Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Beşiktaş > Futbol

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 26-12-2006, 15:53   #1
 
Jcole - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
AKLI SELİM HER BEŞİKTAŞLI OKUSUN!!!

Beşiktaş, Türk futbolunun en eski kalelerinden. Kulüp ambleminin üzerinde 1903 tarihi yazıyor. 100. yılında görkemli bir şampiyonluk yaşayan Siyah-Beyazlı camianın yüzü, 2003'ten bu yana gülmüyor. Serdar Bilgili döneminin ardından kulüp yönetimini devralan Yıldırım Demirören ve ekibi, Vicente Del Bosque'yle başlayan süreçte her sezon çok sayıda transfer ve zor durumda kalındığında da 'teknik adama kapıyı gösterme yöntemi'ni seçti. İspanyol çalıştırıcı ancak yarım sezon kalabildi Kartal'ın başında. Sonra? Sonrasında önce Rıza Çalımbay, başarısızlık ve ardından Jean Tigana tercihleri yaşandı. Ama önümüzdeki tabloda hâlâ mutsuzluk en baskın öğe. Şimdilerde Fransız teknik adamın ipinin çekileceği günler bekleniyor. Bu yazı dizisinde meselenin sosyolojik ve teknik yanları, Jean Tigana'nın vaat ettikleri, yapıp yapmadıkları, taraftarın sinir bozukluğunun nedenleri, transferler tartışılacak.

Sezon başındaki Manisa maçı yorumumdan sonra geçen çarşambaya kadar Beşiktaş üzerine yazmamıştım. Tigana'nın, 'Sabredin, bu takım ekimde oturacak' sözlerine saygı göstermiştim. Geçen hafta ise Beşiktaş'ın saha içi sorunlarına değinmiş ve yazımı şöyle bitirmiştim: "Bir kez daha iş geliyor dengeli, uyumlu bir takım olmaya dayanıyor. Beşiktaş ise bozulmuş omurgasıyla, eldekilerle oluşturulmaya çalışılan orta alanıyla bir futbol takımının asgari gereklerinden yoksun. Hangi 11'i yapsanız bir tarafı eksik kalıyor. 14 futbolcuyla sahaya çıkmaktan başka çare kalmıyor!
Neden böyle oldu? Bu takım nasıl ortaya çıktı? Ülke futbolu için bir şans olan Tigana neden bu hale geldi? Beşiktaş'ın kimliği değişiyor mu? Haftaya salıdan başlayarak kısa bir yazı dizisinde tartışalım derim. Tabii bu arada Tigana zorla istifa ettirilmezse..."
Beşiktaş'ın Sivas karşısında rahat bir galibiyet almasını diliyordum bunları yazarken. Böyle olursa ben gözlediklerimi ve düşündüklerimi yazacak, okuyanlar da huzurlu biçimde değerlendirebilecekti... Evet, huzur! Beşiktaşlıya her şeyden önce huzur gerekti. Gönül rahatlığıyla maça gidecek, ekran başında takımını izleyecek, yenildiği zaman da üzüntüsünü yöneticisiyle, futbolcusuyla, arkadaşıyla birlikte yaşayabilecek miydi Beşiktaşlı? Yoksa bir gerilimin içinde aklını ve kimliğini mi kaybedecekti?

Toplu akıl kaybı

Sivasspor maçı yorumuna, 'Sinir krizinin eşiğindeki Beşiktaş' başlığını koymuş Eray Özer. Temkinli davranmış. Beşiktaş topluluk olarak, taraftarıyla, yöneticisiyle, hatta futbolcusuyla ciddi bir sinir bunalımının içinde... Şişirilen beklentiler, körüklenen boş hayaller her tökezlemede, her puan kaybında sadece gerilime değil, büyük bir öfkeye dönüştü. Öfkenin hedefi, sahada formalarının, mesleklerinin hakkını vermeye çalışan futbolculara yöneldi. Sonra da işini yapmaya çalışan hocalara... Yönetim karşılaştığı hiçbir sorunda sorumluluğu üstlenmedi. Hayal kırıklıklarını daha büyük ama boş hayaller yayarak onarmaya çalıştı. Her eleştiride, 'bir avuç provokatör' diye hedef gösterip karanlığa kurşun sıktı. Geçen Sakarya maçında, 'El ele verelim' diyenlerin taraftara el kaldırttığını gördük... Biriken gerilim, sonunda Beşiktaşlıyı Beşiktaşlıyla karşı karşıya getirdi.
Öfkenin ürediği yerde bilinç kararıyor, akıl duruyor, sevgi unutuluyor. Beşiktaş'ın bugünkü sorunu, kendi kendini yeme raddesine gelen gerilimi boşaltacak, hatta güce dönüştürecek bir iradenin olmayışı... Yönetim, ilkelerini belirleyip kararlı biçimde arkasında duracağına, elindeki yetkiyi çevresinde dolanan ve en çok sesini çıkaran kesimlere dağıtmış durumda... Fenerbahçe maçından alınacak bir yenginin getireceği uyuşturucu etkisinden medet umuluyor. Bu maçta olabilecek puan kaybının nasıl karşılanacağı konusunda bir düşünce, bir hazırlık yok. Ardından manasız ama daha büyük bir gerilimin biriktiği Bursa maçı geliyor.
Beşiktaşlıların aklını başına toplaması gerek. Çünkü bu gidişi tersine döndürecek olanlar onlar... Medya elbette sansasyon peşinde koşacak. İşsiz teknik direktörler, menajerler elbette krizden vazife çıkarmaya çalışacak. Taraftarlık karşılıksız sevmekse eğer, hiçbir 'taraftar'ın bu bağı sorgulanır hale getirmeye hakkı yok. Beşiktaş geçen pazar günü karambolden iki gol atsaydı ve maçı kazansaydı durum tamamen farklı mı olacaktı?

Kendine aynada bakabilmek

Beşiktaş'ta 2004 Ocak Kongresi'nden beri bir aşınma, bir kimlik bunalımı içinde... Zaman boş hayallerin peşinde koşma zamanı değil. Fener'i, federasyonu, kısacası dışarıda birilerini suçlayarak sorunların üzerini örtmenin zamanı değil... Ben Beşiktaş'ın 15 yıl şampiyon olmadığı dönemde her hafta heyecanla Dolmabahçe Stadı'na gidenlerden, radyo başına geçenlerdenim. Ömrüm yeterse daha bir 15 yıl beklerim ama Beşiktaşlıların öteki kulüplere, medyaya bakmadan bir özeleştiri, bir ödeşme sürecini başlatması gerek. Gönül verdikleri kulüplerinde neyi görmek istedikleri önemli değil. Neyi görmek istemedikleri üzerinde tartışmaları, birleşmeleri gerek. Eteklerdeki taşlar dökülmeden mevcut tahribatın üstesinden gelmek çok zor. Ancak Beşiktaş sadece Beşiktaşlılara değil, ülke futboluna, ülkenin toplumsal hayatına lazım. Çünkü hiçbir ülkede neredeyse 100 yılı bulan 3'lü kulüp rekabeti yok. Beşiktaş bu rekabette dengenin, hoşgörünün ve sempatinin takımı... Çalışmanın, hak ederek kazanmanın, sıradan halkın, kapıcıların, arabacıların takımı... Bir futbolsever ve bir Beşiktaşlı olarak düşündüklerimi paylaşacağım futbolseverlerle... Dilerim, her yanımızı kör öfkeler sarmışken "Bu adam ne demek istiyor" diyen çıkar...
Belki sonra söylemek zorunda kalacağımı şimdi söyleyeyim... Kendimi bildim bileli Beşiktaşlıyım, öyle de öleceğim. "Beşiktaşlıyım" diyen herkesi en az kendim kadar sıkı bir taraftar olarak görürüm. Bir şans doğdu, 2000-2002, 2002-2004 dönemlerinde Beşiktaş'ta yönetim kurulu üyeliği yaptım. Bu dönemde yapabildiklerimin ve yapamadıklarımın hesabını iyi niyetli her Beşiktaşlıya seve seve veririm... Ama kimse çıkıp "sen eski yöneticisin, kıskançlık yapıyorsun, muhalefetsin" demesin! Yönetici oldum diye Beşiktaşlı olmadım. Yöneticilik geçici, taraftarlık kalıcı... Görevim bitince sıradan bir taraftar olarak tribünlere döndüm. "Yöneticilik peşindesin, bunları o yüzden yazıyorsun" diyecek olanlara, 2004 Ocak'ında takım 8 puan öndeyken ve yerim garantiyken, nedenlerini açıklayarak yönetim kurulu listesinde yer almadığımı hatırlatırım. Böyle düşünenler 2004 Ocak'ında ne yaptığına bir baksın önce.

Tanıyamadığım Tigana

Geçen yıl bu zamanlar... Tigana'nın ilk maçı.
UEFA Kupası'nda Beşiktaş Sevilla'ya 3-0 yenilmiş. Basın toplantısına indik. "60. dakikada oyundan çıkmak isteyen oyuncular vardı" diyordu Fransız hoca, "önce bu sorunu çözeceğiz."
Bu sözler umutlandırmıştı beni. Tigana'nın Fulham'daki icraatlarını ise çok yakından, tribünden izlemiştim... İlk geldiğinde sabah saat 7'ye idman koymuştu. Legwinski, Malbranque, Saha gibi Fransız ümit milleri getirmiş, İngiliz alt kümelerinden alınan futbolcularla birleştirmişti. Önce oyun felsefesini belirlemiş, kadroyu ona göre kurmuştu. Fulham 4-4-2 gibi sahaya diziliyor, orta alan ileri geri savaşarak rakibe soluk aldırmıyor, takım toplu atak toplu savunma yapıyordu. O takımdan Saha ve Van der Saar Manchester United'ın, Finnan da Liverpool'un değişmez adamı oldu şimdi. Daha da önemlisi o takımın kaptanı Chris Coleman trafik
kazası geçirdi ve ardından Tigana'nın itilaflı ayrılması üzerine, Premier Lig'in en genç hocası olarak takımın başına geçti. Her yıl küme düşmeye aday gösterilen takımını Tigana'dan öğrendikleriyle ayakta tutuyor.
Tigana'nın Beşiktaş'a gelmesine şaşırmıştım açıkçası... Fulham'dan sonra takım çalıştırmaya hiç niyeti yoktu. Yurtdışında çaresiz biçimde hoca arayan başkanın "Ne dilersen dile, yeter ki gel" tavrından etkilenmişti belki. Belki de Avrupa ölçülerinde bile çok yüksek sayılan 2.3 milyon avro'luk net ücret çok çekici gelmişti.

Şampiyon yapamasa bile 'takım' yapardı

Her neyse, Tigana geldiğinde şundan emindim: Takımı şampiyon yapamazdı belki ama 'takım' yapardı. Onun Beşiktaş'ı yenilirken bile taraftarın sevgisini, futbolseverin saygısını kazanırdı. 'Tanıdığım Tigana' başlıklı yazımda, "Yıldız futbolcu kaprisine tahammül etmez, saha kenarına koltuk atıp antrenman seyreden yöneticiyi tanımaz" diye yazmıştım.
Neredeyse bir yıl geçti ve bu sürede ben Tigana'yı tanıyamaz oldum. Oyun anlayışını belirleyip ona göre takım kuracağına ve gerekirse genç takımlardan futbolcu alacağına, eldekilerle idare ediyor, iki üç haftada bir oyun anlayışını değiştiriyor. Yerine adam arayanların sürekli körüklediğinin tersine, bu takımı Tigana 'kurmadı'. Ama kendi ilkelerinin takımını da kurmadı. Sırf Fenerbahçe'ye gol atmak için yapılan Nobre transferini onayladı. Antalya'daki milli takım arama kampına bakıp oradan üstünkörü futbolcu seçti. Belki yabancı kontenjanı 'bomba transferler'le doldurulduğundan Fransa ve Afrika ülkelerinde genç yetenek aramadı. "Ben kasetten futbolcu almam" dediğinin ertesinde, Corinthians'ın
kurtulmaya çalıştığı Ricardinho'nun transferine ses çıkarmadı.

Bir zamanlar 'ordusu' vardı

Tigana değiştiremediği koşulların giderek tutsağı olmuş izlenimi veriyor şimdi. Olayların önüne geçeceğine herkese laf yetiştirir duruma geldi...
Onu, Erciyes maçından sonra "Gol ofsayt mı değil mi?" diye TV kamerasına bakarken gördüğümde, Antalya maçı sırasında aynı şeyi kameramana sorduğunu duyduğumda içim sızladı.
O Tigana ki, Fulham'ın başında sahaya çıktığında tribünler sadece onun resminin olduğu bayrakları açardı ve o bayrakta 'Tigana'nın Ordusu' yazardı.
"Tigana gitsin mi, kalsın mı" sorusu Tigana'nın değil, Beşiktaş'ın, dahası ülke futbolunun sorunu... Kimse üzerine düşeni yapmıyor, sorunlarla yüzleşmiyor. Bütün ağırlık gelip teknik direktörün sırtına bindiriliyor... Sözleşme gereklerini yerine getirir, koşulsuz, kayıtsız getirdiğiniz hocayı yollayabilirsiniz. Ama sezon ortası yolladığınız her hocayla ülke futbolu aşağıya düşüyor.
Yönetimin Tigana'yı yollama gibi bir niyeti varsa beklemesi, bu konunun değerlendirmesini ocakta Kongre'nin seçeceği yeni yönetime bırakması gerek


#2 - Seçilmek değil, yönetmektir aslolan

Beşiktaş yönetimi uyumlu, bir kimyaya sahip takım kurmak yerine sansasyon yaratacak transferlerin peşinden koşuyor. Oysa yeniden başkanlığa seçilmekten çok, başkan olunduğunda uzun vadede neler yapılabileceği düşünülmeli

Beşiktaş'ta her sezon aynı şey yaşanıyor. Haziran ayında 'geliyor, geldi' diye transfer bombaları patlatılıyor. 'Kariyeri belli' futbolcular getiriliyor... Klişeler de hazır: 'Yıldızlar topluluğu', 'dünya takımı', 'muhteşem kadro'... Sonra maçlar başlıyor, takımın ne oynadığı bir türlü belli olmuyor, bu kez 'gönderiliyor' dönemi açılıyor. Futbolcular yollanamıyor çünkü onların transferleri belli tarihlerle sınırlı... O zaman tek çare hocayı yollamak... Sezon ortasında yeni bir teknik direktör getiriliyor, hastaya uyuşturucu veriliyor, ligin sonu bulunuyor. Yeni sezonla birlikte aynı film yeniden başlıyor: "Geliyooor, geldi!"

Beş teknik direktör, 35 futbolcu
Göreve geldiklerinde sözleşmesini yenilemedikleri Lucescu'yu ve seçime girerken anlaşıp sonra vazgeçtikleri Mattheus'u sayarsak, Tigana Demirören yönetiminin beşinci teknik direktörü...
Üç yılda 30'dan fazla futbolcu gelmiş, geçmiş. Yönetim haziran ayını sansasyonla geçiriyor, kasım ayı geldiğinde futbolun futbol takımıyla oynandığını hatırlıyor. İlk puan kayıplarında Ümraniye'de başlar çoğalıyor. Aslında antrenman tesisleri, bir futbol takımının en sakin ve mahrem olması gereken yeri... Onların yatak odası... Sonunda futbolcular şaşkına dönüyor. Ne zaman gideceği üzerine iddialara girilen hocalarına mı inansınlar, antrenman sahasının kenarına koltuk attıran yöneticilere mi baksınlar, yoksa Ümraniye'de toplantı yapan tribün liderlerine mi kulak assınlar! Sahada Beşiktaş formasını taşıyan onlar... Ekmek parası için ter dökenler onlar...
Ama tribünler boşa çıkan her hayalin öcünü onlardan, hem de maç sırasında alıyor. "Futbolcular sahtekâr", "Şerefiniz varsa oynayın" tarzı sloganlar, futbolcu için her şeyin başı olan kafa huzurunu, alafrangacası mental kondisyonunu yok ediyor. Bu durumda elbette özgüven kalmıyor, sakatlıklar bir türlü geçmiyor. Futbolcu olağan kapasitesini bile sahaya yansıtamıyor...

Eski köye yeni âdetler
Şimdi de başıbozukluğun ardından tepeden inme para cezaları ve sıkıyönetim geldi. Anlaşılıyor ki, 'mucize ilaç' gibi görülen Fenerbahçe maçına endeksli bu önlemler... Maç kazanılırsa 50 bin dolarlık cezalar iptal edilecek, üste 20 bin dolar verilecek. Böylece Beşiktaş yönetimi, oynanmamış maçın cezasını önceden kesmek ya da takımı eksi primle sahaya çıkarmak gibi yenilikler armağan etti futbol dünyasına...
Futbolda takım kurmanın formülü yok ama ilkeleri var. 'Mourinho' kitabını okursanız Şampiyonlar Ligi'ni kazanan Porto'nun nasıl kurulduğunu görürsünüz. Önce futbol anlayışınızı belirleyeceksiniz, bu anlayışı sahaya yansıtacak futbolcularla takımınızın omurgasını kuracaksınız, sonra da genç futbolcuları en iyi verim alacak biçimde öteki yerlere koyacaksınız.
Beşiktaş'ta bu işler tam tersten yapılıyor... Sezon başına bakalım. Fener'e gol atmak için Nobre transfer edilmiş. Bobo'nun bonservisi alınmış. Cordoba yollanmış, yerine 30 yaşındaki Runje bonservisle getirilmiş. Sonra Beşiktaş'ın çok gereksinim duyduğu orta alan için Ze Roberto ve Edmilson'un adları geçmiş ama olmamış. Mehmet Topuz ve Boumsong istenmiş, alınamamış. Siz transferlerinizi bir plana göre yapıyorsanız, bu futbolcular olmayınca benzer nitelikte futbolcular almanız gerekmiyor mu? Ne gezer. Bunların yerine ne oynadığı bilinmeden, sırf Brezilya milli takımında gözüktü diye Ricardinho alınıyor. Sonuçta futbolcuların çaresizlikten her hafta başka yerde oynatıldığı bir takım çıkıyor.... Oyunun iki yönünü oynayacak gücünüz ve hızınız olmuyor. Genç Serdar orta alanı yönetmek zorunda kalıyor. Orta alan savunma önüne yığıldığında gol yemiyorsunuz ama gol atmanız da şansa kalıyor. Orta alan atağa çıktığında savunma arasına atılan her top tehlike oluyor. Bu nedenlerden ötürü ortaya uyumsuz ve dengesiz bir takım çıkıyor.

Takımın da bir canı var
Sadece uyumlu ve dengeli bir takım kurmak da yeterli değil. O takımı belli ilkeler ve kültür ortamında yaşatmalı ve geliştirmelisiniz. Bireysellikle kolektifliğin iç içe olduğu bir organizma futbol takımı... Takımınızın kimyası sağlamsa Hagi gibi, futbolu bırakmanın eşiğindeki yıldızlar yeniden parlayabilir. Emre gibi 17 yaşındaki 'çocuklar' takımın sorumluluğunu alabilir... Beşiktaş'ta ise her yıl takım yapılıp bozuluyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Böyle bir ortamda takım kültüründen, ruhundan nasıl söz edeceksiniz? Beşiktaş'a gelen İbrahim Akın, Burak gibi futbolcular kısa zamanda neden geriliyor dersiniz?
Hayaller boşa çıkınca, sorunlarla yüzleşeceğine yeni kavramlara sarılıyor yönetim; 'gençleştirme' gibi... Transfer hovardalığına duyulan tepki yüzünden bu sezonki transferlere 'geleceğin takımını kuruyoruz' sloganıyla başlandı. Ne yazık ki 'gençleştirme' kavramı da yozlaşmak üzere. Messi'leri, Rooney'leri saymıyorum, 18 yaşındaki Krul Newcastle'ın kalesine geçiyor, takımının Palermo'dan üç puan almasını sağlıyor. Arsen Wenger, 17 yaşındaki Walcott'u Şampiyonlar Ligi maçında sahaya kurtarıcı diye sürüyor. Beşiktaş'ta ise 21 yaşına gelmiş Burak, Gökhan Güleç ile 22 yaşındaki İbrahim Akın yedek... Altyapıdan gelen tek futbolcu Mehmet Sedef harcanmak üzere... Kleberson sakatlandıktan sonra bir tek Serdar Kurtuluş sürekli oynuyor, o da haksız eleştirilerin hedefi oluyor. Gençlerini 'yiyerek' mi kurulacak geleceğin takımı?


Kongre eğik düzleminde
Üç yıl üst üste aynı hataları yaparsanız bu işi bilmediğinizi söyleyenlere kızmayacaksınız. Beşiktaş yönetimi işi bilmediğini de bilmiyor üstelik. Futbol takımı yönetmeyi antrenman sahasında futbolcu motive etmek, takımla sahaya çıkmak sanıyor. Çünkü orada kameralar var... Bu işi, uzun erimli planlara göre çalışacak uzmanlara bırakmıyorlar. O zaman kendilerine bir iş kalmayacağını sanıyorlar. Oysa futbol takımı yönetmek dünyanın en zor işi... Bu işi sadece hevesle yaparsanız, eksiklerinizi ve hatalarınızı göremezsiniz, yanlışı yanlışla düzeltirsiniz.
Başkan Demirören sezon başından beri kulübü 2007 Ocak'ında yapılacak kongrede yeniden seçilmeye endekslemiş durumda. Takım devreyi lider bitirirse ne âlâ... Bitiremezse taraftarı oyalayacak değişiklikler yapılacak; hoca yollanacak, yeni isimlere görevler verilecek... Başkana ve kongrede aday olmayı düşünenlere benden bir dost uyarısı:
Seçim bir gün, yönetim dönemi 1095 gün... "Seçimi kazanmak için ne yapmalıyım" diye düşünmek yerine, "Seçilirsem üç yıl ne yapacağım" diye düşünmek Beşiktaş için en hayırlısı...

#3 - Şişirme hayallerin faturası ağır oldu

Beşiktaş'ta yönetim, iktidara gelirken UEFA Kupası vaat etmişti. Ama önümüzdeki tablo bu vaadin çok gerisinde. Üç sezon önce birinci torbadan girdiği UEFA Kupası grup kuralarına şimdi üçüncü torbadan katılıyor Siyah-Beyazlılar. Büyük başarıları hayal etmek güzel elbette ama hayallere dalar giderseniz sonunuz hüsran olur. Eğer imkânsızı istiyorsanız gerçekçi olacaksınız

Borç mu büyüyor, kulüp mü?
"Beşiktaş'ı biz şampiyon yaptık, yine yaparız" diyerek seçildi Demirören yönetimi... UEFA Kupası'nı vaat etti. Üç sezon önce birinci torbadan girdiği UEFA Kupası'na şimdi üçüncü torbadan giriyor Beşiktaş... Bir türlü gruptan çıkamıyor... Sevdiğiniz bir takım için en büyük başarıları hayal etmeniz güzel elbette. Ancak hayallere dalar giderseniz sonunuz hüsran olur. Kulübünüz için imkânsızı istiyorsanız gerçekçi olacaksınız, sağlam stratejileriniz olacak, ona göre örgütleneceksiniz ve çok çalışacaksınız.
Şişirilmiş hayallerle geçen 2.5 yılın mali faturası çok büyük. Değişik hesaplara göre değişik rakamlar çıkıyor ama borç ve giderlerin kapatılamayacak düzeye vardığı bir gerçek. Günü kurtarmak için sponsorluk ve yayın gelirleri 2010'lara kadar kırdırılmış, kullanılmış. Fulya kat karşılığı verilmiş, yani yüzde 50'si satılmış. Kulübün resmi yayın organı 'Beşiktaş' dergisinin kapağına basılan resimdeki Fulya kulelerinin sahibi aslında Beşiktaş değil, inşaat firması... Beşiktaş Futbol AŞ hisseleri borsada değer kaybetmişken yönetim gereksiz transferleri finanse edebilmek için yüzde 7.5'luk bir hisse satışı yaptı.
Bir de Başkan'ın kulübe verdiği 20 milyon doların üzerinde para var. Aslında borca dayalı büyüme ve kişisel alacaklar büyük kulüplerin en büyük çarpıklığı... Fenerbahçe'de Aziz Yıldırım yönetimi gösteriş için bütçeyi büyüttükçe büyütüyor, sonra da açığı borçla finanse ediyor. Galatasaray'da Özhan Canaydın, hakça koşullarda kulübün kapatılmasını gerektirecek borç yükünü kişisel teminatlarıyla taşımaya çalışıyor... Borçlar kulüplerin elini kolunu iki iple bağlıyor. Birincisi, vergi affı gibi kamu vicdanını yaralayıcı ihsanlar için hükümet kapısından ayrılamıyorsunuz. İkincisi, kulüp borç veren başkanların vesayetine giriyor. Borçlandırarak kulübe hâkim oluyor, rakip çıkmasını önlüyorsunuz. Nasıl olsa sorumluluğunuz yok. Yönetimden ayrılınca paranızı, teminatlarınızı alıp gideceksiniz.
Beşiktaş'ta da Başkan Demirören parasını geri alacağını söylüyor. Güvencesi Fulya'nın gelirlerini kırdırmak... Fulya'dan yılda en iyimser tahminle 12 milyon dolar gelir bekleniyor. Yarısı kırdırılsa kalan 6 milyon dolar mı Beşiktaş'ın geleceğini kurtaracak? Tigana ve yardımcılarının yıllık ücreti 5 milyon doları buluyor.
Öte yandan kulübün gelirleri de eriyor. Acil finansman ihtiyacı için uzun vadeli anlaşmalar yapılıyor, sözleşmeler kırdırılıyor. Basket takımı sponsor firmanın iyi niyetine teslim ediliyor... Maç bileti ve lisanslı forması bir kulübün namusu... Taraftarın de en değerli sevgi nesnesi, bağlılığının simgesi... Oysa maçlardan önce 10 YTL'lik biletler karaborsadan 3-5 YTL'ye satılıyor. Kulüp sponsorlara verilen bu ücretsiz biletlerin karaborsada satılmasına engel olamıyor. Taraftarlar, bazı kapılardan nasıl adam sokulduğunu anlatıyorlar... Forma satışları da bir başka sorun... Tottenham ve Gençlerbirliği maçlarını Yeni Açık'ın üst katında izledim. Maç boyunca önümden korsan forma, atkı satan adamlar geçti. Takımla sahaya çıkan maskotların üstünde bile korsan formalar görüyorum.

Beşiktaş yerinde ağır
Maddi açıdan hal böyleyken manevi açıdan da Beşiktaş güç kaybediyor... Yönetim bir zamanlar "küfür etme ettirme" kampanyası açmıştı. O kampanya şimdi Yeni Açık'ın bir köşesinde unutulmuş bir pankart sadece... Kötü tezahürattan dolayı ceza alan takımların başında Beşiktaş geliyor.
Beşiktaş'ın ülke futbolu açısından da bir uzlaştırıcı yanı, bir ağırlığı vardı. Son Federasyon seçimlerinde görülmemiş bir şey oldu. İkinci Başkan Aksu bir adaya, Başkan Demirören başka adaya oy verdi. Demek ki başka bağlar Beşiktaş'a olan bağlılığın önüne geçebiliyor.
Başkan Demirören Beşiktaş'ın hedefini Fenerbahçe'nin şampiyonluğunun engellenmesine indirgemiş bulunuyor. Oysa Beşiktaş üçlü rekabette hep denge ve sağduyu unsuruydu. Bu yüzden öteki takım taraftarlarının sempatisini kazanmıştı. Beşiktaş kültürü, hak ederek şampiyon olmayı, olamayınca kazananı kutlamayı gerektiriyordu... "Fenerbahçe'nin şampiyonluğunu engelleyeceğiz" derken Beşiktaş'ın kendisi 'küçük Fenerbahçe' davranışları gösteriyor. Öteki takım taraftarlarının, futbolseverlerin sevgisini yitiriyor. Aslı varken küçüğüne gerek var mı?
Son olarak Bursaspor taraftarı içindeki bazı unsurların saldırıları ortaya çıktı. Beşiktaş tribünleri de her maçta Bursaspor'la uğraşmaya başladı. İki hafta sonra Bursaspor İnönü'ye konuk olacak? Tribünler konuk takımı, Tottenham maçında dünyaya örnek olan konukseverlikle karşılasa ne kaybeder? Tersine gerginliği tırmandırmak Beşiktaş'ı Bursaspor'la uğraşan bir İstanbul kulübü düzeyine indirgemeyecek mi?


Kongre kaygıları
Beşiktaş 2.5 ay sonra seçim kongresine gidiyor. Burası her Beşiktaşlının sorunlarını tartışacağı en üst ve demokratik platform olmalı... Ama öyle olmuyor. Son iki mali kongre grupların vesayeti altında geçti. İlki öğleden sonra oynanacak futbol maçı yüzünden gürültüye getirildi. İkincisi de atılan küfürlü sloganlar ve salona sokulan üye olmayan unsurlar yüzünden genel kurul olmaktan çıktı.
Mevcut yönetim anlayışıyla ve bu anlayışın türevleriyle gidilirse, korkarım ocak kongresine de sade Beşiktaşlının iradesi yansıyamayacak. Ve korkarım genel kurulun ertesi gününden başlayarak yeni kongre ihtiyacı tartışılmaya başlayacak.


Yıldızlar ve futbolcular
Evet, Beşiktaş Sivasspor karşısındaki kadar kötü oynayacak bir takım değil. Ama 'muasır futbol seviyesine ulaşmaya çalışan bir takım da değil. Kim "Kadro çok iyi, hoca oynatamıyor" diyorsa, büyük olasılıkla işsiz bir teknik direktör için lobi yapıyordur... Beşiktaş'ın transfer anlayışını değerlendirmek için, bir takımın kalitesinin aynası olan yabancı oyuncuları mercek altına alalım:
Nobre: 26 yaşında. Brezilya'da bile göze batmayan bir oyuncuydu. Avrupa'dan kimsenin ilgisini çekmedi. 2003'teki Japonya macerası 11 maç 0 golle sonuçlandı. Sınırlı bir alanda top isteyen, markajcısıyla didişip kendini yere atan bir futbolcu... 'Savaşan futbolcu' şovunu seviyor; arkadaşlarını zora sokup, tribünlere oynuyor.
Bobo: Nobre'nin yedeği. Dünya şampiyonu olan 20 yaşaltı Brezilya takımının santrforuydu. Geniş alanda hızlı, kafa vuruşları gelişkin. Daha 21 yaşında ve önü açık. Ülkesi dışında ilk kez Beşiktaş'ta oynuyor.
Delgado: Dünyanın en iyi savaşkan orta saha oyuncularını yetiştirmiş Arjantin'den geliyor. Pres karşısında etkisiz ve kırılgan. Bu yüzden üst düzey orta alan oyuncularından sayılmıyor. Son sezonunda Basel'de 18 gol atmasının nedeni, forvete yakın oynaması ve Nantes'a giden vatandaşı Julio Rossi ile uyumlu bir ikili oluşturmasıydı... Beşiktaş'ta ise takımın belkemiği görevi ona veriliyor. O da oynayabildiği maçlarda.
Ricardinho: 30 yaşında. 2006 Dünya Kupası'nda iki maçta toplam 28 dakika oynadı diye 'dünya yıldızı' ilan etti bizim medya. Oysa 97-98 sezonundaki Bordeaux macerası büyük bir düş kırıklığı olmuştu. Corinthians onu elden çıkarmaya çalışıyordu. Piyango Beşiktaş'a vurdu. Avrupa futbolunun ritminin çok altında oynuyor. Ortalama 5-6 kez dokunmadan topu kullanmıyor.
Ona güvenen takımlar rahvan ritimde oynamak zorunda.
Kleberson: 27 yaşında. 2002 Dünya Kupası'nda parladı. Scolari'nin dinamik 4-2-3-1'inde santrfor arkasındaki üçlünün sağında oynadı. Hattın öteki oyuncuları Rivaldo ve Ronaldinho ile süreki yer değiştirerek forvete geçiyordu. Arkasında Edmilson ve Gilberto Silva gibi iki savaşkan orta saha oyuncusu vardı... Kleberson Beşiktaş'ta bir maçta bile böyle oynamadı. Adam yok diye ona hep defansif orta saha görevi verildi ve son Sivas maçında 60. dakikada oyundan alındı. Keskin bir kılıcı kazma olarak kullanırsanız olacağı bu.
Runje: 30 yaşında. Tigana tanıdığı için bonservis parası verilerek alındı. Kale çizgisinde iyi bir kaleci. Yan toplarda vasat. Savunma ile uyumu henüz yok. Cordoba varken savunma çok rahat geri pas veriyor, ileri çıkıyordu. Oscar da hazırlık paslarına katılıyordu... Runje'nin referansı Fransa'da ve Belçika'da 'yılın kalecisi' seçilmiş olması... Oysa 'gol kralı', 'yılın futbolcusu' gibi unvanlar birer pazarlama cümlesi. Futbolcu tenisçi falan değil ki tek başına oynayıp bu unvanları kazanmış olsun. Bir takımın parçası olarak kazanmış. O zaman onunla birlikte takımı da transfer etmek gerekmez mi!

#4 - Dünya çapında bir semt kulübü olmak

İsmi lazım değil, Uzakdoğu'da bir lider, yetkililer günlük işlerin içinde boğulduğu bir dönemde kürsüye çıkmış, "Kafanızı kaldırın da dünyaya tepeden bakın" demiş, "gün gelecek hepimiz öleceğiz, dünya üstünde ülkeler kalmayacak, denizler taşacak, karaları yutacak, yerküre uzayın derinliklerinde kaybolacak, başka gezegenlerde başka tür hayatlar başlayacak..."
Bugün de Beşiktaş topluluğunda olduğu gibi çevrenizi sıkıntılar sardığı zaman yukarı yükselip "Nerden geliyoruz, nereye gidiyoruz" diye bakmakta yarar var... Beşiktaş 103 yıldır hayatta. Ülke değişmiş, devlet değişmiş, meclisler açılıp kapanmış, o hâlâ bildiği gibi yaşamayı sürdürüyor... İstanbul'un Avrupa yakasındaki büyük semtin takımı o... Bugün de, hele maç gündüz oynanıyorsa, çoluğuyla çocuğuyla bir semtin çınarlı yoldan İnönü'ye aktığını görürsünüz. Sahaya çıkan o siyah-beyaz formalarda nice adsız sporcunun teri, o tribünlerde nice koşulsuz seven taraftarın sesi, sevinci, hüznü var. Beşiktaş çalışanların, çalışarak varolanların, hak ederek kazananların, hakkını alamadığı zaman bile vakarını bozmayanların takımı... Taraftarların kalbinin 'çarşı' adıyla anılması rastlantı değil...
Geçmişten geleceğe
Böyle bir topluluk kendisine, Feridun Düzağaç'ın çok hoş söylediği gibi 'Üç hece sekiz harf'e sarılarak krizleri aşabilir... İşte o zaman bugünkü gidişi tersine döndürebilir. "Kolay, çabuk ve her şeye karşın başarı" hevesinden, müsriflikten, çok başlılıktan, taraftarın birbirine girmesinden kurtulur camia. Grup çıkarları bir yana atılır, önce de sonra da 'sadece Beşiktaş' düşünülür. Kendine çekidüzen vermeden başkası eleştirilmez. İşte o zaman Beşiktaş ülke futboluna önderlik eder. Yenilse de bu takımın taraftarı olmaktan gurur duyar Beşiktaşlı.
Pekiyi, nereye yönelecek Beşiktaş?.. Şu anki sıkıntılı dönemde birçok kişi haklı olarak Süleyman Seba dönemini 'yitik bir altın çağ' olarak yüceltiyor, neredeyse putlaştırıyor... Evet, geçmiş Beşiktaş için çok önemli. Evet, Mehmet Üstünkaya dönemindeki özkaynağa, daha doğrusu kendi gücüne dönüş harekâtı olmasaydı bugün tartışacak bir kulüp bile bulamazdık. Evet, Süleyman Seba'nın ilkeli ve vakur duruşu, istikrara inancı olmasaydı içimizi gururla dolduran, çocuklarımızı Beşiktaşlı yapan altın yılları yaşayamazdık. Futbolseverlerin sevgisini kazanamaz, gururla dolaşamazdık.
Ne var ki 1990'ların ortalarında futbol dünyasındaki gelişmeler, bütün dünyada olduğu gibi bizim kulüpleri de değişime zorladı. Taraftar tabanı geniş kulüpler TV yayın hakları ve diğer yeni gelirlerle birlikte çok büyük mali olanaklara kavuştu. Öte yandan önde gelen Avrupa ligleri ve kupaları TV'den yayımlanmaya başladı. İnternetle birlikte, futbol görgüsü ve tartışmaları dünya çapında yaygınlaştı. Taraftar artık hafta sonu maç izlemekle yetinmiyor. Takımının yönetimini, oyun tarzını tartışıyor. Kulübünü, Avrupa'nın önde gelen takımlarıyla karşılaştırıyor.
Yerel liglerin başını çeken kulüpler bu süreç içinde uluslararası yarışmaya zorlandılar. En büyük varlıkları, milyonlarca taraftarın sevgisi, gönül bağıydı elbette. Açıklanamaz, parayla yaratılamaz bir varlıktı bu. Ama bu varlık korunarak kulüpler uluslararası alanda yarışacak kurumlara dönüştürülmeliydi... 1990'ların ortasında bütün büyük kulüplerimiz değişimin sancılarını yaşamaya başladı, hâlâ da yaşıyor... Fenerbahçe bu sorunu kişiye dayalı bir yönetimle aşmaya çalışıyor. Galatasaray değişimi gerçekleştirir gibi oldu ama felaket bir mali açıkla karşılaştı. Beşiktaş ise o dönemde, artan gelirlerini, Şampiyonlar Ligi fırsatlarını, Rasim Kara'nın teknik direktörlüğünde yakalanan futbol kalitesini yönetemedi... 2000'den sonra kulüpte başlayan süreçte ise yapılanma ve kurumsallaşma çabaları kalıcı temellere oturamadı. 'Dünya kulübü olma' hedefi, kimi kez yeni zengin görmemişliğine dönüştü. Taraftarla ve gruplarla ilkesiz ilişkilere girildi, iktidar paylaşıldı. Bazı gruplara bilet, seyahat, sezonluk kart indirimi ayrıcalıkları tanındı. En önemlisi, taraftarın ilgisi, Beşiktaş kültürü içinde, kulübe güç katacak biçimde yönlendirilemedi. Sayısız grup ortaya çıktı.
Beşiktaş'taki grupları ikiye ayırmakta yarar var. Biri, eskiden beri varolan kongre grupları... Bunlar üyelik koşullarındaki çarpıklıktan yararlanarak çevrelerindeki kişileri üye yaparlar. Kongre zamanında da üye sayılarını çoğu kez abartarak öne sürüp koltuk ve görev pazarlığı yaparlar.


Yol ayrımı
Bir de TV yayınlarının başlamasıyla birlikte adını duyuran tribün grupları var... Eğer gerçekten statta maç izlemekten zevk alan biriyseniz, İnönü'deki tribünlerin heyecanından, yaratıcı zekâsından etkilenmemeniz mümkün değil. Ne var ki, tribün kuyrukçuluğu yapmaya da gerek yok... 1990'ların ortalarına kadar İnönü'de sadece Beşiktaş'ı destekleyen pankartlar açılırdı. Altlarında en fazla 'Bigalı Beşiktaşlılar', 'Edirneli Kartallar' yazardı. Zamanla bunların yerini grupların ve derneklerin adları aldı, taraftar gruplarının yerleri ayrıldı. Taraftar grupları maçı bırakıp kendi tribün maçlarını oynamaya, kendilerini takımın üstünde görmeye, maç sırasında futbolculara hakaret etmeye başladılar. Sonunda grupları adına sloganlar atar, forma yaptırır ve yönetimle masaya oturur oldular. Güçlü olacağız diye, saldırgan, fırsatçı ve bozguncu kişileri içlerinden ayıklayamadılar. Oysa onlar da biliyor ki, hiçbir şey Beşiktaş'ın önüne geçemez. Beşiktaş'ın önüne ya da arkasına başka isim geçiren de gerçek taraftar olamaz.
Sonuçta Beşiktaş on yıldır yol ayrımında... Ya alçakgönüllü bir semt takımı olarak kalacak, ya da çağdaş bir kulüp olacak. Şahsen ben Beşiktaş, Vefa gibi, Feriköy gibi bir semt takımı haline gelse, yerel liglerde oynasa dert etmem. Her hafta takımımın maçlarına giderim. TV vermemiş, gazeteler yazmamış, umurumda olmaz. Şimdi de fırsat bulduğumda Çanakkale Dardanel'in maçlarına gidiyorum. Londra'da Fulham'ı tutmaya başladığında takım 4. kümedeydi... Ancak bu durumu, milyonlarca taraftarın, gerçek futbolseverlerin, futbol kamuoyunun kabulleneceğini sanmıyorum. Takımlarımız uluslararası rekabette yer aldıkça tirajı ve geliri artan medya ister mi bunu? Köşelerine kurulup kime "Zico efendi, Fransız Mösyö, köylü Gerets" diyecek otoritelerimiz o zaman!
Dünya takımı olmanın tek yolu, bugünkü Beşiktaş yönetiminin yaptığı gibi gelişigüzel para harcamak, grupların esiri olmak, kolay ve çabuk başarı vaatleriyle taraftarı doldurmak değil bence... Beşiktaş, semt takımı özelliklerini koruyarak uluslararası alana çıkan çağdaş bir kulüp olabilir, olmalıdır. Maddi ve manevi kaynakları buna yeter. En azından bunun için çalışmalı, bu vizyona uygun yapılanmalar ve stratejiler geliştirmelidir. Beşiktaş da kendi yapısına ve kimliğine uygun biçimde, bir Porto'nun, bir Lyon'un ve hatta semt takımı olarak bir Arsenal'in yaşadığı süreci neden yaşamasın?
Yine Beşiktaş çarşısında buluşup, yine o çınarlı yoldan çoluk çocuk geçerek bir UEFA Kupası ya da Şampiyonlar Ligi yarı finaline neden gitmeyelim!
* * *
Yazı dizisine başlarken bazı dostlarım "Girme bu toplara... bozguncu, bölücü diyecekler sana" diye uyardı. Ne yapayım... Büyük müdürüm İsmet Berkan, spor müdürüm Uğur Vardan bizi çakılı oynatmıyor, "Her topa koş" diyor... Yazdıklarımda bilgi hatası varsa düzeltmeye hazırım. Biliyorum, kongre sürecine girerken benim için "Şunu destekliyor, bunun listesinde" gibisinden haberler çıkacaktır, hatta çıkmaya başlamıştır. Spekülasyonlarla uğraşacak değilim ama kimseyi desteklemediğimi de açıkça belirteyim. Burada belirttiğim görüşleri destekliyorum. Beşiktaş şampiyon olsa elbette çok sevinirim ama ondan önce gönlümün Beşiktaş'ını görmek, tartışmak istiyorum... Ama hemen değil. Fenerbahçe-Beşiktaş maçından sonra... Birçok ülke futbolseverine nasip olmayan şu güzel derbiyi doyasıya yaşayalım önce.


Neler yapılabilir?


Bugüne kadar yönetimlerde yer almamış, yıpranmamış bir Beşiktaşlının önderliğinde, bir 'kriz yönetimi' oluşturulmalı... Tıpkı 2. Dünya Savaşı'nda Britanya'nın başına geçen Churchill hükümeti gibi...Tek listeyle kongreye gidilmeli ve bu liste kongre üyelerinin ezici bir çoğunluğuyla seçilmeli...

Beşiktaş gerçekten halkın kulübüyse, kapıları taraftarlara açılmalı. Grupları ayakta tutan mevcut giriş ücreti ve aidat miktarı değiştirilmeli. 2 bin YTL'lik giriş ücreti onda bir indirilmeli. 50 YTL olan yıllık üyelik aidatı on kat yükseltilmeli.

Bütün dernekler kapatılmalı ve taraftarlar, kulüp işlerine karışmayan, taraftar etkinliklerini düzenleyen tek ve bağımsız bir taraftar derneğinin çatısı altında toplanmalı. Taşrada bu derneğin şubeleri açılmalı...

İnönü Stadı çağdaş bir stat olarak yeniden yapılmalı. Herkes burada rahat ve huzurlu maç izleyebilmeli. Kulübe ve takıma zarar veren taşkınlıklar önlenmeli.

Borçlar ödenebilecek biçimde vadelendirilmeli. Gelirler artırılarak, giderler kısılmalı. Beşiktaş, kalıcı gelir kaynakları yaratan, geliri sürekli büyüyen ve geliri kadar borçlanan bir kurum olmalı.

Kulübün ve futbol takımının yönetimi uzman profesyonellerin eline bırakılmalı. Yönetim kurulu yol gösterici ve denetleyici bir işlev üstlenmeli.

Küme düşme bile göze alınarak en az beş yıllık planlarla bütün futbol takımları profesyonel bir ekibin altında yapılandırılmalı.

Öteki spor şubeleri mümkün olduğunca çok sayıda gence spor yapma olanağı veren kitlesel birimler olmalı.

Beşiktaş yurtiçinde ve yurtdışında sporun hakça ve centilmence yapılması ve yönetilmesi için önder rol oynamalı.

BİTTİ



İBRAHİM ALTINSAY'IN RADİKAL GAZETESİNDE YAYINLANMIŞ YAZISI
Jcole Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 26-12-2006, 16:32   #2
 
kartal52 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

çok uzun hepsini okuyamadım. ama genelde katılıyorum.
kartal52 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 26-12-2006, 18:41   #3
Zafere kadar daima!
 
S_E_D_A_T - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

neler yapılabilir? bölümü'nü dikkatlice okumak gerek....
__________________
S_E_D_A_T Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 26-12-2006, 19:45   #4
 
KaRTaLMaNYa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

biri okusun özetLesin yaaaa
__________________


Zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlarda.

Ancak birisi oraya süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir.

Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan çok, nereden ve nasıl geldiğinizdir.
KaRTaLMaNYa Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 26-12-2006, 21:07   #5
3 Hece 8 Harf
 
STRONG - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

guzel yazmış tesekkurler
__________________
Click the image to open in full size.
STRONG Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 26-12-2006, 21:09   #6
 
kartalizma4ever - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

mükemmel
__________________
BURASI BEŞİKTAŞ ALAYINA GİDER
kartalizma4ever Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 26-12-2006, 21:41   #7
Banned
 
sonatcan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Kleberson: 27 yaşında. 2002 Dünya Kupası'nda parladı. Scolari'nin dinamik 4-2-3-1'inde santrfor arkasındaki üçlünün sağında oynadı. Hattın öteki oyuncuları Rivaldo ve Ronaldinho ile süreki yer değiştirerek forvete geçiyordu. Arkasında Edmilson ve Gilberto Silva gibi iki savaşkan orta saha oyuncusu vardı... Kleberson Beşiktaş'ta bir maçta bile böyle oynamadı. Adam yok diye ona hep defansif orta saha görevi verildi ve son Sivas maçında 60. dakikada oyundan alındı. Keskin bir kılıcı kazma olarak kullanırsanız olacağı bu.

Runje: 30 yaşında. Tigana tanıdığı için bonservis parası verilerek alındı. Kale çizgisinde iyi bir kaleci. Yan toplarda vasat. Savunma ile uyumu henüz yok. Cordoba varken savunma çok rahat geri pas veriyor, ileri çıkıyordu. Oscar da hazırlık paslarına katılıyordu... Runje'nin referansı Fransa'da ve Belçika'da 'yılın kalecisi' seçilmiş olması... Oysa 'gol kralı', 'yılın futbolcusu' gibi unvanlar birer pazarlama cümlesi. Futbolcu tenisçi falan değil ki tek başına oynayıp bu unvanları kazanmış olsun. Bir takımın parçası olarak kazanmış. O zaman onunla birlikte takımı da transfer etmek gerekmez mi!

??
__________________
sonatcan Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 26-12-2006, 21:43   #8
 
themadpol - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Neler yapılabilir?


Bugüne kadar yönetimlerde yer almamış, yıpranmamış bir Beşiktaşlının önderliğinde, bir 'kriz yönetimi' oluşturulmalı... Tıpkı 2. Dünya Savaşı'nda Britanya'nın başına geçen Churchill hükümeti gibi...Tek listeyle kongreye gidilmeli ve bu liste kongre üyelerinin ezici bir çoğunluğuyla seçilmeli...

Beşiktaş gerçekten halkın kulübüyse, kapıları taraftarlara açılmalı. Grupları ayakta tutan mevcut giriş ücreti ve aidat miktarı değiştirilmeli. 2 bin YTL'lik giriş ücreti onda bir indirilmeli. 50 YTL olan yıllık üyelik aidatı on kat yükseltilmeli.

Bütün dernekler kapatılmalı ve taraftarlar, kulüp işlerine karışmayan, taraftar etkinliklerini düzenleyen tek ve bağımsız bir taraftar derneğinin çatısı altında toplanmalı. Taşrada bu derneğin şubeleri açılmalı...

İnönü Stadı çağdaş bir stat olarak yeniden yapılmalı. Herkes burada rahat ve huzurlu maç izleyebilmeli. Kulübe ve takıma zarar veren taşkınlıklar önlenmeli.

Borçlar ödenebilecek biçimde vadelendirilmeli. Gelirler artırılarak, giderler kısılmalı. Beşiktaş, kalıcı gelir kaynakları yaratan, geliri sürekli büyüyen ve geliri kadar borçlanan bir kurum olmalı.

Kulübün ve futbol takımının yönetimi uzman profesyonellerin eline bırakılmalı. Yönetim kurulu yol gösterici ve denetleyici bir işlev üstlenmeli.

Küme düşme bile göze alınarak en az beş yıllık planlarla bütün futbol takımları profesyonel bir ekibin altında yapılandırılmalı.

Öteki spor şubeleri mümkün olduğunca çok sayıda gence spor yapma olanağı veren kitlesel birimler olmalı.

Beşiktaş yurtiçinde ve yurtdışında sporun hakça ve centilmence yapılması ve yönetilmesi için önder rol oynamalı.

burada açık seçik herşey anlatılmış.daha başka ne yapılırki

Konu themadpol tarafından (26-12-2006 Saat 21:45 ) değiştirilmiştir..
themadpol Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 26-12-2006, 23:41   #9
 
KEREM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

ricardinho hakkında yazdıklarına katılmıyorum suanda kendiside yazısının bi bolumunde soylediği gibi soylediğinde haksız cıkarsa gunun birinde duzeltecekti umarım duzeltir..
kleberson ise iki on liberonun onunde oynamıyordu edmilson defanstaydı onliberoda oynuyordu.
burak ıda bir kes izlememiş bildiğim kadarıyla tigana daha fazla izlemiş sadece antalyadaki kampta gormemiş
demirörenle ilgili yazdıklarına baştan sona katılıyorum sayın altınsay 100.yılımızdada gorevini laik iyle yapmıştı yine yapmasını umut ediyorum.ama şöyle bişey var kendi soylediği hatayı yanlışlıkla kendiside yapmış.artık o gune gore yorum yapmayı bırakmalı beşiktaşlı ileriyi dusunmeli bir oyuncu bir gun kotu diye yerden yere vurmamalı sadece futbolcu formsuz olmaz TD olur demeye calışırken ricardinho nun formsuzlugunu gormezden gelmek hoş değil bence..
__________________
Dipsiz gözyaşLarında ara sen beni
mutLuLuk oLan yere bakma biLe
Aşkın olduğu yerdeyim
siyah beyaza donatmışım ömrümü
uykularımda ismini sayıklarken ağlıyorum ben
özleminden..
hasretinden..
sensizlikten..
KEREM Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 27-12-2006, 15:35   #10
 
wardaw - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

jcole kardeşim yine güzel bi yazı göndermiş bize teşekkürler.
__________________
Aklımda birtek sen,
Fikrimde birtek sen,
Ne farkeder KARTAL,
Sen hergün yenilsen,
Uğrunda herşeyden
öyle vazgeçmişken,
Nasıl vazgeçerim BEŞİKTAŞ'ım
Senden
wardaw Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 08:02 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580