|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
|
| LinkBack | Seçenekler | Stil |
18-02-2008, 19:02 | #1 | ||
Optik bArikAtı Üyelik tarihi: Oct 2006
Mesajlar: 1.729
Tecrübe Puanı: 20 |
Kendi deyimiyle, kulüp yöneticilerinin ağzının içine bakan bir sürü gazetecinin olduğu bir ortamda, Beşiktaş adına yazdığı yazılarla farkını ortaya koyuyor Nilay Yılmaz. Kendisinin Beşiktaş macerası çok ufak yaşlarda başlıyor. Çocuk yaşlarda Bursa – Beşiktaş maçını seyretmek için evden kaçıp şehirlerarası yolculuk yapması ileride nasıl bir Beşiktaşlı olacağını da göstermiş aslında. Gençlik yıllarında ise arkadaşları okul sıralarına sevgililerinin ismini yazarken, O Beşiktaş’ın kadrosunu kazımış tahtalara. Nedendir bilinmez ama daha sonra “camianın içerisine girince maçlardan eski keyfi almaz oldum” diyor. Şampiyonluğu, “Bizim sevgimizin yanında hiçbir şey” olarak tanımlıyor. Eleştirdiği konuların başında ise Başkan Yıldırım Demirören ve Sinan Engin geliyor. Sorun yaratmanın yönetme kavramına dahil olmadığını dile getiren Milliyet Gazetesi Spor Yazarı Nilay Yılmaz, sorunun sadece yönetimde olmadığını şu sözlerle anlatıyor “Beşiktaş iyi yönetilmiyor. Bunu anlamak için yönetimine değil de muhalefetine bakmak bile yeterlidir. Bugün herkesin şikâyet ettiği yerde güçlü bir yönetim alternatifi bulunmuyorsa sorunu sadece yöneticilerde de aramamak gerekir.” Beşiktaş taraftarını konu alan ve Mart ayında tamamlanması planlanan “Asi Ruh” belgeselinin de proje danışmanlığını yapan Nilay Yılmaz, Serencebey’in sorularını yanıtladı. Beşiktaşlılık aileden mi geliyor? Babamın futbolla alakası yoktu. O yüzden de babamın takımını tutma gibi bir durumum olmadı benim. Halamın 3 oğlu var, biri Fenerli, biri Galatasaraylı, biri de Beşiktaşlı... Üçü de maçlara giderdi. Ama en fanatiği Altay Abi'mdi. Beşiktaşlı olan... Nikâh şahidi bile Süleyman Seba'ydı. Altay Abi'mden etkilendim sanırım. Hatırlıyorum, Fenerbahçe'nin şampiyon olduğu sene onların evinin balkonundan Beşiktaş bayrağı sallamıştım. Sokaktan geçen biri bana, "Fenerbahçe'nin bayrağı değil o" demişti. Ben de "Ben Beşiktaşlıyım" demiştim... Yani Beşiktaşlılığıma dair hatırladığım en eski anı bu. Tam net değil nasıl Beşiktaşlı olduğum... Gençlik yıllarınızda Beşiktaş’a bakışınız nasıldı? Zaman içerisinde ilginizde ne gibi değişiklikler oldu? İlk, orta, lise dönemi boyunca "hasta" diye nitelendirilecek kadar fanatiktim... Hatta 6–7 yaşlarındayken evden kaçıp şehirlerarası yolculuk yapmış ve Bursaspor-Beşiktaş maçını seyretmeye Bursa'ya gitmiştim. Eve dönünce kıyamet kopmuştu tabii... Ortaokul, lisede arkadaşlarım sıralara sevgililerinin adını kazırken, ben Beşiktaş'ın kadrosunu yazardım... Anlayın işte... Üniversite yıllarında memleketi kurtarma sevdasına yakalanınca Beşiktaş ikinci planda kaldı... Maçları izliyordum, haberleri de takip ediyordum; ama fanatikliğim gitmişti. Daha sonra bu camianın içine girince eski zevki de almaz oldum maçlardan... Buna, ilgim ve sevgim zaman içerisinde “normalleşti” demek daha doğru herhalde... Beşiktaş’ı yönetimsel açıdan değerlendirir misiniz? Hımm. Ciddi konulara geçtik... Yönetmeyi bilimsel açıdan ele alırsak Beşiktaş’ın yönetildiğini düşünmüyorum aslında. Yönetmek çözmektir, idare etmektir. Yönetmek sürekli sorunlarla yüzleşmektir. Sorun yaratmak, yönetme kavramına dâhil bir şey değildir. Herhangi bir amatör kulübün bile yönetimine gelen insanlar şunu unutmamalıdır: O kulübü birileri adına idare etmektedirler. Dolayısıyla kulübün maddi ve manevi değerlerini yüceltmek gibi görevleri vardır. Yüceltemedikleri noktada yerinde tutsalar bunu bile kâfi görebilirim. Beşiktaş iyi yönetilmiyor. Bunu anlamak için yönetimine değil de muhalefetine bakmak bile yeterlidir. Bugün herkesin şikâyet ettiği yerde güçlü bir yönetim alternatifi bulunmuyorsa sorunu sadece yöneticilerde de aramamak gerekir. Sinan Engin’in tekrar göreve getirilmesi tartışmalara neden oldu. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sinan Engin hakkında denebilecek her şeyi dediğimi düşünüyorum. Sorunu da sadece Sinan Engin’le kişileştirmemek gerekir sanırım. Sorun, Sinan Engin’in futbol dünyasında temsil ettiği kültürdedir. Sinan Engin adı bir semboldür. Yasalardan vicdanlara kadar doğru bilinen değerlerin karşısına konulan bir sembol. Sıkıntı, bu kültürün Beşiktaş’ta kurtarıcı gibi göreve getirilmesindedir. Son şampiyonluğu tamamen kendisine mal etmesi nasıl bir kültürle karşı karşıya olduğumuzu gösterdi. O şampiyonlukta o kulüpteki her çalışanın alın teri vardır. Eğer yoksa ve gerçekten Sinan Engin’in şampiyonluğuysa, o şampiyonlukta bir sorun vardır. Ve gerçekten hafızalarımızdan silmemiz gereken bir şampiyonluktur o. Süleyman Seba dönemini sonraki yönetimlerle karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar göze çarpıyor? Seba dönemini de nostaljik bir özlemle anmıyorum ama kuşkusuz şimdiki döneme kıyasla birçok olumlu şey vardı. Seba’ya atfedilen değerlerin bir kısmının dönemin niteliğiyle de ilgili olduğunu görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Etik değerlerin son demleriydi o günler. Seba’nın kişiliğinde somutlaşan şeyler aslında ülkenin de olumlu değerlerinin yansımaydı. Yine o zamanlar forma aşkı, kazanma hırsı, takım ruhu gibi kavramlara; modern futbolun gerekleri, endüstriyel kulüp işletmeciliğinin rasyonel kaçınılmazlıkları gibi söylemekte dahi zorlandığımızı tekerleme gibi, şatafatlı kelamlar şimdiki zamanlar kadar galebe çalamamıştı... Futbol bu denli endüstriyelleşmemişti. Beşiktaş da buna karşı tek başına karşı koyamazdı. Futbolun endüstriyel yüzü mecburen Beşiktaş’ı da bu mecraya sokacaktı. Fakat bunun nasıl olduğu önemli. Vizyon diye tabir edilen süslü cümlelerle aslını inkâr eden ve değerlerinden giderek uzaklaşan bir kulüp haline geldi Beşiktaş. Serdar Bilgili'yle başlayan süreç Demirören'le zirve yaptı. Sonuç olarak, Seba döneminde de her şey tozpembe değildi; ancak Seba'dan sonra da bu kadar savrulmayı o çok bahsedilen Beşiktaşlı duruşuna da yakıştıramıyorum doğrusu... Velhasıl bütün takımlar hızla kirleniyordu, birinciliği Beşiktaş'a verdiler... Beşiktaş’ın içerisinde bulunduğu riskler nelerdir ve nasıl iyileştirilebilir? Hoca değiştirerek ayakta kalmaya çalışan, tribüne ve medyaya oynama kolaycılığıyla her yıl plansız bir sürü transfer yapan, kulübün kaynaklarını ve gelirlerini çarçur eden ve "şu kadar alacağım var" diyerek parasını kulübün tepesinde kılıç gibi sallandıran bir başkan... Her başarısızlıkta suçu dışarıda arayan, kulübün verdiği yetkiyi kişisel amaçları için kullandığı için yargılanan ve TV ekranlarına çıkıp ne dediğini kulağı duymaz açıklamalar yapan bir menajer... Başka söze gerek var mı? Beşiktaş'ın içinde bulunduğu durum umutsuz vaka... Umutsuz olduğu için hala Seba'nın zaman zaman adı geçiyor başkanlık için... Geçmişe büyük özlem var... Ancak şunu kabul etmeliyiz ki; ne zaman aynı zaman, ne de Beşiktaş aynı Beşiktaş... Beşiktaş mali açıdan olduğu gibi manevi açıdan da bir çöküş içinde bence. Başarı için her yolun mubah görüldüğü bir anlayış yerleştirilmeye çalışılıyor kulübe… Beşiktaş'ın başına çöreklenmiş Demirören-Engin kliği bu süreci hızlandırmak için elinden geleni yapıyor. Nasıl iyileştirilebilir? İbrahim Altınsay'ın dediği gibi "Tribün korkusuna teslim olmuş, basiretsiz, iradesiz ve müsrif yönetim anlayışından başlayacak bir devrime ihtiyaç var... " Bir yazınızda “Şampiyonluk nedir?” sorusuna, Beşiktaş taraftarının “Bizim sevgimizin yanında hiçbir şey!” cevabını vereceğini belirtiyorsunuz? Beşiktaşlı olmanın farkı nedir size göre? Beşiktaşlı olmanın diğer takım taraftarlarına göre önemli bir farkının sevinmek için sevmemek olduğunu düşünüyorum. Gerçi bu da yeni nesil taraftar kimliğiyle birlikte önemli bir erozyona uğruyor; ama bunun bir şekilde Beşiktaş taraftarının kimliğine eklemlendiğine de inanıyorum. Başarı muhakkak ki özlenen ve istenen bir şeydir ama her şey değildir. O takımı o formayı hiç şampiyon olmasa da sevebilmek, desteklemektir önemli olan. Beşiktaş taraftarının hala büyük bir kısmının böyle düşündüğüne inanıyorum. Aksi takdirde 15 yılda iki kez şampiyon olmuş bir takımı böyle büyük bir sevgiyle destekleyen bir taraftar kitlesi olamazdı. Eskiden beri anlatılan Beşiktaşlı duruşu meselesi önemli bir farktır. Bu duruş herkese göre değişiyor kuşkusuz ama bana göre hayata daha demokratik pencereden bakanların desteklediği kulüp gibi geliyor Beşiktaş. İnönü atmosferini, taraftarı ve tabiî ki Çarşı’yı nasıl değerlendiriyorsunuz? İnönü Stadı’nın çimlerindeki takım, kabul etmeliyiz ki Avrupa’nın en iyi futbol takımı değil; ama tribünlerindeki taraftar kitlesi sanırım Avrupa’nın en iyilerinden... Çarşı adı taraftar profilinde önemli bir marka oldu. Ben bunun sorunları da beraberinde getirdiğini düşünüyorum. Çarşı’yı anlatan “Asi Ruh” isimli belgesel filmin proje danışmanıyım. Uzun bir süredir belgesele çalışıyoruz. Çalışmalar yoğun... O yüzden bu röportaj da bu kadar gecikti ya... Belgesel sayesinde tribün profilini daha yakından görme imkânım oldu, ama gene de tribünü değerlendirme işini ona daha fazla kafa patlatan insanlara bırakmak gerekir diye düşünüyorum. Çarşı’nın da birçok yanlışı ve eksiği oluyor. Mesela küfür meselesi. Bir ara bu sebepten maçlara gelmiyordum. Neyse ki eskiye nazaran çok azaldı... Takımı tutkuyla desteklerken birden her şey tersine de dönebiliyor ama kabul etmek gerekir ki işlerini hakkıyla yapıyorlar. Ve umuyorum ki birçok konuya duyarlı bu grup, tribüne özlediğimiz şekli vermekte emek harcayacak ve başaracaktır. BJK – Medya ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kulüp, rakiplerine oranla medyada arka planda kalmaktan şikâyetçi. Haklılık payı var mı? Aaa, Demirören haksızlık etmesin, kendilerinin kriz üretmedeki başarısı sayesinde her gün gazete manşetlerinde Beşiktaş... Şaka bir yana da Beşiktaş basında hep üçüncü takımdır. Bu da gayet normal bence... Çünkü 3 takımı düşündüğünüzde tüketicisi en az olan takım Beşiktaş. Hal böyle olunca spor servisleri de ona göre şekilleniyor. Alıcısı çok olan Fenerbahçe dururken, niye Beşiktaş'ı manşetlere taşısınlar ki? Spor servisleri tiraj kaygısıyla oluştuğu müddetçe de bu böyle olacaktır. Ben böyle bir durumdan da rahatsızlık duymuyorum... Beşiktaş'ın az yer almasındansa, amatör branşların neredeyse hiç yer almaması bence çok daha büyük problem... Türkiye’deki spor yazarlığını ve yayıncılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kulüp yönetimleriyle bu kadar içli dışlı olan ve kulüp yöneticilerinin ağzının içine bakan bir sürü “gazeteci” olduğunu biliyorum. Ahbap-çavuş ilişkileriyle yürüyor işler. Medya, yönetimlere karşı, taraftara karşı mesafeli olmak zorunda. Ancak özellikle kulüp ve medya ilişkileri arasında karşılıklı bir manüplasyon olduğunu düşünüyorum. Demirören'in “Del Bosque'yi medya yüzünden gönderdim” demesi de bunun en açık göstergesi. Demek ki Beşiktaş Kulübü’nü Demirören değil, medya yönetiyor... Bu dediklerimle bütün spor basınını da töhmet altında bırakmak istemiyorum tabii ki. Dürüst, değerlerinden ödün vermeyen, kalemine sahip çıkan birçok insan da var bu camiada... Zaten herkes de kimin ne olduğunu biliyor... | ||
|
19-02-2008, 03:10 | #4 | ||
gurbetci kartal Üyelik tarihi: May 2006 Yaş: 44
Mesajlar: 4.604
Tecrübe Puanı: 23 | genel olarak dogru seyler soylemis ancak sacmaladigida cok sey var | ||
19-02-2008, 11:21 | #5 | ||
hüngürella Üyelik tarihi: May 2007 Yaş: 41
Mesajlar: 5.146
Tecrübe Puanı: 23 | Aaa, Demirören haksızlık etmesin, kendilerinin kriz üretmedeki başarısı sayesinde her gün gazete manşetlerinde Beşiktaş... bütün tespitler gibi bu da çok doğru | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |