![]() | |
| Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
| |||||||
| Müzik Haber Bu Bölümde Müzik Haberleri Şarkı Sözleri Konserler vs. bulunur. mp3 ve video Klip Yayını Kesinlikle Yasaktır. |
![]() |
| | LinkBack | Seçenekler | Stil |
| |
| | #1 | ||
![]() Üyelik tarihi: Feb 2006
Mesajlar: 9.132
Tecrübe Puanı: 32 ![]() ![]() ![]() ![]() | İsimlerini Depeche Mode (Hızlı Moda) adlı bir Fransız moda dergisinden alan grup, David Gahan, Martin Gore, Alan Wilder ve Andy Fletcher adlı dört İngiliz den oluşuyordu. Peki Depeche Mode'un müzik alemindeki hüneri neydi, ne onları popüler ve Rock Tarihinin km taşlarından biri yapmıştı. İsterseniz uzun ve ince bir yola çıkıp bunu bir araştıralım. Aslında tam bir Rock topluluğu olmayan Depeche Mode, normal Rock formundaki gitar çığlıklarını yada davul gümbürtülerini klavyelerde toplayıp, bir Supertramp yada Pink Floyd geleneğiyle dışa vurmayı hedeflemiştir. Rock ve Elektronik arasındaki dengeyi performansın sağlamlığıyla desteklemek de diğer amaçlarıydı. Neden gitar, davul ve bas gitar değil de 3 klavye? İngiltere ve Amerika'da 60'lı yıllarda başlayan Beatles ve Rolling Stones'un başını çektiği Beat Rock'a zamanla Hard Rock (The Who vs.), Heavy Rock (Led Zeppelin vs.), Psychedelic Rock (Pink Floyd vs.), Barok Rock ve 70'li yılların sonunda da Sex Pistols'un başlattığı Punk Rock eklenerek, Rock müzikte açılımlar ve bölünmeler başlamıştı. 80'li yıllarda ise Punk Rock'ın saldırgan tavrını benimseyen ancak tavrına felsefesine saygılı kalan harmonik açıdan güçlenmiş yeni bir tarz oluştu. The Cure ve Smiths'in başlattığı bu akım hâlâ sürüyor. Ancak 70'lerin sonlarında gitar soundu denilen, Rock'da alışılagelen şeylerin dışında yeni şeyler keşfedilmeliydi. İnsanlar artık sert gitar rifflerinin dışında yeni şeyler duymak istiyorlardı (bu synthisizerın önlenemez yükselişinin başlangıcıydı adeta). Bu tarz gelişti ve zamanla synthisizer gitarın önüne geçmeye başladı. İşte tam o sıralarda Leonard Cohen ve Beatles şarkılarıyla büyümüş dört amatör ve yeni yetme müzisyen, kucaklarına keyboardlarını alıp, Rock felsefesini dijital seslerde aramaya başladılar. Depeche Mode, müziğinde önce soğuk ve nemli bodrum hayatını, endüstri bacası kokan Progressive ve psikolojik bazen agresif kaçabilen yaklaşımları kullandı. Bunları teknolojinin notalara kazandırdığı çağdaş Rock mistisizm anlayışı ile birleştirdi ve Depeche Mode tarzı yaratılmıştı işte. Ancak Depeche Mode'u Depeche Mode yapan, bugünkü yaşamın her birimizin içinde oluşturduğu reaksiyonları, hayalcilikten uzak tamamen gerçekçi ve yalın bir anlatımla topluma mal edebilmeleri, bunu yaparken de ellerimizi ayaklarımızı kafamızı ister istemez oynatmamızı sağlamaları ve bunu Rock felsefesiyle bize yaptırmalarıdır. Günümüzde herhangi bir Dance parçasında dans edebilirsiniz yada Jim Morrison'la beraber felsefe yapabilirsiniz. Ama Depeche Mode ile hem felsefe yapıp hem dans edebilirsiniz. İsteyen kafa bile sallar. Birde kısaca grubun müzikal kronolojisine göz atalım. 81 Şubatındaki ilk singleları, "Dreaming of Me" İngiltere listelerinde 54 numaraya dek yükseldi. Aynı yılın Haziran ayındaki ikinci single "New Life" grubun önlenemez yükselişinin başlangıcıydı. Hemen Kasımdaki üçüncü single "Just Cant Get Enough" onları İngiltere'nin en çok tanınan grubu yaptı. İşte tam o sırada grubun şarkılarını yapan ve bu grubu şu anki konumuna getiren Vince Clark gruptan ayrıldı. Daha sonra "Erasure I Kurdu" ve "I Love to Hate You" ile büyük başarı elde etti. Beyinsiz kalan grup önce biraz afalladı ama sonra Martin Gore da en az Vince kadar sağlam bir besteci olduğunu 82'deki singleları "See You" ile kanıtladı ve listelerde 5. Sıraya kadar yükseldi bu çalışma. Bu single grubun en iyi çalışması olarak nitelendirildi. Beşinci singleları "The Meaning of Love" ile Amerika turnesine çıktılar. Turneden hemen sonra ikinci albüm için stüdyoya giren DM yeni singleları "Leave in Silence" ve "Broken Frame" ile Vince Clark'sız da ayakta kalabileceklerini kanıtladı ve Martin Gore'un geleceğin parlak bestecilerinden biri olacağının sinyalini verdi. 83'deki yedinci single "Get The Balance Right" dan sonra Depeche Mode iyice ünlendi ve büyük bir Dünya turnesine çıktı. Aynı yılın sonlarında üçüncü albümlerini çıkaran DM bu albümden "Everything Counts", "Workhard", "Construction Time" singlelarını çıkardılar. Depeche Mode 84-86 yılları arasında "People Are People", "Master and Servant", "Stripped" ve "Black Celebration" ile imajlarını da iyice sağlamlaştırıp, enerjik ve usta performansıyla ünlerini Dünya çapında duyurmuşlardı. Bir yıl aradan sonra 17 Nisan 1987'de şimdiye kadar yaptıkları en iyi albüm olan Music for The Masses I"ı çıkardılar. Satışları platine ulaşan bu albümden çıkan singlelar Depeche Mode'un artık iyiden iyiye ustalaştığını ve kabul edildiğini ispatlıyordu. 88 Los Angeles konserlerini, 1989'da 101 adlı bir Double albümde toplayan DM bu albümle müzikal çizgisinden taviz vermeyen, bir grubun teknolojiyi ve tutkuyu, seçkinliği ve popülistliği nasıl kendi içinde barındırdığının somut bir örneğiydi. Yine 89'daki "Personal Jesus" (Kendi İsanız), grubun Rock tarihindeki dönüm noktası olarak kabul edilir. Dijital haykırışların, sert ve tutucu Rock gitarlarıyla beslendiği bu şarkı Depeche Mode'u artık iyice uçurmuştu. "Personel Jesus" şimdiye kadar Amerika'da en çok satan single cd ödülünü aldı. 1990'da Depeche Mode şimdiye kadar yaptıkları en iyi albüm olan "Violator" ile dünyayı titretti. Artık onlar yeni yetme dört amatör değil, ne yaptıklarını çok iyi bilen, sürekli taklitleri yapılan saygı gören 30'lu yaşlarda 4 usta İngiliz müzisyeniydi. 93'deki "Songs of Faith and Devotion" ve 98'deki "Ultra" albümleri, 90'lı yılların Rock gitarıyla (ki bu Punk-Hard- ve Funk öğelerini içinde barındırmaktadır) zaten iyi bildikleri dijital çığlıkların iyi bir şekilde harmanlanmış olduğu, grubun en iyi ve ustalık albümleridir. Bu arada grup elemanları, özellikle solist David uzun yıllar alkol ve uyuşturucunun esiri olarak yaşadılar ve belki de bu onların bu denli üretici olmalarını sağladı. Tabi bu tartışılabilecek bir durumdur ama onların dediği bu. İntihar girişimleri, overdoselar, seks alemleri derken 40'lı yaşlarına gelen grup uçurumun eşiğinden 98'deki "Ultra" için döndüler. Tedaviler, doktorlar... Aslında bu bambaşka bir hikayedir... En başında dediğim gibi Depeche Mode yani hızlı moda gerçektende isimleri gibi sürekli bir değişim içinde olmuş, sürekli kendini aşmaya çalışmış ve hemen hemen her albümünde bunu başarmış Rock müziğin alternatif hatta kendi tarzında en uç noktalarına ulaşmış bir yeni çağ grubudur. Bir Little 15 ile önümüzdeki yüzyılda dahi dinleneceğine emin olduğum bu alternatif İngiliz topluluk şimdi müziğin azgın dalgalarında beyaz köpüklerin olduğu yerdeler. Dalganın kırılma noktasında yani, en tepesinde yani... | ||
| | |
| | #3 | ||
| ߀ŞİKTAŞK ![]() ![]() Üyelik tarihi: Sep 2006 Yaş: 36
Mesajlar: 2.014
Tecrübe Puanı: 23 ![]() ![]() | aşığı oldum tek kişi: MUSE - Matthew James ![]() Adı : Matthew James Bellamy Lakap : Bells Doğum : 9 Haziran 1978 Gruptaki Görevi : Gitar, Vokal, Klavye, Söz Yazarlığı , Bestede Yapar Matthew James Bellamy, 9 Haziran 1978’de İngiltere’nin Cambridge kentinde dünyaya geldi. Babası George Bellamy, 1960’lı yıllarda, Telstar adlı şarkılarıyla Amerika’da liste başı olmuş ilk İngiliz grubu olan The Tornados’ta ritim gitar çalmış bir müzisyendi. Annesi Marilyn ise Belfast doğumluydu ve 1970’lerde İngiltere’ye göç etmişti. Annesi Londra’ya gelirken bindiği vapurdan iner inmez, o sıralar taksi şoförlüğü yapan babası George’la tanıştı. Daha sonra evlenen çift, Matthew’nun ağabeyi Paul’ün de doğum yeri olan Cambridge’e yerleştiler. Matthew 8 yaşındayken Devon’a yerleşmeye karar veren anne ve babası,o 13 yaşındayken boşandılar ve babası evi terk etti. Matthew Bellamy büyüdüğü yer olan Devon için şunları söylemişti: “Devon bize hiçbir şey vermeyen sıkıcı bir kasabaydı... Orada tamamıyla kapana kısılmış hissederdik kendimizi. Bütün arkadaşlarımız uyuşturucu ve müziğe sarıldılar , biz ikincisine yoğunlaştık ve kendimize, müziği kaçıp kurtulmuş gibi hissedecek biçimde yapmayı öğrettik.” Exeter College’da öğrenim gören ve 10 yaşında piyano çalmaya başlayan Matthew Bellamy’nin müziği dinleyerek kendi başına çıkardığı ilk şarkılar Ray Charles’ındı. Yazdığı şarkılara hakim olan karanlık atmosferin ve şarkılarda bahsi geçen doğaüstü mevzuların çıkış noktası sadece ailesinin boşanması değil, Quija tahtasıyla (ruh çağırmada kullanılan tahta) ruh çağıran ve gerçek bir medyum olan annesinin, henüz küçük yaşta Matthew’yu yanına çağırıp deneyimlerini onunla paylaşmasıydı. Piyanoda Sergei Rachmaninoff ve Tchaikovsky’yi; gitarda Jimi Hendrix ve Rage Against The Machine’den Tom Morello’yu; vokalde ise Freddie Mercury, Tom Yorke ve Jeff Buckley’i andırdığı düşünülen Matthew Bellamy’nin ağzından grup arkadaşlarıyla tanışma öyküsü, onla yapılan bir röportajda şöyle yeraldı: “12-13 yaşlarındaydık. Ben önce Chris’le tanıştım. Okulda çok sayıda grup vardı... Ben de bu gruplardan birinde piyano çalıyordum, Chris başka bir gruptaydı ama tanışıyorduk. Dominic popüler bir gruptaydı, herkes o grupta olmak isterdi. İşte bu yüzden gitar çalmaya başladım... Daha sonra gruplarına yeni bir gitarist gerektiğinde şansımı denemek istedim ve Dominic’le arkadaşlık kurduk. Sonraki iki yıl bir sürü sorun yaşadık, gruba yeni üyeler geliyor ve kısa süre sonra gidiyorlardı. Sadece Dominic ve ben sabittik... O sıralarda beste yapmaya başladım. Fakat bir basçıya ihtiyacımız vardı. Dediğim gibi Chris’i tanıyordum ama o zamanlar Chris davul çalıyordu. Onun yetenekli ve ciddi bir adam olduğunu düşünüyordum, bu yüzden ona bas çalmasını teklif ettim, o da kabul etti. Hiç şüphesiz biz eğlence olsun diye müzik yapıyorduk. 18-19 yaşlarına geldiğimizde iş ciddileşti. O zaman üniversiteye gidecek miydik gitmeyecek miydik, karar vermek zorundaydık... Biz artık okulla ilgilenmediğimizi anladık; istediğimiz şey gruba devam etmekti; para kazanmak için ufak tefek işlerde çalışmayı göze almıştık. Bu kararı almak çok kolay olmadı ama şimdi düşünüyorum da, her halükarda okuldan zaten nefret ediyordum...” 1990’ların başında Gothic Plague adıyla ilk kayıtlarını yapan Matthew Bellamy, Chris Wolstenholme ve Dominic Howard, 90'ların hit şarkılarının kendi soundlarıyla coverlarını yaptılar; ancak bu onlara önemli bir başarı getirmedi. Grubun ismi Gothic Plague’dan sonra Fixed Penalty, ardından Rocket Baby Dolls ve en sonunda Muse oldu. Bu başarısızlıktan yılmadan daha özenli çalışarak kendi şarkı sözlerini yazmaya ve kendi bestelerini yapmaya başlayan Muse üyeleri, britpop (90'ların başından günümüze dek, İngiltere'nin popüler grupları -özellikle alternatif rock grupları- için kullanılan genel bir tanımlama) yapmak istemediler ve en çok zevk aldıkları gruplar olan Nirvana ve Radiohead’in müziğinden ilham alarak canlı performanslara yoğunlaştılar. Çıkardıkları ilk iki single; Muse (1997) ve Muscle Museum (1998) ile önemli bir başarı yakaladıktan sonra New York’taki CMJ festivaline davet edildiler ve Mercury Lounge’daki olağanüstü şovlarının ardından, Amerika’da da ilgi uyandıran bir grup haline geldiler. Bir yıl sonra Maverick Records’la anlaşan Muse, 28 Ekim 1999’da ilk stüdyo albümleri Showbiz’i çıkardı. 2001 yılında Plug in Baby, New Born ve Bliss singlelarının ardından, aynı yılın temmuz ayında Origin of Symmetry adındaki ikinci stüdyo albümünü çıkaran Muse, bu albümle İngiltere listelerinde ilk üçe yükseldi. 29 Ekim 2003’te çıkardığı üçüncü albümü Absolution’la İngiltere’de liste başı olan grup, 2004 yılında Apocalypse ve Butterflies and Hurricanes, 2005’te Hysteria ve Stockholm Syndrome, 2006’da A Crying Shame ve Supermassive Black Hole singlelarıyla müzik kariyerine devam etti. Muse en son 3 Temmuz 2006’da dördüncü stüdyo albümleri olan Black Holes and Revelations’ı yayınladı. Nisan 2005’te Kerrang dergisinin en seksi 50 insan listesinde 28. seçilen Bellamy, Cosmopolitan Dergisi tarafından da 2003 ve 2004 yılının en seksi rockçısı ilan edildi. NME Dergisi tarafından John Lennon ve Bob Dylan gibi efsane olmuş isimlerin önünde Tüm Zamanların En İyi Rock’n Roll Kahramanı sıralamasında 14. olan Matthew Bellamy, grubu Muse’un “insanın canını acıtan” şarkı sözleri için şu yorumu getiriyor: “Size tuhaf gelebilir ama bu şarkıların nereden geldiğiyle ilgili olarak hiçbir fikrim yok... Açıkçası bunların içimden, derinlerde bir yerden çıkığını düşünüyorum ama nasıl olduğunu anlamıyorum, dürüst olmak gerekirse anlamak da istemiyorum, bir gün bunun yanıtını bulursam kaybedeceğimden korkuyorum...” Kullandığı Ekipmamlar: Gitarlar: Chrome Manson, Bomber Manson, Laser Manson, 7-string Manson, Black Manson, Silver Manson, Ibanez Destroyer , Fender Stratocaster Aloha, Gibson Les Paul DC Lite, Parker The Fly , Gibson SG, Gibson SG-X , Peavey EVH Wolfgang , Yamaha Pacifica ,Fender Telecaster , JT-Res , Ibanez ICX120BK 'Iceman' Efektörler: Zvex Fuzz Factory, MXR Phase 90, Zvex Wah Probe, Line6 Echo Pro, Digitech Whammy WH1-Reissue, Line 6 DL4 Delay Modeler, Roland VG-88, Boss overdrive distorsion, Electro harmonix micro synthesizer, DOD FX40B Equalizer, Boss Digital Delay DD-3, Boss CS-3 Compression Sustainer, Boss SYB3 Bass Synthesizer Compact Bass Effect Pedal, Boss Line selector, Boss Turbo distorsion, Boss Octaver, Lovetone Meatball, Electro Harmonix Big Muff Pi Amfiler: Diezel VH4 , Marshall JCM 2000 DSL 100 & 4x12 cabs, Fender Hot Rod DeVille 410, Soldano Decatone, Matchless DC-30 Klavyeler: Kawai MP 9500, Korg SG Stage Piano, Yamaha P80
__________________ .................................... Konu DiShe_KARTAL tarafından (23-10-2006 Saat 20:52 ) değiştirilmiştir.. | ||
| | |
![]() |
| Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |