|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
|
Makaleler Medya dan Beşiktaşımız ile ilgili Köşe Yazılarının Tartışıldığı Platform. |
| LinkBack | Seçenekler | Stil |
14-04-2008, 08:28 | #1 | ||
hüngürella Üyelik tarihi: May 2007 Yaş: 42
Mesajlar: 5.146
Tecrübe Puanı: 24 |
Üzerindeki "Siyah Beyaz Ölüm Yaşam" yazan gri eşofmanıyla yüzü asık, keyfi kaçık, küçük bir çocuk... Akreditasyonum var, bu sessiz maça giderim basın tribününe ya, içimdeki ses "Gitme be sefer" dedi, ona uydum. Camın kenarındaki masada yüzük parmağında alyans olan bir adam karşısındaki kadına hararetle bir şeyler anlatıyor. Kadının parmağında adamınkine benzer bir alyans yok. Yeni başlayacak bir gönül hikayesinin ilk yudumlarını çekiyorlar karşılıklı belli ki... Hemen yanımızdaki masadaki üç kişiden biri kadın. Karşısındaki erkek iddialı; "Ver 10 milyar. İki yıl bekleyeceksin ama, paranı üçe katlarım borsada. Nasıl oluyor bilmiyorum ama bu işten çok iyi anlıyorum" diyor kadına. Gülüyorlar kahkahalarla üçü birden. Biz Adnan'la ikidir geliyoruz bu mekana. İki plazma var koridor gibi uzunlamasına olan ‘Kenan Ocakbaşı'nda. Benim konumum iyi, yakındaki plazma tam karşımda. Önden söylemiş Adnan etleri. Ciğer, uykuluk ve çöp şiş karışık. Bir ufak önümüzde, ince ince ‘yürüyoruz' maç başlamadan. Birinci kadehin yarısına geliyoruz ki, maç başlıyor. İki seçenek var. Beşiktaş ya ilk 15 dakika bir iki kontra top atıp golü arayacak ya da ikinci yarının son 10 dakikasını bekleyip şişirme topları izleyeceğiz. Maç bu, biz her zaman dikkatliyiz, hem de "pür" olanından. Gözümüz Holosko ve Nobre'de ama onlar da kaleye, hücum oyuncularının olabileceği en uzak mesafade yırtınıp duruyorlar. İlk 20 dakika bu ‘gevşeklik'le geçince biz de haliyle masada gevşiyoruz. Ayrılıklardan, hayattan, kitaplardan konuşmaya başlıyoruz farkında olmadan. Biz de kopuyoruz maçtan. Arada bir kamera Ertuğrul Sağlam'ı gösteriyor. Hep o, birine beddua etmek için tetik bekleyenlerin ekşi yüz ifadesiyle kulübenin önünde. Nasıl beceriyor bilmiyorum, sağ eli sürekli cebinde. Maçta anlatacak hiçbir şey yok. Sezon başından bu yana izlediğimiz onlarca sıkıcı maçtan biri. Ta ki, o Serdar'ın düşürüldüğü düşünülen ve ‘penaltı olduğu' iddia edilen pozisyona kadar. İşte orada, kulübedeki herkes cengaver kesiliyor. Hepsi fırlıyor dışarı "Beşiktaş'ın haklarını korumak" için. Bu biçimsiz gösteri iki şey için yapılıyor eminim. İlki, tıpkı minarelerin tepesindeki paratonerlerin şimşeklere yaptıkları gibi, hakemi taraftara hedef gösterip tepkilerin toprağa akmasını sağlamak... İkincisi, futbol diye sezonun başından bu yana bize yutturulmaya çalışılan saçmalığı bir sis perdesinin ardına saklayıp bundan sonra kazanılacak maçların primlerini ve kaç maç gidecekse maaşların, ödemelerin devam etmesini sağlamak. Tabii bu ödemeler dengesine futbolcular dahil olabiliyor mu, ben o kadarını bilmiyorum. Evet, bu oyunun adı futbol, yenilmek de var yenmek olduğu kadar. En güzel sonucu ise malum diğer oyunlarda olmayan, beraberlik. Pata pat kalmak.. Ama yenilmenin de bir lezzeti, açıklanabilir bir yanı olmalı değil mi? YENİK BİR ÇOCUĞUN YÜZÜ Şimdi size aslında yenilginin ne olduğunu anlatayım... Maç bitti, hesabı ödedik, camın kenarındaki alyanslı adam hala hararetle anlatıyor, karşısındaki kadın da hayranlıkla dinliyor. Bizim "borsacı" belli ki, Beşiktaşlı değil, sonucu öğrenip iştahlı bir kahkaha atıyor. Ama sonra gülüşünü tıpkı bir kadının otururken eteğini düzeltmesi gibi düzeltiyor, çünkü anlıyor ki, karşısındaki kadın ve erkek –belki sevgili, belki karı koca, belki de arkadaşlar. Tutumlarından bir iz bulamadım ilişkilerine dair – Beşiktaşlı. Utanıyor "borsacı" bu kadar ileri gittiği için. Ocakbaşının üç basamağını inip yola çıkıyoruz Kaktüs'e gitmek için. Söz veriyoruz birbirimize Adnan'la birer kahveyle birer Jameson'ı aşmayacağız diye. Tabii öyle olmuyor... Üç adım sonra Ömer abiyle oğlu bizim küçük Reşat'a rastlıyoruz sokakta. Reşat, üç sezondur bizimle yağmurda karda, nemde terde hep kapalı üst sağ taraftadır. Orada büyüdü sayılır. En azından bizim için öyle. Demire çıkıp çok bağırmıştır "Beşiktaşım sen çok yaşaaa..." ya da "Yağmurlu bir günde görmüştü seni üstünde çubuklu formalar vardı" diye.. Benden ensesine küçük şaplaklar yemiştir küfürlü tezahüratlara eşlik etmeye çalıştığı zaman. Zaten biraz daha büyüdüğünde yaşam ona bol bol küfür ettirecek ve o da edecek ama şimdi çok erken onun için. Saçlarını kestirmesi için babasını, Ömer abiyi, çok provoke ettiğim Reşat, Beşiktaş'ı ve ona göre yemeklerin kralı olan "Babaganuş"u çok sever bu arada. Orada karşımda öylece duruyordu, İstiklal'de tur atıp kitaplar aldığımız, sergilere gidip İnci'de profiterol yediğimiz o küçük çocuk. Yeğenim Doruk'tan bir yaş büyük, küçücük bir çocuk. Üzerindeki "Siyah Beyaz Ölüm Yaşam" yazan gri eşofmanıyla yüzü asık, keyfi kaçık küçük bir çocuk. Keyfi olunca gözlüklerinin altında hınzırca bakıp tuhaf sorular soran o akllı çocuğun incileri dökülmüştü maçı izlediği yerde belli ki. Üzgünden öte daha çok kırgındı Reşat. Beşiktaş'a değil de bu takımı böyle oynatanlaraydı belki kırgınlığı. Üzülmemesini söyleyip saçını karıştırdığımızda bir ara ağlamaklı bile oldu. Anladım, yenikti konuşmak istemiyordu. Belki pazartesi sabah okulda başına gelecekleri düşünüyordu belki "Ne olacak bu takımın hali"ne saplanıp kalmıştı. Öyleci bıraktık babasıyla onu, biz yolumuza onlar yollarına... Oysa daha çok ‘yenilecek' Reşat. Ayrılacak yenilecek, kazandım zannederken yenilecek, kaybecek yenilecek. Böyle büyüyecek bizim büyüdüğümüz gibi. Onu da adam eden acılar olacak.. Ha diyeceksiniz ki bunun futbolla, Beşiktaşla ne ilgisi var? Reşat'ın kırgınlığı değilse başka nedir ki futbol? Üç direğin arasında geçen bir top mu? Bir iki santimlik ofsayt pozisyonlarının ağır çekimlerle didik didik edilip, hakemler linç edilirken futbolu ve oyunu ve hayatı sevdiğini iddia edenlerin doymak bilmez bir iştahla bu linç gösterisine gönüllü katılımı mı? Futbol dediğimiz oyun, son maçtan bir gün sonra Beşiktaşlı yöneticilerin söz birliği etmişcesine bütün suçu hakemlere atması mı? Eğer böyleyse biz neden gittiğimiz maçlardan bu kadar tatsız tuzsuz çıkıyoruz? Yani, Reşat'ın kırgınlığının bütün sorumlusu hakemler mi? Buna mı inanalım? Bu Beşiktaş bizim Beşiktaşımız, ondan eminim. Ama yönetmek için önlerine sunulan koltuklarına oturanlarla aynı Beşiktaş üzerine mi konuşuyoruz ondan emin değilim. Düzeltme: Ntvspor.net'e yazdığım "Beşiktaşlı Beşiktaş'tan sürülecek" başlıklı son yazıda Denizlispor'lu Erol'un golünü İnönü'de attığını yazmıştım. Tuhaf ama gerçekten öyle hatırlıyorum. Gerek yazıya gelen yorumlarda, gerek mail aracılığıyla gerekse de telefonlarla hatırı sayılır sayıda düzeltme geldi. Dilimin döndüğünce hepsine yanıt vermeye çalıştım. Hatırlatan herkese teşekkür ederim. Bir de itirafta bulunayım. Ben o yazıda 10-0'lık Adanademirspor maçını da İnönü diye yazmışım. Adnan Bostancıoğlu okurken görüp o bölümü çıkarmış. Demek ki biz de yavaş yavaş "Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür" sözünün geçerli olduğu insan grubuna girmeye başladık. Artık daha dikkatli olmak gerek. Herkesten tekrar özür ve hatırlatan herkese tekrar teşekkür. | ||
|
14-04-2008, 10:06 | #2 | ||
besiktaş jk Üyelik tarihi: Nov 2007
Mesajlar: 1.721
Tecrübe Puanı: 19 | cem dizdar yine döktürmüş sanki ben bu reşatı bir yerden tanıyor gibiyim | ||
14-04-2008, 10:07 | #3 | ||
hüngürella Üyelik tarihi: May 2007 Yaş: 42
Mesajlar: 5.146
Tecrübe Puanı: 24 | hepimiz REŞATIZ!!! | ||
14-04-2008, 11:18 | #5 | ||
Üyelik tarihi: Oct 2007 Yaş: 39
Mesajlar: 4.096
Tecrübe Puanı: 21 | Reşat biziz..
__________________ KIZLARIN GÖZÜ HEP YÜKSEKLERDE ZENGİN PARALI ŞIK ERKEKLERDE BİZİM ONLARDAN NE FARKIMIZ VAR BEŞİKTAŞLIYIZ ! İŞTE O KADAR.. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |