![]() |
Cahİt Sıtkı Tarancı 1910 yılında Diyarbakır'da doğdu. Orta öğrenimini Saint Joseph ve Galatasaray Liselerinde tamamladıktan sonra Mülkiye Mektebi'nde ve Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okudu. Yurda döndükten sonra Ankara'da Anadolu Ajansı'nda çevirmen olarak çalıştı. Bir ara da Toprak Mahsulleri Ofisi'nde memurluk yaptı. 1956 yılında Viyana'da öldü. Mezarı Ankarada'dır. “İlk şiirleri temiz dili ve yeni buluşlarıyla dönemin edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırdı. Belli duyguları hece ölçüsüne bağlı olarak işlediği bu evresinde Ahmed Hamdi, Necip Fazıl etkileri taşırken, giderek XIX. yüzyıl Fransız şairlerinin dünyasına girdi, özellikle Baudelaire'i, Verlaine'i severek okudu. Kimi şiirlerini dilimize çevirerek onların biçim güzelliği anlayışına yaklaştı. Daha sonra yayımladığı şiirlerde Garip hareketinin yönelişlerinden esinlendi. Hece ölçüsünde durakları atarak yeni uyumlar arama kaygılarına bağlı eski tekniği değiştirdi; biçimde daha serbest, konularda yaşama, gerçeğe daha açık şiirler yazdı. Her döneminde içten, Türkçenin olanaklarını kullanmada başarılı, 'şairane'ye kaçma eğilimini yendiği zaman etkili şiirleriyle kendisinden sonra yetişen kuşaklara yeni söyleyiş ufukları açan bir kimlik kazandı" Yahya Kemal'den Tanpınar'a uzanan bir çizginin uzantısında, Dranas ve bir ölçüde de Dağlarca'yla ortak özellikler taşıyan şiirlerinde, Fransız şiirinin ve bizim halk şiirimiz biçimlerinin etkileri de gözlemleniyor, öte yanda, özgür koşukla yazdığı şiirlerde, Nazım Hikmet'ten etkilenmiş olduğu söylenebilir. Ziya Osman Saba'nın ve daha sonra Behçet Necatigil'in küçük adamıyla ortak özellikler taşıyan lirik kahramanı, (genellikle şairin kendisidir bu), Orhan Veli şiirine göre dünyası biraz daha kapanık, daha karamsar bir kişidir. Fakat, alçak gönüllü yaşama sevinciyle, ortak tema ve seslerle Cahit Sıtkı, Orhan Veli'ye, belki de O.Rifat ve M.Cevdet'ten daha yakın konumda bir şairdir... Şiirleri, kendinden sonra gelen şairler üzerinde geniş ölçüde etkili olmuştur. (Bu etkinin ilginç bir örneği, Yarın Pazar Değil (C.Sıtkı) ve Pan (C.Süreya) şiirleri arasındaki benzerlikte görülebilir.) Bazı şiirlerinin eskimişliğine ve bugün fazlaca basit görünmelerine karşın, bir çok şiiri günümüzde de haklı bir sevgiyle okunan, çağdaş şiirimizin klasikleri arasına girmiş bir şairimizdir. |
Otuz Beş Yaş Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünüyorsunuz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim: Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar. N'eylesin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak. Taht misali o musalla taşında. |
Memleket İsterim Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim Ne başta dert ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikayet ölümden olsun. |
Abbas Haydi Abbas, vakit tamam; Akşam diyordun işte oldu akşam. Kur bakalım çilingir soframızı; Dinsin artık bu kalp ağrısı. Şu ağacın gölgesinde olsun; Tam kenarında havuzun. Aya haber sal çıksın bu gece; Görünsün şöyle gönlümce. Bas kırbacı sihirli seccadeye, Göster hükmettiğini mesafeye Ve zamana. Katıp tozu dumana, Var git, Böyle ferman etti Cahit, Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan; Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan. |
Affet Bizi Lamba Öyle sarmaş dolaş olduk, O kadar geçtik ki kendimizden Lambayı söndürmeyi unutmuşuz, Perdeleri çekmeyi de. Meğersem sabah olmuş; Gün pencereden bizi gözetler. |
Anne Ne Yaptın ? Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı? Sanki karnında fazla yaramazlık mı ettim? Senden istemiyordum ne tacı ne sarayı Karnında yaşıyordum kafiydi saadetim. Bir kere doğurdunsa sonra niçin büyüttün? Kundakta beşikte de bir zahmetim mi vardı? |
Aşk Adamı Dolaştığım denizlerce düşünüyorum, Bineceğim son gemi değil midir Hayır sahibi omuzlarda giden tabut. Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer, Derdim ki: 'Elbet bir ağlayanım olur benim de; Ramazan geceleri Yasin okuyanım, Baharda kabrime menekşe getirenim de.' |
Aşk Masalı Nerde ne zaman bu hava çalınsa Hoş geldi geçmişteki güzel günler Nereye gidersen git günlük tasa Bırak biraz da şad olsun gönüller Beşiktaş'ta gün görmüş bir bahçede Nisan akşamlarının en tatlısı Sevdiceğim on dördünü sürmede Bende gönüllerin en kanatlısı Ben delikanlıyım o kız ve dilber Bahar kokan o yanıp tutuşan ben Şakadan derken dalmışız beraber |
BATAN GEMİ İnsanlar dalgasına tutulmuş bir gemiyim! Sağa sola sallanıp,bakın,çırpınıyorum; Fakat bilmem ki sarhoş onlar mıdır,ben miyim; İnsanlar dalgasına tutulmuş bir gemiyim! Deliklerim açıldı tazyikinden suların; Kudurmuş denizinde hakkın çırpınıyorum! Güverteyi yıkıyor çığlığı yolcuların. Kudurmuş denizinde hakkın çırpınıyorum! Gittikçe kabarıyor,amanın,bu dalgalar; Ufuk sise gömülü,ne gelen var ne giden. Kaptan imdat düdüğü durmadan çalar! Kaptan imdat düdüğü beyhude çalar! Ne zaman kara yüzü göreceğim,ne zaman! Bir ümit dağılıyor çıkan her nefesimden. Batacağım galiba bir limana varmadan! Ne zaman kara yüzü göreceğim,ne zaman |
BEN ÖLECEK ADAM DEĞİLİM Kapımı çalıp durma ölüm, Açmam; Ben ölecek adam değilim. Alıştım bir kere gökyüzüne; Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar. Sıkılırım, Kuşlar cıvıldamasa dallarında, Yemişlerine doymadığım ağaçların, Yağmur mu yağıyor, Güneş mi var, Farketmeliyim Baktığım pencereden. Deniz görünmeli çıksam balkona. Tamamlamalı manzarayı Karlı dağlarla sürülmüş tarlalar. Ekmekten olamam doğrusu, Nimet bildiğim; Sudan geçemem, Tuzludur teneffüs ettiğim hava. Ya nasıl dururum olduğum yerde, Öyle upuzun yatmış, İki elim yanıma getirilmiş, Hareketsiz, Sükûta râmolmuş; Sanki devrilmiş bir heykel? Ellerim ne der sonra bana? Soğumuş kalbime ne cevap veririm? Utanmaz mıyım ayaklarımdan? Kalkmalıyım, Dolaşmalıyım, Sokaklarda, parklarda. El sallamalıyım Giden trenlere, Kalkan vapurlara. Bilmeliyim, Gölgelerin boyundan, Saatin kaç olduğunu... Islık çalmalıyım. Türkü söylemeliyim Yol boyunca, Keyfimden ya hüznümden. Geçmiş günleri hatırlamalıyım, Dalıp dalıp akarsuya, Hayaller kurmalıyım, Güzel geleceğe dair. Yanımdan geçenler olmalı, Selâm almalıyım; Robenson'u düşünmeliyim, Garipliğini: Şükretmeliyim İnsanlar arasında olduğuma. Nedir ki eninde sonunda ölüm? Ayrı düşmek değil mi aşinalardan? Kapımı çalıp durma ölüm, Açmam; Ben ölecek adam değilim. |
BEN AŞK ADAMIYIM Dolaştığım denizlerce düşünüyorum, Bineceğim son gemi değil midir Hayır sahibi omuzlarda giden tabut. Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer, Derdim ki: "Elbet bir ağlayanım olur benim de; Ramazan geceleri Yasin okuyanım, Baharda kabrime menekşe getirenim de." Fakat bütün bunlar da olur, Yine tasa etmem, Yine kırılmam kimseye. Ben aşk adamıyım, Sevmeye geldim insanları, Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye; Hesapsız, karşılıksız, Ayrılık gayrılık gözetmeden. Gün gelip gidersem şayet, Öyle severekten gideceğim ki, Karanlık kıyılardan bile olsa, Candan selamlarım, Civarımdan geçecek gemileri; Güneşli gemileri; Şarkılı gemileri; |
KAPI AÇIP GİTSEM Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben Ben öyle her insandan, o kadar uzağım ben Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var Uyanır gibi birden bir korkulu rüyadan O içimden sevdiğim, benim olan dünyadan Bir ses bana: 'Gel! ' dese, ben o sesi işitsem Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem |
CAN YOLDAŞI Can yoldaşın olmazsa olmasın Yalnızım diye hayıflanmayasın, Eğilmiş üstüne gökyüzü masmavi Bir anne şefkatine musavi. Üç adım ötede deniz Dosttur, ne öfkesi ne durgunluğu sebepsiz. Bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara Ağac yaprak verir, sır vermez rüzgara Ve kış yaz, Dalda kuş eksik olmaz Dağ başında duman Yalnızlık nedir göreceksin olduğun zaman. |
ÇÖKÜYORUM Saltanat sürmektedir içimde bir hükümdar, Hırsının pençesinde,şehvetinin esiri; Etrafını almıştır dalkavuk ve riyakar; Korkulu bir sarayım doğduğum günden beri. Ne gizli cinayetler,neler neler oluyor, Denize her gün körpe cesetler döküyorum. Ne baharlar soluyor,ne baharlar soluyor, Azamet ve ihtişam içinde çöküyorum! |
ÇOCUKLUK Affan dedeye para saydım, Sattı bana çocukluğumu. Artık ne yaşım var ne de adım; Bilmiyorum kim olduğumu. Hiç bir şey sorulmasın benden; Haberim yok olan bitenden. Bu bahar havası, bu bahçe; Havuzda su şırıl şırıldır. Uçurtmam bulutlardan yüce, Zıpzıplarım pırıl pırıldır. Ne güzel dönüyor çemberim; Hiç bitmese horoz şekerim! |
ESKİ SAADETİNLE Mazim! Ah,o bir daha bulunmazbir hazine! Hırsız gibi dalardım altın gümüş içine. Dalardım!Fakat şimdi o servetten bana ne! Mazim!Ah, o bir daha bulunmaz bir hazine! Mazim çılgınca çalan,çalan bir orkestra! Her günüm bir ahenkte,her biri bir hatıra! Piyano,keman,flüt,saksafon ve tambura! Mazim bir orkestra,mazim bir orkestra! Mazim tüten bir baca,dumanın yoktu sonu. Her günüm göğe çıkan bir duman helezonu. Hangi mel'un şeytandır bilsem söndürdü onu! Mazim tüten bir baca,dumanın yoktu sonu. -Eski saadetinle,geçmiş günleriyle kal! Gözlerini yumarak o dünyayı seyre dal! O değil mi hayatta tutunduğun en son dal! Eski saadetinle,geçmiş günlerinle kal! |
GECE BİR NETİCEDİR Renkler çekildi işte simsiyah bir saraya Birbirine müsavi artık her şey: Gecedir. Geldi minarelerle kuyular bir hizaya; Ya her şey dev gibidir, yahut her şey cücedir,. Bir sular hücumudur ansızın hafızaya Bu, başlayan, belki de biten bir işkencedir. Kafalar ayna gibi şimdi bir muammaya Bu, içinden çıkılmaz bir müthiş bilmecedir. Korku bir kokudur ki karışmış bu havaya, Ve sükut bir çığ gibi büyüyen düşüncedir. Şimdi her kımıldanış usulca, sessizcedir. Bir torba tutmuş gibi boşlukta bir el güya Gülen, ağlayan başlar düştü aynı torbaya, Gece bir sebep değil belki bir neticedir. |
GENÇLİK BÖYLEDİR İŞTE İçimi titreten bir sestir her gün. Saat her çalışında tekrar eder: 'Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın? Elin boş mu gireceksin geceye? Bir düşünsen yarıyı buldu ömrün. Gençlik böyledir işte, gelir gider; Ve kırılır sonra kolun kanadın; Koşarsın pencereden pencereye.' Ah o kadrini bilmediğim günler, Koklamadan attığım gül demeti, Suyunu sebil ettiğim o çeşme, Eserken yelken açmadığım rüzgâr Gel gör ki, sular batıya meyleder, Ağaçta bülbülün sesi değişti, Gölgeler yerleşiyor pencereme; Çağınız başlıyor ey hâtıralar. |
Adamın Biri 1 Çifte koştuğun öküzler, Senin kadar yorgun değil kardaş! Sen ki kış ve yaz düşünceli Sen ki kış ve yaz yalınayak! Ne esnaf ne tüccar ne efendi Senin kadar değil düşünceli Senin kadar yorgun değil kardaş! Sen ki kış ve yaz düşünceli Sen ki kış ve yaz yalınayak! Sevmesi sana mahsustur Yüreğin hükmedince, Boynun damarları kabararak Türkü söylersin söyleyince, En iyi sen gülersin, Ölürsün öl deyince, Sana mahsus çalışmak. Sen ki kış ve yaz düşünceli Sen ki kış ve yaz yalınayak! |
Bilinmeyen O ki bardağa dökülen seraptır (Bal yoğunluğundadır, sıcaktır, ışıktır) O ki sabah erken bir bahçedir (Çayir kokusudur, serinliktir, muttur) O ki esen yeldir kar erirken (Çigdemdir, agaç çiçeğidir, okşayıstır) O ki içilen sudur kana kana (Özlemdir, doymayıştır, kardeştir) O ki bir yüce ırmaktır akar (Ürküntüdür, baş dönmesidir, gidiştir) O ki maviliği belirsiz denizdir (Buğulanmadır, düştür, sevmekte ölümdür) O ki bir ince kızdır ak tenli (Yaşamdır, umuttur, gözyaşıdır) |
Bir Yılbaşı Gecesi Niye geldin 47 senesi? Sanki geçen yıldan memnun muyduk? Uzak düştük bütün ahbaplardan, Ne ısındık, Ne doyduk. Çocuğumun elindeki ekmek Ben laf söyledikçe azaldı, Bu yüzden şiirler ceplerimde Her zaman yarım kaldı. Gün geçtikçe zayıfladı karım, Gün geçtikçe işimden soğudum. Öyle zamanlar oldu ki Yaşadığımı unuttum. Hey sokaklar uçup giden sokaklar Bir zaman bende gezerdim. Çarşı Pazar kalabalık gördüm mü Korsan gibi dalıp girerdim. İnanılmaz genişlikte çayırlar görmüştüm İnanılmaz mavilikte denizler. Kızlar vardı diri, pırıl pırıl Sudan yeni çıkmış balığa benzer. Öyle kadınlar gördümki koy başını göğsüne Yaz günlerini yaşa. Hey hovardalık günlerim benim Geri gelmez bir daha. Arkadaşlarım da oldu zaman zaman, Çoğu hergele çıktı. Öylesini gördüm ki bazen Altın gibi çocuktu. Boş ver filan oğlu filan Yılbaşı gecelerinde tasalara boşver! Bilmezmisin rüzgar estikçe Çiçeklerin kokusu uçar gider. Bilmez misin ağaçlar sallandıkça Meyveler dökülür yere, Gün olur yeniden bahar gelir Dünyamız yeşerir birden bire. Hoş geldin yılbaşı gecesi Geçen yıllardanda memnunduk, Gelecek günleri düşündük de Hem ısındık, hem doyduk |
Cebeci Köprüsü Cebeci köprüsünün üstü Karınca yuvasına benziyor, Hamallar, körler, topallar, Oturmuş nasibini bekliyor. Cebeci köprüsü yüksek Altından tren geçiyor, Ya benim aklımdan geçenler? Kimse bilmiyor. Şu dünya güzelim dünya Tıkır tıkır işliyor, İnsanlar insanlar insanlar Neden böyle çekişir durur Aklım ermiyor. Cebeci köprüsünün korkulukları Kara boyalı, Daha böyle köprülerden geçersin çok |
Çürüyen Otlar-II Senin oturdugun sehirde Gökyüzü mavidir benimkinden, Çiçekler daha taze Kuslar bile güzeldir birbirinden. Sarkilar daha neseli, daha mahzun Aksamlar daha garipsi, Umut alabildigine genis, Umutsuzluksa denizler gibi; Trenler bile daha sevinçli Daha kederli gelir gider. Gençler bütün hasari Yaslilar büsbütün kederlidirler. Kadinlarin sütü daha gür, daha ak Çocuklarin istahi, yerinde, Gemiciler bile daha sarhostur Dogup büyüdügün sehirde. Garibim! Nazlim! Öksüzüm Hayal rüzgarlariyla emzir beni de Uzak ya, kokunu duyuyorum Gül gibi açildigin sehirde. |
Doğu Yüzlerce, binlerce bit vardı Çarşaflar, giysiler üzerinde, Kimi yayılırdı, koyun sürüsü, Kimiyse yanaşık düzende... İşte Doğu bu. Bit, deprem ve acı. Mutluluk dediğin, bir lavaş ekmek. Bir avuç ateştir, umut dediğin. Gerisi kar, çamur ve tezek. Kara kan akar gecelerden. Ölüm akar, çaresizlik akar. Yalazlanan ıık, köpek sesleri, Horoz sesleridir, toz gibi kalkar. İşte Doğu bu. Kalmışık, suskunluk ve acı. Gül dediğin orda kır çiçeğidir, Işkındır, çaırdır yemiş dediğin, Ecel şerbetidir yarin elinden İçtiğin içeceğin. İşte Doğu bu. Kesilmiş koyun başı Gibi bakar orda insan gözleri. Sevdalar, sıcaklık, yumuşaklık türkülerde kalmış, bin yıldan beri. |
Dost Bir gece habersiz bize gel Merdivenler gıcırdamasın Öyle yorgunum ki hiç sorma Sen halimden anlarsın Sabahlara kadar oturup konuşalım Kimse duymasın Mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız Dokunarak uçalım. insanlardan buz gibi soğudum, işte yalnız sen varsın Öyle halsizim ki hiç sorma Anlarsın. |
Dostlara Türkü Dostlar bilin ki burda Bir fakir Cahit Külebi Garaja çekilmiş hurda Paslanmış kamyonlar gibi Bekler durur Ankara'da. Ne kadın, ne aşk, ne kumar Ne çalismak, akşama dek; Yüz vermez oldu sokaklar Bir bardak su, biraz ekmek, Yaşa yaşadığın kadar! Gel be dünyalık hevesim Sokul bir parça yanıma! Toplasalar çıkmaz sesim Bütün kızları başıma, Gelmez elimi süresim. Hasreti yeşerten, ufak Ufak esen mavi rüzgâr Nerde rüyalı ve uzak Bildir gezdiğim tarlalar! Dul bir kadın kadar sıcak! |
Hasret Şimdi tarlalarda güneş vardır, Karlar donmuştur otların uçlarında, Artık akşamları dinlenemem Başım avuçlarında. İçi korku dolu kış gecesi Hiç yatağın yok mu sıcak! Dağları dolduran kır çiçeği Hangi rüzgarlar seni koklayacak! Saçlarımı kesip rüzgara atacağım! Ta ki haber götürsün bir gün sana! İçimde bir şeytan var, diyor ki: Aklına ne gelirse yapsana. Ben bu şiiri yazdım atlı talimde Bulunduğum şehir İstanbul’du. Ağır ağır kar yağıyordu, Atımın yelesi bulut renginde. |
Hikaye Senin dudakların pembe Ellerin beyaz, Al tut ellerimi bebek Tut biraz! Benim doğduğum köylerde Ceviz agaçları yoktu, Ben bu yüzden serinliğe hasretim Okşa biraz! Benim doğduğum köylerde Buğday tarlaları yoktu, Dağıt saçlarını bebek Savur biraz! Benim doğduğum köyleri Akşamları eşkiyalar basardı. Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem Konuş biraz! Benim doğduğum köylerde Şimal rüzgarları eserdi, Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır Öp biraz! Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin! Benim doğduğum köyler de güzeldi, Sen de anlat doğduğun yerleri, Anlat biraz! |
İstanbul Kamyonlar kavun taşır ve ben Boyuna onu düşünürdüm, Kamyonlar kavun taşır ve ben Boyuna onu düşünürdüm, Niksar'da evimizdeyken Küçük bir serçe kadar hürdüm. Sonra alem değişiverdi Ayrı su ayrı hava, ayrı toprak. Sonra alem değişiverdi Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak. Mevsimler ne çabuk geçiverdi Unutmak, unutmak, unutmak. Anladım bu şehir başkadır Herkes beni aldattı gitti, Anladım bu şehir başkadır Herkes beni aldattı gitti, Yine kamyonlar kavun taşır. Fakat içimde şarkı bitti. |
Kayıp Sevda Bir yandan türkü söyler Bir yandan yürür ağlıyarak, Sevdası rüzgâr gibi iter Dere boyunca yalnayak. Nilüferler gibi solgun Ophelia! Yanaklarına yapışır saçları. Açılır etekleri suyun yüzünde, Seyrederdi söğüt ağaçları. İnsan kalbi o zamanlar da vardı Daha küçüktü, daha kırmızıydı ama şimdikinden Kopardılar kalbini Ophelia'nin Nilüferler gibi sarardı. Şimdi de kızlar sokaklarda, Minnacık eller, ayaklar, saçlar. Ama nerde onlar, nerde Ophelia Nerde evvel zaman içindeki aşklar. Sevdamız kayboldu zamanlarda. Dişi ceylânla erkek ceylân Ayrı yönlere koşar gider. Bir sevişmek kaldı romanlarda. |
Ölümlü İnsanlar İçin Hepiniz öleceksiniz! Tanrı katına çıkacaksınız utanmadan! Ruhlarınız koyup kaçacak sizi! Topraklara gömüleceksiniz. Kurtlar, böcekler, solucanlar Sevinçle saldıracak üstünüze. Elleriniz bomboş kalacak, Kimse bakmayacak resminize. Sevilmiş kadınların hayali Dumanlar gibi dağılacak; Faydaydı, şöhretti, merhametti Semtinize uğramayacak. Gözleriniz yok artık! Dünyamızı göremeyeceksiniz! Okşamak, gülmek, konuşmak Yok olmuş bir selde yüzeceksiniz, Yavaş yava çürüyeceksiniz. |
Rüzgar Şimdi bir rüzgar geçti buradan Koştum ama yetişemedim, Nerelerde gezmiş tozmuş Öğrenemedim. Besbelli denizden çıkıp Kıyılar boyunca gitmiştir, Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu Yüreğini allak bullak etmiştir. Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru Bulutları koyun gibi gütmüştür, Okşayıp otları yaylalarda Büyütmüştür. Köylere de uğradıysa eğer Islak, karanlık odalarda beşik sallanmıştır, Güneş altında çalışanlara İmdat eylemiştir. Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru, Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz, Kıraçlarda mavi dikenler.. Toz toprak gözlerine gitmiştir. Şehirlere uğramış ki yanımdan geçti, Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür, Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra Alıp gitmiştir. Şimdi bir rüzgar geçti buradan Koştum ama yetişemedim, Soraydım söylerdi herhalde Soramadım. |
Sevda Bahçesi Bir gül mahzun durur bahçede Yaprakları yorgun. Sen pembe güllerin en pembesi! Hasta solgun. Bir gül taze durur bahçede Yaprakları diri. Sen beyaz güllerin en beyaz Sabahlar kadar iri Bir gül baygın duru bahçede Yaprakları serin. Sen sarı güllerin en sarısı Yağmur gibisin. Pembe gül hülyandır açılmış Beyaz gül yanakların, Sarı gül dağınık saçlarındır, Ve mahzun kalbin ateş gibi Yanan dudaklarındır. |
Sivas Yollarında Sivas yollarinda geceleri Katar katar kagnilar gider Tekerleri meseden. Agiz dil vermeyen köylüler Odun mu, tuz mu, hasta mi götürürler? Agir agir kagnilar gider Sivas yollarinda geceleri. Ne, yildizlar kaynasir gökyüzünde, Ne, sevdayla dolup tasar gönüller, Bir rüzgar eser ki, biçak gibi El ayak siser. Sivas yollarinda geceleri Agir agir kagnilar gider. Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider Toz duman içinde, Savki vurur yollara, Arabalar dagilir söförler söger, Sivas yollarinda geceleri Katar katar kagnilar gider. |
Yirminci Yüzyılın İlk Yarısı Yirminci yüzyılın ilk yarısı Ölüm çağı oldu Zulüm çağı oldu Yalan çağı oldu. Yirminci yüzyıl insanları Asıp kestiler Kesip biçtiler Tepeler gibi ölü yığıp deryalar gibi kan içtiler. Çocukları ağlattılar Kadınların ırzına geçtiler. Yirminci yüzyıl, insanların Ağlamasın da kimler ağlasın! |
...Ve Mona Roza Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü Ve boğazımı sıktı parmaklar ince uzun Günahkar toprağımın saçından bir tel düştü Sana ne olmuş Roza, bir derde tutulmuşsun Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa Her şeyim sizin olsun, hep sizin, kesik başlar Rüyasında örümcek başlarsa ağlamaya İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa Gibi ölüm önünde özbenliğim yavaşlar Öyleyse bu şapkayı atıyorum ırmağa Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır Ve kediler de her gece sürünür yastıklara Denizleri bahtiyar eden günler kısalır Satılmayan çiçekler zehirli ve kapkara Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır Bir geyiğin eriyen gözleri düşer kara Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi Sana da Mona Roza, taşbebeği bıraktık Ellerinde kılıçlı balıkların bir dişi Senin hatıran kadar büyük, yeni, karanlık Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim İtimat edeceğim şu belalı yağmura Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim Asılmış bir adamın iki eli yağmura Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni Ve bir şehir yaratmak ruhundan Geyve diye Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni Katıvermek sessizce söylenen bir türküye Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni Ve son vermek bu bitmeyen şarkıya Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni Sana tavus kuşunun içine girdiğini En son söz olarak söylemek istiyorum İçimde tavusların kaybolduğunu Bana da bir çift ak kanat kaldığını Son, en son söz olarak söylemek istiyorum İçime girdiğini, tüyünü yolduğumu Son, en son söz olarak söylemek istiyorum Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara... |
Alınyazısı Saati(İstanbul) Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun Yaklaştıkça büyüyen Ayrıntıları setleri bahçeleri Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan İşte ben o şehri yaşadım yıllarca İstanbul'da parça parça Çeşmelerinde ayı yaşadım Servilerinde ayla birlik bölündüm Ayla birlik yaralandım İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla Soludum bölük bölük ahiretin Keskin çizgili özgürlüğünü Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım Taşlarına adeta resmim işledi Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre İstanbul damla damla içimde birikti Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin Kozmik bakış :-):-):-):-)fizik sezgi Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi Hep İstanbul'da kırık dökük Parçalanmış silinmiş sönmüş Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler Su şırıltısından gök gürültüsüne değin Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi Ben yaşadıkça o yaşayacak bende Kimbilir belki o da dirilecek benimle İslam Milletinin dirilişinde O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya İnsanın insan olduğu o günde Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa Doğrul ve kalk ayağa Kemiklerinle etin arasında Sonsuz güç topla korku ve muştuyla Mucize muştusuyla Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim Fırtına yaprak yaprak dökülüyor Gecenin tüyleri savruluyor havaya Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla Mübarek toprağın anlamından bile yoksun Taşın demirin mermerin ve tozun :-):-):-):-)fizik kadrine bile düşman Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim Denizi yüklendim adeta denizle evlendim Denizle yaşadım denizle öldüm Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm Denizden denize yükseldim Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin -Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek- Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana olup biteni O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı Bir kartal taşırken yere düşmüş Ve kalakalmış kaldığı yerde Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne Yemişler ötesini berisini Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı Bir at gibi soluyorsun kulelerinle Deniz öfkenin köpükleriyle benekli Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda Yeniden sularından içelim kana kana Savaşabilirim bugün bütün dünyayla Gerekirse Ruhumuzun susadığı hakikat olan Evrensel İslam Barışının zaferi için Aşk için Tanrı hakikati aşkı için Göğe çıkan İsa yere insin diye -Fazla çıkardılar göğe- Gel ey Muhammed ve İsa hakikati Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları Savaşırım doğudan daha doğu Doğrudan daha doğru olanı bulmak için Zulme karşı savaşabilirim İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir Ebedi hakikat budur Bunun için savaşırım ben Bunun için kanım helal olsun Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak Bunun için savaşırım ben Servi için savaşırım çınar için savaşırım Tozlanmamış gün doğuşu için Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye Tuz deniz damlasında gülsün Çam denizle gülüşsün Su tenimizle barışsın Ruhumuzla ışısın diye Savaşçıyım ben atalarım gibi İstanbul için savaşırım Bağdat'ın dervişlik ortağı Şam'ın kılıç kardeşi Olan İstanbul için Benim güneşimden öteye kimse gidemez Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil "Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır" Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü Kıyamete kadar söylenecek türkü |
Anne ve Çocuklar Anne öldü mü çocuk Bahçenin en yalnız köşesinde Elinde siyah bir çubuk Ağzında küçük bir leke Çocuk öldü mü güneş Simsiyah görünür gözüne Elinde bir ip nereye Bilmez bağlayacağını anne Kaçar herkesten Durmaz bir yerde Anne ölünce çocuk Çocuk ölünce anne |
Balkon Çocuk düşerse ölür çünkü balkon Ölümün cesur körfezidir evlerde Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların Anneler anneler elleri balkonların demirinde İçimde ve evlerde balkon Bir tabut kadar yer tutar Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen Şezlongunuza uzanın ölü Gelecek zamanlarda Ölüleri balkonlara gömecekler İnsan rahat etmeyecek Öldükten sonra da Bana sormayın böyle nereye Koşa koşa gidiyorum Alnından öpmeye gidiyorum Evleri balkonsuz yapan mimarların |
Batış Güneştir düşen turuncusunda menekşeler sunarım Gece artık hiç dönülmeyecek yerlerdeki o sevgiliye Çocuklara kekik toplıyan o sevgiliye Bir kekik uzatan çocuk anne deyince Deniz dibinden çatı çeken Çocuk üstüne arkadaş üstüne Güneştir düşen yeşilinde bir yüz döner Değişmiyen o gençliğiyle sevgili Ölümden sonraki kurtulma gibi Döner döner de gelir karşıma Deniz dibinden cıkan ahtapot ölüleri Eski utanmaları çeker su yüzüne Güneştir kırmızı ve ben en çömezi bir rengin Altın hatıralar hükümetinin Bitmeyen sultanı o sevgiliye adanmış Soy utanc soy anış soy sevgi Gel artmaz azalmaz ey sevgi |
Türkiye`de Saat: 04:42 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2