|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
22-12-2007, 17:08 | #1 | ||
Optik bArikAtı Üyelik tarihi: Oct 2006
Mesajlar: 1.729
Tecrübe Puanı: 20 |
Formanın kimliği Toplumu geliştiren fikirler, toplumsal yararı çok yönlü olarak düşünerek, değerler sistemini alt üst etmeden oluşturulmuş fikirler arasından çıkar genellikle. Bunun dışında sosyal sorumluluk duygusunu omuzlarına almadan ileri sürülen fikirlere ancak prematüre fikir-egzersizi gözüyle bakmak gerekir... Artık böyle yapılmayabiliyor; bir fikir tek boyutlu olarak ele alınıyor, toplum yararı adına hiçbir süzgeçten geçirmeden, toplumu o fikrin olası sakıncalarından sakınmadan, değerler sistemine bağlı kalmaksızın ve yeni değerler (!) doğrultusunda yeni bir mantık oluşturarak ortalığa salınıveriyor... Herkesin eşdeğer olarak sahip olduğu sembollerin değiştirilmesinde oldu bittiye karşı çıkanlar ise basmakalıp bir klişe ile üstü kapalı olarak neredeyse gerici ilan ediliyor: “Değişime açık olmak lazım!” Milli takım formasına yeni bir renk bulunması/ önerilmesi de böyle bir örnek... Türk-uaz! Mehmet Demirkol bu rengi önerdiğinde forma renginin değiştirilmesi konusunda çok da ısrarlı olduğunu sanmıyoruz... Ama görülüyor ki; her şeyi kendisi ile başlatan, geçmiş duygusu ve bağlılığı olmayan, şimdiden ve kendisinden başkasını tanımayan liberalizm bu fikri alıp bir güzel kullanıyor... Zorla... Mantık ve duygu taşımadan... Toplumsal etkilerini titizlikle ele almadan... Şimdi bakıyorlar... Toplumsal tepki gelmezse fikirlerinin doğru, hatta haklı olduğuna kanaat getirecekler... Toplum buna tepki vermeyebilir de... Türk Tarih Kurumu kapatılırken de tepki olmamıştı... Türk dilinin en güvenilir temel kaynağı olan Türk Dil Kurumu sözlüğü kitapçıların raflarından çekildiğinde de... Kendi doğal kaynaklarını vatandaş olmaktan başka bir yeterlilik gerektirmeden rahatça kullanması gereken toplum kıyılar sıradan vatandaşa kapatılırken; mesela denize istediği yerden girmek için öncelikle turist olması gerektiğinde de tepki vermemişti... Kendisi denize girecek ekonomik güce sahip olamayan toplum, başka turistlerin en güzel kıyılarda yapacağı tatilleri turizmi teşvik kanunu ile yıllar boyu finanse ederken de tepki göstermemişti... 2B kategorisindeki alanların satılması ve yerleşime açılmasında da , Kaz dağlarının korunmasında da iktidarı/ karar vericileri etkileyecek güçte bir hareket yaratamayabilir... Bu toplum tepki vermeyebilir, tepkisi yeterli olmayabilir ancak bu başka bir konudur: Dikkate alınması gereken, toplum adına gerçek bir sorumluluk, uyandırılmış çoğul bir duyarlılık olmaksızın ileri sürülen fikirlerin, alınan kararların çoklukla kısa vadeli ve dar kapsamlı yararlar sağladığıdır... Değişim, koşulların varlıkları yeniden uyumlaşmaya zorunlu kılan bir durumun doğal ve artık kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan ve gelişmeyi/ üretkenliği tetikleyen bir süreçtir...Bu zorunlu ve doğal sürecin ortada olmadığı hallerde değişim sayısız kez antidemokratik, güç istismarına ya da yalnızca belli grupların çıkarı doğrultusunda alınmış kararların sonucudur... Değişim başka, başkalaşım başka şeylerdir... Üst düzey sportif organizasyonların ekonomik anlamda spor markalarının yarışı olduğu, bu rekabetin her gün daha da tırmandığı artık iyi biliniyor... Sergilenen mücadelenin onuru ve alının madalyalar ulusların hanelerine işleniyor olsa da, spor markalarının kendi aralarındaki rekabetin yoğunluğu önce milli forma gibi ulusal sembollere (iyimser bir bakışla) dolaylı olarak da ulusal kimliklere işliyor... Nike- Adidas ( ve pastanın küçük ortakları olan Puma- Umbro- Kappa vs.) rekabetinde firmaların açıkça ifade edemeyecekleri gerçek, yayında öncelikle hangi milletlerin değil hangi markanın takımlarının mücadele ettiklerinin algılanmasıdır. Bir örnek formaların altında yatan gerçek böyle görünmektedir... Spordaki/ futboldaki marka rekabetinde federasyonların karlılığı önde tutulan bir amaç ve değer olarak görmeleribir başka güçlüğe daha neden olmuştur: Markalar önemli sponsorluklar sağlayarak, toplum tarafından en önde gelen ulusal sembollerden olan milli takım forması ve forma politikaları konusunda birinci derecede karar veren patronlar haline geldiler... Klasik (dünya tarafından da toplumumuz tarafından da en iyi tanınan) formamızı kullanamaz hale gelişimiz böyle bir süreçle paralellik göstermiştir... “Yeni“ milli formamızı benimseyemediğimizde, bir geri dönüşün neden mümkün olmadığına dair hep aynı çaresizlik cümlesi ile karşılaştık: “Yapılmış bir sponsorluk anlaşması varmış, onlar ne verirlerse onu giyecekmişiz...” Bu durum IAAF’in Golden League veya Grand Prix yarışları gibi atletlerin ismen, bireysel olarak yarıştıkları organizasyonlarda belki hoşgörü ile karşılanabilir ancak bu toplumun en iyi tanıdığıulusal sembol olan klasik milli takım formasından vazgeçmenin nedeni Nike’nin adidas ile giriştiği rekabet olmamalıdır... Hele ki; klasik milli takım forması ile hiç ama hiçbir benzerliği bulunmayan bir formanın üzerinde yapılacak değişiklik daha da tanınmaz hale gelecek şekilde, kırmızı renginin de alınıp yerine “Turquoise” renginin getirilmesinden ibaret kalacak ise... Daha da ileri götürülen bir başkalaşımın, Türkleştirme diye sunulması kime inandırıcı gelir ki? Elalem zaten hiç tartışmasız şekilde “Türkler” derken, bir gün “Turquoise”lar diyecek diye klasik formamızdan vazgeçmenin zorlayıcı hiçbir anlamı olamaz... O-la-maz! Ulusal kimlik, toplumu var eden tüm mücadeleleri, topluma dair tüm süreçleri, tüm kuşakları kucaklayan bütüncül bir yapıdır. Bunun görünümleri de ulusal sembollerdir:Ulusal kimliğimiz adına zihinlerdeki en sağlam görüntülerden biri olan klasik formamızdan vazgeçilmesine kim nasıl karar verebilir? Klasik formamızın karşısına, rengi farklı (ve yabancılaştırıcı) olmakla birlikte hiçbir özgün tarafı olmayan bir forma dayatması ile çıkmanın gelişmeyi işaret eden tarafı nedir? Turkuaz bir turizm kampanyasının uzun süreli rengi/ imajı olabilir, her gelen yabancı turistin zihnine Yunanlıların ısrarla Beyaz/mavi renklerini işledikleri gibi Türkiye’den dönen turistlerin akıllarında kalan rengin Turkuaz olması için bir kampanya yürütülebilir ancak klasik formamızdan, ulusal renklerimiz olan kırmızı-beyaz’dan vazgeçmemiz asla istenemez...Turkuazın yeri milli formamız değildir! İstiklalimizi, Cumhuriyeti, aydınlanmamızı simgeleyen, geçmişimizle en sağlıklı bağlarımızdan ve hepimizin ortaklaşa sahip olduğu ve en önemli “marka”larımızdan olan klasik formamızın tanınmaz hale getirilmesini “değişim” diye paketleyenlerden, yalnızca kendi soyadlarını değiştirmelerini istesek razı olurlar mı? Olmazlar herhalde; aklı ve biraz duyarlılığı olan da onlardan bu kadar-cık değişimi bile istemez zaten! Klasik milli formamıza dokunmayın... | ||
|
22-12-2007, 18:08 | #4 | ||
şizofrenik wak'a Üyelik tarihi: Dec 2007 Yaş: 36
Mesajlar: 1.835
Tecrübe Puanı: 18 | formamıza dokunmayın yaa..biz kırmızı we beyazla mutluyuz uzak durun
__________________ Esmer,Uzun boylu,kirli sakallı, buğday tenli,Geniş omuzlu,göbeksiz olucaksın.Asla sigara kullanmayacak BEŞİKTAŞ'lı olucaksın.Bunlarında ötesinde ADAM gibi Adam olucaksın.Bu özelliklerin hiçbiri sende yoksa benden uzak durucaksın:D | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |