|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
26-07-2007, 23:47 | #1 | ||
junior-1903 Üyelik tarihi: May 2006
Mesajlar: 8.427
Tecrübe Puanı: 27 |
Saç masasi satan adam, güverte yolcularina ait sancak kiç omuzlugunun alabandasinda dinelmis, bagira bagira mallarini övüyordu.Günün son turuncu isigi sönmek üzereydi. Denizin mavisi koyulasmisti. Dalga baslarinda; çakmak çakiliyormus gibi, turuncu kivilcimlar uçuyordu. Ufkun üzerinde parildayan aksam yildizi; gökte bir gülüstü. Saç masasi saticisinin yüzünün yarisi turuncu, yarisi açik menekseydi. Adam dogrusu, söz gücüyle satiyordu. Sözler burgaçlanarak ve köpürerek, agizdan çaglayan halinde akiyordu. Çevresinde halka olmus çogu erkekler, agizlarini açmis dinliyorlardi. Saticinin anlattigina göre, gözü karda degildi. "Kar" mi? Ne gezer efendim! Hatta zararina satiyordu. Kadinlarin en güzellerine saç masasi saglamak üzere, iste, vapura binip diyar diyar gurbette geziyordu. Onlari satmayacak, hediye edecekti. Kendisi, abur cubur satan bir isportaci degildi. Hasa efendim! Ona, yüksekten gelen bir ses, "Yürü ya kulum! Git de masalari bu güzellere sat!" diye seslenmisti. O da bu emir üzerine yola çikmisti. Masalari, her birinde on kurus zararla yirmi kurusa hediye ediyordu. Zaten her isteyene hediye etmeyecekti. Çünkü elinde topu topu on bes tane kalmisti. Isteyen alir, istemeyen almazdi. Yapacagi is, sadece onlara almak firsatini vermekti. Saticinin dört yaninda kalabalik halinde halka olmus erkekler arasinda, yalniz iki dissiz ihtiyar kadin vardi. Adam konustukça ara sira birbirlerinin yüzüne bakip gülümsüyorlardi. Erkeklerin bazilari alayli alayli bakiyordu, bazilari kaslari çatik, ciddiyetle dinliyorlardi. Yalniz, halka disinda, gemi alabandasinda, siltelerini sererek bagdas kurmus kadinlar tepeden tirnaga göz kulak olmuslardi. Adamin yaninda toparlak yüzlü bir kadin oturuyordu. Oradan geçen bir Laz gemicinin deyimiyle, "kadinin sancak tarafinin saçlari masalarla kivircik kivircik edildigi için dalgali; iskele tarafinin saçlari bonazza, yani dümdüz"dü. Gezgin satici masalarin bu marifetine isaret ediyordu. Permanat için gidip bosu bosuna bir sürü para vermemelerini, çünkü o masalarla saçlarin istenildigi gibi kivircik ve bukle edilebileceklerini söylüyordu. Alabandada oturanlar arasinda iki çift de vardi. Sabahtan beri birbirlerine "mahsullerinin" nasil oldugunu, havayi, yagmuru, kuragi tekrar tekrar sorup cevaplandirdiktan sonra, artik söyleyecekleri sözleri kalmamisti. "Bukle" sözünü duyunca, bu sözcügün "u"sunu "o" çevirerek gevrek gevrek gülüsüyorlardi. Saçlarinin yarisi kivircik, yarisi düz olan kadin, sözümona utaniyormus gibi, basini bir egiyor, bir de saga sola çeviriyordu. Amaci saçlarini dört yana göstermekti. Tezkere alarak köylerine dönmekte olan iki er, yavuklulari için birer masa aldilar. Satici oradan ayrilinca, dört bes kadin da teker teker giderek birer masa aldilar. Alabandada siltelerin üzerine bagdas kurmus da masayla ilgilenmemis olanlar arasinda otuz bes yaslarinda, köy ögretmeni bir kadin vardi. Biraz önce annesinden fena halde dayak yemis olan sekiz yaslarinda bir yaramaz oglani avutmaya ugrasiyordu. Çocuk, "Bu vapur on para etmez, babamin upuzun direkli yelkenli bir gemisi var," dedi. Bu sözlerinin ögretmen kadinda ne etki yaptigini anlamak için, ona dikkatli dikkatli bakti. Ögretmen, elinden geldigi kadar hayret ve hayranlikla, "Ah, ne güzel," dedi. Oglan, "Onun sahici diregi, beyaz yelkeni var; bu kara kara tüten pis baca gibi degil," diye ekledi. Çocuk devamla, "Biz babamla Amerika'ya giderken balik tutariz. Bu vapur kadar baliklar!.." Sözlerinin ögretmeni etkiledigini görünce heyecanlandi... Ögretmen, çocugun her söyledigine inaniyor gibi yapiyordu. Oglanin gözlerinde, sanli isler görenlere özgü bir gurur parladi ve konusmasini sürdürdü: "Gemi giderken biz hep raki içeriz. Bardakla degil, dogrudan dogruya siselerden içeriz. Siseleri bir mil uzaga atariz. Siseler batar, hiç çikmaz..." Ögretmen, "Aman ne güzel!" diyerek ellerini çirpti. Bu kez çocuk, "Bu peri midir, melek mi?" diye düsünerek, ögretmene hayranlikla bakti. Kadin, cebinden bir avuç antepfistigi çikararak çocuga verdi, "Rakim yok ama, bak, bunlari ben tuzladim. Belki hosuna gider," dedi. Küçük, yari çekingen yari hayran, fistiklari yemeye koyuldu. Oglan, dogrusu pek erken yasinda, kadin kisminin entrika ve tuzaklarina ugruyordu. Fistiklari çignerken göz ucuyla kadina bakti. Iste bu kadin, o aksamin pembelesen isiginda gül gibiydi; gülümsüyordu. Annesi gibi çatik kasli ve yaygaraci degildi. Oglan kadina, "Sen evli misin?" diye sordu. Ögretmen, "Hayir," karsiligini verdi. Oglan memnun oldu, "Ben büyüdügüm zaman," dedi. Kadin elini sallayarak, "Ona daha çok vakit var," dedi. Çocuk, "Iyi ya! Ben büyüdügüm zaman seninle evlenecegim," dedi. Ögretmen, güle güle çocuga sarilarak öptü. "Aman çok hos olur. Aman seni sözüne bagli tutmayayim bari. Belki o zamana kadar fikir degistirirsin," dedi. Çocuk, "Ben büyüdügüm zaman çok param olacak. Bir beygirim olacak, bir de tüfegim... Aslan kaplan avlayacagim. Sabahtan aksama kadar dondurma, elmasekeri ve kurabiye yiyecegim," dedi. Ögretmen, "Hiç korkma, onlari ben yaparim," diye cevapladi. Öteki, "Elbette yaparsin, birlikte yiyecegiz... Kirk tane oglum olacak. Onlarla birlikte oynayacagim. Ama bak kiz çocuk istemem!" Bunlar böyle konusurken, iki üç adim ötelerinde Denizci Davut alabandaya dayanmis, bir denize bakiyor ve sonra gözlerini yukarida, birinci mevki güvertesinin parmakligina gögsünü yaslayarak ihtiyar ikinci kaptanla görüsen genç kiza çeviriyordu. Delikanli öylesine hayranlikla bakiyordu ki; kizi dönüp kendisine bakmaya zorluyordu. Kiz ona bakinca göz göze geliyorlardi... Davut, gözbagiymis gibi, kizin bakisini tutuyordu. Gözler birbirine baglaniyordu. Ikinci kaptan, önemli bir seyin olmakta oldugunu anladi. Denizcinin gözünde ne merhamet, ne de arzu vardi. Fakat bunlardan çok daha derin ve engin bir sey vardi. Davut kizi, kendisini kabul etmeye zorluyordu. Bir güverte yolcusu, bir fukara oldugu için degil, fakat o kiz gibi bir insan oldugu için, denizcinin bakisinin kizin en önemli tellerini titretmekte oldugunu yasli kaptan sezdi ve bir bahane ile kizin yanindan ayrildi. Kisa bir an için de olsa, bu iki insan, ayni türden iki yaratik olduklarini anladilar. Iki kus gibi, ayri dallarda oturup birbirlerine bakiyorlardi. Deniz seyahati her insani az çok, görenek zincirinden ve her günkü hayat çemberinden disari firlatir ve insan gönülleri arasinda sempati akintisi dolastirir. Insanlar gemiye, birbirlerinin yabancisi olarak binerler. Aradan bir iki gün geçince, yabancilik duygusunun çogu ortadan kaybolur. Sehirde ise birkaç es dost disinda insanlar yabanci olarak dogduklari gibi, yabanci olarak yasar ve yabanci olarak da ölürler... Birdenbire Davut gülümsedi. Kiz da gülümsedi. Bu, yabanciligi bir kenara atmak, tanismak ve birbirini kabul etmekti. Belki de, aralarinda geçen seyde cinsellik farkinin -yani birisinin erkek ve ötekinin disi olmasinin- payi vardi. Aralarinda, gözle görülmez kudretli bir bag olusmustu. Bu bag sinif, zenginlik, fukaralik gibi yeryüzünün bir sürü engellerini asiyordu. Bir an için Davut'un gözü kizin dudaklarina ve gögsüne indi. Kadinin, farkina varmadan gögsünü kabartisi, bir "kendini veris"ti... Yasli ikinci kaptan, salonun merdivenlerinden inerken, gemi katibine rastgeldi. Nedenini bilmeden ona, "Insan ne anlasilmaz sey yahu!" deyip geçti. Katip, "Acaba bizim moruk aklini mi oynatti?" diye düsünerek basini sallayip isine gitti. Tezkere alip köye dönerken yavuklularina saç masasi almis olan erler, çocuga bir avuç antepfistigi vermis olan köy ögretmeni kadin, Denizci Davut ve birinci mevkideki kiz, artik ölünceye kadar, gelip geçen o kisacik ani unutamayacaklardi. Ciddi ve önemli saydiklari bir aniyla dolu olan varliklarina, bu ufak tefek seyler, sanki cennetteki meleklerin geçer ayak gönüllerine düsürmüs oldugu gülümsemelerdi...
__________________ gücüne güc katmaya geldik formanda ter olmaya geldik BEŞİKTAŞ seninle ölmeye geldik.... | ||
|
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |