|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
22-01-2007, 09:30 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
SİYASET FELSEFESİ Siyaset felsefesinin ne olduğunu anlamak için Leo Strauss’un ünlü konferansında (“Siyaset felsefesi nedir?; 1992”) dile getirdiği iki tuzaktan korunmak gerekir. Birinci yanılgı siyaset felsefesini felsefenin, siyasetin özel alanında genel felsefenin problemlerinin ya da kavramlarının yer değiştirmesiyle oluşmuş “ek” bir dalı yapmaktır. Bu fikir, önce hem düşünceye hem olguya bağlı bir engelle karşılaşır “genel felsefe” ya da metafizik tarihiyle siyaset felsefesi tarihi arasındaki açık sapma. Gerçekten de ilk planda, bir siyaset felsefesi tarihi yazmak isteniyorsa, belli başlı bölümlerinin ve eklemlenmelerinin genel felsefe tarihininkiyle aynı olamayacağı düşüncesini reddetmek zor gözükmektedir. Antikite bağlamında Platon ve Aristoteles , her iki durumda da aynı derecede önemli bir yere sahiptirler kesinlikle ama çeşitli helenistik filozoflar söz konusu olduğunda aynı şeyi söylemek o kadar mümkün değildir; buna karşılık modern felsefede sapmalar son derece belirgindir: Descartes ya da Husserl gibi önemli filozoflar temelleri olan bir “felsefe siyaseti” bırakmamışlardır (onların siyasal düşüncelerini yeniden yapılandırmak mümkün olsa da bu gerçek değişmez) ve Makyavel, Montesquieu ya da Rousseau gibi önemli siyaset felsefecileri özellikle saf bir felsefe yapma kaygısı içinde olmamışlardır (bununla birlikte büyük bir hayranlık ve ilgi çekmişlerdir). Kesinlikle rastlantısal olmayan bu durum gerçekten siyaset felsefesinin önemli bir özelliğidir: siyaset felsefesi özel bir sorundan doğar ve onunla yaşar: felsefe hem temel olan hem felsefi bir temeli olmayan ama dünyanın ya da “doğal” yaşamin ontolojik ya da fenomenolojik sorununa indirgenemeyen sorular soran insan yaşaminin bir boyutu arasindaki ilişki sorunu . Siyaset felsefesinin problemleri ona kendiliklerinden geliştirilmiş ve çelişkili argümanlar üreten insan topluluklarinin yaşami araciligiyla verilmiştir ve bu durum, bir yandan düşünceye sadece sistematik tutarlilik zorlayiciliklari olmayan özel zorlayiciliklar empoze ederek önyansimali bir deneyim araştirmasini bir sorunsal yapar. Ikinci yanilgi bakişimlidir ve siyaset felsefesini, genel olarak “siyasal düşünce”yle karıştırarak ve onun kendi mantığını “siyasal düşünceler mantigi” üstüne oturtarak, sitede zaten yaygın olan fikirlerin basit bir biçimlendirilmesi gibi görmekle ilgilidir. Bu noktada siyaset ve deneyim ya da tüm öteki düşünce alanları için aynı şey söz konusudur; felsefe bu biçimsel zorlamalarla ve özellikle de onu besleyen ‘telos’la ilginç hale gelir: gerçek anlamda ancak ilkelerin tartışılmasıyla, bu tartışmada doğrudan ya da dolaylı biçimde “total” gerçeklik sorusu sorulduğunda ortaya çıkar (iddiaların radikal bir eleştirisinin ya da gerçek söylemin hayallerinin paradoksal biçimi altında olsa da). Dolayısıyla siyaset felsefesi öncelikli olarak sitenin “gerçek” siyasetinde gerçekten var olan deneyim ve düşüncelerle gerekli, aşilmaz ve belirsiz biçimde sorunsal bir ilişkiyle belirginleşir. Yaşam dünyasiyla olan bu temel ilişkinin sonucu spekülasyon olasiliklarini önceden sinirlamaktir: problemlerini siyasete veren ve böylelikle siyaseti siyasetin ortak önlayişini destekleyen anlayişlari ve kavramlari arasinda minumum bir süreklilige zorlayan siyasetin kendisidir. Öte yandan burada filozof özel bir “siyasal” konum içinde yer alır ve onun bu konumunun temelinde, özelliğinin ortak düşünce ve argümanları aştığı varsayılan evrensel içerikli bir söylem iddiasında olması yatar; filozof ve site arasındaki sürekli gerilim buradan doğar ve bu gerilimin bütünüyle yok edilmesi mümkün değildir; gerçekten de felsefenin amacı yaygın inançların ya da sağduyunun geçerliliğini doğrulamak ve meşrulaştırmak olsa da bu proje her zaman aşırı ya da sert bir iddianın işareti gibi gözükebilir çünkü en azından kendi meşruiyetini göz önünde bulundurma bağlamında bir bilinç eksikliği Önvarsayımı söz konusudur. Dolayısıyla siyaset felsefesinin basit bir olumsuz tanımı (siyaset felsefesi genel felsefenin basit bir uygulaması değildir, var olan “siyasal düşünceler”in sistemleştirilmesi de degildir) bu temel özelliklerin bazilarinin belirlenmesi için yeterlidir. Çünkü felsefi-olmayanla gerekli bir ilişki kurar, siyaset felsefesi her zaman özel çikarsamali ve yurttaşlikla ilintili bir baglama baglidir: philosophia perennis burada “bağlamsalcı” bir biçim altında var alabilir ancak. Siyaset felsefesi genel bir destekten yararlanan düşüncelere dayandığından klasik felsefe ve “sağ duyu” ilişkisi sorusuna özel bir içerik kazandirir sadece akademik bir sorun olabilecek şey felsefe ve site arasindaki sürekli gerilimin nedeni durumuna gelir. Site için siyaset felsefesinin varligi, tarafli olmak istemediginden daha radikal olabilecek bir tartişma olasiligi yaratir; filozof için siyasal sorunlarin tartişilmasi, onun sadece teorik özellikler taşimayan ama ayni zamanda onun özel etkinligini de dikkate alan öteki insanlarla ilişkisi konusunda özel bir düşünceyi gerekli kilar. Dolayisiyla siyaset felsefesinin özgünlügü, bir yandan felsefeyi felsefi olmayan yaşama çok güçlü bir biçimde baglarken, felsefenin kendisini teorik ve pratik temel bir sorun yapmasi olgusuna baglidir. Dolayisiyla ancak filozof ve site arasindaki ilişkinin bazi önemli figürleri örnegi araciligiyla anlaşilabilir. Özellikle burada temel sorunlar ayni zamanda en önemli sorunlardir: felsefenin doguşu, “modern” dönüşüm ve çagdaş düşünce içindeki yeri. Dolayisiyla biz de “sokratik” felsefenin getirdiği problemden hareket edip, daha sonra felsefenin modern dünyayla -kısmen felsefenin eseri olan-kurduğu özel ilişkiler üstünde duracağız. Filozof ve toplulukFelsefenin Yunanistan’da doğduğu ve klasik biçimini Atina’da Sokrates, Platon ve Aristoteles ’le aldığı söylenirken felsefenin ortaya çıkışı ve Grek Sitesinde ve özellikle de Atina demokrasisinde ortaya çıkan siyasal özgürlük arasındaki ilişki açıklığa kavuşturulur. Ama bu tarihsel bağ hem temel hem sorunsaldır. Gerçekten de, bir yanda felsefenin doğuşu geleneğin, mitin ve tüm dinsel ve siyasal otoritelerin ve de bunlara bağlı yaşam biçimlerinin sarsılması sonucunu doğurmuştur ve demokrasi de özellikle bu köklü değişimden doğmuştur. Logos’u ya da doğayı sitenin “pozitif” düzeniyle karşitlaştirabilmek için her şeyden önce miras alinan siyasal düzenlerin biçimlerinin tartişilmasinin meşru olmasi ve din ve gelenek otoriteleri dişinda bir otoriteye dayanmasi gerekir. Buna karşilik site ve felsefe arasindaki ilişkiler her zaman tartişma yaratmiştir ve siyaset felsefesinin kurucusu Sokrates de kendisi hakkinda açilan davanin bir iftiraya ya da bir yanliş anlamaya dayandigi söylenemeyecek olsa da Atina demokrasisinin en büyük kurbani olmuştur; gerçekten de onun ögretisi bazi açilardan Atina rejiminin meşruiyeti için bir tehdit gibi görülebilir. Sokrates’in çok açık yurtsever tavrı söz konusu değildir burada çünkü (belki öğrencisi Platon’un tersine) kendisi örnek bir yurttaşti; Atina’nın girişmiş olduğu savaşlara katılmış, çocuklarını vatanı için feda etmiş, demos’a sadece onun yapmış olduğu yasaları savunmak için karşı çıkmıştır ve bazı antidemokratik aristokratlarla (Kritias ve Alkibiades gibi) ilişkiler kurduysa da yıkıcı komplolara katılmış olabileceği konusunda kesin bilgiler yoktur elde. Bununla birlikte Sokrates’in öğretisinde hem demokrasiyle hem de genel olarak Site’yle uyuşmayan birşeyler vardir; gerçekten de Sokrates, her şeyden önce her özel düşüncenin kesin karakterini ortaya çikarmakla kalmaz: muhataplarini kendileriyle çelişkiye düşürerek fikrin siyasal tartişma ve kararlara temel oluşturamayacagini gösterir; ve bu da büyük sofist tarafindan yeniden ele alinan ve kuramsallaştirilan yurttaşlarin evrensel siyasal yetenegi Atina postulatini ortadan kaldirir (bkz. Platon, Protagoras); ayrica daimon referans ve felsefi bilgiyi israrla savunmasiyla (bilginin sinirlarinin bilinmesi olarak) sitenin ve dinsel örgütlenmesinin aslinda eksik oldugu düşüncesini öne sürer. Böylece Platon’un Sokrates öğretisini birçok bakımdan radikalleştirmiş olduğu mümkünse de bu öğreti her halükarda Atina demokrasisinin kabul edebileceği çizginin sınırında kalmıştır Sokrates’in yaşami ve ögretisi, dolayisiyla, içerigi siyaset felsefesi açisindan çok önemli çifte bir ders verir: felsefenin konusu, ortak siyasal deneyim dişinda, başka hiçbir yerde bulunmaz; bu, yaygin tartişmalar araciligiyla açiklanmiştir ve ayrica Kriton ’da (Sokrates, Platon’un bu diyalogunda, kendisini yurttaşlarinin mahkum ettigi ölüm cezasi nedeniyle kaçmaya razi etmek isteyince Atina yasalarini gösterir) görüldügü gibi filozof kendisini egiten ve yasalariyla koruyan siteye olan borcunu görmezlikten gelemez. Öte yandan ise filozof basit bir ortak bilinç ve ortak anlayişla yetinemez çünkü onlardan daha farkli gerekçeler ileri sürer ve çünkü düşüncesi kismen geçerli kaliplarin arkasinda gizlenmiştir (L. Strauss, 1989, N. B. s. 45-46): bu ayni zamanda şu anlama gelir: filozof, siyasal düzeni onaylasa da siteye tam anlamiyla sadik degildir, site iyi kötü adil ve dolayisiyla felsefenin gerekliliklerine uygun bir düzen saglamiş olsa da durum degişmez. Felsefe ve siyaset arasindaki karişik ve ayni zamanda siyaset felsefesinde de var olan bu ilişki siyaset sorunu alaninda iki karşit çözüme yol açar ve bunlari Platon ve Aristoteles araciligiyla örneklemek uygun olur. | ||
|
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |