Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Taraftar > islam

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 13-03-2007, 11:19   #51
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

HZ. ÖMER'İN HALİFE TAYİN EDİLMESİ

Hz. Ömer (r.a.)'in hilafete gelmesinde, islam cemiyetinde yeni bir tayin veya seçim tarzı görüyoruz. Hz. Ebu Bekir (r.a.)'ın halifeliği olayında, ortada birkaç aday vardı ve sonunda Hz. Ebu Bekir (r.a.) seçildi. Bu bir nevi seçim idi. Hz. Ömer (r.a.) için ise tayin mevzubahistir. Kesin olarak tayin edilmiştir ve iktidara nasıl geldiğinin detaylarım biraz sonra belirteceğiz.

İlk müslümanların ne kadar büyük insanlar olduklarına dair bir hadis-i şerif vardır. Hasta olarak yatan ve öleceğini bilen Hz. Ebu Bekir (r.a.), katibini çağırır, bu katip de Hz. Osman (r.a.)'dır. Hz.Ebu Bekir (r.a.), Hz. Osman (r.a.)'a «Benim söyleyeceklerimi yaz» diyor ve başlamak için besmele, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e salavatlar yazdırmaya başlıyor. Devam ediyor: «Allah'ın kulu olan Ebu Bekir bu dünyadaki son dakikada ve diğer dünyaya intikal edeceği ilk dakikada sizden, asağıdaki hususları istiyor». Bu dünyadaki son dakika ile diğer dünyaya intikal olan ilk dakika, öyle bir andır ki kafirler bile inanır, en kötü insan bile tevbe eder.» Hz. Ebu Bekir (r.a.), bu ifadelerle bu anda yalan söyleyemeyecegini ifade etmek istiyor. Ondan sonra yazdırmaya devamla, «Ben sizin su sahsa biat etmenizi istiyorum...» diyor ve şahsın ismini söyleyemeden bayılıyor. Hz. Ebu Bekir (r.a.) bayıldığı için, Hz. Osman (r. a.) cümleyi tamamlayamıyor. Sonra Hz. Osman (r.a.) cümleyi kendiliğinden tamamlıyor ve boş bırakılan yere «Ömer» adını yazıyor. Birkaç dakika sonra Hz. Ebu Bekir (r.a.) ayılıyor. Muhtemelen Hz; Osman (r.a.), Hz. Ebu Bekir (r.a.)'ın vefat ettiğini sanmıştı. Hz. Osman devlet sekreteri olduğu için halifenin vasiyetnamesini tamamlamış ve onu mühürleyip, halka göstermeyi amaçlamıştı. Ve burada Hz. Osman (r.a.)'ın karakterinin büyüklüğünü görüyoruz. Çünkü o kendi adım yazabilirdi. Fakat Hz. Osman (r.a.), başkasının adım yani Hz. Ömer (r.a.)'ın adını yazmıştır.

Hz. Ebu Bekir (r.a.), uyanınca Hz. Osman (r.a.)'a ne yazdığım sorar. Hz. Osman (r.a.) cümleyi okur:

«Ben ölürsem, Hz. Ömer (r.a.)'e biat edin.» Hz. Ebu . Bekir bundan çok mütehassıs olur ve Hz. Osman (r.a.)'a, «Sen halifenin bütün şartlarım haizsin, kendi adını yazabilirdin, fakat Ömer'in adını yazdın, Allah senden razı olsun» der. Sonra Hz. Ebu Bekir (r.a.) vasiyetnameyi tamamlar ve Hz. Osman (r.a.)'a bunu hilafet mührü ile mühürlemesini söyler, vasiyetname, mühürlenir ve kapatılır.

Bundan sonra emniyet müdürünü çağırırlar. Emniyet müdürü geldiğinde, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ona söyle der: «Bu zarfı al, dışarı çık ve müslümanları çağırarak onlara de ki, bu kapalı zarfla, Ebu Bekir'in vasiyetnamesi ve O'nun yerine geçecek olan halifenin adı yazılıdır. Bu adı yazılı olan halifeye biat edin» Filhakika, bu kağıtta kimin adının yazılı olduğunu emniyet müdürü dahi bilmiyordu. Bunu sadece Halifenin sekreteri olan Hz.Osman (r.a.) biliyordu. Ve bu böyle oldu. Yani emniyet müdürü, Halifenin vasiyetini söyleyince, bütün müslümanlar, seçilen fakat ismi bilinmeyen Halifeye biat ettiler. Çünkü onu Hz. Ebu Bekir (r.a.) seçmisti. Ve o müslümanlar dediler ki: «Madem ki bunu Hz. Ebu Bekir (r.a.) seçti, o kim olursa olsun, o bizim halifemiz olacaktır».
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-03-2007, 11:20   #52
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

KUDÜS'ÜN FETHİ

KUDÜS KİMLERE AĞLIYOR

Ahmet Miroğlu

Muaz b. Cebel r.a. rivayet ediyor: Allah Rasulü s.a.v. söyle buyurdu:

“Ey Muaz, Allah benden sonra Aris’ten Fırat’a kadar Sam bölgesini size nasib edecek. Oranın erkekleri, kadınları ve dulları kıyamete kadar sınır bekçisidirler (murabit). Herhangi biriniz Sam sahillerinden birini yahut Beyt-i Makdis’i (Kudüs) seçerse kıyamete dek cihad halindedir.”

EY KILIÇTAN DAHA ZALİM MERHAMET!

Hicretin 14. yılı. Yani miladî 636. Peygamber Efendimiz s.a.v.’in dünyasını değistirmesinin üstünden koskoca dört yıl geçmis. Hz. Ebu Bekir r.a.’ın vefatından sonra ise iki yıl... Hz. Ömer r.a. hilafete geleli de henüz iki yıl olmuş. islâm orduları, Suriye, ırak, Filistin ve Mısır cephesinde Hz. Muaviye’nin abisi Yezid b. Ebu Süfyan, aşere-i mübeşşereden Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Allah’ın kılıcı Halid b. Velid r.a. komutasında zaferden zafere koşuyor. Hilafet merkezi nurlu Medine’ye neredeyse her gün yeni bir zafer ve fetih haberi ulaşıyor. Fethedilen topraklarda halk islâm kahramanlarını birer kurtarıcı olarak karşılıyor. Çünkü yıllardır Bizanslı valilerin doymak bilmez iştahlarını doyurmağa çalışmaktan bezmiş, günden güne artan ve her gün bir yenisi yürürlüğe konan vergilerden yılmış, bin türlü yokluk ve yoksulluk içinde uğradığı haksızlıkların, zulümlerin sona ermesini beklemektedir. Ve beklenen ilâhi yardım gelmiştir. Halk, isterse gelenlerin dinine giriyor ve derhal onlarla eşit haklara sahip oluyor. isterse kendi dininde kalıyor. Fatihler, halka insan muamelesi yapıyorlar. Asla zulmetmiyor, ezmiyor, zerre kadar haksızlık yapmıyorlar. Canları, malları, haysiyetleri, şeref ve namusları güvence altına alınıyor. Her şey kurallara bağlı. Hiçbir şey rastgele değil. Yıllar sonra bir hırıstıyan rahip-bilim adamı bu durumu şöyle değerlendirecektir: “Ey kılıçtan daha zalim merhamet!..” Rahip, kendi bakış açısından haklıdır. Gerçekten müslümanların adaleti, şefkat ve merhameti, fethedilen topraklardaki ahalinin islâm’a girmesi gibi bir tabii sonuç vermiştir. Rahip, islâm’ın merhametine hayıflanmasın da ne yapsin?!

KUDÜS YOLUNDA İKİ GARİP YOLCU

İki yolcu... Sadece bir binitleri var. Binite sırayla binmek üzere anlaşmışlar. Bir beriki binecek, bir öteki. Hayvanın hakkını da unutmamışlar. Nöbetleşe bindikten sonra hayvanı bir biniş süresi boş yürütecekler. Çünkü onun da dinlenmeye hakkı var. Allah’ın selamı her birinin üzerine olsun, ibrahim, ismail, ishak, Yakup ve Yusuf... Davud, Süleyman, Musa, Harun, isa ve elbette Muhammed Mustafa... ve kim bilir adını bildiğimiz, bilmediğimiz daha nice peygamberin gelip geçtiği, hatta defnedildiği Filistin topraklarında ilya’ya, yani Kudüs’e doğru ilerliyorlar.

Konuşmalardan anlaşıldığı kadarıyla bu iki yolcudan biri efendi, diğeri köle... Fakat efendinin efendiliği, ona kölenin insanlığını, hayvanın hakkını unutturmuyor. Nihayet şehre hakim yüksek bir tepeye ulaşıyorlar. Efendi binekte, köle yürüyor. Efendi, nöbet sırasının bittiğini belirtmek için tekbir getiriyor. Tepe, hemen o gün, orada el-Cebelü’l-Mükebber (Tekbir Dağı) adını alıyor ve hâlâ bu adla anılmakta. Binme sırası kölede... itiraz ediyor. “Efendim...” diyor, “ne sen in, ne de ben bineyim. Bir şehre girmek üzereyiz. Orada besili, eğerli atlar, altınla süslenmiş arabalar var. Şehre ben binekte, sense benim bindiğim hayvanın yularını tutmuş vaziyette girecek olursak bizi alaya alır, küçümserler. Bu da zaferimize gölge düşürür.” Efendi ısrarlı. “Ama sıra senin...” diyor; “sıra benim olsaydı inmezdim. Sıra seninse senindir. Ben inmeliyim, sen binmelisin.” Köle çaresiz... Hayvana biniyor. Efendisi hayvanın yularından tutuyor. Şehre böyle giriyorlar.

ZULMÜN HAKİMİYETİ BİR ANDIR, ADALETİNKİ KIYAMETE KADAR

Hırıstiyan halk, şehirlerini teslim almaya gelen devlet başkanını karşılamak üzere şam Kapısı’nda toplanmış. Başlarında Patrik Sophronius... Halk, köleyi hayvanın üstünde görünce saygılarını sunmak üzere önünde secdeye kapanıyor. Köle, elindeki asa ile onlara dürtüyor “Yazıklar olsun size...” diye haykırıyor, “kaldırın başınızı. Allah’tan başkasına secde edilmez.” Ve halka haber veriyor ki, kendisi köledir, devlet başkanı yuları tutan kimsedir... Patrik Sophronius bir köşeye çekilip ağlamaya başlıyor. Misafir devlet başkanı üzülüyor. Gönlünü almak, teselli etmek için patriğin yanına gidiyor. “Üzülme. Değmez. Dünya böyledir. Bir güldürür, bir ağlatır.” diyor. Sophronius “Saltanatı kaybettiğim için mi ağladığımı zannediyorsun? Tanrı’ya and olsun ki bunun için ağlamıyorum. Sırf sizin hakimiyetinizin sonsuza dek kesintisiz devam edeceğini anladığım için ağlıyorum. Zira zulmün hakimiyeti bir andır. Adaletin hakimiyeti ise kıyamete kadardır. Ben sizi fethedip geçen, sonra yıllar içinde kaybolup giden bir yönetim zannetmiştim.” diye cevap veriyor. Burada kendisinden efendi olarak söz edilen şahıs, müminlerin emiri, müslümanların ikinci halifesi Hz. Ömer r.a.’dan başkası değildir.

Ebu Ubeyde b. el-Cerrah r.a. komutasındaki islâm orduları Kudüs’ü kuşatmış, şehrin düşeceğini anlayan patrik bir şartla teslim olabileceklerini belirtmişti. islâm ordularının daha önce fethettikleri yerlerdeki halka verdiği eman üzere teslim olacaklardı. Fakat bu işlemi bizzat emirleriyle gerçekleştirmek istiyorlardı. Ebu Ubeyde r.a., “Emir benim. Buyurun şartları görüşelim.” demişti. Sophronius “Hayır ordu komutanına değil, şehri bizzat devlet başkanınıza teslim edebilirim.” diye ısrar etmişti. Bunu haber alan Hz. Ömer r.a., Medine’de yerine Hz. Ali r.a.’i vekil bırakıp yola çıkmıştı. iste şimdi Kudüs’teydi.

Hz. Ömer r.a., patriği teselli ettikten sonra “Ey Ilyalılar, lehimize olan lehinize, aleyhimize olan aleyhinizedir...” diye başlayan bir konuşma yaptı. Sonra Sophronius, Hz. Ömer r.a.’ı Kıyame Kilisesi’ne davet etti. Kiliseyi gezerlerken namaz vakti girdi. Hz. Ömer r.a., patriğe “nerede namaz kılayım?” diye sordu. Rahip, “olduğun yerde.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer r.a.: “Ömer, Kıyame Kilisesi’nde namaz kılmaz. Sonra pesimden gelecek müslümanlar, Ömer namaz kıldı diyerek burada mescit inşa ederler.” diye karşı çıktı. Bir taş atımı uzaklaştı ve abasını yere sererek namaz kıldı. Hakikaten daha sonra müslümanlar onun namaz kıldığı yere bir mescid inşa ettiler. Bu mescid o günden beri hâlâ ayaktadır ve Mescid-i Ömer adıyla anılmaktadır.

Hz. Ömer r.a. namazını kıldıktan sonra Patrik Sophronius’tan kendisine Mescid-i Aksa’nın yerini göstermesini istedi. Mescid’in çöplük haline getirildiğini gören Hz. Ömer r.a., abasını yere serip çöpleri doldurmaya ve götürüp uzaklara dökmeye başladı. Bunu gören müslümanlar da onun gibi yaparak mescidin yerini temizleyip üzerine bir mescit inşa ettiler.

Bu olayı tarihçilerimiz (Taberî, Yakubî, Belazurî, ibnü’l-Esir) yaklaşık böyle anlatırlar. Ama biz 1948 Arap-Israil Savaşı komutanlarından, Askeri Komiser Abdullah et-Tell’in Kudüs’te bir Hiristiyan mabedinde bulduğu eski ve önemli bir Yunanca tarihi yazmadan aktarmayı tercih ettik
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-03-2007, 11:20   #53
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Hz. Ömer (r.a.)'ın Askerî Siyaseti

Hz. Ömer (r.a.)’ın devlet başkanlığı ve bu devlet baskanlığı sırasında gerek Müslüman, gerekse gayri müslim olan reayasına uyguladığı adalet, tarihin örnek sahifelerinden birini teşkil etmiştir.

Bütün insanların baş düşmanı olan şeytan, sadece taviz vermeyen Müslümana yaklaşamaz ve ondan çekinir. Şeytanın, bu tavizsiz Müslümanlardan Hz. Ömer'e karşı olan tutumunu, Resulullah (s.a.s.). şöyle anlatıyor:

"Gökte Ömer'e saygı duymayan bir melek ve yerde ondan korkmayan bir şeytan yoktur" (1).

Hz. Ebu Bekir (r.a.), ölmeden önce, onu yerine Halife, yâni Devlet Başkanı olarak seçti.

Hz. Ömer (r.a.), İslâm'ın Devlet Başkanı olunca, devletinin, gerek iç, gerekse dış siyasetinde, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ve Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ın izini takibetti. Askerî cihadı, yani îslâm'in şavasla olan tebliğini de, onların bıraktığı yerden devam ettirdi.

Bilindiği gibi, Hz. Peygamber (s.a.s.), daha islâmî tebliğin Mekke dönemindeyken, Müslümanlara şu hedefi gösteriyordu:

"Lâ ilâhe illallah deyin, iran ve Bizans'ın sarayları sizin olacak!" (2).
Yani, Allah dışındaki güçlere, iktidarlara karşı çıkarak islâm'ı kabul edin, insanlığı sömürmekte olan iran ve Bizans devletleri yıkılacaktır!...

Hz. Peygamber (s.a.s.)., İslâmı tebliğin Medine döneminde, bu iki süper devletten Bizans'ın sınırlarını zorlamış, Tebuk seferiyle (3), islâm Devletinin sınırlarını bugünkü Ürdün topraklarına kadar vardırarak, islâm kanunlarının oralarda da hükümfermâ olmasını sağlamıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’ın vefâtından sonra, onun cihâdını Hz. Ebu Bekir (r.a.) sürdürdü ve ırak'ın güneyine kadar olan Bizans topraklarının tamamı fethedildi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) vefat ettiğinde, Halid b. Velid komutasındakı orduları, Fihl ve Sam kalelerini zorluyor, insanları islâm'a davet ediyorlardı.

Ordunun sultalaşmaması için Hz. Ömer (r.a.), islâm Devlet Başkanı olur olmaz, bazı mülahazalarla, islâm orduları Başkomutanı olan Halid b. Velid'i değiştirerek, yerine Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı tayin etti.

Hz. Ömer'in, Halid b. Velid'i görevden alması, bazı dedikodulara sebep olduysa da, Devlet Başkanı Hz. Ömer, bu kararından vazgeçmedi ve bu kararında gayet haklıydı.

Hz. Ömer (r.a.), Halid b. Velid'in üstüste kazandığı zaferlerden dolayı, esas görevi devlete hizmet olan ordunun, şımararak sultalaşmasını istemiyordu. Zira böyle bir durumda, islâm'm tatbikatı için varolan devletin, ordunun emrine girme ihtimali belirebilirdi ki bu, islâm Devletinin bekası noktai nazarından fevkalade tehlikeli bir husustu. Başka bir deyişle Hz. Ömer (r.a.), islâm kanunlarının harfiyyen ve de tavizsiz uygulanması için mevcut olan devlet otoritesinin kaybolarak, yerine Ordu Başkomutanının, hattâ Devlet Başkanının şahsî despotizminin yeralmasını istemiyordu. Yoksa, onun Halid b. Velid'i görevden alması, şahsî bir meseleden, ya da Halid'in herhangi bir yolsuzluğundan kaynaklanmıyordu. Nitekim, komutanlıktan azlinin sebebini öğrenmek için başkent Medine'ye giden Halid'e, Hz. Ömer (r.a.), "Yâ Halid, sen benim yanımda çok değerlisin ve seni çok severim'‘ dedikten sonra, Devletin bütün valilerine şu tamimi gönderdi:

"Ben, Halid'i bir öfkesinden, ya da ihanetinden dolayı azletmedim. Fakat insanlar onu o kadar büyüttüler ki, Allah'ı bırakıp ona tevekkül edeceklerinden korktum. Ben onlara, bütün bu başarıların Allah'tan geldiğini bilmelerini istediğim için böyle hareket ettim" (4).

Devlet başkanı Hz. Ömer'in bu hassasiyetini gören Halid b. Velid, Medine'de kalabilme imkânının olmasına rağmen, ordusuna dönerek, Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın maiyetinde cihada devam etti.

"Dünya seni de helâk etmesin"

Hz. Ömer (r.a.), ordu komutanlarının azlinde gösterdiği titizliği, onların tayininde de gösteriyordu. Nitekim Halid'in yerine tayin ettiği yeni komutan Ebu Ubeyde b. Cerrah'a da söyle yazıyordu:

"Ben sana, tek kalıcı şey olan Allah'ın takvasını tavsiye ediyorum ki, ondan başka hiçbir şeyin değeri yoktur. O Allah ki, bizi dalâletten hidâyete, karanlıklardan aydınlığa çıkardı. Seni Halid b. Velid'in ordusuna komutan tayin ettim. Onların hakkı ne ise, ona göre davran! "Ganimet alacagım" düşüncesiyle, Müslümanlan helâke götürme! Araziyi iyice kesfetmeden onlan oraya sevketme! Muhafızsız birlikler gönderme! Müslümanları felâketlere götürmemen için seni uyarıyorum. Allah seni benimle, beni de seninle imtihan edecek. Gözünü ve kalbini dünyadan çevir, dünyaya dalma! Dikkat et ki bu dünya, senden evvelkileri oldugu gibi, seni de helâk etmesin..." (5).

Hz. Ömer (r.a.)’n, normal vatandaşa olduğu kadar, komutan ve askerlerine karşı da bu kadar hassas olmasının tek sebebi, onların hak hukukları hakkında Allah'a vereceği hesabın kendisine yüklemiş olduğu ağır mesuliyetti. Nitekim o, sürekli olarak kendi kendisini muhasebe etmekle meşguldü. Günümüz sosyolog, psikolog ve felsefecilerinin efkârı umumiyyeye empoze etmeye çalışıp, bir türlü ne kendi nefîslerinde, ne de toplumun hiçbir kesiminde uygulayamadıkları meşhur otokritik müessesesi, Müslümanlar tarafından bu şekilde gerçeklestirilmiştir. Bunun başka yolu da yoktur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.). şöyle buyuruyor:

"Hikmetin başı, Allah korkusudur" Baska deyisle, insanlığın ölçüsü, Allah'a ve O'nun kanunlarına olan bağlılıktadır.

Hz. Ömer (r.a.), özel olarak görevlendirdiği postacılar vasıtasıyla, günü gününe ordusundan haber alıyor, âdeta onların yanında savaşıyormuş gibi, ordusunu sevk ve idare ediyordu. Nitekim komutanlarına göndermiş olduğu emirlerde, hergün durumlanın bildirir mektuplar yazmalarını, bu mektuplan postayla Medine'ye göndererek, Devlet merkezini olup bitenden haberdar etmelerini istemiştir (6).

"Hz. Peygamber'in dayısı olman seni yanıltmasın!'

İslâm orduları, Suriye fethinde Bizans ordularıyla çarpışmaya devam ederken; Hz. Ömer (r.a.), iran cephesindeki cihadı da hızlandırdı.

Hz. Ömer (r.a.), iran'ın fethi için, islâm uğruna ilk defa kan döken (7) ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’n cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Sa'd b. Ebi Vakkas’ı görevlendirdi.

cephesi Başkomutanlığına tayin edilen Sa'd b. Ebi Vakkas’a da, Devlet Başkanı Hz. Ömer şöyle tavsiye ediyordu:

‘‘Ey Sa’d, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in dayısı ve onun sahabısı olman seni yanıltıp Allah'tan uzaklaştırmasın! Allah, kötülüğü kötülükle değil, iyilikle yok eder. Allah ve insanlar arasında, O’na itaatte başka hiç kimse yoktur. Allah katında bütün insanlar eşittir. Allah onların Rabbi, onlar da O'nun kullarıdırlar. Onlara verilen hayat için, O'nu zikrederek, O'nun kanunlarına tabi olarak, O'na hamdederler. Resulullah (s.a.s.)’den gördüğün gibi hareket et!.." (8 ).

Hz. Ömer (r.a.), bu tavsiyesiyle, gayelerinin insanlara kötülük yapıp onları öldürmek olmadığını, bilakis, Allah davasını insanlara tebliğ ederek, onları Allah'ın kanunları altında birleştirmek olduğunu vurgulamak istiyordu.

Hz. Ömer (r.a.)’dan son emirleri aldıktan sonra, Sa'd b. Ebi Vakkas iran üzerine yürüdü.

Sa'd'ın komutasında birleşen islâm orduları, kazandıkları Kadisiyye savaşından sonra iran'ı tamamen fethedecekler ve Hz. Ömer (r.a.) vefât etmeden önce iran Müslüman olacaktır.

Hz. Ömer (r.a.), Kadisiyye öncesi, komutanı Sa'd'a gönderdiği mektupta, sadece ona dinî vaazlarda bulunmuyor, en ince teferruatına kadar askerî talimatlarını bildiriyordu. Mektubunun bir bölümünde söyle diyordu Hz. Ömer:

"Durumunuzu aralıksız olarak ve bütün tafsilatıyla bana yaz. Nasil hareket ettiğinizi; sizin düşmana, düşmanın da size olan nisbet ve harekât tarzını öyle yaz ki, mektuplarından âdeta savaşı izleyeyim..!' (9).

Bu talimatlardan sonra, islâm askerinin parolasını bile veriyordu. Hz. Ömer; "Savaş baslayıp, bitene kadar herkes ‘Lâ ve lâ kuvvete illâ billâh' diyecek!.." Müslüman askerinin kolu kılıç sallayarak, dili de Allah'ı zikrederek Rablerine kulluk edecekler. Başka deyişle, biri diğersiz olmaz.

Kadisiyye savaşı arefesinde, iran ordu komutanıyla görüşen ve her savaş öncesi olduğu gibi düşmanı islâm'a davet eden Müslüman elçi, Müslümanların gayesini iranlılara şöyle anlatıyordu:

"Bizim arzumuz dünya değil. Bizim arzu ve isteğimiz Ahirettir. Allah bize bir Peygamber göndererek ona şöyle dedi: Ben su taifeyi, benim kanunlarımla amel etmiyenlere musallet ettim. Bunlar vasitasiyle, benim kanunlarıma karşı gelenlerden intikam alacağım. Bu tâife (yani Müslümanlar), benim kanunlarıma bağlı oldukları sürece onları galib kılarım. Bu hak dindir. Ondan yüz çeviren hiç kimse yoktur ki zillete, ona bağlanan hiç kimse yoktur ki izzete kavuşmasın."

"Bu dinin esası, Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.s.)’in Onun Peygamberi olduğuna inanıp şehâdet etmek ve Allah katından gelen her şeyi noksansız ikrar etmektir."

"Dinimizin gayesi, insanları kulluktan kurtarıp, onları Allah'a kul etmektir" (10).

Değerlendirme

1. Hz. Ömer (r.a.)’in da siretiyle göstermiş olduğu gibi, islâm inancına göre esas olan, ne devlettir, ne ordu ve ne de Ordu komutanları; değişmez esas olan, islâm'in tavizsiz ve noksansız tatbikatıdır. Onun için Hz. Ömer, çok sevdiği ve gerçekten hayatını islâm'a adamış olan Halid b. Velid’i, yukarıda belirttiğimiz gibi, islâm yararına görevinden alıyor. Kısacası, Hz. Ömer, kim olursa olsun, insanların putlaşmasını istemiyor.

2. Hz. Ömer, komutanlarını, kendi şahsî kaprisleri değil, islâm'ın emirleri dahilinde hareket etmeleri hususunda uyarıyor. Yani islâm'a göre, "her seyi ben bilirim, herkes benim emrimde olacak, emir komutayı ben veririm, kimse bana karışamaz" gibi keyfî davranışlar yasaktır. İslâm neyi gerektiriyorsa o yapılır.

3. Hz. Ömer (r.a.) en küçük rütbeli askerine kadar her tebaasini düşünüyor, onlara en ufak bir hakaretin, haksızlığın yapılmasına müsaade etmiyor. İslâm’a aykırı davranışlarda bulunan olursa, isterse bu kişi vali, ya da komutan olsun kamçısıyla düzeltir ve de düzeltmiştir.

4. Ganimet almak için cihad yoktur. Cihad, Allah ahkâmını bildirmek içindir. İnsanları, insanlara kul olmaktan kurtarıp, onlan Allah'a kul yapma mücadelesidir cihad!...

5. Kılıcın yanında değil de, Allah'ı devamlı zikrederek kulluğunu ifâ edecek. Yani islâmî kulluk ki, biz buna ibadet diyoruz, bir bütündür. Namazı, oruçtan; cihadı, Hac'dan; Allah'ın hakkını, kul hakkından ayrı düşünmek, kulluğu dinamitlemek demektir.
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 13-03-2007, 11:20   #54
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Hz. Ali r.a.'ın hilafet hakkındakı görüşü

Hz.Peygamber (s.a.s.). vefat edince, Müslümanlar kendilerini idâre etmek üzere Hz.Ebû Bekir r.a'ı Devlet Başkanlığına getirdiler.

Bilindiği gibi, Hz.Peygamber (s.a.s.), iki görevi birden üstlenmişti: Birisi, Allah'tan gelen vahyi, yâni ilâhi emirleri insanlara tebliğ etmek; ikincisi, bu vahiy hükümlerine göre, başkanı bulunduğu devleti yönetmekti.

Onun vefatıyla sadece vahiy değil, Peygamberlik de son buldu. Artık Peygamber gelmiyecek, inanan insanlar, son peygamber vasıtasıyla gelen Kur'an'la ve bu son peygamber'in Sünnetiyle kendi yaşamlarına yön verecek, düzenlerini kuracaklardır. Başka deyişle, inanmak isteyen insanlar, yâni Müslümanlar, yaşantılarının her yönünü bu iki kaynağa göre tanzim edecekler, bu iki kaynağa ters düşen hayat kanunlarını tanımayacaklardır.

Bu iki kaynağın özü olan islâm'ı Allahu te'âlâ tek nizam kabul etmiş ve bunun dışında kalan sistemleri tanımayacağını şöyle ferman buyurmuştur:

"Kim islâm'dan başka bir din (top yekün bir hayât nizamı) ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır" (1)

Hz.Peygamber (s.a.s.)ın vefatıyla, kanun değil, kanunun tatbikçisi olan Hz.Muhammed (s.a.s.). Müslümanlar arasından ayrılmıştır. Dolayısıyle, onun ölümünden sonra, Müslümanlar yeni kaynaklara değil; zaten mevcut olan kaynakları tatbik edecek bir insana, bir idâreciye muhtaçtılar. Yâni vakia, kanun boşluğu veya yokluğu değil, lider yokluğuydu; bu lideri bulmak lazımdı ki, bu ihtiyacı da, başlarına "Halife dediğimiz devlet başkanlarını getirerek giderdiler.

Halife seçimi

Hz.Peygamber (s.a.s.). kendi vefatından sonra, Müslümanları yönetmek üzere, sarahaten bir halife seçmek istemediğinden çünkü buna yeteri kadar vakti vardı, halife seçim işi Müslümanların insiyatiflerine bırakılmış; onlar da, Peygamber'lerinin vefatından sonra, kendilerini yönetmek üzere Hz.Ebû Bekir r.a'ı seçip biat' etmişlerdir.

Hz.Ebû Bekir r.a'a biat etmiş olmasına rağmen, daha sonraki senelerde, bazı grublar Hz.Ali r.a'ı ona karşı göstermek istemişler ve maalesef bu şekilde başlatılan ihtilâf asırlarca sürmüş, binlerce Müslümanın ölümüyle neticelenen savaşlara sebebiyet vermiştir. Halbuki bunlar, dava arkadaşı, cihâd ve siper ortaklarıydılar. Bunlar, hayatlarını Allah'a hizmette yarıştırmış olan insanlardı.

İşte, bu konuyu en güzel bir şekilde tahlil ettiğine inandığımız, Hz.Ali r.a'ın bir konusmasıyla açıklamak istiyoruz.

Hz.Osman r.a'ın şehid edilmesiyle başlayan ve islâm tarihinde "el fitnet'ül kübrâ" (en büyük fitne) diye adlandırılan hareketten sonra, halife seçilmiş olup, hilâfetini tanımayanlarla savaşmak üzere Basra'ya gitmiş olan Hz.Ali ra'a, ibnu'l Kevva' ve Kays b. ibâd Basra'ya gidişinin sebebini sorup söyle dediler:

Bu konuda Resulullah'ın bana bir ahdi yoktur

"Müslümanların karşı karşıya gelip birbirlerini öldürecekleri bu gelişin, Resulullah (s.a.s.)'in sana olan bir ahdi veya emriyle midir?" Hz.Ali r.a. şu cevabi verdi:

"Bu konuda Resulullah (s.a.s.)'in bana bir ahdi olup olmadığını soruyorsunuz. Bana verilmiş böyle bir ahid yoktur. Vallahi ona ilk inanan ben olduğum gibi, ona ilk defa yalan isnâd eden ben olmayacağım. Sayet bu konuda Resulullah (s.a.s.)'in bana bir ahdi olsaydı, Ebû Bekir ve Ömer'in onun minberine çıkmalarına müsaade etmezdim, elimle onlarla savaşırdım (Resulullah (s.a.s.)'in emri olduğu için. Fakat Resulullah (s.a.s.). ne öldürüldü, ne de aniden öldü. Hastalığı bir kaç gün ve gece devam etti. Müezzin ona namaz vaktini bildirmek içín geldiginde, O Müslümanlara namaz kıldırtmak için Ebû Bekir'e emrederdi. Kaldı ki, benim orada olduğumu da görüyordu. Hanimlarından birisi (2) Hz. Peygamber (s.a.s.)'e, bu görevi Ebû Bekir'den almasını söyleyince kızdı ve "siz kadinlar Hz. Yusufun başını derde sokanlarsınız, Ebû Bekir'i geçirin Müslümanlara namazı kıldırsın!" dedi. Allah, Peygamberinin ruhunu alınca, işimize baktık ve Resulullah (s.a.s.)'in dinimiz için lâyık gördüğünü dünyamız için seçtik. Namaz, islâm'in aslıdır; o dinin emri, dinin direğidir. Biz (bunun için) Ebû Bekir'e biat ettik ve o bu işin ehliydi. içimizden iki kisi dahi ona muhalefet etmedi. Ebû Bekir'e hakkmi edâ ettim ve ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri için de cihad ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim. Ölünce, yerine Ömer geldi ve arkadaşının (yâni Ebû Bekir'in) yolunu takib etti, onun gibi hareket etti. Böylece Ömer'e biat ettik ve içimizden iki kişi dahi ona muhalefet etmedi. Hiç birimiz de başkasını ona tercih etmedik.

Ömer'e hakkım edâ ettim ve ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihad ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim. Ölünce Hz. Peygamber (s.a.s.)'e olan akrabalığımı, islâm'da önceliğimi ve selefiyyetimi ve bu işe liyâkatımı düşünerek bu konuda başkasının bana tercih edilmeyecegini sandım. Öldükten sonra, onun yüzünden halifenin bir günah işlememesi ve kendini mesuliyetten kurtarmak için Ömer hilâfeti çocuğuna yasakladı ve yeni halifeyi seçmek üzere altı kişilik bir heyet seçti ki ben onlardan biriyim. O isteseydi oğlunu seçebilirdi; yapmadı. Heyet toplanınca, kimsenin bana tercih edilmeyeceğini sandım. Abdurrahman b. Avf, kimi halife tayin ederse (3) ona kesinlikle itaat edileceğine dair bizden söz aldıktan sonra Osman b. Affan'ın elini tutarak, eline vurdu ve biat etti. Ben de işime baktım. Ona itaatim ise, biatımdan önce oldu. Böylece Osman'a biat ettik. Ona hakkını edâ ettim ve itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihâd ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim.

Vurulunca, kendi işime baktım. Resulullah (s.a.s.)'in iki halifesi gitmiş, birisi de vurulmuştu. Haremeyn'deki (Mekke ve Medine'deki) ve iki bölgedeki Müslümanlar bana biat ettiler. Bunun üzerine birisi ortaya atıldı ki, dengim değil; ne Resulullah (s.a.s.)'e olan akrabalığı benimki kadar yakın, ne ilmi benim ilmime denk ve ne de islâm'daki önceliği benimki gibi eskiydi. Dolayısıyle ben bu işe ondan (yâni Muaviye'den) daha lâyıktım!" (4)

Değerlendirme

1. Hz. Peygamber (s.a.s.)., hilâfet konusunda kesin bir tavır takınmamış, kimseyi halife seçmemiştir. Nitekim Hz. Ali'nin yukarıda buyurduğu gibi, o bu konuda bir emir vermiş olsaydı, onun emri kanun olduğundan, mutlaka yerine getirilirdi.

2. Namaz islâm'ın aslıdır. Asılsız, yâni temelsiz hiç bir şey düşünülemediği gibi, namazsız bir islâm tasavvur edilemez. Hz.

Ali r.a. bunu delil kabul ederek, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in namaz için seçtiği imâmı, yâni devlet başkanı olarak kabul ediyor.

3. Hz. Ali, kendinden önce biat ettiği halifelere kesin bir itaatla bağlıdır.

4. Hz. Ali, Hz. Muaviye'den de kendisine aynı şekilde itaat istiyor ve hilâfete kendisinin lâyık olduğunu söylüyor.

5. Asırlardır Müslümanlara kabul ettirilmeye çalışıldığı gibi, Hulefayi raşidin birbirine düşman değillerdir. Öyle olsaydı, yâni Hz. Ali, Hz. Ömer'i sevmeseydi ona kızı Ümmü Gülsüm'ü verir miydi? Allah'ın aslanı olan Hz. Ali'nin korkudan "takiyye" yapıp kızını Hz. Ömer verdiğini düşünmek en azından haksızlık olur.

6. O örnek halifelerin bir tek endişesi vardı: islâm'ın gereği gibi tatbiki!
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 07:06 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580