Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   İktisat (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=249)
-   -   Dünya Devrimin Olasılıkları (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=24361)

imparator 28-02-2007 12:43

Fakat böyle bir gelişme tamamıyla mümkündür ve gelecekte Venezuela, Kolombiya, Peru ya da Ekvador gibi ülkelerde gerçekleşebilir. Bir taraftan azgelişmiş kapitalist ülkelerde özellikle keskin biçim alan kapitalist sistemin açmazından, diğer taraftan öznel faktörün (parti ve önderlik) zayıflığından ya da eksikliğinden ve ileri kapitalist ülkelerdeki sosyalist devrimin gecikmesinden kaynaklanan bu tür gelişmelere hazırlıklı olmalıyız.
Bu sosyalizm değil, deforme bir işçi devleti, proleter Bonapartist bir rejim olurdu. Böyle bir rejime, emperyalizm karşısında eleştirel destek vermek zorunda olurduk, çünkü bu rejim kapitalizme göre ilerici olurdu –Çin ve Küba gibi. Fakat bunun sosyalizmle hiçbir ortak yanının bulunmadığını da açıklamak zorunda olurduk. Asıl görevimiz, proletaryanın önder rolünü, toplumun sosyalist dönüşümünü gerçekleştirebilecek tek sınıf olduğunu açıklamaktır.
Stalinist ve diğer küçük-burjuva gerilla hareketlerinin temel zayıflıklarından biri, onların ulusal sınırlılıkları ve enternasyonal bir perspektiften yoksun oluşlarıdır. Tek ülkede sosyalizm fikrinin gerici bir ütopya olduğu artık ortaya çıkmıştır. Rusya’da Stalinist bürokrasi, geri bir ülkede, dünya ekonomisinden kopuk bir şekilde “sosyalizmi inşa etme” vehmine kapılmıştı. Bu, rejimin korkunç totaliter yozlaşmasına ve en sonunda kapitalist restorasyona yol açtı. Aynısı Çin için de doğruydu. Eğer Çin ve Rusya gibi devasa ülkeler problemlerini bu yöntemle çözemedilerse, Kolombiya ve Venezuela gibi ya da hatta Arjantin ve Brezilya gibi küçük ve zayıf ekonomiler nasıl çözebilir?
El Salvador ve Nikaragua’daki devrimlerin sağlıklı işçi devletleri olarak sonlanma potansiyelleri vardı, ama onları açmaza sürükleyen gerillacılar tarafından yoldan çıkarıldılar. Fakat sağlıklı işçi devletleri olarak sonlansalardı bile, kendi sınırları içinde kitlelerin sorunlarını çözmeyi asla başaramazlardı. Sorunlarını ancak, devrimi önce tüm Orta Amerika’ya ve ardından Latin Amerika’nın geri kalanına yayarak çözmeye başlayabilirlerdi.
Enternasyonalist bir perspektif olmaksızın, Latin Amerika’nın ya da hatta Orta Amerika’nın sorunlarını çözmek imkânsızdır. Gerillalar iktidarı alsalar ve yeni proleter Bonapartist devletler kursalar bile, sorunların pek azı çözülebilir. Yaşadığımız çağda, dünya ekonomisinin ezici ağırlığı bunu imkânsız kılmaktadır. Küçük-burjuva gerilla liderlerinin dar milliyetçilikleri, çözüm üretmek için çok zayıf olan bu ülkelerin ekonomilerinin nesnel taleplerine aykırı düşmektedir.

imparator 28-02-2007 12:44

Marksizmin zayıflığından dolayı gerillacı fikirlerde yeni bir diriliş olması mümkündür. Eğer gerillalar Kolombiya’da iktidara gelirlerse bu kaçınılmazdır. Her zamanki ampirizmleriyle ve ilkesizlikleriyle sektler, eleştirel olmayan bir destek verecekler ve öğrenciler arasında yanılsamalar yayacaklardır. Bu özellikle Latin Amerika’ya çok zarar verebilir. Bu kötü bir şeydir ve sorunları bir süreliğine karmaşıklaştıracaktır.
Eğer Latin Amerika’daki devrim Marksist bir temelde gelişseydi, süreç tümüyle farklı bir yol izlerdi. Ama bunun yerine, Mandel gibi sözde Troçkistlerden teşvik ve yardım gören küçük-burjuva unsurların etkisiyle, gerillacılık yoluna saptı. Bu yüzden, gerçek Marksistlerin gerillacılığa, terörizme ya da –terim olarak bir çelişki oluşturan ve farklı bir ad altında bireysel terörizm anlamına gelen– “şehir gerillacılığına” karşı amansız bir duruş sergilemeleri zorunludur. Ekvador devrimi, nüfusun büyük bir yüzdesini köylülerin oluşturduğu ülkelerde bile klasik bir devrimci sürecin potansiyellerinin bulunduğunun bir göstergesiydi.
Latin Amerika’da ve dünyanın diğer yerlerinde gerillacı eğilimlerin yeniden ortaya çıkmasına hazırlıklı olmalıyız. Bu küçük-burjuva hareketlerin sınırlarını açıklamalıyız ve onun karşısına, proletaryanın devrimci hareketini, bir işçi demokrasisi hedefini ve tek çözüm olan sosyalist dünya federasyonunun ilk adımı olarak Orta ve Güney Amerika sosyalist federasyonu hedefini koymalıyız. Bu açıdan Meksikalı yoldaşlar, Zapatistaların saçma fikirleriyle savaşarak muhteşem bir iş başardılar. Bu insanlar için kapalı bir kitap olan tarihten gerçek dersler çıkarmak zorunludur.
Eski sömürge ülkelerdeki devrim, Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya’daki sosyalist devrime muazzam bir itki verebilir, özellikle de işçi sınıfının ve proletaryanın önderliği altında klasik biçim alırsa. Bu, güçlü bir proletaryaya sahip olan Arjantin ve Brezilya gibi ülkelerde tamamen mümkündür. Uygun bir önderlikle, bu ülkelerin işçi sınıfının 1917’nin yolundan giderek iktidarı almaması için hiçbir neden yoktur. Bu tüm durumu değiştirecektir.
Başlıca faktör, Stalinizmin muazzam yozlaşması ve öznel faktörün zayıflığıdır. Asıl nedense, gerçek Marksizmin zayıflığı ve Ekim Devrimi gibi klasik bir proleter devrim şeklinde bir modelin eksikliğidir. İki aşamalı Stalinist teori her yerde başarısızlığa uğramış ve korkunç felâketlere yol açmıştır. Fakat tek bir başarılı örnek tüm durumu değiştirecektir. Örneğin Pakistan’da gerçekleşecek sağlıklı bir işçi devrimi, proleter Bonapartizm yönündeki eğilimi keserdi. Her şeyden önce, Arjantinli işçilerin muhteşem hareketi, gelişmiş bir ülkede klasik proleter devrim olasılığını gündeme sokmaktadır. Böyle bir devrim, Güney ve Kuzey Amerika’da ve dünya ölçeğinde tüm durumu değiştirirdi.

imparator 28-02-2007 12:44

Kapitalizmin küresel krizi
Burjuvazinin asıl korkusu ekonominin her sektöründe krizin eş zamanlı olarak ortaya çıkmasıdır. “Bulaşma” sözcüğü bu olguyu tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu, küreselleşmenin diğer yüzüdür. ABD emperyalizmi, politikada olduğu gibi ekonomide de, her yerde ortaya çıkan yangınlarla karşı karşıyadır. Bir yangını söndürür söndürmez bir başkası daha şiddetli biçimde alevleniyor. Bu, yaşadığımız çağın doğasının çarpıcı bir ifadesidir.
Arjantin’deki krizin kaynağı orası değildi. Bu kriz dünya kapitalizminin küresel istikrarsızlığını yansıtmaktadır. 2001’in başlangıcında Türkiye’de gerçekleşen çöküş, derhal Polonya zlotisini ve yıl içinde yaklaşık %30 devalüasyona uğrayan Brezilya realini etkiledi. Bu durum, Brezilya’nın en önemli ticari partneri olan Arjantin’in üzerine dayanamayacağı bir basınç bindirdi ve ihracatta hiçbir şekilde rekabet edemez hale getirdi.
Arjantin pesosu ABD dolarına bağlandığı için, devalüasyon (teorik olarak) ihtimal dışıydı. Böylece krizin tüm ağırlığı Arjantin işçilerinin ve orta sınıfın omuzlarına bindirildi. Bunun ciddi sosyal ve politik yansımaları oldu. 2001 boyunca zaten bir dizi militan genel grev gerçekleşmişti. Genel seçimlerde kitlesel protesto oyları ortaya çıktı ve hatta kuzeydeki General Mosconi kasabasında isyan patlak verdi. Burada işçiler ve işsizler tüm kamu işlerinin yürütülmesini kendi ellerine almışlardı.
Bu durum Washington’da endişeye yol açtı, IMF ilk başlarda Arjantin ekonomisini desteklemek için fonlar sağlamıştı. Fakat artık olaylar hızla bunun ötesine geçmişti. Banka denetimlerine girişilmesi doğrultusundaki dramatik karar, bankalara akın edilmesine neden oldu. Ülkedeki bankalar bir günde 1,3 milyar dolar kaybetti. Merkez bankasının net rezervleri 1,7 milyar dolar düştü. Dünyanın en zenginlerinden biri olan Arjantin, bir gece içinde iflâs etti. Ekonomi bakanı Domingo Cavallo, elinde dilenci tasıyla bir kez daha IMF’ye gitti ama Washington’da buz gibi yüzlerle karşılandı. Geçen yıl Arjantin’le zaten 48 milyar dolarlık borç anlaşmaları yapan IMF’nin, giden paranın ardından yenilerini savurmaya hiç niyeti yoktu. Arjantin kendi borçlarının ağırlığı altında boğulmaya terk edildi.
Arjantin devriminin Latin Amerika’da ve dünya ölçeğinde ciddi etkileri olabilir. Arjantin’deki krizin sarsıntıları çoktan uluslararası piyasalara ulaştı. Dünya piyasaları, krizin Latin Amerika’daki ve daha uzaklardaki diğer ekonomilerde domino etkisi yaratıp yaratmayacağını izliyor.
Son birkaç yıl içinde halihazırda pek çok ülkede gerçekleşen kitlesel devrimci hareketlerde bu açıkça görülebilir: 1998 Endonezya, 2000 ve 2001 Ekvador devrimleri, 2000’de Bolivya Cochabamba’da su özelleştirmesine karşı hareket, 2001’de Arjantin’de General Mosconi ayaklanması ve şanlı Cezayir isyanı. Bu hareketlerin pek çoğunun ortak özelliği, devlet iktidarına meydan okuyan ve onu değiştirmeye başlayan, ezilenlerin farklı kesimlerini temsil eden halk komitelerinin oluşturulması olmuştur.
Ekvador devriminde, Halkın Parlamenterleri, orduyu kendi yanlarına (bazı subaylar da dahil) çektiler ve iktidarı gerçekten birkaç saatliğine aldılar. Bu hareketin genelleşmesini ve yayılmasını engelleyen şey yalnızca önderlik eksikliğiydi ve bu yüzden devrim hüsrana uğradı. Şimdi devrim yeniden patlamıştır, ama bu sefer Latin Amerika’nın ikinci büyük ekonomisinde. Arjantin proletaryasının büyüklüğü ve militan gelenekleri, sınıfsal güç dengesinin Ekvador ya da Peru’dakinden niteliksel olarak farklı olduğu anlamına gelmektedir. Arjantin şimdi tüm Latin Amerika devriminin anahtarıdır.
Arjantin işçi sınıfı, Brezilya işçi sınıfından sonra Latin Amerika’daki en güçlü işçi sınıftır. Muhteşem bir devrimci geleneğe sahiptir. Gerçek bir devrimci programla silahlandığında kolaylıkla iktidarı alabilir ve toplumun sosyalist dönüşümüne başlayabilir. Böyle bir gelişme, tüm Latin Amerika’daki durumu derhal değiştirecektir. Bu 1917 Bolşevik devriminden daha büyük bir etki yaratacaktır. Yankıları ABD’de ve dünya ölçeğinde hissedilecektir. Asya, Afrika ve Latin Amerika halklarına karşı yeni askeri müdahaleler hazırlamak yerine, her tarafta devrimlerle yüz yüze kalınacaktır. Ancak toplumun yukardan aşağıya radikal bir yeniden yapılandırması, çıkmazdan çıkışı gösterebilir.

imparator 28-02-2007 12:44

Arjantin – Devrim başladı
Geçtiğimiz Aralıkta yaşanan olaylar, yaklaşan dönemde ardı ardına birçok ülkede neler olabileceğinin bir uyarısıdır. Arjantin devrimi, işçi sınıfının toplumu değiştirebilme yeteneğinden şüphe duyan tüm yüreksizlere, korkaklara, şüphecilere ve kiniklere verilen dört dörtlük bir yanıttır. Arjantin devrimi bütün işçiler tarafından dikkatle incelenmeyi hak etmektedir. Bu bir devrim –ya da karşı-devrim– laboratuvarıdır.
Devrim, öfkeli ve yoksullaştırılmış binlerce protestocunun Buenos Aires sokaklarını doldurmasının ardından istifa etmek zorunda kalan Fernando de la Rua hükümetinin düşmesiyle başladı. Bu, devrimin ilk perdesiydi. Bu durum, Arjantin’i içine çeken ve tüm Latin Amerika’yı etkileyen derin krizi yansıtmaktadır.
Aslında, Arjantin egemen sınıfının sorunu, proletaryanın muazzam gücüdür ve bu güç onları IMF tarafından dayatılan kemer sıkma politikalarını sonuna kadar uygulamaktan alıkoymaktadır. Kitlelerin potansiyel gücü Aralık günlerinde derhal ortaya çıkmıştır. Ne olağanüstü hal ilânları, ne kurşunlar, ne de polisin sıktığı göz yaşartıcı gazlar kitleleri yıldırmaya yaradı. Eylemde birleşerek, bir ortak güç anlayışı geliştirdiler. İktidar devletin elinden kayıyor ve sokaklara geçiyordu.
Bu, ezilen toplum katmanlarının her kesimini içine alan bir hareketti: sadece işçileri değil, işsizleri ve orta sınıfı da. Bu olgu, hareketin sınıfsal temelinin sorgulanmasına ve proletaryanın rolünün inkâr edilmesine yol açmıştır. Fakat bu Arjantin devriminin dinamiklerini yanlış değerlendirmektir. Çok sayıda küçük işadamını ve emekliyi mahveden krizin ciddiyeti, en geniş kitle katmanlarını mücadeleye itmiş ve eskiden hareketsiz olan en geri katmanları dahi uyandırmıştır. Bu hem güç hem de zayıflıktır. Hareket içinde diğer sınıfların da var olması, devrimin gerçek karakterini gizlemektedir. Fakat hareket ancak proletaryanın önderliği altında zafere ulaşabilir.
Halkın geçen Aralıkta ayaklanmasıyla başlayan devrim devam ediyor. Egemen sınıfın ve rejimin devrimi kontrol altına alma yönündeki tüm çabaları başarısızlığa uğradı. Kitle hareketinin gücü ve kendine güveni her geçen gün artıyor. Arjantin kesin olarak devrim yoluna girdi. Gelecek aylar ve yıllarda, temel çelişkinin çözülmesi gerekecektir. Mevcut “geçiş” rejimi temel sorunların hiçbirini çözmeyecek, aksine onlara daha hummalı ve patlayıcı bir karakter verecektir.
Kitleler doğrudan eylemle krizden bir çıkış yolu arıyorlar. Grevler, gösteriler, “cacerolazolar”, fabrika işgalleri ve yol kesmeler hemen her gün gerçekleşiyor. Kitleler, doğrudan eylem okullarında kendi güçlerini ve ortak eylemin gücünü keşfediyorlar. Bu, dayanıklılık ve irade gücünün nihai sınavı için tüm kuvvetini toplayan bir atletin ısınma egzersizlerine benziyor. Fakat belirleyici sınav henüz gerçekleşmemiştir
Hareketin en yüksek ifadesi, halk meclisleri, yerel komiteler ve fabrika komiteleri, “piquetero”ların örgütleri ve kitlelerin diğer öz-örgütlülük biçimleridir. Şubatta Ulusal İşçi Meclisinin toplanması önemli bir ileri adımdı. Bu toplantı, farklı bölgelerin, mahallelerin ve fabrikaların temsilcilerine, eylemin ulusal çapta koordine edilmesi gerektiğini anlama, mücadelenin taktiklerini ve sloganlarını tartışma ve yakın dönemin önceliklerini belirleme fırsatı sundu. Egemen sınıf, halk meclislerinin ve halk iktidarının diğer biçimlerinin gerçek önemini kavramıştır. Bunlar embriyonik sovyetlerdir.

imparator 28-02-2007 12:44

Harekete kitlesel karakterini veren şey, orta sınıfın geniş kesimini çoktan iflâs ettiren krizin derinliğidir. Bu aynı zamanda hem güç hem de zayıflıktır. Orta sınıf ve proleter olmayan unsurlar arasında görülen öfke patlaması, egemen sınıfı kendi kitle tabanından mahrum bırakmakta ve GEÇİCİ OLARAK dengesini kaybeden ve felç olan gericiliğin ayaklarının altındaki zemini çekmektedir. Bu, olağanüstü elverişli bir sınıfsal güç dengesi oluşturmaktadır. Fakat bu durum sonsuza kadar devam edemez. Eğer işçi sınıfı iktidarı kendi ellerine almaz ve çıkış yolunun devrimci çizgiden geçtiğini orta sınıfa göstermezse, orta sınıfın ruh hali değişebilir ve inisiyatif gerici güçlere geçebilir.
Durumun temel zayıflığı, yaygınlaşan bir işçi sınıfı hareketinin olmayışıdır. Örgütlü işçilerin çoğunluğu resmi (Peronist) CGT’nin kontrolü altındadır. Sendika bürokrasisi işçileri geri tutmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. CGT aygıtı ciddi bir güce ve muazzam kaynaklara sahip. Burjuvaziden ve devletten destek alıyor. Aslında Arjantin burjuvazisi onların desteği olmadan egemenliğini 24 saat bile sürdüremez.
Arjantin’de sınıf mücadelesi tüm çıplaklığıyla sergilenmektedir. Çoktandır egemen sınıf arasında komplo ve darbe söylentileri dolaşıyor. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki durum budur. Büyük sermayenin, bankerlerin, ordunun tepesindekilerin, gerici Kilise çevrelerinin temsilcileri, devrimi yok etmek için komploya girişeceklerdir.
Fakat egemen sınıfın sorunu, koşulların –henüz– hiçbir şekilde uygun olmamasıdır. Hareket hâlâ yükseliştedir. Hareketin güçleri sağlamdır ve yenilmemiştir. Orta sınıf, büyük bankerlere, kapitalistlere ve onların Washington’daki destekçilerine karşı büyük bir nefret ve düşmanlık duymaktadır. Bu aşamada hareketi ezmek için kullanılacak herhangi bir şiddet girişimi ters tepecektir. Tek bir kanlı çatışmayla tüm ülke patlayacaktır.
Egemen sınıf bu yüzden bekleme oyunu oynamak zorundadır. Hareket tükenme sinyalleri vermeye başlayana kadar bekleyecekler. Eğer kitleler mevcut bataklıktan net bir çıkış perspektifi görmezlerse, bu belli bir aşamada kaçınılmazdır. Kriz, artan işten çıkarmalarla, kapanan fabrikalarla, yükselen fiyatlarla ve düşen yaşam standartlarıyla her geçen gün daha da derinleşiyor. Politik kriz, sadece ekonomik krizin derinliğinin yüzeysel ve gecikmiş yansımasıdır; yaşam standartları çok daha acımasız bir şekilde düşmedikçe, kriz kapitalist temelde çözülemez. Fakat bu da ancak önce işçi sınıfının direncinin kırılmasıyla başarılabilir. Arjantin bağlamında bu, sonuna kadar yürütülmesi gereken azami şiddette bir sınıf savaşı anlamına gelmektedir.
Arjantin’deki devrimin şu ya da bu şekilde tayin edici bir noktaya ulaşması, yıllar değilse de aylar alabilir. Gelgitler, yorgunluk, yenilgiler, hatta yeni patlamaları provoke edebilecek gericilik dönemleri söz konusu olacaktır. Ama er ya da geç iktidar sorunu baş gösterecek ve çözülmek zorunda kalacaktır. Ya sermayenin diktatörlüğü ya da proletaryanın diktatörlüğü. Üçüncü bir yol olamaz.

imparator 28-02-2007 12:45

Rusya
Rusya dünya devrimi için kilit ülke olma rolünü sürdürüyor. Dünya boom’unun uzaması ve Rus proleter hareketinin gecikmesi, piyasa ilişkilerinin kristalize olduğu ve kapitalist restorasyonun gerçekleştiği anlamına gelmiştir.
İşlerin bizim birkaç yıl önce beklediğimiz gibi gitmediğini kabul etmeliyiz. Dünya kapitalizminin krizinin bugüne kadar ertelenebileceğini ummuyorduk. Bu durum, Rus kapitalizmine kendini tesis etmesi için yeterli zamanı verdi. Kapitalizm yönündeki hareket on yıldır devam ediyor. Yeni üretim sisteminin ve mülkiyet ilişkilerinin, kitlelerin bilincine nüfuz etmek için zamanı oldu. Bu süreç bizim beklediğimizden daha uzun sürdü. Asıl sorumluluk, her şeyde teslim olan Stalinistlere aittir.
Altı yıl önce özelleştirme süreci henüz tamamlanmamıştı ve geri döndürülmesi hâlâ mümkündü. Durum artık bu değil. Ekonominin belirleyici sektörleri özel ellerde. Eski nomenklaturanın geniş kesimlerinin, bu konumu sağlamlaştırmaktan büyük bir çıkarları vardır. Üstelik bu, küçük-burjuva katmanlar içinde geniş bir taban yaratmıştır, özellikle Moskova’da ve Saint Petersburg’da. Bu nedenle, durumu geri çevirmek için sosyal bir devrim gerekecektir.
On yıl, hüküm vermek için yeterli bir zaman. Rubicon’un[1] artık geçildiğini söylemek zorundayız. Kapitalizm yönündeki hareket birçok karşı-akıntıyla birlikte çelişkili olmuştur, ancak süreç her krizin ardından yenilenmiş bir güçle devam etmiştir. Son kriz, ekonominin çöktüğü 1998’de gerçekleşti. Bu belirleyici bir dönüm noktasıydı. Bu noktaya kadar, Rus kapitalizmi üretici güçleri geliştirmeye muktedir olmadığını ispatlamıştı. Ekonomi, barış zamanında herhangi bir ekonominin görebileceği en büyük çöküşü yaşadı. Tahmin ettiğimiz gibi, dış ticarette devlet tekelinin kaldırılması Rusya için facia oldu. Ucuz ithal malların akını sonucunda Rus sanayisinin büyük bir kısmı yok oldu. Sonuç 1998 yazındaki çöküştü.
Ekonomik durum –özellikle 1998 krizinden bu yana– önemli bir rol oynamıştır. Rus ekonomisinin o zamanki çöküşü, saati geri çevirecek son olanaktı. Piyasa ekonomisine karşı güçlü bir tepki vardı, Moskova ve Saint Petersburg’daki küçük-burjuvazinin geniş kesimleri dahi işlerini kaybetmişti ve sistemi eleştiriyorlardı. “Reformcular” demoralize olmuşlardı ve savunma durumundaydılar. Fakat öznel faktör belirleyiciydi. Sözde Komünist Parti, yeniden devletleştirmeyi desteklemek için hiçbir girişimde bulunmadı. Merkezileştirilmiş, devletleştirilmiş bir ekonomiye geri dönmek isteyen bürokrasi kanadının gücünü abartmış, Stalinistlerin çürümüşlüğünü ve yozlaşmasını ise küçümsemişiz.
Eğer “Komünist Parti” devletleştirilmiş planlı ekonomiye geri dönmek için harekete önderlik etmek isteseydi, bunu yapmak için en uygun zamandı. Fakat RFKP’nin eski-Stalinist liderleri, işçi sınıfının her hareketinden dehşete kapılmaktadır. Onlar, Brejnev rejimine geri dönüş için –taraftarlarının çoğu bunu muhtemelen desteklerdi– mücadele etmekten bile aciz olduklarını gösterdiler. Kapitalizmle barıştılar.
Durumdaki diğer belirleyici unsur bir kitle hareketinin bulunmayışıydı. Üç kuşak boyunca devam eden Stalinizm, işçi sınıfının bilinci üzerinde etkili olmuştu. Sınıfın kompozisyonu da değişmişti. 1930’larda ve 40’larda milyonlarca köylü fabrikalara girmişti. Ekim Devrimini yaşamış eski kuşak büyük ölçüde azalmıştı. Aktif katmanlar tümüyle yok edilmişti. Savaş, devrim ve iç savaş yıllarında ayakta kalanlar Stalin tarafından ortadan kaldırılmıştı.

imparator 28-02-2007 12:45

Stalin, gerçek Bolşevizm geleneğinin son kalıntılarını yok etmeyi, umduğundan daha iyi başardı. Yeni nesil, Lenin’in fikirlerini hiç kavramamıştır. Genel bir zihin karışıklığı söz konusudur. Kitleler huzursuzlar, ama devrimci perspektiften de yoksunlar. Bu durum, yeni gelişmeye başlayan burjuvazinin iktidarını sağlamlaştırmasını sağladı. Özelleştirme süreci tamamlandı. Artık durumu değerlendirmeli ve gerekli sonuçları çıkarmalıyız.
Ekonomi çöküş durumunda olduğu sürece, sistemin geleceği garanti altında değildi. Ama hiçbir ekonomi sürekli çöküş durumunda olamaz. Ya kapitalist mülkiyet ilişkileri yıkılır ya da belli bir aşamada ekonomi nihayetinde bir denge noktası bulur ve büyümeye başlar. Rusya’da bu kendine has bir tarzda gerçekleşti; bir kriz sonucunda. Rublenin aşırı devalüasyonu ve artan petrol fiyatları, Rus ekonomisinin kısmen canlanması için gereken koşulları yarattı. İnisiyatif tekrar “reformculara” geçmişti.
Kapitalizme geçiş, Doğu Avrupa ve eski Sovyet Cumhuriyetlerinde farklı tempolarda ve farklı başarı oranlarında gelişmiştir. Polonya ve Macaristan gibi ülkeler, açıkça diğer eski Stalinist rejimlerin birçoğundan daha erken bir başarılı geçiş gerçekleştirmişlerdir. Hem coğrafi konumları (Almanya ve AB’ye yakınlık) hem de Batıdaki boom’un uzaması buna yardım etti. Fakat Sırbistan ve Romanya gibi diğer rejimler, yaşayabilir bir kapitalist ekonomiyi geliştirmede aynı ölçüde başarılı olamadılar. Bu rejimlerin kaderi, dünya ölçeğindeki gelişmelere, özellikle de Rusya’da olanlara kopmaz bir biçimde bağlıdır. Rusya’daki süreç tersine dönseydi, bunun derhal bu ülkelerdeki geçişi yavaşlatıcı hatta geri döndürücü bir etkisi olurdu. Rusya’da kapitalizmin pekişmesi, bu ülkelerde de kapitalizm yanlılarının konumunu güçlendiren bir etki yaratacaktır.
Rusya ve Doğu Avrupa’daki bürokrasinin belirleyici kesimleri kapitalizm yönünde hareket etmiştir. Sadece yönetici kesim ve milyarder haline gelenler değil, aynı zamanda ordu, polis ve devlet bürokrasisinin üst kesimleri de buna dahildir. Bu Stalinist bürokrasinin çürümüşlüğünün vahim bir yansımasıdır. Bununla karşılaştırıldığında, Sosyal Demokrasinin liderlerinin 1914’deki ihaneti çocuk oyuncağı kalmaktadır.

imparator 28-02-2007 12:45

Putin, bir burjuva Bonapartist
Her şeye rağmen, Rus kapitalizminin kökleri yüzeydedir. Rus burjuvazisi bozulmuş ve çürümüştür. Son iki yıldaki göreli ekonomik istikrar sonucunda oluşturulan göreli kararlılık durumu halen kırılgandır ve uzun sürmeyecektir. İşsizliğin azaltılması işçi sınıfını güçlendirecektir. Gençlik katmanlarını etkileyen lümpenleşme sürecini durduracaktır. Bu bizim açımızdan olumlu bir gelişmedir.
Rejim, kitlelerin geçici ataletine dayanmaktadır. Fakat bu devam edemez. Rusya’da sınıf mücadelesinde yeni bir patlama belli bir aşamada kaçınılmazdır. Ekonomik büyüme işçi sınıfının sorunlarının çözüldüğü anlamına gelmez. Devalüasyonun sonucu olarak enflasyonda bir artış olmuştur. Hükümet yaşam standartlarına saldırmak için, örneğin konut ve vergilere ilişkin yeni yasaları yürürlüğe sokuyor. Bu, işçi sınıfının ekonomik mücadelesinin yeniden canlanmasının yollarını döşüyor.
Putin, piyasa ekonomisini sağlamlaştırmaya çalışan bir burjuva Bonapartisttir. O, bireysel zenginlere (Guzinsky, Berezovsky) karşı harekete geçmiştir, ama sadece Yeltsin dönemindeki azgın yağma ve rüşveti sınırlayarak kapitalizmi güçlendirmek ve aynı zamanda tüm muhalefeti safdışı bırakıp kendi konumunu güçlendirmek için.
Putin, sendikalar yasası (Kzot) ve siyasi partiler yasası aracılığıyla demokratik hakları sınırlamıştır. Medyayı kendi kontrolü altına almış ve iktidarı Yeltsin’den çok daha ileri ölçüde kendi ellerinde toplamıştır. Kararnamelerle yönetmeyi tercih etmesine rağmen henüz o aşamaya ulaşamamıştır. Hâlâ bürokrasi ve burjuvazi içindeki farklı grupların gönlünü almak zorundadır. Daha da önemlisi, işçi sınıfı ile çatışmaya girebilir.
Gerçek bir burjuva Bonapartist rejimi oturtmak için Putin’in ordunun desteğine ihtiyacı var. Ancak bu o kadar kolay değil. Ordunun üst katmanları burjuva yanlısıdır ve burjuvazinin kendisi kadar çürümüş durumdadır. Fakat daha alt kademelere hoşnutsuzluk ve kötü bir örgütlenme hakimdir. Rus ordusu, işçi sınıfının bastırılmasında güvenilir bir araç olamaz. Ciddi bir çatışma, Arnavutluk türünden bir durumla sonuçlanabilir. Fakat Rusya Arnavutluk değildir. Böyle bir durum kolayca işçi sınıfının iktidarı almasıyla sonuçlanabilir. Bu yüzden Putin dikkatli bir şekilde ilerlemek zorundadır.
Ekonomik iyileşmeye rağmen –ki bu uzun sürmeyecektir– Rusya’nın büyük bir kısmında yoksulluk ve sefalet tablosu devam ediyor. Özellikle taşradaki durum budur. Yükselen enflasyon milyonlarca insan için işleri daha kötü hale getirecektir. Şimdi Putin toprağı özelleştirmek için hareket ediyor. Eğer başarılı olursa, devlet mülkiyetindeki konut ve ısıtma sistemine el uzatmak isteyen reformu hızlandıracaktır. Fakat bu kitlesel muhalefeti harekete geçirebilir.

imparator 28-02-2007 12:45

Rusya ve Amerika
Putin güçlü bir Rus gibi görünüyor, ama gerçekte en az Yeltsin kadar –daha fazla değilse– dar görüşlü bir cücedir. Bu dış politikada açıkça görülüyor. Rusya hâlâ bir süper güçtür. Mutlak rakamlarla Almanya’ya yetişmiştir. Ama Ruslar dünya ölçeğinde bağımsız bir güç olarak görünmüyorlar. Uluslararası olaylarda Putin, ekonomik ödünler koparma umuduyla Amerikan emperyalistlerinin gönlünü almaya çalışıyor. Bunu yapmayı başarabilir ya da başaramaz. Fakat er ya da geç Rusya Amerika ile çatışacaktır, çünkü çıkarları birbirine zıttır, özellikle iki tarafın da petrol ve doğal gazı kontrol etmek istediği Orta Asya ve Kafkaslar’da.
Bush ve Putin şimdi “iyi dostlar” olarak görünüyorlar; ama bu Rusya açısından miyopluktur, çünkü pratikte Amerika ve Rusya arasında dünya ölçeğinde keskin bir çıkar ayrılığı söz konusudur. Tüm hoş sözlere rağmen, Amerikalılar Doğu Avrupa ve Asya’da Rusya’nın altını oymakta bir an bile duraksamayacaklardır. Rusya’nın, Taliban’ı devirmek için Amerika’ya yardım etmekte bir çıkarı vardır, ama ABD emperyalizminin Afganistan’a hakim olmasına ya da Orta Asya’da konumunu güçlendirmesine izin vermekte hiçbir çıkarı yoktur. Bu eğilim er ya da geç tersine dönmek zorundadır. Tüm gülümsemelerin ve tokalaşmaların arkasında, Rusya ve Amerika arasındaki dünya ölçekli güçlü çıkar çatışmaları bulunmaktadır ve bunlar yüzeye çıkmak zorundadır. Putin’in uzlaşmacı politikaları gözden düşecektir ve hatta belli bir aşamada görevden düşürülmesine bile neden olabilir.
Çeçenistan’da Rusya görünürde sonu olmayan bir emperyalist savaşı sürdürmeye devam ediyor. Rus ordusunun acınası durumu, Rus kapitalizminin korkunç yozlaşmışlığının ve çürümüşlüğünün bir belirtisidir. Troçki, ordunun her zaman toplumun bir yansıması olduğunu söyler. Sovyet ordusu Hitler’i yenebilmişti ve Avrupa’nın dörtte birini fethetmişti. Şimdi Rus ordusu Çeçenleri bile bastıramıyor.

imparator 28-02-2007 12:45

İstikrarsız bir rejim
Görünürdeki başarılarına rağmen, mevcut rejim oldukça istikrarsızdır. Onun başarıları, iç gücünden değil ciddi bir muhalefetin olmamasından kaynaklanmaktadır. Rus kapitalizminin geleceği güllük gülistanlık değildir. Rus kapitalizmi tekelci kapitalizm olarak başladı ve tekeller daima fiyatları sabitleme eğilimindedir. Fakat bu büyük tekelci gruplar, devletleştirme lehinde bir argümandır. Sermayenin egemenliği halk için katlanılmaz hale gelecektir.
Rus işletmelerinin yaklaşık %40’ı zarar etmiştir (The Economist, 1/12/2001). Bu durum, son yirmi yılda görülen iki en iyi yılın arkasından gerçekleşmiştir. Devalüasyonun etkisi geçtikçe, ithalat tekrar hızla yükseliyor. Petrol ve gaz gibi hammaddeleri bir kenara koyarsak, ihracat hâlâ çok az. Birçok Rus sanayisi, dünya pazarlarında rekabet edecek kapasitede değil. Makineler ortalama 16 yaşında ve eskiyorlar. Yönetim çoğunlukla ilkel ve çürümüş. Milyarlarca dolar çalınmış.
Tayin edici sorun, Rusya’nın dünya ekonomisiyle ilişkisidir. Rus Bürokrasisinin yazgısını belirleyen şey, dünya piyasasının gelişmesiydi. Şimdi Rusya eşi görülmedik ölçüde dünya piyasalarına katılıyor. Fakat bu, bir sonraki çöküşte kötü vurulacağı anlamına geliyor. Bu her şeyi gerisin geri eritme potasına fırlatacaktır. Özellikle dünya piyasalarında petrol fiyatlarının düşmesinin ciddi etkisi olacaktır. Rusya’yı dünya ekonomisine daha sıkı bağlayarak yeni facialar hazırlıyorlar. Kapitalizmin dünya krizinin Rusya üzerinde büyük bir etkisi olacaktır ve bu da her şeyi yeniden sarsacaktır. En sonunda, Rusya’yı bir arada tutacak bir planın zorunlu olduğu net hale gelecektir. Kriz Rusya’yı vurduğu ve bir kez daha kaosa sürüklediği ölçüde, planlı ekonomiye geri dönüş talebi güçlenecektir.
Devalüasyonun ve yüksek petrol fiyatlarının sonucu olarak, ekonominin büyümesinin sınırlarına ulaştığına dair zaten net göstergeler bulunmaktadır. Analizciler, 2000’deki %9 ve 2001’deki 5,1’lik büyümenin 2002’de %3 ilâ 4’e düşeceğini tahmin ediyorlar. Bu kısmen, yüksek enflasyonun –geçen yıl %18,6–rublenin değerini yükseltmesinden kaynaklanıyor. 1998 devalüasyonunun etkileri şimdi yavaş yavaş azalıyor. 2002 baharında Rus sanayisi, paranın çökmesinden elde ettiği maliyet avantajının yaklaşık dörtte üçünü çoktan kaybetmiştir. Öte yandan, sermaye yatırımı –kapitalist ekonominin gerçek can damarları– inatla düşük kalmaktadır. Geçen ayların rakamları, yatırımın keskin biçimde zayıfladığını göstermiştir; 2001 Aralığındaki yıllık %10,5’luk büyümeden, 2002 Ocağında %7 ve Şubatında %4’e. Rus kapitalizminin Aşil topuğu burasıdır. Diğer yandan enflasyon yükselmektedir. Ekonomik mücadelenin yükselmesi için koşullar olgunlaşmaya başlıyor.
Şu an kitleler politikaya karşı ilgisiz ve aldırmaz görünüyor. Bu hiç de şaşırtıcı değil. Onyıllarca devam eden Stalinist totalitarizm, işçi sınıfının bilincini geriletmiştir. Şimdi işçiler başka bir alternatif görmüyorlar. Gençlik, kafası karışık ve yabancılaşmış durumda. Stalinizmin mirasının korkunç psikolojik etkisi var, özellikle de daha genç nesiller üzerinde. RFKP kapitalizm yanlısı politikalar izliyor. Tüm cephelerde teslim oldu. Aynı şey FNPR için de geçerli. Bu yüzden ortada gerçek bir muhalefet yoktur. Bu böyle devam etmeyecektir. Kapitalizmin ürettiği dayanılmaz çelişkiler işçi sınıfını tekrar tekrar mücadeleye zorlayacaktır. On yıl önce işçiler arasında bile kapitalizm hakkında yanılsamalar vardı. Artık yok. İşçiler, kendi deneyimleri sonucunda, özelleştirmenin hırsızlık olduğunu ve sözde pazar ekonomisi temelinde hiçbir çıkışın mümkün olmadığını anladılar. Eninde sonunda, işçi sınıfı devrimci sonuçlar çıkarmaya başlayacaktır. Sınıf mücadelesi esnasında, genç nesil, Rus işçi sınıfının gerçek geleneklerini –1905 ve 1917’nin geleneklerini, sovyetleri, Bolşevizmi– yeniden keşfedecektir.
Öznel faktörün zayıflığından dolayı bu zaman alacaktır. Çelişkilerin çabucak çözülmesi mümkün değildir. Mücadele yıllarca gelgitlerle devam edecektir. Fakat potansiyel olarak patlamaya hazır bir durum söz konusudur. Rusya’daki ani ve keskin değişimlere de hazır olmalıyız. Asıl problem Rus işçi sınıfının hazırlık ve perspektif eksikliğidir. Fakat bu hızla değişebilir. Tıkanıklık bir kez aşıldığında, işler hızla ilerleyebilir. Önümüzdeki on yıl içinde, dünyayı dönüştürecek yeni bir Rus Ekimiyle karşılaşabiliriz.
Rus işçi sınıfı, Batıdaki proletaryaya göre farklı bir tarihe ve geleneğe sahiptir. Onun bilincini, Ekim Devrimi deneyimi ve devletleştirilmiş planlı ekonomi şekillendirmiştir. Bu yüzden, özelleştirmenin hırsızlık, üretim araçlarının devletleştirilmesinin ise doğal bir alternatif olduğunu düşünmektedir.

imparator 28-02-2007 12:46

Temel şey öznel faktörü inşa etmektir. Şu anda Marksizmin güçleri zayıf. Fakat imkânlar mevcut. Tüm Stalinist partiler krizde. Troçkizmin fikirleri, KP’lerin tabanında ve gençlik içinde artan bir ilgi uyandırıyor. Gazetemiz, aktivistler arasında iyi tanınıyor. Web sitemiz büyük bir başarı elde etti. Bunlar, üzerine yaslanabileceğimiz önemli kazanımlardır.
Lenin’in söylediği gibi, Marksistlerin görevi “sabırla açıklamaktır”. Bizler sabırla gerçek Marksizm-Leninizmin (Troçkizmin) teorilerini, politikalarını ve programını açıklamalıyız. İşçilerin ve Komünist hareketin ileri muhafızını gerçek Marksizmin programına kazanmalıyız. Tüm Komünist Partilerde, Stalinist önderliğe ilişkin bir hoşnutsuzluk var ve en iyi unsurlar alternatif arayışı içindeler. Troçkizmin fikirlerine artan bir ilgi söz konusu.
Doğu Avrupa
Doğu Avrupa –ya da en azından onun en gelişmiş kısmı olan Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti– kapitalizme Rusya’dan daha hızlı ilerledi. Doğu Almanya’nın durumu özeldi, çünkü burada karşı-devrim onun Batı Almanya tarafından yutulmasıyla gerçekleşti. Aslında, diğerleri de Almanya’nın uyduları haline geldiler. Daha önce var olan sekiz ülkeden, en az 27 ülke doğdu (Montenegro Yugoslavya’dan koparsa 28; Kosova ve Çeçenistan da eklenirse 29 ve 30).
Emperyalistler, Doğu Avrupa üzerindeki kontrollerini kolaylaştırmak için bu eğilimi teşvik ettiler. Alman emperyalizmi Doğu Avrupa’nın Balkanlaştırılmasına ön ayak oldu. Çekoslovakya’nın bölünmesi gerici bir eylemdi ve ne Çeklere ne de Slovaklara yaradı. Halka danışılmadı. Bu manevra Alman emperyalizminin yararınaydı ve Klaus da onun ajanıydı. Bu politikanın en kötü sonuçları, savaşlara ve görülmedik bir kargaşaya yol açan Yugoslavya’nın parçalanmasıydı.
“Pazar ekonomisi” deneyiminin kitlelerin psikolojisi üzerinde etkisi olmuştur. Doğu Polonya gibi bölgelerde işsizlik çoktan %20’nin üzerine çıkmıştır ve ekonomi yavaşlamaktadır. Eşitsizlik muazzam boyutlardadır ve giderek artmaktadır. AB’ye girmek –eğer olursa– hiçbir şeyi çözmeyecektir. Nüfusun en az beşte biri, yaşamının bir kısmını topraktan kazanmaktadır. AB, Polonyalı çiftçilere, geçiş döneminde Batılı çiftçilere verilen sübvansiyon miktarının sadece %25’ini vermeyi öneriyor. Bu, iyi sübvanse edilmiş Batı ithal malları yüzünden Polonya tarımının büyük kısmının yok olacağı anlamına gelir. Daha da beteri, süt ve diğer kalemlerin üretimine koyulan AB kotaları, Polonya çiftçisinin yaşamını daha da zorlaştıracaktır.

imparator 28-02-2007 12:46

Halkta bir mayalanma var. Birçok insan, geriye, “Komünist” döneme, nostaljiyle bakıyor artık. Polonya’daki son seçimde, Dayanışma ve diğer burjuva partiler gerçekte yok olup giderken, eski “Komünist” Parti bütün oyları silip süpürdü. Bu, piyasaya ve onun tüm işleyişine güven olmadığına dair belirleyici bir oylamaydı. Fakat kitlelerin hoşnutsuzluğu, onu emin kanallara akıtan eski Stalinistler tarafından bloke edildi. Eski “Komünist” Partinin önderleri, kapitalizme tümüyle teslim olmuşlardır. Sadece Polonya’da da değil. İktidara geldikleri her yerde tam da burjuva partiler gibi davranıyorlar.
“Komünistler” bu yüzden hiçbir çözüm sunmuyorlar. Geçmişte Stalinistlerin karşı-devrimci rollerinden bahsediyorduk, ama bununla karşılaştırıldığında o hiçbir şeydi. Ekonominin yeniden devletleştirilmesini reddederek kitlelerin hayal kırıklığını provoke edecekler ve halk kesimlerini karşı-devrimci güçlerin kollarına itecekler. 1998’de Macaristan’da Sosyalist Partinin yenilgisi, onun piyasa yanlısı kemer sıkma politikalarına karşı yükselen öfke dalgasından kaynaklanmıştı. Sonuç, Viktor Orban’ın sağcı hükümeti oldu. Onlar bu şekilde, gelecekteki açık gericiliğin yolunu döşüyorlar.
Bununla birlikte, sağcı burjuva partilerin zaferi, sadece geçici bir aşamadır. Kapitalizmin tüm bu ülkelerdeki aşırı zayıflığı, bir sonraki dünya kriziyle acımasızca açığa çıkacak ve tüm Doğu Avrupa’da sınıf mücadelesinde genel bir yükselişin yolunu hazırlayacaktır. Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelere nazaran, Romanya, Bulgaristan ve Sırbistan gibi ülkelerde, kapitalizmin kökleri daha yüzeysel, burjuvazi ise çok daha ahlâksız, çürümüş ve canidir. İşte bu yüzden kriz daha derin ve rejimler daha istikrarsızdır.
Bulgaristan’da, kitlelerin umutsuzluğu ve BSP’nin eski Stalinistlerinin bir alternatif oluşturmayışları, eski Kral Simeon’un zaferine yol açtı. Fakat bu geçici bir sapmadır. Yaşam standartları düşerken ve yozlaşma yaygınlaşırken, işsizlik resmi olarak %18’e dayanmıştır. Kral hakkındaki yanılsama uzun süre devam etmeyecektir. Bunlar, artan umutsuzluğu ve krizden çıkış arayışını yansıtıyor. Ama Simeon çıplak bir kraldır. Yanılsamalar hızla hayal kırıklığına dönüşecektir, ve ardından da öfkeye. Bulgaristan’ı ve komşularını çalkantılı bir gelecek bekliyor. Derin bir ekonomik çöküş, zincirleme bir kriz reaksiyonunu başlatacak ve bu da birbiri ardına pek çok ülkede devrimci gelişmeleri gündeme getirecektir.

imparator 28-02-2007 12:46

Balkanlar
Yugoslavya’nın parçalanmasından bu yana, Balkanlarda bir gün dahi istikrar olmadı. Kriz kara bir dalga gibi ülkeden ülkeye taşınıyor. Her devletin kaderi sıkıca diğer devletlere bağlanmış durumda. Bunların tümü zayıf ve kırılgandır ve birçoğu yaşayamaz haldedir.
Yugoslavya’nın bölünmesi, zerrece ilerici özü olmayan bir cinai eylemdi. Bunu “kendi kaderini tayin” temelinde korkunç bir şekilde destekleyen dejenere sözde Troçkist sektlerin aksine, bu görüşümüzü o zaman da açıklamıştık. Aslında, emperyalistler kendi güçleri ve nüfuzları ölçüsünde vahşice müdahale ederken, bölgenin daha derinden Balkanlaştırılmasıyla, insanların kendi yaşamları ve kaderleri üzerindeki kontrolü artmayıp azalmıştır. Euronun (öncesinde Deutche markın) fiilen ortak para birimi olması, “kendi kaderini tayin” ve “bağımsızlık” görünümü ardına gizlenen gerçek durumun bir göstergesidir.
Berişa’nın düşmesinin ardından Arnavutluk’ta devrimin başarılamaması, Kosova’da feci bir sefalete ve sonunda da savaşa yol açtı. Orada da hiçbir şey çözülmedi. Emperyalistlerin tüm sözleri boş çıktı. Yüksek büyüme oranı (%7) aldatıcıdır, çünkü çok zayıf bir temelden başlamaktadır. Altyapı harap oluyor, özellikle yollar ve elektrik donanımı. Günde 18 saate varan elektrik kesintileri söz konusu ve bu su kaynaklarını da etkiliyor. Rejim tam anlamıyla çürümüştür ve ülke yasadışı göçmenlerin, uyuşturucu ve silah kaçakçılarının ve fahişelerin sığınağı haline gelmiştir. “Sosyalist” hükümet, ülkenin bir kez daha yabancı ellere teslim edilmesi anlamına gelen özelleştirmeleri gerçekleştiriyor. Fakat parti içinde, onu bölebilecek bir hoşnutsuzluk var.
Emperyalizmin müdahalesi bölgedeki istikrarsızlığı büyük oranda artırdı ve gelecekteki yeni ve daha kanlı savaşların ve çatışmaların tohumlarını ekti. Kosova savaşı hiçbir şeyi çözmedi, sadece tüm çelişkileri şiddetlendirdi. Kosova’dan sonra sıra, patlamaya hazır durumda bekleyen Makedonya’da. Sadece yabancı birliklerin varlığı patlamayı engelliyor. Silahların NATO güçleri tarafından toplanmasının, tahmin edildiği gibi, anlamsız bir uygulama olduğu ispatlandı. Asiler silahlarının çoğunu gömdüler veya sakladılar ve onları kullanacak uygun anı bekliyorlar.
İki taraftaki şoven ve faşist unsurların provokasyonu, NATO’nun Trajanovski hükümetini destekleme girişimlerinin hızla altını oyuyor. Er ya da geç, kolayca yayılabilecek ve beklenmedik sonuçlar doğurabilecek yeni bir çatışma ateşlenecektir. Körlük içindeki Amerikan emperyalistleri yalnızca Afganistan’ı karıştırmakla kalmayıp, Irak’a saldırmaya hazırlanıyorlar! Gözlerini başka yere dikerlerken Balkanlar’da kötü bir sürprizle karşılaşabilirler.
Balkanlar’daki ulusal sorunun kapitalist temelde bir çözümü olamaz. Yayılmacı savaş ve etnik temizlik çılgınlığını durdurmanın tek yolu, savaşı sosyalist devrime çevirmekten geçiyor. En azından son dönemdeki –Arnavutluk ve Sırbistan’daki– olaylarda bu mümkündü. Kosova savaşının sonlanmasının ardından, Sırbistan’daki kitlelerin devrimci potansiyelini gördük. Fakat öznel faktörün eksikliği yüzünden, kitlelerin o dönemdeki çabaları, burjuva yanlısı unsurların iktidara gelmesiyle sonuçlandı. Ama bu insanlar şimdi bir sınavdan geçiyorlar. Kitlelerin bir sonraki saldırısı onlara yönelecektir. İşçi sınıfı iktidarı kendi ellerine almalı ve kendilerini köleleştiren çürümüş ve gerici oligarşileri mülksüzleştirmelidir. Balkanlar’ın Sosyalist Federasyonu temelinde işçi sınıfı, kardeşçe bir tarzda, işçi demokrasisi ve tüm milliyetler için mümkün olan en geniş otonomi çerçevesinde, sorunları kolayca halledebilir.

imparator 28-02-2007 12:46

Çin
Çin, kapitalizm yolunda ilerlerken, üretici güçleri geliştirmede Rusya’dan daha başarılı olmuştur, fakat bürokrasi devleti sıkıca kontrol etmeye devam etmiştir. Çin önderliği, Rusya ve Doğu Avrupa’nın kaderinden korkuya kapıldı ve aynı yoldan gitmemeye karar verdi. Her ne kadar Çinli bürokratlar kapitalizm yönünde ilerlemiş olsalar da, rejimin karakteri belirleyici bir şekilde çözülmemiştir. Devletleştirilmiş planlı ekonominin önemli unsurları, yükselen kapitalist sektörle güçlükle bir arada duruyor. Ekonominin büyük kısmı artık özel mülkiyette olmasına rağmen, hâlâ devlet sektörlerine bağlı geniş bir bürokrasi kesimi mevcut (Vietnam’da kapitalist restorasyon süreci henüz embriyonik durumdadır).
Eğer dünya ölçeğindeki gidişat uzun süreli bir ekonomik büyümeyi sürdürme doğrultusunda olsaydı, o takdirde, belli bir aşamada, kapitalizm nihayetinde zafer kazanırdı. Fakat bu hiç de kesin değildir. İstikrarlı bir rejimi sürdürmek için Çin, yılda en az %8’lik bir büyüme oranını yakalamalıdır. Dünya ölçeğindeki yavaşlamayla, bunu sürdürmenin olanaksız olduğu anlaşılacaktır. Bu durum büyük ölçekli sosyal çatışmaların gerçekleşme olasılığını artırmaktadır ve bu da er ya da geç bürokrasi içinde bölünmeler yaratmak zorundadır. Bazı kesimler çoktan başarılı bir şekilde kapitaliste, yani üretim aracı sahibine dönüştüler. Fakat güçleri ve ayrıcalıkları hâlâ devlet sektöründeki konumlarına dayanan geniş bir katman da var. Bu yüzden, Çin bürokrasisinin piyasa yöntemlerini uygulamada çok daha başarılı olması gerçeğine rağmen, devlet aygıtı içinde yaşanacak büyük bir çatışma potansiyeli Rusya’dan çok daha büyüktür.
Kapitalizm (“piyasa sosyalizmi”) yönünde “kontrollü” bir hareket politikası, bir süre için iyi sonuçlar elde etti. Çin’in büyüme oranları, dünyadaki en yüksek oranlar arasındaydı. Aslında Çin, Batılı yatırımcıların gerçekte Rusya için tasavvur ettiği konumdaydı. Fakat şimdi dünya krizi perspektifi, Çin’in geleceğine büyük bir soru işareti konduruyor. Mao’nun otarşi politikasının terk edilmesi ve Çin’in dünya ekonomisine entegrasyonu, yalnızca yeni ve çözülmez çelişkiler yaratmıştır. Çin, dünya pazarına geçmiştekiyle ilgisi olmayan bir biçimde bağlanmıştır. Çin’in kaderi dünya ekonomisinin kaprislerine bağlıdır.
Mevcut krize, hem Amerika’da hem de Asya’da –Çin’in ana pazarları– büyük bir talep daralması eşlik ediyor. Ve iç piyasa, Çin sanayisinin ürettiği muazzam miktardaki malları emecek yeterlilikte değil. Bu yüzden Çin ekonomisinin büyük başarıları, ciddi bir krizi hazırlıyor.
Eğer kapitalizmin pekişmesi yönünde hareket etmeyi sürdürmek isterse, Pekin hükümeti devletin sahip olduğu fabrikaların büyük kısmını kapatmak zorunda kalacaktır. Fakat bu, Çinli işçilerin ve köylülerin devrimci geleneklerinin farkında olan bürokrasiyi dehşete düşüren bir sosyal patlama riski üretecektir. Bu yüzden bürokrasi çok dikkatli davranıyor.
Çin, Stalinist rejimin en kötü özellikleriyle Asya kapitalizminin en kötü özelliklerini bir araya getirmiştir. Ekonomi hızla büyümesine rağmen, bu muazzam boyutlarda bir sosyal ve ekonomik facia yaratmıştır. En az 120 milyon kentli işsiz bulunmaktadır ve bir o kadarı da kırsaldadır. Şehirler, böyle devasa sayıları, 1905 devrimi arifesinde Çarlık Rusya’sında var olan türden patlamalı koşulları yaratmaksızın ememez.
Bürokrasi iyi bir ekonomik büyüme sağladığı ve böylece gelecekte daha iyi yaşam koşulları vadettiği sürece, kitleler onun egemenliğine katlanmaya hazırdırlar. Fakat çürümenin ve eşitsizliğin giderek büyümesi ve ayrıcalıklı memur kastının iktidarı kötü kullanmasıyla birlikte, hoşnutsuzluk da artıyor. Halihazırda pek çok işçi grevi ve köylü karışıklığı yaşanmıştır. Falun Gong mezhebine uygulanan zulüm, kendisini ekonomik bunalımın kaçınılmaz toplumsal sonuçlarına hazırlayan egemen elitin huzursuzluğunun bir belirtisidir. Böyle bir durumda zararsız mezhepler bile kolayca kontrolden çıkabilir. Bu yüzden bürokrasi zorla kendi kontrolünü kurmak istiyor. Bu garip mezhebe yönelik saldırılar, ancak aşırı asabiyetin bir göstergesi olarak açıklanabilir. Sosyal patlama ihtimalinden dehşete kapılan bürokrasi, kendi kontrolü altında olmayan hiçbir hareketin varlığına tahammül edemiyor.
Çin işçi sınıfı dünyanın en büyük işçi sınıfıdır. Marksistler Çin’deki olayları dikkatle izlemeli ve devrimci sonuçlar çıkaran unsurlarla bağ kurmak için çaba harcamalıdırlar. Fikirlerimize ve web sitemize artan bir ilgi var. Kitaplarımızı Çinceye çevirmeyi planlıyoruz. Gelecek dönemde Çin yakıcı bir önem taşıyacak.

imparator 28-02-2007 12:46

Bölüm 4
Devrimin Moleküler Süreci
Stalinizmin çöküşü tarihin sonu değildi, sadece dünya kapitalizminin genel kriziyle sonuçlanmak zorunda olan bir dramın ilk perdesiydi. Berlin Duvarı’nın yıkılışının ardından büyüyen taşkınlık balonunun patlaması uzun sürmedi. On yıl sonra, burjuvazi kendini dünya çapında bir çıkmazın içinde buldu. Burjuvazinin planları bütün cephelerde birbiri ardına bozuluyor. Geçmişteki taşkınlık, yerini genel anlamda bir endişe ve belirsizlik duygusuna bırakmıştır. Geçmişe bakıldığında, Stalinizmin çöküşünün, yalnızca daha büyük bir dramın, yani dünya kapitalizminin genel krizinin başlangıcı olduğu görülecektir.
1945’ten beri dünya durumunu karakterize eden uzun göreli istikrar dönemi kesinlikle sona ermiştir. Geçmişe baktığımızda, bu istikrar döneminin, büyük bir olasılıkla bir daha asla tekrarlanmayacak bir tarihsel istisna olduğu görülür. 1920’li ve 1930’lu yıllara oldukça benzeyen yeni ve çalkantılı bir dönem açılmaktadır: uluslararası ölçekte bir savaşlar, ekonomik çöküşler, devrimler ve karşı-devrimler dönemi.
Boom dönemi beklediğimizden daha uzun sürdü, fakat daha önce tahmin ettiğimiz gibi bir çöküşle noktalandı. Şimdi dünya çapındaki sonuçlarla yüzleşmek zorunda kalacaklar. Yükselişi yaratan bütün faktörler şimdi düşüşü artıracak. Her şey karşıtına dönüşecek. Darbeler birbirini izleyecek. Bush’un 12 Eylülde çok doğru bir şekilde tespit ettiği gibi, dünya asla eskisi gibi olmayacak.
Durumun temel özelliği her seviyede büyüyen bir istikrarsızlıktır. Genel istikrarsızlık, en son yapılan ABD Başkanlık seçimlerinin sonuçlarının da gösterdiği gibi, kamuoyunda giderek artan bir istikrarsızlıkta ifade bulmaktadır. Uzun dönemli bir boom’dan sonra, demokrat adayın seçimi kolaylıkla kazanması gerekirdi, fakat yenilgiye uğradı (daha sonra sayılarla göstereceğimiz gibi seçimlere hile karışmış olsa da). Bu da dünyanın en zengin ülkesinde, içten içe güçlü bir hoşnutsuzluğun varolduğunu göstermektedir.
Doğru, süreç henüz başlangıç aşamasındadır. Sanayileşmiş kapitalist ülkelerin çoğunda, işçi sınıfının ağır taburları henüz harekete geçmemiştir. Bunun, işçi hareketi içinde ve toplumda önemli bir etkisi olmuştur. Bununla birlikte, değişimin artık başladığına ilişkin göstergeler bulunmaktadır. Yunanistan’daki genel grevin ardından, İtalya ve İspanya’da muhteşem genel grevler ve kitlesel gösteriler gördük. Bu Avrupa’da durumun değişmeye başladığını göstermektedir. Öğretmenlerin, tren makinistlerinin, gümrük memurlarının, gardiyanların ve hatta jandarmaların grev tehditleri savurduğu Fransa’da, işçi sınıfı içinde bir mayalanma söz konusudur. Daha da önemlisi, Fransa, Yunanistan, Britanya ve Almanya’da, grev hareketi “Sosyalist” hükümetler altında gelişmiştir. Kendi çıkarlarına olan politikaları uygulamaları için iktidara getirdikleri hükümetlerin başarısızlıklarından dolayı, işçilerin sabırsızlığı artıyor ve aşağıdan harekete geçmeye başlıyorlar.

imparator 28-02-2007 12:46

Britanya’da kamu sektöründe büyük grevler yaşandı ve sendikalarda keskin bir sola dönüş söz konusu. Büyük sendikaların her birinde sağcı genel sekreterlerin yenilmesi ve sol adayların seçilmesi de bunun bir göstergesi. Almanya’da, güçlü metal işçileri sendikası IG Metal ile Schroeder hükümeti arasında bir çatışma yaşandı. Alttan gelen basıncın arttığı aşikârdır. Boom yıllarının, dolgun kârların ve dolu sipariş defterlerinin ardından, işçiler de kendi paylarını isteyeceklerdir. Bu tür grevlerin patlak vermesi, normalde bir çöküşün hemen öncesinde gerçekleşir. Bu, bilinçteki bir gecikmeyi yansıtıyor. İşçiler yeni koşullara yavaş yavaş uyum sağlarlar. Fakat artık, krizin yükünü onlara ödettirme yönündeki her girişim, şiddetli bir dirençle karşılaşacaktır.
Proleter hareketteki gecikme, denklemin belirleyici unsuru olmuştur. Yenilgiler dışında hiçbir şeyin yaşanmadığı uzunca bir dönemin ardından, işçi sınıfının aktif katmanının başı eğikti. Fakat bu durum değişecektir. Elbette ki, bu değişim henüz başlangıç aşamasındadır. Ama bir kez sınıf mücadelesinin sert rüzgârları esmeye başladığında, işçi sınıfının psikolojisi de değişecektir. Yeni katmanlar mücadeleye katılıyor, özellikle de çoğunluğunu genç işçilerin oluşturduğu ezilmiş bir katman olan çağrı merkezlerindeki işçiler gibi. Bu taze genç katmanlar militanlaşacak ve devrimci düşüncelere açılacaktır. Marksistler onlarla bağ kurmak için adım atmalı ve en iyilerini devrimci eğilime kazanmalıdırlar.
Birçok yönden durum, 1968 Mayısı arifesini andırmaktadır. Fransa’da işçi sınıfı tümüyle cansız ya da Ernest Mandel’in sözleriyle “burjuvalaşmış ve Amerikanlaşmış” görünüyordu. Fakat yüzeyin altında fokurdayan bir hoşnutsuzluk vardı. Patronlar, her türlü iş hızlandırma, üretimi artırma vb. çabasının yanı sıra, işçiler üzerine ağır bir basınç bindirmekteydi. İlk başlarda öğrenci gösterileriyle başlayan hareket, hiçbir uyarı yapmaksızın, tarihin en büyük devrimci genel grevi biçiminde patlak verdi. Bu, hiç beklenmedik bir zamanda, uzun süren bir ekonomik boom döneminin ardından meydana geldi.
Şimdi yaşanan ani ve keskin değişimlerin –11 Eylül gibi– nedeni de bu durumdur. Ekonomik, politik ve askeri durum, aşırı istikrarsızlıkla karakterize olmaktadır. Belli bir aşamada bu, kendini bilinçteki ani değişimlerde göstermek zorundadır. Bir kez harekete geçtiğinde, genç işçilerin yeni kuşağı eski kuşaktan daha militan olacaktır. Marksistler için öncelikli görev bu genç katmana ulaşmaktır. Bizler bu görev için hem politik hem de örgütsel olarak hazırlanmak zorundayız. Halinden memnun olmaya ve rutinizme hiç yer yok. En büyük tehlike, geriye bakmak ve koşulların tümüyle değiştiği geçmişte takılıp kalmaktır. Bütün ülkelerde, sınıflar arasında derin bir uçurum açılacaktır. Fakat tam da bu dönemde, işçi ve sendika liderleri sağa doğru kaymış durumdadır.
Durumun çelişkili doğası, iki dönem arasında bir geçiş aşamasının yaşanmasının ifadesidir. Ana sorun, öznel faktörün zayıflığı ve işçi liderlerinin her yerdeki korkunç yozlaşmışlığıdır. Troçki, insanlığın krizinin proletaryanın önderlik krizine indirgenebileceğine işaret etmişti. Bugün bu tesbit geçmişte olduğundan çok daha doğrudur.

imparator 28-02-2007 12:47

Son dönem, ileri kapitalist ülkelerde hafif bir tepkiyle karakterize olmaktaydı. Artık bu da sınırlarına ulaşmıştır. Burjuvaların ve reformistlerin bütün planları küle dönüşecektir. Hatta bu dönemde bile sınıf mücadelesinde patlamalara tanık olduk, tıpkı Aralık ve Kasım 1995’de Fransa’da gerçekleşen kitlesel grevler gibi. Üstelik bunlar gelecekte yaşanacak olanlarla kıyaslandığında sönük kalacaktır. Görülmesi gereken temel şey, dünya ölçeğinde kapitalizmin tamamen çıkmazda olduğudur. Her şeyden önce, ani dönüşlerin ve değişimlerin kaçınılmaz olduğu kavranmalıdır. 11 Eylül gibi olayların temelinde yatan şey bu durumdur. Olaylar, olaylar, olaylar, işçi sınıfının bakış tarzını değiştirmek için zorunludur.
Sosyal Demokrasinin ve Stalinizmin yozlaşması
Son yirmi yıl, özellikle de son on yıl, tüm sosyalist ve komünist partilerin nihai yozlaşmasına damgasını basmıştır. Bu partiler, sosyalizmi ve devrimi savunuyormuş numaralarından vazgeçmişlerdir. Troçki’nin öngördüğü gibi, sendika liderleri burjuva devlete giderek daha fazla yamanmıştır. Şimdi bütün bu hayaller havada dağılmaktadır. Kapitalistler 1945’ten bu yana dünya çapındaki en derin krizle yüz yüzeler. İşin sırrı dünya ekonomisinde ve bizzat dünya ticaretinde yatmaktadır. Dünya ekonomisinin entegrasyonu (küreselleşme) üretici güçleri görülmemiş derece geliştirdi. Fakat, öngördüğümüz gibi, belli bir noktada bu gelişme kapitalizmin temel çelişkileriyle karşılaşmıştır. Küreselleşme kendini kapitalizmin küresel krizi olarak ifade etmektedir.
Dünya ölçekli bir ekonomik çöküş, kuşkusuz her şeyi altüst edecektir. Fakat Marksistler için, çöküş her derde deva bir ilaç değildir. Defalarca açıkladığımız gibi boom’un devam etmesi, olumsuz olmak bir yana, sanayi cephesinde militan bir patlamanın temelini döşer. Tüm durum, aşırı bir istikrarsızlıkla karakterize olmaktadır.
Özellikle bu dönemde, Sosyal Demokratların ve Stalinistlerin iliklerine kadar yozlaşmaları diyalektik bir çelişkidir. Boom devam ettiği sürece Blair gibi unsurlar, varlıklarını sürdürebilirlerdi. Fakat kriz koşullarında ne mal oldukları ortaya çıkacaktır. Reformizm ancak reformlar yaptığı sürece kitlelere çekici gelir. Fakat reformsuz ya da karşı-reformlar içeren bir reformizm, herkese saçma gelir.
Kapitalizm geçmişte yaptığı gibi geniş çaplı ödünler veremez artık. Burjuvazi, Sosyal Demokrat liderleri yaşam standartlarında ve kamu harcamalarında kesinti yapmaları konusunda sıkıştırmaktadır. Fakat işçi sınıfı daha fazla reform için bastıracaktır. Bu çelişki, krizin belli bir aşamasında kendisini ifade etmek ve kitle örgütlerini bölmek zorundadır. Kapitalizmin krizi bu yüzden reformizmin de krizidir.
Geçtiğimiz dönemde, ileri kapitalist ülkelerin işçi sınıfında belirli bir yumuşaklık söz konusuydu. Geçmişin derslerini unutmuşlardı. Fakat şimdi kapitalizm, en klasik modeline, açık sınıf baskısına geri dönüyor. Devletin küçültülmesi, özelleştirmeler ve kamu harcamalarına sürekli saldırılar bunun bir ifadesidir. Acı reçeteler sınıfların arasını açacaktır. İşçi sınıfının ruh hali sertleşecektir. Kitle örgütlerinde solun büyümesinin ve Marksizmin toparlanmasının nesnel temeli budur.

imparator 28-02-2007 12:47

Sol Reformizm
İşçi sınıfı bütün bir dönem boyunca belirleyici bir tarzda harekete geçmemiştir. Asıl sorun budur. Bu, işçi hareketi önderliğindeki burjuva yanlısı unsurların ve sağ kanadın görünürdeki zaferini açıklamaktadır. Fakat bu açıklama tek başına yeterli değildir. Sol reformistler sağ kanat karşısında herhangi bir alternatif oluşturmaktan aciz olduklarını gösterdiler. Onlar tümüyle omurgasızdırlar. Bu, mutlak anlamda herhangi bir perspektiften yoksun oluşlarının bir yansımasıdır. İşçi sınıfı içinde hiçbir vizyonları ve gelecekleri yoktur, bu yüzden de sürekli sağ kanada teslim oluyorlar.
Geçmişte Stalinistlerin kuyruğundaydılar. Stalinizmin çöküşünden sonra denizde tek başlarına kaldılar. Çoğu politikayı bıraktı, kalanlar ise bir kariyer edinmek için sağa teslim oldular. Bu yüzden işçi sınıfının, işçi hareketi içinde referans alabileceği hiçbir nokta yoktur. Sağa karşı çok az ya da hiçbir muhalefetin olmayışının ve politikayı bırakmayanların sağa kayışlarının nedeni çok büyük oranda budur.
Fakat bu, sol reformizmin yok olduğu anlamına gelmez. Tersine, gelecek dönemde muhalefet yükseldikçe kaçınılmaz olarak eski gücüne kavuşacaktır. Gelecek dönemde, kitle örgütlerinde kitlesel sol reformist ya da hatta merkezci akımların ortaya çıkmasına tanık olacağız. Eğer sola doğru hareket eden işçileri ve gençliği kazanmak istiyorsak, bu olgu karşısında tutumumuz belirleyici bir önem taşıyacaktır. Bizler, solculara karşı hem dostça bir tutum takınmalı hem de onların politik ve örgütsel kusurlarını acımasızca eleştirmeliyiz.
Reformistler –hem sağ hem de özellikle sol reformistler– durumu kavrayamıyorlar. Geçmişte yaşıyorlar. Bu krizin İkinci Dünya Savaşından bu yana gördüğümüz göreli küçük krizlerden farklı olduğunu anlamıyorlar. Burjuvazi aynı anda savaş ve ekonomik çöküşle karşı karşıyadır. Hükümetler bütçelerini dengeleyebilmek için kamu harcamalarında büyük kesintiler yapmaya girişecekler. Buna rağmen, her türden reformistler, kapitalizm altında işçi sınıfının sorunlarını çözmenin mümkün olduğunu hayal ediyorlar. Fakat kapitalizmin krizi onların ayaklarını yerden kesiyor. Sınıf mücadelesinde bir patlamanın yaşanacağı koşullar hazırlanıyor.
Sol reformistler Marksistlerden korkarlar, çünkü fikirlerimizin onların görüşleri için ifade ettiği tehlikeyi çok iyi bilirler. Bizleri rakip olarak görürler; aslında öyleyiz. Son tahlilde, bize yakın olduklarından daha fazla sağ reformistlere yakındırlar. Ayrıca bir sersem net düşünceli insanlardan daima nefret eder. Sonuçta sorunları, Marksizm ve sol reformizm arasında işçi örgütlerinin kontrolü için verilecek mücadele çözecektir.

imparator 28-02-2007 12:47

Gençlik içindeki mayalanma
Günümüzde taktiklerin önemi normal dönemlere kıyasla çok daha önemli hale gelmiştir. Doğası gereği taktikler esnek olmalıdır. Verili bir durumda eğilimin taktiksel yönelimi, genel görüşlerce değil somut koşullar ve olanaklarca belirlenebilir ancak. Üçüncü Dünyada koşullar çok sayıda genci doğrudan Marksizme kazanmak için olgunlaşmıştır. Pek çok ülkede devrimci ya da ön-devrimci bir mayalanma söz konusudur. Hiçbir yerde istikrar yoktur. Artık ileri kapitalist ülkelerdeki gençliğin durumu da değişmektedir. Temel istikrarsızlık, IMF ve diğer kuruluşların her toplantısına eşlik eden “anti-kapitalist” gösteri dalgasında yansımasını buluyor.
Son iki yılda, küreselleşme karşıtı gösterilere en az bir milyon insan katıldı. Bu bize, ekonomik çöküş öncesinde bile gençlik arasında bir mayalanmanın olduğunu gösteriyor. Bu aşamada, öncelikle küçük-burjuva gençlik etkindir. Fakat hareketin başlangıcında durum daima budur. Öğrenciler ve benzeri katmanlar, toplumda artan çelişkilerin hassas barometreleridir. Mevcut gösteriler fırtınayı haber veren şimşeklerdir. Hakim olan ruh hali son derece istikrarsızdır. Hatta resesyon başlamadan ve 11 Eylülden önce bile, sözde küreselleşme karşıtı hareket bunu açığa vuruyordu. Kafası karışık fikirlerine ve heterojen bileşimine rağmen bu hareket özünde anti-kapitalist bir hareketti.
Seattle, Nice, Cenova ve Brüksel’de önemli oranda sendikalı ve sendikasız işçi bulunmasına rağmen, katılanların çoğunun öğrenci olduğu gerçektir. Öğrencilerin ve aydınların, geçmişte Mandelciler benzeri küçük-burjuva sektlerin tasavvur ettiği gibi, sınıf mücadelesinde genelde bağımsız bir rol oynayamayacaklarını söylemeye gerek bile yoktur. Bu katmanlar toplumun ruh halinin son derece hassas barometreleridir ve toplumun derinlerinde oluşan katlanılmaz çelişkileri ve gerilimleri çok erkenden haber verebilir.
Günümüz üniversite öğrencileri, örneğin 1968’dekilere oranla toplumsal gerçeklikle daha yakın ilişki halindedirler. Bunun nedeni, kısmen, öğrencilerin büyük bir yüzdesinin işçi ailelerinden gelmeleridir, fakat bu orta sınıfların alt tabakalarının genel yoksulluğunu ve beyaz yakalı işçileri sanayi işçilerine yaklaştıran bir olgu olarak zihinsel işin proleterleştirilmesini de yansıtmaktadır. Örneğin Fransa’da 800 bin öğrenci, öğrenimlerini sürdürebilmek için, fast food, alışveriş ve çağrı merkezleri gibi en esnek ve en güvensiz sektörlerde çalışmak zorundadır.
Yüz yıl önce, Rus devrimini büyük öğrenci gösterileri (ki o zamanlar ezici bir çoğunluğu toplumun üst tabakalarından geliyordu) öncelemiş ve müjdelemişti. Ardından 1905 devriminde işçiler sahneyi doldurdular. 1930’da İspanyol öğrenciler benzer bir sürece girdiklerinde Troçki şu yorumda bulunmuştu: “İlk Rus devriminin [1905] gelişimi esnasında bu olguyu çok defa gözlemledik ve her zaman bu olgunun belirtisel öneminin fakındaydık. Bu türden devrimci ya da yarı-devrimci öğrenci hareketleri, burjuva toplumunun derin bir krize girmekte olduğu anlamına gelir. Kitleler arasında patlayıcı bir gücün geliştiğini hisseden küçük-burjuva gençlik, kendi tarzınca, çıkmazdan çıkış yolu bulmaya ve politik gelişmeleri ileri itmeye çabalar.”

imparator 28-02-2007 12:47

Troçki, işçilerin öğrencileri desteklemeleri gerektiğini, fakat onların orta sınıf önyargılarıyla uzlaşmamalarının ve bağımsız bir sınıf tutumunu sürdürmelerinin zorunlu olduğunu, komünistlerin doğru bir politika için mücadele vermeleri gerektiğini vurgulamıştır: “İspanyol işçiler öğrenci hareketini destekleyerek tamamen doğru bir devrimci tutum sergilemişlerdir. Elbette işçiler kendi pankartlarının altında ve kendi proleter örgütlerinin önderliğinde hareket etmek zorundadırlar. İspanyol komünizmi bu süreci güvence altına almak zorundadır ve bunun için doğru bir politika zaruridir.”
Benzer şekilde, öğrenci gençliğin küreselleşme karşıtı protestolarda harekete geçmesi, toplumda gelişen krizin bir belirtisidir ve belli bir aşamada bu kendini işçi sınıfının kitlesel devrimci hareketi olarak ifade etmek zorundadır. Bu hareketin belirtisel önemini ve devrimci potansiyelini kabul etmek zorundayız. Bu hareketi desteklemeliyiz ve işçi hareketi ile birleştirmek için mücadele etmeliyiz. Fakat dostça bir yaklaşım sürdürürken, küçük-burjuva, reformist ve anarşist düşüncelere prim vermemeli ve en iyi unsurları kazanmak için devrimci Marksist alternatifi göstererek onları acımasızca eleştirmeliyiz.
Kitle gösterilerinden edinilen deneyim, burjuva devletin gerçek doğasına ilişkin Marksist bilgiden tümüyle yoksun olan pek çok genci eğitiyor. ABD’de ve önemli Avrupa ülkelerinde küreselleşme karşıtı harekete (2001 Temmuzunda Cenova) ve radikal işçi eylemlerine karşı baskıcı önlemleri güçlendirme çabaları (son günlerde uluslararası teröre karşı mücadele adı altında), burjuvazinin, her zamanki yöntemlerle kontrol edemeyeceği ya da içine sızamayacağı endişesini taşıdığı ciddi sınıf çatışmalarına hazırlandığının işaretidir. Bu yöntemler esas olarak, işçi ve gençlik hareketindeki ani bir yükselişten sistemi korumak için, sendika liderlerinin ve Sosyalist ve Komünist Partilerin tepesindekilerin yardımına başvurmaktan oluşmaktadır.
Küreselleşme karşıtı hareketteki kafa karıştırıcı fikirler, Stalinizmin suçlarının ürünü olarak Marksizmin manevi ve politik otoritesinin çökmesinin sonucudur. İşçi hareketindeki liderlerin oportünizminden tiksinen ve Marksist bir perspektif ve anlayıştan yoksun olan bir gençlik kesimi, miadını doldurmuş anarşizm düşüncelerine, hatta terörizme kaymaktadır. Elbette hareket henüz emekleme aşamasındadır. Fakat önemli olan onun başlamış olmasıdır. Marksistler, her nerede olursa olsun devrimci bir yola giren gençliğin bu katmanlarını arayıp bulmalı ve onları Marksist harekete kazanmalıdırlar. Bugün kitle örgütleri içindeki radikalleşme süreci yalnızca başlangıç aşamasındadır.

imparator 28-02-2007 12:47

Sendikalar
Şu anda bizim için en önemli çalışma alanı gençliktir. Fakat sendikal çalışma da yakıcı bir önem taşımaktadır.
Her yerde işçi ve sendika liderleri aracılığıyla yönetmek zorunda oluşu, egemen sınıfın zayıflığını göstermektedir. İşçi liderlerinin desteği olmaksızın kapitalistlerin egemenliği bir gün dahi süremez. Fakat derin kriz koşulları altında burjuvazi sınıf barışı politikasını sürdüremeyecektir. Almanya’da eski sınıf işbirliği politikasının nasıl darmadağın olduğunu gördük. Patronlar her yerde saldırıya geçmek zorunda kalacaklar. Bu da sendika ve işçi hareketi için köklü sonuçlar doğuracaktır.
Troçki, Emperyalist Çöküş Çağında Sendikalar adlı makalesinde, sendika üst yöneticilerinin burjuva devletle kaynaşma gibi bir organik eğiliminin olduğunu açıklıyordu. Bu eğilim hâlâ mevcuttur, fakat artık bürokrasi için bu yolda devam etmek zor olacaktır.
Nesnel koşullar, patronların işçileri ödünlerle satın alabileceğini önvarsayan sınıf işbirliği için kesinlikle uygun değildir. Tersine kriz koşulları altında işverenler geçmişte verdikleri ödünleri de geri almaya başlayacaklardır.
Geçmişte greve çıkmak ve ödünler koparmak kolaydı. Artık bunlar oldukça zor şeylerdir. Grevler artan oranda zor, sancılı ve uzatmalı olacaktır. Sınıflar arasındaki ilişkiler de çok daha uzlaşmaz olacaktır, çelişkiler 1945 yılından bu yana yaşanan döneme kıyasla daha da keskinleşecektir. Bu da sendikalar içinde bir hoşnutsuzluğun ve muhalefetin mayalanmasına yol açacaktır; değişimin imkânsız gibi göründüğü en sağ ve bürokratikleşmiş sendikalarda bile bu yaşanacaktır.
Er ya da geç, süreç, işçi sınıfının kitlesel örgütlerinde yansımasını bulacaktır. Liderlik işçilerin giderek artan basıncıyla yüz yüze gelecektir. Ya bu basıncın etkisiyle harekete geçecekler ve önderliğe devam edecekler ya da bir kenara çekilip yerlerini daha kararlı, daha genç unsurlara bırakacaklar. Britanya’da sendika seçimlerinde yaşanan sola kayış, gelecek dönemde hareketin her düzeyinde yaşanacak bir sürecin erken belirtisidir.

imparator 28-02-2007 12:47

İkinci Dünya Savaşını takip eden uzun süreli ekonomik yükseliş döneminde, bir grev tehdidi dahi ileri kapitalist ülkelerde çoğu zaman grevden kaçınmak için yeterli oluyordu. O zamanlar işyeri temsilcisi olmak çok kolaydı. Fakat şimdi her şey değişti. Bunun nesnel nedenleri vardır. Boom dönemlerinde kapitalistler üretimin hiçbir şekilde durmasını istemezler, bu yüzden grevden kaçınmak için artı-değerin bir kısmını feda ederek işçilere ödünler verebilirler. “Toplumsal ortaklığın” ve sınıf işbirliğinin ekonomik temeli budur. Fakat daha önce açıkladığımız gibi son boom, büyük ölçüde işçi sınıfının iliklerine kadar sömürülmesine dayandırılmıştır. Bunun sonuçları tamamen farklıdır. Hatta boom’un en tepesinde karşı-reformlar ve saldırılar yaşanmıştır. Yaklaşan çöküşte işler çok daha kötü gidecektir.
Gelecek dönemde işyeri temsilcisi olmak zorlaşacaktır. Yalnızca en militan ve cesur unsurlar seçimlerde aday olmayı göze alacaklardır. Grevler şiddetli geçecek ve ödünler elde etmek zorlaşacaktır. Bu değişen nesnel koşullarda, sendikaların dönüşümü için temel bulabiliriz. Olayların sıcağında, işçi örgütleri tepeden aşağıya dönüştürülecektir. Bu dönemde sendikalar gerçek Marksistler için hayati alanlardır.
Sendikalar yeni toplumun eski toplum içindeki embriyolarıdır. Lenin sendikaları “komünizm okulları” olarak tanımlamıştı. Buralar, yüz binlerce hatta milyonlarca proleterin, gelecekte toplumun yönetimini kendi ellerine almalarını mümkün kılacak eğitimi ve deneyimi edineceği okullardır.
Marksistlerin amacı yeni üyeler kazanmak, düşüncelerimizi yaymak, yayınlarımızı satmak ve etkimizi yayıp derinleştirmektir. Değişen koşullar altında, sendikalar çok verimli bir çalışma alanı olacaktır. Kriz ilk olarak kendini sendikalarda göstermiştir. Sendika liderleri tarafından sürdürülen sınıf işbirliği politikasının sınırları vardır. Bu aşamada, sendikal çalışma, çok emek isteyen ve sonuçları mütevazı olan zahmetli bir mücadeledir. Fakat gelecek için gerekli bir yatırım ve hazırlıktır.
Belli bir aşamada sendikalar rejime karşı yarı muhalif hatta resmen muhalif konuma gelecektir. Hiçbir şey ultra solcuların satıp durdukları “sendikalarda çalışmamalıyız” fikrinden daha tehlikeli değildir. Hatta bürokratik aygıt hareketi engelleyip gerici bir rol oynadığında ve işçiler gayri resmi eylemlere başvurduğunda dahi, dönecekleri yer daima sendikalardır. Geçici taban örgütlenmeleri bir rol oynayabilirler, fakat asla sendikaların sürekli örgütlenmelerinin yerine geçemezler.
Stalinistler her yerde çökmüş durumdadırlar ve geçmişteki hallerinin bir gölgesidirler. Marksizm-Leninizmin fikirleriyle hiçbir bağları kalmamıştır ve sıradan reformist politikacılar haline gelmişlerdir. Bu da onların örgütsel yeteneklerini etkilemektedir. Sendikalar üzerinde geçmişte olduğu gibi etkileri yoktur. Aynı zamanda sektlerin de gerçek sendikal çalışmanın nasıl yürütüleceğine dair hiçbir fikirleri yoktur. Bu yüzden, eğilimimizin sendikalarda ciddi temel oluşturmasının yolu açıktır, yeter ki çalışalım.
İleri işçiler ciddi açıklamalar ve analizler istiyorlar, sadece slogan ve ajitasyon değil. Kitaplarımız bu katman arasında hatırı sayılır bir başarı kazanmıştır, özellikle de Aklın İsyanı. Bu da göstermektedir ki, sadece gençler arasında değil aynı zamanda işçiler arasında da teoriye susamışlık artmaktadır. Bunu küçümsemek ya da yazılı yayınlarımızı en düşük ortak paydaya indirgemek ciddi bir hatadır. Amacımız, ileri işçilerden başlayarak işçilerin düzeyini yükseltmektir.

imparator 28-02-2007 12:48

Büyüyen kriz her şeyi sarsmaktadır ve insanları olgular üzerinde daha derin düşünmeye sevk etmektedir. Var olan toplum düzenini sorgulamak ve mevcut dünya durumunun nedenlerini öğrenmek yönünde genel bir eğilim mevcuttur. Bu sorulara cevap verebilen eğilim, işçileri ve gençliği kazanacaktır. Burada bütün rakiplerimiz karşısında muazzam bir avantaja sahibiz!
İleri öncünün bir kesimi, sınıf mücadelesindeki uzun dönemli durgunluktan ve bu dönemdeki sendika liderliğinin görülmedik boyutlardaki yozlaşmışlığından etkilenmiş, bundan tümüyle yanlış sonuçlar çıkarmıştır. Onlar süreci diyalektik olarak değerlendirmemektedirler, bu yüzden de sınıfa güvenini yitiren sendika aktivitistleri katmanının yaygın kötümserliğini yansıtarak, kötümserleşmiştirler.
Bizler aktivistler arasındaki geçici ruh halini değil, kapitalizmin derin krizini –son elli yılın en derin krizi– esas almalıyız. Toplumdaki temel süreçleri görmeli ve sınıflar arasında bir karşı karşıya gelişin kaçınılmaz olduğunu anlamalıyız. Egemen sınıf her yerde derin kesintiler istemekte ve işçilerden “fedakârlık” beklemektedir. Bu sınıf mücadelesi için tüketilmiş bir reçetedir. Sendika liderleri bunu göremeyecek kadar kördür. Onlar geçmişte yaşıyorlar. Ödünler vererek patronlarla ve hükümetle eski sıcak ilişkileri geri döndürebileceklerini sanıyorlar. Zayıflığın saldırıya davet anlamına geldiğini anlamıyorlar. Her geri adımın ardından patronlar iki kat fazlasını isteyeceklerdir.
Bu sürecin bir sınırı vardır. Er ya da geç işçiler “Yeter!” diyecekler. İtalya, İspanya ve daha öncesinde Yunanistan’daki muhteşem genel grevler ve gösteriler bunu açıkça göstermiştir. Belli bir aşamada, Fransa’da 1968 Mayısında olduğu gibi, mücadeleyi yaygınlaştırma aracı olarak, eylem komiteleri sloganı uygun hale gelecektir. Bu slogan sektlerin düşündüğü gibi sınıfın kitle örgütlerinin karşısına koyulmamaktadır. Belli koşullar altında, 1926 Britanya genel grevinde olduğu gibi, bizzat sendikalar sovyet gibi hareket edebilirler. Almanya’da, belli bir aşamada, Troçki bütün iktidar işçi temsilcileri komitelerine sloganını ileri sürmüştü.
Faşizm ve Bonapartizm
Elbette hareket düz bir çizgide gelişmeyecektir. İnişler ve çıkışlar kaçınılmazdır. Fırtınalı ilerleme dönemlerini, yorgunluk, durgunluk, yenilgi ve hatta gericilik dönemleri takip edecektir. Sağa sola çılgınca yalpalamalar yaşanacaktır. Fakat gericiliğe doğru atılan her adım yalnızca daha büyük sola kayışları hazırlayacaktır. Günümüzde, gelişmiş kapitalist ülkelerde faşizm ve hatta Bonapartizm tehlikesi yoktur. Fakat önümüzdeki dönemde bu değişebilir.

imparator 28-02-2007 12:48

Sağ kanat burjuva partilerin her birinde büyümeye başlayan Bonapartist eğilimler söz konusudur: Britanya’da Muhafazakârlar içinde, İtalya’da Forza içinde ve hatta ABD’de Cumhuriyetçiler içinde. Fakat şu anda bunlar ihmal edilecek kadar küçüktür. Avrupa’da burjuvazinin geçmişte faşizmden ağzı kötü bir şekilde yandı, bu yüzden iktidarı tekrar Hitler ve Mussolini gibi faşist çılgınlara vermemesi muhtemeldir. Üstelik sınıfsal güç dengesi Savaş öncesi durumla hiçbir şekilde karşılaştırılamaz, o dönemde İtalya ve Almanya’da çok büyük bir köylülük mevcuttu. Şimdi her yerde işçi sınıfı büyük bir çoğunluk oluşturmaktadır.
Irkçılığın yayılması, mevcut dönemde kapitalizmin hastalığının belirtilerinden biridir. Avrupa’da ve diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde işsizliğin büyümesi, gerici sağ kanat demagogların üzerine oynayabilecekleri bir güvensizlik ve korku hali üretmektedir. Sosyal Demokrasinin reformist liderlerinin bu olguya hiçbir yanıtları yoktur. Aslında bundan kısmen onlar sorumludur. Kapitalizmi, pazarı, özelleştirmeyi vb. kabul eden “sosyalist” hükümetlerin izledikleri sağ politikalar, sadece kitleler içinde ümitsizlik ve hayal kırıklığı tohumları yaymaya yarar ve Fransa’da Le Pen’e desteğin artmasında gördüğümüz gibi, kaçınılmaz olarak gerici bir tepkiye yol açar.
Öznel faktörün yokluğunda, işçi sınıfının bazı geri kesimlerinin, gerici ruh hali ve eğilimlerden etkilenmesi kaçınılmazdır. Rusya’da devrim sırasında bile durum buydu. Bu durum kapitalizmin çelişkilerinin ve iş, ev, okul vb. eksikliğinin yarattığı genel güvensizlik ve korku halinin sonucudur.
Faşizme ve ırkçılığa karşı savaşmayı öğrenmek ne kadar gerekliyse, ölçü duygusunu korumak ve bunun nasıl yapılacağını anlamak da o kadar gereklidir. Sürekli faşizm tehlikesi çığırtkanlığı yapan sektlerin ve küçük-burjuva “solcular”ın histerik tepkisi, onlarla ilişkiye geçenlerin kafalarını karıştırmaya ve yanlış yönlendirmeye yarar sadece.
Fransa, Hollanda ve Danimarka’da son dönemdeki sağa kayışın suçunun kime ait olduğunu ortaya koymak ayrıca önemlidir; Sosyal Demokrasinin yanlış politikaları nedeniyle hareket bozguna uğradı. Kapitalizme tümüyle teslim olan bu liderler, şimdi “faşizm” hakkında gürültü koparanlara katılarak sorumluluklarının üstüne örtmeye çalışıyorlar. Aslında halkın bir kesimi içinde gerici ve ırkçı ruh halinin büyümesinin koşullarını yaratan bizzat kapitalist sistemdir; ve bu ancak gerçek bir sosyalist politikanın ve kapitalizme karşı var güçle savaşmanın benimsenmesiyle önlenebilir. Gerisi yalnızca kitlelerin gözünü boyamayı amaçlayan boş demagojidir.

imparator 28-02-2007 12:48

Irkçılığın kökü, “kardeşçe sevgi”, ahlâk gibi dinsel ögelere başvurarak kurutulamaz. Irkçılıkla ancak sınıf temelinde ve herkese iş, konut, yeterli ücret ve iyi çalışma koşulları garanti edecek sosyalist politikalar için mücadele ederek savaşılabilir. Faşizmle ve ırkçılıkla savaşmanın gerekli olduğunu açıklayarak, işçilerin kitle örgütlerinde, özellikle de sendikalarda ajitasyon ve propaganda seferberliği yürütmek gerekir; fakat akılsız küçük-burjuva yöntemlerle değil işçi sınıfının yöntemleriyle.
Son dönemde Sosyal Demokrasi, 15 AB ülkesinin 11’inde hükümetteydi. Buna rağmen kitleler yaşam koşullarında hiçbir temel değişiklik görmediler. Mevcut tepkiyi üreten budur. Durum böyleyken, bunu toplumda genel bir “sağa dönüş”, daha da ötesi “faşizm” tehlikesi olarak sunmak tümüyle yanlıştır. Bir kere Le Pen İtalya’daki Fini’den daha faşist değildir. O azgın bir gerici, ırkçı bir demagog ve gericiliğin gelecekteki en uç biçiminin iyi bir örneğidir. Fakat seçimlerin ikinci ayağında Le Pen ciddi bir yenilgiye uğradı ve gerçek durum ortaya çıktı. Daha da önemlisi Sosyalist ve Komünist Parti de ağır bir yenilgi aldı ve iktidar sağcı burjuva koalisyona geçti. Bu da göstermektedir ki, Jospin ve ortaklarının ve de onların “Komünist” müttefiklerinin burjuva yanlısı politikaları güven oyu alamamıştır.
Fransız seçimleri, faşizm tehlikesini değil, Fransız toplumundaki sağ-sol kutuplaşmasını göstermiştir. Jospin hükümetinin düşüşü, Fransa’da sosyal ve politik istikrarsızlığın yaşanacağı yeni bir dönemi açmıştır. Bu dönem sağa ve sola sert dönüşlerle karakterize olacaktır. Parlamenter cephede engellenen Fransız işçiler, 1992-95’teki Juppe hükümeti döneminde yaptıkları gibi sokaklara döküleceklerdir.
Bu son derece istikrarsız ruh hali, şu anda yalnızca Fransa’da değil tüm Avrupa’da söz konusudur. İtalya ve İspanya’da sağcı hükümetlerin zaferi, sendika liderlerinin tabanın basıncıyla örgütledikleri kitlesel genel grevleri ve gösterileri engellemedi. Yakında Britanya, Almanya, Belçika, Hollanda ve Danimarka’da da benzer gelişmelere şahit olacağız. Sarkaç, işçi sınıfının kitle örgütlerinde bir mayalanma ve radikalleşme sürecinin yolunu hazırlayarak sola doğru salınacaktır. Bu yüzden görülen şey bir gericilik manzarası değil, birbiri ardına pek çok ülkede yaşanacak devrimci gelişmelerdir.
Sektler, küçük-burjuva solcular ve radikaller bütün bunlardan hiçbir şey anlamazlar. Onlar en ufak bir bahanede “faşizm” diye kıyameti koparırlar ve böylelikle büyük devrimci olduklarını düşünürler. Burjuvazinin ancak bütün diğer araçlar tüketildiğinde ve devrilmeyle yüz yüze geldiğinde diktatörlüğe başvuracağı temel gerçeğini kavrayamazlar. Avrupa’da şu an var olan sınıfsal güç dengesi dikkate alındığında bunun anlamı kesinlikle şudur: gericilik sorunu ortaya çıkmadan çok önce, işçi sınıfının iktidarı almak için pek çok fırsatı olacaktır.
Ancak proletarya bir dizi yenilgi yaşadıktan sonra, Fransa, İspanya, İtalya ve Britanya’da çeşitli türden Bonapartist diktatörlükler için uygun koşullar ortaya çıkardı. Fakat günümüzde bu söz konusu dahi olamaz. İşçi sınıfı örgütlerine dokunulmamıştır. İşçi sınıfının büyük yenilgiler yaşadığı bir dönemde de değiliz. Aksine Avrupalı işçiler, göreli bir “sınıfsal barışın” yaşandığı uzunca bir dönemin ardından henüz hareketlenmeye başlıyor. Öte yandan, Fransa, Hollanda ve Danimarka burjuvazisinin, parlamenter yönetimi ortadan kaldırmayı ve faşist maceracıların koruması altına girmeyi düşünecek kadar devrimden korktuğunu söylemek doğru mudur? Soruyu somut olarak koyduğumuzda, bunun ne kadar komik olduğu görülmektedir.

imparator 28-02-2007 12:48

Fransa’nın egemen sınıfı Le Pen’in seçim başarısından hiç de hoşnut değildi. Günümüzde diğer Avrupa ülkelerinin kapitalist sınıflarına benzer şekilde, onlar da biçimsel burjuva demokrasisi rejiminden son derece memnundurlar; çünkü böylece, iktidarın gerçek dümeni kendi ellerinde kalırken, “kararları çoğunluğun verdiği” yanılsamasını yaratabilmektedirler. Kapitalist bakış açısıyla bakıldığında, bu tür bir rejim çok ekonomik, verimli ve güvenlidir. “İktidar” kendi doğrudan parlamenter temsilcileri (Chirac, Aznar …) ile özel mülkiyetin ve kurulu düzenin en saygın savunucuları olan sağ Sosyal Demokratlar (“Sol”) arasında her beş yılda bir el değiştirmektedir. O halde sorun ne?
Sorun, Le Pen gibilerin şu an olduğu gibi işçileri ve gençleri provoke ederek işleri karıştırmaları ve gereksiz problemlere yol açmalarıdır. Bütün bunlar, artık tüm Avrupa’yı etkileyen muazzam bir istikrarsızlığın yaşandığını gösteriyor. Güçlü bir devrimci partinin bulunmadığı durumda, bunun kendini çeşitli özgün biçimlerde –Fransa ve Hollanda’da olduğu gibi gericilik olgusu da dahil– ortaya koyması kaçınılmazdır. Fakat bunlar geçici ve kısa ömürlü olgulardır ve her şeyden çok daha fazla belirtisel önem taşımaktadırlar.
Bu yüzden, bu aşamada böyle gelişmelerin önemini abartmak tamamen yanlıştır. Bununla birlikte gelecekte durum tamamen farklı olacaktır. Eğer işçi sınıfı toplumun sosyalist dönüşümünü gerçekleştirmeyi başaramazsa, bir süre sonra gericilik için uygun koşullar gelişecektir. Hatta en gelişmiş ve “demokratik” ülkelerde dahi egemen sınıf, grev, gösteri ve oy hakkının gereksiz ve tehlikeli lüksler olduğuna hükmedecektir. Bu aşama geldiğinde (hâlâ bu aşamaya oldukça uzağız) egemen sınıf işçi sınıfının gözünü korkutmak için, insanları öldürmek ve katletmek için, faşist çeteleri kullanmakta bir an bile tereddüt etmeyecektir.
Fakat geçmişte Hitler ve Mussolini’den ağızları yandığından, Avrupa ülkelerinde burjuvazi büyük bir olasılıkla faşist çılgınlara iktidarı vermeyecektir. Akrabalık ve başka bağlarla bağlı oldukları ve üzerlerinde belli ölçüde kontrol kurmayı umabildikleri generallere başvurmaları daha muhtemeldir. Faşist çeteler rejimin asıl kuvveti olarak değil yardımcı kuvvetleri olarak kullanılacaktır. Bununla birlikte böyle bir rejim gaddar bir diktatörlük olurdu; Şili’deki Pinochet rejimi ve 1980 sonrası Türk generallerin canavarca diktatörlüğü gibi.
Son elli yıldır Avrupalı ve Amerikalı işçilere “demokrasinin” normal ve hatta kaçınılmaz bir var oluş hali olduğuna inanmaları öğretildi. Aslında bu, sınıf mücadelesini belli sınırlar içinde tutmak için işçi sınıfına belli ödünler verebilen zengin kapitalist ülkelerin benimsediği nispeten yeni bir icattır. Bu “sınıfsal barış” rejimi kırılmaya başladığı ölçüde, burjuvazi, trendeki bir adamın sigara içilmeyen vagondan sigara içilen vagona geçmesi kadar kolaylıkla demokrasiden diktatörlüğü geçecektir.
Bugün var olan demokratik hakları, işçi sınıfının kapitalistlere karşı nice kanlar dökerek kazandığı asla akıldan çıkarılmamalıdır. Demokrasinin kökleri çok yüzeydedir ve kolayca sökülebilir, yeter ki burjuvazi işçi sınıfının “normal” araçlarla kontrol edilmesinin olanaksız olduğuna karar versin. Her halükârda, demokrasi denen şey, aslında büyük firmaların diktatörlüğünü gizleyen incir yaprağından başka bir şey değildir. Gerekli olan şey büyük tekellerin ve bankaların diktatörlüğüne son vermek ve sosyalizme giden yolda ilk adım olarak işçi demokrasisi rejimini ve Sosyalist Birleşik Avrupa Devletlerini kurmaktır.
Nihayetinde bütün burjuva partilerde, açıkça Bonapartist partilerin oluşumuyla sonuçlanan bölünmeler olacak ve toplumda, 1970’lerdeki Gladyo benzeri her türden sağcı gizli oluşumun yolunu hazırlayan bir sağ-sol kutuplaşması yaşanacaktır. İşçi sınıfının ve örgütlerinin gücü dikkate alındığında, bu durum sınıf mücadelesinde bir patlamanın ve hatta açık bir iç savaşın yolunu döşeyebilir.
Fakat burjuvazi bütün diğer olanaklar tüketilinceye kadar açık gericiliğe başvurmayacaktır. Bu aşamaya ulaşmadan önce, işçilerin birbiri ardına birçok ülkede iktidarı almak için pek çok olanağı olacaktır. Ancak işçi sınıfının bir dizi ciddi yenilgisinin ardından, Bonapartist diktatörlük tehlikesi ortaya çıkacaktır.

imparator 28-02-2007 12:48

Perspektifler
Mevcut durum, Birinci Dünya Savaşının patlak verişini önceleyen uzun süreli sınıfsal barışın sonundaki 1912-14 dönemine benzemektedir. Bu dönem, 1923’e kadar devam eden yeni bir savaşlar ve devrimler dönemini başlatmıştı. Ardından, 1920’lerin boom’u üzerinde temellenen göreli bir istikrar dönemi yaşandı; bu dönemi de geçtiğimiz on yıla benzetebiliriz. O ise, yeni bir istikrarsızlık, devrim ve karşı-devrim dönemini açan ve ancak İkinci Dünya Savaşının (1939-45) patlak vermesiyle biten 1929-33 çöküşüyle sona ermişti.
Daha önceki belgelerde açıkladığımız özgül nedenlerden dolayı, 1945 sonrası dönem, esasen dünya ticaretinin yayılmasına dayanan uzun dönemli bir kapitalist yükselişle karakterize oldu. Bu dönem, 1973-75’te, savaştan bu yana yaşanan ilk dünya resesyonuyla sona erdi. Bu da savaş sonrası ekonomik yükselişten farklı olan yeni bir dönemi araladı. Bu dönem de düşük büyüme hızı, yüksek işsizlik, devlet harcamalarında kesinti ve karşı-reformlarla karakterize oldu.
Son dönemdeki boom bizim tahminlerimizden uzun sürse de, savaş sonrası yükselişle hiçbir benzerliği yoktu. Aslında bu dönemin temel ekonomik göstergelerinin hiçbiri geçmiş dönemlerle benzerlik taşımamaktadır. Geçmişe baktığımızda, 1990’ların boom’u, düşüş döneminin yolunu döşeyen 1920’lerin çalkantılı boom’una daha çok benzemektedir. Elbette tarih tamamen aynı şekilde tekerrür etmez. Daima karşı-akıntılar ve farklılıklar mevcuttur. Devrimci süreç düz bir çizgi üzerinde ilerlemez. Yükseliş dönemlerini durgunluk dönemleri takip eder. Fakat her dönemde, örgütü inşa etmek ve güçlendirmek şarttır.
1945’in ardından yaşanan uzun dönemli kapitalist yükselişte, sınıflar arasındaki ve hatta devletler arasındaki ilişkilerde göreli bir istikrar vardı. Artık hepsi bitti. İstikrarın yerine evrensel bir istikrarsızlık hakimdir. Bu ABD’de bile görülebilir; aslında özellikle de ABD’de. 11 Eylül olaylarıyla birlikte, Amerikalıların zarar görmezlik efsanesi sonsuza dek tuzla buz edilmiştir. Amerika da dünyanın geri kalan kısmının içinde bulunduğu ve tamamen kapitalizmin hazırladığı mevcut kaos, patlama ve kargaşa ortamına dahil olmuştur.
Troçki Rus Devriminin Tarihi adlı eserinde, bir devrimin ilk göstergesinin kitlelerin politikaya katılması olduğunu açıklıyordu. Bu artık ABD’de ve bütün diğer ülkelerde yaşanmaktadır. Politikayla ilgilenmeyen insanlar aniden ilgilenir hale gelmişlerdir. Bugüne kadar spor sayfaları dışında gazete okumayan insanlar şimdi Afganistan’dan gelen son haberleri can kulağıyla dinliyorlar; dünya politikasının ve askeri işlerin karmaşıklığını anlamaya çalışıyorlar.
Tahmin ettiğimiz üzere 11 Eylül’ün ivedi etkisi gerici bir karaktere sahiptir. Yapılan anketlere göre Başkan Bush’a yüksek oranda bir destek var. Fakat bu son derece gelgeç bir ruh halidir ve çok kolayca tam tersine dönüşebilir. Şimdiki başkanın babasının Körfez Savaşı sırasında yüksek bir destek gördüğünü ve bunun ertesi yıl yapılan Başkanlık seçimlerinde onu yenilgiye uğramaktan kurtaramadığını unutmayalım. Amerika’daki ruh hali 10 yıl öncesiyle kıyaslandığında daha istikrarsızdır. George W. Bush Amerika tarihinin en çok nefret edilen ve alay edilen politikacısı olarak görevini bitirecektir. Ve onun kader arkadaşı Tony Blair de Britanya’da aynı akıbetle yüzleşecektir.
Anlaşılması gereken temel şey dünya ölçeğinde kapitalizmin çıkmazda olduğudur. Çok patlamalı bir durumu hazırlayacak çelişkiler birbiri üzerine birikmektedir. Krizler belirdikçe kitlelerin ruh hali belli bir anda aniden sola kayarak hızla değişebilir. New York belediye başkanı 11 Eylül’ün ardından itfaiyecilere kendi yoldaşlarının cesetlerini aramayı durdurma emri verdiğinde, New Yorklu itfaiyecilerin davranışı, Amerikalı kitlelerin çelişkili ruh halini göstermekteydi. İtfaiyeciler Belediye Sarayına yürüyüp polisle meydan savaşı yürüttüler. Ve bütün bunları yaparken Amerikan bayrağı taşıyorlardı. Bu bir diyalektik çelişkidir. Amerikalı işçilerin eylemi onların bilinçlerinden daha ileri durumdadır. Büyük bir olasılıkla, nihai iktidar hücumunu yaparlarken de hâlâ ellerinde bayrak olacaktır. Ama bu sonucu hiç de değiştirmeyecek!

imparator 28-02-2007 12:49

Kısa vadede, savaşın etkisinin, sadece Amerika’da değil pek çok ülkede sınıf mücadelesini felce uğratacağından ya da en azından erteleyeceğinden hiç şüphe yoktur. Fakat bu geçici bir dönemdir. Bütün çelişkiler yerinde durmaktadır ve yoğunlaşarak artmaktadır. Önderlik sel sularını engellemekle sadece onu daha da zaptedilmez hale getirecektir. Barajın patlamasıyla eninde sonunda yaşanacak olan budur.
Son on yıldaki boom sırasında bile devlet harcamalarında sürekli kesintiler yaşandı. Bu, bir çöküşte de, daha büyük sıkıntılara yol açarak devam edecektir. Üretim ve istihdamdaki düşüş, devlet gelirlerinde de benzer bir düşüş anlamına gelecek ve işçi sınıfına ve işsizlere ciddi reformlar ve ödünleri imkânsız kılacaktır. Bizler sendika liderlerinin öne sürdüğü eğitim ve sağlık alanlarında kamu harcamalarının artırılması talebini destekleyeceğiz; fakat bunun kapitalizm temelinde imkânsız olduğuna da dikkat çekeceğiz. İhtiyaç duyulan şey, krizden çıkışın tek yolu olarak, demokratik işçi denetimi ve yönetimi altında ekonomi yönetiminin devletleştirilmesi ve sosyalist bir üretim planıdır.
Cenova’daki Uluslararası İşçi Bürosunun son dönemlerde yaptığı bir çalışma, çalışanlar üzerindeki baskıların boom sırasında ne kadar arttığını ortaya koymaktadır. Bu çalışma göstermektedir ki, Britanya, ABD, Finlandiya, Almanya ve Polonya gibi ülkelerde, her on işçiden birinin çoğu durumda işsiz kalmasına ve hastaneye düşmesine yol açan depresyon, huzursuzluk, tükenmişlik ve stres gibi zihinsel sağlık sorunlarında artış görülmektedir. Raporda tahmin edilen şudur; ABD’de depresyon tedavisine harcanan para 30-44 milyar dolar arasındayken, Avrupa Birliği’nde zihinsel sağlık sorunlarına yapılan harcama GSMH’nin yüzde 3-4’ü civarındadır. ABD’de yılda yaklaşık 200 milyon çalışma günü kaybına neden olan klinik depresyon, her yıl on çalışan yetişkinden birini etkileyerek, en yaygın hastalıklardan biri haline gelmiştir.
Muhtemelen durumun önemini küçülten bu rakamlar, kapitalizmin ileri ülkelerde bile kitleler için nasıl katlanılmaz bir sistem haline geldiğini gösteriyor. İşten alınan tüm zevki ortadan kaldıran insanlık dışı baskılar, işyerindeki otoriter yönetim, uzun ve sıkıcı iş saatleri, milyonlar için bir kâbus durumu yaratmıştır. Bu da kendini, ailenin yıkılışı, çocuk ve kadın suiistimali, anlamsız şiddet ve suç, uyuşturucu ve alkolizm olarak ortaya koymaktadır. Eğer bu durum boom döneminde yaşanıyorsa, varın siz düşünün çöküş döneminde yaşanacakları?
Daha şimdiden, pazar ekonomisi giderek artan bir şekilde sorgulanıyor, hatta orta sınıflar arasında bile. Aşırı çalışma yükü, performans hedefleri, zamanında üretim, baskı, huzursuzluk, güvensizlik, eşitsizlik; bütün bunlar giderek artan bir eleştirel ruh hali yaratıyor, özellikle gençlik arasında, fakat sadece onunla sınırlı değil.

imparator 28-02-2007 12:49

11 Eylül’ün ardından gelen olaylar, bu konuda temel bir durum değişikliğine yol açmadı. ABD’de bayrak taşıma ve yurtseverlik ruh hali geçiciydi ve kriz büyür büyümez bütün bunlar kaybolacaktır. ABD’de dahi gerçek bir savaş coşkusu duyulmamaktadır; çoğunluğun ruh hali gönülsüz boyun eğme olarak açıklanabilir. Bush ve sağın, kendilerini bu ruh haline dayandırabilecekleri fikri ciddi bir hataydı, Irak’ta bir maceraya kalkıştıklarında çok geçmeden görülecektir bu.
Toplumdaki sağ-sol kutuplaşması, belli bir noktada işçi ve sendika örgütlerinin içinde de tekrarlanacaktır. Bunun kanıtlarını ufak da olsa şu anda dahi görmekteyiz. İşçi örgütleri büyük oranda boşalmıştır ve liderlik oldukça sağa kaymıştır; bu yüzden bazıları bu örgütleri toptan defterden silmiştir. Bu aptallığın daniskasıdır. Liderliğin bu kadar sağa kaymasının nedeni, sınıfın henüz belirleyici bir yola girmeye başlamamış olmasıdır.
Liderler işçi sınıfının doğrudan baskısı altında olmadığı ölçüde, egemen sınıfın baskısı ikiye katlanmaktadır. Fakat sınıf hareketlenir hareketlenmez işçiler kaçınılmaz olarak kitle örgütlerinin yolunu tutacaklardır, ÇÜNKÜ BAŞKA BİR ALTERNATİF YOKTUR. Bu gerçeği asla gözden kaçırmamalıyız.
Günümüzde kapitalizmin işçi örgütleri üzerindeki baskıları savaş nedeniyle özellikle artmıştır. Hizaya çekmek, savaş sorununda “ulusal birliği” sağlamak, “bölücü konuları” bir kenara bırakmak vs. için yoğun baskılar uygulanmaktadır. Fakat zaman ilerledikçe kitlelerin can alıcı sorunlarına seslenme doğrultusunda aşağıdan büyük bir basınç gelecektir. Kitlelerin ruh hali, işçi ve sendika aygıtlarının ölü ağırlığını bir süreliğine kaldırabilir. Fakat bunun bir sınırı vardır. Süreç ne kadar uzatılırsa, geldiğinde patlama o kadar şiddetli olacaktır. Egemen sınıfı, reformistleri ve sendika liderlerini büyük sürprizler beklemektedir.
Gelişmiş ülkelerde Marksizmin etkisi henüz yavaş ilerlemektedir. Bu bir diyalektik çelişkidir. Nesnel durum çelişkilidir. Bütün bir tarihsel süreç boyunca gerçek Marksizm güçleri gelişmiş ülkelerde kitlelerden yalıtılmış durumdaydı. Bizler akıntıya karşı mücadele ettik. Fikirlerimiz işçilerin deneyimlerine tekabül etmedi. Fakat artık durum değişmeye başlıyor. İşçi sınıfı genelde kitaplardan değil kendi deneyimlerinden öğrenir.
İnişleriyle çıkışlarıyla, gelecek on yıla ve belki daha da uzun bir döneme yayılacak olan dünya kapitalizminin büyüyen krizi, kitleleri ataletlerinden ve duyarsızlıklarından kurtaracak ve mücadele yoluna itecek bir dizi şiddetli sarsıntıyı hazırlıyor. Bu koşullar altında, küçük çevrelerde yankısı olan fikirler, binlerce ve on binlerce dinleyiciyi kazanacaktır. Artık akıntıya karşı mücadele etmemiz gerekmeyecek, aksine tarihin akışıyla birlikte hareket edeceğiz. Devrimci Marksizm, toplumu sosyalist yeniden yapılandırma mücadelesinde işçi sınıfının başında, hak ettiği yeri alacaktır.
Londra, 16 Eylül 2002


Türkiye`de Saat: 22:50 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580