Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/index.php)
-   Tarih (http://besiktasforum.net/forum/forumdisplay.php?f=79)
-   -   Osmanlı Ordusu (http://besiktasforum.net/forum/showthread.php?t=21743)

imparator 05-02-2007 14:12

Osmanlı Ordusu
 
GİRİŞ


Türk’lerde ordunun tarihi, Türklerin tarih sahnesine çıkmasıyla başlar. Yüzyıllar öncesinden bu yana her Türk’ün çocukluk çağlarından başlayarak kısa zamanda askerlik ve ordu bilincine eriştiği, bütün hayat boyunca da bu bilincin içinde yaşadığı bir gerçektir. Esasen Türk’lerin tarih alanında görünmeleri de teşkilatlanmış ordu sistemi içinde olmuştur. Türk’lerin henüz göçebe yaşadıkları çok eski devirlerde mevcut kabile ve aşiret kuruluşları da askerlik ilkelerine uygun bir karakter taşımıştır. Türkler en küçük insan topluluğundan, en mükemmel cemiyet düzenine kadar daimi bir disiplin atmosferi içinde bir nevi askerlik bilincine sahip olarak birbirlerine kenetlenmişler, bu anlayışın en ileri derecesini de ordularının bünyesinde gerçekleştirmeyi bilmişlerdir.

Türklerin tarih sahnesine çıkmaları ile yaşadıkları bozkır şartları ordu-ulus karakterini almalarını gerektirmiştir. Türk ordusu; Türk ulusu kadar eskidir deyimi, ulusumuzun tarihi yapısını en iyi şekilde yansıtan bir gerçeğin ifadesidir.[1]

Türklerdeki ordu teşkilatının en önemli örneklerini Osmanlı İmparatorluğundan görmekteyiz. 1299 yılında kurulan Osmanlı İmparatorluğunun ilk yıllarındaki teşkilatında Selçukluların ve Memlûkların tesiri görülür. İlk Osmanlı Hükümdarı Osman Gazi devrinde ordu, yalnız atlı akıncılardan ibaretti. Ancak bu ordu düzenli bir birlik olmayıp, savaş sırasında toplanır, savaş bitince herkes işine gücüne dönerdi. Yani o zamanda adeta gönüllüler ordusu vardı. Herkes istediği gibi giyinir, bir kıyafet birliği yoktu. Akıncılar birbirlerinden ayrılmazlar, birlikte hareket ederlerdi. Sonraları gerek Bizans’a ve gerekse Anadolu’daki komşu Türk beyliklerine karşı devletin emniyetini sağlayabilmek için daha esaslı bir silahlı kuvvete ihtiyaç duyuldu. Bu amaçla Orhan Gazi zamanında silahlı yaya teşkilatı meydana getirildi. Bir süre sonra girişilen fetihler orduya bir düzen vermek gerektiğini ortaya koydu. Bu amaçla Çandarlı Kara Halil Paşa görevlendirildi. Birçok yerden genç yiğitler toplanarak düzenli bir ordu teşkil edildi.Atsız olanlarına yaya veya piyade, atlılarına da müsellem denilen bu askerlerin komutanları onbaşı, yüzbaşı ve binbaşıydı. Zamanla bu teşkilat yetmez oldu. I.Murat disiplinli ve daimi bir ordu fikrini ortaya koydu. Bütün Osmanlı Devlet Teşkilatında olduğu gibi, Selçuklu Devleti örnek alınarak “Yeniçeri Ocağı” adıyla daimi ve ücretli bir Osmanlı Ordusu ve bu orduyu personel bakımından beslemek üzere “Acemi Ocağı” kuruldu.
Tarihte bir imparatorluk için askeri teşkilatın ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu Yeniçerililer ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkiden anlayabiliriz.


imparator 05-02-2007 14:13

I. BÖLÜM



ACEMİ OCAĞI ve YENİÇERİ OCAĞI



ACEMİ OCAĞI


Osmanlı Devleti Rumeli tarafına genişlemeye başlayınca daimi bir orduya ve daha fazla askere ihtiyaç doğmuş, bu da savaşta esir alınan askeri şartlara uygun Hristiyan çocukların kısa bir müddet Türk terbiyesi ile yetiştirilerek yeni bir askeri sınıf meydana getirilmesiyle karşılanmıştır. İşte bu teşkilat Kapıkule ocağının çekirdeğini teşkil etmektedir. Acemi Ocağı ile Yeniçeri Ocağı teşkilatları Sultan I.Murat zamanında Kadıasker Çandarlı Halil ve Karamanlı Molla Rüstem’in tavsiyeleriyle kurulmuştur. Neşri’de kaydedildiğine göre Çandarlı Hayreddin Paşa, savaşta elde edilen esirlerden “Bunları Türk’e virelüm. Hem müslüman olsunlar, hem Türkçe öğrensinler. Sonra getürelüm Yiniçeri olsunlar” diyerek bu teşkilatın kurulmasında önemli ölçüde rol oynamıştır.[1]

Yeniçeri Ocağına asker yetiştirmek için kurulmuş bulunan Acemi Ocağı kadıasker Çandarlı Kara Halil ile Karamanlı Molla Rüstem’in çalışmaları sonucu ilk olarak Gelibolu’da meydana getirilmiştir. Daha Rumeli Fatihi Süleyman Paşa zamanında, bizzat kendisi tarafından savaşta esir alınan Hristiyan çocuklarının kısa bir eğitimden geçtikten sonra iki akçe yevmiye ile Yeniçeri olarak savaşa gönderildikleri görülmektedir. Ancak onun ölümünden sonra bu usul savaş esirlerinin önce Lapseki, Çardak ve Gelibolu arasında hizmet veren at gemilerinde birer akçe gündelik ile beş on yıl çalıştıktan sonra yeniçeri olmaları şekline dönüşmüştür. Donanma hizmetinde kullanılan bu esirlerden başka bir kısım da Anadolu’da Türk çiftçilerinin yanına verilip Türkleştirilerek yeniçeri yapıldı. Böylece Gelibolu’da kurulan bu ilk Acemi Ocağı genişletildi. Bu ocağın en büyük subayı Gelibolu Ağası olarak adlandırıldı.

Acemi oğlanı iki şekilde alınırdı. Bunlardan biri savaşlarda elde edilen erkek esirlerin beşte birinden (pençik), diğeri ise Osmanlı tebaası Hristiyan çocuklarından. Bunlardan savaşlardan elde edilen esirlerin asker olarak alınmasıyla ilgili Pençik kanunu tertib edilmişti.

imparator 05-02-2007 14:13

Bu sebeple alınan esir oğlanlara Pençik oğlanı adı verilmiştir. Pençik oğlanlarının önemli bir kısmı akıncıların düşman memleketlerine yaptıkları akın sonucu elde edilirdi. Bu elde edilen esirler Pençikli denilen memur tarafından tesbit edilir bunlardan on ila onyedi yaşları arasında erkek esirlerden vücutça kusursuz ve sağlam olanlar devletçe üçyüz akça karşılığı satın alınırdı. Onsekiz yaşındakiler ve hatta daha büyüklerinden münasip olanlar da alınabilirdi. Böylece Acemi ocağına ilk insanlar Pençik kanunu ile toplanmıştır. Bu usulün oluşmasında önemli yeri olan Kara Rüstem ise Gelibolu’da Pençik resmini toplamakla görevlendirdi.

Pençik kanunu daha sonra daha ayrıntılı hale getirildi. Acemiliğe alınmayanlar şirhar; (3 yaşından sekiz yaşına kadar, yavru), gulâmçe (sekizden oniki yaşına kadar küçük çocuk), gulâm (bulûğa ermiş çocuk), sakallı (traşı gelmiş olanlar) ve pîr (ihtiyar) gibi isimler altında bir takım sınıflara ayrıldı ve buna göre vergi alındı. Başlangıçta Acemi ocağına alınan esirlerin yaşlarına dikkat edilmezken, daha sonra on ile yirmi yaşları arasındaki çocukların alınmasına karar verildi. Diğer taraftan Pençik oğlanlarının Anadoluya gönderilerek az bir bedel karşılığında Türk çiftçilerinin hizmetine verilmesi kararlaştırıldı. Böylece Türk-İslam terbiyesi alıp, Türkçeyi öğrenmeleri sağlanmış oldu. Böylece daha iyi bir şekilde hizmet edeceği düşünüldü. Aynı usul daha sonra devşirmelere de tatbik olunmuştur.

Pençik oğlanlarının Anadolu’daki Türk çiftçilerinin yanına verilmesi onların aradaki deniz dolayısıyla kaçamayacaklarının düşünülmüş olmasından ileri gelmiştir. Bununla beraber zaman zaman yine Avrupa’ya esir çocukların kaçtıkları görülmüştür. Türk çiftçisine esir verilmesi kanununun Sırpsındığı savaşından sonra konulduğu kaynaklar da yer almaktadır. Bazı kaynaklarda ise bu usulün İstanbul’un fethinden sonra olduğu belirtilmektedir.[1]

Türk çiftçileri yanında yetiştirilen pençik oğlanları birer akçe yevmiye ile Acemi Ocağına, Gelibolu’daki gemi hizmetine verildikten sonra buradan “kapuya çıkma” veya “bedergâh” ismiyle Yeniçeri Ocağına kaydedilirlerdi. Esir ve devşirmeler XV.asır ortalarından Hibaren Rumeli’deki çiftçilerin yanına da verilmeye başlamıştır. Bunlardan Anadolu’dakilerin kontrolü Anadolu Ağası, Rumeli’dekiler de Rumeli Ağası denilen bir çeşit zabıta memurlarına verilmişti.

imparator 05-02-2007 14:13

Acemi Ocağı Teşkilatı daha sonra ihtiyaç nisbetinde genişletildi. Fetih hareketlerinin genişlemesi dolayısıyla askere duyulan ihtiyaç ve bazı siyasi olaylar Pençik oğlanından başka Devşirme ismiyle Rumeli tarafından ocağı çocuk toplanmasını gerekli kıldı. Özellikle Ankara savaşından sonra iç karışıklıklar ve fetihlerin durması sonucu esir elde edilememesi üzerine, daha önce Türk-İslam devletlerinde uygulanmamış olan bir usulle Hristiyan tebaa çocuklarından sadece bir tanesinin alınması kararlaştırıldı. Bunun için bir Devşirme Kanunu çıkarıldı. Bu kanun çerçevesinde lüzum ve ihtiyaca göre üç-beş senede ve bazen daha da uzun bir müddetle Hristiyanlardan sekiz ile duruma göre yirmi yaş arasında sağlıklı ve kuvvetlilerinden Acemi oğlanı alınmaya başlandı. İlk önceleri Rumeli tarafından Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan’dan çocuk toplandı. Devşirme yapılacak bölgede, öncelikle gönüllü olarak devşirilmek isteyenlerin çocukları alınırdı. Zira bu devirde yeniçeri olmak veya devlet kademelerinde önemli mevkilere gelebilmek için devşirme sistemi önemli bir fırsattı. Yeteri derecede gönüllü olmaması durumunda normal usule göre çocuk devşirilirdi. Bu durum XV.asır sonları ve XVI.asır başlarından itibaren Anadolu’ya da şamil olmuş, XVII. asırda ise bütün imparatorluğu içine almıştır.[1]

İlk Sultanlar devşirme düzeniyle nasıl bir afacanı sırtladıklarını görebilselerdi bu işe herhalde ara verirlerdi. Oysa haklı olarak istedikleri tek şey doğrudan kendilerine bağlı özel bir ordunun yaratılmasıydı. Devşirme yoluyla askere alma kararı da böyle verildi. Ayrıntılara büyük önem veren Osmanlılar bu kararı alınca, kimsenin yanlış yorumuna meydan vermeyecek kadar açık ve kesin kurallardan oluşan bir devşirme düzeni kurdular.[2]

Devşirme işinde birinci derecede Yeniçeri Ağası sorumluydu. Devşirilenlerin bütün işleri ağa tarafından kontrol edildikten başka, Acemi Ocağı’na alınacak çocukların sayısı da onun izniyle olurdu. Devşirmeye gidecek ocak ağaları da o seçer, devşirme yapılacak bölgelere memurlar sevk edilerek, sancak beyleri, kadılar ve tımarlı sipahilerin yardımıyla devşirme gerçekleştirilirdi. XVI.yüzyıl ortalarına kadar beylerbeyi, sancakbeyi ve kadılar tarafından yürütülen devşirme işlemi, bu tarihten sonra ocaktan sekbanbaşı, solakbaşı, zağarcıbaşı, seksoncubaşı, turnacıbaşı vs. görevliler tarafından yerine getirilmiştir.[3]

imparator 05-02-2007 14:14

Devşirme memuru vazifesinde tamamen serbestti. Elinde bulunan ferman çerçevesinde kazalara göre tesbit edilmiş miktarda çocuk devşirirdi. Her kırk hanede bir oğlan devşirmek kanundu. Devşirme yapılacak yerde bütün görevliler ile o bölgenin papazları ve çocukların babaları hazır bulunur, herhangi bir suistimal olmaması için vaftiz defterlerindeki kayıtlara bakılarak karar verilirdi. Devşirme olarak alınan çocuğun köyü, kazası, sancağı, baba ve anasının isimleri, doğum tarihi, eşkali bir deftere yazılırdı. Bir aileden bir çocuk alınır, tek çocuğu olanlardan ise devşirme alınmazdı. Ticaretle meşgul olduklarında Yahudilerden devşirme alınmazdı. Özellikle asil ailelerin çocuğunun alınmasına dikkat edilirdi. İyi terbiye göremeyeceği gerekçesiyle anası ve babası ölmüş çocuklarla, şımarık olur düşüncesiyle köy kethüdâsının oğlu devşirilmezdi. Arıca Türkçe bilenler, çoban çocuklar, kel, uzun ve kısa boylu olanların alınmaması kanundu. Poturoğulları denilen Bosna Müslümanlarından ise devşirme alınmasına müsaade edilmişti. Devşirilen çocuklara kırmızı yırtmaçlı muvahhidi aba ve başlarına da kırmızı keçeden külâh giydirilirdi.[1]

Devşirilen çocuklar “sürü” denilen yüzer, yüzellişer, ikiyüz veya daha fazla kişilik kafileler halinde “sürücü” denilen devşirme memurlarının ve muhafızların nezaretinde at, deve veya araba gibi nakil vasıtalarıyla hükümet merkezine sevkedilirdi. İstanbul’a getirilen devşirme çocuklar ancak muayene edildikten sonra kendilerine Acemi oğlan ismi verilirdi.[2]

İstanbul’a gelen çocuklar iki-üç gün dinlenmeden sonra sağ ellerinin şahadet parmağı kaldırılarak kelime-i şahadet getirtilip Müslüman olurlardı. Daha sonra Yeniçeri Ağasının huzurunda kontrolden geçen devşirmeler Eşkal Defterine kaydedilir ve sünnet edilirdi. Bundan sona ise bir kısmı saraya, bir kısmı Bostancı ocağına sevkedilir, kalanlar da Anadolu ve Rumeli ağaları vasıtasıyla geçici bir zaman için Türk köylülerine verilirdi. Bunların toplandıkları bölge dışına verilmeleri adetti. Bu sebeple Rumeli’den devşirilenler Anadolu’ya; Anadolu’dan devşirilenler ise Rumeli’ye verilirdi. Böylece aralarında deniz dolayısıyla kaçmaları engellenmeye çalışılırdı.

imparator 05-02-2007 14:14

Türk köylülerinin yanında en az üç, en fazla sekiz sene gerekli ölçüde eğitilen Acemi oğlanları, Gelibolu ve İstanbul’daki Acemi Ocaklarına sevkedilirlerdi. Acemi oğlanlara sivri uçlu serpuş adı verilen şapka giydirilmesi kabul edilmişti. Ocağa önceleri Acemi Ocağı Ağası ismi verilen 25 akça ulûfe ile biri kumandan olarak tayin edilmişti. İstanbul’un fethinden sonra ise ocağın burada kurulması üzerine Gelibolu Ağası denilen bir baş ağa ve emrine sekiz çorbacı, yani bölüm kumandanı verildi. Bunların oda denilen kışlalar, Şehzadebaşı ile Vezneciler arasında bulunmakta idi. Gelibolu Acemi Ocağının mevcudu dört-beş yüz kadarken, İstanbul’daki ocağın Fatih dönemi ortalarında üçbin kadardı.[1]

Acemi Ocağındakilere ulûfe denilen maaş verilirdi. Bunların maaş işleri Yeniçeriler gibi Piyade mukabelecisi tarafından görülürdü. Acemilere bir, iki veya ikibuçuk akçe yevmiye verilirdi.

Bunun haricinde âdet-i zerpul adıyla pabuç akçesi alırlardı. Acemi oğlanlara bundan başka senede iki kat elbise ile Fatih devrinden itibaren kıdemlilerine kaputluk, yağmurluk ve şalvarlık çuha ile sarı veya kırmızı renkte iki adet gömlek tahsis edilirdi. Muhtelif hizmetlerde bulunan acemilerin Yeniçeri Ocağı’na kayıt ve kabullerine Çıkma veya Kapıya Çıkma (bedergâh) adı verilirdi. Bunların kapıya çıkmaları her zaman uyulmamakla birlikte sekiz yıldı. Bu müddeti dolan acemi oğlanlarının isimleri İstanbul ağası tarafından düzenlenen defterlere kaydedilir ve Yeniçeri ağasına sunulurdu.

Acemiler kapıya çıkarlarken ikişer akçe ulûfe ile defterlere kaydedilirlerdi. Kapıya yeni çıkmış olanlara ise düzen akçesi ismiyle ikişer altın verilmesi kanundu. Acemi Ocağından Yeniçeri Ocağına geçenler odalara ayrılır, bir kısmı Bostancı Ocağına ve diğer saray hizmetlerine verilirdi. Böylece tecrübe kazanmaları sağlanırdı.

imparator 05-02-2007 14:14

YENİÇERİ OCAĞI


Padişahın hizmetine ait yaya kuvvetlerinden olan Yeniçeri Ocağının, I.Murat zamanında 1362 de kurulduğu bilinmektedir. Ocağın tertibinde Selçuklu ve Memlükler örnek alınmıştır.[1]

Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa tarafından, savaşta elde edilen esirlerden devlete verilen beşte biri, bir müddet eğitildikten sonra ihtiyaç doğrultusunda iki akçe yevmiye ile yeniçeri yapılmaktaydı. Ancak bu usulün mahzurlu bulunması üzerine daha sonra Gelibolu Acemi Ocağında yetiştirilen efrad Yeniçeri Ocağına alınmaya başlamıştır. Bu ocağında kurulmasında Çandarlı Kara Halil ve Kara Rüstem’in büyük rolü olmuştur.

Yeniçeriler bir intihar alayı değildi. Düşmanları onlardan korkuyla kaçıyordu. Kazanılan en büyük şeref, yığdıkları düşman ölüleriyle ölçülürdü.[2]

Askere alınabilecek insan gücü her zaman mevcuttu. Yeniçeri Ocağının gelişmesi için gereken harcamanın karşılanabilmesi de büyük bir özen ve dikkatle planlandı. Bu husus, vergi kaynaklarının gereğince tahsisini ve harcamaların sorumluluk altında yapılmasını gerektiriyordu. Zamanla yeniçeriler politik güç kazanmaya başlayacaktır.

Yeniçeriliğin ilk teşkilinde orduya bin kadar yeniçeri alınmış ve bunların her yüz kişisine kumandan olarak Türklerden meydana getirilen yaya askeri usulüne uygun olarak bir Yayabaşı tayin edilmiştir. Ocak XV.yüzyılın ortalarına kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adı verilen bir sınıftan ibaret iken, Fatih Sultan Mehmet zamanından itibaren sekban bölüğünün de kurulmasıyla iki sınıf haline gelmiştir. XVI.yüzyıl başlarında ise Ağa bölükleri denilen üçüncü bir sınıfta teşekkül etmiştir. Bütün Yeniçeri bölüklerinin mevcutları XV.yüzyıl ortalarına kadar aşağı yukarı onbin kadardı. Yeniçeriler ücretli piyadelerdi. Seferde ve kale nöbetinde olmadıkları zaman sürekli olarak kışlalarında kalırlardı. Bu nedenle evlenmeleri yasaktı. Ulufe alırlar, 45 yaşında emekliye ayrıldıktan sonra bile üniformalarıyla dolaşır, isterlerse kışlalarında yaşarlardı. Profesyonel askerler olan yeniçeriler, tüfek kullanmayı kabul ederek bunu saldırı silahı olarak benimsediler.

imparator 05-02-2007 14:14

Yeniçeriler sultana bağlı kul konumundaydı. Kuramsal olarak yalnızca acemi oğlanlar arasından seçilirlerdi. Bu gelenek XVII.yüzyılda acemi oğlanı kalmayana kadar sürmüştü. Yeniçeri ortasının komutanına çorbacı denir, rütbesini gururla taşıdığı fakat hiçbir zaman kullanmadığı görülür. Yeniçeri Ağası vardı.Yeniçeri Ağası Süleymaniye Külliyesi ile Haliç arasında, Tekeli Köşk adıyla anılan ahşap bir konakta kalırdı. Yeniçeriler merasimlerde başlarına kırmızı ya da beyaz keçeden Hacı Bektaşı Velinin cüppesinin kolunu simgeleyen börk giyerlerdi.[1]

Yeniçeriler sarayda ya da saraya bağlı okullarda eğitilip pekiştirilir ve giderek gelişen bir geleneğe sadakatle katılmanın gururunu taşırdı. Bu kuruluş etkin bir topluluktu ve giderek hem sivil hem de askeri alanda otorite kazanıp büyük bir güç olarak ortaya çıktı. Kendilerini halktan ayrı kılan bir düzenin beslediği yeniçeriler, bir süre sonra devlete bile meydan okuyabildiler. Nitekim zaman zaman uygun ortamların oluştuğunu sezdiklerinde bile herhangi bir çıkarcı komutanın buyruğu altına girmeyi kolayca kabullenmediler. Sebep oldukları ayaklanmaların çoğu kez felaketlerle sonuçlanması, ileriye yönelik düşüncelerden ve yakıp yıkarak can almanın ötesinde yapıcı bir planlama yeteneğinden yoksun olmalarından kaynaklanıyordu. Yeniçeriler Osmanlıların ilk dönemlerindeki silah arkadaşları gibi özgür kişiler değillerdi. Aksine devlet yapısının ayrılmaz bir parçası olarak bu ağın içinde yer aldılar. Öyle ki bu yapının yıkılması kendilerinin de sonu demekti. Dolayısıyla uyguladıkları politikalar hiçbir zaman küçük çaptaki kişisel çıkarlarının boyutlarını aşamadı. Öte yanda iş başına gelen hükümetler de, asilerin elebaşlarına görkemli ünvanlar verip onları maddi yönden memnun ederek etkisiz kılmaya çalıştılar. Ancak bunlar kıskanılır bir yaşam sürerken, giderek artan bir kayıtsızlık içinde sedirlerine yayılıp kendilerine destekleyen kitlelerden koptular. O zamanda yeniçerileri bu unvanlarından sıyırıp canlarını almak kolaylaştı. Oysa kendi kişisel çıkarlarına hizmet ettikleri ölçüde topluma da hizmet vermeyi amaç edinmiş olsalardı, saltanat yıkılıp giderdi. Ancak böyle yapmadılar, çünkü o niteliğe sahip değillerdi.[2]

imparator 05-02-2007 14:15

Yeniçeri, Hristiyan tebadan devşirilmiş askerdir. Karmaşık ve çok protokollü olan yeniçeri teşkilatı, Batılılara pek cazip görünmüştür. Hemen hemen bütün ihtilalleri onlar yapmışlardır. Onlar vezir öldürmüş, padişah şehid etmişlerdir. Zirâ tek büyük merkezleri İstanbul’dur. Bir bakıma padişah kendi kapıkulunun esiri olmuştur. Onun için devamlı hadise çıkaran, hiç olmazsa hadiselerin devamlı içinde olan yeniçeriler, tarih sayfalarını çok işgal etmişlerdir.

Kapıkulu askeri I.Murat’la başlamakla beraber, onun icadı değildir. Selçuklular’dan kalmıştır. “Kul”, “köle” gibi Türkçe bir kelimedir ve manası açıktır. “Kapı” ise, devlet veya saray (padişah) kapısı manasındadır. Bu asker, padişah namına devrilip padişahın kulu olarak hizmet etmek görevinde bulundukları için bu adı almışlardır. “Çeri” ise Türkçe’de asker demektir. I.Murat, yeni bir sınıf oluşturduğu, kendisine babadan kalan yaya (piyade) ve atlı (süvari) askerlerinin yanında yeni bir askeri sınıf ortaya çıkardığı için bu zümreye “yeni çeri” denilmiş ve kelime “yeniçeri” şeklinde kaynaşmıştır. Sonra acemi oğlanları bir piyade sınıfı olan yeniçerilikten gayrı sınıflara da verildiği için, bütün devşirme sınıflar “Kapıkulu Ocakları” adı altında toplanmıştır.[1]

Ocak 1362’de I.Murad tarafından kurulmuş, 463 yıl sonra 1826’da II.Mahmud tarafından kaldırılmıştır. Ocağın kaldırılmasına “Vak’a-i Hayriyye = Hayırlı Olay” denilmiştir. Cumhuriyet rejimi hariç, Türkiye tarihinin reform asırlarının en radikal inkılabıdır. Tanzimat’ı, Meşrutiyet’i, Cumhuriyet’i, Demokrasi’yi hep Vaka-i Hayriyye sağlamıştır. Bütün radikal inkılaplar Vaka-i Hayriyye’nin gerçekleştirilebilmesi sayesinde mümkün olabilmiştir. Vaka-i Hayriyye, çok kanlı bir şehir muharebesinden sonra gerçekleşebilmiştir.

imparator 05-02-2007 14:15

II. BÖLÜM


I. YENİÇERİ OCAĞININ ÜYELERİ (KUMANDANLARI, AĞALARI)

A. YENİÇERİ AĞASI

Yeniçeri ocağının en büyük kumandanı Yeniçeri Ağası olup bundan sonra sırasıyla Sekbanbaşı, Ocak Kethüdası ve Kul Kethüdası, Zağarcıbaşı, Seksoncubaşı, Turnacıbaşı, Başçavuş ve Muhzır Ağa ocağın en büyük ağalarıydı. Bunlardan Yeniçeri Ağası, ocağın kuruluşundan 1451 senesine kadar ocaktan tayin edilirken bu tarihten sonra sekbanbaşılardan tayin edilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte bu kanun daha sonra değiştirilmiş ve tamamen ocak dışından kişiler ağa tayin edilmiştir.[1]

Yeniçeri Ağası Yeniçeri Ocağıyla Acemi Ocağı işlerinden sorumlu bulunmaktaydı. Ayrıca İstanbul’un asayişi ile de ilgilenir, beraberinde bulunan bir heyetle dolaşıp asayişi sağlardı. Bu bakımdan hükümdarlar bunların güvenilir ve sadık kimselerden olmasına özen gösterilmişlerdir.

Kanunnâmelere göre Yeniçeri Ağasına önceleri dörtyüz elli akçe yevmiye verilmişken, daha sonra bu beşyüz akçeye çıkarılmıştır. Ayrıca her yıl Koyun Emini’nden sekiz bin kuruş geliri vardı. Bunun haricinde arpalık olarak Tuna yalısında ellibin akçelik bir de serbest zeamet bağlanmıştı. Yeniçeri hazinesinin üçte biride ağanın gelirleri arasındaydı. Öte yandan üç sene de bir padişahın has ahırında bir at verilmesi kanundu. Eğer Yeniçeri Ağası sancağa çıkacak olursa dörtyüz otuz bin akça verilmesi gerekiyordu.

Yeniçeri Ağası padişahın cuma namazına çıkışında maiyyetinde yeniçerilerle beraber selâmlıkta bulunurlardı. Sefer sırasında da padişahın koruyucusu ve has askeriydiler. Sefere ağalığa alt iki tuğ ile beyaz bir sancakla katılırdı. Kendisi seferdeyken yerine sekbanbaşı bakardı. Bununla birlikte bazen ağalardan biri de vekalet ederdi.

imparator 05-02-2007 14:15

Yeniçeri Ağası ocakla ilgili işleri görmek üzere “Ağa divan” adı verilen bir divan kurar ve ocakla ilgili davaları dinlerdi.[1]

Yeniçeri Ağaları ayrıca Yeniçeri kâtibi hariç diğer bütün ocak ağalarının azil ve tayinleri kendisinin sadrazama arzıyla olurdu. Yeniçeri ağalarının terfileri halinde XVI..yüzyıl sonlarına kadar genellikle Beylerbeyi veya Kaptan-ı Derya olurlardı. Ağalar derece itibariyle sancakbeyi düzeyindekiler, azledildikleri vakit maaşları karşılığı haslarla sancakbeyliğine tayin edilirlerdi. Yeni ağa tayin edilen kişi eğer vezir payesine sahipse padişahın huzurunda kendisine hilat giydirilirdi. Ağaların tayin ve azilleri XVI.yüzyılın sonlarına kadar hükümdara ait olup bundan sonra bu yetki vezirazama bırakılmıştır.[2]


B. SEKBÂNBAŞI


Ocağın yeniçeri ağasından sonraki en büyük kumandanı sekbânbaşı ise de, ocağın son bir buçuk asrında üçüncü dereceye düşmüştür.

Sekbânbaşı, sancak beyi derecesindeydi. Terfi ederse yeniçeri ağası, yahut bir sancağa bey olurdu. Fakat XVI.yüzyılın sonlarından itibaren sekbânbaşılara terfi olarak daha çok beylerbeyilik verilmiştir.

Sekbânbaşı Sekban ortalarının kumandanı idi. Yeniçeri Ağası muharebeye gitti mi, (Kaymakam) ismi ile İstanbul’da ona vekalet ederdi.[3]

Sekbânbaşıların yetmiş seksen akçe yevmiyeeri vardı. Sekbân başılık Ocakta Yeniçeri ağasından sonar gelen baş ağalık olduğundan başına “Mücevveze” denilen serpuşu giyer ve Yeniçeri ağasıyla Divan-ı Hümayuna gidiş ve dönüşte Sekban bölük başıları Ağa bölük başılarının önünde yürürlerdi.[4]

Sekbânbaşılar içinde çok değerli generaller, harb adamları yetişmiştir.Birçok vezir ve sadrazam, vaktiyle sekbânbaşılık yapmışlardır.Yeniçeri ağalarının, hatta kul kedhudâlarının askerlikleri yanında siyasi tarafları da olmasına rağmen sekbânbaşı, sadece askerdi. Onun için yeniçerilere harb meydanında en iyi kumanda edebilecek olan bir generalin bu makama getirilmesine dikkat edilirdi.

imparator 05-02-2007 14:18

C. KUL KEDHUDÂSI (KÂHYA BEY)

Yeniçeri ağasından ve sekbânbaşından sonra ocağın üçüncü generali kul kedhudâsı idi ki “kâhya bey”de denilirdi. Sancakbeyi derecesindeydi. Terfi ederse beylerbeyi olurdu. Kanuni devrinde günde 35 akçe alırdı.

XVII.yüzyıl ortalarında kul kedhudâsının önemi arttı ve sekbânbaşını geçmeye başladı. XVII.yüzyıl sonlarında sekbânbaşı kesin şekilde ocağın üçüncü generali derecesine düştü ve kul kedhudâsı, yeniçeri ağasından sonra ocağın ikinci kumandanı oldu.

Yeniçerilerle en çok bu temas eder ve harp zamanında tertibat bunu vasıtasıyla yapılırdı. Kul kedhudâsı ağa bölükleri teşkiline kadar başyaya başının odasında otururken ağa bölüklerinin teşkili üzerine bunlardan birinci bölüğün odası kethuda odası olmuştur. Kethuda bey ağa divanının azasındandı.[1]

İstanbul’daki bütün karakollar kul kedhudâsının emrindeydi. Bir karakola tayin edilen her yeniçeri subayı, kul kedhudâsına bir aidat öderdi.


D. YENİÇERİ KÂTİBİ


Ocağın 4. generalidir. “Yeniçeri Efendisi”de denilirdi. Bizzat padişah veya sadrazam tarafından tayin edilen bir maliyeci idi. Rütbesi sancak beyine eşitti. Eyalet defterdarları gibi yüksek maliyecilere, bazan maliyeci ilmiye mensublarına verilen bir görevdi. Çok hassas bir görevdi. Hem maaşı son derece de yüksek, hem de suistimallere müsaitti. Çok emin adamlardan seçilmesine dikkat edilirdi. Zira yeniçeri ocağının bütün bütçesi ve ödemeleri, yeniçeri efendisinin elindeydi. Defterler ve kütüklerden başka sicillerde onun elinde olduğu için, mevcud olmayan adamı deftere geçirip onun adına ulûfe alabilirdi. 1582’den sonra bu çeşit suistimallerin arkası ancak 1826 Vaka-ı Hayriyye ile alınabilmiştir.

Üç ayda bir Bordroları yeniçeri efendisi, “efendi kapısı” denilen makam konağında hazırlayıp verilere imzasını atardı. Maiyyetinde 100 katip çalışırdı.

imparator 05-02-2007 14:18

E. TURNACIBAŞI


Ocağın 5.generali Turnacıbaşı idi. Yıldırım Beyazid zamanında teşkil edilen ve cemaat ortalarının 68.sini oluşturan turnacıların amiri Turnacıbaşıdır. Yine av amaçlı kurulan bu orta Fatih zamanında ocağa dahil edilmiştir.[1]

Kanunî devrinde maaşı günde 23 akçe idi. Sonradan 27 akçe olmuştur. Turnacıbaşı, kumandanı bulunduğu ortayı, vekili olan bir binbaşı ile idare ederdi. Gerçekte ocağın 4. (sonraları 6.) generali olarak karargahta çalışırdı.


F. SAMSONCUBAŞI


Ocağın 6.generalidir. Sancakbeyi derecesinde idi. Terfi ederse daha üst bir yeniçeri generali, iyi bir sancağın beyi, bazen beylerbeyi olurdu. Kanuni devrinde maaşı günde 23 akçe civarında iken, akçe yarı yarıya değerini kaybedince sonra 29 akçe oldu. Halk samsoncubaşına “seksoncubaşı”da derdi. Fatih tarafından “samson” denilen av köpeklerinin bakımı ve bu köpeklerle yapılan av ile görevlendirilmiş 71.ortanın hatırasıyla bu orta yeniçerilerine “samsoncu” veya “seksoncu” denilmiştir. Samsoncubaşı gerçekte 71.orta çorbacısı yani kumandanı idi. Fakat bu ortayı vekili bir binbaşı idare eder, yeniçeri karargahında çalışırdı.

Samsoncubaşı, turnacıbaşı ile aynı üniformayı giyerdi. “Üsküf” denilen başlığına balıkçıl tüyünden sorguç takardı. Merasim üniforması, samur ve vaşak kürklü kaplı kadife elbise ile gümüş zincir, enselik ve özengili atkı.[2]

imparator 05-02-2007 14:18

G. ZAĞARCIBAŞI


64.ortanın kumandanı olan zağarcıbaşı, kethüdadan sonra gelirdi. Av köpeklerini beklemek için kurulan bir ortadır. Zağarcıbaşı terfi ederse ocak içinde kul kethudası; dışarıda ise sancak beyi, hatta beylerbeyi olurdu.[1]

Kanuni devrinde maaşı günde 16 akçe idi. Sonradan 29 akçe oldu. 1624’te zağarcı ortasının mevcudu 35 atlı ve 391 yaya; 1665’te 35 atlı ve 383 yaya idi. Atlılar, avda doğrudan doğruya padişaha refakat eder ve daha yüksek ulûfe alırlardı.


H. SOLAKBAŞI


Ocağın 8.generalidir. Sancakbeyi derecesindedir. Diğer generaller gibi terfi eder. Doğrudan doğruya padişahın şahsına bağlı bir generaldir.

60, 61,62, 63 yeniçeri ortaları solak ortalarıdır. Bu ortalar, hassa askeri olarak doğrudan doğruya sarayın emrine verilmiştir. Merasimlerde padişaha refâkat ederler. Harbde padişahın çevresinde bulunurlar. Bu 4 orta kumandanının en kıdemlisine “solakbaşı” veya “başsolakbaşı” denilirdi.

Solakbaşı yeniçeri karargahında çalışmadığı, yeniçeri ağasına değil doğrudan doğruya saraya bağlı olduğu için, onu yeniçeri generalleri arasında değil, saray generalleri arasında saymak daha doğrudur. Harbde padişaha arkalarını dönmemek için sol elleriyle ok attıklarından dolayı bu birliklere “solak” denmiştir. En eski yeniçeri ortaları arasında idiler. II.Beyazıd devrinde mevcutları 1501’ken Kanuni devrinde 400 olmuştur. Solaklara çok iyi bakılır, mükemmel üniformalar giydirilir, saltanatın şan ve şerefini göstermek için başlarına en değerli tüyler ve mücevherlerle süslü sorguçlar takılırdı. Solakbaşıların görevi hayat boyu idi.


imparator 05-02-2007 14:19

I. BAŞHASEKİ


Ocağın 9.ve sonuncu generalidir. Sancakbeyi derecesindedir. Başhasekide, başsolakbaşı gibi bir hassa generalidir ve saraya mensuptur. Padişahın muhafız birlikleri arasında bulunan 14, 49, 66 ve 67 ortaların mensuplarına “haseki” ve bu dört ortanın çorbacısının en kıdemlisinie “başhaseki” denilmiştir. Başhaseki balıkçıl tüyünden sorguç takardı.

Kanuni devrinde başhaseki 23 akçe yevmiye alıyordu. Sonradan 27 akçe almaya başladı.[1]


İ. BAŞÇAVUŞ


Yeniçeri ocağının 9 generalden sonra gelen en mühim albayıdır. Başçavuş, ocağın protokol, merasim ve düzen işleriyle uğraşırdı. Ulûfe dağıtılması merasimini idare ederdi. Yeniçeri ağasının emirlerini ocağa bildirirdi. Geçit resimlerinde birlikleri düzenlerdi. Terfi ederse başhaseki olurdu. Yeniçeri olacak acemi oğlanının ensesine tokat atarak yeniçeri olduğunu gösteren töreni başçavuş yapardı.


J. MUHZIRBAŞI


Ocağın başçavuştan sonra en önemli albayıdır. Doğrudan doğruya sadrazam emrindeydi. Maiyyetinde 60 yeniçeri vardı. Sadrazam emirlerini “muhzır” denen muhzırbaşının emrindeki yeniçeriler tebliğ ederlerdi.

Muhzırbaşı da, balıkçıl tüylü üsküf giyerdi. Muhzırlar, aslında 26.ortayı meydana getirirlerdi. Muhzırbaşı, 3 yılda bir Has Ahır’dan bir at alır ve kendi malı olurdu. XVII.asırda yevmiyesi başçavuş gibi 21 akçe idi.[2]

imparator 05-02-2007 14:19

K. KEDHUDÂ YERİ


Ocağın 3.Albayıdır. Bu makam II.Beyazıd tarafından ihdas edilmiştir. Kul kedhudâsı yardımcısıdır. XVII.asırda günde 20 akçe almaktadır. Terfi ederse muhzırbaşı olur, bazen daha da üste atlardı. Ocağın defter ve kayıtlarını kul kedhudâsı nâmına o tutardı.


L. DEVECİBAŞI


Ocağın 4.albayıdır. XVII.asırda gündeliği 28 akçe idi. Ocağın develi birliklerinin kumandanı idi. Bu da balıkçıl tüyü taşıyan subaylardandı. “Başdeveci” de denilirdi. Deveci ortalarının sayıları bir ara 25’e kadar çıkmıştır.


M. BAŞYAYABAŞI


Ocağın 5.albayıdır. “Yeniçeri Subaşısı” da denilirdi. Çeşitli işlere, mesela ocağın tüfek fabrikalarına nezaret ederdi. Terfi ederse devecibaşı veya kedhudâ yeri olurdu. Başyayabaşı gerçekte, 101.piyade ortasının en kıdemli çorbacısı (yayabaşısı) olan subaydır.


N. ASESBAŞI


Ocağın 6.albayıdır. Ocağın inzibat kumandanı, askeri polis şefidir.


O. PEYKBAŞI


Ocağın 7.albayıdır. Gerçekte padişahın bir hassa albayıdır.


Ö. BAŞBÖLÜKBAŞI


Ocağın 8.albayıdır. Başbölükbaşı diğer sınıflarda “binbaşı” demektir. Gündeliği 13 akçe idi. Atlı yeniçeri ortalarının kumandanlarının en kıdemlisidir. Diğer atlı ortalar üzerinde teftiş ve rapor hakkı vardır. Süvari yeniçeri ortalarının sözcüsü durumundadır.

imparator 05-02-2007 14:19

P. ZENBEREKÇİBAŞI


Ocağın 9.albayıdır. “Zenberek” küçük havan topudur ve katır üzerinde taşınır. 82.orta zenberekçi ortası idi. Zenberekçibaşı, balıkçıl tüylü sorguç takmak hakkına sahipti. Zenberekçilerin ayrı talimhaneleri vardı.


R. TÂLİMHÂNECİBAŞI


Ocağın 10.albayıdır. Ocağın ateşli olmayan silahlarla taliminden sorumlu olan en yüksek eğitim subayıdır. Terfi ederse zenberekçibaşı olurdu. Ateşli ve ateşsiz silahlar için ocağın iki ayrı tâlimhanesi, bir de zenmerekçi sınıfı için daha küçük bir talim alanı vardı. Bunlar bilhassa XVI.yüzyılda, dünyanın en yüksek atış okulları idi.


S. AVCIBAŞI


Ocağın 11.albayıdır. Ateşli silahlarla eğitimden sorumlu en yüksek subaydır. XVII.yüzyılda gündeliği 21 akçedir.


Ş. TÜFENKCİBAŞI


Ocağın 12.albayıdır. 1500 yıllarında II.Beyazıd tarafından oluşturulmuştur. II.Beyazıd tüfeği, yeniçerinin en mühim silahı olarak kabul etmiştir. Fakat bütün yeniçeri ortalar, tüfekli değildir. Tüfenkçibaşı, tüfek taşıyan bütün ortaların müfettişi idi.


T. BAŞTÜFENKÇİ


Ocağın 13.albayıdır. Ocağın tüfek imalathaneleri müdürü olan mühendis subaydır. Tüfeklerin en iyi şekilde üretilmesinden sorumluydu.

imparator 05-02-2007 14:20

U. YENİÇERİ İMÂMI


Ocağın 14.albayıdır. Din subayı olup ilmiyedendir. Her ortanın imamlarını teftiş edebilir. Bir defa tâyin edildikten sonra görevinden alınmazdı.

Ü. DİĞER YENİÇERİ SUBAYLARI

Diğer yeniçeri subayları, sayılar, 200’den çok olan binbaşı ile, sayıları XVII.yüzyıldan sonra binleri bulan küçük rütbede subaylardır. Yeniçeri binbaşılarına çorbacı veya yayabaşı deniliyordu.

Orta (tabur) kumandanının umumi adı “çorbacı” idi. Bazı ortalarda çorbacı yerine “yayabaşı”, birkaç orta da ise “bölükbaşı” deniliyordu. Orta dışında da binbaşı, yüzbaşı ve teğmen derecesinde subaylar vardı. Bunlar bilhassa Ağa sarayında çalışırlardı.


II. YENİÇERİ KIYAFETLERİ


Yeniçeriler başlarına börk denilen özel bir serpuş giyerlerdi. Zabitler börklerine rütbelerine göre sorguç olarak kuş tüyleri takarlardı. Sırtlarına dolama denilen bir tür üst elbisesi giyen yeniçerilere mevsimine göre yazlı ve kışlık kumaşlar ile yağmurluk verilirdi. Ayaklarına giydikleri çizmenin rengi siyah, kırmızı ve sarı olabilirdi.

Başlarına, normal günlerde keçe kavuk üstüne burma tülbent sararlardı. Merasim serpuşu olarak da, ak keçeden börk üsküf giyerlerdi. Börkün üst kısmından arkaya, zamanımızdaki bahriye neferlerinin palet denilen geniş mavi yakalarını andırır, müstatil şeklinde bir keçe parçası kıvrılır, börkün tepesinden neferin omuzlarına kadar iner ve enseyi tamamen örterdi. Bu keçe parçasına, “Yatırma” denilirdi.[1]

Börk; ilk yeniçeri neferinin sırtını sıvazlayan Hacı Bektaş-ı Veli’nin cübbesinin kolunu (yenini) temsil ederdi.

imparator 05-02-2007 14:20

Yeniçeriler, Börkün başa geçen kenarlarında ipek veya sırma işlemeli bir zırh-süs vardı, ön kısmının ortasına da “kaşıklık” yahut “tüylük” denilen bir parça eklenmişti. Buraya, sefer yolunda neferler kaşıklarını sokarlardı. Merasimlerde bu kaşıklığa rütbelerine göre turna telleri, balıkçıl telleri, düz sorguçlar ve süpürge sorguçları takarlardı.

Yeniçeriler subay ve nefer sınıflarına ait giysileri ile değişik görünümler arzederlerdi. Tören giysileri de normal günlük giysilerine göre farklı farklıydı. Bazı örnekler şöyledir :

q Ocak İmamı : Başına örf giyer ve üzerine serâser adı verilen emmame (siyah renkli) sarardı.

q Solakbaşı : Üst giysileri, samur veya vaşak kürk ile toplanmış kadife ağırlıklıydı. Sorguçlarına balıkçıl kuşu tüyleri takarlardı. Sırtlarında ok sandığı ve bellerinde kılıçları olurdu. Ayakları sarı, sathiyandan yapılmış çizmeler geçirirler ve altlarına gümüş üzengiler takarlardı.

q Bölükbaşı Ağa : Başlarına börk yerine tepesi öne doğru eğik vaziyette bir külah giyerler ve kaşıklarına sorguçlar takarlardı. Dolamalarının üzerine önü açık ve boğaza kadar düğmeli, yakası geniş devrik kollu kaftanlar giyerlerdi. Ayaklarına sarı sathiyandan yapılmış, yarım çizmeler geçirirlerdi.

q Kethüda Ağa : Yeniçeri Çorbacıları ile giysileri aynıdır. Başlarına keçe külah börk giyip, balıkçıl kuşu tüyünden sorguç takarlardı.

q Saksoncubaşı Ağa : Divanda samur veya vaşak kürk kaplı kadife elbise giyer ve börküne balıkçıl kuşu tüyünden sorguç takardı.

q Sekbanbaşı Ağa : Başına mücevveze giyer, atına gümüş zincirler takardı.

q Yeniçeri Ağası : Divanda başına mücevveze, sırtına serâserden üstlük kuşanırdı. Başındaki mücevvezinin üzerinde,itina ile sarılmış tülbentli bir kavuk olup, kıymetli bir sorguç takardı.[1]

imparator 05-02-2007 14:21

III. YENİÇERİ SİLAHLARI


Yeniçeriler silah olarak ok, yay, kılıç, hançer, balta, ateşli silahların yayılmasından sonra ise tüfek kullanırlardı. Kıdemli Yeniçerilere “korucu” denirdi. Bunlar sefere pek çıkmazlar; İstanbul’un ve ocağın muhafaza hizmetinde kalırlardı. Çıksalar bile seferde çadır muhafızlığı yaparlardı. Korucu mevcudu zamanla artmış ve koruculuk, sefer kaçaklarının bir sığınağı haline gelmiştir. Emekli yeniçerilere ise “oturak” denirdi.

Yeniçerilere atış talimlerinden başka pehlivanlık, gürz sallamak ve atmak, yüzmek gibi sporlarda yaptırılırdı. Bazen padişah da atışları ve spor gösterilerini seyre gelirdi. Atışlarda yüksek başarı gösterenler terfi ettirilirdi. Ok meydanında ateşsiz silahlar, Talimhâne’de ise ateşli silahlar için çok geniş iki atış yeri vardı. Büyüklük asırlarında atışlar, harb kadar önemliydi. Erin, subayından; düşmandan korktuğundan fazla korkması prensibi esastı ki Büyük Friedrich, XVIII.yüzyıl ortalarında bu prensiple meşhur Prusya ordusunu kurmuştur.[1]


IV. YENİÇERİ KIŞLALARI


İlk Yeniçeri kışlası Edirne’deydi. Fetihten sonra İstanbul’da iki yeniçeri kışlası yapıldı, fakat Edirne’deki ihmal edilmedi. İstanbul’daki kışlalardan biri Şehzade Camii civarında, diğeri Aksaray tarafındaydı. Bunlardan önce yapılana “Eski Odalar”, sonra yapılan ikincisine “Yeni Odalar” denirdi. Yeniçeri kışlaları kendi içlerinde her orta ve bölüğe mahsus “oda” denilen birimlere ayrılmıştı. Yeni Odalar’da ayrıca talimhane, Et meydanı, Orta camii, Mutfak, tekke, çardak. Kerevet ve imalathane gibi yerler vardı. Birçok kapısı olan yeniçeri kışlalarına gelişigüzel giriş-çıkış yapılamazdı. Yeni odalar pekçok isyana sahne olmuştur. Tarih boyunca birçok defa yanan yeniçeri kışlaları defalarca tamir görmüş, 1826 yılında kaldırılma arefesinde yerle bir edilmiştir.[2]

imparator 05-02-2007 14:25

V. YENİÇERİ İAŞELERİ ve MAAŞLARI


Yeniçerilerin iaşeleri kendilerine aitti. Her orta veya bölüğün yemek kazanı ayrı idi. Et ihtiyaçlarını belli yerden alan yeniçerilere et zamları yansıtılmaz, fazlalığı devlet sübvansiyon ödeyerek karşılardı. Buna “zarar-ı lahm” denirdi. Yeniçeri kazanları kendilerince kutsal sayılır ve isyan öncesinde bunlar Et meydanına çıkarılırdı. Buna “Kazan Kaldırma” denilirdi. Yeniçerilerden bazısına ayrıca hergün “fodula” denilen ekmek verilirdi.

Yeniçerililer acemi ocağından gelip ocak defterine kaydedilirken iki akçe yevmiye ile kütüğe yazılırlar ve sonra hizmetlerine göre gündelik artardı; en yüksek yevmiye sekiz akçeye kadar olurdu. Maaş üç ayda bir çıkar ve divan-ı hümayunda her ortaya ayrı ayrı verilirdi; bu ulûfe divanına gabele divanı denilirdi. Her orta kendisine ait maaşını meşin keseler içinde divandan alır ve omuzlarında odalarına getirirler, orada çorbacı denilen bölük kumandanları tarafından tevzi olunurdu. Bundan başka yeniçeri ocağına ara sıra ikramiyeler verilirdi.[1]


VI. YENİÇERİ ORTALARI ve SANCAKLARI


Yeniçeri ortaları bugünkü bölük veya tabur, demek olup her ortanın numarası, anahtar, kalyon, balık... gibi alâmeti vardı. Her nefer, mensup olduğu ortanın alâmetini, mürekkep ve barutla kollarına veya baldırlarına döğer, külâhında da bir pilav kaşığı bulundururdu. Her ortanın da muhtelif zabitleri vardı : Çorbacı orta kumandanı, odabaşı ikinci amir, Vekilharç idare memuru, Bayraktar bayrak taşıyan, Başeski en kıdemli zabit, Usta aşçıbaşı, Başkarakullukçu aşçı muavini, Saka su taşıyan,Karakullukçu çavuş makamında idi.[2]

imparator 05-02-2007 14:26

Yeniçeri ortalarının kendi sembolünü taşıyan flamaları vardı. Her ortaya ayrıca bir sancak verilir ve seferde bu sancak, o orta kumandanının çadırının önüne toprağa saplanırdı. Bütün ocağa şâmil iki büyük sancak ise, hazarda ve seferde kullanılan bayraklardı. Hazarda Ağa Kapısında dalgalanan sancak sarı-kırmızı idi. Seferde açılan ve çok kutsal sayılıp “İmâm-ı Âzam Bayrağı” denilen sancak ise beyaz atlastan muazzam bir şeydi. Seferde yeniçeri ağasının, o İstanbul’da ise sekbanbaşının otağasının önüne dikilirdi. Üzerine altın sırma ile Fetih âyet-i kerimesi işlenmişti.
Seferde ağanın otağı önüne, büyük sancağın yanına iki, ağa vezir ise üç tuğ dikilirdi. Büyük sancağın, beyaz olması, ocağın Sünni ve Sünniliğin şampiyonu olduğunu gösteriyordu.[1]

VII. YENİÇERİLERİN SAYISI


Yeniçerilerin XV.yüzyıl ortalarına kadar mevcudu ortalama onbin kadar olup bundan sonra Kanuni’nin vefatına kadar bu miktarın on iki bini aşmadığını görmekteyiz. Bunların orta veya bölük mevcutları bir olmayıp bir kısmında az ve bir kısmında çok efrad vardı; özellikle ağa bölüklerinden birinci kethüda bey bölüğünün mevcudu pek çoktu.


VIII. YENİÇERİLERİN CÜLÛS ve SEFER BAHŞİŞLERİ


Padişah tahta cülûs ettiği zaman sultan Yıldırım Beyazıd tarafından ihdas edilen kanun gereğince Kapıkulu ocaklarına cülûs bahşişi ismiyle para dağıtılırdı. Bu para miktarı sonralar, artmıştır. Bundan başka padişah ilk defa sefere çıkmış ise Kapıkulu ocaklarına sefer bahşişi adıyla ayrıca bahşiş vermesi de kanun oldu.[2]

imparator 05-02-2007 14:27

IX YENİÇERİ ÜNVANLARI ve SANATLARI


Yeniçeri generallerine, albaylarına ve daha bazı subaylara “ağa” denilirdi. “Ağa” büyük unvandı ve mutlak mânada “Ağalar” şeklinde kullanılırsa yeniçeri generalleri ile diğer kapıkulu ocakları generalleri anlaşılırdı. Hatta “ağavât hazarâtı” denilirdi. Hiçbir yeniçeri için “bey” unvanı kullanılmazdı. Paşa unvanı da öyle yalnız bütün yeniçerilik tarihinde 29 yeniçeri ağasına vezir gayesi verilmiştir; onlara “paşa” veya “ağa-paşa” denmiştir. Yeniçeri efendisi olan maliye tümgenerali ile yeniçeri imâmı olan din albayına “efendi” denilirdi.

Yeniçerilerin Bektaşi tarikatine girmeleri çok yaygın bir gelenekti. Ocağa “Hacı Bektaş Ocağı” denilirdi. Ocağın Hacı Bektaş Veli tarafından kurulduğu sanılırdı. Ancak Mevlevi, Halvetî, Nakşî, Melâmî olan yeniçeriler de vardır. Bektaşî tarikatı, ocakla iç içe girdiği için, II.Mahmud bu tarikatı da kapatmış, çeyrek asırdan fazla Bektaşî tekkeleri kapanmış veya gizil çalışmıştı. Yeniçeriliğin kaldırılmasını tenkıyd eden Bektaşî dervişleri cezalandırılmış, bir ikisi asılmıştır.[1]

Yeniçeriler içinde değerli şâirler ve her sahada sanatkârlar, hatta ilim adamları da çıkmıştır. Yeniçeriler, Türk halk şiirine ve musikisine çok düşkündüler, iyi saz çalanları çoktu. Yeniçeri mezar taşları, Türk taş sanatının müstesna eserleri arasındadır.

imparator 05-02-2007 14:32

X. YENİÇERİLERİN TAYİN, TERFİ ve CEZALARI


Uzun süre ocakta hizmet eden veya savaşlarda yararlılık gösteren yeniçeriler “kapıkulu savariliği” veya “timar tercihi” gibi terfilerle ödüllendirilirdi. Yeniçerilerin cezalının suçuna ve suçlunun kıdemine olurdu. Küçük suçların cezası yeniçeri odalarında, büyük suçlar ise Ağa Divanında görüşüldükten sonra verilirdi. Bu da genellikle dayak, hapis veya idam şeklinde olurdu. Sefere gitmeyen yeniçeriler cezalandırıldı.[1]


XI. YENİÇERİ İTFÂİYESİ


Tulumbacı Ocağının, görevi İstanbul yangınlarını söndürmekti. Yeniçeri ocağına bağlıydı ve yeniçeri ağasından emir alırdı. Başında “tulumbacıbaşı” denilen binbaşı bulunurdu. Gümüş miğfer giyerdi. 1804’de bu teşkilâtta 531 tulumbacı vardı. Bu Teşkilât, 1720’de Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından kurulmuştu.[2]

Bu ocağın sayısı XVIII.yüzyılın ortalarında 150’yi, sonlarında 300’ü bulmuş ve daha sonra bu sayıyı çok aşmıştır.


XII. YENİÇERİ ARŞİVİ


Yeniçeri Ocağı arşivi, yeniçeri efendisinin nezâretinde, Efendi Dairesi’nde idi. Oldukça geniş bir arşivdi. Efendi’nin emrinde 80-100 kâtip çalışırdı. Bu muazzam arşiv, Vak’a-i Hayriye’den sonra, ocağın kökünü kazımak iin, Ayasofya’da Mimar Sinân’ın meşhur çifte hamamının külhanında, bir kısmı da meydanlarda halkın gözleri önünde yakılmıştır.

imparator 05-02-2007 14:33

III. BÖLÜM

YENİÇERİ OCAĞINI ISLAH ETME ÇALIŞMALARI ve KALDIRILMASI

Yeniçeri ordusu, zamanının en üstün savaş gücüne sahip bir orduydu. Gök kubbe göçse, mızraklarımızın ucunda tutarız diye böbürlenen haçlı orduları, altı saat içinde paniğe uğratılıyordu. Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da hiçbir kuvvet karşısında barınamıyordu. Kaleler, çömlek kapları gibi parçalanıyor, Sina çölü gibi aşılmaz sahralar, kolaylıkla geçiriyordu.[1]

Ocağın kurulmasının üzerinden bir asır geçmeden ve sayıları daha 8000’den ibaretken, padişahların yeniçeri askerlerinden şikayetçi oldukları görülür. Şikayet edenler, Fatih ve Yavuz gibi önemli padişahlardır. Ocağı çok iyi düzenleyip kullanan Kanuni’nin bile bir iki şikayeti görülür. Fakat III.Murat zamanına kadar bunlar önemsizdir. Bu yıllara kadar yeniçeri, görevi ve görevleri neyse, en iyi şekilde yerine getirmiş bir sınıftır. Bir ağır piyade tümeni olarak, en büyük savaşlarda sayıları ve imkanları neyse, fedakarca kullanmışlardır. Kahraman, disiplinli, milli ve askeri geleneklere, padişaha itaata yakın derecede bağlı bir tümendir.

Kanuni’den sonra bütün kurumlarda, bir gerçek cihan devletinin getirdiği üstün nimet ve ferah alametleriyle gevşeme başlar. Fedakarlık ve disiplin duygusu zayıflar. Türk toplumunun ateşli çağı küllenmiştir. Millet bu cihan devletini gerçekleştirmek için çok yorulmuş, çok zorluklar çekmiştir. Artık işin keyfine kaçmaya başlamışlardır. Padişah ve vezirlerde bile bu durumu sezmemek mümkün değildir. Halbuki devlet, bir dakika gaflet uykusuna dalmaksızın kurulmuştur. Bu ortamdan yeniçeri ocağı da nasibini almıştır. Asker kesimi dejenere olmaya başlarsa, devlet elden gidiyor demektir. Devlet elden gidince de hiçbir şey yoktur. Onun için Osmanlı-Türk toplumu, ordunun dejenere olması üzerinde, herşeyden fazla durmuş, herşeyden fazla buna önem vermiş, orduyu ıslah edebilmek için her türlü fedakarlığa göze alabilmiştir. Bizzat padişahların davranışları böyle olmuş, ordularını düzeltmek için altın tabaklarını, gümüş şamdanlarını satmışlar, icab ettiği yerde başlarını da vermişlerdir.[2]

imparator 05-02-2007 14:33

Kanunî devrinin önemli fikir adamlarından, bizzat yeniçeri efendiliği yapmış olan Âli’nin, ocak hakkında, o zamana kadar yazılmamış şekilde, ağır tenkitlerde bulunduğu görülür. Aynı yılların büyük fikir adamlarından Şeyhulislâm ve Hâce-i Sultanî tarihçi Sadettin Efendi, uzun zaman ve çeşitli cephelerde yeniçerilerin ne yaptıklarını araştırdıktan, Haçova muharebesinde de onları gözleriyle gördükten sonra kararını verir : Bu ocak adam olmaz, ortadan kaldırılıp yeni bir ocak kurulmalıdır. Halbuki Sadettin Efendi’nin tanıdığı yeniçeri, sonraki yüzyılların yeniçerisine göre üstün niteliktedir ve çok daha disiplinlidir. Ama Efendi, Kanunî devrini yaşamış adamdır. O devirdeki kalitesini kaybetmiş askere tahammül edememektedir.[1]

Ömer Efendi “Türk ve Türkmen’den asker yazmak” fikrini Hoca Sadettin’den öğrenmiş ve bunu II.Osman’a aşılamıştır. II.Osman, ocağın kaldırılması için herşeye teşebbüs eder. Herşeyin iki dudağı arasında olduğunu sanacak kadar genç ve tecrübesiz olduğundan yeniçerilerce öldürülür.

Kardeşi IV.Murat, Koçi Bey’in tesirindedir. Koçi Bey’in tavsiyesi, ocağın ortadan kaldırılması değil, ıslah edilmesi yolundadır. IV.Murat öyle yapar. IV.Murat’ın kurduğu düzen 1644’e kadar kendisinden sonra ancak 4 yıl devam eder. Kardeşi Sultan İbrahim’in saltanatının ikinci yarısı ile IV.Mehmed’in çocukluk yılları düzenin bozulduğu devirdir. 1656’da Köprülü Mehmed Paşa iktidara gelir. Ocakta IV.Murat’ın yaptığı ıslahatı biraz daha dar bir açıdan gerçekleştirir ve bütün köprülüler onun izin takip ederler.

Lâle Devri’ni yaratan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, ocağın ıslahı gibi meselelere elini bile bulaştırmak istemez. O derecede ocağın geleceğinden ümitsizdir. Ocağın yanında ikinci bir modern asker kurmak fikri İbrahim Paşa ile başlar. Yeniçeriler bunu anlamakla gecikmezler. Çok kazan kaldırmışlardır ama, Patronu İhtilâli, en yüz kızartıcılarından biridir; açık bir medeniyet düşmanlığıdır.[2]

imparator 05-02-2007 14:34

I.Mahmut ihtiyatla adım atmasını bilen bir hükümdardır. Hem babasının, hem amcasının nasıl iki ihtilal ile tahttan indirildiğini görmüş, bu olayların içinde yetişmiştir. III.Ahmet İbrahim Paşa ekolünün takipçisidir. Teknik sınıflardan başlayarak ıslahat yapar ve yeni birlikler vücuda getirmeye çalışır.
III.Mustafa’nın (1757-1774) yeniçeriler hakkındaki fikirleri hiç de dostça değildir. Babası III.Ahmet’le amcası II.Mustafa’yı tahttan indiren bu güce karşı oldukça sert tutum gösterir. Yeni teknik sınıfları geliştirmeye büyük önem verir. Bu devir Osmanlı tarihini çok iyi bilen d’Ohsson’a göre, yeniçerilerden ıslah kabül etmediği için nefret etmektedir, eyalet askerine güvenmektedir ve yeniçeri ocağını bilerek zayıf durumda bırakmış, diğer sınıfları geliştirmeye çalışmıştır. Fakat bu tutum 1768-74 Rus harbinde kötü sonuç verir.

I.Abdülhamîd (1774-1789) ağabeyinden biraz daha ihtiyatla gene teknik sınıflar yetiştirmekten başka bir yıl bulmaz. Yeniçeriler, bu sınıflara, Mühendishâne-i Berrî Hümâyun, Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn’dan yetişen topçu, istihkâm ve deniz subaylarına diş bilerler, ama kazan da kaldıramazlar. Zira yeniçeri generalleri, hattâ albayları, padişah ve sadrazamın adamlarıdır.

Yeniçeriler yalnız başlarına değillerdir. Onları tutan ciddi bir kamuoyu vardır. Padişah ve Sadrazam, bu kamuoyunu gözden kaçırmamak durumundadır.[1]

III.Selim (1789-1807) babası II Mustafa’nın yeniçerilere karşı duygularını biliyordu. III.Selim, yalnız ordunun düzenlenmesiyle işin bitmeyeceğini çok iyi biliyordu. Bütün müesseselerin ıslahı ve yenilenmesi lazımdı. Nizâm-ı Cedîd’e başladı. Büyük mesafe aldı. Ama asilere karşı “vur” emrini verebilecek kararlılıktan yoksundu. Kardeş kanı akıtmak istemedi. Modern ordusu zamanla ortadan kalktı. Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa, bir yıl önce efendisi III.Selim’in bıraktığı yerden devam etmek istedi. Ama bunu yapacak yeterince güçte değildi.

imparator 05-02-2007 14:34

Yeniçeri ocağını kaldıracak kapasite, III.Selim’in sevgili talebesi II.Mahmud’ta vardı. Ama artık yeniçeriler işin ölüm kalım savaşı olduğunu anlamışlardı. Hükümdarın, bilhassa bu yenisinin haklarındaki fikirlerini iyi biliyorlardı. Eskimiş, çağ dışı kalmış, meselelerinden uzaklaşmış olduklarının farkında idiler. Ama talim kabul etmiyorlardı. Kabadayılık ve haraççılık daha kolaydı. Mermere avuç çalmakla işin biteceğini iddia ediyorlardı. Ama buna kendilerinin de inandığı sanılmaz. Cihanı titreten ataları, bu frenk usulü talimlerle mi yetişmişlerdi? Bu “gâvur padişah” ne yanmak isterdi? Böyle halife olur muydu? Ulemâyı kışkırtıyorlardı. Ama ulemâ da artık onların aynında değildi. Onlar da bu ocağın çok eskidiğine karar vermişlerdi, halkın yeniçerilerden nefretine karşı çıkamazlardı. İstanbul halkı,yeniçeri şerrinden sokağa çıkamaz hale gelmişti. Belli başlı bütün tüccar ve esnaf, haraca bağlanmıştı. Her orta, belirli ticaret yerlerinin “koruyucusu” idi.[1]

XVII.yüzyılın ikinci yarısında Lord Paul Ricaut, ocağın nasıl bozulduğunu anlatır. Söyledikleri şunlardır : Acemi oğlanları eskiden ortalama 6-7 yıl, daha eskiden 8-10 yıl bir talim ve terbiye geçirdikten sonra, yeniçeri neferi olabilirdi. XVII.yüzyılda bu müddetin bir yıla, hatta altı aya indiği görüldü. Esasen artık devşirme yapılmadığı için, yeniçeri çocukları ve bazı iltimaslı şehir çocukları, acemi ocağına yazılıyorlardı. Bunlar askerliği ve disiplini öğrenmeden yeniçeri olup muharebe meydanına gönderiliyor, kumandanları yumuşak olduğu takdirde, harbden kaçmak için fırsat arıyorlardı. Yeniçeri ulûfesi yüksekti ve cazipti. Böylece Anadolu’dan birçok Türk çocuğu gelip ocağı girme yolunu buldu. Yeniçeriler, İstanbul’da ticaretle de uğraşmaya başladılar ve böylece askerlik vasıflarını mühim ölçüde kaybettiler. II.Osman ocağı kaldırmak istedi, başını verdi. Kardeşi IV.Murat, herkes gibi yeniçerileri de korkutmuştu, ona karşı bir şey yapamadılar. IV.Murad ekolünün adamı olan Köprülü Mehmet Paşa ocağı düzenledi ve sayılarını indirdi. Ama gene de oğlu Ahmet Paşaya ölürken ilk fırsatta bu ocağı ortadan kaldırmasını vasiyet etti. Fakat Fazıl Ahmet Paşa, büyük dış olaylarla meşguldü. Zamanın da ocakta düzene girmişti; onun için böyle birşeye teşebbüs etmedi.[2]

imparator 05-02-2007 14:34

Vak’a-i Hayriye’nin şahidi olan ve son yeniçerileri görmüş bulunan Sir Adolphus Slade, bu olayı şöyle anlatır : “Müslümanlık ve Türklük gururu, orduda Avrupalı subayların tam sorumluluk ve salâhiyetle görev almasına mâni oluyordu. Sultan Mahmut’un büyük bir sabır ve dikkatle hazırlayıp bir günde başardığı yeniçeri ocağının kaldırılması işi sırasında, kışlalar topa tutulmuş ve bilhassa bu ocakların küçük rütbeli subayları katledilmiştir. (Büyük yeniçeri Subaylar, padişahın adamı idiler). Bu badireden sonra, yeni orduyu yetiştirmek için ayrılan subaylar, gerekli bilgi ve kabiliyete sahip değillerdi.[1]

Sonuçta Yeniçeri Ocağı XVI.yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı ordusunun talimli, mükemmel bir yaya kuvveti iken, bu tarihten itibaren bozulmaya başlamıştır. Yeniçeri ocağının bozulmaya başlaması III.Murat devrinde başlayıp, bu hükümdar zamanında devşirme kanununa aykırı olarak ocağa yabancı kişiler kaydedilmiştir. Böylece talimsiz, başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askeri teşkilat, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları tahtan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştır. Zaman zaman ocağın düzeltilmesi için yapılan çalışmalar da bir netice vermemiştir. Bu sebeple II.Mahmut devrinde 15 Haziran 1826’da ocak kaldırılmıştır. Osmanlı tarihinde bu hadise “Vak’a-i Hayriyye” olarak adlandırılır.[2]

Vak’a-i Hayriye’den 3 yıl sonra, 1829 yılında, II.Mahmut’un saltanatı tehlikeye girmiş bulunuyordu. Halkın büyük bir kısmı memnun değildi, olup bitenlerden Yeniçerilere değilse bile yeniçerilik örf ve âdetlerine mânen bağlı olan halk kitleleri, padişahın bu teşkilatı kanlı bir şekilde ortadan kaldırmasının manasını pek de anlamamıştı. Halbuki II.Mahmut, çağının en önder hükümdarlarından biridir. Devletin içinde bulunduğu geriliği görmüş, batılılaşmasına gayret etmiş, eğitim ve fen sahalarında olduğu kadar, tıp ve sanatta da başarılar kazanmıştır. Kaldırdığı Yeniçeri ocağının yerine Asâkir-i Mansûle-i Muhammediye adlı batı tarzında yeni bir askeri teşkilat meydana getirmiştir.


imparator 05-02-2007 14:35

SONUÇ


Yeniçeri Ocağı, Osmanlı Devlet Teşkilatının çok önemli bir kurumudur. Yeniçeri Ocağının iyi işlediği dönemlerde Osmanlı devleti birçok savaştan galip çıkmış ve topraklarını genişletmiştir. Yeniçeri Ocağı Osmanlı halkını da kültürel açıdan etkilemiştir. Disiplini ve gücü ile bu teşkilât birçok Avrupa devleti tarafından örnek alınmıştır. Fakat her yükselişin bir de inişi olduğu gibi Ocakta zaman içinde bozulmaya ve devlet işlerine karışmaya başlamıştır. Ocağın düzeltilmesine çalışıldıysa da sonuç vermemiştir. Padişah II. Mahmut zamanında kaldırılmış ve yerine yeni bir teşkilât kurulmuştur.

Yeniçeri Ocağının kaldırılması çabuk olduysa da, izleri kolay kolay silinememiştir.





Türkiye`de Saat: 09:16 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580