Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Kadın Sağlığı (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=161)
-   -   Sağlık Makaleleri (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=19104)

NuraN 22-01-2007 23:16

CYBH'larda sendrom yaklaşımı:
WHO tarafından önerilen bu yaklaşım hastanın yakınmalarına ait belirtiler ve muayene sırasında gözlenen bulgulardan yola çıkarak etkene ulaşmayı içeren bir yaklaşımdır.Bu yaklaşım aşağıdaki tablodaki gibi özetlenebilir:


SENDROM
BELİRTİLER
BULGULAR
OLASI ETYOLOJİ





Vaginal akıntı


Vaginal akıntı

Vaginal kaşıntı

Dizüri

Ağrılı cinsel ilişki






Artmış vaginal akıntı


Vaginit:

· Trikomoniyazis

· Kandidiyazis

· Bakteriyel vajinozis

Servisit:

· Gonore

· Klamidya





Üretral akıntı


Üretral akıntı

Dizüri

Sık idrar yapma




Üretral akıntı


· Gonore

· Klamidya



Genital ülser




Genital yaralar


Genital ülser

Büyümüş inguinal lenf nodülleri




· Sifiliz

· Şankroid

· Genital Herpes



Kasık ağrısı(pelvik ağrı, alt karın ağrısı)




Kasık ağrısı

Ağrılı cinsel ilişki


Vaginal akıntı

>38°C ateş

Palpasyonla kasıklarda hassasiyet




· Gonore

· Klamidya

· Anaerob etkenler



Skrotal şişme




Skrotal ağrı ve şişme


Skrotal şişlik


· Gonore

· Klamidya

NuraN 22-01-2007 23:16

CYBH'larda danışmanlık hizmeti:

Danışmanlık hizmetten yararlanmak üzere başvuranın, konu ile ilgili özel eğitimi ve birikimi olan biri ile etkileşim sürecidir. Bu süreçte kişinin sorunu, nedenleri, sorunla ilgili neler yapılabileceği, hangi hizmetlerden nasıl yararlanabileceği, sorunun tekrarından nasıl korunulacağı konularında birlikte tartışılıp kişiye kendine en uygun seçeneği bulma konusunda yardımcı olunmalıdır. Bu süreçte kişi sorunuyla ilgili doğru bilgilere sahip olmanın yanında riskli davranış kalıplarının farkına varıp bunlardan kaçınma yollarını anlayabilmeli ve yaşam tarzına uygun çözümler bulup olumlu davranış değişikliklerine adım atmalıdır. Başarılı bir hizmet:


Kişi haklarını bilip saygı göstermeyi,
Duyarlı ve özenli yaklaşımla güven duygusu yaratmayı,
Başvuranın katılımının güçlendirilmesi konusunda becerikli olmayı,
Üreme sağlığı, aile planlaması, CYBH'lar konusunda bilgi ve önerilerini başvuranın koşullarına uyarlayabilmeyi,
Başvuran kişinin dinsel, geleneksel ve kültürel durumunu anlayıp önyargısız davranmayı,
Gerekli bilgi ve önerileri yalın bir şekilde kişiyi yönlendirmeden sunabilmeyi,
Soru sorulmasına ve iletişime uygun bir ortam yaratılmasını
Kişiye yararlı olunamadığı takdirde vakit geçirmeden uygun kişilerden yardım isteyebilmeyi içermelidir.

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi bilgi sahibi olunduğunda ve gerekli davranış değişiklikleri konusunda güçlenildiğinde hastalıklardan uzak kalmanın mümkün olduğu durumlarda etkili ve nitelikli danışmanlık hizmeti çok önemlidir.

CYBH 'larda tedavi:
Etkeni bakteri olan belsoğukluğu, bakteriyel vaginoz, başlangıç dönemindeki frengi ve etkeni mantar olan kandidoz antibiyotikler ya da antifungallerle kolay tedavi edilir. İlaçlar ağız yolu ile, şırınga edilerek veya deri ve mukozadaki lezyon üzerine pomat şeklinde sürülerek kullanılır. Trikomoniyaz, uyuz ve kasık biti bitlenmesi de kolay tedavi edilir. Hepatit B, genital herpes, genital siğil ve HIV enfeksiyonu etkeni olan viruslar üzerine kesin etkili ilaçlar bulunmadığından kolay etdavi edilemezler. Genital herpes ve genital siğil tedavi edildiğinde belirtileri iyileşir, ancak çok defa nüküs ettikleri (tekrarladıları) görülür. Hepatit B'de belirtilerin düzelmesi için bazı ilaçlar kullanılır ve hastalık zamanla iyileşmeye bırakılır. HIV enfeksiyonunun bugün için kesin tedavisi yoktur. Ancak HIV'li kişilerin daha uzun ve sağlıklı yaşamalarını sağlayacak bazı ilaçlar kullanılmaktadır. Antibiyotik tedaviniz bittikten sonra, laboratuvar muayenelerini tekrar ettirilip etkenin varlığı yeniden araştırılmalıdır. Tedaviden sonra yine de hastalık belirtileri varsa, aynı zamanda birden fazla hastalığın bulunduğu düşünülmeli ve tedavi buna göre şekillendirilmelidir. Ayrıca tedavi sırasında mutlaka cinsel eşlerinde tedaviye katılması sağlanmalıdır.

Tedavi edilmezse belsoğukluğu, klamidiyoz, üretrit ve servisit kısırlığa, frengi çeşitli organlarda harabiyete sebep olur. Tedavi edilmeyen CYBH'larda hastanın yakınmaları devam eder. Bazen belirtiler kaybolur ancak hastalık kendiliğinden iyileşmez. Kişi taşıyıcı durumundadır. Hastalığı cinsel partnerlerine bulaştırmaya devam edebilir. Kişi tedavi edilerek bu taşıyıcılık durumundan kurtarılır.

NuraN 22-01-2007 23:16

Başlıca CYBH'lar:

HIV İNFEKSİYONU VE AIDS
AIDS'in etkeni HIV "Acguired Immune Deficiency Syndrome" kelimelerinin baş harflerinden oluşmuştur ve "Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu" demektir. HIV girdiği vücutta enfeksiyon oluşturur. Özellikle CD4+T lenfositlerine yerleşir. Vücuda giren mikropları harap etme görevi olan CD4+T hücreleri artık bu görevi yapamaz ve vücudun bağışıklık sistemi giderek zayıflar. Bunun sonunda vücudun mikroplara karşı koyma yeteneği azalır ve ve yok olur. HIV enfeksiyonlunun ve AIDS hastasının kanında, sperm sıvısında veya vagina sıvısında HIV bulunur. HIV kan nakli ile, HIV'li kan bulaşmış kesici ve delici aletlerle, şırınga ve iğnesi ile bulaşır. En önemli bulaşma yolu cinsel ilişkilidir ve her türlü (vaginal, anal, oral) cinsel ilşki ile bulaşır. Sperm sıvısı, vagina sıvısı ve adet kanında bulunan HIV'ın ağıza girmeside bulaşmaya sebep olur. Gebelikte, doğum sırasında ve süt emzirmede anneden bebeğine HIV bulaşabilir. CYBH'ı olanlar AIDS'e daha duyarlıdırlar.

Tanıda kullanılan anti-HİV testi ile kanında antikor bulunan kimseye "HIV pozitif" kişi denir. HIV taşıyıcısı enfeksiyonunu başkalarına bulaştırabilir. Antikorlar HIV vücuda girdikten 3 ay sonra oluşurlar. Şüpheli durumdan 3 ay geçmeden test yapılmamalıdır. HIV enfeksiyonu başladıktan sonra AIDS hastalığının oluşması için geçen dönem 5-15 yıl gibi çok uzundur. Bu süre içinde kişi hiçbir belirti hissetmeyebilir. Bu süre sonunda zayıflayan bağışıklık sistemi pek çok hastalığa açık hale gelir. HIV enfeksiyonunda HIV'e karşı antikorlar oluşursa da bu antikorlar CD4+Thücrelerinin içine yerleşmiş olan HIV'e etkili olmazlar. Direnci azalan vücutta, HIV'in etkisi yanında çeşitli mikroplar (bakteri,mantar, virus, protozon) deri, solunum, sindirim, merkez sinir sistemi gibi muhtelif doku ve organlara yerleşip hastalık oluştururlar; bunlara "fırsatçı enfeksiyonlar" denir. Ayrıca direnci kırılmış vücutta Kaposi sarkomu ve lenfoma gibi kanserler gelişebilir. HIV enfeksiyonu başladıktan sonra, kişinin yaşam koşullarına ve vücut direncine göre AIDS hastalığı belirtileri yılar sonra ortaya çıkar. AIDS'li hasta çok defa fırsatçı enfeksiyonların oluşturduğu komplikasyon sonucu ölür.

.AIDS'in bugün için kesin tedavisi yoktur. Ancak tedavideki son gelişmeler hastaların daha uzun ve nitelikli bir ömür sürmelerini sağlamaktadır

HEPATİT B
Etken olan Hepatit B virusu karaciğer iltihabına( hepatit) neden olur. Kuluçka süresi 2-6 ay arasında değişir. Belirtileri yorgunluk, halsizlik, bulantı, karın ağrısı, bazen eklemlerde ağrı ve ateştir. Daha sonra sarılık belirir; gözlerin beyaz kısmı, bazen deri sararır. İdrarın rengi koyulaşır, dışkının rengi çok açılır. Belirtiler haftalarca bazen aylarca kalır. Hepatit B vakalarının %90'ında virus vücuttan tamamen yok olur ve belirtiler kaybolur; %5-10 vakada virus vücutta kalır, antikorlar meydana gelmez ve kişi taşıyıcı olur. Taşıyıcıda belirti yoktur ve sağlıklı görülür %1 hepatit B vakası iyileşmez ve ölümle sonuçlanır. Virus infekte kişinin kanında, sperminde vagina sıvısında, ve tükürüğünde bulunur. Özellikle kanla ve cinsel ilişki ile bulaşır. Son yayınlarda oral bulaşmadan da söz edilmektedir. Kan nakli için alınan kanlar test edilmekte ve kan yoluyla bulaşan hastalıklar konusudna taranıp öyle transfüzyonuna izin verilmektedir. Kişide hepatit B varsa kanı başkasına verilmez. Kanla bulaşmadan korunmak için viruslu kanla temas etmemelidir. Şırınga ve iğne, diş fırçası ve traş makinası bulaşmaya neden olabilir. Akut HBV enfeksiyonu tedavisinde etkene yönelik tedavi yoktur. Genellikle genel durumu düzeltmeye yarayan destekleyici önlemler kullanılır. Kronik enfeksiyonlarda ise viral replikasyon değerlendirilerek gerekirse interferon uygulanabilir. Vakaların %40 ında bu tedavi başarılı olabilmektedir. Bunun yanı sıra antiviral ilaçlar örneğin AIDS tedavisinde de kullanılan Lamivudine in HBV tedavisinde de etkili olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Nadir olarak taşıycıda kronik karaciğer iltihabı ve daha sonra kanser oluşur. Hepatit B'den korunmanın en önemli yolu aktif bağışıklamadır.

BEL SOĞUKLUĞU (GONORE)
Çok yaygın görülen bu hastalığın etkeni gonokoklardır. Hastalığın kuluçka süresi 2-6 gündür. Üretra (dış idrar yolu), vagina, anüs, ve boğaz mukozası iltihaplanır. Erkekte üretra ağzından sarı yeşilimsi akıntı mevcuttur. İdrar yaparken yanma ve ağrı vardır, sık sık ve az miktarda idrara çıkılır. Bazen hiç belirti olmayabilir. Kadında çoğunlukla belirti yoktur. Normalde görülen vagina akıntısı artabilir, yeşil veya sarı renkte ve kötü kokuludur. İdrar şikayetleri bulunabilir. Kadında ve erkekte akıntı ağıza bulaştığında boğaz enfeksiyonu olur, ağız içi ve boğaz kızarır ve ağrı vardır. Anüs infekte olduğunda genellikle belirti olmaz, anüste yanma ve hafif ağrı olabilir, dışkıda müküs ve kan görülebilir. Gonokok göze bulaştığında göz iltihabı yapar. Doğum sırasında çocuğun gözüne bulaşıp iltihaplanmasına sebep olabilir. Belsoğukluğu kolay tedavi edilir. Kas içine uygulanan seftriakson ile birlikte doksisilin veya tetrasiklin türevleri ile tedavi yapılır. Hastanın cinsel eşine de tedavi verilir ve cinsel perhiz önerilir. Tedavi edilmezse, erkekte ve kadında infertiliteye neden olabilir.

NuraN 22-01-2007 23:16

FRENGİ (SİFİLİZ)
Frengi çok tehlikeli, kuluçka süresi 2-12 hafta olabilen bir hastalıktır. Frenginin etkeni spiroket cinsinden treponema pallidumdur.Kronikleşmeye eğilimlidir ve başlangıcından itibaren sistemik belirtiler verebilir. İlk yerleştiği yer penis, vagina anüs va ağız olabilir. Frengide bir veya daha fazla sayıda, üstü açık, bir cm boyutlarında sert ve ağrısız "şankır" denilen yaralar oluşur. Vagina ve anüsün içinde olduğunda şankır görülemez. Etken daha sonra kan yolu ile bütün vücuda yayılır. Kasık ve boyun lenf bezleri şişebilir. Tedavi edilmezse de şankır kendiliğinden iyileşir. Şankırın iyileşmesi hastalığın geçtiği anlamına gelmez, frenginin ikinci dönemi başlar; ellerde, ayaklarda ve vücudun diğer kısımlarında kırmızılıklar oluşur ve bir süre sonra geçer. Ayrıca baş ve boğaz ağrısı, ateş yorgunluk, saç dökülmesi, genital bölgede siğile benzer döküntüler olur. Tanıda serolojik testler ( VDRL, RPR) kullanılır. Gebelikte anneden çocuğa frengi geçer. Frengi penisilin tedavisi ile tamamen iyileşebilir. İlk ve ikinci dönemde tedavi edilmezse etken vücutta kalır ve hastalığın uyuyan dönemi başlar. Kişi hastalığın farkında değildir, ancak yapılan test hastalığı belirler. Yıllar geçince beyin harabiyeti sonucu akıl hastalığı, omurilik harabiyeti sonucu felç, kalp hastalıkları, körlük ve kemik iltihapları ortaya çıkar.

BAKTERİYEL VAGİNOZ
Vaginada, normalde bulunan laktobasillerin asit üretimi ile, ortam asit reaksiyondadır ve birçok bakteri vaginada üreyemez. Antibiyotik kullanımı gibi sebepler laktobasilleri etkileyerek reaksiyonunu azaltır ve bu ortamda çeşitli bakteriler, özellikle anaerop bakteriler ve mantarlar üreyebilir. Bakteriyel vaginoz etkeni olan Gardnarella vaginalis şartlar uygun olduğunda vaginada üreyip iltihap yaparak bakteriyel vaginoz oluşturur. Bu hastalıkta vaginadan kötü kokulu akıntı gelir, vaginada kaşıntı olabilir. Erkek infekte olsa da beliti görülmez. Belirti görüldüğünde tedaviye başlanır ve kolay tedavi edilir. Tedavide genelde metranidazol kullanılır.

KLAMİDİYOZ
Çok yaygın görülen bu hastalığın etkeni chlamydia trachomatis adlı mikroorganizmadır, hastalığın kuluçka süresi 1-2 haftadır. Kadında servisit ve üretrite neden olur. Erkekte peniste akıntı olur, çoğunlukla sabahları bir damla şeffaf akıntı,dizüri görülür. Kadında vagina mükopürülan akıntı,dizüri, vulva ve perinede hafif kaşıntı ve karın ağrısı olur. Klamidyozda bazen hiç bir belirti görülmeyebilir, fakat kişi bulaştırıcıdır. Bel soğukluğu ile birlikte bulunabilir. Doğum sırasında anneden bebeğine bulaşabilir. Klamidyoz kolay tedavi edilebilir. Tedavi edilmezse; kadında salpenjite, ektopik gebeliklere ve infertiliteye neden olabilir. Erkekte de infertiliteye yol açabilmektedir. Tedavide doksisilin, tetrasiklin, azitromisin ya da ofloksasin seçeneklerinden biri kullanılmalıdır.

KANDİDA VAJİNİTİ
Etkeni kandida cinsi mantarlar, özellikle Candida albicans'tır. Hastalık hafif seyirlidir. Cinsel ilişki olmadan da insana bulaşabilir. Fazla yorgunluk, stres, OKS kullanımı diyabet, gebelik, fazla ve uzun süreli antibiyotik kullanımı enfeksiyonu kolaylaştırır. Kuluçka dönemi 2-5 gündür. Kadınların çoğunda özellikle gebelikte hiç bir belirti yoktur. Kadınlarda disparoni, dizüri, vaginadan peynirimsi beyaz akıntı, vulvada yanma ve kaşıntı, vajen ve vulvada ödem ve hiperemi görülebilir. Erkekte çoğunlukla belirti görülmez, penisin ucunda kızarma ve kaşıntı olabilir. Tedavi kolaydır, antimikotik maddeler kullanılır. Belirtiler olduğunda tedaviye başlanmalıdır.

ÜRETRİT VE SERVİSİT
En sık görülen nedenleri Neisseria gonorrhoeae ve Chlamidia trachomatis dir. Servisiti olan kadınlarda anormal vaginal akıntı olabilirse de çoğu zaman semptom yoktur. Çoğu zaman farklı nedenlerle yapılan jinekolojik muayenelerde saptanır. Başlıca iki tip semptomatik servisit vardır:

Enfeksiyöz: Servikal kanal epitelinde enfeksiyon vardır. Epitel serviksin dış ağzından vajene doğru dışa dönmüştür. Eğer tedavi edilmezse uterus ve adneksleri tutarak PID ye neden olur.İki ana nedeni gonore ve klamidyadır.
Ektopik: Normal kanal epiteli vajene doğru kanal dışına dönmüşütr. 16 yşından küçüklerde ve oral kontraseptif kullananlardadaha sık görülür. 35 yaş üzeri kadınlarda çoğunlukla neden mekanik, kimyasal travmalar veya HPV gibi viral enfeksiyonlardır.

Tedavi etkene yönelik yapılmalıdır. Tedavi edilmezse infertiliteye neden olabilir.

GENİTAL HERPES
Tedavisi olmayan tekrarlayan ülserlerle karakterize viral bir hastalıktır.Olgularda özellikle HSV-2 yanında az olarak HSV-1 ile enfeksiyonda sözkonusudr. Bulaşma cinsel ilişki ile olur.Kuluçka süresi 2-20 gündür. Hastalık kaşıntılı ve yanmalı lokalize eritemli bir plkala başlar. Daha sonra eritemli zeminde veziküller ve bu veziküllerin spontan rüptürü ile ortaya çıkan girintili çıkıntılı kenarlı ülserlerin görülmesi hastalık için tipiktir.Ateş, halsizlik, ağrılı LAP lar görülebilir. Primer enfeksiyondan sonra rekürren enfeksiyonlar görülür. Tedavide ilk epizodda ve rekürren epizodlarda asiklovir kullanılır.Cinsel eşde tedavi edilmelidir.

GENİTAL SİĞİL (KONDİLOMA AKÜMİNATUM)
Genital ve anal siğillerin nedeni human papilloma virüstür. Kuluçka dönemi 9-12 aydır. Lezyonlar tek ya da çok sayıda, yumuşak, ağrısız, karnıbahar görünümünde olup genelde anüs, vulvovajinal bölge, penis, üretra ve perinede yerleşir.Tnı tipik görünüme dayanır. Cinsel ilişki ile bulaşır. Tedavisi çok doyurucu değildir. Tedavide kriyoterapi, podofilin, veya trikloroasetik asitkullanılır. Servikal kanserlerle ilintilendirilmektedir.

NuraN 22-01-2007 23:16

MOLLUSKUM KONTAGIOZUM
Etkeni poxvirus grubundan Molluscum contagiosum dur. Cinsel ilişki dışında vücut teması veya ortak kullanılan havlu ya da eşyayla da bulaşabilir. Kuluçka süresi 1 hafta ile 6 ay arasında değişir. 2-4 mm çapında, bazen daha büyük, kül renginde inci gibi siğile benzer nodüller oluşur, tek tek ya da gruplar halinde görülür. Nodüller genital bölgede, kollarda, bacaklarda, ve saçlı deride bulunabilir. Kaşınma ve ağrı olabilir. Çoğunlukla kendiliğinden iyileşme görülür. Tedavide her lezyon sıkılıp içindeki peynirimsi madde çıkarılır ve içine fenol uygulanır.

TRİKOMONİYAZİS
Etkeni protozoon cinsinden Trichomonas vaginalisdir. Kdınlarda vajen ve serviksde erkekde üretra ve prostatda enfeksiyona neden Oldukça yaygın, hafif seyirli, kuluçka süresi 4-20 gün olan bir CYBH dır. Vücutta uzun süre bulunduğu halde belirti vermeyebilir. Erkekte belirti çok seyrek görülür. Bazen sabahları penisin ucunda hafif bir akıntı olur, idrar yaparken hafif yanma olabilir. Kadında da semptom olmayabilir ya da vaginal akıntı,vajen ve vulvada kaşıntı şikayeti olabilir. Akıntı köpüklü, sarı yeşil renkte ve çok kötü kokulu olabilir, bazen ağrı vardır. Tedavide metronidazol kullanılır. Eşlerin tedaviside önemlidir.

UYUZ
Uyuz hastalığını oluşturan parazit kene türü Sarcoptes scabiei dir. Dişi parazit deride incecik tüneller açarak yumurtalarını bırakır. 3-4 gün sonra yumurtalar açılır ve 18 günde parazit erişkin şekle geçer. Uyuz fazla kaşıntı yaparak rahatsızlık verir. Tipik olan parmak aralarındaki kaşıntılardır. Uyuz kişi ile yakın temasta parazitin geçişi sonucu bulaşır. Böcekler vücuda geldikten 3 hafta sonra vücutta çoğunlukla akşam ve gece kaşıntı başlar, kaşıntı yatakta çok artar, özellikle bilekte ve parmaklar arasında, kırmızı-mor nokta şeklinde tünellerin ağızları görülür. Genital bölgede de küçük morumsu noktalar görülebilir. Fazla kaşıntı derinin yaralanmasına sebep olur. Uyuz tedavi ile kolayca iyileşir. İlaçla ölen uyuz parazitleri deride allerjik reaksiyon yapabilir ve kaşıntıya sebep olurlar. Birlikte yaşayan kişilerin beraber tedavi olmaları gerekir.

KASIK BİTİ
Kuvvetli bacakları ile kıla tutunan kasık biti özellikle pubisteki, kasıktaki ve genital bölgedeki kıllara yerleşir. Vücudun ön kol, göğüs gibi diğer kısımlarına da yerleşebilir. Deriden kan emer ve kaşıntı yapar. Deride kırmızı morumsu lekeler görülür. Tedavisi kolaydır, bit öldüren ilaçlar deriye sürülür. Bir hafta sonra tekrar ilaç sürerek yumurtadan çıkan yavrular da öldürülür. Tedaviye başlandığında çamaşırlar, yatak takımları ilaçlanıp yıkanmalı, kasık biti ve yumurtalarından arındırılmalıdır.

NuraN 22-01-2007 23:17

Yürümek her derde deva

--------------------------------------------------------------------------------

ABD'de yapılan araştırmalara göre, yürümenin insan sağlığına pek çok yönden yararlı olduğu tespit edildi. Düzenli olarak yürüyüş yapmanın, kasların kuvvetlendirilmesinden, düşünce potansiyelini arttırmaya, yaşlanma sürecini geciktirmekten zayıflamaya kadar birçok yararı olduğu ifade ediliyor.


Mayo Klinik tarafından yayınlanan rapora göre, yüzyıllardır doktorlar tarafından bir tedavi yöntemi olarak kullanılan yürüyüşün sağlıklı olması için düzenli ve programlı yapılmasında fayda var. Düzenli bir yürüyüş için de kısa ve uzun dönemli gerçekçi hedefler koymak, tepeden tırnağa kadar kullanılacak malzemenin kaliteli ve iyi seçilmesinin göz önünde tutulması gerekiyor. Uzmanların bu konudaki tavsiyeleri şöyle:


"- Amaç kilo vermekse vücut sentetik maddelerle sarılmalı


- Doktordan uygun görüş alınmadan böyle bir programa başlanmamalı


- Yemeklerden sonra uzun ve tempolu yürüyüşlerden kaçınılmalı


- Herhangi bir rahatsızlık hissedildiğinde yürüyüş bırakılmalı


- Yürüyüş, akşam yemeğinden en az 2 saat sonra yapılmalı


- Diyabet, tansiyon yüksekliği, kalp ve karaciğer rahatsızlığı ya da kronik rahatsızlığı olanlar yorucu ve uzun yürüyüşlerden kaçınmalı."


Bu tavsiyelere uyulması halinde düzenli bir yürüyüş programının vücuda yararları ise şöyle:


"- Kan akışının hızlanması, kan dolaşımının iyileşmesi, kalp, damar ve beyin rahatsızlıklarının giderilmesi


- Vücudun tüm kaslarının güçlenmesi


- Kalp kasılması ile meydana gelen kan miktarının artması ve dinlenme esnasında nabzın azalması


- Kan basıncının düzenlenmesi


- Hareket ve stres anında tansiyonun yükselmesinin önlenmesi


- Şişmanlığın önüne geçme


- Barsak hareketlerinin arttırılması ile sindirimin kolaylıkla sağlanması


- Beyine giden oksijen miktarının artması ile zihinsel keskinlik ve düşünce potansiyelinin artması


- Lenf dolaşımını düzene sokma


- Akciğerlerin hava kapasitesini arttırma


- Hareketlilik veya dinlenme sırasında metabolizmayı uyararak sürekli dinç tutma


- Travma sonrası toparlanma sürecini hızlandırma


- Kandaki yağ oranını düşürme


- İyi ve kötü huylu kolestrol dengelerini düzenleme


- Vücuttaki tüm organlar arasındaki koordinasyonu düzenleme


- Eklemlerin esnekliğinin artması, bel ve boyun ağrılarının hafifletilmesi


- Kemiklerin sertleşmesi


- Vücudun hastalıklara karşı dayanıklılığının artması ve bağışıklık sisteminin direncinin artması


- Yorgunluğun hafiflemesi


- Uykusuzluk sorununun giderilmesi ve bünyesel rahatlamanın sağlanması


- Vücudun endorfin adı verilen keyif hormonlarını hareketlendirme


- Yaşlanma sürecinin geciktirilmesi ve deriye zinde bir görünüm kazandırma


- Moral, özgüven ve iyimserliğin artması."

NuraN 22-01-2007 23:17

Kemiklerinizi koruyun

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, dünyada 50 yaşın üzerindeki her 3 kadından birin ve her 8 erkekten birinde görülen sinsi bir hastalık olarak nitelendirdikleri Osteoporoz (Kemik erimesi) hastalığının ilerleyen yaşlarda vücuttaki kemiklerin kırılmasına neden olduğunu belirttiler.




Yaşlıların kemik ağrımaları yakınmaları ile tedaviye geldiğinde ise tedavi için oldukça geç kalındığını ve tedavinin zorlaştığını bildirdiler. Kemik erimesine yönelik kullanılan ilaçların çoğunun her gün alınmasının zorunlu olduğuna işaret eden uzmanlar, bu sebepten tedavinin yıllar boyunca sürebileceğine ve bunun da hastalarda ciddi bir ekonomik yük getirdiğini ifade ediyorlar. Uzmanlar, hastalığa karşı alınması gereken önlemler olarak vakit geçirmeden gerekli testlerin yapılarak hastalığın tam olarak belirlenmesi gerektiğini belirtiyorlar.




Hastalara kemik sağlığını destekleyen bir beslenme programı uygulamalarını öneren uzmanlar, yeterli miktarda kalsiyum ve D vitamini alınması gerektiğini belirtiyorlar. Uzmanlar, diğer yapılması gerekenleri ise şöyle sıralıyorlar:
"- Düzenli olarak egzersiz yapın
- Sigara ve alkol tüketiminden kaçının
- Hastalık hakkında düzenlenen eğitim programlarını takip edin
- Düşme risklerini azaltmak için işyerinizde fiziksel önlemler alın."

NuraN 22-01-2007 23:17

Uykusuz kalmayın IQ dan olmayın!!

--------------------------------------------------------------------------------

Dr. Hüseyin Nazlıkul, geceleri yetersiz uykunun zekâyı haftada 15 puan birden düşüreceğini belirtip, "İdeal uyku, 23.00 - 06.00 saatleri arasında olur" diyor...

Dr. Hüseyin Nazlıkul, önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak "Hayatı Keşfet - Anti - Aging Yaşam Kılavuzu" adlı kitabında, düzenli ve dengeli beslenmenin yanı sıra uykunun da önemine değiniyor. 1 saat az uyumanın bile zekâyı olumsuz etkilediğini savunan Dr. Nazlıkul, 10 yıl genç görünmek için de "haftada 3 kez seks" öneriyor. İşte Dr. Nazlıkul'un genç görünmek ve zinde kalmak isteyenlere önerileri:


Günde en az bir kez yeşil salata, sebze, bir kadeh şarap veya üzüm suyu, 3 kez yoğurt, 5 kez meyve, bitkisel çay, maden suyu ve meyve suyu, 12 tane fındık ya da badem yemelisiniz.

Erkekler haftada, 100 - 150 gram tuzsuz kabak çekirdeği yemeli.

Haftada bir kez kırmızı et, 2 kez yağlı balık, beyaz et, karaciğer, 3-4 kez de çiftlik yumurtası tüketmelisiniz.

Haftada 3 kez, aynı kişiyle düzenli seks yapmak 10 yaş genç görünmeyi sağlar. Seks, spordan sonra genç görünmeyi sağlayan en önemli ikinci faktör.

Uykusuzluk IQ'yu düşürür. 1 saat uykusuzluk dahi IQ puanında eksilmeye yol açar. 1 hafta süren uyku düzensizliği IQ'yu, 15 puan birden düşürebilir.

Günde 6-7 saatten fazla uyumamalı. Gece 23.00-06.00 arası ideal uyku saatleridir.

Düzenli koşmak, bir süre sonra istediğinizi yemeyi, hatta uykuda bile yağ yakmanızı sağlar. Ayrıca açlığı bastırır ve baş dönmesini önler.

NuraN 23-01-2007 19:12

Katarakt hakkında bilinmesi gerekenler

--------------------------------------------------------------------------------



Kataraktın olgunlaşması, kalınlaşması için beklenilmesi gerektiği inancı günümüzde artık geçerli değildir. Zamanında müdahale edilmezse göz tansiyonuna sebep olur ve geri dönülmez körlüğe kadar götürür. İlaçla tedavisi yoktur. Tek tedavi şekli, değişik mikrocerrahi yöntemleri ile yapılan müdahalelerdir.

Göz içinde, uzak ve yakın net görmemizi sağlayan ince kenarlı saydam bir mercek (lens) mevcuttur. Gözün bu doğal merceğinin çeşitli nedenlerle saydamlığını kaybederek bulanıklaşmasına katarakt adı verilmektedir. Halk arasında göze perde indi şeklinde ifade edilir.

Göz merceği, gözbebeği ve irisin arkasında küçük, saydam bir yapıdır. Gözün objektifi olarak nitelenen yapının bir parçasıdır. Parlak ışınlar bu yapıdan geçerek ağtabakanın üstünde birleşip görüntüyü oluştururlar. Göz merceği esnek olduğundan kavsi artabilir, buna bağlı olarak odaklaşma uzaklığı da değişebilir. Değişik uzaklıklardaki nesnelerin görüntüsünü her zaman ağtabaka üzerinde odaklayabilir. Çapı 10 mm, kalınlığı 5 mm olan göz merceğinin iki yüzü de dışbükeydir. Göz merceğini meydana getiren oluşumlardan birinin matlaşması görmenin engellenmesi için yeterlidir.

Katarakt türleri perdeleşmenin lens içindeki yeri, seviyesi, oluşum biçimi ya da yaşa göre değişiklik gösterir. Katarakt, körlüğün en çok görülen nedenidir. Işığın sarı noktaya geçişini engellediği için hasta göremez.

Nedenleri

Gözün saydamlığını kaybederek bulanıklaşması ve katarakt oluşumuna yol açmasının nedenleri arasında;

-Lens içindeki protein birikimi

-Lensin yaşlanması

-Ailevi metabolik hastalıklar (şeker hastalığı vb.)

-Gebelikte ilaç kullanımı ya da anne adayının geçirdiği hastalıklar (örneğin kızamıkçık)

-Hipertansiyon

-Glokom

-Göz yaralanması

-Gözlüksüz uzun süre şiddetli ışığa maruz kalmak en başta gelen sebepler olarak sayılabilir. Lens, eski hücrelerin dışarı atılamadığı, zarla çevrili kapalı bir organ olduğu

için bu sebepler geri dönüşümsüz bir şekilde lensi bulanıklaştırır. Böylece katarakt oluşur.

Kimlerde görülür?

60 yaşlarından sonra oldukça yaygın bir hastalıktır. Ancak bebekler dahil olmak üzere her yaş grubu insanda görülebilir. Yaş ilerledikçe sıklığı artar. Yaş faktörü lensin özel yapısı sebebiyle önemlidir.

Belirtileri:

-Bulanık görme

-Işık kamaşması

-Görüş azalması

-Çatallı veya çift görme gibi belirtileri vardır. Zamanında müdahale edilmezse katarakt ilerler. Hasta ancak ışığı ve ışığın yönünü seçebilir.

Tedavi

Katarakt göz sağlığını ciddi anlamda etkiler. Ancak gözün diğer tabakaları sağlam ise uygulanacak tedavi ile görme kabiliyeti tama yakın bir oranda geri kazanılır.

Kataraktın ilaçla tedavisi yoktur. Tek tedavi yöntemi değişik mikrocerrahi yöntemleri ile yapılan müdahalelerdir. Cerrahi müdahale ile bulanıklaşan göz merceği çıkarılır, gözün içine sentetik göz merceği yerleştirilir. Bu sistem hastanın ameliyat sonrası gözlük kullanmasına ihtiyaç bırakmamaktadır.

NuraN 23-01-2007 19:12

Tedavi yöntemleri

Tedavi yöntemleri son 10-15 yıl içinde büyük değişim göstermiştir. Bu alanda; göz içi cerrahi, ameliyat mikroskopu, özel ince alet ve maddeler yardımı ile büyük aşama kaydedilmiştir. Son yıllarda yaygınlaşan bir yöntemle de birkaç milimetrelik yerden göz içine girilerek bulanık mercek ultrason dalgaları ile eritilmekte ve yine katlanabilir akrilik lensler yerleştirilmektedir. Kataraktın sadece lazer ile tedavisi mümkün değildir. Lazer ameliyat sırasında, sadece bir aşamada kullanılabilir.

Bu yöntemlerin özelliği, hastanın yara yeri çok küçük olduğu için daha kısa dönemde olumlu sonuç alınır. Yıllar öncesinden bilinen kataraktın olgunlaşması, kalınlaşması için beklenilmesi gerektiği inancı günümüzde artık geçerli değildir.

FAKO (fakoemülsifikasyon) nasıl bir tekniktir?

FAKOlu katarakt ameliyatında klasik cerrahideki gibi dikiş yoktur. Bu nedenle de, halk arasında lazerli ya da dikişsiz yöntem olarak bilinir. Bu teknikte, göze 3 mmden küçük bir kesiden girilir, lensin zarı yuvarlak olarak çıkarılır, katarakt yani keşifleşmiş göz merceği ultrason dalgaları veren bir cihaz ile sıvılaştırılarak emilir, yerine katlanabilir yeni göz merceği yerleştirilir. Bu ameliyatta kullanılan mercekler dikişli katarakt ameliyatında kullanılan merceklerden farklıdır.

FAKOlu katarakt ameliyatına hasta nasıl hazırlanır?

Hasta muayenesi ile aynı gün ameliyata alınıp, ameliyattan sonra hemen taburcu edilebilmektedir. FAKOlu katarakt ameliyatı olacak hasta, ameliyattan kısa bir süre önce Bazı damlalar ile gözüne ön hazırlık yapılır. Hasta daha sonra, ameliyathaneye alınır. FAKOlu katarakt ameliyatına giren hastanın ameliyatı 15-20 dakika sonra bitmiş olur. Hasta hemen taburcu edilir. Ameliyattan sonra da erken dönemde net görmeye başlar.

NuraN 23-01-2007 19:12

İyot eksikliği, zeka geriliğine neden oluyor

--------------------------------------------------------------------------------

Yozgat İl Sağlık Müdürlüğü, yazılı açıklama yaparak, zeki, çalışkan, başarılı ve guatrdan uzak bir nesil yetiştirilmesi için mutlaka iyotlu tuz tüketilmesi gerektiğini belirtti.




İyot yetersizliğinin, zeka geriliği, okul çağı çocuklarında görülen, öğrenme isteğinde azalma, algılama güçlüğü ve guatr gibi hastalıklara neden olduğu belirtilen açıklamada şu görüşlere yer verildi:
"İyot, troit hormonu yapımında kullanılan bir maddedir. Bir insanın günlük iyot ihtiyacı 150 mgr dır. İyot genel olarak yüksek miktarda deniz ürünlerinde, az miktarda süt, yumurta ve et de bulunmaktadır. İyotlu tuz kullanarak önlenebilecek sorunlarla mücadelede tüm sektörlere de görev düşmektedir. Okul döneminde hızlı büyüme ve gelişmenin yanı sıra yoğun öğrenme içinde bulunan çocuklarda yetersiz iyot alımı okul başarısını da olumsuz etkilediği görülmüştür. Bütün bu veriler iyotlu tuz kullanımının önemini göstermektedir. Bu nedenle halkın iyotlu tuz kullanmasını kullanırken de güneş ışınlarından uzak tutulması, serin kuru, koyu renkli koruma kabında muhafaza edilmesi gerekmektedir. Zeki çalışkan, başarılı ve guatrdan uzak bir nesil yetiştirilmesi için mutlaka iyotlu tuz tüketilmelidir".

NuraN 23-01-2007 19:13

Doktorunuz meyve ve sebzeler

--------------------------------------------------------------------------------

Bitkisel renk maddeleriyle ilişkili olan meyve ve sebzelerdeki fitokimyasalların insan sağlığını korumak için çalıştıkları bildirildi.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü tarafından hazırlanan broşürle, fitokimyasal üreten meyve ve sebzelerin hangi hastalıklara iyi geldiği konusunda bilgi verildi.


Bitkisel gıdalarda bugüne kadar 900'ün üzerinde farklı fitokimyasal bulunduğu öğrenilirken, bu koruyucu bitkisel bileşiklerin beslenme ve sağlık üzerine etkileri konusunda her gün yeni araştırma sonuçları veriliyor.


Günde 5-9 porsiyon meyve ve sebze, tam tahıllar, soya ve sert kabuklu meyveler tüketerek bitkisel gıdalarda bulunan tüm fitokimyasallardan ve besin öğelerinden yararlanma imkanı bulunduğuna dikkat çekiliyor. Elde edilen verilere göre, bazı meyve ve sebzelerin iyi geldiği hastalıklar şöyle:
Elma ve elma suyu, turunçgiller, kivi, siyah üzüm ve üzüm suyu, kırmızı biber, domates ve karpuz kalp hastalıklarına karşı kalbi koruyor.


Taze ve kuru kayısı, yaban mersini, kavun, havuç, üzümsü meyveler, karalahana, erik, balkabağı, kuru üzüm, ıspanak ve çilek yaşlanma sürecini yavaşlatıyor.
Taze ve kuru kayısı, böğürtlen, yaban mersini (alıç-likapa), Çin lahanası, brokoli, lahana, kavun, havuç, karnabahar, taze soğan, Brüksel lahanası, turunçgiller, kuş üzümü, sarımsak, karalahana, kivi, pırasa, soğan, balkabağı, ahududu, kara üzüm ve üzüm suyu, ıspanak, çilek, şalgam ve suteresi bazı tip kanserlere yakalanma riskini azaltıyor.


Taze ve kuru kayısı, kavun, havuç, brokoli, karalahana, balkabağı ve ıspanak akciğer fonksiyonlarını iyileştiriyor.
Ispanak, balkabağı, karalahana, havuç, kavun, brokoli, taze ve kuru kayısı diyabetle ilgili komplikasyonları azaltıyor.
Brokoli, mısır, karalahana, kivi ve ıspanak 50 yaşın üzerindeki kişilerde görme bozukluğunun başlıca nedeni olan makula dejenerasyonunun önlenmesine yardımcı oluyor.


Brokoli, üzümsü meyveler, sarımsak, kıvırcık salata, soğan, armut, kara üzüm ve üzüm suyu alerjik kökenli iltihaplanmaları azaltıyor.
Üzümsü meyveler, sarımsak, karalahana, kıvırcık salata, soğan, armut, kara üzüm, üzüm suyu baş ve boyun tümörlerinin gelişmesini durduruyor.
Sarımsak, karalahana, kıvırcık salata, soğan, armut ve üzümsü meyveler akciğerleri hava kirliliği ve sigaranın zararlı etkilerinden koruyor.
Karalahana ve ıspanak katarakt riskini azaltıyor.


Kırmızı biber, karpuz, domates ve ketçap, domates suyu, salça, makarna sosu gibi domates ürünleri prostat kanseri riskini azaltıyor.
Böğürtlen, yaban mersini, taze soğan, kuş üzümü, ahududu, çilek, pırasa ve soğan kanın kolesterol seviyesini düşürüyor.

NuraN 23-01-2007 19:13

Ihlamur deyip geçmeyin

--------------------------------------------------------------------------------

Özellikle soğuk kış günlerinde sıcak içecek olarak tüketilen ıhlamurun insan sağlığına birçok faydasının bulunduğu bildirildi.
Yurdumuzda Marmara ve Doğu Karadeniz Bölgeleri'nde bol miktarda yetişen ıhlamurun çiçek, yaprak, kabuk ve ağacından faydalanılıyor. Hoş kokulu bir bitki olan ıhlamurun aynı zamanda iyi bir ev ilacı olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Kurutulmuş ıhlamur yaprakları, çiçekleriyle birlikte kaynatılarak hoş kokulu bir içecek elde edilir. Bu içecek sinirleri yatıştırır, bağırsak kurdunu düşürür, bağırsak sancısını giderir, öksürüğü keser, damar tıkanıklığını açar, gribi iyileştirir, hazımsızlığa karşı kullanılır, mide üşütmesini ve uykusuzluğu giderir. Ihlamur ayrıca idrar söktürücü, terletici, yatıştırıcı, göğüs yumuşatıcı özelliğe de sahiptir. Ihlamur çiçeği balla karıştırılıp içilirse mide ülserine faydalıdır. Kan dolaşımını düzenler" dedi.


Ihlamurun içinde uçucu yağ, tanen, şeker, C ve P vitamini, reçine ve enzimler bulunduğunu açıklayan uzmanlar, ıhlamurla ilgili şu bilgileri verdi:
"Mide şikayeti olanlar ıhlamuru tek başına kaynatıp içerse hazmı kolaylaştırır. Bunun yanısıra ıhlamurun içine biraz kekik, nane ve rezene katıp kaynatıp içerseniz hem mide yanmalarına, hem de kusma türü rahatsızlıklara iyi gelir. Cildinizde leke mi var? Hemen ıhlamuru suda kaynatıp sıvı sümüksü bir hal alıncaya kadar bekletin. Sonra bu sıvıyı lekelere sürün faydasını göreceksiniz. Yine aynı şekilde elde edeceğiniz ıhlamurla kırışıklıklara masaj yaparsanız iyi sonuç alacaksınız. Strese karşı ıhlamur çayı iyi gelir. İçine çok az karanfil atarsanız hem güzel bir tat elde etmiş olursunuz, hem de sizi sakinleştiren etkisini arttırırsınız. Grip ve nezle olunca ıhlamuru hiç eksik etmeyin. Bilinmelidir ki, bu tür hastalıklarda ıhlamur sadece terlemeyi sağlayarak değil, aynı zamanda vücudun direncini de artırarak tedaviye yardımcı olur.



Göz çapaklanmalarında ıhlamuru kaynatın ve süzün. Pamuk yardımı ile gözlerinize kompres yapın. Hem çapaklanmaları önleyecektir, hem de gözünüzü dinlendirecektir. Gözlerinize kompres yaparken gözünüzü kapatmayı unutmayın. Ihlamuru kaynatıp elde ettiğiniz su ile ara sıra saçlarınızı yıkayarak saçlarınızın beslenip kuvvetlenmesini sağlayabilirsiniz. Bu işlemden sonra saçınızı durulamayı ihmal etmeyin. Bunların yanında ıhlamur kan dolaşımını düzenler. Kabızlıkta da ıhlamurdan yararlanabilirsiniz. Kramplar için de ıhlamurun iyi bir ilaç olduğunu unutmamalısınız. Sabah aç karnına içilmeye devam edilen ıhlamur zayıflamak isteyenlere bu hususta yardımcı olacaktır. Ihlamurun migren için de birebir olduğu bilinir. Ancak ıhlamuru uzun süre ve fazla miktarda kullandığınızda kalbinize zarar verebileceğini unutmamalısınız."

NuraN 23-01-2007 19:13

'Karbonhidratsız diyet olmaz'

--------------------------------------------------------------------------------

ABD'li diyetisyenler, zayıflamak için uygulanan diyet formüllerinin çoğunluğunun 'çok protein az karbonhidrat' tavsiyesi sunduğunu, ancak karbonhidratın az olduğu bir diyetin sağlıksız olduğunu açıkladılar. Uzmanlar, karbonhidratın, sinir sisteminin adeta 'yakıtı' olduğunu ve karbonhidratsız bir beslenmenin sinir sisteminin sağlıklı işlemesini engelleyeceğini belirtiyorlar.


Amerikan 'CBS' televizyonunda yer alan habere göre, Amerikan Diyetisyenler Birliği'nde görevli uzmanlar, amacına uygun ve profesyonel olan diyetlerde mutlaka karbonhidratın da önemli yer tutması gerektiğinin altını çiziyorlar. Dengeli bir öğünün diyetin anahtarı olması gerektiğine dikkat çeken uzmanlar, sadece protein alarak vücudun yeterli derecede beslenmediğini, gerek sinir, gerekse sindirim sistemi için karbonhidrat içeren yiyeceklerin de ölçülü bir şekilde tüketilmesinin şart olduğuna değiniyorlar. Uzmanlar, aşırı miktarda tüketilen karbonhidratın da, aşırı olarak tüketilen her şey gibi vücuda zararı olduğunu ifade ederken, sağlıklı bir insanın günde en az 2 bin kaloriye ihtiyacı olduğunu ve bunun en az yarısının karbonhidratlı besinlerden elde edilmesi gerektiğini vurguluyor. Günde en fazla 250 gram karbonhidratın yeterli olabileceğini vurgulayan uzmanların, dengeli ve 250 gram karbonhidrat içeren bir diyete verdikleri örnek ise şöyle:

"KAHVALTI
1/2 bardak portakal suyu
1/2 tabak mısır gevreği
4 yemek kaşığı yoğurt
1 bardak az yağlı süt
17 tane yeşil üzüm

ÖĞLE YEMEĞİ
2 dilim kepek ekmeği
3 parça haşlanmış hindi göğsü
Bir çay tabağı dilimlenmiş havuç
2-3 adet marul yaprağı
Bir çay tabağı dilimlenmiş salatalık

ARA ÖĞÜN
10 parça az yağlı kraker
Orta boy bir elma

AKŞAM YEMEĞİ
1/2 oranında kızartılmış piliç göğsü
Bir tutam haşlanmış brokoli
Yarım fincan domates sosu
Bir dilim kek."

NuraN 23-01-2007 19:13

Kış hastalıklarına dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Kış mevsimi ile birlikte ülkemizde soğuk havaya bağlı olarak nezle, grip, faranjit, larenjit, sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit, zatürre gibi hastalıkların görülme sıklığının arttığı belirtildi.


İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, kış mevsiminde soğuk havaya uyum sağlamak için vücudun daha fazla enerji harcadığına dikkat çekiliyor. Bu enerji ihtiyacı karşılanmadığında da vücut direnci düşüyor ve enfeksiyonlara davetiye çıkartılıyor. Soğuk kış iklimde yaşayan ve yıllarını geçiren insanların soğuk havaya uyumuyla ılıman iklimde ve zaman zaman soğukta yaşayan insanların uyumunun farklı olduğu belirtiliyor. Soğuk, özellikle akciğerin akut veya kronik tüm hastalıklarını tetikliyor. Bronşit, astım gibi sağlık sorunları daha sık görülür. Ayrıca kronik böbrek ve diyabet hastaları, kalp hastaları, by-pass geçiren kişiler aşırı soğuklardan çok daha fazla etkileniyor. Kışın ortaya çıkan hava kirliliği de soğukla birleştiğinde sorun büyüyor. Kış mevsiminde artış gösteren ve iyi tedavi edilmediğinde ölümlere yol açabilen hastalıkların başında zatürre geliyor. Akciğerlerin iltihabi bir hastalığı olan zatürre ile birlikte akciğerlerin görevi olan oksijen alış veriş fonksiyonu bozuluyor ve kanda oksijen düzeyi azalıyor. Amerika'da bile halen ölüme yol açan hastalıklar arasında zatürre altıncı sırada yer alıyor.


Kış mevsiminde enfeksiyonlar ağır geçtiği için korunma tedbirlerine özen gösterilmesi gerekiyor. Yaşlıların, çocukların, kalp, astım, diyabet gibi sağlık sorunları olan kişilere havanın çok soğuk olduğu günlerde mecbur kalmadıkça sokağa çıkmamaları gerekiyor. Kış hastalıklarından korunmak için uzmanlar şu önerilerde bulunuyor:
"Giyime özen gösterilmeli, soğuktan koruyacak biçimde giyinilmesinin yanısıra aşırı terlememeye dikkat edilmelidir.


- Kış ve soğuk diye fazla enerji almak iyi olur. Ancak aşırı yağlı yemek ve az hareket, kilo almaya neden olur. Bu yüzden öğünler muntazam yenilmeli. Sabah kahvaltılarına ve enerji verecek mevsim meyve ve sebzelerine de ağırlık verilmeli.
- Soğukta özelikle hamileler, mevsim hastalıklarına yakalanmamaya özen göstermeli, toplu yerlerden uzak durmalı, maske ile korunmalı.
- Astımı olanların ilaçlarını düzenli almaları, mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamaları, hava kirliliğinden, soba ve kömür etkisinden sakınmaları gerekiyor.
- Kalp hastalığı olanların çok soğukta yürümemelerini öneriyoruz.
- Yüksek tansiyonu olanların da ilaçlarını titizlikle kullanmaları, direnç artsın diye diyeti bozmamaları, tuzlu yememeleri büyük önem taşıyor."

NuraN 23-01-2007 19:13

Az uyu, kilo alma

--------------------------------------------------------------------------------

Sidney'de düzenlenen ve konusu uyku olan bir sağlık konferansında konuşan diyet uzmanları, uyku süresi ile obez olma riski arasında güçlü bir bağlantı olduğunu belirttiler.


Konferansta konuşan bilim adamları, gecede 4 saatten az uyuyanların 7 ile 9 saat uyuyanlara göre daha yüksek bir risk altında olduğunu kaydettiler.


Konferansta 5 saat uyuyanların obez olma riskinin yüzde 50 iken, altı saat uyuyanların riskinin yüzde 23 oranında olduğu bildirildi.


Columbia Üniversitesi St Luke's-Roosevelt Hastanesi'nden Dr. Steven Heymsfield, "Belki insanların daha fazla uyumasını sağlayarak kilo vermelerini kolaylaştırabiliriz" derken, Kolombiya Salgın Hastalıklar Uzmanı James Gangwisch ile Heymsfield'ın birlikte yürüttükleri bu araştırma, bu hafta Kuzey Amerikan Birliği Obezite Çalışmaları toplantısında sunulacak.


İkili, 1980'lerde ABD Hükümeti'nin yaptığı Ulusal Sağlık ve Beslenme İncelemesi'nden aldıkları verileri kullandı.


Dr. Gangwisch, "İnsanlar dinlendiklerinde daha az kalori yakarlar bu yüzden uyumanın kilo alımını ve obeziteyi engelleyeceği söylemek mantıksız görülebilir. Ancak uyumadıklarında daha çok yemek yerler. Vücudun yiyecek isteme devrelerini etkileyen kronik uyku ihtiyacı obezite risklerini farklılaştıran etken olabilir" dedi.


Uzmanlara göre uyku ihtiyacı iştahı bastıran ve vücut yeterli besini aldığında beyni etkilediği düşünülen kan proteini leptinin oranını düşürüyor.


Sydney'de uyku eksikliği konferansında konuşan Stockholm Karolinska Enstitüsü'nden Prof. Torbjorn Akerstedt ise, vardiyalı çalışanlarda uyku kalitesinin düştüğünü ve kalp hastalıkları gibi rahatsızlıkların çoğaldığını belirtti

NuraN 23-01-2007 19:14

Yürümek her derde deva

--------------------------------------------------------------------------------

ABD'de yapılan araştırmalara göre, yürümenin insan sağlığına pek çok yönden yararlı olduğu tespit edildi. Düzenli olarak yürüyüş yapmanın, kasların kuvvetlendirilmesinden, düşünce potansiyelini arttırmaya, yaşlanma sürecini geciktirmekten zayıflamaya kadar birçok yararı olduğu ifade ediliyor.


Mayo Klinik tarafından yayınlanan rapora göre, yüzyıllardır doktorlar tarafından bir tedavi yöntemi olarak kullanılan yürüyüşün sağlıklı olması için düzenli ve programlı yapılmasında fayda var. Düzenli bir yürüyüş için de kısa ve uzun dönemli gerçekçi hedefler koymak, tepeden tırnağa kadar kullanılacak malzemenin kaliteli ve iyi seçilmesinin göz önünde tutulması gerekiyor. Uzmanların bu konudaki tavsiyeleri şöyle:


"- Amaç kilo vermekse vücut sentetik maddelerle sarılmalı


- Doktordan uygun görüş alınmadan böyle bir programa başlanmamalı


- Yemeklerden sonra uzun ve tempolu yürüyüşlerden kaçınılmalı


- Herhangi bir rahatsızlık hissedildiğinde yürüyüş bırakılmalı


- Yürüyüş, akşam yemeğinden en az 2 saat sonra yapılmalı


- Diyabet, tansiyon yüksekliği, kalp ve karaciğer rahatsızlığı ya da kronik rahatsızlığı olanlar yorucu ve uzun yürüyüşlerden kaçınmalı."


Bu tavsiyelere uyulması halinde düzenli bir yürüyüş programının vücuda yararları ise şöyle:


"- Kan akışının hızlanması, kan dolaşımının iyileşmesi, kalp, damar ve beyin rahatsızlıklarının giderilmesi


- Vücudun tüm kaslarının güçlenmesi


- Kalp kasılması ile meydana gelen kan miktarının artması ve dinlenme esnasında nabzın azalması


- Kan basıncının düzenlenmesi


- Hareket ve stres anında tansiyonun yükselmesinin önlenmesi


- Şişmanlığın önüne geçme


- Barsak hareketlerinin arttırılması ile sindirimin kolaylıkla sağlanması


- Beyine giden oksijen miktarının artması ile zihinsel keskinlik ve düşünce potansiyelinin artması


- Lenf dolaşımını düzene sokma


- Akciğerlerin hava kapasitesini arttırma


- Hareketlilik veya dinlenme sırasında metabolizmayı uyararak sürekli dinç tutma


- Travma sonrası toparlanma sürecini hızlandırma


- Kandaki yağ oranını düşürme


- İyi ve kötü huylu kolestrol dengelerini düzenleme


- Vücuttaki tüm organlar arasındaki koordinasyonu düzenleme


- Eklemlerin esnekliğinin artması, bel ve boyun ağrılarının hafifletilmesi


- Kemiklerin sertleşmesi


- Vücudun hastalıklara karşı dayanıklılığının artması ve bağışıklık sisteminin direncinin artması


- Yorgunluğun hafiflemesi


- Uykusuzluk sorununun giderilmesi ve bünyesel rahatlamanın sağlanması


- Vücudun endorfin adı verilen keyif hormonlarını hareketlendirme


- Yaşlanma sürecinin geciktirilmesi ve deriye zinde bir görünüm kazandırma


- Moral, özgüven ve iyimserliğin artması."

NuraN 23-01-2007 19:14

Kemiklerinizi koruyun

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, dünyada 50 yaşın üzerindeki her 3 kadından birin ve her 8 erkekten birinde görülen sinsi bir hastalık olarak nitelendirdikleri Osteoporoz (Kemik erimesi) hastalığının ilerleyen yaşlarda vücuttaki kemiklerin kırılmasına neden olduğunu belirttiler.




Yaşlıların kemik ağrımaları yakınmaları ile tedaviye geldiğinde ise tedavi için oldukça geç kalındığını ve tedavinin zorlaştığını bildirdiler. Kemik erimesine yönelik kullanılan ilaçların çoğunun her gün alınmasının zorunlu olduğuna işaret eden uzmanlar, bu sebepten tedavinin yıllar boyunca sürebileceğine ve bunun da hastalarda ciddi bir ekonomik yük getirdiğini ifade ediyorlar. Uzmanlar, hastalığa karşı alınması gereken önlemler olarak vakit geçirmeden gerekli testlerin yapılarak hastalığın tam olarak belirlenmesi gerektiğini belirtiyorlar.




Hastalara kemik sağlığını destekleyen bir beslenme programı uygulamalarını öneren uzmanlar, yeterli miktarda kalsiyum ve D vitamini alınması gerektiğini belirtiyorlar. Uzmanlar, diğer yapılması gerekenleri ise şöyle sıralıyorlar:
"- Düzenli olarak egzersiz yapın
- Sigara ve alkol tüketiminden kaçının
- Hastalık hakkında düzenlenen eğitim programlarını takip edin
- Düşme risklerini azaltmak için işyerinizde fiziksel önlemler alın

NuraN 23-01-2007 19:14

Yeşil çay koruyor

Taze yeşil çaydaki polifenolik maddelerin, kanser riskini azaltmada önemli etki gösterdiği belirtildi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Sait Doğan, son yıllarda yapılan araştırmalarda yeşil çayın insan sağlığına olumlu etkiler yaptığını, özellikle kanser tedavisinde kullanılabileceğini belirtti.

Şekersiz olarak kullanılan yeşil çayın insan vücudunda sıvı dengesini sağladığını vurgulayan Doç. Dr. İsmail Sait Doğan, "Araştırmalara göre yeşil çaydaki polifenolik maddeler antioksidan özelliğe sahip olduklarından kanser riskini azaltmada müspet etki gösteriyor.” dedi. Çayın içerdiği antikanserojen ve antioksidan bileşenlerin vitamin E ve C’den daha etkili olduğu tespitini yapan Doğan, bu bileşenlerin kanser tedavisinde büyük rol oynamasının yanı sıra yeşil çayda E ve C vitaminlerinin az da olsa bulunduğunu dile getirdi.

Tokyo Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada, yeşil çayın kanser ve kalp hastalıkları gibi çok sayıda hastalığa karşı etkili olmasının sebebinin EGCG maddesi olduğunu söyleyen Doğan, "EGCG’nin akciğer, mide, kolon, karaciğer ve cilt kanserlerini önleyici etkisi bulunmaktadır. Avustralya’daki Curtin Üniversitesi ile Çin’deki Hangzu hastanesinin kanser uzmanları yeşil çay içen Çinli erkeklerle çay tüketmeyen Avustralyalı erkekler arasında yaptıkları karşılaştırmalı incelemeler sonucunda yeşil çayın prostat kanseri riskini azalttığı gözlenmiştir. Bu yüzden dünyada prostat kanserinin en düşük oranda görüldüğü ülke Çin’dir.” dedi.

Aynı araştırmacıların yeşil çayın yumurtalık kanseri riskini de azalttığı bulgularına ulaştıklarını ifade eden Dr. Doğan; "Yeşil çayın içinde bulunan EGCG ve EGC gibi maddeler sigara ile ilişkili kanser riskine karşı da etkilidir. Günde içilen 4-6 fincan yeşil çay, mide, yemek borusu, kolon, meme, sindirim sistemi kanseri riskinde azalma sağlar.” dedi.

Yeşil çayın faydaları

Kafein içeriğinden dolayı çay, kalp ve dolaşım sistemi için hafif bir uyarıcı olup damar sertliği riskini azaltıyor. Diş minesinin kuvvetlenmesinde ve dişlerin çürümelere karşı korunmasında önemli rol oynuyor. Yeşil çayın canlılık verici etkisi, içerdiği kafein ile yakından ilgilidir. İshali durdurur. İçerdiği mineral maddeler nedeniyle vücuttaki mineral madde dengesinin kurulmasında sudan çok daha etkilidir. Çay banyoları, sıcak çay emdirilmiş temiz tülbent veya pamukla yapılan kompres ve pansumanlar, göz ve cilde canlılık kazandırarak bazı rahatsızlıkları giderir. Vücuttaki toksinleri atar, yaşlanmayı geciktirir. Migreni geçirir, depresyonu önler. Zayıflama rejimlerine yardımcı olur. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Sürekli kullanımı, romatizma hastalığının tedavisinde faydalıdır. Çay yazın dinlendirmekle kalmayıp serinlik hissi de verir.

NuraN 23-01-2007 19:14

Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN

--------------------------------------------------------------------------------

Sizlere Cumhuriyet Gazetesinin Bilim Teknik ekinden sağlığımızla ilgili bir alıntı veriyorum;


Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN

Ukrayna muhalefet lideri Yuşçenko'yu zehirleyen dioksinler çok zehirli, belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en zehirli kimyasal maddelerden biridir.. Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden biri deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimlerdir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş, tanı da bunun üzerine konulabilmiştir.



Murat Ozmen (*)


Bir zamanlar Amerikanın ortasında bütün canlıların mutluluk içinde yaşadığı, uzaktan bir satranç tahtasını andıran çiftliklerle sarılmış bir kasaba vardı. İlkbaharda tahıl tarlaları, meyve bahçeleri ve yeşil tarlaların üzerinden beyaz bulutlar geçerdi. Sonbaharda meşe, akçaağaç ve huş ağaçlarının tutuşturdukları renkler uzaktaki çam ağaçlarının üzerinde alev gibi titrerdi. Tepelerde tilki sesleri duyulur, sabah sisinin gizlediği geyikler tarlalardan sessizce geçerlerdi.

Sonra acayip bir afet yöreye gizlice yayılmaya başladı. Sanki kasabanın üzerine korkunç bir lanet çökmüştü. Tavuklar esrarengiz bir hastalığa yakalanmış, inekler ve koyunlar hastalanıp ölmüştü. Her yerde ölümün gölgesi vardı. Kuşlar artık uçmuyor, bahar geldiği halde kuş sesleri duyulmuyordu çevrede...

Rachel Carson 1962 yılında "Sessiz Bahar" (Silent Spring) adlı kitabının başında çevre sorunlarına ilk kez böyle bir vurgu yaparak başlamıştı. Kitap 40 yılı aşkındır halen popüler ve biz çevremizi giderek daha çok tahrip etmeye devam ediyor, ekosistem dengelerini artık geri dönüşümsüz olarak daha çok bozuyoruz.

Özellikle son 40 yıl içerisinde plastik malzemelerin ve organik klorlu pestisitlerin kullanımındaki artış, birçok çevresel sorunların yanında, dioksin sorununun da ortaya çıkmasına neden oldu.

Günümüzde organik klorlu insektisit kullanımı tüm dünyada yasaklanmış olup, birçok organik maddelerin (örneğin DDT ve diğer türevleri) ve halen yaygın olarak kullanılan bazı herbisitlerin (zararlı bitki ve tohum öldürücü maddeler) dioksin adı verilen bir maddenin açığa çıkmasında başlıca sorumlu kaynaklardan olduğu bilinmektedir. Kağıt sanayinde kağıt hamurunun beyazlatılması esnasında kullanılan beyazlatıcıların, ****daki organik kimyasallar ile reaksiyona girerek de dioksin ürettiği anlaşılmıştır.

Plastik maddelerin temel hammaddesi olan polivinil klorür (PVC) günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Şampuan şişelerinden duvar kağıtlarına, su tesisat borularından plastik poşetlere kadar birçok alanda yaygın olarak kullanılmaktadır. Çevremizde nereye baksak PVC'den mamul bir ürün ile karşılaşmamak artık olanaksız.


EN ZEHİRLİ MADDE

Dioksinler çok zehirli kimyasal maddelerdir, klorlu dioksinler ve furanlar klor içeren organik kimyasalların (çeşitli pestisitler gibi) ve plastik maddelerin üretimi, mikroorganizmalar tarafından yıkımı ve yanması sırasında istenmeden açığa çıkan yan ürünlerdir.

Dioksinler belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en toksik kimyasal maddelerden biridir diyebiliriz. Aslında dioksin tanımı bu gruba dahil birçok kimyasal için kullanılmakla birlikte, bunların içinde en toksik olanı 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin (kısaca, TCDD) olarak bilinen maddedir.

Gelişmiş ülkeler dioksin hakkında yeterince bilgi sahibi değillerken, bu maddenin açığa çıkmasına yol açan kimyasalları daha yaygın olarak kullanıyorlardı, ancak günümüzde mümkün olduğunca bundan kaçınmaya başladılar.

Dioksin'in ciddi olumsuz etkileri aslında Vietnam savaşı sırasında bitkileri öldürmek için kullanılan bir kimyasal maddenin (Orange Agent) insanlardaki toksik etkilerinin gözlenmesinden sonra anlaşılmaya başlandı. Dioksin ve dioksin-benzeri kimyasalların başlıca kaynaklarını dört ana grup altında toplamak olasıdır:

NuraN 23-01-2007 19:15

4 ANA KAYNAK

1- Yanma esnasında oluşan dioksin: Özellikle evsel katı atıklar ve artıkların yakılması, demir-çelik sanayiinde cevherin işlenmesi ve eritilmesi sırasında kullanılan yüksek sıcaklık, kömür, **** ve petrol ürünlerinin yakılması olarak sıralanabilir.

2- Kimyasal üretim ve işleme sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler klorlu fenoller, poliklorlu bifeniller, fenoksi grubu herbisitler (örneğin: 2.4.5-T gibi yurdumuzda yaygın olarak kullanılanlar), klorlu benzenler gibi birçok kimyasal maddenin üretimi esnasında oluşabilmektedir.

3- Endüstriyel ve evsel atıkların işlenmesi sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler doğal olarak oluşan fenolik bileşiklerin klorlanması esnasında (örneğin: kağıt hamurunda olduğu gibi) oluşabilir.

4- Su depolama alanlarındaki dioksin: Dioksin grubu kimyasallar suda iyi çözünemedikleri ve kalıcı oldukları için, toprakta, sedimentte ve organik maddelerde birikebilirler. Su kaynaklarını kirleten bu maddeler daha sonra taşınarak başkaca su kaynaklarına kolayca bulaşabilir, ancak genelde bu bulaşma etkisinin çok yaygın olmadığı ve bölgesel olarak etkisini gösterdiği saptanmıştır.


DİOKSİN VE ÇEVRE SAĞLIĞI

Günümüzde dioksinlerin insan sağlığı bakımından ne denli ciddi etkilerinin olduğu daha iyi biliniyor. Birçok toksik kimyasal ile karşılaştırdığımızda, dioksinler onlardan yüzlerce hatta binlerce kez daha düşük dozlarda alındığında bile, daha toksik etkilere neden olabilmektedir. Bu nedenle bu konuda yapılan araştırmalara insan ve çevre sağlığı bakımından büyük bir önem verilmektedir.

Vücuda çok düşük miktarlarda alınan dioksin hormonal sistemin bozulmasına yol açabilir. Bu etkisini hormon reseptörlerine bağlanarak gösterir. Bu nedenle dioksinler bilinen tüm kimyasal kirleticiler içinde, "hormon bozucular" ya da "endokrin bozucular" dediğimiz kimyasalların en başta gelenlerindendir. Bu etkisi sonucunda,

* hücrede genetik mekanizmaların bozulmasına yol açabilir, bağışıklık sisteminin zayıflamasına, kanserlere, sinir sistemi bozukluklarına ve doğumsal kusurların ortaya çıkmasına neden olabilir. Amerika Çevre Koruma Kurumu (EPA) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından dioksinler kanser yapıcı kimyasal maddeler grubuna dahil edilmektedir.

Ancak, insanların dioksine maruz kalmasına bağlı olarak, doğrudan elde edilen epidemiyolojik veri sayısı yeterli düzeyde olmadığından, olası etkiler deney hayvanları üzerinde yapılan gözlem ve araştırmalara dayanıyor. Özellikle embriyonal gelişim esnasında bu maddelere fötüsün maruz kalması sonucunda hücresel fonksiyonlarda belirgin şekilde ortaya çıkabilecek kusurlar ya da değişimler, gelişimin bozulmasına yol açabilir.

Yapılan çalışmalar dioksin toksisitesi için belirli bir eşik dozun bulunmadığını ve vücudumuzda çok düşük dozlarda alınması sonucunda bile bu maddeye karşı bir savunmanın tam olarak geliştirilemediğini göstermektedir.

Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalara bağlı olarak, insanların günde ancak 1 ng/kg (1 mg'ın milyonda biri) düzeyinden daha düşük dozlarda dioksine maruz kalması durumunda embriyonal gelişim bakımından önemli düzeyde bir riskin ortaya çıkmayacağı rapor edilmektedir.

Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden birinin deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimler olduğu (Chloracne) bildirilmektedir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş ve büyük olasılıkla dioksin zehirlenmesi şüphesine bağlı tanı da bunun üzerine konulabilmiştir.

NuraN 23-01-2007 19:15

BESİN ZİNCİRİNDE

Çevresel kirleticilere bağlı olarak tüm yaşam ortamlarında dioksin kirliliği görülebilir. Dioksin çevrede oldukça kalıcı ve yağda kolay çözünebilir bir madde olduğundan dokularda kolayca birikime uğrar. Bunun sonucu olarak özellikle besin zinciri yolu ile canlıdan canlıya taşınması ve her birinde giderek daha yüksek dozlara ulaşması söz konusudur. Örneğin dioksin ile kirlenmiş olan sularda yaşayan balıklar aracılığı ile bunları tüketen insanlar, dioksin ile kirlenmiş çayırlıklarda beslenen hayvanların etini yiyen insanlar bu maddenin etkisine maruz kalabilir. Doğada oldukça kalıcı bir madde olduğundan, sürekli olarak kirlenen ortamlar bunun sonucunda hem ekosistem dengesini bozacak, hem de o ortamda yaşayan insanlar için ciddi bir sağlık sorunu oluşturacaktır.

Daha sağlıklı bir çevrede yaşamak ve sağlıklı çevrenin gelecek kuşaklara bırakılmasını sağlamak açısından, Türkiye'nin AB kapısında iken çevreye daha fazla duyarlı olması kaçınılmazdır. Bu nedenle tüm çevresel kirleticiler ve özellikle dioksin ve benzeri kirleticilerin kaynaklarının en aza indirilmesi, dioksin kirliliğine neden olan atıkların mutlaka ön arıtımdan geçirilerek bu maddenin kökeninin ortamdan uzaklaştırılması, organik klorlu pestisitlerin kullanımından kesinlikle vazgeçilmesi ve halk sağlığının korunması için toplumun bu konularda daha fazla bilinçlendirilmesinin zamanı çoktan geçiyor. AB trenine binemesek bile, bizler bu topraklarda var olan muhteşem doğal zenginliklerimizle yaşamaya devam edeceğiz. Çevreye saygı, geleceğe yatırım demektir.

(*) Prof. Dr.


mozmen@inonu.edu.tr


İnönü Üniv. Biyoloji Böl. Öğretim Üyesi

Kaynaklar:


1- Rachel Carson, Silent Spring, Mariner Books; 40th Annv ed.,400 sayfa, 2002. 2- EPA Dioxin Reassessment Health Assessment, Volume III: Risk Characterization EPA Dioxin Reassessment, Health Assessment, Volume III, Mechanisms, 1994. 3- Cole P, Trichopoulos D, Pastides H, Starr T, Mandel JS. Dioxin and cancer: a critical review. Regulatory Toxicology and Pharmacology 38: 378-388, 2003. 4- Masuda Y. Health effect of polychlorinated biphenyls and related compounds. Journal of Health Science 49: 333-336, 2003. 5- Behnisch PA, Hosoe K, Sakai S. Combinatorial bio/chemical analysis of dioxin and dioxin-like compounds in waste recycling, feed/food, humans/wildlife and the environment. Environment International 27: 495-519, 2001.

NuraN 23-01-2007 19:15

İngiltere'de yapılan araştırmalarda, hücrelerde bulunan bir proteinin etkisiz hale getirilmesiyle alerjilerin tedavi edilebileceği saptandı.

'Nature' dergisinde yer alan habere göre, alerji, bağışıklık sisteminde meydana gelen ve polen, toz, çeşitli hayvan tüyleri veya böcek türleri gibi etkenlerle meydana gelebilen bir etken olarak biliniyor. Bazı alerji türlerinin de ilerleyen safhalarda solunum yollarında astım gibi çeşitli kalıcı rahatsızlıklara sebep olduğu daha önceki araştırmalarla kanıtlanmıştı. Ancak alerji, yerleştiği bünyenin günlük hayatına direk etki yapması nedeniyle kişiye rahatsızlık verebiliyor. İngiltere'de son 20 yılda alerji ve buna bağlı hastalıklarda ciddi oranda gözlenen artıştan yola çıkarak araştırmalarını derinleştiren bilim adamları, kanserin oluşumuna da neden olduğu bilinen proteinlerin üzerinde durdular. Londra'da bulunan Ludwig Kanser Araştırmaları Enstitüsü yetkilileri tarafından fareler üzerinde yapılan deneylerde, alerjik reaksiyonlara neden olan 'p110delta' adlı proteinin etkisiz hale getirilmesiyle alerji ve bu nedenle meydana gelen hastalıkların önlenebileceği ortaya kondu. Bilim adamları şimdi de fareler üzerinde olumlu sonuçlar doğuran bulguların insanlar üzerinde de aynı sonucu doğurup doğurmayacağını araştırıyorlar. İHA

NuraN 23-01-2007 19:15

Verem Öldürmeye Devam Ediyor

--------------------------------------------------------------------------------

Nedeni belli, tedavisi mümkün, korunulabilir bir hastalık olmasına karşın tüberkülozun hala dünyada insanları en çok öldüren 10 hastalık arasında bulunduğu belirtildi.
Günümüzde her gün 22 bin kişide veremin geliştiğini ve 9 bin hastanın veremden öldüğünü kaydeden Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfiek Özlü, bir yılda veremden ölenlerin sayısının 3 milyonu bulduğunu söyledi. Aşağı yukarı her 10 saniyede bir kişinin dünyada veremden öldüğüne ifade eden Prof. Dr. Özlü, "İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde yeryüzünde bu kadar tüberkülozlu hasta olmamıştır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 1993'te tüberküloz salgınının önlenemediğini itiraf ederek acil durum ilan etmiştir. 2005'e gelindiğinde de durum benzerdir. Bu yıl için hesaplanan rakamlara göre, yeryüzünde yaşayan her üç kişiden biri verem mikrobuyla tanışmış olup, günün birinde verem hastası olmaya adaydır. Yılda 62 milyon kişi mikrobu almakta ve 10 milyon kişi hastalanmaktadır. Tüm veremli hastaların sayısı ise 23 milyon olarak tahmin edilmektedir. Eskiden sadece gelişmemiş ülkelerle, fakir ve sefalet içerisinde yaşayan insanların hastalığı olarak kabul edilen verem, günümüzde küreselleşme, hızlanan nüfus hareketleri ve AIDS salgınına bağlı olarak sınır tanımamaktadır ve zengin toplumlarda ve çok popüler kişilerde de sık rastlanır olmuştur. Artık kimse güvende değildir" dedi.
Türkiye'nin hastalığın orta sıklıkla rastlandığı coğrafyada yer aldığına dikkat çeken Tevfik Özlü "Nüfusumuzun dörtte birine verem mikrobu bulaşmış haldedir. 200 bin civarında verem hastası olduğu ve her yıl 30-40 bin yeni hastanın ortaya çıktığı sanılmaktadır. Tüberküloz karşısında tıp aciz değildir. Tüberküloz, tıbben hem kolay teşhis edilebilen hem de yüzde 100'e yakın başarı oranıyla tedavi edilebilen ve hatta büyük oranda korunulabilen bir hastalıktır. Bu bakımdan tüberküloz tıbbi bir sorun değildir. Yönetimsel bir sorundur" diye konuştu.

TÜBERKÜLOZUN KONTROL ALTINA ALINAMAMASININ NEDENLERİ
Prof. Dr. Özlü, tüberküloz olgularının ve ölümlerin yüzde 90'dan fazlasının gelişmekte olan ülkelerde olduğunu ve olguların yüzde 75'inin üretken yaş grubunda (15-54 yaş) yer aldığını belirterek şunları söyledi:
"Tüberkülozlu hasta sayısı yılda yüzde 2,4 oranında artmaktadır. Bu artış, yoksulluk, gelir dağılımının bozulması, yetersiz beslenme, savaşlar, nüfus hareketleri, AIDS salgını, alkolikler, evsizler, mahkumlar, göçmenler gibi risk gruplarındaki artış, yanlış veya eksik tedaviler, direnç gelişimi ve sağlık hizmetlerinin sunumundaki aksaklıklardan kaynaklanmaktadır. Görüldüğü gibi ekonomik dengeler, gelir dağılımı, yaşam koşulları, savaş ve göçler ve sağlık hizmetlerinin yeterince ulaşılabilir olmaması gibi yönetimsel sorunlardan kaynaklanmaktadır"
Ülkemizde tüberkülozun kontrol altına alınamamasının nedenlerini ise Prof. Dr. Özlü, şu şekilde sıraladı:
" - Birinci ve ikinci basamak sağlık kurumlarında mikroskopik olarak verem mikrobunun tanınmasına dönük işlemlerin yaygın olarak yapılamaması,
- Verem teşhisi konan hastaların yasal olarak zorunlu bildirimlerinin yapılmaması,
- Verem hastalarının tedavilerinin doğrudan gözetim altında yapılamaması,
- Tedavi başlanan olguların sonuna kadar izlenememesi,
- Hasta eğitiminin yapılamaması ve hastalarımızda tedaviye uyumsuzluk,
- Yanlış veya eksik tedavi rejimleri,
- Verem savaşındaki personelin eğitim ve motivasyon eksikliği."

VEREMLE SAVAŞTA YAPILMASI GEREKENLER
Prof. Dr. Özlü, verem savaşında yapılması gerekenleri ise şu şekilde özetledi:
"- Uygun yakınmaları olan kişilerin balgam örneklerinde mikroskobik muayeneyle verem mikrobunu araştırmak,
- Tanı konmuş hastaların tedavilerini sonuna kadar gözetim altında uygulamak,
- Doğum sonrası 2. ayda ve ilkokul 1. sınıfta BCG aşılamasını yapmak,
- Verem teşhisi konmuş hastaların yakınları ile temaslı olduğu kişileri taramak, gerekirse ilaçla korumaya almak,
- Halkı verem konusunda bilgilendirmek,
- Hasta ve hasta yakınlarını eğitip tedavilerini yanlış ve eksik yapmalarını önlemek,
- Verem teşhis ve tedavisiyle ilgili sağlık hizmetlerini kolay ulaşılabilir hale getirmek ve ücretsiz sağlık hizmeti verildiğini kamuoyuna duyurmak,
- Verem tanısı almış tüm hastaların kim tarafından teşhis edilmiş olursa olsun mutlaka hastaya en yakın verem savaş dispanserine bildirmek ve ilgili dispanser tarafından takip edilebilmesini temin etmek,
- Dispanserlerde tüberküloz tedavisiyle ilgili tüm ilaçları yeterli dozlarda ve kesintisiz bulundurmak,
- Dispanserde çalışan hekimlerin meslek içi eğitimlerini yapmak ve verem savaşında motivasyonlarını güçlendirecek moral ve ekonomik önlemleri almak,
- Verem savaşında taraf olabilecek tüm kesimlerin (Tıp Fakülteleri, Verem Savaş Dernekleri, Hekimlerin Uzmanlık Dernekleri, Basın ve gönüllü kuruluşlar gibi) koordinasyonunu sağlamak

NuraN 23-01-2007 19:15

Hiperaktif çocuklara balık yağı


Omega-3 yağ asidi, dikkat eksikliği için de öneriliyor
Hiperaktif çocuklarda, Omega-3 yağ asidi içerikli şuruplar, rahatsızlığın giderilmesinde yarar sağlıyor.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Hasan Koç, ''özellikle hiperaktivite gözlenen çocuklarda, Omega-3 yağ asidi içerikli şuruplar, rahatsızlığın giderilmesinde büyük yarar sağlıyor. Bunu hastalarımızda net bir şekilde gözlemliyoruz" dedi.

Hamilelik sırasında dengeli beslenmeyen annelerin çocuklarında vitamin ve mineral eksikliğine bağlı olarak bazı rahatsızlıklar görüldüğünü de söyleyen Koç, ''hamilelik ya da bebeklik döneminde, beyinsel gelişim için gerekli vitamin ve mineralleri alamayan çocuklar için, Omega-3 yağ asidi takviyesi önerilmekte'' dedi.

"Yararlı olduğu bir başka rahatsızlık ise dikkat eksikliği"

Omega-3'ün balık yağında bulunduğunu belirten Koç, "bu vitamin grubunun yararlı olduğu bir başka rahatsızlık ise ilköğretim çağındaki çocuklarda sıkça görülen dikkat eksikliği" dedi.

Şurupların düzenli kullanımının dikkat toplama güçlüğünü azalttığını da söyleyen Koç, "bu şuruplardan, 1-6 aylık bebeklere günde bir çay kaşığı, 7-12 aylık bebeklere bir tatlı kaşığı, bir yaş üzeri çocuklara ise bir yemek kaşığı içirilebilir. Söz konusu ilaçların, hekim gözetiminde kullanılmasında yarar var'' diye konuştu.

"Avrupa'daki araştırmalar gelişmeyi ortaya koyuyor"

Türkiye'de Omega-3 yağ asidi kullanımıyla ilgili bilimsel bir araştırmanın yapılmadığını da vurgulayan Koç, "Avrupa'da yapılan araştırmalar, vitamin-mineral eksikliği tespit edilen çocukların, Omega-3 yağ asidi verilmesiyle beyinsel gelişme gösterdiğini ortaya koyuyor" dedi.

Koç, vitamin bileşeninin, tüm yaş grupları tarafından da kullanılabileceğini söyledi

NuraN 23-01-2007 19:15

Ayak masajıyla gelen sağlık

--------------------------------------------------------------------------------

Dünyaca bilinen ayak masajının ünlü Çinli gruplarından Lıankzı, özel bir şirket aracığıyla artık Türkleri de ayaklarından rahatlatacak ve günün tüm stresini alırken, bazı rahatsızlıkları söyleyecek.


Çin'den Moskova aktarmalı Türkiye'ye gelen 15 kişilik uzman grup, Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali'nde basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Grup üyeleri, ayak masajı ile insanın tüm gün içinde yaşadığı stresi, yorgunluğu üzerinden atmasına yardımcı olurken, kaliteli bir uyku ve bazı bilmediği hastalıkları da ortaya çıkarttığını söyledi. Çinli grubun Türkiye'ye getirilmesini sağlayan Ayak Masaj Hizmetleri Şirketi basın danışmanı Nurten Kılavuz ise Türkiye'de hedef kitlelerinin yoğun iş temposu ve stres altında çalışanlar olduklarını ve Maslak Princess Otel'de hizmet vereceklerini kaydetti.


Kılavuz, "Ayak masajının Türkiye'de profesyonelce yapılmadığını ve yapılan bazı yerlerde de yanlış uygulamalar olduğunu gördük. Yaptığımız araştırmalar sonrasında Çin'de en iyi ve uzman kadroya sahip bir grup bulduk. Artık Türkiye'de de isteyen, ayak masajı sayesinde bütün yorgunluğundan ve stresinden arınacak" dedi.
Ayak masajını Türkiye'ye tanıtmak için gelen 15 kişilik Çinli grup, havalimanında marşlarını söyledi. Ayak masaj uzmanlarının marşları ve felsefesi olduğunu, bunun için önemli ve titiz bir eğitim alınması gerektiğini söyleyen masaj uzmanları, kendileri için önemli olan marşları da söylemeyi ihmal etmedi. Bir anda havalimanında ilgi odağı olan Çinli ayak masajı uzmanları, söyledikleri marşlarla herkesin dikkatini üzerlerine topladı. Dinleyiciler, her marşın bitmesi sonrasında ise alkışlamayı ihmal etmedi

NuraN 23-01-2007 19:16

Omurgayı tutan romatizmal hastalıklar

Bel ve boyun fıtığı dışında da bel ve boyunda ağrılara yol açan başka hastalıklar da vardır. Bunların başında romatizma gelir. Bazı romatizma tipleri omurgayı etkiler ve genetik yolla önceki kuşaklardan alınır. Ama kalıtsal bir bağlantının varlığı, sizde görülen hastalığın mutlaka çocuklarınızda görüleceği anlamına gelmez. Bir kişide belirli bir romatizma tipine özgü gen bulunsa da, asla romatizma belirtileri gelişmeyebilir.

Ankilozan spondilit

Halk arasında Prof Ahmet Mete Işıkara ve Suna Pekuysal hastalığı olarak bilinir. “Kaynaşma” (ankiloz) ve “omur iltihabı” (spondilit) anlamındaki sözcüklerden türetilmiş olan adı, bu hastalığı oldukça iyi tanımlar. Ankilozan spondilit kalça, omuz, kaburga, bel ve ensede sertlik ve ağrıya, kemiklerin birbiriyle kenetlenip kaynaşması sonucunda omurganın esnekliğini yitirmesine yol açar. Eğer ankilozan spondilitli bir akrabanız varsa, bu hastalığa yakalanma riskiniz artar. Hastalık genellikle 30’lu yaşlarda gelişir ve erkeklerde daha çok görülür. Tanıda gecikme çoğu zaman ciddi hasra yol açar. Anne ya da babada ankilozan spondilit varsa, çocukların bu geni taşıma olasılığı yüzde 25-50 dolayındadır. Gen kalıtım yoluyla geçmişse, hastalığın gelişme olasılığı onda birdir.



Ankilozan spondilit yavaş yavaş ilerler ve tedavi edilmezse sonunda bütün omurga kaynaşıp “yekpare” duruma gelebilir. Belirtiler arasında kronik bel ağrısı, soluk alındığında göğsün genişlemesi ve arkaya doğru hareket yeteneğini giderek yitirmesi, omurgayı leğen kemiklerine bağlayan sakroiliyak (sağrı-böğür) eklemlerinde röntgen filmleriyle saptanabilir bozulmalar, yüksek sedimantasyon hızı ve romatoit faktörün yokluğu sayılabilir. HLA-B27 doku antijeni arandığında genellikle pozitif çıkar. Tedavi için bir yandan iltihap giderici ilaçlar kullanılırken, bir yandan da germe ve eklem açma hareketlerini kapsayan egzersizler yapılır. Hastalığın kaburgaları etkileyip soluk almayı sınırlamasını önlemek açısından, vücudu doğru konumlarda tutmanın büyük önemi vardır. Gece yatarken yüksek yastıklar kullanılmamalıdır. Uyku sırasında başın yüksekte tutulması, hastalıktan zaten etkilenmiş boyun omurlarının kalıcı biçimde eğri kalma olasılığını arttırır. Hekim ayrıca sigarayı bırakmanızı isteyecek, kullanmanız için kortizon içermeyen antienflamatuar ilaçlar (özellikle indometasin) verecektir. Eğer bu hastalık erken dönemde tanınırsa tedavisi oldukça yüz güldürücüdür. Bu nedenle özellikle anne ve babaların vücudunu öne doğru eğik tutan ergenlik çağındaki çocuklarını mutlaka doktora götürmeleri gerekir. Hastalık ilerlerse geri dönüş çok zordur. Her ne kadar Almanya’da bu konuda bir aşı geliştirilmişse de tıbbi açıdan tam olarak onaylanmamıştır. İlerlemiş vakalarda son zamanlarda piyasaya sürülen infoksilab içeren ilaçlar kullanılabilir. Ama bu ilaçlar pahalı ve yan etkileri fazla olan ilaçlardır. Bu nedenle erken teşhis için dikkatli olunmalıdır

İltihaplı bağırsak hastalığı artriti


İltihaplı (enflamatuar) bağısak hastalığı, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı gibi bağırsak sorunlarını kapsar. Ülseratif kolitlilerin % 10, Crohn hastalığı olanların % 20 kadarı ilişkili iki romatizma tipinden birine yakalanmaktadır. Bunlardan biri ankilozan spondolite benzeyen bir omurga romatizması tipidir. Diğeri ise daha çok el, diz ve dirseklerde sabahları ağrı ve katılığa yol açar. İltihap giderici ilaçlar kullanmaya ve doğrudan bağırsak hastalığını daha iyi denetim altına almaya dayanan bir tedavi uygulanır.

NuraN 23-01-2007 19:16

Sedefli romatizma (psoriyatik artrit)

Tıp dilinde psoriyaz denen sedef hastalığını bilirsiniz. Deride şişme, kızarma ve genellikle kullanmayla kendini belli eden bu hastalık, her on hastanın birinde muhtemelen romatizmaya da yol açar. Sedefli romatizma eklemlerin ağrımasına neden olursa da, genellikle bu eklemlere işlevsiz hale getirmez. Tedavi için aspirin gibi iltihap gidericiler ve bazen başka ilaçlar kullanılır, hareket aralığını koruyan egzersizler yapılır. Sedefli romatizmada genellikle vücudun her iki yanındaki aynı bölgeler etkilenmez. Ciddi vakalarda el ve ayak parmakları sosise benzer biçimde şişebilir. Yapılan incelemelerde romatoit faktörün negatif, sedimantasyon hızının yüksek olduğu görülür; ürik asit düzeyi yüksek çıkabilir. Röntgen filmi hekimin eklem yada kemik hasarı olan bölgeleri görmesini sağladığından yararlıdır.

Reiter sendromu

Genellikle erkeklerde görülen bu romatizma tipi, cinsel yolla bulaşan üretrit (idrar yolu iltihabı) gibi bazı hastalıklara ya da şiddetli ishale yol açan dizanteri gibi bir mide-bağırsak enfeksiyonuna tepki olarak gelişir. Buna reaktif (tepkisel) artrit de denir.


Çünkü eklemler vücutta iltihaplanmayı başlatan enfeksiyona tepki gösterir. Belirtiler genellikle cinsel birleşmeyle bulaşan idrar yada üreme yolu enfeksiyonlarından (enfeksiyona bağlı olarak genellikle sık idrara çıkılır ve idrar yaparken yanma hissedilir) ya da mide-bağırsak sorunlarından bir-dört hafta sonra ortaya çıkar. Diz, bilek ya da ayaklardan biri duyarlılık kazanır ya da şişer. Ateş ve kilo kaybına sık rastlanır. Kaburgalarda, sırtta, belde, topukta ve Aşil tendonunda ağrı duyulabilir. Ayrıca gözlerde şişme ve kızarma, döküntü ve idrar yolu iltihabı gibi belirtiler sayılabilir. Hekim muayeneye, kan tahlillerine ve röntgen filmine dayanarak Reiter sendromu tanısına varır. Bu hastalıkta çekilen filmler sakroiliyak eklem çevresindeki kemik sorunlarını ortaya koyar. Bazı vakalarda antibiyotikler yararlı olabilir. Diğer durumlarda ise hastanın dinlenmesi, ağrıya karşı kortizon içermeyen antienflamatuar ilaçlar ve bazen deri sorunları için kortikosteroitler kullanması gerekir.

NuraN 23-01-2007 19:16

Peynir dişin çürümesini önlüyor

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, şekerli, yapışkan gıda yendikten sonra dişlerin fırçalanmasının mümkün olmadığı durumlarda ağzın suyla çalkalanmasını ya da bir bardak su içilmesini öneriyor. Yine uzmanlar, şekerli gıda yendikten sonra ağza atılacak bir parça peynirin, şekerin dilleri çürütme etkisini giderme açısından da son derece önemli olduğunu belirtiyor.

Türk Dişhekimleri Birliği (TDB) web sitesinde diş sağlığı için önerilen beslenme şekli anlatıldı. Gıda maddeleri, şekerli ve asitli gıdalar ile dişler üzerine yapışıp kalan, kolay temizlenemeyen maddelerin diş sağlığı için sakıncalı olduğunu bildiren TDB, bunları tamamen kesmek yerine belirli bir düzen içinde tüketmenin daha doğru olacağını kaydetti. Şekerli, yapışkan ya da asitli gıdaların 3 ana öğün içinde tüketilmesini öneren TDB, "Öğün aralarında elma, havuç gibi sert dişleri temizleyip dişetine masaj yapacak gıdalar yenmelidir. Şekerli, yapışkan gıda yendikten sonra dişlerin fırçalanması mümkün değilse ağız suyla çalkalanmalı ya da bir bardak su içilmelidir. Yine şekerli gıda yendikten sonra ağza atılacak bir parça peynir, şekerin dişi çürütme etkisini gidermesi açısından son derece önemlidir" uyarısında bulundu. Sitede diş çürüğünün eskiye oranla daha fazla görüldüğü vurgulanarak şu bilgiler verildi:


"Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde diş çürüğüne eskiye oranla daha sık rastlanıyor. Bunun nedeni beslenme alışkanlıklarının değişmesidir. Eski insanlar sert gıdalarla beslendikleri için doğal yollarla dişlerde bir temizlik sağlanırdı. Günümüzde hazır gıda endüstrisinin gelişmesiyle birlikte bu tür gıdaların tüketimi de arttı. Bisküvi, şeker, çikolata, kola gibi her an elimizin altında olan bu gıda maddeleri dişlerin üzerine yapışıp kalan ve asit oluşturan maddeler oldukları için günümüzde diş çürüğü artışının başlıca sorumluları olarak kabul ediliyorlar. Diş dostu olarak kabul edilen gıda maddelerinin başında proteinler gelir. Vücudumuzun temel yapı taşını oluşturan bu maddeler hem dişlerin gelişimi sırasında, hem de dişler sürdükten sonra diş sağlığı açısından da mutlaka tüketilmesi gereken gıda maddeleridir. Yüksek protein içeriğinin yanı sıra diş sağlığındaki önemi açısından peynir, özellikle şekerli gıda tüketimi sonrası şiddetle tavsiye edilen bir besindir. Yer fıstığı da içeriğindeki fosfat nedeniyle çerez türü yiyecekler arasında diş dostu olarak nitelendirilen bir besindir. Rafine edilmemiş hububat (beyaz undan yapılmış ekmek yerine kepekli esmer ekmek) diş sağlığı açısından tercih edilmelidir."

NuraN 23-01-2007 19:16

Büyüme Hormonu Tanimi

--------------------------------------------------------------------------------

Büyüme Hormonu her insanda bulunan ve çocukluk döneminde büyümeyi düzenleyen bir hormondur. Bu hormonun yetersiz salgılandığı çocuklarda büyüme yaşıtlarına göre daha yavaş olur.

Eğer çocuğunuz yeterince büyümüyorsa Büyüme Hormonu eksikliğinin olup olmadığının ortaya çıkarılması için bir dizi test yapılmalıdır. Büyüme Hormonu konsantrasyonu 24 saatlik idrarda ölçülebilir.


Bu testlerin amacı, çocuğunuzun Büyüme Hormonu düzeylerinin normal, normalin altında ya da tamamen eksik olup olmadığının anlaşılmasıdır.


Uygun dozda ilaç verilebilmesi için çocuğun Büyüme Hormonu düzeyi çok önemlidir. Düşük veya yüksek düzeyde Büyüme Hormonu eksikliği olan çocukların hormon tedavisinden yararlanmaları hepimiz açısından oldukça mantıklıdır, fakat ilginç olarak hormon düzeyleri normal çocuklar da zaman zaman bu tedaviden yarar görebilmektedirler. Bunun nedeni sözkonusu çocuklarda salınan hormonun büyümeyi sağlayan bölgelerde etkili olmamasıdır.

NuraN 23-01-2007 19:16

Yetişkinlerin üçte biri tansiyon hastası olacak

ABD'de yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, 2025'te dünyadaki yetişkin nüfusun üçte ikisi yüksek tansiyon hastası olacak.

Tıp dergisi Lancet'te yayımlanan araştırmaya göre, 2025'te yüksek tansiyon hastalarının sayısı bugünkünden yüzde 60 fazla olacak.


Yüksek tansiyon hastalarının sayısının gelişmiş ülkelerde yüzde 24, üçüncü dünya ülkelerinde yüzde 80 artacağı belirtildi.


2025'te yüksek tansiyon hastalarının dörtte üçünü gelişmekte olan ülkelerin vatandaşlarının oluşturacağı kaydedildi.


Yüksek tansiyon ve buna bağlı hastalıklar büyük ölçüde batı tarzı yaşam biçimine bağlanıyor

NuraN 23-01-2007 19:16

Türkiye'de 30 bin hemodiyaliz hastası

--------------------------------------------------------------------------------

Türkiye'de, yaklaşık 30 bin kronik böbrek yetmezliği hastası, haftanın 3 günü diyaliz cihazına bağlı olarak 'bir gün böbrek nakli olabilmek umuduyla' yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Ancak bu hastaların yılda, sadece 500'ü bu imkana kavuşuyor.
Türkiye'de 211'i Sağlık Bakanlığı'na bağlı toplam 480 diyaliz merkezinde, kronik böbrek hastalarına diyaliz hizmeti veriliyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, diyaliz hizmetlerinin kronik böbrek hastalarının yaşam umudu olduğunu belirterek, kronik böbrek hastaların verilen diyaliz hizmetlerinin ülkenin her noktasına ulaştırılmasında hayırsever vatandaşlardan ve özel sektörden destek beklediklerini söyledi. Akdağ, yaptığı yazılı açıklamada, "Bakanlığımızca bölgelerde gerek cihaz temini gerekse personel eğitiminin sağlanması ve mekanların diyaliz hizmetine uygun hale getirilme çalışmaları, hayırsever vatandaşlarımızın ve özel sektörün desteğiyle hız kazanmaktadır" dedi. Diyaliz Merkezleri Yönetmeliği ile yürütülen diyaliz hizmetlerinden yararlanan hemodiyaliz hasta sayısının toplam 26 bin 707 olduğunu ifade eden Bakan Akdağ, şu ifadelere yer verdi:
"211'i bakanlığımıza bağlı toplam 480 diyaliz merkezinde, 211'i bakanlığımıza bağlı toplam 6 bin 413 hemodiyaliz cihazı bulunmaktadır. Hemodiyaliz hastası sayısının toplam 26 bin 707 olduğu göz önüne alındığında, cihaz başına düşen hasta sayısının 4,2 olduğu görülmektedir. Mevcut cihazların kullanım yılları, modelleri, ülke genelindeki dağılımı dikkate alındığında, cihaz ve merkez sayısında eksiklik ve düzensizlikler göze çarpmaktadır" diye konuştu. Türkiye'de diyaliz hizmetine ihtiyacı olup da ulaşamayan hastanın bulunmadığını anlatan Bakan Akdağ, "Ancak hastaların ikamet ettiği yerlerde bu olanağı bulamayıp göç yada zorlu ulaşımla bu hizmete kavuşuyor olması, hizmet kalitesinin artırılması gereğini göstermektedir."


Sağlık Bakanı Akdağ, günün değişen şartları ve Türkiye'de, 'Sağlıkta Dönüşüm Programı' ile sağlanan önemli gelişmelere paralel olarak, diyaliz hizmetleri mevzuatında değişiklik yapılması gerektiğini kaydetti. Akdağ, mevzuat değişikliğiyle eğitim ve araştırma hastaneleri bünyesinde yer alan diyaliz üniteleri haricindeki diğer diyaliz merkezlerinin açılış, işleyiş ve denetimlerinin il sağlık müdürlüklerine devredilmesinin gerekli olduğunu vurguladı. Akdağ, "Bu yolla gerek bölge şartlarını gerekse hasta potansiyelini birebir izleyebilen planlama ve işleyiş denetimi sağlanabilecektir" dedi. Ünite dağılımının ülke çapında yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla, 13 diyaliz ünitesinin 2004 yılı sonuna kadar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde faaliyete geçirileceğini ifade eden Akdağ, "Hemodiyaliz hasta sayısının 26 bin 707, periton diyalizi hasta sayısının 3 bin 855 olduğu, diyaliz hasta sayısı artış oranının binde 40 olarak izlendiği ülkemizde, verilen diyaliz hizmetinin devlet-vatandaş işbirliğiyle daha kaliteli hale getirilebileceği muhakkaktır" ifadelerini kullandı

NuraN 23-01-2007 19:17

Kirli çorap, tırnak mantarına yol açıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Değiştirilmeyen kirli çoraplar ile ortak kullanılan duş ve banyoların tırnak mantarına yol açtığı bildirildi. Uzmanlar, tırnak mantarına yakalanmamak için el ve ayakların sürekli temiz tutulması konusunda vatandaşları uyardı.


İHA muhabirinin bu konuda derlediği bilgilere göre, 'Onikomikoz' olarak adlandırılan tırnak mantarı enfeksiyonu 'Dermatofit' adı verilen organizmalar tarafından oluşturuluyor. Tedavisi mümkün bulaşıcı bir hastalık olan tırnak mantarının mutlaka doktor gözetiminde tedavi edilmesini öneren uzmanlar, "Bu yalnızca bir kozmetik sorun değil, tırnak yatağı ve plağını tutan bir enfeksiyondur. Tırnak mantarı tüm tırnak hastalıklarının yaklaşık yüzde 50'sini oluşturur" uyarısında bulundu. Tırnakta mantar enfeksiyonu varsa bunun görülebildiğini, kokusunun veya ağrının hissedilebildiğini vurgulayan uzmanlar, hastalığın, tırnaklarda sarı, yeşil veya kahverengi renklenme, tırnaklarda pul pul kalkma, tırnak altında kir birikmesi, ayaklarda kötü koku ve ayak tırnaklarında acı ile ortaya çıktığını kaydettiler. Yavaş ve kronik seyreden tırnak mantarının en sık rastlanılan tırnak hastalığı olduğunu belirten uzmanlar, tüm dünyada tırnak mantarının görülme sıklığının değiştiğini ifade ettiler. Mantarın genellikle tırnağın altına girerek burada etkili olmaya başladığını ifade eden uzmanlar şu bilgileri verdi:


"Tırnağa hasar veren her şey mantarın içeri girmesini kolaylaştırabilir. Zedelenme, el ve ayak tırnağına sert bir cisimle vurulması, ayak tırnağına basılması, tırnakların çok dipten kesilmesi, ayak parmaklarını sıkıştıran küçük ucu sivri ayakkabılar tırnak mantarına yol açabilir. Tırnak mantarı bulaşıcıdır. Enfeksiyona neden olan mantarlar ortak kullanıma açık, ılık ve nemli yerlerde bulunurlar. Soyunma odaları, yüzme havuzu, ortak kullanılan duş ve banyolar, bahçe, manikür veya pedikür aletleri tırnak mantarı bulaştırabilirler. Tırnak mantar enfeksiyonu kendiliğinden iyileşmez. Doktor tarafından önerilen ilaç tedavisi ve önerilere uymak gerekir. Mantar enfeksiyonunda doktorunuz tarafından önerilen ilaç, hastalığa neden olan mantarın yaşadığı ve geliştiği yere tırnak yatağına yaklaşır ve enfeksiyonu ortadan kaldırır. Bu şekilde doktorunuz tarafından önerilen doz ve sürede kullanacağınız ilaç ile tedaviniz gerçekleşir. Doktorunuz, mantar enfeksiyonunuz için ağızdan alabileceğiniz ilaç yazabilir. Ayak tırnak mantarında tedavi yaklaşık 3 ay sürer. El tırnak mantarında tedavi yaklaşık 2 ay sürer. Hangi tedavinin sizin için uygun olduğunu öğrenmek için lütfen doktorunuza başvurunuz."

NuraN 23-01-2007 19:17

Uzmanlar, tırnak mantarından korunmak için şu önerilerde bulunuyor:


"- Ayaklarınızı olabildiğince temiz ve kuru tutun.
- Halka açık yüzme havuzu ve duş alanlarında terlik kullanın.
- Ayak tırnaklarınızı, parmağın ucunu geçmeyecek şekilde düz olarak kesin.
- Manikür ve pedikür için sterilize aletler veya en iyisi kendi aletlerinizi kullandırın.
- Ayağınıza uyan, sivri burunlu olmayan rahat ayakkabılar giyin.
- Ev içinde kullanılan havluların kişiye özel olmasına dikkat edin.
- Ayaklarınız çok fazla terliyor veya nemli kalıyor ise gün içinde çoraplarınızı değiştirin."
Tırnak mantarına yakalanma riski yüksek olanlar ise şöyle sıralanıyor:
"- Diyabeti olanlar
- Dolaşım sorunları olanlar
- Bağışıklık yetersizliği olanlar (AIDS/HIV enfeksiyonu)
- 65 yaş ve üzeri olanlar
- Ayak derisinde mantar enfeksiyonu olanlar
- Ayakları çok terleyen veya sürekli nemli kalanlar
- Atletler, koşucular ve dansçılar gibi ayaklarına fazla yüklenenler."

NuraN 23-01-2007 19:17

İşleyen demir körelmiyor

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanların yaş ilerledikçe hafıza kayıpları yaşamasının normal olduğu, egzersiz yaparak beynin canlı tutulabileceği ve kapasitesinin artırılabileceği bildirildi.




İnternet sitesi medicline.com'da yer alan haberde, insanların yaşları ilerledikçe beynin fonksiyonlarını kullanmakta zorlandığı ve fiziksel olarak yıprandığı belirtiliyor. Uzmanlar ayrıca, yaşlandıkça beynin daha yavaş çalıştığını, sinir hücrelerinin zayıflayarak öldüğünü belirtiyorlar. Uzmanlar, beyinde saklı tutulan mevcut hafızanın yaşlandıkça önemli miktarlarda kaybolmadığını, bunun yerine yeni bilgileri depolayan beyin yapılarının yaş ilerledikçe zayıfladığını vurgularken, yaşlılığın tamamen kötüye gidiş anlamına gelmediğini ve yaşlı beyinlerin daha geniş bir kelime hazinesine, yazılı metinleri daha iyi anlama ve olayları daha geniş açıdan yorumlayabilme özelliğine sahip olduğunu bildiriyorlar. Uzmanlar, insan beyninin 1 cm'de 1 trilyon bağlantılı 100 milyar sinir hücresi bulunduğunu ve bu hücrelerin arasında da her 1 saniyede 10 milyar kere uyarı gerçekleştiğine dikkat çekiyorlar.




Yapılan bir çalışmada, her 3 kişiden 2'sinin yaşlanmayla birlikte meydana gelen doğal hafıza kaybının farkına varamadığını tespit eden uzmanlar, bir şeyin nerede olduğunu unutmanın değil, bir yere konan şeyi oraya ne zaman koyduğunuzu unutmanın beyin sağlığı açısından tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini kaydettiler. Uzmanlar sağlıklı bir hafıza için fazla yemek yememeyi, yeni şeyler öğrenmek ve zihinsel egzersiz yapmayı ve bolca E ve C vitamini tüketmeyi öneriyorlar.

NuraN 23-01-2007 19:17

Solaryumlar Yararlı mı Zararlı mı ?

--------------------------------------------------------------------------------

Solaryum, son zamanlarda oldukça fazla ilgi gören, sağlık ve estetik ile yakından ilgili bir konudur..

Solaryum, son zamanlarda oldukça fazla ilgi gören, sağlık ve estetik ile yakından ilgili bir konudur. Bronz bir tenin kişiyi ne kadar canlı, dinamik ve güzel gösterdiği bir gerçektir. Ancak hemen her konuda olduğu gibi, solaryumu kullanırken de dikkat edilmesi gereken kurallar vardır. Bunun yanısıra, bugün dünyada solaryumun faydası ve zararı konusunda tartışmalar hala sürmektedir.Ozetle basligimizi da olusturan soruya cevap olarak SOLARYUM hem zararli hem de yararli diyebiliriz....

Zararlari

- Gözde katarak oluşumuna sebep olabilir.
- Yanıklar
- Deri kanseri gelişimi. ( A.B.D'de yapilan son aratirmalarla solaryumda kullanilan UV.A isinlarinin deri kanseri riskini artirdigini ortaya koymustur )
- Erken deri yaşlanması.
Solaryum esnasında aynı zamanda Uv A ışını yayılımı olduğundan dolayı bu ışın deride ,kanser haricinde birtakım zararlara da yol açar.
Vücut savunma sistemine zarar verebilmektedir.
Ayrıca bazı losyon, nemlendirici ve tedavi kremleri ile reaksiyona girerek vücuda zararlı olabilirler.

Yararlari

Derinin alt tabakasına nüfuz ederek sedef hastalığına iyi gelir.
Ciltteki akne ve sivilce izlerinin tedavisinde kullanılır.
Solaryum ışınları metabolizmayı güçlendirerek solunumu düzenler ve soğuk algınlığına yakalanma riskini üçte bir oranında azaltır.

Virüslü hastalıklara karşı vücut direncini arttırır
Kalsiyum eksikliğinden kaynaklanan kramplara karşı etkilidir.
Güneş banyolarında UV-B ışınları cildin su toplamasına ve soyulmasına neden olurken, solaryumda kullanılan optimize edilmiş ışınlar sayesinde böyle bir durum söz konusu değildir.
Solaryum endorfin (mutluluk hormonu) salgılanmasını sağlar, cinsel gücü artırır.
Bronz ten kişinin öz güvenini artırır ve kendini iyi hissetmesini sağlar.
UV-B ışınları D-vitamini üretimini sağlayarak osteoporoza (kemik erimesi) karşı koruma sağlar.
Depresyonlara karşı etkilidir.
Kalp ve dolaşım sistemini güçlendirir.
Solaryumun,Deri Kanseri riskini artirdigi gercegini gozardi edip yine de Solaryuma giriyorsaniz asagidaki uyarilara dikkat etmenizde fayda var..

NuraN 23-01-2007 19:17

Sağlıklı bronzluk için dikkat edilecek konular.

Solaryum seanslarına başlamadan önce mutlaka cilt testi yaptırın.
Böylelikle teninizin rengine ve cildinizin hassasiyetine göre solaryuma gireceğiniz uygun süre ve seansları belirleyebilirsiniz.
Doğal bir bronzluğa ulaşmak için toplam 6 - 7 seans yeterli olmaktadır. Ancak çabuk bronzlaşmak için seanslar sık sık tekrar edilmemelidir. Bir hafta içinde 3 kereden fazla veya aynı gün içerisinde 2 kez solaryuma girmek tehlikelidir.
Solaryumda kalacağınız süre ilk seans için 8 - 10 dakika arasında olmalı daha sonraki seanslarda ise 5' er dakika arttırılarak maksimum 20 dakikaya çıkarılmalıdır.
Solaryuma girmeden önce cildin bütün kozmetik ürünlerden tamamen arındırılmış olması gerekir. Ayrıca solaryum için üretilen özel ürünler olmadıkça, solaryum cihazında hiçbir güneş ürünü kullanılmamalıdır.
Seans esnasında gözler kapalı tutulmalı ve koruyucu gözlük takılmalıdır. Ayrıca lens kullanan kişilerin, solaryuma girmeden önce lenslerini çıkarmaları gerekmektedir.
Prospektüslerinde "UV ışınlarına karşı duyarlılık yaratabilir" uyarısı olan ilaçlardan kullananlar solaryuma girmemelidirler
Alkol alındıktan sonra solaryuma girilmemelidir.
Epilasyon, ağda, cilt bakımı sonrasında solaryuma girilmemelidir.
Kalıcı makyaj ve lazer uygulamalarından sonra solaryuma girilmemelidir.

16 yaşından küçükler solaryuma girmemelidir.

Şüpheli durumlarda doktora danışılmalıdır.

NuraN 23-01-2007 19:18

Şuur altı cinsel fobileri biliyor musunuz?



Cinsellik, şuur altı birikimlerden çok etkilenen bir olgudur. Örneğin; çocukluk çağında anne, babasını cinsel ilişki halinde görenlerde erişkin çağa gelince bir takım cinsel sapmalar ve takıntılar olabilmektedir.

Yine aynı şekilde küçükken verilen cinsel eğitim sırasında aşırı korkutma ve yanlış örnekler, vaginismus'a kadar yol açan cinsel fobileri ortaya çıkarabilmektedir.

Yine erken yaşta maruz kalınan ensest ilişki ve cinsel tacizler ileriki hayatta cinsel saplantılara neden olabilmektedir. Yine frijiditenin sebeplerinden biri de şuur altında yatan cinsel fobilerdir.

Gerek çocukluk çağında, gerekse erişkin çağda tecavüze uğrayan kadınlar ileriki hayattalarında hep bu cinsel travmanın etkisi altında yaşamaktadırlar. Uzun süreli psikolojik terapiler bile bazen bu tür travmalarından kurtulmaya yeterli olamamaktadır.

Maruz kaldıkları cinsel taciz veya karşılaştıkları kötü bir deneyimi çok utandığı için kimseye anlatamayan ve bu yüzden kendi iç dünyası ile gerçek hayat arasında bocalayan bir sürü insan vardır. En doğru davranış, bunu birileriyle paylaşmaktır. Bu paylaşılan kişi güvenilen bir aile bireyi olduğu gibi bir psikolog, bir jinekolog veya bir psikiyatrist olabilir.

Bazı cinsel travmalar ilaç kullanmayı gerektirecek kadar ciddi sonuçlar doğurabilmektedir.

Filmlerdeki cinsel konuların da çok açık, kontrolsüzce işlenmesi ve sık sık tekrarlanması aynen cinsel travmaya uğramışcasına bazı kişilerde şuur altına yerleşebilmekte ve bu görülen sahneler hayatın herhangi bir devresinde tekrar hatırlanabilmektedir. Filmler bazen eğlence sektörünün amaç ve hedeflerinden farklı mesajlar verebilmektedir. Sinema eğlence amaçlı gidilen bir sosyal mekandır. Eğlenmek için film seyretmeye giden kaç insan seyrettiği cinsel şiddet olaylarından eğlenmiş bir şekilde sinemadan ayrılabilir ki...

Paylaşmak ve profesyonel yardım istemek olayın etkisinden kurtulmaya yardımcı olabilir. Aynı şekilde etkilenip de, bunu şuur altına atıp kendi iç dünyasına hapsedenlerde ise ileriki hayatlarında mutlaka cinsel sorunlarla karşılaşabilmektedirler.

NuraN 23-01-2007 19:18

Cinsellik yaş sınırı tanımıyor




Hem erkek hem de kadında 'libido' (cinsellik dürtüsü), her ne kadar yaşa bağlı olarak azalma gösterse de, çiftler sağlıklı oldukları sürece, çok ileri yaşlara kadar, hiçbir tedaviye ihtiyaç kalmadan cinselliklerini yaşamaya devam edebiliyor.

Dr. Kağan Kocatepe, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, 'libido' adı verilen cinsellik dürtüsünün, insanı cinsel eylem arayışına iten ve aynen açlık, susuzluk, kendini koruma dürtüleri gibi çalışan bir 'itici güç' olduğunu belirtti. Libidonun, insanın kendi neslinin devamını sağlamaya yönelik olarak çalıştığını ve onu karşı cinsten biriyle birleşerek yeni bir canlı dünyaya getirmeye yönelttiğini vurgulayan Dr. Kocatepe, "Cinselliğin kaynağı elbette bu kadar basit tarif edilemez. Zira, libidonun başka kaynakları da vardır: Cinsellik, kendini tatmin, gevşeme, zafer kazanma, beğenilme ve hayran olunma ihtiyaçları, karşı tarafı fethetmiş ve ait olma duyguları, yaşamak amacına yönelik olarak başlatılabileceği gibi, çok ileri durumlarda sadizm ve mazoşizm gibi eğilimlerin eyleme dönüştürülmesine yönelik de çalışabilir" dedi. Libidonun, kadında ergenlikten 35 yaşına kadar arttığını, 45 yaşına kadar sabit kaldığını ve çok ileri yaşlara kadar gücünü korumaya devam ettiğini ifade eden Dr. Kağan Kocatepe, "Kadın sağlıklı olduğu sürece, yine çok ileri yaşlara kadar orgazm olabilme kabiliyetini korur. Hatta menopoza yaklaşmakta olan bir kadında, gebe kalma korkusunun azalması, çocukların büyümesiyle birlikte ev iş yükünün azalması gibi etkenler, bu dönemlerde libidonun artmasına bile sebep olabilir" diye konuştu.

Dr. Kocatepe, kadın menopoza girdiği andan itibaren, kanda östrojen hormonunun azalmasıyla birlikte kadın genital organlarında 'atrofi' adı verilen değişiklikler meydana geldiğini kaydederek, vajina dokusunun incelip elastikiyetini kaybettiğini, kadın uyarılsa da genital bölgenin salgılarının artarak ilişkiye hazır hale gelmesinin daha uzun sürdüğünü bildirdi. Genital bölgedeki bu değişiklikler ve kuruluğun, kadında ilişki esnasında ağrıya, ilişki sırasında ve sonrasında idrar yaparken yanma gibi şikayetlere sebep olabileceğinden bu dönemde libidoda azalma görülebileceğini anlatan Dr. Kağan Kocatepe, çeşitli yollardan (tablet, flaster, fitil gibi) uygulanan östrojen tedavisiyle bu sorunların etkili şekilde giderilmesinin mümkün olabildiğini söyledi.

Erkekte libidonun 20-30 yaşlar arasında doruk noktasına çıkmış durumda olduğuna ve bu dönemde cinsel ilişki sıklığının da en üst seviyede olduğunu belirten Dr. Kocetepe, "Erkek beden ve ruh açılarından sağlıklı olduğu sürece, ileri yaşlara kadar ereksiyon ve orgazm olabilme özelliklerini koruyabilir. Yaş ilerledikçe (70 yaş ve üzeri) doğal olarak ortaya çıkan değişiklikler, ereksiyon etkinliğinin azalmasına sebep olabilir" dedi.

NuraN 23-01-2007 19:18

Yanlış oturmalar boyun ağrısına yol açıyor





Masa başında çalışanlarda yaygın olarak görülen boyun ve sırt ağrılarının uzun süreli yanlış oturuşlardan kaynaklandığı bildirildi.


SSK Vakıf Gureba Hastanesi Nöroloji uzmanlarından Dr. Ali Akben, boynun baş ile gövde arasında yer alan önemli bir bölge olduğunu belirterek, bütün vücudu etkileyecek sorunlara yol açabilen boyun rahatsızlıklarına karşı olabildiğince dikkatli olunması gerektiğini söyledi. Dr. Akben, vücut hareketlerini, duymayı, yürümeyi sağlayan omuriliğin boyundan aşağıya doğru devam ettiğini ancak, bütün önemine rağmen bu bölgenin sağlığının ihmal edildiğini belirterek, "Genellikle önemsenmeyen boyun bölgesinde 7 adet alt alta dizilmiş kemik, otuz kadar kas, bu kemikler arasından çıkıp omuz, kol ve sırta yayılan 8 adet sinir ve 4 adet de büyük kan damarı vardır. Boyundaki bu yoğun yapıda oluşacak bir takım değişikliklerin ilk bulgusu ise boyun ağrısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaygın olarak görülen boyun ağrılarının en önemli sebepleri arasında duruş, oturuş hataları gelmektedir. Uzun süreli yanlış oturuşlar boyun ve sırt ağrılarının en başta gelen sebebidir. Bir yere fazla uzanma, yatarken başın yastıktan düşmesi, aşırı stres ve gerilim; ayrıca darbeler, sportif faaliyetler, sığ suya dalma, iş yaralanmaları ve trafik kazaları da boyun ağrılarına yol açabilmektedir" dedi.


Aşınma, yırtılma sonucu olan boyun disklerindeki fıtıklaşmalar ve bu fıtıkların sinir köklerine yaptığı baskıların da boyun ağrılarına sebep olabildiğini ifade eden Dr. Akben, "Sürekli oturarak çalışmak durumunda olanların mümkün olduğunca dik oturmaları ve sık sık ayağa kalkarak hareket etmeleri gerekir. Uzun süreli araç kullanmak durumunda olanların boyun kaslarında kasılma olacağından, belli aralıklarla istirahat edilmesi gereklidir. Bütün vücutta olduğu gibi boyunda da ani hareketler tehlikelidir. Uzun süreli sabit kalan boyun kaslarını ani şekilde sağa sola döndürmekten kaçınmalıyız" diye konuştu.


Boyun ağrılarının tedavisinde çeşitli yöntemler kullanıldığına işaret eden Dr. Ali Akben, ilaçlı tedavinin yanında, gerektiğinde boyunluk kullanıldığını ya da akupunktur veya lazer tedavisi uygulandığını söyledi. Dr. Akben, boyun ağrılarının tedavi edilmemeleri halinde zamanla müzminleşeceğini ve insan hayatını olumsuz etkileyeceğini kaydet
__________________


Türkiye`de Saat: 01:29 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580