|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
02-02-2007, 14:54 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR Tanımı : Bir şirketin, yatırımını ülke sınırları dışına yaymak üzere ana merkezinin dışındaki ülkelere üretim tesisi kurması veya mevcut üretim tesislerini satın alması “doğrudan yabancı yatırım” olarak adlandırılır. Geniş anlamda, bu tanıma emlak sektöründe yapılan spekülasyonlar, borsa oyunları, tahvil alımları, kur değişikliklerinden yararlanan çeşitli spekülatif giriş-çıkışlar da girebilmektedir; ancak bu çalışmada “yabancı doğrudan yatırım”, üretken alanlara yapılan yatırım ( makine, teçhizat, bina, arsa, lisans, patent hakları) olarak ele alınacaktır. Gerekliliği : Dünya ekonomisi özellikle son 15-20 yılda hızlı bir şekilde değişmektedir. “Küreselleşme” olarak tanımlanan bu değişimden çok önemli iktisadi sonuçlar çıkmaktadır. Bu sonuçlar itbariyle, ulus devletinin önemini yitirdiği, ulusal iktisat politikası oluşturmanın anlamlı olmadığı, ülkelerin uluslararası gidişata ayak uydurması ve kalkınması için yabancı sermayeyi çekmesinin gerekliliği vurgulanmaktadır. Bu süre içinde doğrudan yabancı yatırımların, uluslararası ticaret hacminin göstergesi olan toplam ihracat ve dünyada üretilen toplam mal ve hizmetlerin göstergesi olan GSMH’ den daha hızlı arttığı görülmektedir. Bu gelişmeyi gören ve yabancı yatırımın gelmesi için uygun koşulları sağlayan ülkeler, güçlü bir finansman yapısına sahip olmakla birlikte istihdam sorunlarını çözme konusunda da önemli adımlar atmışlardır. TÜRKİYE’DE DOĞRUDAN YATIRIM VE YABANCI SERMAYENİN GELİŞİMİ Türkiye, dünyanın gelişmekte ve değişmekte olan ülkeleri arasında üst sıralarda gösterilmektedir ve cazip bir iç pazara sahiptir. Ülke genelinde eğitim seviyesi yüksek olmamakla beraber çok sayıda iyi eğitilmiş işçi ve yönetici bulunmaktadır. 1954’te ‘Yabancı Sermaye Yasası’ nın yürülüğe girmesinden bu yana Türkiye, bu sermayeyi çekmeye yönelik bir hukuki yapı hazırlamayı amaç edinmiştir. Ancak bu girişimlere rağmen yabancı yatırım düşük seviyelerde kalmıştır. Türkiye’de 1970’lerin sonuna kadarki süreç içinde yalnızca düşük maliyetli tarım girdilerine dayalı belirli birkaç sektörde yatırım gerçekleştirildi. Bu dönemde Türkiye içe dönük bir “ithal ikamesi” stratejisi uyguladı. İthalatın rekabeti fiilen söz konusu olmayıp, iç pazardaki rekabet de KİT’lerin sübvansiyonu ile bastırılmış durumdaydı. Yabancı paralar için 1’den fazla ve yüksek kur değerleri uygulanması, Türk Lirası’nın konvertibl olmaması ve süregelen politik ve ekonomik istikrarsızlık, Türkiye’nin yabancı sermaye için çekiciliğini zayıflatmıştı. Özellikle ihracat amaçlı yabancı sermaye, tercihini Türkiye için kullanmadı. Bu sorunlara rağmen 70’li yıllar boyunca 250 milyon dolar tutarındaki yabancı sermaye, iç pazarda satış yapma amaçlı olarak Türkiye’ye girdi. | ||
|
02-02-2007, 14:54 | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1970’lerin ortalarından itibaren borç krizinin ciddi olarak yaşanmaya başlaması , iç pazardaki büyük durgunluk ve kredi sisteminin çöküşünü beraberinde getirdi. Bu olaylara 1978’de Güney Amerika ülkelerinde yaşanan ekonomik krizin etkileri de eklenince yabancı yatırımcılar kaynaklarının kurtarabildikleri kısımlarını yurt dışına çıkarmak suretiyle hızlı bir sermaye çıkışına sebep oldular. Bu dönemin tek faydası çok düşen iç talep nedeniyle kazanılan ihracat başarılarıydı. Hükümet, şirketlere çok düşük faizli ihracat destek kredileri sağlayarak bu zor dönemden çıkmaya çalışmıştır. 1980 yılı ile birlikte hükümet, öncülüğünü özel sektörün yapacağı ihracata yönelik bir ekonomik dengeleme ve yapısal düzenleme programını hızla uygulamaya aldı. Esnek kur politikası, ihracat teşvik politikası, yurt içi tasarrufların teşvik edilmesi amacıyla faiz oranlarının serbest bırakılması, ithalat üzerindeki miktar kısıtlamalarının kaldırılması ve gümrük vergilerinin indirilmesi, bu programın başlıca reformlarındandır. En önemli reform ise 1983 yılında Türk Lirası’nın tam konvertibiliteye geçmesi olmuştur. Bu reformlar 1981 yılından itibaren yabancı sermaye girişlerini önemli ölçüde arttırmaya başlamış; yabancı sermaye girişi 1981-87 yılları arasında ortalama 93 milyon dolar (net) seviyesine yükselmiştir. 1988 yılında önemli bir artış daha gerçekleşmiş, 1988-91 yılları arasında bu ortalama net olarak 625 milyon doları bulmuştur. | ||
02-02-2007, 14:54 | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1990’lı yıllarda bu reformlar ve yabancı sermaye yatırımının büyümesi devam etmeyince bu dönem ekonomik açıdan durgun geçmiştir. Ekonomik büyümedeki sert düşüş ve artışlar daha düzensiz bir görünüm sergilemiştir. 1994’te patlak veren kriz ve devalüasyon olayından sonra enflasyon yükselmeye başlamış ve değişkenliği artmıştır. Enflasyonu aşağı çekmedeki başarısızlık ve istikrarsızlıklar nedeni ile Türkiye’de yatırımcılar için istikrarsız ve güvensiz bir ortam doğmuştur. Türkiye’deki reformların aksaması ve büyüme, ücret ve hükümet politikalarındaki istikrarsızlıklar sürerken , Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin hızlı ve kapsamlı reformlarla başarılı bir dışa açılım politikası yürütmesi, bu ülkeleri yabancı sermayenin hedefi haline getirmiş ve Türkiye yine kaybetmiştir. Macaristan , Polonya, Slovenya, Romanya, Slovakya gibi ülkeler, kendi ekonomilerinin hacmine oranla bakıldığında Türkiye’den daha fazla yabancı sermaye çekebildiler. Hükümetler ekonomik reform girişimlerinde bulunduysa da (Gümrük Birliği’ne giriş gibi) bu reformları gerçekleştiren siyasi yapı kalıcı olamadığı için bu reformlar sağlam temellere oturtulamamış; kağıt üstünde kalmıştır. Aralık 1999’da hükümet, kredibiliteyi yükseltmek, enflasyonu azaltmak ve yapısal reformları uygulamak amacıyla IMF ile 3 yıllık stand-by antlaşması yapmıştır. Bu reform, bankacılık, tarım, enerji, sosyal güvenlik ve özelleştirme gibi konuları içeren geniş kapsamlı bir antlaşma olmuştur. Ancak 2000’in Kasım-Aralık aylarında yaşanan kriz; Türk Lirasının önemli derecede değer yitirmesine ve dalgalı kur politikasına geçilmesine neden olan Şubat 2001 krizi, bu çalışmaların aksamasına neden olmuştur. 2000 ve 2001’de yabancı sermayede görülen önemli artışın kaynağı ise İş Bankası-Telecom Italia Mobile ortaklığıyla kurulan 3. GSM operatörü Aria’nın lisans hakkı satışı ve bütün Türkiye’ye yayılması için yaptıkları büyük yatırımlardan kaynaklanmaktadır. | ||
02-02-2007, 14:54 | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| DÜNYADA SERMAYE AKIMLARI UNCTAD (United Natıons Conference On Trade And Development)yabancı sermayeden yararlanma oranını gösteren bir kavram olarak Transnationality Index (TNI) geliştirmiştir. Bu indeks değeri yabancı iştiraklerin toplam varlıklara oranı, yurtdışı satışların toplam satışlara oranı ile yurtdışında sağlanan istihdamın toplam sağlanan istihdama oranının aritmetik ortalamasıdır. TNI’ ya göre yabancı sermayeden en fazla yararlanan ülke Yeni Zelanda’dır. Onu Belçika, Lüksemburg, Yunanistan, Avustralya, Hollanda, İngiltere, İrlanda izlemektedir. Oransal bir indeks olduğundan büyük ekonomilerin değeri küçük çıkmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde sıralama Trinidad ve Tobago, Singapur, Malezya, Mısır, Kostarika, Hong Kong diye uzayıp gitmektedir. Türkiye bu sıralamada sondan üçüncü durumdadır.Türkiye'nin ardından Hindistan ve Kore gelmektedir. 2000 yılında gerçekleşen toplam yatırım miktarı 1271 milyar dolardır. Bu pastadan ABD 281, İngiltere 130, Çin 41, Hollanda 55, Brezilya 34, Kanada 63, Meksika 13, üç milyon nüfusluk İrlanda 16 milyar dolar pay almışlardır. Türkiye ile hemen hemen aynı nüfusa sahip Mısır 1 milyar doların üstünde yatırım alırken, Türkiye %0.08 lik payı ile 982 milyon dolar yatırım çekebilmiştir (Ekte bazı ülkelerin çektikleri DYY miktarları verilmiştir). Yabancı sermaye akışlarının yaklaşık %80’i – 1 trilyon dolar - gelişmiş ülkeler arasında gerçekleşirken İngiltere 250, ABD 140, Almanya 115 milyar dolar dış yatırım yapmıştır. | ||
02-02-2007, 14:54 | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| DÜNYADAN İKİ ÖRNEK : İRLANDA VE ÇEK CUMHURİYETİ DYY çekebilme konusunda en başarılı ülkelerden biri olarak İrlanda gösterilebilir. İrlanda’da coğrafi dezavantajı kaldırmak için katma değeri yüksek sektörlerde uzmanlaşmaya ağırlık verilmiş, katma değeri yüksek sektörlerden de enformasyon teknolojisi, ilaç sanayi ve kimya ile uluslararası ticari ürünler seçilmiştir. Yatırımların maliyetini düşürmek ve böylece karlılığı artırmak için KDV %10’a düşürülmüştür. Yerli ya da yabancı yatırımcıya sağlanan kolaylıklar arasında hiçbir fark bulunmaması da önemli bir nokta olarak belirtilebilir. İstatistiklere bakıldığında yabancı şirketlerin İrlanda ihracatının %60’ını oluşturduğu, son 30 yılda ihracat rakamlarının 8.6 milyar dolardan 83 milyar dolara ulaştığı görülmektedir.İrlanda’nın başarısının arkasında yatan bir diğer neden de eğitimli ve genç iş gücü olarak ifade edilebilir. Ülkede eğitimde özellikle teknoloji ve işletme alanlarında yoğunlaşma olmuştur. Ancak Avrupa Birliği teşviklerinin de işlerin iyi gitmesinde önemli bir rolünün olduğunu eklemek gerekir. Bu teşvikler, çok önemli altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesini sağlamıştır. İrlanda Kalkınma Ajansı (IDA) Yöneticisi David O’Donovan bir konuşmasında , İrlanda’da yabancı yatırımcı için bürokrasi ağı dışında bir yapı oluşturduklarını, İrlanda’nın başarılı olmasının en önemli nedeninin de siyasi konsensüsün olması olduğunu belirtiyor. Çek Cumhuriyeti de son on yıl içinde DYY için çekici bir pazar haline gelmiştir. Avrupa’nın ortasında olması, Çek parasının değerinin durağan olması, iyi eğitimli işgücüne sahip olması gibi avantajlarının yanısıra Çekler de İrlandalılar gibi daha çok yabancı yatırım çekebilmek için bazı kolaylıklar sağlamıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz : v Yeni kurulan şirketler için 10 yıl süreyle kurumlar vergisi alınmıyor, kurulu şirketler için de 5 yıl için vergi indirimi uygulanıyor. v İstihdam yaratımı karşılığında ödenek veriliyor. v Eğitim karşılığında ödenek veriliyor. v Altyapısı hazır endüstriyel araziler düşük fiyatlarla yatırımcıya tahsis ediliyor. v Hazine arazileri de düşük fiyatlarla yatırımcıya tahsis ediliyor. | ||
02-02-2007, 14:55 | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| TÜRKİYE’NİN DYY ÇEKEBİLMESİNDE BAŞLICA GÜÇLÜ YÖNLERİ DYY’larda temel sorun, yatırımcıların Türkiye konusunda tamamen bilgisiz olmaları değildir. Yıllık 982 milyon dolarlık DYY, ülke potansiyeli ile karşılaştırıldığında nispeten düşük olmasına rağmen, azımsanmayacak bir tutardadır. Dünyanın en büyük çok uluslu şirketlerinden onlarcası, bunlara ilaveten daha az tanınan çok uluslu şirketlerin Türkiye’de yatırımları bulunmaktadır ve bunların birçoğu yıllardır faliyettedir. Örneğin Siemens, yaklaşık 50 yıldır Türkiye’dedir. Türkiye’nin yatırım teşviklerini belirgin bir şekilde tanıtan ulusal bir kurumu olmamasına karşın, ülke tanınmakta olup, çekici unsurları dünyanın ekonomik olarak önemli her bölgesinden yüzlerce yabancı şirketin gelmesini sağlamıştır. Çok uluslu şirketler Türkiye’de başlıca iki unsurun - geniş iç pazar ve yetişmiş, maliyet etkin bir işgücü - olduğuna hem fikirdirler. Bu mutabakat çok sağlam olup, hemen her araştırmada öne çıkmaktadır. Yabancı sermaye derneği YASED vasıtasıyla Türkiye’de bulunan 56 yabancı yatırımcı arasında FIAS tarafından yapılan araştırmada mevcut yatırımların %50 den fazlasının Türkiye’de geniş iç pazar, yetişmiş ve maliyet-etkin işgücü ve yetkin yerli şirketler nedeniyle yatırım yapmış oldukları gözükmektedir. Yerli sermayeli şirketler, çok uluslu şirketlere yüksek kaliteli tedarikçiler olarak ve ayrıca joint-venture yatırımlarında ortak olarak görev yapmaktadırlar. Türkiye’nin yabancı sermaye çekebilmesinin başlıca güçlü yönü olarak, Türkiye’nin pazar hacmi önemli bir yer tutar. 60 milyonu aşan nüfusu ve 200 milyar dolar civarındaki GSMH’si ile Türkiye pazarı, gelişmekte ve değişmekte olan ülkeler sıralamasında en cazip ilk on ülke arasındadır. Arjantin, Brezilya, Çin, Endonezya, Hindistan, Kolombiya, Meksika, Pakistan ve Rusya gibi sayılı ülkeler bu sıralamada Türkiye’nin ilerisinde veya yakınında yeralırlar. Gelişmekte olan büyük pazarlar arasında 2000 yılı özel tüketim öngörülerine dayalı olarak yapılan sıralamada yalnızca Brezilya (408.7 milyar US$), Meksika (394 milyar US$), Arjantin (200 milyar US$), Çin (507 milyar US$) ve Hindistan (319 milyar US$), tüketici pazar hacmiyle Türkiye’nin (139 milyar US$) önünde yer almışlardır. Ülkenin Orta Doğu ve Orta Asya ile olan coğrafi ve kültürel bağları ve 1996 yılında AB Gümrük Birliğine girişi, iç pazar potansiyelini bir ihracat platformu olarak daha da güçlendirmektedir. | ||
02-02-2007, 14:55 | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Türkiye’nin yabancı sermaye çekebilmesinin diğer bir güçlü yönü yetişmiş ve maliyet-etkin işgücüdür. Türkiye yetişmiş işgücü bulunabilirliği açısından değerlendirildiğinde, Doğu Avrupalı rakiplerinden ve bu niteliği ile dış yabancı sermaye yatırımları çekmekte çok başarılı olan ve hatta bu nedenle işgücü darlığı çeken İrlanda’dan bile ileride yer almaktadır. Yetkin üst düzey yönetici bulunabilirliği açısından da Dünya sıralamasında Macaristan (31.), Polonya (40.) ve Çek Cumhuriyeti(46.)’nin epey önünde 8. sırada yer almaktadır. Türkiye’de üretim sektöründeki saat ücretleri, Doğu Avrupa’nın önde gelen ülkelerine kıyasla %5-10 yüksek olmakla birlikte, Türk işgücü, Avrupa’daki bütün ülkelerin arasında en çok ve üretken olarak çalışanıdır. Türkler gün ve saat olarak – yılda 280 gün ve günde 9 saat – daha fazla çalışmaktadırlar. Türkiye, yıllık ortalama çalışma saati ile dünyada üçüncü sıradadır. Türkiye’nin yabancı sermaye çekebilmesinde diğer bir güçlü yönü güçlü yerel şirketlerin varolmasıdır. Dünya Ekonomik Formu (WEF) tarafından 4000’i aşkın kuruluş arasında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’deki yerel şirketler Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ndekilere kıyasla daha üstün olup; İspanya ve İsrail’dekilere eşdeğerdir. Örnek olarak Türkiye’de yukarıda belirtilen rakip ülkelere kıyasla hepsinden fazla uluslararası sanayi kümeleri yeralmaktadır. Türkiye’deki iç pazarın rekabet seviyesi, İspanya dışında bütün bu ülkelere göre daha üst seviyededir ve bu rekabet yerli unsurlardan kaynaklanmaktadır. Türkiye, gelişmiş ve gelişmekte olan 59 ülke arasında 20. sırada yeralmakta ve bu kategoride rakiplerine göre ortalama olarak daha iyi bir performans sergilemektedir. Küresel yatırımlar için güçlerini birleştiren Sabancı Holding ve Du Pont arasındaki mevcut anlaşma, yerli sanayinin gücüne ilişkin bir örnektir. Türkiye’deki Sabancı/DuPont ortaklığı 1 milyar US$ lık şatış beklentisi ile sentetik elyafta Avrupa pazarını hedef almaktadır. Söz konusu grup aynı konuda dünyanın başka yörelerinde yeni ortak yatırımlar amaçlamaktadır. | ||
02-02-2007, 14:55 | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yerli sanayinin gücü nispeten yüksek olan ihracat oranlarıyla da belirgindir. Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) gayri resmi verilerine göre, toplam sanayi üretiminin yakalaşık %25’i ihraç edilmektedir. Türkiye’de üretilen tüketim mallarının %26’sı, ara malların %17’si ve yatırım mallarının %33’ü ihraç edilmektedir. Ancak üretime dayalı bu ihracatın dörtte üçünü aşan kısmı, ya kaynak bazlıdır (basit hammade işleme), ya da düşük teknolojiye dayanmaktadır. Bu durumda ülkenin yüksek katma değerli sanayilerle rekabet gücünün arttırılması için yabancı sermaye girişi şarttır. Türkiye’nin başka pazarlara kolaylıkla erişmesi gibi başka güçlü yanları da bulunmaktadır. AB ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği Türkiye’yi Batı Avrupa ülkeleri ile daha yakın bir konuma getirmiştir. Türkiye, konumu ve kültürü itibariyle hem Orta Doğu’ya hem de Orta Asya’nın eski Sovyet Cumhuriyetlerine bir geçit işlevi görebilir. Bu yöredeki bazı ülkeler petrole dayalı satın alma güçleri ile çekici olmalarına rağmen yatırım ortamları dostane olmaktan uzak ve risklidir. Bu bölgelere girmeye çalışan çok uluslu şirketler için Türkiye bölgesel bir merkez veya üs görevi yapabilir. | ||
02-02-2007, 14:55 | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| TÜRKİYE’NİN DYY AÇISINDAN BAŞLICA ZAAFLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Ekonomik İstikrar : Ekonomik istikrar Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının artırılması için olmazsa olmaz bir koşuldur. Ekonomik istikrarsızlık yüzünden, Türkiye’nin imajı son 10 yılda şiddetli bir biçimde zarar görmüştür ve bu periyotta kamu finans sektöründeki bozulmalara bağlı olarak ortaya çıkan 5 ekonomik kriz de bu istikrarsızlığı tetiklemiştir. 1990 ve 2000 yılları arasında bütçe açığı %360 oranında artmış ve 20.7 milyar $ ‘a ulaşmıştır. Ayrıca ortalama enflasyonda %80 olarak gerçekleşmiştir. Ekonomideki dengesizlikleri düzeltmek ve bu yolla DYY’lar için uygun bir ortam yaratmak için, IMF programına uymak bir zorunluluktur. Yapısal reformlar için gerekli olan yasaların çıkartılması, yabancı yatırımcıların güvenini tekrar kazanabilmek için oldukça önemlidir. Siyasi İstikrar : Siyasi istikrar da Türkiye’ye akan DYY’ların artırılması konusunda çok kritik bir husustur. 1991-2001 yılları arasında Türkiye 9 koalisyon hükümeti tarafından yönetildi. Zayıf hükümetler, politik tutarsızlıklar, yolsuzluk, populist politikalar ve siyasi partilerdeki lider baskıları siyasi istikrarsızlığın ana sebepleridir. Siyasi istikrarı yeniden sağlamak için siyasi partiler ve seçim sistemi yasaları yeniden düzenlenmelidir. Türk politika sisteminde daha fazla sorumluluk ve şeffaflık önemli bir ihtiyaçtır. Yüksek Gelir Vergisi ve Sosyal Sigortalar Kesintileri: Çalışanlar üzerindeki yüksek gelir vergisi ve yüksek Sosyal Sigortalar kesintileri azaltılmalıdır. Bunlar yabancı yatırımcılar için ağır birer yüktür. Ayrıca, bu kesintiler çalışanın eline geçen parayı da düşürmektedir. Yatırım Teşvik Sistemi : Yatırım Teşvik Sistemi yeniden ve iyi yönde düzenlenmelidir. Türkiye yabancı yatırımcılara en azından rakipleri olan Doğu Avrupa ülkelerinin sağladığı kadar çekici bir yatırım ortamı yaratmalıdır. Bunun için: · Kurumlar vergisi düşürülmelidir. Enflasyon etkisi ile beraber gerçekleşen kurumsal vergi oranları %60-85 arasındadır. Bu oran Macaristan’da %18, Polonya’da %30’dur. | ||
02-02-2007, 14:55 | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| · Vergi teşviklerindeki %19.8‘lik stopaj vergisi kaldırılmalıdır. · ARGE Teşvikleri yeniden düzenlenmelidir. · Teşvikler, yeni iş alanları yaratma ve iş eğitimi konularını kapsayacak şekilde genişletilmeli, yatırım yapılacak arazi ve altyapı konusunda devlet desteği artırılmalıdır. Yeni iş alanları yaratma ve iş eğitimi konularındaki teşvikler Macaristan ve Polonya’da uygulanmaktadır. Macaristan’da hükümet yabancı yatırımcılara, yatırım yapacakları araziyi kendisi göstermektedir. · Bir Yatırım Promosyon Ajansı kurulmalıdır. Türkiye’nin proaktif, etkin bir DYY teşvik ve tanıtım çalışması bulunmamaktadır. Türkiye’nin potansiyel yatırımcılarına sunduğu “ürün”ün geliştirilmesi için gerekli olan reformları tamamlamak üzere, geliştirilen bu ürünün “satılmasına” destek olacak - yani yatırımcıları ülkeye çekecek - bir “pazarlama” kurumuna gerek vardır. Söz konusu kurum, otonom ve kamu yönetiminin idari bürokrasinin dışında olmalı, yönetim kurulu DYY ile ilgili devlet dairelerinin ve özel sektör temsilcilerinden oluşmalı, özel sektörden piyasaya şartlarına uygun ücretlerle kalifiye personel sağlayabilecek yeterli bir bütçe ile yasal ve finansal olanaklara sahip olmalıdır.Bu kuruluşlar Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nde çok başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Enflasyon Muhasebesi Sistemi : Enflasyon Muhasebesi sistemine geçilmelidir. Yüksek enflasyon oranları yatırımcıların sermayelerini aşındırmaktadır. Gümrük Dışı Engeller : Bir çok bakanlık tarafından uygulanan yatırım izin belgeleri ve şirket kurma aşamalarındaki bürokratik işlemler azaltılmalıdır. İhracat Teşvikleri : İhracat teşvikleri artırılmalıdır. Teşvikler, eskiden beri, olması gereken oranın altındadır. Neredeyse bütün dünya ülkeleri Türkiye’den daha çok ihracat teşviki veriyorlar. Özelleştirme ve Yap-İşlet Projeleri : Özelleştirme ve yap-işlet projelerinin (özellikle enerji sektöründe) gecikmeden uygulamaya konması gerekmektedir. Bu alanlarda gerekli yasal düzenlemeler ve garantiler, yabancı yatırımcıyı DYY’a teşvik eden en çekici konulardır. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |