu. En çok, gördüğü çoğulcu yapıdan etkilenmişti. Sonra da özgürlüklerden... Namaz saatleri, ders saatleriyle kesişiyor, mescit bulmak sorun oluyordu. Bir gün okulun yanındaki kiliseye girdi, papaza bu sorunu nakletti. Papaz kendi odasını açtı; "Burası benim özel yerim. Sizce mahzuru yoksa, istediğiniz zaman gelip namaz kılabilirsiniz" dedi. O günden sonra namazlarını hep o kilisede kıldılar. 'İdeolojik eğilimler anlamsız' Londra'nın gelişmişliği ve intizamı da Gül'ü etkilemişti. Röportajda Londra'yı hayranlıkla anlatırken şöyle dedi: "Oxford Street, Londra'nın merkezinde dar bir cadde, ama trafik tıkanmıyor. Metro çok etkileyici, yerin üstündeki kadar yerin altında da yollar, insanlar var. Her meydanda şairlerin, edebiyatçıların, büyük komutanların heykelleri, sanat galerileri, kültür faaliyetleri... Bunlar beni çok, çok etkiledi. Giderken belki üniversitede bulunduğumuz yılların doğal neticesi olarak daha çok ideolojik eğilimlerimiz varken, oraya gidince onların çok da anlamlı olmadığını ilk defa görmüş olduk." Londra'da Batı karşıtı önyargıları törpülenmeye başlamıştı. O kadar ki, Fehmi Koru, dönüşe yakın, "Jöntürkleri daha iyi anlıyorum şimdi" demişti. Onlar da "Büyük Doğu"nun, Osmanlı'nın köhnemişliğini Batı'ya gittiklerinde fark etmişlerdi. 2 yıllık İngiltere dönemi, 1978 Ağustos'unda bitti. Dönecekleri gün Fehmi Koru ile birlikte saatlerce Recent Street'te Necip Fazıl'a hediye aradılar. Sonunda bir çakmak ve yaka iğnesi aldılar. Ve hayli değişmiş olarak yurda döndüler. Gül, 2005'te Exeter Üniversitesi'ne bu kez Dışişleri Bakanı olarak gidecek ve 30 yıl sonra fahri doktor unvanı alıp cüppe giyecekti. Abdullah Gül, Londra'da okuduğu Exeter Üniversitesi'ne 2005'te Dışişleri Bakanı olarak gitti ve 30 yıl sonra fahri doktor unvanı alıp cüppe giydi. | ||
26-09-2007, 16:57 | #5 | ||
Üyelik tarihi: Apr 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 4.856
Tecrübe Puanı: 24 | 12 Eylül sabahında Metris'e götürüldü 12 Eylül döneminde Abdullah Gül, Sakarya Üniversitesi'ndeki bir dinci örgütlenmeyle ilgili sorgulanırken, kardeşi de "Laik düzeni yıkmaya çalışmak" iddiasıyla yargılandı. İkisi de davalardan suçsuz bulundu Abdullah ve Hayrünnisa Gül, evlendikten sonra 3 hafta kadar Kayseri'de kaldılar, sonra İstanbul'a, Erenköy'deki kiralık evlerine gidip yerleştiler. Orada bir gece kaldılar. Daha bavullarını açmamışlardı. Ertesi gün sabaha karşı 6'da kapıları çalındı. Kapıdaki üsteğmen ordunun yönetime el koyduğunu söyledi, elindeki kağıdı gösterip Abdullah Gül'ü götürmeye geldiğini açıkladı. Gece Bayrak Operasyonu başlayınca, güvenlik görevlileri ilkin Gül'ün asistan olduğu Sakarya Üniversitesi'ne gitmiş, idarecilerden birini çağırtarak Gül'ün ikametgahını bulmaya çalışmıştı. Orada, İstanbul'daki bekar evinin adresi vardı. O evi bastılar. Evlenip çıktığı yeni evin adresini aldılar. Ve kapıya dayandılar. Gül şaşkınlıkla üstünü giyinirken Hayrünnisa Hanım bu kibar üsteğmene kahve pişirdi. Üsteğmene, eşiyle yeni evlendiklerini, onu yalnız bırakamayacağını söyledi. Erenköy'de halasının kızı vardı. Eşini oraya bırakıp bırakamayacaklarını sordu; "olur" dediler. Kolunda üsteğmen olduğu halde askeri bir jipe bindirildi. Diğer 12 Eylül tutuklularına pek sağlanmayan bir ayrıcalıkla halasının evine gidildi. Eşi orada emin ellere teslim edildi. Oradan Kayseri'deki ailesini aradı. Babasına "Sıkıyönetim'den geldiler, beni götürüyorlar" diye haber verdi. Ve sonra o cip, Türkiye'nin gelecekteki Cumhurbaşkanını, daha sonra üzerine türküler yakılan Metris Ceza ve Tutukevi'ne götürdü. Sakarya'ya nakil Bu süre içinde "en ufak bir rencide edici davranış olmadı." Ama "aklına her şey geliyor"du; neden alınmıştı, ne yapılacaktı, ne kadar tutulacaktı? Metris cezaevinde gözaltına alınan diğerleriyle birlikte koğuşa kondu. Akın akın insan geliyordu: Hocalar, öğrenciler, yazar çizerler, sendikacılar, işadamları... Gül, balayının bir kısmını burada geçirdi. Sorguya çekildi. Soruşturma Sakarya Üniversitesi'ndeki dinci örgütlenme ile ilgiliydi. O nedenle Gül, 15 gün kadar Metris'te tutulduktan sonra bir otobüse bindirilip mevcutlu olarak Sakarya'ya sevk edildi. Gitmeden bir evde annesi ve eşiyle 1 saat görüşmesine müsaade edildi. Sakarya'da Taşkısığı'ndaki bir askeri birlikte yeniden sorgulandı. Arkadaşları ve ailesiyle ancak orada görüşme imkanı buldu. Babası Kayseri Hava İkmal Komutanlığı'nda görevli olduğu için oğluyla rahat görüşebildi. O görüşmede iyi olduğunu söyledi. "Mahkeme günü gelsin, inşallah çıkarım" dedi. Ama bir ayın sonunda mahkemeye çıkarılmadan salıverildi. Bir yakınına göre, "Sakarya'daki öğrencileri örgütlemesin diye bir süre gözaltında tutulması uygun görülmüş"tü. Kardeşi işkence gördü O ucuz kurtulmuştu, ama bir süre sonra bu kez Akıncılar Derneği üyesi olan erkek kardeşi Macit Gül gözaltına alındı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Erbakan'ın talimatıyla "Hicri 1401" yürüyüşünü organize etmek ve "laik düzeni yıkıp, şeriat devleti getirmeye çalışmak"la suçlanıyorlardı. O soruşturmada tutuklananlardan biri de MSP'nin Kayseri Merkez İlçe Başkanı Şaban Bayrak'tı. Bayrak bugün de Abdullah Gül'e en yakın olanlardan biri.. O dönemi bugün şöyle anımsıyor: "Erbakan'ın dosyasına bizim suçlayıcı ifadelerimizi koymak istediler. Biz o ifadeleri vermedik. Bir ay boyunca işkence gördük. Son mahkemeye çıktığım gün tırnaklarım simsiyahtı, ayakkabı ayaklarıma olmuyordu. Bu durumda mahkemeye çıktık." Sonunda beraat ettiler. Ama kırılmış, bilenmişlerdi. Şaban Bayrak, birlikte eziyet görüp hapis yattığı Gül'ün kardeşini kendi kızıyla evlendirecek, Abdullah Gül'ü de politikaya girmeye ikna edecekti. Gül, belki de Cumhurbaşkanlığı ile sonuçlanan siyaset yolculuğunu, o dönem çektiklerine ve yıllar sonra koltuğuna oturacağı Kenan Evren'e borçluydu. İlk maaşıyla eşine özendiği otomobili aldı Abdullah Gül, askerliğini 1981 yılında kısa dönem olarak Tuzla Piyade Okulu'nda yaptı. 12 Eylül'ün kasvetli ortamında gözaltını tattıktan sonra Sakarya Üniversitesi'ndeki görevine dönmüştü. Ama geçinmekte zorluk çekiyorlardı. Aldığı asistan maaşının çoğu kiraya gidiyordu. Bir gün kayınpederinin otomobilinde Boğaz Köprüsü'nden geçerken yanında oturan Hayrünnisa Hanım karşıdan gelen çağla rengi bir Honda'yı görüp, "Ah, ne güzel arabaymış" diye iç çekti. O gün, genç eşine beğendiği bir şeyi alamamanın, onu dilediğince yaşatamamanın sıkıntısını hissetti Abdullah Gül... Tutukluluk, askerlik, geçim derdi derken üstüne üstlük, bir de çocuk bekliyorlardı. Böyle gitmeyeceği belliydi. Bir şey yapmak zorundaydı. Aradığı fırsat bir gün İngiliz Economist dergisinde karşısına çıktı: "İslam Kalkınma Bankası ekonomi uzmanı arıyor"du. Ortadoğu ülkeleri arasındaki ekonomik işbirliği üzerine doktora tezi yazan biri için ideal fırsattı. Hemen müracaat etti. İstanbul'da mülakata alındı. Mülakatta başarılı olunca Cidde'ye davet edildi. Yıl 1983'tü ve oğlunun doğumuna bir ay vardı. Gitti Cidde'ye... ve oğlunun doğumunda bulunamadı. Bunu, her zaman hüzünle hatırlayacaktı. Ama İslam Kalkınma Bankası'nda çok iyi koşullarda bir iş bulmuştu. Hemen Türkiye'ye dönüp eşini ve yeni doğan oğlu Ahmet Münir'i aldı, yeni bir hayata kanat açtı. Cidde'de ilk maaşıyla gidip eşine çağla rengi bir Honda alacaktı. Gül'ün özeleştirileri Abdullah Gül, söyleşimiz boyunca bugün eleştirildiği bazı konularda özeleştiriler de yaptı, kimi pişmanlıklarını dile getirdi: DEĞİŞİP DEĞİŞMEDİĞİ KONUSUNDA; "Biz AKP'yi kurarken bütün eski siyasi tecrübelerden ders çıkardık. Bu dersleri de açık bir şekilde kendi aramızda konuştuk." RADİKAL DEMEÇLERİ KONUSUNDA: "Siyasette önde gözüken insanların o günkü konjonktür içerisinde zaman zaman ileri geri konuşmaları oluyor. Sonra baktığınızda, 'Keşke onu öyle söylemeseydim' dediğim olmuştur." EŞİYLE ÜNİVERSİTE KAYDINA GİTMESİ KONUSUNDA: "Eşimle beraber kayda gitmem herhalde doğru değildi. Ama o zaman bir tedirginliği vardı. 'Bak, Bülent Bey, her zaman Rahşan Hanım'ın yanında' dedi. Onu yalnız bırakmamak istedim, ama milletvekili olduğum için, konu da tartışmalı olduğu için, sonra o da çok üzüldü, ben de çok üzüldüm." AİLESİNE VAKİT AYIRAMAMASI KONUSUNDA "Bu konuda çok pişmanım. Bakın, kızımın düğünü var, en küçük katkım olmuyor. Bunlar insani konular. İnsan kendi çocuğunun mutluluğuna katkı yapmak istemez mi? Ama maalesef siyasette bunlar mümkün olmuyor." Sünnet için geldi, 'siyaset'e girdi Gül'ler Cidde'de 8 yıl kaldılar. Bu süre içinde Abdullah Gül, İslam ülkeleri arasında mekik dokudu. Sevdiği işi yapıyor, iyi para kazanıyordu. Eşi ise geniş evlerinde Ahmet Münir'i büyütüyordu. 1985'te kızları Kübra orada doğdu. Türkiye'dekinden daha müreffeh yaşasalar da, diplomatik ayrıcalıklardan yararlansalar da, çok farklı ülkelerden dostlar edinseler de, özgürlükleri kısıtlıydı. Hayrünnisa Hanım, yasak nedeniyle otomobil süremiyor, o sıcakta çıkıp yürüyemiyordu. Çocuklarla her akşam eşinin dönüşünü dört gözle bekliyordu. Abdullah Gül gelir gelmez otomobile atlayıp bir alışveriş merkezine dalıyorlardı. Bir süre sonra Hayrünnisa Gül, otomobil sürmeyi öğrenmek istedi. Ama bu ağır cezası olan bir suçtu. Tehlikeyi göze alıp tatil sabahları erkenden kent dışındaki bir arazide eşine direksiyon kursu verdi Abdullah Gül... Televizyonların henüz kıtalararası yayın yapmadığı, internetin olmadığı dönemde, Türkiye'deki gelişmeleri BBC Türkçe Servisi'nden dinliyor, memleketten gelenlerden öğrenmeye çalışıyordu. 1991 yazında Ahmet'in sünnet düğünü için Türkiye'ye geldiler. Hayrünnisa Hanım, 3. çocuğuna 7 aylık hamileydi. Doğum için hemen dönmesi gerekiyordu. "Birkaç hafta kalır, döneriz" diyorlardı. Türkiye seçime gidiyordu. 12 Eylül'de kader ortaklığı yaptıkları Şaban Bayrak, Refah Partisi'nin Kayseri İl Başkanı olmuştu. Kayseri 1. sıradan aday olan Bayrak, Gül'e kendi yerini teklif etti. "Size ihtiyacımız var" dedi. "Olmaz" dedi Gül... Siyaset aklında yoktu. Hem orada hayatından memnundu; hem bu seçimde kazanmaları hiç mümkün görünmüyordu. Kayseri'de son seçimde yüzde 8 oy almışlardı. Meclis'e girmek için yüzde 10'luk Türkiye barajı ile yüzde 25'lik il barajını geçmeleri lazımdı. Daha da zoru, kendisinin "eş barajı"nı aşması gerekiyordu.Çünkü Hayrünnisa Hanım siyaseti hiç istemiyor, ısrar eden arkadaşlarına da darılıyordu. Hatta bir ara Abdullah Gül'ü ikna etmiş, "Tamam dönüyoruz" sözünü almıştı. Ancak o gece haberlerde Gül'ün adı Kayseri 1. sıradan milletvekili adayı olarak ilan edildi. Kaldılar. Aslında kaybedecek bir şeyleri yoktu. Gül kazanamazsa geri döneceklerdi. İşinden 1 ay izin aldı. Hayrünnisa Hanım için Türkiye'de doğum hazırlığı yapıldı. Çocuklar geçici misafir öğrenci belgesiyle okula yazdırıldı. "Geçici" diye düşünüyorlardı. Kaldılar. Gül, hummalı bir kampanyaya daldı; 8 yıldır her akşam düzenli evine gelen adam, bir anda kayıplara karışmıştı. Röportajda o dönemi şöyle tanımlayacaktı: "Beni tamamen kaybettiler, ben de onları kaybettim." O günden sonra çocuklarının nasıl büyüdüğünü fark edemeyecekti. Siyaset yolu böylece açıldı. Yolun sonu, cumhurbaşkanlığına varacaktı. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |