Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Hayvancılık ve Tarım (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=248)
-   -   Osmanlı Devletinde tarım Sektörünün Durumu (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=20289)

imparator 29-01-2007 11:15

Osmanlı Devletinde tarım Sektörünün Durumu
 
OSMANLI DEVLETİNDE TARIM SEKTÖRÜNÜN DURUMU
Osmanlı Devleti, 19 ncu yüzyılda Batı'da meydana gelen sanayileşme devriminin dışında kalmış ve bu sebeple ekonomisi tarıma dayalı bir özellik taşı­mıştır. Bu özellik yüzyıllar boyunca değişmemiştir. Tarımsal üretim, devletin son döneminde milli gelirin % 65'ni oluşturmaktaydı. I.nci Dünya Savaşı önce­sinde tarımsal üretimin ortalama %80'i bitkisel, %20'si ise hayvansal üretim olup tahıl, bitkisel üretimde %75'lik bir paya sahipti. Zaman içinde tarımsal üretimde sanayi bitkileri lehine bir gelişme olmuş, koza, pamuk, fındık ve tü­tün üretimi artmıştır. Bu tip üretim, devletin son döneminde, özellikle dış borçları ödeyebilmek amacıyla ihracata konu teşkil ettiği için, Duyunu Umumi­ye idaresi tarafından teşvik edilmişti. Bunun sonucunda tarımsal maddeler ih­raç gelirlerinin toplam tarımsal gelire oranı 1899 yılında %12'den 1914'de %14'e yükselmiştir. Osmanlı Devleti'nin son yıllarında toplam nüfusun % 80'i tarım kesiminde çalışmakta idi.
Osmanlı Devleti, 20.nci yüzyıla, tarım sektörünü geliştirmek amacıyla bir reform programı uygulayarak girmiş, örnek çiftlikler kurulmuş, tarım okulla­rı açılmış ve sulu tarım teknikleri uygulamaya konulmuştur. Yüzyılın başın­da, tarımsal makineler ülkeye girmeye başlamış, fakat sayı yeterli seviyeye ulaşamamıştır. 19 ncu yüzyılın sonlarına doğru kullanılmaya başlanan pul­luklar, hiçbir zaman karasabanın yerini alamamıştır. Karasaban, döğen ve kağnıdan oluşan bir tarımsal altyapıda, tarımsal üretimi arttırmak mümkün olamamıştır. Pamuk ekim ve üretiminde prodüktiviteyi yükseltmek için İngil­tere ve Almanya, sömürge tipi çiftçilik kurma yoluna çok az gitmişler ve işin ti­caretine daha çok önem vermişlerdir. Bununla beraber, 1878 yılında İzmir böl­gesinde tarıma elverişli toprakların tamamı İngilizlerin eline geçmiştir. 1880 yılında Aydın ve yöresinde toplam 2.2 milyon dönüm toprak sulamaya açılmış, 1883'de bu alan 4.1 milyon dönüme çıkmıştır. Yabancı çiftçiliklerde özel sula­ma yöntemlerine başvurulmuş, Aydın-İzmir demiryolu, yörede üretilen ürün­lerin taşınmasına katkıda bulunmuştur. Tarımda ilk makineleşme hareketi de bu yörelerde başlamıştır.
Bu özel durum dışında genelde Osmanlı Devleti'nde ulaşım ve haberleşme yetersizliği, çiftçiyi pazara değil, kendi tüketimine yönelik üretime yöneltmiş­tir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çiftlikler 50 dönüm ve daha büyük iken, Ba­tı Anadolu'da işletme büyüklükleri küçülmüştür. Bunun başlıca sebebi, miras yoluyla toprağın paylaşılmasıdır. Osmanlı Devleti'nde genelde tarım sektörün­de, küçük üreticilik ve aile işletmelerinde iç tüketim için üretim yapısı egemen olmuştur. 1838 Ticaret Anlaşması sonucunda ülke liberalizme açıldığı için, ta­rım sektörü korunamamıştır. Yabancılara sağlanan ticari ayrıcalıklar ve kapi­tülasyonlar sonucunda, 1878-1913 döneminde her yıl ülkeye ortalama 75.000 ton un, 65.000 ton pirinç ve 10.000 ton buğday ithal edilmiştir.

imparator 29-01-2007 11:15

Osmanlılarda ekonomi aslında tarıma dayanmasına rağmen, tarımsal üretimin temelini oluşturan toprak mülkiyeti, 19.ncu yüzyılda temelden değiş­tirilmiş ve bu durum üretimin düşmesine yol açmıştır. Osmanlı'da toprak reji­mi dirlik sistemine dayanmakta ve bu sistem aracılığıyla devlet, ekonomik, mali, askeri ve sosyal hayatı kontrol etmekte idi. Dirlik sisteminde mar: 3.000 - 20.000 akçe, zeamet: 20.000-100.000 akçe, has: 100.000 akçeden da­ha fazla ödenti anlamına geliyordu. Savaşlardan ganimet olarak alınan toprak­lar, verimlerine göre tımarlara ayrılarak askeri görev karşılığı sipahilere veriliyordu. Arazi rejimi, toprak ürünlerinin almış biçimi açısından "öşriye", "haraciyye" ve "arzı miri" olarak üçe ayrılmıştı. Arazi rejimi, arzı miri denilen top­raklarda uygulanıyordu. Devlete ait olan bu topraklarda köylü, kiracı niteliğin­de idi. Devlet giderlerinin zamanla artmasına paralel olarak tarımda miri sis­temden iltizam usulüne geçilmiş ve devlet, tarım gelirlerini askerin elinden ala­rak belli bir kira karşılığında ihale yöntemiyle mültezimlere bırakmıştır. Fakat mültezimlerin aşırı kâr hırsı, sistemi zayıflatmıştır.
19.ncu yüzyılın ikinci yarısında bu düzen değiştirilince toplumdaki tüm dengeler yerinden oynamıştır. Bu boşluktan yararlanan ağalar, beyler, ayan­lar ve güçlü devlet memurları Doğu ve Güney Doğu'da köylüyü üzerinde ekip biçtiği arazi ile birlikte sahiplenmişlerdir. Bunun sonucunda köylü, "maraba" durumuna düşmüştür. Diğer bir deyişle, yetiştirdiği ürünün toplamı üzerin­den pay alan üretici olmuştur. Ayrıca bu kesim, toprak mülkiyetine el koymuş ve 1808 Senedi İttifak kararıyla bu durumu devlete kabul ettirmişlerdir. Fa­kat arazinin hukuki mülkiyetine sahip olamamışlardır.
Osmanlılarda toprakların büyük bir kısmı, miri arazi olup sonuçta mülki­yeti devletindir. Çıplak mülkiyeti (rakabesi) devlete ait olan arazi, işletilmek üzere bir bedel (tapu) karşılığında köylüye verilmekte idi. Köylü kendi ihtiyacı kadar toprağı, devlet görevlisi olan sipahiden tapu resmi olarak bilinen peşin kira ödeyerek kiralardı. Eğer kiralama şartlarına uymayacak olur ise, kirala­dığı toprağın elinden alınmasına ve ödediği resmin yanmasına razı olurdu. Köylü, işlediği toprak karşılığında onda bir ile onda beş oranındaki bir payı (çift akçesi), devlete verirdi. Köylü, toprağı üç yıl boş bıraktığı takdirde, toprak elin­den alınır ve bir başkasına verilirdi. Toprak, babadan oğula mülk şeklinde ge­çer, erkek çocuk olmaması durumunda erkek kardeşe veya yakın akrabalara yeniden kiralanırdı. Devlet, araziyi çıplak mülkiyet (rekabe) hakkına dayanarak her zaman geri alabilirdi. Bu sistem 16.ncı yüzyılın sonlarına doğru bozul­maya başlamış, miri toprak düzeni orijinalliğini kaybetmiş, tımar sahipleri arazinin sahibi gibi hareket etmeye başlamışlardır.

imparator 29-01-2007 11:16

Batılılardan gelen baskılarında etkisiyle Osmanlılarda geçerli olan tarım­da devlet mülkiyeti (miri arazi) sistemi yerine, tarımı özel mülkiyete açmayı, toprağı fiilen işleyenin mülkiyetine bırakmayı amaçlayan ve 1858 Arazi Yasa­sıile miri arazinin hukuki rejimi yeniden belirlenmiştir. Yasada küçük çiftçi­leri koruyucu, toprakların belli ellerde toplanmasını önleyici, toprağın alım sa­tımını yasaklayıcı, yabancıların tarım arazisi almasına engelleyici hükümler bulunmasına rağmen, daha sonra tüm kısıtlayıcı hükümler ortadan kaldırıl­mıştır. 1866 yılında çıkarılan bir Yasa ile yabancılara toprak alma hakkı ta­nınmış ve izleyen yıllarda Batı Anadolu'da yabancıların eline geçen topraklar, 56 milyon dönüme ulaşmıştır.
Arazi Yasası, köylülerin işledikleri topraklar üzerinde fiili denetim kuran toprak ağalarının gücünü meşrulaştırmıştır. Ayrıca Yasa, miri arazilerin mül­tezimler, esnaf, nüfuzlu kamu görevlileri ve paşalar tarafından paylaşılması­na yol açmıştır. Bu dönem, 4.10.1926 tarihinde kabul edilen Medeni Kanun'a kadar devam etmiş ve bu Yasa ile mutlak mülkiyet esası getirilmiştir. Devlet böylece, rakabe hakkına dayanarak araziyi geri alma hakkını kaybetmiştir. Sonuçta, miri arazi değil, mülk arazisi toprak mülkiyetinin esasını oluştur­muştur. Medeni Kanun, on yıl nizasız ve fasılasız hüsnüniyetle ve malik sıfa­tıyla tasarruf edilen arazinin tapu dairesine zilyetleri namına tescil edilmesi­ni kabul ederek, arazi üzerinde özel mülkiyet hakkını tesis etmiştir. Böylece, piyasa ekonomisine geçişte önemli bir adım atılmıştır.
OSMANLI DEVLETİNDE SANAYİ SEKTÖRÜNÜN GELİŞİMİ
Osmanlı Devleti'nin ekonomisi tarıma dayalı bir yapıda olduğu için, sanayi sektörü nisbi olarak ikinci planda kalmış ve içinde bulunulan şartlarda sana­yileşme çabaları başarıya ulaşamamıştır. Dolayısıyla bugün Türkiye'nin sana­yileşme seviyesinin, Batılı gelişmiş ülkelerin gerisinde kalmasının en önemli sebebini oluşturmuştur. Aslında Batı'da sanayileşme devrimi başlamadan ön­ce 15-18.nci yüzyıllarda Osmanlı imparatorluğu dünyanın en gelişmiş ülkele­rinden biri idi. Lonca örgütlenmesiyle çinicilik, dokumacılık, gemi yapımı alan­larında oldukça ileri bir durumdaydı, İngiltere'de 18.nci yüzyıl ortalarında bu­harın makineye uygulanması sonucunda başlayan "sanayi devriminden" Osmanlılar, gerekli şekilde haberdar olamamışlardır. Bu durum sanayileşme sü­recinin ülkeye gelmesini engellemiştir. Böylece ekonomide makine gücüne da­yanan bir sanayi kurulamamış, geleneksel sisteme dayanan yerli sanayi de hızla gerilemiştir.

imparator 29-01-2007 11:16

Adam Smith'in liberal ekonomi kurallarının, Batı'nın baskısı sonucunda özelikle 1838 Osmanlı İngiliz Ticaret Anlaşması ile Osmanlı Devleti'nde uygulanmaya çalışılması, Osmanlı döneminde sanayiin daha doğmadan ölmesine yol açmıştır. Nitekim bu durumu Ahmet Mithat, 1889 tarihinde aynen şöyle ifade etmiştir:
"Adam Smith'in serbest-i mübadele usulü bugünkü günde umum Avru­pa mekteplerinde ekonominin suret-i ahiresi olmak üzere tedris olunur. Fakat Avrupa Hükümetlerinin hiçbiri nezdinde tatbik için kabul olun­mamıştır. Hürriyet-i mutlaka-i mübadeleyi bugünkü günde Avrupa'da kabul edebilecek ne bir devlet ne bir millet yoktur. Her gün gazetelerde gördüğümüz himay~i sanayi, muhafaza-i ticaret, nahoşnudi-i amele ve­saire mebahisi bunu müeyyiddir. Adam Smith'in ekonomisini mektepler­de tedris etmek kiliselerde "size en büyük fenalık edenleri ezdilü can se­viniz! Bir yanağınıza tokat vuranlara diğer yanağınızı da çeviriniz!" di­ye verilen vazü nasihatlara benzer... Bizim mekâtibi âliyemizde Adam Smith ekonomisinin güya bir kanun, bir düştürül amel suretinde telâkki edilmesi teessüf-ü az'mi muciptir..."
Bu olumsuz gelişmede, özellikle İngiliz ve Fransızlarla imzalanan ticari anlaşmalar sonucunda bu ülkelere sağlanan ayrıcalıkların, koruyucu bir güm­rük sisteminin uygulanmasına imkan tanımamasının da etkisi olmuştur. Sa­nayileşme imkan ve fırsatını kaçıran Osmanlılar, ülkenin, kısa sürede sanayileşerek zenginleşen Batı'nın bir "açık pazarı" olmasına engel olamamışlardır. Aslında Osmanlı aydınları arasında da, ikinci Meşrutiyet'e (1908) kadar, eko­nomik gelişme için sanayileşmenin gerekli olduğuna inanan iktisatçı ve devlet adamı da pek yoktur. Büyük çoğunluk, sanayileşmeyi kaynak israfı olarak gör­müşlerdir. Buna rağmen devletin ve ordunun temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere bazı küçük ölçekli sınai tesisler kurulmuştur. Mesela 1810 yılında devlet sermayesi ile Beykoz Tesisleri (askeri kundura, çizme, palaska, fişeklik imala­tı), 1835'de Feshane Tesisleri (çuha, fes, battaniye üretimi) gibi.

imparator 29-01-2007 11:16

İkinci Meşrutiyet'in 1908'de ilan edilmesiyle, sanayileşme olmadan ülkenin kalkınamayacağını ileri süren fikir ve devlet adamlarının sayısı artmaya baş­lamıştır. Gelişen milliyetçilik akımları, ekonomi alanında da kendini hissettir­miş ve ekonominin korunması ve sanayiin teşvik edilmesinin gerekliliği üze­rinde durulmaya başlanmıştır. Bu ortamda Aralık 1913 tarihinde, iktidarda­ki ittihat ve Terakki Hükümeti sanayileşmeyi teşvik etmek amacıyla Teşviki-i Sanayi Kanunu Muvakkatini (Geçici Sanayi Yasasını) yürürlüğe koymuştur. 1914 yılında Yasanın tüzüğü, 1917'de ise yönetmeliği çıkarılarak kapsamlı bir mevzuat hazırlanmış fakat araya giren I.nci Dünya Savaşı dolayısıyla bu dü­zenlemelerden yeterince yararlanılamamıştır. Bu mevzuat, daha sonra 1927 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nde yeniden düzenlenerek yürürlüğe konmuştur.
Yasa, beş beygir gücü enerji kullanarak ham ve yarı mamul maddelerin şeklini değiştiren, en az bin liralık araç ve gerece sahip olan ve yılda 750 işgü­cü tutarında işçi çalıştıran işyerlerini kapsamıştır. I.nci Dünya Savaşı esnasında, Yasa değiştirilerek, yabancı kuruluşlar teşvik kapsamından çıkarılmış ve ayrıca Batılılara verilen kapitülasyonlar kısmen kaldırılarak gümrük oranları arttırılmıştır. Yasa, vergi muafiyeti, bedava arazi, geçici gümrük muafiyeti, ka­munun öncelikle bu tesislerin ürünlerini satın alma zorunluluğunu getirmiş­tir. Fakat bu ayrıcalıklardan daha çok yabancılar yararlanmışlardır. Yasa, sa­nayi kuruluşlarını finanse edecek bir kredi kuruluşuna yer vermemesi ve mil­li sanayi kesimini dış rekabete karşı koruyacak önlemleri içermemesi açısın­dan eleştirilmiştir. Yayınlanmasından sonra 117 kuruluş, teşviklerden yarar­lanmak için başvurmuştur. Bunların %55'ni oluşturan 65 adedi, İstanbul ve civarında idi.
Osmanlı Devleti'nin son yıllarında sanayiin durumu ve gelişimi konusun­daki bilgiler, 1913 ve 1915 yıllarında Ticaret ve ZiraatVekaletleri tarafından İstanbul, Bursa, Bandırma, İzmir, Uşak gibi Batı Anadolu’yu kapsayan illerde yapılan sanayi sayımlarına dayanmaktadır. En az 10 işçi çalıştıran ve Teşviki Sanayi Kanunu kapsamına giren kuruluşların sayım sonuçları, 1917 yılında yayınlanmıştır. Buna göre Osmanlı Sanayi, tüketim malları üretmekte, ara ve yatırım malları üreten sanayi dallarına sahip bulunmamaktadır. Sanayinin hammaddesi tarıma dayanmaktadır. Sanayi kuruluşları aşırı derecede Batı Anadolu'da yoğunlaşmıştır. Mesela bunlardan %55'i İstanbul, %22'si İzmir'de toplanmıştır. Sayımlarda yer alan 264 kuruluştan %19'u (50 adet) devlete ve­ya anonim şirketlere, %81'i ise (214 adet) gerçek kişilere aittir. Son grubun %20'si (42 adet) Türk ve Müslümanlara geri kalan %80'i (172 kuruluş) ise Rum, Ermeni, Yahudi ve yabancı olarak gayrimüslimlere aittir.

imparator 29-01-2007 11:16

1915 sayımına göre Osmanlı Sanayiinde Türkler, sermayedar ve işçi olarak %15 oranında yer tutarken, Rumlar sırasıyla %50 ve %60, Ermeniler %20 ve %18 ve Yahudiler de %95 ve %10 oranında bir paya sahiptirler. Büyük sanayi tesisleri, kamu tarafından ordunun ve sanayiin ihtiyaçlarını karşılamak üze­re kurulmuşlardır. Sanayide, yabancı sermayenin payı düşük, çevirici güç ye­tersiz, teknoloji geri idi. 264 sanayi kuruluşunda toplam 20.977 beygir gücün­de çevirici güç kullanılmıştı. Bu gücün %76'sı buhar makinelerinden, %13'ü petrol kullanan içten yanmalı motorlardan ve %6.5'ide elektrik motorlarından sağlanıyordu. Enerji daha çok kol gücüne dayanıyordu. Osmanlı Devleti'nde ilk elektrik enerjisi üretim birimi, 1902'de Adana'da kurulmuş ve 1913 yılında İstanbul'da bir benzeri faaliyete geçmiştir. 1913-1915 sanayi sayımları sonuçla­rına göre, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalan Osmanlı Devle­ti arazisinde kurulmuş sanayi tesisleri şunlardır:
- Fabrikalar:2 makarna, l bira, 6 konserve, 7 yünlü dokuma, 2 pamuk ip­
lik ve dokuma, 1 iplik dokuma, 5 çe
şitli dokuma, 8 sigara kağı
dı, 5 madeni eş­
y
a, l kimyasal ürün,

- İmalathaneler:l buz, 3 kireç. 3 tuğla, 7 kutu, 2 yağ, 2 sabun, 2 porselen,
- Diğerleri:20 un değirmeni, l1 tabakhane, 7 marangoz ve doğrama atöl­yesi, 30 ham ipek atölyesi, 35 matbaa.
OSMANLI'DAN KALAN
A. GİRİŞ
Ekonominin bugünkü yapısı ve sorunları, tarihsel gelişme süreci içinde açıklanabi­lir. Ekonomik gelişmeyi belirleyen iç ve dış etmenlerin saptanması, bunların zaman için­de evrimi temel yöntem olarak benimsendiğinde çözümlemeye Osmanlı ekonomisiyle başlamak gerekmektedir.
Cumhuriyet dönemindeki ekonomik gelişme, İmparatorlukları devir alınan bir ya­pı üzerinde oluşmuştur; onun bir uzantısıdır. Bu durum, yalnız üretim yapısı için değil, ekonomik gelişmenin diğer öğeleri için de geçerlidir. Bu nedenle bu bölümde Osmanlı ekonomik ve toplumsal yapısının son dönemlerine kısaca değinilecektir.
Osmanlıda üretim çok büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Sanayi gelişememiş, buna karşılık özellikle ticaret, ulaştırma ve bankacılık gibi hizmet kesimleri İmparatorluğun son 50-60 yılında önemli sermaye birikimine konu olmuştur. Bu kesimler çok büyük oranda azınlık ve yabancı sermaye egemenliğindedir.

imparator 29-01-2007 11:16

"Etkin ve ileri" sayılan Osmanlı yapısının, sanayileşme yönünde dönüşüm sağlaya­maması, kapitalist yoldan gelişememesi değişik iç ve dış etmenlere bağlanmaktadır. Bunların göreli önlemlerinin belirlenmesi yerine kısaca sıralanmaları, bu çalışma için zo­runluluktur.
Onaltıncı yüzyılın sonlarında İmparatorluk yeni toprak kazanımının sonuna gelmiş ve bu yoldan sağlanan gelirler kesilmiştir. Bununla eşanlı olarak dünya ticareti Akdeniz limanlarının dışına kaymıştır. Altın ve gümüş miktarının, Yeni Dünyanın sunumu sonucu artması para-fiyat dengesini sarsmıştır. Bu sırada İngiltere'de başlayan yeni üretim biçi­mi ve teknolojik gelişme karşısında Osmanlı'nın pazarını yabancı sınai ürünlere, "dışa" açması, varolan sanayii yıkıma sürüklemiştir. Neredeyse süreklilik kazanan savaşlar, mer­kezi yönetimin elinde toplanan tarımsal artığın yeniden üretime dönüşmesine olanak vermemektedir. Ayrıca Osmanlı'da bu dönüşümü sağlayacak yeni örgütlenme süreci or­taya çıkmamakta; değişik etnik gruplardan oluşan toplumsal yapı bu alanda ekonomik İşbölümüne dayanmaktadır: Tarımsal üretimde Türkler, sanayi ve hizmetlerde azınlık ve yabancılar egemendir, çoğunluktadır, imparatorluğun değişik etnik grupları siyasal ve ekonomik bağımsızlık peşindedir ve bu girişimler dönemin büyük devletlerince açıktan desteklenmektedir. Osmanlı,varlığını sürdürmek için, sermaye birikimi için değil, sürekli savaşmak durumundadır. Sonuçta, bu savaşları kazansa da kaybetse de, kaybetmektedir.
Osmanlı'nın son döneminde (son 50-60 yılında) sermaye kaynaklarının ilginç bir görünümü vardır; hükümet, kamu maliyesini, dış ticareti ve para sunumunu denetleme yetkilerinden bile yoksundur. Kamu gelirlerinin giderleri karşılamaması sonucu ağır ko­şullarla dış borçlanmaya gidilmektedir. Tarımsal ürün fazlası sanayie aktarılamazken, sa­nayi ve hizmet kesimlerini ellerinde bulunduranlar kârlarını yeniden üretimde kullanma­maktadır. Bu olguda o dönemin uluslararası sermayesinin niteliği ve Osmanlı'ya güven­sizlik etkili olmuştur, denilebilir. Türdeş olmayan toplumsal-ekonomik yapı, bir yandan artık kitle üretimine dayanan yabancı sınai malların pazarı durumuna gelmiş diğer yan­dan da Batı Anadolu tarımıyla tüm hizmet kesimlerini yabancı sermayeye açmıştır. Bu ekonomik ve toplumsal yapı makro-ekonomi politikalarının ülke içinde oluşturulmasına olanak vermemektedir.

imparator 29-01-2007 11:16

Önce, İmparatorluk ekonomiyi tümüyle düzenleyecek maliyepolitikası araçların­dan yoksundur. Azınlık ve yabancılara tanınan ayrıcalıklar kamu gelirlerinin çok büyük ölçüde tarımdan sağlanmasını zorunlu kılmaktadır, örneğin kamu gelirlerinin 1909-1910'da yaklaşık yüzde 40'ı aşar ve hayvan (ağnam) vergilerinden oluşmaktadır. Ek ola­rak, arazi, bina, tütün, ipek ve tuz gibi mallardan alman vergiler de dikkate alınırsa, kamu gelirlerinin yarısından fazlasının kırsal kesimden sağlandığı sonucuna varılır. Buna karşı­lık kırsal kesime yapılan kamu harcaması çok azdır. Diğer yönden, tüm yabancılar, azın­lık grupları (askerlik bedeli olan ve 1909'dan sonra kaldırılan cizye dışında) vergi verme­mektedir. Ek olarak tüccar, sanayici grupları, serbest meslek sahipleri ve İmparatorluğun son yıllarına kadar İstanbul halkı-vergi vermemektedir. Bu konudaki yeniden düzenle­me girişimleri etkisiz kalmıştır. Osmanlı'da toplam vergi yükü "ağır" sayılmazsa da bunun çok eşitsiz dağıldığı açıktır. Kaldı ki, tarımdan alınan vergilerin de, katkılı üretim değeri üzerinden (masraflar çıkarılmadan) alınması sonucu, üretim üzerine etkisi olum­suzdur.
İkinci olarak, Osmanlı'nın para durumu da denetim dışı bir özellik taşır. Para düzeni, değişik madeni paralar ve Osmanlı Bankası'nın çıkardığı banknotlara dayanmak­tadır. Bunlarla birlikte, birçok yabancı para da kullanılmaktadır. Hükümet para konu­sunda sık ak yeniden düzenlemelere gitmişse de bu girişimler etkili olamamıştır. Madeni paralar, 1881'de altın liranın 7,216 gram altın karşılığı olarak tanımlanması (bu 18 İngiliz Şilin'i ya da 4,40 ABD dolarına eşitti) ve bunun 100 kuruş sayılmasıyla yeniden belirlendi. Gümüş mecidiye 20 kuruş karşılığı olarak tanımlanıyordu. Ancak gümüşün değer kaybetmesi ve bakır mecidiye basılması, Osmanlı'da biri altın (gerçek, sağ kuruş) diğeri de gümüş (çürük kuruş) olmak üzere ikili para yapısına yol açtı. Para birimi fark­lılıkları, madeni paraların eritilerek yenilerinin çıkarılmasına neden oluyor, ayrıca para üzerinde spekülasyona yol açıyordu. Osmanlı Bankası banknot çıkarımını iç ve dış piya­sa koşullarına göre düzenliyordu. I. Dünya Savaşı sırasında hükümet banknot çıkarma yetkisini üzerine aldı ve banknot miktarını yaklaşık 1,5 milyondan 160 milyon dolayına çıkardı. Bu uygulama yalnız enflasyonu körüklemekle kalmadı, altın lirayı da kullanım­dan kaldırdı.
Osmanlı'da sermayenin dışkaynaklan önemli ve belirleyicidir. Bunlar, dış borçlar ve yabancı sermayedir. Dış borçlar da özel kaynaklardan sağlandığından, dış sermayenin kaynak farkı yoktur.

imparator 29-01-2007 11:17

Osmanlı dış borçları ülkenin kaynaklarını yabancılara aktarmanın bir aracı niteliği taşımış, alınan borçlar yeniden üretimde kullanılamamıştır. Daha çok hükümetin cari gi­derlerinde kullanılan dış borçlar, bir yandan birikimli olarak artmış, diğer yandan da ka­mu gelirlerinin önemli bir kısmına yabancıların doğrudan el koymasına yol açmıştır. Os­manlı'nın ödeme olanağı kalmadığım bildirmesi üzerine 1881'de Muharrem Kararname­siyle kurulan ve yabancı ve Osmanlı temsilcilerinden oluşan Düyun-u Umumiye İdaresi diş borç anapara ve faizlerini karşılamak üzere vergi gelirlerine el koyabiliyordu.
Dış borçların kesin miktarı tartışmalıdır. Son yıllarda yapılan araştırmalar toplam borç miktarının 399,5 milyon lira olduğunu, bunun yüzde 45'inin eski borçların öden­mesinde, yüzde 6'sının askeri harcamalarda, yüzde 5'inin yatırımlarda kullanıldığını, yüz de 34 gibi bir bölümünün de komisyon ve (borç senetlerinden doğan) değer kaybını kar­şıladığını göstermektedir. Kalanı hükümetçe diğer işlerde kullanılmıştır. Osmanlı borç­larının Lozan'da belirlenen miktarı 129 348 910 altın liradır ve bunun 85 milyon dola­yında bir bölümü Türkiye'nin payına düşmüştür. Kısaca bu ağır borçlanmanın ekonomi­ye kaynak kaybından başka katkısı olmamıştır.
Sermayenin ikinci dış kaynağı yabancı sermaye yatırımlarıdır. Eldeki verilere gö­re yabancı sermaye, çok büyük ölçüde ulaştırma, banka-sigorta, elektrik-su ve ticaret gi­bi hizmet kesimleriyle madenciliği yeğlemektedir (Tablo: II.1). Yabancı sermayenin adı geçen sektörlerde yoğunlaşması, ekonominin niteliğinden, iç etmenlerden çok, kendi gelişme düzeyine bağlıdır. Tarımda, yalnız Batı Anadolu'da görülen çok sınırlı yabancı sermaye bir tarafa bırakılırsa, yabancı sermayenin, madencilik dışında, üretime katkısı olmamıştır. Yabancı sermaye yatırımlarının sektörel dağılımı, sanayide getirişinin göreli olarak yüksek olmasına karşın, yalnız yüzde 8 dolayında bir bölümünün bu kesime gitti­ğini göstermektedir.
Yabancı sermayenin kaynak ülkelerine göre dağılımı Osmanlı'nın dış ekonomik ilişkileri konusunda bir fikir verebilir. Yabancı sermayenin yüzde 44 dolayında bir bölü­mü Fransız, yüzde 34 gibi bir kısmı Alman ve yüzde 17 dolayında bir bölümü de İngiliz kökenlidir. Kalanı ise Belçika, ABD gibi ülkelerden kaynaklanmıştır. Dış borçların ülke kökenleri oldukça farklıdır; yüzde 53,8 Fransız, yüzde 11,2 İngiliz, yüzde 10,4 Alman ve yüzde 24,5 diğerleri.
Toplam yabancı sermaye konusunda değişik tahminler yapılmaktadır. Ancak El-dem (s. 190-191)'de aynı sayıları belirtmekte, yalnız devlet borçlarını 149,48 yerine 96,6 milyon almaktadır. Ayrıca belirtilmelidir ki burada verilen dış borç sayıları, biraz önce sözü edilen miktardan farklıdır. Diğer yönden Eldem'e göre, demiryolu yatırımlarının 33,7 milyon lirası, banka-sigorta yatırımlarının 5,6 milyonu, elektrik-su yatırımları­nın 3,1 milyonu ve ticaret sermayesinin 2,1 milyonu şimdiki sınırlar içindedir.

imparator 29-01-2007 11:17

Yabancı sermaye yatırımlarının çok büyük bir bölümü, yüzde 68 gibi bir kısmı, demiryollarına yapılmıştır. Demiryolu yapımının o dönemde ekonomik gelişmenin bir göstergesi sayıldığı göz önünde tutulursa, Osmanlı'nın bu alanda belli bir çabaya girdiği sonucuna varılabilir. Ancak bu süreci besleyecek üretim dönüşümü sağlanamamıştır. Demiryollarından sonra gelen ikinci önemli alan bankacılık ve sigortacılıktır. Bu durum Osmanlı'da para ticaretinin çok kârlı olduğunu, ek olarak da sermayenin 'güvence' aradığını gösterir.
Yabancı sermaye yatırımlarının, yıllık net getirişinin sektörel dağılımı ilginç ipuçları vermektedir. Getiri oranı bankacılık ve sigortacılıkta yüzde 10'dan fazladır ve bunu yüzde 8,7 ile devlet borçlan izlemektedir. Kısaca Osmanlı Devleti'ne borç verme yabancılar için en kârlı yatırım alanlarından biridir. Yıllık getiri ayrıca ülke dışına kaynak aktarılmasının da bir göstergesidir. Nitekim yabancı sermaye yatırımları ve devlet borçlan karşılığı olarak ödenen miktar yılda 16 milyon Osmanlı lirasından fazladır. Buna 8 mil-yon dolayındaki dış ticaret açığının eklenmesiyle 24-25 milyon Osmanlı lirasına ulaşılır. Aynı yıllarda Osmanlı toplam yurt içi ulusal gelirinin 203,690 milyon Osmanlı Lirası olduğu düşünülürse bunun yüzde 12's.i gibi bir bölümünün yurt dışına aktarıldığı sonucuna ulaşılır.
TABLO: II.1. Osmanlı imparatorluğunda Yabancı Sermaye Yatırımları
(Bin Osmanlı Lirası Olarak)
Yatırım miktarı
Yatırımların yıllık net getirisi
(2/1).100
Demiryolları
53.310
1.040
1,95
Elektrik, Tramvay, Su
5.700
170
2,98
Liman ve Rıhtım
4.700
160
3,40
Sanayi (Reji dahil)
6.500
560
8,61
Ticaret
2.660
---
---
Madenler
3.580
230
6,42
Banka ve Sigorta
8.200
890
10,85
Devletin ödediği demiryolu km. güvencesi
---
420
---
Toplam
84.660
3.370
3,98
Devlet Borçları (dış)
149.480
13.000
8,70
Genel Toplam
234.140
16.370
6,99

Kaynak: Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, c. 2, İstanbul: Gözlem, 1975, s.949.

imparator 29-01-2007 11:17

saca özetlenen sermaye kaynakları ve bunların kullanımı, Osmanlı'da belirli bir ekonomik gelişme politikasının düzenlenemeyeceğini gösterir. Bu sonuç alt sektörlerin incelemesiyle daha da açıklık kazanacaktır. Ancak bu yargı, Osmanlı'da ekonomiyi bütünüyle yeniden düzenleme, ya da ekonomik gelişme politikası oluşturma doğrultusunda çaba harcanmadığı anlamına gelmez. Vurgulanmak İstenen, sermaye mülkiyetinin ve sermayenin kullanımının bir ekonomik gelişme politikası oluşturmaya uygun olmadığıdır. Bir başka değişle Osmanlı yönetimi ile sermaye kaynaklan arasında uyuşmazlık vardır. Bu uyuşmazlığı sermayeye sağlanan ayrıcalık ve güvenceler de giderememiştir.
Osmanlı ekonomisinin göreli olarak en gelişmiş kesimi olan hizmetlerde egemen
olan yabancısermaye, çıkış ülkesinin ekonomik konumuna uygun bir işbölümü yapmışr: Ticaret kesiminde İngiliz, borç verme ve para işlemlerinde Fransız ve demiryollarında Alman sermayesinin göreli üstünlüğü. Yabancı sermaye doğal olarak, ekonomik yönden görece gelişmiş olan, belirli bir sermaye birikimine sahip azınlık gruplarıyla işbirliği içindedir.

Hizmet Sektörleri
Tarım, sanayi ve madencilik dışında kalan ve bugün sektörler ayırımında hizmet sektörü içinde yer alan, bankacılık, ulaştırma ve ticaret vb. gibi iktisadi faaliyet alanları, Osmanlı Devleti'nde Birinci Dünya Savaşı arifesinde, GSMH'nın yaklaşık %33'ünü sağlıyordu. Hizmet sektörü Osmanlı Devletinin son döne­minde hızlı bir gelişme göstermiştir. Ekonominin adeta açık pazar haline dö­nüşmesi ile bankacılık, demiryolu işletmeciliği ve dış ve iç ticarette önceki dönemlerde görülmemiş bir gelişme kaydedilmiştir.
Genellikle, doğrudan üretken sayılmayan hizmet sektörünün gelişmesi, büyük ölçüde üretken sektörlerin gelişmesine bağlıdır. Üretken sektörlerdeki gelişme ve canlılık hizmetlere olan talebi artırır ve bu talebi karşılamak için hizmet arzı artar. Fakat üretken sektörlerle hizmet sektörü arasındaki bu ilişki tek taraflı değildir. Hizmet sektöründeki gelişme üretken sektörler için gerekli sosyal ve ekonomik alt yapının oluşmasını sağlar: Üretken sektörler böylece bir dizi dışsal ekonomilerden yararlanırlar. İşte bu nedenle piyasa ekonomisine dayalı iktisadi kalkınma plânlarında devlet hizmet sektörünün gelişmesi için alt yapı yatırımları yapar, teşvikler uygular.

imparator 29-01-2007 11:17

Osmanlı Devletinin son döneminde demiryolu işletmeciliği, bankacılık ve ticaret alanındaki gelişmelerin ülke içerisinde tarım ve sanayi sektörlerindeki gelişmelerden kaynaklandığını ileri sürmek mümkün değildir. Bu sektörlerin gelişmesinde ekonominin dışa açılması ve Batılı kapitalist ülkelerin Osmanlı Devletindeki iktisadi çıkarlarını artırmak için bu alanlara yaptıkları yatırımlar birinci derecede rol oynamıştır. Bunun yanında, özellikle demiryolları yapımın­da Osmanlı Devletinin çabalarını unutmamak gerekir. Osmanlı Devleti, içe kapalı tarım alanlarını piyasaya açmak, madenlerin işletilmesini kolaylaştırmak için demiryolu yapımına büyük önem vermiştir. Bu amaçla yabancılara verilen ayrıcalıklar, teşvikler olağanüstüdür. Bu politika ile Osmanlı Hükümetleri bi­linçsiz olarak yabancılara verilen kapitülasyonları artırmışlar, yabancı şirketle­rin Osmanlı topraklarında devlet İçinde devlet olmaları yolunu açmışlardır.
Bankacılık ulaştırma ve ticaret alanındaki gelişmeler Osmanlı ekonomi­sinde tarım ve sanayi sektörlerini tamamlamaktan çok, kapitalist Batı ülkeleri­nin Osmanlı Devletindeki ekonomik hakimiyetini pekiştirmiştir. Osmanlı eko­nomisinin Batıya bağımlılığı artmıştır. Batının Osmanlı üzerindeki emperyalist emelleri giderek gen işlemiştir.
Osmanlı Devletine yabancı sermaye yatırımları 19. yüzyılın ikinci yarı­sında dış borçlanmanın başladığı yıllarda girmiştir. Batının Osmanlı İle yaptığı ticaretin kapsamı genişledikçe yabancı sermaye bu ticareti kolaylaştıracak hiz­met alanlarına yatırımlarını artırmıştır. 1914 yılına kadar Osmanlı Devletine 74.3 milyon İngiliz sterlini (81.7 milyon lira) yabancı sermaye yatırımı yapıl­mıştır. Bu yatırımın 61.3 milyon sterlini demiryolu inşaatı, bankacılık ve ticaret faaliyetinde toplanmıştır.

imparator 29-01-2007 11:17

Yabancı sermaye Osmanlı Devletinde 1914 yılına kadar demiryolu inşası için 46.9 milyon sterlin yatırım yapmıştır. Bu yatırımın %49.6 sı Fransızlara, %36.8'i Almanlara ve %9.8 i İngilizlere ait idi. Demiryolu yapımı ve işletmesi yabancı sermayedarların en cazip buldukları ve kendi aralarında kıyasıya reka­bet ettikleri alan idi. Yabancı sermayenin demiryolu yapımı ve işletmesinde çok istekli davranmalarının birinci nedeni bu amaçla Osmanlı Devleti ile yaptıkları imtiyaz anlaşmalarının çok geniş kapsamlı tutulmasıdır. Yabancı sermayedarlar inşa ettikleri demiryolu güzergâhında ticaret yapma imtiyazına sahip olmakla yetinmemişler, tüm yerüstü, yeraltı zenginliklerini de kontrollerine almayı ve nüfus bölgeleri kurmayı da istemişlerdir. Ve bunda başarılı da olmuşlardır. Bağdat demiryolu hattının yapımı için Almanlarla yapılan imtiyaz antlaşması bu konuda çok açık bir örnektir. Bağdat demiryolu hattı imtiyazının ele geçiril­mesi için Batılı kapitalistlerin Osmanlı Devleti üzerindeki baskıları ve kendi aralarındaki rekabetleri ayrı bir araştırmaya konu olacak kadar zengindir. Birin­ci Dünya Savaşının nedenleri arasında Bağdat demiryolu imtiyazı mücadelesini gösterenlere katılmamak mümkün değildir.
Batılı kapitalistler için Osmanlı topraklarında demiryolu inşasını cazip hale getiren ikinci neden "km garantisi" denilen yöntemdir. Osmanlı Devleti yapılan demiryollarına borçlanarak sermaye katkısında bulunduğu gibi, yabancı şirketlere km başına bir teminat ödemeyi de kabul etmiştir. Böylece, Osmanlı Devleti demiryolu inşaat ve işletmesinin mutlaka kâr etmesini teminat altına almıştır.
Birinci Dünya Savaşından önceki 30-40 yıllık dönemde yabancı sermaye yatırımlarının demiryollarında yoğunlaşması Osmanlı topraklarına has bir du­rum değildi. Yabancı sermayenin Osmanlı Devletindeki sektörsel dağılımı, 19. yüzyılda dünya çapındaki genel dağılımına ana hatları ile benzemektedir.

imparator 29-01-2007 11:17

1914 yılına kadar Osmanlı toprakları üzerinde 6107 km demiryolu inşa edilmişti. Bunun 4037 km si yabancılar tarafından yapılmış ve işletilmişti. 1899-1909 döneminde yabancı demiryolu şirketlerinin 26 milyon sterlin kâr ettikleri, ayrıca Osmanlı hükümetinden 10 milyon sterim km. garantisi aldıkları tespit edilmiştir. Bu verilere göre, yabancı şirketler demiryollarına yaptıkları 46.9 milyon sterlin tutarındaki yatırımın çok büyük bir bölümünü kısa sürede ve doğrudan geri almışlardı.
Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyetine 4100 km. demiryolu intikal etti. Cumhuriyet hükümetleri bu demiryollarını satın alarak millileştirdi. Tüm bu çabalara ve verilen ölçüsüz taviz ve imtiyazlara karşılık geniş Anadolu top­rakları üzerinde demiryolu hattı çok yetersizdi. Bu konuda bir fikir vermek düşüncesi ile 1911 yılında Avrupa'da demiryolu uzunluğunun 338.9 bin km. olduğuna değinelim. 1920'lerde kara ve denizyolu ulaştırmasının daha da geri olduğu söylenebilir. Cumhuriyet döneminde özellikle 1939' a kadar demiryolla­rının geliştirilmesi politikası devam etmiştir. Osmanlı'dan devir alınan hatlarda bakım ve onanın faaliyetleri sürdürülmüş, demiryollarının uzunluğu yeni hatla­rın eklenmesi ile iki katına çıkarılmıştır.
Yabancı sermayenin Osmanlı Devletinde kârlı buldukları diğer bir alan bankacılık sektörü olmuştur. Osmanlı Devleti ile ticaret ilişkisi kuran hemen her Batılı kapitalist ülke Osmanlı Devletindeki kârlı para ticaretinden pay kap­mak için Osmanlı topraklarında banka şubesi açmışlardır. Bu alanda ulusal kuruluşların gelişmemiş olması yabancı bankaların faaliyetlerini kolaylaştırmış ve genişletme imkânı vermiştir. Yabancı bankalar dolaysız yabancı sermaye yatırımlarına katılmıştır, özellikle tahvil ve hazine bonosu satın alarak devlete borç vermeyi cazip bulmuşlardır. Yabancı sermaye 1914 yılına kadar Osmanlı Devletinde bankacılık sektöründe 9.8 milyon Lira (9.8 İngiliz Sterlini) tutarında yatırım yapmıştır. Bu alanda en büyük pay %38.2 ile Fransızlara ait idi. İkinci sırada %33.1 ile İngiliz sermayesi, üçüncü sırada %19.7 ile Alman sermayesi gelmekte idi.
Yabancı bankalar Osmanlı Devletinde ticaretin geliştiği ve tarımsal üre­timin pazara açıldığı bölgelerde yabancı ve gayrimüslim tüccarlarla işbirliğine giderek tarımsal ve madensel hammaddelerin ucuza kapatılması operasyonuna katılmışlardır. Ulaştırma ve madencilik alanında yatırım yapan yabancı serma­yeye aracılık etmişlerdir.

imparator 29-01-2007 11:18

Osmanlı Devletinde yerli (milli) sermayeye dayalı ilk bankacılık girişimi Mithat Paşanın 1863'de kurduğu Tarım Kredi Kooperatiflerinin Ziraat Banka­sına dönüştürülmesidir. Ziraat Bankası tarım sektörüne ucuz kredi sağlamak için örgütlenmiş bir devlet bankası idi. Osmanlı Devleti döneminde bankacılık alanında etkili bir rol oynadığı söylenemez.
Ulusal bankacılık sermaye ve girişimci eksikliği yüzünden gelişmemiştir. Bankacılık alanında İkinci Meşrutiyete kadar yabancı sermaye mutlak olarak hakimiyetini sürdürmüştür. Osmanlı Devletinde yabancı bankaların özellikle Fransız-İngiliz ortaklığı ile kurulan Osmanlı Bankasının (Bank-ı Osmani-i Şa­hane 1863) etkisi çok fazla idi. Osmanlı Bankası Devletle yaptığı 1875 imtiyaz antlaşması ile devlet bankası görev ve yetkilerine sahip olmuştur. Osmanlı Bankası Osmanlı Devletinde emisyon yetkisini ele geçirmiş ve kullanmış bir bankadır. Bankanın bu imtiyazı Cumhuriyet döneminde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) kuruluncaya kadar devam etmiştir. Osmanlı Bankası kuruluşundan itibaren Osmanlı iktisadi ve mali yaşamına etkili biçimde katıl­mıştır. Osmanlı Devletinin dış borçlanmasını yönlendirmiş, DUİ'nin kurulma­sında rol almış, Tütün Rejisinin kurulmasına katılmıştır. Osmanlı Bankası, DUİ ile birlikte Osmanlı maliye ve ekonomisini yönlendiren etkili bir kuruluştu. Daha doğru bir ifade ile, Kapitalist Batı Ülkeleri sözü edilen kuruluşlar ve şir­ketleri aracılığı ile Osmanlı ekonomisini kontrollerine almışlardı.
Ekonominin diğer alanlarında olduğu gibi bankacılık alanında da İkinci Meşrutiyet döneminde bir milli uyanış olduğu görülmektedir. İttihat ve Terakki Hükümetleri ülkede sermaye birikimini gerçekleştirmek, Müslüman-Türk unsurların sanayi ve ticaret sektörlerine girişini teşvik etmek için yerel ve milli bankalar kurulmasına öncülük etmiş, bu yöndeki girişimleri desteklemiştir. Hükümet para ve kredi piyasalarını millileştirmeyi amaçlamıştır. Özellikle, piyasaya açılmaya başlayan Batı Anadolu'da kurulan milli sermayeli yerel ban­kalar tütün, pamuk, kuru üzüm, kuru incir, zeytin vb, ürünlerin üreticilerine daha uygun şarlarda kredi açarak köylüyü gayrimüslim ve yabancı tüccarların elinden kurtarmaya çalışmıştır, ittihat ve Terakki Hükümeti çeşitli güçlüklere, engellemelere ve karşı çıkmalara rağmen savaş yıllarında devlet bankası olarak tasarlanan Osmanlı İtibar-ı Milli Bankasını kurmuştur (1917). Fakat Hükümet, Osmanlı Bankasının ayrıcalıklarına son vererek devlet bankası görev ve yetkilerini bu bankaya o yıllarda devredememiştir.

imparator 29-01-2007 11:18

Dış Ticaret ve Dış Borçlar
Osmanlı Devleti 19. yüzyılın ikinci yarısında Kapitalist Batı ülkeleri ile arka arkaya serbest ticaret antlaşmaları imzalayarak açık pazar haline gelmişti. Bunun sonucu olarak; dış ticaret bilançosu giderek büyüyen açıklar vermeye başladı. Bu ticaret açıklarına devlet bütçesi açıkları da eklenince gelir-gider dengesizliği büyüdü. Açıklarını başka türlü finanse edemeyen Osmanlı Devleti istemeyerek borçlanmaya başladı. İlk borcun 1854 de alınmasından sonra borçlanmanın arkası kesilmedi. İlk dış borçlanma Kırım Savaşından hemen sonra gerçekleşti. Osmanlı Devleti, İngiltere Hükümetinden 2.5 milyon altın lira aldı ve 3.3 milyon altın lira borçlandı. Bu borca Mısır vergisi karşılık gösterildi. Bu ilk borçlanmayı ertesi yıl yeni borçlanmalar takip etti.
Mevcut dış ticaret istatistikleri 1870'li yıllardan başlayarak bize Osmanlı Devletinin dış ticaretindeki gelişmeleri göstermektedir. 1873-1890 yıllarını kapsayan dönemlerde yıllık ortalama ithalatı 19.9 milyon Osmanlı Lirası ihra­catı ise 11.5 milyon Osmanlı Lirası idi. 12 yılda yaklaşık 100 milyon Osmanlı Lirası dış ticaret açığı vermişti. Osmanlı Devletinin dış ticaret hacmi düzenli olmayan bir genişleme eğilimi göstermiştir. İthalat ile ihracat arasındaki mutlak fark giderek açılmış, ihracatın ithalatı karşılama oranı düşmüştür. 1890-1908 yıllarını kapsayan dönemde ortalama ithalat 25.5, ortalama ihracat 15.8 milyon Osmanlı Lirası olmuştur. Bu dönemde dış ticaret açığı toplam 180 milyon Osmanlı Lirası'na ulaşmıştır. 1908-1914 dönemi İmparatorluğun normal son dönemidir. Bu dönemde yıllık ortalama ithalat 39.9 ihracat 21.9 milyon Osmanlı Lirasıdır. Dikkat edilirse bu dönemde hem ithalat hem ihracat artmıştır, fakat ihracatın ithalatı karşılama oranı %55'e gerilemiştir.
Yukarıda Osmanlı dış ticaretinin dalgalanan bir gelişme trendi gösterdi­ğine deyinilmiştir. Bu konuda ek olarak şunlar söylenebilir: Osmanlı Devleti sanıldığından daha fazla dışa açık bir ekonomiye sahip idi. Kapitalist Batı dün­yasındaki konjonktür dalgalanmaları Osmanlı dış ticaret hacmini, milli gelirini ve iç fiyatlarını etkiliyordu. Öte yandan, Osmanlının son 35-40 yılı iç ve dış olaylarla istikrarsızlık İçinde geçmiştir. Siyasal istikrarsızlıklar ve savaşlar dış ticaretin gelişmesini etkilemiştir. Nihayet, demiryolları ve bankaların gelişmesi dış ticaret hacminin genişlemesine olumlu katkı yapmıştır.

imparator 29-01-2007 11:18

İncelenen dönemde (l873-1914), ithalatın ihracattan daha büyük oranda arttığı, bu gelişmenin, dış ticaret açığını hem mutlak hem de nispi olarak yük­selttiği anlaşılmaktadır. Burada Osmanlı dış ticaret politikasının önemli bir özelliğine değinelim. Osmanlıda sadece son dönemde değil, fakat her zaman ithalat ihracattan daha fazla desteklenmiş, ihracat üzerinden alınan vergiler ithalattan alınan vergileri genellikle aşmıştır. Osmanlı dış ticaret politikasının geleneksel bir özelliği, ülke içinde mal arzını artırarak ekonomik istikrarı ko­ruma temel amacına uygun bir yaklaşımla, ihracatın sınırlanması, ithalatın teş­vik görmesidir. 19. yüzyılın ikinci yansından itibaren serbest dış ticaret antlaş­maları ile ithalat ihracata karşı otomatik biçimde özendirilmiştir. Dış ticaret açıklarının yükselmesini ve bu açıkların finansmanında büyük güçlüklerle karşılaşılmasını takiben ve geleneksel sanayiinin yok olduğu görülerek ithalatın vergilendirilmesine çalışılmıştır.
Dış ticaret ile ilgili mevcut veriler Osmanlı ithal malları fiyat endeksinin ihraç malları fiyat endeksinden daha hızlı yükseldiğini, başka deyişle dış ticaret hadlerinin uzun dönemde aleyhe geliştiğini göstermektedir. Dış ticaret hadle­rinin Osmanlı Devleti aleyhine gelişmesinin şaşılacak bir yanı olmaması gere­kir. Osmanlı dış ticaretinin ürün birleşimine bir göz atarsak ithalatın çok büyük bir oranının mamul mallardan, ihracatın ise işlenmemiş tarımsal ve madensel (birincil) ürünlerden oluştuğunu görürüz. 1905-1914 döneminde ithalatın orta­lama %34.3'ü gıda, %33.6'sı giyim maddelerinden ve %9.7'si yatırım malla­rından oluşuyordu. İhracat gelirlerinde ise tahılların %45, sınai bitkilerin %38 ve kimi mamul malların %13 payı vardı. Bu dış ticaret yapısı dış ticaret hadle­rinin Osmanlı Devleti aleyhine gelişmesinde birinci derecede etkili olmuştur denilebilir. Öte yandan, sözü edilen dönemde, Osmanlı Devleti dış ticaretinde rekabet şartları Osmanlının aleyhinde idi. İhracat ve ithalat daha güçlü partner­lerle gerçekleştirilmişti. Osmanlının ticari partnerleri karşısında fazla pazarlık gücü yoktu. Osmanlıya kredi açan veya topraklarında yatırım yapan şirketler aynı zamanda dış ticaretin bir yanında alıcı veya satıcı olarak bulunuyordu. Ayrıca ülkede toptan ticaret yabancıların ve gayrimüslimlerin kontrolünde idi.

imparator 29-01-2007 11:19

Dış ticaret hadleri 1873-1914 döneminde Osmanlının aleyhine gelişmişti. Bu uzun dönemin ilk alt dönemi olan 1873-1896 arasında Osmanlı ihraç ürünle­ri fiyatında %58'e varan düşmeler saptanmıştır. İthal ürünleri fiyatında nispeten daha ılımlı gerilemeler olmuştu. Bu dönem Büyük Dünya Bunalımı dönemidir. Bu dönemde Osmanlı dış ticaret hadleri %25 oranında aleyhe gelişmiştir. Buna karşılık, 1896-1913 alt döneminde hem birincil malların, hem de sınai malların fiyatlarında yükselme eğilimi olmuştur. Bu dönemde tarımsal ve madensel ürünler talebi ve fiyatı görece daha fazla yükselmiştir. Osmanlı ithal mallan fiyatı %12, ihraç malları fiyatı %28 artmıştır. Dolayısıyla, dış ticaret hadleri %14 düzelmiştir. Bu alt dönem 1873-1914 uzun döneminde dış ticaret hadleri­nin Osmanlı lehine geliştiği tek alt dönemdir. Fakat dış ticaret hadlerinin uzun dönemli eğilimi Osmanlı Devleti aleyhine olmuştur. Osmanlının her türlü dışsal sömürülmesine bir de dış ticaret hadlerinin aleyhe işlemesinden kaynaklanan mekanizma eklenmiştir.
Osmanlı dış ticaretinin ülkeler itibariyle dağılımı incelendiğinde İngilte­re, Fransa ve Avusturya-Macaristan'ın Osmanlı Devletinin en eski ve en önemli ticari partnerleri olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin yüzyılın başında bu ülkelerin Osmanlı ihracatındaki paylan sırası ile %25.9, %19.2 ve %7.8 idi. İthalattaki paylan ise aynı sıra ile %29.8, %10 ve %14.5 olarak kaydedilmiştir. Bu üç ül­kenin Osmanlı dış ticaret hacmindeki payları toplamı yaklaşık olarak %55'e ulaşıyordu. Burada da önemli bir eğilim dikkati çekmektedir: 1880'li yıllardan itibaren İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı dış ticaretinde görece paylarının daral­dığı, buna karşılık Almanya ve İtalya'nın, özellikle de Almanya'nın görece payının olağanüstü oranda arttığı gözlenmiştir. Örneğin Almanya'nın ithalattaki payı yüzyılın başında %1.4'den ibaret iken 1913/1914'de %11.8'e yükselmiş, ihracattaki payı ise aynı dönemde %3.1'den %5.7'ye ulaşmıştır. Bu gelişmeyi Almanya'nın dünya dengesindeki yükselişi ile açıklayabiliriz. Almanya 19. yüzyılın ikinci yarısında giderek güçlenmişti. Fakat, sömürgelerin paylaşılma­sında geç kalmış, yeteri kadar pay alamamıştı. Bu nedenle Ortadoğu'yu kendi nüfus alanı olarak görüyordu. Bu bölgede İngiltere ve Fransa ile çok çetin ve saldırgan bir mücadeleye girişti. Bağdat demiryolu hattı imtiyazının alınmasın­da, Osmanlı ordusunun donatımında Alman Hükümeti, Deutschbank (Alman Bankası) ve Alman şirketleri işbirliği içinde tek vücut gibi hareket ettiler. Al­man Bankası Osmanlı Devletinin Almanya'dan yaptığı ithalatın finansmanı için kredi açıyordu. Osmanlı toprakları Almanların, İngiliz ve Fransızlarla dünya çapında giriştiği ticari rekabetin yoğun olarak geçtiği ve onlar aleyhine kazançlı çıktıkları bölgelerden birisi oldu. Osmanlı Devleti ile Almanya'nın ticari alanda artan bu işbirliği askeri ve kültürel alanlarda da sürmüştür. İki devlet bu işbirliğini Birinci Dünya Savaşında silah arkadaşlığı ile zirveye ulaştırmışlardır.

imparator 29-01-2007 11:19

Dış ticaret hacminin genişlemesi, dış ticaret açıklarının mutlak ve nispi olarak büyümesi, içerde Devlet bütçesinin artan açıkları ile birleşince Osmanlı Devleti o zamana kadar karşılaşmadığı bir mali krizin ortasına düştü ve 1854 den itibaren dışarıya borçlanmaya başladı. Hesapsız ve ağır şartlarla alınan borçların faiz ve ana para taksitleri, devam eden bütçe açıkları, giderek genişle­yen dış ticaret açıkları ve bunlara ek olarak alınan borçların verimli alanlarda nemalandırılması yerine lüks tüketime ve askeri harcamalara gitmesi Osmanlıyı kurtulamayacağı dış borç batağına sürüklemiştir.
Osmanlı borçlar tarihinde 1854-1874 dönemini ilk dönem saymak müm­kündür. Bu dönemde çok hızlı bir borçlanma süreci yaşanmış ve ilk borcun alınmasının üzerinden 20 yıl bile geçmeden Osmanlı Devleti iflas ettiğini ilân etmek zorunda kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda ilk dış borç 1854 yılında Kırım Savaşından hemen sonra İngiltere hükümetinden alınmıştır. İlk borçlan­ma akdi ile 2.5 milyon altın lira alınmış ve 3.3 milyon altın lira borç altına gi­rilmiştir. Bu borca karşılık Mısır Vilayeti vergi gelirleri teminat gösterilmiştir. Bu ilk borçlanmayı ertesi yıl yeni dış borçlar izlemiştir. 1854-1877 yıllarını kapsayan bu birinci dönemde toplam 344.3 milyon Osmanlı altın lirası borçla­nılmıştır. Fakat ele geçen para sadece 228.1 milyon altın liradır; 116 milyon altın lira faiz yükü altına girilmiştir. Her alınan borç için bir bölge veya vilaye­tin geliri karşılık gösterilmiştir. Daha önce deyinildiği gibi, Osmanlı borçlarının idaresi ve düzenli ödenmesi için alacaklı devletlerin katılması ile DUİ kurul­muştur. Devlet ekonomisini resmen Batılı devletlerin, şirketlerin ve bankaların vesayetine terk etmiştir. Osmanlı Devleti dış borçların ana para ve faiz taksitle­rinin ödenmesi için bazı vergi gelirlerini DUİ ne bırakmıştır. DUİ'nin Osmanlı mali teşkilatı içindeki yeri zamanla genişlemiş ve İkinci Dünya Savaşı arifesin­de bu idare ikinci bir maliye bakanlığı haline gelmiş, topladığı gelirler Devletin bütçe gelirlerinin %30'unu aşmıştır. 1914-1915 bütçe gelirlerinin %34.3'üne DUİ el koymuştu. Devlet borcunu ödemek için durmadan yeni dış borç tahville­rini piyasaya sürmek zorunda kalınca tahvilleri piyasada itibari değerinin çok altında satılıyordu. Böylece borcun gerçek faizi yükseliyordu. Öte yandan, her tahvil satışında borcun faiz ve ana para ödemelerini güvence altına almak için belli bütçe gelirlerinin ipotek edilmesi, Devleti düzenli bütçe gelirlerinden yok­sun bırakıyordu. Özetle , Osmanlı Devleti 1854-1914 yılları arasında Y.S. Tezel'in tespitlerine göre net 359 milyon Osmanlı Lirası borçlanmış, buna kar­şılık 222 milyon Osmanlı Lirası kullanabilmiştir. İsmail Cem ise aynı dönem­de dış borç olarak fiilen kullanılan parayı 243 milyon Osmanlı Lirası, borçla­nılan parayı 409 milyon Osmanlı Lirası olarak vermektedir.

imparator 29-01-2007 11:19

Osmanlı dış borçlanmasında 1882-1914 yılları ikinci dönemi oluştur­maktadır. Bu dönemde, 1901 yılına kadar, yeni alınan borçlar nispeten sınırlı kalmıştır. 1901'den sonra ise hem yeni borçlanmada hem de borç ödemeleri hacminde hızlı bir artış görülmüştür. Bu ikinci dönemin en Önemli özelliği borç ödemelerinin yeni borçlanma yolu ile giren miktarı büyük ölçüde aşmış olması­dır. Başka deyişle, Kapitalist Batı Ülkeleri kurdukları güçlü denetim sayesinde net fon akımının yönünü kendilerine doğru çevirmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı arifesinde İmparatorluğun mali durumu çok sıkı­şıktı. Eski borçların ana para ve faiz taksitlerinin ödenmesi ve artan askeri har­camaların karşılanması için Devlet durmadan kısa vadeli kredi arayışı içinde idi. Yeni bir iflasın ilânını Birinci Dünya Savaşının patlaması engellemişti.
Osmanlı'da dış ticaret ile dış borçlar arasında organik bir bağ olduğu ke­sindir. Bu bağ iki yönlü işleyen bir mekanizma ile somutlaşmıştır. Bir yandan dış ticaret açıkları dış borçları büyütürken bir yandan da artan dış borçlar dış ticaretin genişlemesine imkân vermiştir. Dış borçlar kısmen de olsa ithalatın finansmanında kullanılmıştır. Örneğin, askeri malzeme ve silah satın alımında. Burada üzerinde durmak istediğimiz husus dış borçların ödenmesi için ihracatın teşvik edilmesidir. Örneğin DUİ idaresine verilen imtiyaz tütün ve İpek kozası üretiminin ve ihracatının artmasında etkili bir rol oynamıştır.
Borçlanma-geri ödeme mekanizması ile, Osmanlı ekonomisinde yaratılan iktisadi artığın İmparatorlukta faaliyet gösteren yabancı şirketlerin faiz ve kâr gelirleri şeklinde sermaye getiren ülkelere fazlası ile geri döndüğü saptanmıştır. Osmanlı Bankasının ve diğerlerinin büyük kârlarının başta gelen kaynağı dış borç İşlemlerine aracılık yapmaları idi. Bu nedenle Avrupalı aracılar Osmanlı Devletini sürekli borç almaya teşvik ettiler. Öyle ki bu teşvikler Osmanlı devlet adamlarını tehdit derecesine ulaşmıştı.

imparator 29-01-2007 11:20

1914 yılında Osmanlı İmparatorluğunun 156.4 milyon Osmanlı Lirası (veya 142.2 milyon Sterlin) dış borç bakiyesi olduğu tespit edilmiştir. Buna kısa vadeli (veya dalgalı) borçlar dahil değildir. Normal borçların alacaklı ül­kelere göre dağılımı şu şekildedir: Osmanlı Devletinde yabancı sermaye yatı­rımlarında olduğu gibi, dış borçlarda da en büyük pay Fransızlara ait idi. Fran­sızların Osmanlılardan alacağı 82.8 milyon Osmanlı Lirası idi. Bu miktar top­lam borçların %53'ünü teşkil etmektedir. Dış borç hesabında Fransızlardan sonra %21 (3.2 milyon Osmanlı Lirası) pay ile Almanlar, %14 (21 milyon Osmanlı Lirası) pay ile İngilizler gelmekte idi. Ş.S. Aydemir diyor ki: "Cumhuriyet eski saltanat idaresinden ancak; İktisadi esaret şartları ile iktisadi ve mali perişanlık, yokluk, cihazsızlık ve bir de ağır borçlar devralmıştı".
Osmanlı dış borçları Lozan Barış Antlaşması görüşmelerinde en çetin tartışma konulardan birisi olmuştur. Bu borçlar, 1928 yılında yapılan anlaşma ile mirasçı ülkeler arasında dağıtılmış ve en büyük pay (84.6 milyon TL.) Tür­kiye Cumhuriyeti'nin omuzlarında kalmıştır. Genç Cumhuriyet, Osmanlı borçlarından payına düşeni, taksitlerini aksatmadan ödeyerek, 1954 yılında tasfiye etmiştir.
Osmanlı Devletinde 1800'lerdeki Durum :
600 yıldan fazla bir süre hayatiyetini korumuş ve sınırlarını Asya orta­larından Cebelitarık Boğazı'na kadar genişletmiş, dünyanın en büyük dev­leti haline gelmiş bir devletin hayatının son 120 senesini, ekonomik yapı bakımından ele almak hatalı görülebilir.

imparator 29-01-2007 11:20

Çünkü, ekonomik yapı da sosyal yapı gibi bir birikme ile meydana gel­mektedir. Üst üste konulan ufak tuğlalardan meydana getirilen gökdelen­lere benzetilebilir. Gökdeleni ortaya çıkarmakta nasıl her temel taşının ve­ya duvar tuğlasının rolü varsa, bir ülkenin ekonomik ve sosyal yapısının meydana gelmesinde de kuruluş, düzen ve felsefesinin, sonraki her gün, ay veya yılının önemli rolü vardır. Hatta buna, kuruluş öncesindeki durumu ve devralman mirasını da ekleyebiliriz.
Ama, ne var ki, konumuzu Cumhuriyet Dönemi'nin Ekonomik ve Top­lumsal Yapısı'nda odaklaştıracağımız için, Osmanlı Döneminin altı yüzyıl­lık hayatını odağımızın öncesine yerleştirmemizin, bir ağırlık kaymasına sebep olmamasını istedik. Bu sebeple, Cumhuriyetin miras olarak devraldığı mevcutların son yüz senelik süre içindeki durumunu ele almakta fayda gördük.
Sanayileşme, 18. yüzyılın sonlarında İngiltere'de tekstil sanayi dalında başlamıştır. 1775'de başlayan bu ilk sanayi dalgasını bir rastlantı olarak her 25 yılda bir dalga takip ederek, 1800'lerin başlarında demir ve çelik, 1820'lerde ulaştırma alanı, 1850'lerde kimya sanayii, 1875'lerde elektrik sana­yii, 1900'lerin başında da benzinli motorlar sanayii dalgası takip etmiştir.
İngiltere'de başlayıp Avrupa'da yayılan bu sanayileşmede dalgalan, Os­manlı Devletindeki üretim kuruluşlarının tutucu yapısı sebebiyle etkili ol­mamıştır.
Esnaf ve sanatkârların «Lonca» olarak isimlendirilen kuruluşlarının kapalı ve disiplinli bir topluluk ruhunu yansıtması. Lonca sisteminde her türlü yeniliğe, değişme ve başkalaşmaya kapılarını sımsıkı kapamış bir üre­tim işlemi ve tekniğinin bulunması sanayiinin Osmanlı ülkesine de yayıl-masının en önemli engellerindendir.

imparator 29-01-2007 11:20

Halbuki, daha 18.nci yüzyılda bile sanayileşmeye geçişte önemli des­teği görebilecek, işgücü ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayabilecek iş ve meslek kolları bulunmaktadır. Bunların başlıcaları şunlardır :
Camcılar Boyacılar İnşaatçılar Debbahlar Kazancılar Kuyumcular Sabuncular Mermerciler Dokumacılar Sicimciler Kilitçiler Marangozlar İpekçiler
Avrupa sanayiinin bol ve ucuz üretimi karşısında dayanamayan Osman­lı el sanayiinin gerileme göstermesi üzerine, Tanzimat döneminin canlılık kazandırdığı fikir ortamında, Avrupa benzeri bir sanayileşmenin Osmanlı Devletinde de başlatılması konuşulmaya ve yazılmaya başlanılmıştır.
Nitekim, Şerif Efendi, Tercüman-ı Ahval gazetesinde sanayi ve tarım­dan hangisinin daha faydalı olacağı hakkında, bu alanda ilk sayılabilecek yazıları yazıyor ve «sadece tarım ülkesi olma yerine, halkın sanayie yön­lendirilmesi» gereğinin savunmasını yapıyordu.
Bu sıralarda Ahmet Mithat Efendi ve Musa Akyiğitzade gibi düşünürler de yazılarında sanayileşmeye dikkati çekmekte, iktisadi bağımsızlığın sa­nayileşmekle gerçekleşeceğini ileri sürmektedirler.
Sosyal çöküşle birlikte iktisadi çöküşün de artması bir takım tedbirle­rin alınmasına yol açmıştır:

imparator 29-01-2007 11:20

1. Gümrük vergi ve resimlerinin artırılması (Gümrük resmi 1862 yı­lında % 5'den % 8'e çıkarılmıştır).
2. Sergilerin açılması (1863 yılında Sultanahmet'te açılan bir sergide ilk olarak yerli ürünler ile yabancı mallar ve makinalar sergilenmiştir).
3. İstanbul ve öteki İllerde Sanayi Okulları'nın açılması (1867 yılında İstanbul'da bir İslah-ı Sanayi Mektebi açılmıştır).
4. Şirketler kurulması (Esnafları şirketler halinde birleştirerek üretim kooperatifleri kurmak).
1800'lerin ikinci yarısında bu hareketler görülmesine karşılık, o sıra­larda ülkeyi sanayileşmeden hiç nasibini almamış olarak görmek de isabetsizliktir.
Nitekim, 1856'da Paris'te açılan bir sergiye katılan fabrikalar ve mamüller şunlardır.
a. İzmit Fabrikası : Çuha askeri elbiseler,
b. Basmahane fabrikası; Fanila kumaşlar,
c. Zeytinburnu fabrikası : Pamuk bezi empirmeler, alacabez, çoraplar,
d. Hereke fabrikası : Kadife, Şam usulü çiçekli ipekli kumaşlar, seten tafta, tülbentler,
e. Beykoz Teçhizat-ı Askeriye Fabrikası : Askeri kunduralar, çizme­ler, palaskalar, fişeklikler,
f. Tophane fabrikası : Tüfekler, tabancalar,
g. Beykoz İnce köy fabrikası : Porselen, cam ve fincanlar.
Görüldüğü gibi sergiye mamülleriyle katılan fabrikalar hep İstanbul bölgesinden olup, bunun dışında bir o kadar da sergiye katılmayan öteki illerdeki fabrikalar mevcuttu.
1800'lerin 2. yarısının ortalarında görülen bu sanayileşme seviyesini yeterli kabul etmek mümkün değildir.
1800'lerin Başında Sanayileşme Hareketleri:
14 Mart 1909 tarihinde yayınlanan Dersaadet Ticaret Odası Gazetesi sanayinin gelişmesindeki yetersizlik ve yavaşlığı şöyle açıklamaktadır:

imparator 29-01-2007 11:20

«Sanayiin meşrutiyet öncesi gelişmesine, fabrikaların açılmasına en­gel olan sebepler «tabii» değil, taşımacılığın yetersizliği, tekel yöntemi müstebit yönetimler gibi «arızî» idi. Oysa, Meşrutiyet yönetimiyle birlikte bu«arızî» sebeplerin pek çoğu ortadan kaldırılmış, sanayi'in gelişmesi için «teşebbüs noksanlığı»'ndan başka bir engel kalmamıştı. Bu engelin aşılması da Osmanlı sermayedarına düşüyordu».
1908'deki İkinci Meşrutiyetin hemen sonrasında sanayileşmeye hare­ket kazandırmak için gerekli kanun düzenlemelerine geçildiği görülmekte­dir,
1913 Aralık ayında yürürlüğe konulan Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvak­kati (sanayi desteklemesi geçici kanunu), 1914 yılının ilk aylarında yürür­lüğe konulan Teşvik-i Sanayi Talimatnamesi ile Ocak 1917'de yürürlüğe ko­nulan Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkatin Suret-i Tatbiki (uygulama şekli) Hakkında Nizamname bu bunun desteklemelerinin başlıcalarındandır.
1913 Yılı Sanayi Sayımı Sonuçları:
Gerek 1800'lerdeki gayretler, gerekse 1900'lerin başındaki kanun desteklemeleriyle ulaşılan durum, 1913 yılındaki Sanayi Sayımı ile ortaya ko­nulmuştur. Bu sanayi sayımında 10 veya daha fazla işçi çalıştıran kuruluş­lar dikkate alınmıştır.
Türkiye'nin 1923 sınırları içinde kalan yerlerde, yukarıda belirtilen İşçi büyüklüğüne sahip 560 imalat sanayii işyerinin mevcut olduğu ve bu işyer­lerinde toplam olarak 35.000 işçinin çalıştığı tespit edilmiştir. Bu sanayi sayımında tespit edilen 560 işyerinden 239 tanesine ait ola­rak yayınlanmış bulunan sonuçlara göre sanayi kesimi, kuruluş ve işçi sa­yıları (Tablo: 1.1) deki gibidir.

imparator 29-01-2007 11:21

Sanayi Kesimi Kuruluş Sayısı İşçi Miktarı
Tekstil ve Elbise 61 7.800
da ve Tütün 71 4.300
Kağıt ve Matbaacılık 51 1.900
Çimento ve Toprak Ürünleri 16 1.000
aç İşleme 19 700
Dericilik 11 900
Kimya 10 400
239 17.000
Tablo: 1.1. 1913 Sanayi Sayımı Sonuçları

1913 yılındaki sayım sonuçları gerek kuruluş sayısı, gerekse işgücü sası bakımından yığılmanın tekstil ve gıda sanayi dallarında olduğunu orta­ya koymaktadır.
1915 lı Sanayi Sayımı Sonuçları:
1915 yılında Birinci Dünya Savaşı sebebi ile askerî ihtiyaç için kulla­nılanlar dikkate alınmayarak yeni bir sanayi sayımı daha yapılmıştır. Aynı sınır ve büyüklük ölçüleri dikkate alındığında; elde edilen sonuçlar da (Tab­lo : 1.2) de görülmektedir.
Sanayi Türü Kuruluş Sayısı İşçi Miktarı
Dokuma Sanayii 78 6.760
da Sanayii 78 3.960
Kağıt ve Matbaacılık 55 1.260
Çimento ve Toprak S. 21 330
aç Sanayii 24 380
Deri Sanayii 13 1.270
Kimya Sanayii 13 130
TOPLAM 282 13.980
Tablo: 1.2. 1915 Sanayi Sayımı Sonuçları
Görüldüğü gibi kuruluş sayılarında birtakım farklılıklar bulunmasına karşılık, çalışan işçi miktarında önemli bir düşüklük vardır. Gençlerin savaş için askere alınmaları bu düşüklüğün başlıca sebebidir.

imparator 29-01-2007 11:21

1915 yılı Sanayi Sayımı'nda tespit edilen 282 sanayi kuruluşunun ülke yüzeyine dağılışı da (Tabla: 1.3) deki gibidir.
İstanbul ve Diğer
Sanayi Türü Çevresi İzmir Yerler Toplam

Dokuma Sanayii 15 8 55 78
da Sanayii 45 23 10 78
Kağıt ve Matbaacılık S. 44 11 — 55
Çimento ve Toprak S. 20 1 — 21
aç Sanayii 15 9 — 24
Deri Sanayii 11 2 — 13
Kimya Sanayii 5 8 — 13
TOPLAM 155 62 65 282
Tablo: l. 3. Sanayi Kuruluşlarının Bölgelere Göre Dağılışı

Tablo : 3'de Sanayiin kuruluş yeri olarak öncelikle İstanbul'u seçtiği, daha sonra da İzmir'de yoğunluk gösterdiği görülmektedir. Öteki bölgelerde sayıma alınan 65 kuruluştan pek çoğu Marmara Bölgesinde olup, tamamına yakın bir kısmı da Batı Anadolu Bölgesine yayılmıştır.
Bu durumda Batı Anadolu dışında kalan bölgelerin sanayileşmeden he­men hiç pay alamadığı da ortaya çıkmış olmaktadır.
Tablo : 1.3'de verilen sanayi kuruluşlarının, yurt-içi tüketim ihtiyacını karşıladığı da söylenemez. 1913 ve 1915 sanayi sayımları sonucunda sana­yinin yurt-içi tüketim ihtiyacını karşılamaktan oldukça uzak kaldığı görül­mektedir. Hâttâ, pamuklu iplik, yağ, sabun, kireç, tuğla ve un gibi tüketim maddelerinin bile yurt-içi tüketim ihtiyacının önemli miktarda gerilerinde kalındığı sayımlar sonucunda ortaya konulmuştur (Tablo : I.4).

imparator 29-01-2007 11:21

Tüketimi karşılama
Üretilen maddeler Oranı (%)

Yağ üretimi 3,1
İpekli dokuma üretimi 4,5
Pamuklu dokuma üretimi 9,5
Sabun üretimi 18,9
Pamuk ipliği üretimi 20,6
Tuğla-Kiremit üretimi 32,1
Deri üretimi 40,2
Marangozluk 41,2
Aba, şayak, çuha üretimi 41,3
Değirmencilik 59,4
Kireç üretimi 64,4
Çimento üretimi 69,8
Makarna üretimi 93,0
Kutu üretimi 94,5
Buz üretimi 103,1
Şekercilik ve Tahin 131,3
Tablo:I.4. 1913-1915 Sanayi İstatistikleri Üretim-Yurtiçi İhtiyaç Karşılaştırması.
OSMANLI İMPARATORLUĞU
Osmanlı ekonomisi, "kapitülasyonlar ve dış borçlar gibi uzun tarihsel süreç­ler sonunda, Avrupa ülkelerinin denetimi altına girmişti. "Kapitülasyonlar, gümrüklerde koruma önlemleri alınmasını engellerken, dış borçlar da ekonomi­nin tam bir batışa yönelmesine yol açmıştı.

imparator 29-01-2007 11:21

"KAP1TÜLASYON"LAR VE DIŞ BORÇLAR
Aslında "kapitülasyonlar, Haçlı Seferlerinden beri, Akdeniz ticaretinin ayrıl­maz bir parçasıydı. Haçlı ordularından arta kalan serüvenciler, Doğu Akdeniz'de yerleşmişler ve ticaretle uğraşmaya başlamışlardı. Bunlara, çeşitli vergi indirim ve bağışıklıkları ve kendi mahkemelerini kurma gibi türlü ayrıcalıklar tanınmıştı (Çavdar, 1970:12). Osmanlılar, Akdeniz çevresine yayılan imparatorluklarını kurmadan önce, "kapitülasyonlar bu bölgenin kurumsal nitelikleri arasına gir­mişti. Bu nedenle imparatorluğun oluşması sırasında, çöküşü hazırlayacak öğe­lerden biri olan "kapitülasyonlar da, bölgenin öteki nitelikleriyle birlikte Osman­lılar tarafından devralındı.
Osmanlılar tarafından ilk "kapitülasyonlar, Fatih Sultan Mehmed eliyle Venediklilere verilmişti.
Osmanlılar, "kapitülasyon"ları, önceleri, Avrupa'da izledikleri dış siyasetin bir aracı olarak kullandılar, örneğin, Kanunî Sultan Süleyman, Osmanlılara saldır­mak için oluşturulacak bir Hıristiyan birliğini önlemek amacıyla, Almanlara karşı Fransızlar! desteklemiş ve onlara birtakım ayrıcalıklar vermişti. Akdeniz ticaretine ilişkin bu ayrıcalıklar, daha sonra, Yeni Dünya bulununca, bölgedeki ekonomik etkinlikleri canlı tutmak amacıyla genişletilmiş ve yaygınlaştırılmıştı.
Bu arada, askerî bakımdan güçlenen Avrupa ülkeleri, askerî güçleriyle orantılı olarak artan siyasal etkilerini, ekonomik, ticarî ve hukuksal ayrıcalıklarını çoğalt­mak için kullanmaya başlamışlardı.
Sonuç olarak, Batı'nın gerçekleştirdiği sanayi devriminin dışında kalan Osmanlılar, yarı-sömürge durumuna düştüler. Pamuk'un "çevreleşme" dediği bu süreç sonunda imparatorluk, gümrük duvarları ve vergi organları üzerinde bile denetimini yitirdi (Pamuk, 1994:1-15).

imparator 29-01-2007 11:21

OSMANLI BORÇLARININ KÖKENİ:
SAVAŞLAR VE REFORMLAR İÇİN KAYNAK GEREKSİNİMİ
Bu ayrıcalıklara ek olarak dış borçlar da Osmanlı ekonomisini büyük bir baskı altında tutuyordu. Bu baskı, sonunda ekonomik ve malî yıkıma kadar gitti. 19. yüzyılın ortalarına doğru, Osmanlılar kendi imparatorlukları üzerindeki dene­timlerini bütünüyle yitirmişlerdi, İngiliz Elçisi Sir Stratford Cunning, impara­torluğa kendisinin önerdiği yenilik atılımlarının (reformların), malî olarak des­teklenmesi için dış borçlanmaya gidilmesini öğütlüyordu (Çavdar, 1970:39). Pa­dişah ve vezirleri, ilk başta, malî bağımlılığın, siyasal bağımlılığa yol açacağı kaysı içinde bu öğüde uymak istemediler. Fakat sonradan, 1852 yılında, ilk dış borç anlaşması yapıldı. Kırım Savaşı'ndan sonra da, 1854'ten başlayarak tahvil karşılığı borçlanmalar sürekli bir yükselme gösterdi (Minibaş, 1994:42)."Osmanlı ekonomisinin yapısı ve kötü yönetilen hazine, bu yükselmenin ardında yatan ne­denler arasındaydı. Osmanlılar için bir başka kısırdöngü başlamıştı. Her kez, da­ha pahalı koşullarla alınan dış borçlar, ekonominin üzerine ek bir baskı yapıyor­du. Ekonomi, dış borçların ana para ve faiz ödemeleriyle, daha da güçsüzleştikçe, imparatorluk yeni borçlanmalara gidiyordu. Dış borçlanma yoluyla elde edilen kaynaklar, verimli alanlara yatırılmadığından, ekonomik durum gün geçtikçe kötüleşiyordu. Ekonominin ve borçlanmanın koşullan o derece kötüleşmişti ki, Osmanlılar kimi zaman kâğıt üzerinde borçlandıkları paranın ancak yarısını alabili­yorlardı (Eldem,1970:60-261).

imparator 29-01-2007 11:22

ÇİZELGE (V) - (1) OSMANLI BORÇLARININ DAĞILIMI
1881-1914 (Milyon İngiliz Sterlini Olarak)

1881
%
1890
%
1898
%
1914
%
Fransa

45.0
34.3
44.6
37.6
53.4
42.2
75.3
53.0
İngiltere

43.5
33.2
27.4
23.1
22.6
17.9
19.9
14.0
Almanya

8.3
7.5
13.8
11.7
19.0
15.0
29.9
21.0
Belçika

6.6
5.0
10.3
8.7
14.4
11.4
12.0
8.4
Avusturya

7.9
6.0
7.7
6.5
7.5
5.9
Hollanda

7.0
5.3
5.3
4.5
3.5
2.8
5.1
3.6
İtalya

5.4
4.1
3.2
2.7
1.0
0.8
İmp. içinde tutulan

7.3
5.6
6.2
5.2
5.0
4.0
Toplam

131.0
100.0
118.5
100.0
126.4
100.0
142.2
100.0

KAYNAK: Pamuk, 1994:84.
Sonuç pek doğal olarak, yıkıma gitti. Muharrem Kararnamesi adı verilen bir yönetmelikle, Osmanlı borçlan birleştirildi ve "Düyun-u Umumiye" yönetimi de­nilen bir örgüt ile, 1881 yılında, bu borçların ödenmesi için imparatorluğun malî kaynaklarına el kondu. "Düyun-u Umumiye" yönetiminin kuruluşu, Osmanlıla­rın bütünüyle, yabancı denetimi altına girmesi demekti, örgüt, alacaklılar adına yedi temsilciden oluşuyordu.
Birinci Dünya Savaşı'nın başında, Osmanlı borçlarının durumu Çizelge (V) -(l)'de gösterilmiştir. 1909 yılında, alacaklılara Ödenen para, tüm devlet giderleri­nin yüzde 31.2'sine kadar yükselmişti (Eldem, 1970:244).
Başlangıçta, yalnızca, devlet tekellerinden ve gümrük vergilerinden gelen paralar "Düyun-u Umumiye" yönetimine verilmişti. Fakat, bir süre sonra, bu kaynak­lar, dış borçları ödemekte yetersiz kaldı. Bunun üzerine, doğrudan ve dolaylı baş­ka vergiler de, Yönetim'in denetimi altına kondu. Böylece, "Düyun-u Umumiye" Yönetimi, imparatorluğun gelirlerinin üçte birine el koymuş bulunan dev bir ör­güt niteliği kazandı (Eldem, 1970:265).
Pamuk, Düyun-u Umumiye İdaresi'nin kuruluşundan sonra, Osmanlı borçlarında ikinci dönemin başladığını söyler. Bu dönemin önemli özelliği, Batı ülkele­rinin imparatorluk üzerinde kurdukları güçlü denetim sayesinde net fon akımla­rının yönünün değişmiş olmasıdır.
"Bu dönemde yeni dış borçlanma yoluyla giren miktarın iki katından fazlası dışarıya aktarılmıştır. Yeni borçlanmalar yoluyla hazineye giren miktar yılda orta­lama 1.8 milyon sterlinde kalırken, toplam borç ödemeleri yılda ortalama 3.7 mil­yon sterline ulaşmıştır." (Pamuk, 1994:69)

imparator 29-01-2007 11:22

CARET: BAĞIMLILIĞIN TARİHSEL KÖKENÎ
Türkler, Anadolu'ya geldikleri zaman ticaret Bizanslıların denetimindeydi. Selçuklular, Anadolu'yu aldıklarında, Müslüman tüccarlar, Venedikliler gibi Hıristiyanlarla doğrudan ticaret ilişkileri kurduklarından, Bizans ve Anadolu, eko­nomik olarak zayıflamaktaydı (Akdağ, 1974a:431-432).
11. yüzyıl sonlarında Haçlılar, Suriye ve Antakya'yı alınca, Doğu Akdeniz ile Avrupa arasındaki ticaret, Bizans'ı dışarıda bırakan bir biçimde gelişti ve imparatorluğun ekonomik olarak çökmesine yol açtı (Goitein, 1970:55). Doğu Akdeniz'de küçük devletler biçiminde örgütlenen Haçlı kalıntıları, Batı'ya, Doğu ile doğrudan ticaret yapma olanakları sağlamıştı. Bu olanak 13. yüzyıl dolaylarında, Avrupa'da önemli ölçüde bir sermaye birikimine yol açtı,
Doğu'nun (Anadolu'nun) örgütlenmemiş tüccarları, "kredi mektubu" gibi ye­ni yöntemler kullanan Batılı tüccarlar tarafından sömürülüyorlardı.
13. yüzyılda Doğu ve Batı arasında ekonomik ilişkilerin ardında yatan belirleyici temel öğeler şöyle özetlenebilir: Papa, Mısır'a ve öteki Müslüman ekonomile­re karşı, Doğu Akdeniz ticareti üzerinde birtakım kısıtlamalar yapmıştı, İtalyan tüccarları sürekli olarak Doğu'dan (Bizans'ı da içeren bir biçimde) Batı'ya serma­ye aktarıyorlardı. Ekonomik sömürü düzeni son derece özenle, sağlam bir biçim­de kurulmuştu. Bu arada, Batı'da ortaya çıkmakta olan ulusal devletler, ticareti devlet eliyle de desteklemeye başladılar. Batı'nın sanayi merkezleri bakımından yoğun etkileşim, mamul maddeler ticareti bakımından Doğu'yu dışarıda bıraktı ve onu, bir hammadde üreticisi olarak, Avrupa'ya bağımlı kıldı (Akdağ, 1974a:439). Bütün bu öğelere ek olarak, Anadolu'nun Moğolların saldırısına uğraması, "Müs­lüman dünya"nın ekonomik kargaşalığını artırdı.
Osmanlılar, Anadolu'yu ellerine geçirdikleri zaman, yüksek göç oranı ve Türk­lerle Bizanslılar arasındaki yeni işbirliği, yarımadanın ekonomisini geçici olarak yeniden canlandırdı. Bu canlanma, savaş sonucu ele geçirilen malların Kümeliden Anadolu'ya aktarılması ile de bir süre için pekiştirildi.
Fakat, tarih içinde yerini şaşırmış denilebilecek bu canlanma bir süre sonra, zorunlu olarak sona erecekti. Çünkü bu canlanma Türklerin üstün yönetim yete­neklerinin bir ürünü olarak yapay bir biçimde gerçekleştirilmişti. Oysa, Doğu Ak­deniz, çoktan, "kapitülasyonlar denilen ayrıcalıklar biçiminde kurumlaşmış iliş­kilerle, Batı'ya bağımlı duruma gelmişti. Böylece, imparatorluğun her türlü sermaye birikimini engelleyici toplumsal ve siyasal yapışma ek olarak Akdeniz'de ve Anadolu'da çok önceden belirlenmiş olan ekonomik koşullar da, Batı'ya sermaye aktaran ticarî ilişkiler yoluyla, Osmanlı ekonomisinin kuyusunu kazıyordu. Eko­nomiyi zayıflatan bu süreç, Batı, yeni ticaret yollarını bulduktan, Yeni Dünya'ya ulaştıktan, oralardan altın ve gümüş getirdikten ve "merkantilist" bir siyaset izle­meye başladıktan sonra daha da hızlandı.

imparator 29-01-2007 11:22

ULUSLARARASI ANTLAŞMALAR:
EKONOMİK BAĞIMLILIĞIN ONAYLANMASI
Bütün bu olumsuz ve köstekleyici koşulların varlığına karşın, Osmanlılar, Selçukluların ve Bizanslıların çöküşünün bıraktığı boşluğu, Anadolu ve Balkanlar üzerinde bir imparatorluk kurarak doldurdular. Aslında, sonradan imparatorlu­ğun çöküşüne yol açan ekonomik koşullar, başlangıçta oldukça olumlu ve yar­dımcı bir rol oynadı. Fakat Osmanlıların tımar düzenine dayalı yapısı dış dünya­nın ekonomik baskılarına sonsuza kadar karşı koyamazdı, imparatorluk, hem iç hem de dış öğelerin etkisiyle siyasal gücünü yitirmeye başladı. Siyasal gücü zayıf­ladığı oranda ekonomik baskılar arttı. Örneğin, 1774'teki Küçük Kaynarca Antlaşması'yla, Osmanlılar, Karadeniz'deki ticaret tekellerini Ruslara verdiler, impa­ratorluğun ekonomisi üzerindeki dolaylı Batı denetimi, uluslararası antlaşmalarla doğrudan doğruya somut bir nitelik kazanıyordu.
1838'de İngiltere ile yapılan ticaret antlaşması, ekonomik ilişkilerde, Venediklilerin, Hollandalıların ve Portekizlilerin oynadıkları rolü, İngilizlere verdi. Bu antlaşma, imparatorluk üzerinde uzun yıllar sürdürülen ekonomik sömürüyü, uluslararası alanda hukuksallaştırıyordu (Hourani, 1957). Antlaşmanın birinci maddesi şöyle diyordu: "Mevcut Kapitülasyonlar ve Antlaşmalarla Büyük Britan­ya'nın teb'asına veya gemilerine tanınan ve işbu sözleşmede özellikle değiştirilen­ler dışındaki bütün hak, imtiyaz ve muafiyetlerin şimdi ve sonsuza dek süresiz ta­ahhüt olunur ki, Bab-ı Âli tarafından herhangi bir diğer yabancı gücün gemilerine ve teb'asına şimdi bahşolunmuş veya ilerde bahşolunacak bütün hak, imtiyaz ve muafiyetler veya diğer herhangi bir yabancı Güç'ün gemilerinin ve teb'asının ya­rarlanmasına sunulan müsamaha, aynen Büyük Britanya'nın teb'asına ve gemile­rine de eşit biçimde bahşolunacak, uygulanacak, yararlandırılacaktır." (Ürünlü, 1975:15)

imparator 29-01-2007 11:22

Antlaşma, yalnızca eski "kapitülasyon"ları onaylamakla yetinmiyor, yeni ayrıcalıklar da tanıyordu. Madde 4, şöyle diyordu: "Eğer herhangi bir Türk üretim, imalat ve mamulü Britanyalı tacir veya onun mümessili tarafından ihraç edilmek üzere satın alınırsa, bu emtia herhangi bir gemiye yükleme yerine götürülecek ve emtia yüklendiğinde bütün iç vergiler yerine yüzde 9 oranında sabit bir ad valorem vergi ödemekle yükümlü olacaktır.
"Sonradan ihraç edildiğinde, şimdi mevcut olan yüzde 3 vergi ödenecektir. Fakat limanlarda ihraç için satın alınmış ve halihazırda dahilî vergisini limana girer­ken ödemiş bulunan bütün mallar sadece yüzde 3 ihracat resmi ödeyeceklerdir." (Ürünlü, 1975:16)
Böylece bütün imparatorlukta geçerli olmak üzere gümrük vergileri pek düşük bir düzeyde donduruluyor, bütün tekeller kaldırılıyor ve tüm Osmanlı ekonomisi İngiliz tüccarlarının denetimine veriliyordu (Bailey, 1970:119-128).Beklene­ceği gibi, öteki Avrupa ülkeleri de çok geçmeden, bu antlaşmanın hükümlerinden yararlanmaya başladılar.
Aslında, 1838 Balta Limanı Anlaşmasının etkileri, gerçekten çok derin yapısal sonuçlar doğuruyordu.
Örneğin, Pamuk şu sözleriyle, sonradan Düyun-u Umumiye'ye kadar gidecek olan bir dış borç sürecinin başlamasını da 1838 Balta Limanı Anlaşması'na bağlar:
"Ayrıca Osmanlı Devleti özellikle malî bunalım dönemlerinde başvurduğu önemli bir ek gelir kaynağını da kaybetmekteydi. Nitekim bir sonraki savaş döne­minde, Kırım Savaşı sırasında, dış ticaretten ek vergi alınamayacak ve bunun da etkisiyle Avrupa para piyasalarında borçlanmanın yolu açılacaktır." (Pamuk, 1994:18)

imparator 29-01-2007 11:23

OSMANLILARDA SANAYİ: DIŞA BAĞIMLILIĞIN YÜKSELİŞİ
Aslında bu antlaşma, uygulamada Osmanlı ekonomisine yeni boyutlar kazandırıyordu. Bütün yaptığı, ticarî ve ekonomik etkinliklere karşı geleneksel Osmanlı tu­tumunun doğurduğu, yüzyıllar süren uygulamalar sonunda ortaya çıkmış bulunan durumu, hukuksal güvence altına almaktı. Fakat yine de, imparatorluğun çöküşü­nü hızlandırdığına hiç kuşku yoktur. 1856'da Ubicini şöyle yazıyordu:".. Osmanlı İmpatorluğu'ndaki imalat sanayii, eskisine oranla çok gerilemişti. Bugün, Türki­ye'nin dışarı sattığı malların büyük bir kısmı, Avrupa'ya verdiği hammaddedir. Av­rupa, bu hammaddeyi daha sonra mamul madde olarak Türkiye'ye geri satmakta­dır. Eskiden, yalnızca imparatorluğun tüketimini karşılamakla kalmayan, aynı za­manda Doğu Akdeniz'in bütün bölgelerine ve Avrupa'daki kimi ülkelere de mal yollayan çok sayıdaki çeşitli imalatçılar artık ya çökmüş ya da bütünüyle yok ol­muşlardı." (Issawi, 1966:43)
Osmanlılarla, İngilizler arasındaki anlaşma, böylece, yeni doğmakta olan Os­manlı sanayiini de öldürmüştü. Emekleme döneminde olan sanayi, bu sıralarda, Batılılaşma akımı çerçevesinde girişilen çabalarla geliştirilmeye çalışılıyordu (Sarc, 1940). Fakat "merkantilist" hükümet yaklaşımını bilmeyen geleneksel Osmanlı Devleti karşısında, Batı'daki "sanayi devrimi" ve Batı'nın Osmanlılar üzerindeki ekonomik denetimi, imparatorluğun ekonomisine gelişme olanağı tanımadı. Os­manlı hükümetleri, başlangıçta "merkantilist" bir siyaset izlemeye istekli değillerdi. Son zamanlarda da böyle bir siyaseti izleyecek güçleri kalmamıştı. Böylece, Osmanlı pazarlarına mamul madde sürmek için baskı yapan ve buradan yün, pamuk ve tü­tün alan Avrupa, Osmanlı sanayisinin ortadan kalkmasına yol açtı.
Aslında, imparatorluğun sanayisi 16. yüzyıldan beri, Avrupa'nın başa çıkılmaz baskılarıyla karşı karşıyaydı. Türk-İngiliz ticaret antlaşmasından sonra, Batı'ya açılan bölgelerde etkinlik gösteren Osmanlı küçük üreticileri, bu baskılara dayanamayarak işlerini bıraktılar. Güçlü bir sanayi yokluğu, Avrupa'nın sert baskısıyla da pekişince, Osmanlı imparatorluğu bütünüyle Batı'nın denetimi altına girdi. Osmanlılar ile Batı arasındaki ekonomik ilişkiler, Ubicini'nin belirttiği gibi, Batı'ya hammadde satmak ve oradan işlenmiş ürün almak biçiminde belirlenmişti. Pamuk, olayın pamuklu tekstil dalındaki ayrıntılı çözümlenmesinde, yıkılışı tüm çıplaklığı ile ortaya koyar (Pamuk, 1994:124-150).

imparator 29-01-2007 11:23

SANAYİNİN YAPISI
Osmanlı sanayiinin genel nitelikleri şöyle özetlenebilir: imparatorlukta temel imalat etkinlikleri yoktu, örneğin bir maden sanayii kurulamamıştı, imalat etkin­likleri daha çok iç pazarlara tüketim maddeleri sağlamaya yönelmişti. Gıda üreti­mi ve ilgili etkinlikler, sanayiinin önemli bir kesimini oluşturuyordu. Ayrıca, sana­yi ile maden çıkarma ve tarım etkinlikleri arasında bir uyum yoktu. Bir başka de­yişle, tarım ve maden çıkarma etkinlikleri Avrupa ekonomisi bakımından gerekli olan işlevleri yerine getiriyordu. Bu nedenle de Osmanlı ekonomisine pek yararlı olmuyordu (okçun, 1970, IX-XI).
Yabancı sermaye kullanılması yoluyla kurulmak istenen imalat sanayii çabaları da yukarda kısaca değinilen nedenler sonunda başarıya ulaşamamıştı (okçun, 1972).

ÇİZELGE (V) - (2) OSMANLI SANAYİİNİN GENEL DURUMU (1915)
Sanayi Dalı
Kuruluş Sayı
Çalışan İşçi Sayısı ( 10.000 Kişi)
İmalat Değeri (Milyon Osmanlı Kuruşu Olarak)
imalat Değeri (Tümün Yüzdesi Olarak)
da Sanayii

239
8.1
1055
50
Toprak Sanayii

32
1.0
14
0.6
Debagat

21
2.0
87
4.0
Tahta Sanayii

29
1.0
14
0.6
Tekstil Sanayii

131
9.2
124
6
Matbaacılık, Kırtasiye

61
1.5
51
2
Kimya Sanayii

18
0.2
22
1
Madeni Eşya Deniz Tezgâhları, Sanayii

34
1.5
112
5
Demiryolu Atelyeleri

17
6.8
120
6
Suriye'de en az 10 işçi çalıştıran kuruluşlar

250
9.0
500
24
Toplam

835
40.3
2099
99.2

KAYNAK: Bidem, 1970:125'ten hesaplanmıştır.
Osmanlı sanayiinin genel durumu Çizelge (V) - (2)'de özetlenmiştir. Gıda sanayiinin egemenliği çizelgeden açıkça görülmektedir, öte yandan, Trakya bölgesindeki 264 işletmeden yalnızca 22'si devletindi (Okçun, 1970:13). Devlet işletmelerinin üretim içinde ancak yüzde 2 payı olduğu bir mülkiyet dağılımı, Osmanlı sanayiinde devletin sahip olduğu yerin, etkisiz ve önemsiz niteliğini belirler.
imalat etkinliklerinde bulunan işletmelerin sahipleri, genellikle gerçek anlam­da şirketler değil, daha çok özel kişilerdi.
Sanayi işletmelerinin sahipleri ile bu işletmelerde çalışan işçilerin etnik kökenleri Çizelge (V) - (3)'te gösterilmiştir. Çizelge, açıkça, Türklerin elinde sermaye biri­kiminin bulunmadığını ortaya koyuyor. Bu durum, yabancı denetimi altındaki Osmanlı ekonomisinin doğal bir sonucuydu, özellikle "kapitülasyon"lar, imparatorluğun Müslüman-Türk uyruklarına karşı olan son derece etkili bir silah olarak kul­lanılmıştı, örneğin, Müslüman olmayan pek çok tüccar, Osmanlı İmparatorluğu'nda doğduğu halde, bir yabancı konsolosluk yoluyla İngiliz ya da Fransız uyru­ğuna geçerek, "kapitülasyonlardan yararlanıyordu (Karpat, 1973a:97; Bağış, 1983:16).

imparator 29-01-2007 11:23

Aşağıdaki sözler Osmanlı ekonomisinin birtakım niteliklerini büyük bir açık­lıkla ortaya koymaktadır. "Osmanlı yönetimi sırasında, Yunan ticaretinin geliş­mesine yardımcı olan başka öğeler de vardı: Venediklilerin ticarî bakımdan Akde­niz'de egemen olmasıyla sonuçlanan Türk-Venedik çekişmesi, Karadeniz'in Os­manlı imparatorluğu dışındaki bütün gemilere kapatılması (1592-1774), Napolyon savaşları sırasındaki ekonomik ambargo, vb. bunların örnekleridir. Bu öğeler­den kimisi, yalnızca Yunanlılara değil, aynı zamanda Sırplar ve Bulgarlar gibi, başka uluslara da yardımcı olmuştur." (Mouzelis ve Attalides, 1971:166) "Kapitülasyon"lardan dolayı, imparatorluğun Müslüman halkı, yukarıdaki olanaklar­dan, öteki etnik grupların yararlandıkları oranda yararlanamıyordu.
ÇİZELGE (V) - (3) OSMANLI SANAYİ KESİMİNDE KAPİTALİSTLERİN VE İŞÇİLERİN KÖKENİ (1915) (Yüzdeler Olarak)
Etnik Gruplar
Kapitalistler
İşçiler
Türkler

15
15
Rumlar

50
60
Ermeniler

20
15
Yahudiler

5
10
Yabancı uyruklular

10

KAYNAK: Çavdar, 1970:115.

EKONOMİK ETKİNLİKLERE KARŞI TÜRKLERİN TUTUMU: DEVLETİN ENGELLEMESİ
öte yandan, hiç kuşkusuz, Osmanlı İmparatorluğu'nun toplumsal ve ekono­mik yapısı da, Türklerin ekonomik etkinliklerde girişkenliği ellerine almasını en­gelleyici etkiler yapmıştı. "Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcına kadar, Osmanlı Türkü Türkiye'deki tüccarlar arasında yer almaz." (Issawi, 1966:122) sözü bu açı­dan, önemli bir gerçeği yansıtıyordu. Fakat Issawi'nin şu sözleri hiç de gerçeğe uygun değildi: "Hemen ve doğrudan doğruya amacına yönelik olan basit ve açık Türk kafası, uygulamalı gözlem yönetimine dayanan ve ince kâr hesaplarını için­de taşıyan kapitalist anlayıştan oldukça uzaktı." (Issawi, 1966:123) Aslında Türk­lerin ticarete karşı tutumları onların kişisel ya da doğuştan gelen kalıtımsal nite­liklerinin bir sonucu değildir. Bu nedenle durumu kişilik özellikleriyle açıklamaya çalışmak yanlış olur.
Türklerin ekonomik tutum ve davranışları, Osmanlı imparatorluğunun top­lumsal ve siyasal yapısı tarafından biçimlendirilmişti, inalcık bu konuda şöyle der: "Osmanlıların ekonomik anlayışı, Ortadoğu'daki devlet ve toplum hakkında­ki temel kavramlarla yakından ilişkilidir. Bu kavram, devletin son amacı olarak yöneticinin gücünün tümcü ve yaygın bir nitelik kazanmasına, bunun için de zengin gelir kaynaklarının ele geçirilmesine bağlıdır. Bu anlayış ise, üretici sınıfla­rın zengin edilmesine dayalıdır. Böylece devletin esas işlevi, bu koşulların sürdü­rülmesini sağlamaktır.

imparator 29-01-2007 11:23

"Toplum, devlet felsefesi olarak, üretimle uğraşmayan ve dolayısıyla vergi ödemeyen yönetici sınıfla, üretici olan ve dolayısıyla vergi ödeyen halk arasında bölünmüştü. Halk ise, ticaret ve sanayi ile uğraşan kentliler ve tarımla uğraşan köy­lüler olarak ikiye bölünmüştü. Ortadoğu devletlerindeki inanç, devletin barış ve zenginliğinin, her yurttaşın toplum içinde sahip olduğu yerde tutulmasına dayalı olduğuydu. Ortadoğu devletlerinde, alınacak bütün Önlemleri belirleyen gerçek yönetici küttab'ın kafasında egemen olan devlet ve toplum kavramı işte buydu. Bu kavram, toplumun geleneksel örgütlenme biçimini değişmeden alıkoyacak ve halkın refahını bozmayacak biçimde, devlet gelirlerim olanaklı olduğu ölçüde ar­tıran bir ekonomi ve bir ekonomik örgütlenme gerektiriyordu.
"Devlet, ticarî merkezleri ve yolları geliştirecek, ülke içinde ekim yapılan ala­nın genişletilmesi için halka yardım ederek ve sömürgeleri yoluyla uluslararası ti­careti destekleyerek, imparatorluktaki temel ekonomik işlevlerini yerine getiriyor­du. Fakat bütün bu çabalar, yöneticinin içinde yaşadığı siyasal ve toplumsal dü­zen çerçevesinde, çağdaş bir kapitalist ekonomi ilkelerine göre gerçekleştirilecek malî ve siyasal çıkarları ortaya koyamıyordu. Oysaki böyle bir düzenin bilgi ve ör­gütlenmesine sahip olan Avrupa, Osmanlıların Ortadoğu imparatorluklarına kar­şı büyük bir tehdit oluşturmuştu." (înalcık, 1970b:217-218)
İnalcık'ın sözlerinden de görüldüğü gibi, Osmanlı siyasal ve toplumsal yapısı, kapitalist ekonomik gelişmenin sağlanmasına uygun değildi. Bu nedenle, imparatorluğun ekonomisi cılız kaldı ve dışa bağımlı duruma geldi.
Özet olarak, Türkiye Cumhuriyeti, bölgede egemen olan tarihsel koşulların ve imparatorluğun toplumsal, ekonomik ve siyasal yapısının ürünü olan güçsüz ve dışa bağımlı bir ekonomi devraldı.

imparator 29-01-2007 11:23

1950 YILINA DEĞİN İZLENEN EKONOMİK UYGULAMA VE EKONOMİK KOŞULLAR
Bağımsızlık Savaşı kazanıldıktan sonra, ülkenin ekonomik görünümü son derece yoksuldu. Her ne kadar, "kapitülasyonlar, Lozan'da kaldırılmışsa da, barış antlaşmasının hükümlerine göre, yeni Cumhuriyet, gümrük duvarlarını, 1928 yı­lına kadar yükseltemeyecekti. Buna ek olarak, Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun dış borçlarının, yeni devletin topraklarıyla orantılı olan bir kesimini öde­meyi de kabullenmişti. Bu borç ödemeleri, devlet bütçesinin yüzde 7.56'sından (1924 yılında), yüzde 17.8'ine kadar (1930 yılında) yükselen bir orandaydı. Aynı dönemde, örneğin Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi, bütçenin ancak yüzde 3 ya da 4'ü oranındaydı (Aydemir, 1968b:357).
Böylece, süren Batı sömürüsü, genç Cumhuriyet'in sırtında önemli bir ekono­mik yüktü. Dış ticaret, 1938 yılında yüzde 58.8 açık vermişti (Aydemir, 1968b; 458). Tarımsal üretim son derece düşüktü. Daha önce belirttiğim gibi, sanayi de hemen hemen yok denecek kadar güçsüzdü. Aslında, Türkiye Cumhuriyetinin ekonomisi, güçsüz oluşunun yanında, bütünüyle bir kargaşalık içindeydi.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, işte böyle bir ortamda ulusal ekono­mik etkinlikler için bir bilinç yaratmaya çabalıyorlardı. "Yeni Türk Devleti cihan­gir bir devlet değil, iktisadî bir devlet olacaktır". "Türk tarihi incelendiği zaman, bütün yükseliş ve çöküş nedenlerinin ekonomik sorunlardan başka bir şey olma­dığı anlaşılır," sözleri hep Atatürk tarafından söylenmişti. Böylece, askerî ve siya­sal başarısını, ekonomik kalkınma ile pekiştirmeyi amaçlıyordu.
Fakat sorun aslında çok önemliydi: Sağlıklı bir ekonomi, hangi ilkelere göre yaratılacaktı? Ulusal sermaye birikimi hangi yollardan sağlanacaktı? Yeni devletin ekonomik düzeni ne olacaktı? Hızlı bir ekonomik kalkınma için "liberalizmin" geliştirdiği çözümler mi kullanılacaktı, yoksa "kolektivist" yöntemler mi uygulanacaktı?

AyTeK54 29-01-2007 18:56

paylaşım için tşkler


Türkiye`de Saat: 23:05 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580