|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
27-01-2007, 12:39 | #11 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Resûlüllah (s.a.)mana itibarı ile çirkin olan isimleri değiştirirdi[1][60]. Meselâ Ensardan Usey'in, oğluna verdiği ismi[2][61] Hz.Peygamber beğenmemiş, "ona Münzir adını koy"[3][62] buyurarak önceki ismi değiştirmiştir. Ebû Dâvûd (ö.275/888), Resûlüllah'ın (s.a.), Âsî, Azîz, Atele, Şeytan, Hakem, Gurab, Hubâb, Şihab isimlerini değiştirdiğini, Şihab'ı Hişam, Harb'i Silm, Muzdacî'ı Münbais yaptığını, Afire adını taşıyan bir araziyi de Hadire, Şi'bu'd-Dalâlet geçidi(n)'i Şi'bu'l-Hüdâ; Benü'z-Zinye'yi Benü'r-Rişde; Benû Muğviye'yi de Benû Rişde olarak değiştirdiğini nakletmektedir[4][63]. Hz Peygamber bu isimleri, şüphesiz manalarındaki çirkinlik ve sevimsizlikten; Hakem ismini, Allah'ın bir ismi; hubâb'ı, şeytan veya bir yılan cinsinin adı olduğundan; şihâb'ıdaalev gibi yanmayı[5][64] ifade ettiğinden beğenmemiş, onları bu sebeple değiştirmiştir. Ayrıca isyankar, itaatsız kadın anlamına gelen Âsiye'yi güzel kadın anlamına gelen Cemile'ye[6][65], sert anlamına gelen Hazn'i kolay anlamına gelen Sehl'e[7][66], kesik anlamına gelen Asram'ı tohum, ziraat, verim anlamına gelen Zür'a'ya[8][67] çevirmiştir. Bu tür isimlerin özelliklerini şu sekilde izah etmek mümkündür: Kesik anlamına gelen Asram verimsizliği, merhametsizliği, başkasına yararlı olmamayı; tohum, bitme, büyüme anlamına gelen Zür'a isekesikliğin zıddı olan verimliliği, faydayı temsil eder[9][68]. Hazn, sertlik ve kabalığı; Âsî ve âsiye[10][69], itaatsizlik ve isyankarlığı; Şeytan her türlü hile ve çirkinliği; Gurab/karga, sevimsizlik ve uğursuzluğu; Müzdacî', yatmayı ve tembelliği; Afire/çorak verimsizlik ve merhametsizliği, başkasına faydasız olmayı şuur altına yerleştirmektedir. Burada Mesrûk'un şu naklini de ilave etmek gerekir: Mesruk; "Hz. Ömer'le karşılaştım. Bana, 'Sen kimsin?' diye sordu. 'Mesruk b. Ecdâ‘' dedim. Dedi ki; 'Ben Resûlüllah'ın, 'Ecdâ', şeytandır' dediğini işittim"[11][70] demektedir. Bu da Hz. Peygamber'in hoş görmediği isimler arasında yer alır. Netice olarak burada, Hz.Peygamber'in değiştirdiği isimlerin, anlam itibarı ile çirkin olup hoş olmayan, bir takım şuur altı saplantılarla sahibinin karakterini etkileyen, tâzim ya da aşırılık ifade eden isimleri değiştirdiğini söyleyebiliriz. Bu tür isimlerin değiştirilme sebeplerini şu şekilde izah etmek mümkündür: Şu bir gerçektir ki, hoş karşılanmayan bir şey duyula duyula ona karşı tepki ve duyarlılıklar söner, sonunda normal karşılanır hale gelir. İnsanın bu fıtrî yapısını dikkate aldığımızda, "Şuyûu vukûundan beterdir" ata sözünün ne kadar yerinde söylenmiş olduğunu daha iyi anlıyoruz. Zira vukûu sınırlı kalabilir, neticede zararı az olur. Ancak şuyû bulur, geniş bir alana yayılır da normal karşılanır hâle gelirse, o zaman bunun zararı daha çok olur. Yaptığı tahribatın düzeltilmesi de imkansız olabilir. Buradaki menfi etkilenme, ismin sahibinden ziyade, çevredekiler için söz konusudur. | ||
|
27-01-2007, 12:39 | #12 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Dilimizde Aziz, Kadir, Samet gibi isimler, yukarıda verilen ölçüye göre mahzurlu sayılmasına rağmen çocuklara verilmektedir. Ancak bunlar Abdülaziz, Abdülkadir, Abdüssamet'den kısaltma olmalıdır. Çünkü Cenab-ı Hakk'a ait isimlerdir. Resûlüllah (s.a.) bu gruba dahil isimlerle tesmiyeyi/isimlenmeyi uygun görmemiş ve her seferinde değiştirmiştir[1][71]. Bu tür isimleri, örneğin sadece Âziz şeklinde değil, Allah'a kul olmayı ifade eden Abdülaziz şeklinde "abd/kul" izafetiyle verilmesi en uygun bir yol olacaktır. Hz. Peygamber kötü manalı isimleri güzel manalı isimlerle değiştirirken genelde o kelimenin taşıdığı anlamın zıddını vermekle gerçekleştirmiştir. Mesela sert anlamına gelen Hazn ismini, zıddı olan ve kolay anlamına gelen Sehl kelimesi ile değiştirmiştir. Ancak bu metot genel değildir. Daha önce Ehl-i kitap olan Abdullah b. Selâm, müslümün olunca ona bu adını Hz. Peygamber vermiştir. "Sulh ve Selametin oğlu Allah'ın kulu" anlamına gelen bu isim, Allah'a kul olmayı ve onun neticesi olan sulh ve selameti hatırlatmaktadır. Mensup olduğu batıl dinî bırakıp girdiği yeni dinde nasıl bir yaşantı ile ne tür bir neticeye ulaşacağını hatırlatır mahiyettedir. Gerçi Hz.Peygamber Abdullah adını ilk doğan çocuklara da vermiştir. Ancak burada yeni din ile ilgili belirgin bir hatırlatma göze çarpmaktadır. Hz.Peygamber sadece şahıs isimleri değil köy ve geçit gibi isimleri de değiştirmiştir. Değiştirdiği isimlere bakıldığında onların kötü manalı oldukları, özellikle mekân isimlerinin bir uğursuzluğu çağrıştırdıkları ya da halkı bu yöne sevkettikleri göze çarpmaktadır. Bu tür isimleri muhtemelen, tefeül amacıyla güzel manalar çağrıştıran isimlerle değiştirmiştir. Ancak şurası iyi bilinmelidir ki, Hz. Peygamber hiçbir zaman herhangi bir şeyden uğursuzluk çıkarmazdı. Bir yere bir memur göndereceği zaman o şahsın ismini sorar, anlamı hoşuna giderse sevinir, hatta neşesi yüzünde görülürdü. İsimden hoşlanmazsa bu da yüzünden belli olurdu. Bir köye gidecek olsa köyün adını sorar, anlamı hoşuna giderse sevinir, hoşlanmazsa bu da yüzünden okunurdu[2][72]. Hz. Peygamber'in bu tutumunun uğursuzluk inancını reddetmek için olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu tür isimleri değiştirmesinin ve ad koyarken de güzel manalı sözcükler seçmesinin bir sebebi, aslında halkı uğuruzluk gibi yanlış inaçlara düşmekten kurtarmaktı. Bu da onun gönderiliş amacına gayet uygundu. Zira o günün toplumu kötü manalı isimlerden zaten uğurszluk gibi yanlış manalar çıkarıyordu. Hz.Peygamber tefeülden hoşlanırdı. Göndereceği memurun veya gireceği köyün isminin güzel olmasından hoşlanması bundandı. Kötü isimlerden hoşlanmaması ve tefeüle imkan tanımayan kötü isimleri güzelleriyle değiştirmesi, uğursuzluk duymasından değil, tefeülün ortadan kalkmış olmasındandı. Ayrıca Resûlüllah'ın tefeülden hoşlanması, güzel isim koyma emrinin müminlere benimsetilmesine yönelik bir çaba olarak da yorumlanabilir. Görüldüğü gibi, Resûlüllah'ın güzel isimleri tercih etmesi, bunlardan da tefeül edip sevinç izhar etmesi, kötü isimlerden uğursuzluk çıkardığı manasına gelmez. Bilakis uğursuzluk çıkarma geleneği ile mücadele gayesini taşır. | ||
27-01-2007, 12:39 | #13 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Hz.Peygamber'in değiştirdiği isimler arasında, kötü manalı ve tevhîdi zedeleyici isimlerden başka güzel manalı isimler de vardır. Ancak bütün güzel manalı isimleri değiştirmiş değildir. Güzel manalı olup da Hz. Peygamber'in değiştirdiği isimleri genel bir analize tâbi tuttuğumuzda, onların, anlamları güzel olmasına rağmen sahibi ve çevresi üzerindeki menfi etkiler bırakan isimler olduğunu görmekteyiz. Mesela Hz. Peygamber, "iyi insan, kusursuz kimse, günahsız" anlamına gelen Berre ismini Zeyneb'e çevirmiştir. Bu ismi taşıyanın zihninde, kendini beğenme gibi bir mana teşekkül edebilir. Bu da isimlenenin karakterini olumsuz yönde etkilemek demektir. Zira bu isim hakkında Hz. Peygamber, "Allah sizin iyi olanlarınızı en iyi bilendir" buyurarak bu adı değiştirirken, "kendinizi temize çekmeyin!"[1][73] sözüyle de, güzel bir ismi başka güzel bir isimle değiştirmenin gerekçesini belirtmiştir. Bunun anlamı, "Berre adını takıp da bununla iyi olduk sanmayın! Allah kimin iyi olduğunu herkesten daha iyi bilir!" demektir[2][74]. Rivayetlere göre Zeynep bnt. Ebî Seleme'nin adı Berre idi. Nefsini tezkiye ediyor denildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu Zeyneb diye isimlendirdi[3][75]. Demek ki buradaki çirkinlik, mananın çirkinliğinden gelmiyor."Kendinî temize çıkarmayın, kimin muttaki (temiz) olduğunu O (Allah) çok iyi bilir" [4][76] âyetine muhalefetten ileri geliyor, denebilir. Şu halde İslam âdâbına uymayan, kişiye gurur, kibir, aldanma telkîn eden isimler uygun değilir. Diğer bir rivayette belirtildiğine göre Cüveyriye bnt. el-Haris'in ismi de Berre idi, Hz.Peygamber onu da Cüveyriye'ye çevirmiştir. Resûl-i Ekrem'in (s.a.), "Yanından çıkan birinin 'Berre'nin yanından çıktı' denmesini sevmiyorum"[5][77] buyurarak yasağın diğer bir gerekçesini açıkladığını görmekteyiz. Şu halde bu kategoride yer alan isimleri değistirmesinin genel sebebi; hem ismin anlamından hem şahsa yansıyan menfi etkisinden kaynaklandığı şeklinde yorumlanabilir. Çünkü nefsin tezkiyesini yalnız Allah bildiği gibi, ismin ifade ettiği anlam hakikatın hilafına da olabilir. Bu sebeple sahibini yersiz güvene ve bunun bir uzantısı olarak da kullukta gevşekliğe itebilir. Zira yersiz güven takvayı zedelediği gibi kulluk ifasında gevşekliğe de sebep olur. Hz. Peygamber'in yeni doğan çocuklara tevhîdi ve Allah'a kulluğu ifade eden Abdullah ve Abdurrahman gibi isimler vererek bunların Allah'a en sevimli adlar olduğunu ifade buyurduğunu[6][78], bunun tam tersini ifade eden "Melikü'l-Emlak/mülklerin maliki gibi isimleri de Allah'ın en sevmediği isimler olarak takdim ettiğini[7][79], bunun sebebini de "Allah'tan başka mâlik yoktur"[8][80] şeklinde açıkladığını burada tekrar hatırlatmakta yarar görmekteyim. Görüldüğü gibi bu tür isimler, tevhîde aykırı olarak şirk anlamı ifade etmektedirler. Tevhîdi zedeleyen isimleri iki açıdan ele almak mümkündür. Biri Allah'a ait sıfatların kullara izafe edilmesidir; Melikülemlâk gibi. Diğeri de, Allah'tan başkasına kul olmayı veya kulluk etmeyi ifade eden izafetlerle verilen isimlerdir. Mesela Mekke müşrikleri nezdinde en önde gelen ve en büyük kabul edilen putlardan olan Uzzaya izafe edilerek Abduluzza benzerinde verilen isimler gibi, ki Ebu Leheb'in ismi Abdüluzza idi[9][81]. Uzza'nın kulu demektir. Abdüşşems/güneşin kulu şeklinde verilen isimler de bu kabil isimlerdendir. Konuyu genel bir kaideye bağlayarak ifade edecek olursak, tevhîde aykırı isimleri, Allah'tan başka bir varlığa kulluğu ifade eden isimlerle sadece Allah'ın şanına layık olan sıfat ve isimler olarak belirtmek mümkündür. Bu tür isimleri vermek ise haramdır. Zira Hz. Peygamber, "Hakem Allah'tır, hüküm de ona aittir; öyle ise sen nasıl Ebu'l-Hakem künyesini taşırsın?" diyerek, Ebu'l-Hakem künyesini, "Ebu Şüreyh'e çevirmiştir"[10][82]. Bu uygulamada yasağın illeti açıkça görülmektedir. | ||
27-01-2007, 12:40 | #14 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| DEĞİŞTİRMEDEN VEFAT ETTİĞİ İSİMLER Hz. Peygamber, bazı isimlerin kullanılmasını yasaklama arzusunda olduğunu izhar etmiş, ancak bunları değiştirmeden vefat etmiştir. Yaşadığı süre içerisinde Hz. Peygamber'in bunları değiştirmemesi, muhtemelen değiştirmenin şart olmadığındandır. Zira çeşitli sebeplerle arzu edip de yapmadığı veya yapmaktan vazgeçtiği daha bir çok hususlar vardır[1][83]. Bunu, "yapılırsa daha güzel ancak yapılmadığında sakınca olmayan" türden bir olay olarak değerlendirmek mümkündür. Yasaklamayı arzu edip de yasaklama işleminden vaz geçmesi, yasağın keraheti tenzihiye ifade edip haram olmadığını gösterir. Câbir b. Abdillah (r.a.) Hz.Peygamber'in değiştirmeyi arzu edip de değiştirmeden vefat ettiği isimleri şu sözleriyle belirtir: "Peygamber (s.a.); Ya'lâ, Bereket, Eflah, Yesâr, Nâfi'[2][84] ve buna benzer isimleri koymaktan nehyetmek istedi. Sonra onun bu mevzuda süküt ettiğini gördüm; artık hiçbir şey söylemedi. Sonra Resûlüllah bunları yasaklamadan vefat etti"[3][85]. N e v e v î (ö.676/1277) kerahetin sadece bu isimlere mahsus olmayıp kıyas yoluyla benzer manalar taşıyan başka isimlere de şamil olduğunu belirtmektedir[4][86]. Ebû Dâvûd'un (ö.275/888) rivayetinde yer alan, "Zira kişi 'Bereket burada mı?' diye sorar da 'Hayır yok!' diye cevap verirler"[5][87] ziyadesinde yasaklama arzusunun gerekçesi belirtilmektedir. Yasağın sebebi, hadiste açıkça görüldüğü gibi, ismin kullanılışı esnasında zihne gelebilecek uygunsuz manalardır. Daha açık bir ifade ile burada gerçekte var olan bir şeye yok demenin uygunsuzluğu dile getirilmiş; ismin taşıdığı anlam ile hakikatlerin çatışması söz konusu olmuştur. Bu da bize gösteriyor ki, verilen isimlerin taşıdığı manalar, hakikatlerle çelişmemesi gerekir. Ayrıca, "Bereket burada mı?" sorusuna "hayır yok!" cevabında teşeume/uğursuzluk inancına sebebiyet ya da meydan verme ihtimali de vardır. Bu tür ihtimallere yer vermemek için söz konusu isimlerin değiştirilmesi arzu edilmiş olabilir. Ancak değiştirmenin ya da bu tür isimleri vermemenin şart olmadığı da anlaşılmaktadır. "Olsaydı, uyulsaydı, yapılsaydı daha güzel olurdu" kabilinden bir arzudan ibarettir. Ancak Hz.Peygamber'in bu tür arzularına mümkün olduğu kadar uymanın yararlı olduğu kanaatini taşımaktayız[6][88]. Çocuklara güzel isim vermek ana-babanın sorumluluğunda yer alan önemli bir vecibedir. Çocuklara kötü manalı çirkin isimler vermek mekruhtur. Melikülemlâk gibi tevhîde aykırı isimler vermek ise haramdır. Zira hadiste yer alan vaîd şiddetli bir uslûpla ifade edilmiştir. Haram hükmü aynı manaya gelen diğer isimlere de şamildir. Güzel isim verme emri, isim verme yetkisine sahip olanlaradır. Hiç kimse kendi adını kendisi koymaz. Başlangıçta adı konurken böyle bir kudrete sahip değildir. Onun için burada birinci derecede sorumluluk ebeveyne aittir. Daha sonra emir, isim verme yetkisine sahip olanlaradır. Bu sorumluluk kapsamına dede ve nineler, diğer akrabalar, kendisine isim verdirilen diğer şahıslar da dahildir. Burada öncelik şahıslara isim verenleredir. Şahıslar dışında çeşitli mekânlara isim vermek de güzel isim verme kapsamına dahildir. Bu durumda emre muhatap, idareci ve yetkililer olacaktır. Bir mekâna ad koyarken seçilecek isim, ya güzel manalar ihtiva etmeli veya güzel ve anlamlı şeyler sembolize eden bir sözcük olmalıdır. Hatırası canlı tutulup toplumda unutulması istenmeyen vak'a veya sahısların adları mekanlara verilirken, seçilen şahıslar ve verilmek istenen mesajlar, anlamca güzel, milli kültüre ve İslam inancına da uygun olmalıdır. | ||
27-01-2007, 12:40 | #15 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Tevhîde aykırı olanlar, kötü manalı olanlar, güzel manalı olup duyguları menfi yönde etkileyenler olmak üzere, değiştirilme kapsamına giren isimleri üç ana grupa ayırmak mümkündür. Her şeyden önce isimlerin güzel manalı olması sünnettir, müstehaptır. Tevhîdi zedeleyen türden isimlerin verilmesi ise haramdır, kesinlikle verilmemelidir. Şayet bilinçsizce verilmişse değiştirilmelidir. Hz. Peygamer'in değiştirmeyi arzu edip de değiştirmediği isimler mümkün mertebe verilmemelidir. Allah Resûlünün arzuları bizim için anlamlıdır, uymaya değer hususlardır. Bağlılık ve sevgi tezahürü bu durumlarda ancak belli olur. Şayet bu kategoride yer alan isimler bilinçsizce verilmiş, sonradan farkına varılmışsa değiştirilse güzel olur, ancak değiştirilmesi şart değildir. Kötü manalı isimleri vermemek esastır, İslâm'ın şiârıdır. Yine şayet bilinçsizce verilmişse, değiştirmek güzeldir, gereklidir. Değiştirilmemesi tenzihen mekruhtur. Hazn isimli bir şahsa "senin adın Sehl olsun" deyip onun da bu teklifi kabul etmemesi ve Hz. Peygamber'in de buna ses çıkarmaması bunu gösterir. Ancak İ b n M ü s e y y e b'in (ö.94/712) bildirdiğine göre Hazn'in ailesinde sertlik ve huzursuzluk, ölünceye kadar devam etmiştir[1][89]. Bu da ismin bazan kaderle örtüşmesi ya da müsemmaya/isimlenene yansıması olarak da değerlendirilebilir. Abdullah b. Selam'ın yeni bir dine girmesiyle adının değiştirilmiş olması, "her din değiştirenin ismini de değiştirmesi gerekiyor mu?" sorusunu akla getirebilir. Bu örnekten hareketle hayır cevabını vermek mümkündur. Böyle bir olay karşısında önemli olan ismin taşıdığı manadır. Güzel bir anlam taşıyor ve hem itikadî yönden bir mahzur taşımıyor, hem de sahibi üzerinde bir takım olumsuz etkiler meydana getirmiyorsa, değiştirilmesi gerekmez. Ancak isim eski dinîn izlerini taşıyorsa, değiştirilmelidir. Varlıklara verilen adlar, toplum kültürünün bir ürünü olup onun duygu ve düşüncelerinin, inanç, ahlâk ve değer hükümlerinin, şiir, edebiyât ve sanat zevkinin dışa yansıyan motifleridir. Bu bağlamda ad vermenin ferdî ve toplumsal, diğer bir ifade ile millî boyutu yanısıra bir de inanç boyutu vardır. Fert ve toplumun ideallerini sembolize ederler. Fert bazında adların karaktere yansıyan müsbet ve menfi etkileri bir hakikattır. Toplum bazında ise, inanç ve milli birliğin teşekkülünde etkin rol oynayabilen güçlü bir araç, bir eğitim vasıtasıdır. Bu sebeple önemle üzerinde durulması gereken bir husustur. Ancak çocuklar, isimlerin ihtiva ettiği mana ve beklentiler doğrultusunda eğitilmez ve bu manada bir şuurlandırma yoluna gidilmezse, kuru bir isimin hiçbir anlam ifade etmeyeceğini de burada vurgulamak gerekiyor. Bu konuda toplumun mutlaka bilinçlendirilmesi gerekir. İsmiyle neyi sembolize ettiğini ne tür bir değer yarsıttığını çok iyi bilmelidir. Bunun özellikle inanç boyutuna daha çok dikkat edilmelidir. Tevhîde aykırı olan veya tevhîdi zedeleyici manalar içeren ve bu tür çağrışımlar yapan isimlerden mutlaka uzak durulmalıdır. Şunu unutmamak lazımdır ki isim, özellikle çocuklar için, ona verilmek istenen şeklin; karakter, kişilik ve ideallerin ilk belirtisi, ilk mührü ve damgasıdır. Ona sahip olmanın ilk ve en güçlü bağı, inanç ve kültür kimliğinin hatta varlığının en belirgin tanıtım sembolüdür. Kişi kendini ne tür bir sembolle tanıtacağına çok dikkat etlmelidir. Şüphesiz insan ilk etapta fert bazında buna muktedir değildir. Ancak burada ebeveynlere büyük iş düşmektedir. Çocuğunun geleceğini ve hedefini çok iyi düşünmeli, sorumluluğunun bilincinde olmalıdır. Bunun ne denli önemli bir hadise olduğunu anlamak için Hz. Peygamber'in uygulamalarına ve sözlü uyarılarına bakmak yeterli olacaktır. | ||
27-01-2007, 12:40 | #16 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| AZîMÂBÂDî, Avnü'l-Ma'bûd Şemsü'l-Hak el-Azîmâbâdî: Avnü'l-Ma'bûd Şerhu Sünen-i Ebî Dâvûd, I-XIV, Medine 1389/1969. AYNÎ, Umde Bedruddîn Ebû Muhammed Mahmud İbn Ahmed el-Aynî: Umdetü'l-kârî şerhu Sahîhi'l-Buhârî, I-XX, Mısır 1392/1972. BİLGEGİL, Kaya, Türçe Dilbilgisi, İstanbul 1982. BUHÂRÎ Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâil el-Buhârî: el-Câmiü's-Sahîh, I-VIII, İstanbul ts., 1315'den ofset. CANAN, İbrahim, Kütüb-i Sitte Ter. ve Şer. İbrahim Canan: Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, I-XVIII, Ankara 1988 DAVUDOĞLU, Ahmet, Sahih-i Müslim Ter. ve Şer., Ahmed Davudoğlu:Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I-XI, İstanbul 1973-80. DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1988 --- DOĞAN, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, byy, 1996 (İz Yayıncılık, Eramat Tesisleri). EBÛ DÂVÛD Ebû Dâvûd, Süleyman İbnü'l-Eş'as es-Sicistânî: Sünenü Ebî Dâvûd, I-IV, İstanbul ts. ofset. ELMALILI, Hak Dîni Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır: Hak Dini Kur'an Dili, I-IX, İstanbul 1971. ERGIN, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İstanbul 1982. İBN HACER, Feth Ebu'l-Fadl Şihâbuddîn Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Hacer el-Askalânî: Fethü'l-bârî bi-şerhi Sahîhi'l-Buhârî, I-XIII, 2. bs., Beyrut 1402 h. İBN KESîR, Tefsîr İmâdüddîn Ebu'l-Fidâ İsmail b. Ömer b. Kesîr: Tefsîrü'l-Kur'ân'i'l-azîm, I-IV, Kâhire 1400/1980. İBN MÂCE Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî: Sünenü İbn Mâce, (th. Muhammed Fuad Abdülbâkî), I-II, Beyrut ts. İBN MANZÛR, Lisân Ebu'l-Fadl Cemalüddîn Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr: Lisânü'l-arab, I-XV, Beyrut ts. KÖKSAL, Asım, İslâlm Tarihi Mustafa Âsım Köksal: İslâm Tarihi: Hz. Muhammed (a.s.) ve İslâmiyet, Mekke Devri, İstanbul 1981. KUR'ÂN-I KERîM MÜSLİM Ebu'l-Hüseyn Müslim İbnü'l-Haccac el-Kuşeyrî: Sahîhu Müslim (el-Câmi'u's-sahîh), I-V, (nşr. Muhammed Fuad Abdülbâkî), İstanbul ts. ofset. NESEî Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şu‘ayb en-Neseî:Sünenü'n-Neseî, I-VIII, Beyrut ts. SOFUOĞLU, Sahîh-i Buhârî ve Terc. Mehmed Sofuoğlu, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi , İstabul 1989. TDK, Türkçe Sözlük Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, (haz. Hasan Eren, Nevzat Gözaydın, İsmail Parlatır, Talat Tekin, Hamza Zülfikar), I-II, Ankara 1988. TİRMİZî Ebû İsâ et-Tirmizî: el-Câmiu's-sahîh (Sünenü't-Tirmizî), I-V, Beyrut ts. WENSINCK, Concordance A. J. Wensinck v.dğr.: Concordance Et İndices De La Tradition Musulmane, I-VII, İstanbul 1986, VIII : haz. W. Raven - J. J. Witkam 1988 (Çağrı Yayınları) YEĞİN, Abdullah ve ber., Büyük Lügat, İstanbul 1987. | ||
22-02-2009, 22:27 | #18 | ||
Dişi Kartal Üyelik tarihi: Mar 2008 Yaş: 54
Mesajlar: 16.883
Tecrübe Puanı: 69 | Çok güzel açıklamalar,oldukça uzun ama olsun..
__________________ | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |