Eğitim ve Atatürk GENEL ANLAMIYLA EĞİTİM Eğitimden bahsedildiğinde, genellikle, eğitim işine eğitimci ve öğrenci olarak katılanlar; öğretmenler ve öğrenciler, çocuklar ve gençler, anaokulu öğretmen ve bakıcıları, çıraklar ve ustalar, anne-babalar ve okul yöneticileri vs. akla gelir. Yâni eğitim deyince ilk akla gelen,eğitici ile eğitilenler arasındaki kişisel ilişkilerdir. Daha açık bir söyleyişle; öğretmen ile öğrenci arasındaki karşılıklı ilişkilerin şekli ve izleri, çocuk gelişiminin ortaya çıkardığı ihtiyaçlar, eğitsel ilişkinin meydana geldiği okul ve çevre ortamı, eğitime etki eden çevre faktörleri, çocukların tecrübe kazanmaları ve yetenekleri, eğiticinin pedagojik hedefleri, kullanılan eğitim araç ve metodları ile ilgileniriz. Eğitim, toplumun sosyal kurumlarından bir tanesidir. Her çocuk belirli bir aile içinde doğar, belirli bir sosyal tabakanın dilini ve görgü kurallarını öğrenir, bir köy veya şehir ortamında büyür, ilkokulda ve öğretim sisteminin diğer okullarında okur. Küçük çocukluk yaşlarından itibaren çeşitli arkadaş çevreleri içine girerek oyunlarını bu çevreler içinde oynar, sohbet eder, bu gruplarla bütünleşir. Kitap, gazete, dergi okur; sinemaya, tiyatroya gider, radyo dinler, televizyon seyreder... Bütün bunlar insanların ve özellikle yeni yetişen nesillerin içinde yaşadıkları toplumdan etkilenme yollarından bazılarıdır. İçinde yaşanılan bu ortamlar, çocukları ve gençleri hayatın amacı, önyargılar ve değer hükümleri, tutumlar, vaziyet alışlar, bütün düşünce ve davranış yönlerinden etkiler, yönlendirir ve kalıplaştırır. İşte burada kısaca değinilmeye çalışılan toplum ile eğitsel yetiştirme arasındaki karşılıklı ilişkileri, bağlantıları ve etkilemeleri inceleyen bilim dalına Eğitim Sosyolojisi denir. Eğitim, toplum içinde cereyan eden bir sosyalleşme olgusu olarak ele alındığında, okullar ve diğer eğitim-öğretim birimleri de bu toplumsal olguyu organize ettiğinden eğitim de bir sosyal olay olarak ele alınmakta; eğitim olgusuna sosyal yönden yapılan yaklaşım ve incelemeler de Eğitim Sosyolojisi adı altında toplanmaktadır |
Eğitim Sosyolojisinin kurucu Emile Durkheim'dır. Durkheim'a göre her sosyal düzen, onu meydana getiren fertlerin dışında bağımsız olarak var olan ve kişilerin değişmelerine bakmadan devam eden bir gerçekliktir. Sosyal kurumlar birer kalıp, birer nehir yatağıdır; çocuklar ve gençler onun içinde şekillenir, oradan akıp giderler. Sosyal şekiller, bireyleri kendi istediği biçimde şekillendirmek için baskı ve zor kullanır; bu baskı ve zorlama bazı konularda ve bazı dönemlerde çok sert hissedildiği gibi, bazen de hemen hiç hissedilmeyecek kadar hafif kalır. Sosyal kurumların güçleri özellikle bu kurumların içinde geçerli olan kurallardan saptığımızda kendisini belli etmektedir… BAŞÖĞRETMEN “Yeni Türkiye’nin kurulması eğitime dayanır. En önemli ve en onurlu görevimiz eğitim işleridir. Ulusal eğitim işlerinde kesinlikle yengin olacağız.” Bağımsızlık Savaşı’nı kazandıktan sonra, ne yapmak istediğini soranlara, Atatürk’ün yanıtı, “Ulusal Eğitim Bakanı olmak” olmuştu. Türkiye’nin geleceğini eğitime dayandırması, bunu en önemli ve onurlu görev bilmesi, yenginlikle (utku, zafer) bu yolda bulunacağını vurgulaması da, eğitime-öğretime verdiği değerin göstergeleri olmaktadır. İnsanımızın yok olma konumunu varoluşa dönüştüren, güç yaşam koşullarını gönence (bolluk, refah) çeviren, dağılmış, parçalanmışlığı birlikteliğe, bütünleşmeye yönlendiren, “Sayrı (hasta) Adam”ı sağlığına kavuşturan Atatürk, ulusuna, halkına olan güvenini, “Silahıyla olduğu gibi, beyniyle de savaşım zorunda olan ulusumuzun, birincisinde gösterdiği gücü, ikincisinde de göstereceğinden kesinlikle kuşkum yoktur” sözleriyle vurgulaması, “düşün, bilinç savaşımı” nı ne denli önemsediğini göstermesi adına oldukça önemlidir. |
“Bilinçlenme süreci” nin anlamını derinden kavrayarak şöyle demiştir: “Hedefe yalnızca çocukları yetiştirmekle ulaşamayız. Çocuklar geleceğindir. Ne var ki geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler, hepsi şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki, yetiştirecekleri çocukları, bu ulusa ve memlekete görev yapabilecek, yararlı olabilecek biçimde yetiştirilsin. Hiç olmazsa yetiştirmenin gerekliliğine inansınlar.” Atatürk’ün “yetiştirme” kavramıyla dile getirmek istediği olgu “eğitim-öğretim” dir. Çocukları, gençleri önemsediği denli, günümüzde üzerinde yoğunlaşılan “anne-baba eğitimi”ni yıllar öncesinde önemseme ileri görüşlülüğünü göstermiştir. Eğitim-öğretim olgusunun önemini algılamak, bu bağlam doğrultusunda bilinçlenmek ve bunu yaşama geçirmek, işlevselleştirmek, gelecek kuşakların sağlıklı, yapıcı, olumlu bir konumda oluşmasının koşuludur Atatürk’e göre. Bağımsız bir Türkiye, gönençli bir ulus için koşul yine aynıdır: “Eğitimdir ki, bir ulusu özgür, bağımsız, ünlü ve yüksek bir toplum konumunda yaşatır; ya da bir ulusu tutsaklık ve yoksulluğa bırakır.” “Okulun sağlayacağı bilim ve teknikle Türk ulusu, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiiri ve edebiyatı bütün güzellikleriyle belirip gelişecektir” sözleriyle, Atatürk’ün eğitim-öğretim olgusuna ne denli kapsamlı yaklaştığı açık – seçik ortaya konulmaktadır. “Okul” un önemi ve değeri, eğitim-öğretimle koşut bir gelişimi içermektedir. Gelecek kuşakların çağdaş donanımla yaşama atılmasında, önce okul ortamının, bilgilenme sürecinin sağlıklı gerçekleşmesi söz konusudur. Bu süreç, salt bilgilerin ardışıklığıyla, öğrencilere aktarılmasıyla değil, bilimle, teknikle, sanatla, ekonomiyle, yazınla (edebiyat) iç içe yaşayarak olabilmektedir. Birey olabilmek, ekin (kültür) insanı olarak yaşamak, ilerici, çağdaş bir konumu içselleştirmektir. Bilgiyle sevginin bileşkesini, birlikteliğini sağlayan kişi, yaşama, doğaya, insana daha duyarlı yaklaşan, incelen, paylaşımcı olan bir konuma ulaşacaktır. Atatürk’ün üzerinde durduğu okul ortamı, böylesi düşünceleri taşımaktadır. Bu düşünceler ne denli uygulamaya geçerse, anlamlaşırsa, Türkiye’nin, Türk ulusunun da geleceği o denli aydınlık, o denli güzel ve verimli olacaktır. |
Atatürk’ün “Düşünce”ye, “Sanat”a, “Bilim”e verdiği değer, bireyin ekin insanı olmasını önemsediğini gösterirken, “Beden” sağlığına, “Spor” eğitimine verdiği değer de, iç-dış, eşdeyişle düşün-beden birlikteliğini ne denli önemsediğinin göstergesidir: “Düşüncenin gelişmesine olduğu denli vücudun / bedeni gelişmesine önem vermek ve özellikle ulusal karakteri, derin tarihimizden esinlenerek yüksek düzeylere çıkarmak gerekir.” Tarihsel gelişimimizi düşünce ve beden eğitimimizi içerir biçimde irdeleyen Atatürk, ulusal eğitimimizin olmazsa olmaz öğesi olarak gördüğü spor etkinlikleri üzerine şöyle demiştir: “Her çeşit spor etkinliklerini Türk gençliğinin ulusal eğitiminde başlıca öğelerden saymak gerekir.” Okulun işlevine derinlemesine irdeleyen, açımlayan, Başöğretmeni şu sözleri de üzerinde durulması,düşünülmesi gereken sözlerdendir: “Kurtuluş, toplumsal yapıdaki sayrılığı (hastalığı) bulmak ve iyileştirmeye çalışmakla elde edilir; ve bu, ancak bilimsel yolla olursa, iyileşme olabilir. Yoksa sayrılık yerleşir, iyi edilemez bir duruma gelir. Bir toplumun sayrılığı ne olabilir? Ulusu ulus yapan, ilerleten ve yükselten güçler vardır: Düşünce güçleri, toplumsal güçler. Düşünceler, anlamsız, temelsiz, uydurmalarla dolu olursa, o düşünceler sayrılıklıdır. Bunu gibi toplumsal yaşam, us (akıl) ve mantıktan yoksun, yararsız, zararlı bir takım inançlar ve geleneklerle dopdolu olursa kötürüm olur. Önce düşünce ve toplum güçlerinin kaynaklarını temizlemekle işe başlamak gerekir. Ülkeyi, ulusu kurtarmak isteyenler için coşkulu bir yurt sevgisi ve iyi niyet ve özveri en gerekli niteliklerdendir. Ne var ki bir toplumdaki sayrılığı görmek, onu iyileştirmek ve toplumu çağımızın gereklerine göre ilerletebilmek için bu nitelikler yeterli değildir. Bunların yanında bilim ve teknik gereklidir. Bilim ve teknik, fen yolundaki girişimleri etkinliği de okuldur. Onun için okul gereklidir. Okul adını hep birlikte saygıyla, yücelterek analım. Okul, gençlere, insanlara saygıyı, ulus ve ülkeyi sevmeyi, bağımsızlık onurunu öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en sağlam yolu belirtir”. |
Bağımsızlık, özgürlük, gönenç içinde yaşayan ve ilerleyen bir ulusu yaratmak, bunu yüzyıllar boyu geliştirerek anlamlaştırmak, Atatürk’e göre eğitim-öğretimle olabilir ancak. Aydınlık yarınların, bilinçli bir yaşamın sağlanabilmesi için eğitim-öğretimin anlamı oldukça derindir Atatürk’e göre. Halkın içinden gelen, insanını derinlemesine tanıyan, Bağımsızlık Savaşı’nı onlarla omuz omuza veren önderimiz, “İnsanlar, ancak, erekleri, düşünceleri tanınarak gönderilip ve yönetilebilir” düşüncesiyle, insanımızın sorunlarını bilmenin, yarından beklentilerini saptamanın ve ona göre bir yönlendirmenin/yönetmenin sağlanabilmesinin önemini belirtmektedir. O’na göre halkın sorunlarının, beklentilerinin gerçek çözüm yolu eğitim-öğretimden geçmektedir. Başarının yolunun eğitim-öğretimle sağlanabilmesiniyse düzen bağına (disiplin, sıkıdüzen) bağlanmalıdır: “Yaşamın her çalışma aşamasında/ evresinde olduğu gibi, özellikle öğretim yaşamında sıkıdüzen başarının koşuludur. Yöneticiler ve öğretim kadroları sıkıdüzen sağlamaya, öğrenciyse sıkıdüzene uymaya zorunludur.” Eğitim-öğretim olgusunun ne denli önemli olduğunu vurgulayan “Başöğretmen”, aynı oranda sıkıdüzene olan gereksinimi de vurgularken, öğretmenler denli öğrencilere de yoğun bir sorumluluk yüklemektedir. Öğretmenlere, özellikle “Yalınlık” ve “Törel Bilinç (vicdan)”i, en az sıkıdüzen denli salık vermektedir: “Hiçbir yengiyle benzetme onamayan (kabul etmek) bir başarının coşkusu içindeyiz. Vatandaşlarımızı bilgisizlikten kurtaracak bir yalın öğretmenliğin törel bilinçli mutluluğu, bütün varlığımızı sarmıştır.” |
Atatürk’e göre eğitim-öğretim, böylesi bir yalınlığı içerdiği denli, süssüzlüğü, baskısızlığı da içermelidir: “Eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir baskı aracı ya da bir uygarlık beğenisinden (zevk) çok, yaşamda başarıya ulaşmayı sağlayan, uygulanan ve kullanılabilen bir araç konumuna getirmektir.” Bu bağlamda üzerinde durulması gereken kavram “Başarıdır.” Başarılması istenense, daha çağdaş, daha insanca, daha ilerici, daha aydın bir ulus içerisinde yaşamak. Böylesi bir yaşamı sağlamak amaçsa, eğitim-öğretim, bu yoldaki uygulanması gereken araç olmaktadır. Bu aracın içeriğindeyse bilgi, bilinç ve özgürlük yer almaktadır. Bir yeni araç da “Bilimler Yurdu” dur. Atatürk, ilk ve orta öğretimle yetinmenin yetersizliğini, bunu aşmanın gerekliliğini şöyle ortaya koymuştur: “Arkadaşlar, Türk Ulusu yeni bir amaca doğru yürüyor. Memleketimizde uygarlığın simgesi Bilimler Yurdu (Üniversite, Darulfünun) olacaktır." Atatürk, bu sözü söyleme konumuna uzunca bir uğraştan sonra gelmiştir. Önce Latin kökünden gelen Türk harflerinin Türk diline uygunluğunu sağlama uğraşını vermiştir. Bu sözleriyse şunlardır: “Bizim uyumlu, varsıl (zengin) dilimiz, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardır kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bu gerekliliği anlamak zorundayız. Bunu anladığımızın belirtilerini yakın zamanda bütün dünya görmüş olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum.” |
Bütün dünyanın bu gelişmişliği, bu değişimi görmesi demek, uygar dünyanın yanında olduğumuzun göstergesi olmaktadır Atatürk’e göre: “Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir. Her yurttaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik görevi biliniz. Bu görevi yerine getirirken düşününüz ki, bir ulusun, bir toplumun yüzde onu okuma yazma bilirse, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bundan insan olanlar utanmalıdır. En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğrenecektir. Ulusumuz yazısıyla, kafasıyla bütün uygar dünyanın yanında olduğunu gösterecektir.” Atatürk, bir başka zaman diliminde, düşüncesini şu sözleriyle sürdürür: “Her şeyden önce her gelişmenin ilk yapı taşı olan soruna değinmek isterim. Her araçtan önce büyük Türk ulusuna, onun bütün emeklerini kısırlaştıran çorak yol dışında, kolay bir okuma-yazma açkısı (anahtar) vermek gerekir. Büyük Türk ulusu bilgisizlikten az emekle, kısa yoldan, ancak kendi güzel ve soylu diline uyan bir araçla sıyrılabilir. Bu okuma – yazma açkısı, ancak Latin kökünden alınan Türk abecesidir (alfabe). Sıradan bir deneme, Latin kökünden gelen Türk harflerinin Türk diline ne denli uygun olduğunu kentte, köyde yaşı ilerlemiş Türk yurttaşlarının ne denli okuyup yazdıklarını güneş gibi ortaya çıkarmıştır.” Uygar Türkiye’nin oluşmasında ve bugünlere gelmesinde alınan yol, Türk abecesinden bilimler yurduna (üniversite) dek süren zorlu uğraşın, yolculuğun güneş gibi aydınlığıyla anlamlaşmaktadır. Bu yolculukta "Bilim" ve "Teknik” in işlevi yadsınamaz bir gerçektir Atatürk’e göre: “Ulusumuzun, siyasal ve toplumsal yaşamında, ulusumuzun düşünce eğitiminde kılavuzumuz bilim ve teknik olacaktır. Türk ulusunun yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, olumlu bilimdir.” |
Bilimin yanı sıra “Ekin (Kültür)”i de çokça önemsemektedir Atatürk: “Yüzyıllarca süren bir dönemde yönetim savsaklamasının, devlet yapısında açtığı yaraları iyileştirmek için harcanan çabaların en büyüğünü, hiç kuşku yok ki, bilim ve ekin yolunda göstermemiz gerekecektir.” “Bilim” , “Ekin”, Atatürk’te ne denli önemli olgularsa, “Felsefe” de o denli önemlidir. İlerlemenin, bağımsızlığın koşuludur O’na göre usa uygun bir yaşam; eşdeyişle; felsefe: “Usa uygun hiçbir kanıta dayanmayan, bir takım geleneklerin korunmasında direnen ulusların ilerlemesi çok güç olur, belki de hiç olmaz. İlerleme yolunda sınırlama ve koşulları aşamayan uluslar, yaşamı usa uygun ve uygulamalı olarak göremezler. Yaşam felsefelerini geniş çapta olan ulusların egemenliği altına girmekten, onlara tutsak olmaktan kurtulamazlar.” “Asker Ordusu” vatanın yaşamını kurtarıp, Bağımsızlık Savaşı’ndan utkuyla çıkmış olsa da, bir başka orduya daha gereksinim vardır Atatürk’e göre: “Ekin (Kültür) Ordusu”na. Bunun için Atatürk diyor ki: “Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe ve mutluluğa eriştirmek için iki orduya gereksinim vardır; biri, vatanın yaşamını kurtaran asker ordusu, öteki, ulusun geleceğini yoğuran ekin ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de değerlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir. Yalnız, ekin ordusu üyeleri, sizler, vatan için öldüren, vatan için ölen, birinci orduya, niçin öldürüp, niçin öldüğünü öğreten ordunun bireylerisiniz. Ordularımızın kazandığı utku, sizin ve sizin ordularınızın kazandığı utku için yalnız olanak hazırladı. Gerçek utkuyu siz kazanacaksınız ve siz koruyacaksınız.” Ve ekliyor ardından: “Dünyanın her yerinde öğretmenler, insan topluluğunun en özverili ve en saygıdeğer unsurudur. Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” |
Eğitim-öğretim ordusunun değerini, işlevini usunda, yüreğinde bulup duyan, “Ulusal Eğitim Bakanı” olmayı isteyen, Türkiye’nin geleceğini eğitim-öğretimde gören, “Cumhuriyet, öğretmenlerden, düşüncesi özgür, törel bilinci özgür, seziş ve anlayışı özgür kuşaklar yetiştirmesini ister” diyen Mustafa Kemal Atatürk, 21. Yüzyılda da daha çağdaş, daha ilerici, daha bilinçli, daha erdemli, daha çalışkan, daha üretici, daha paylaşımcı, daha uygar ve eğitimin-öğretimin anlamını derinden kavrayan daha bilgi ve sevgi dolu kuşaklarla aydınlanan bir Türkiye’nin her zaman önderi, her zaman “Başöğretmen”i olarak yaşayacak ve yaşatacaktır. ATATÜRK , EĞİTİM VE ÖĞRETMEN Doç.Dr.Tayyip DUMAN Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi / ANKARA Kurtuluş Savaşının lideri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin temel dayanağı olan millî egemenliğin millî birlikten geçtiğini, millî birliğin ise millî kültürle sağlanacağını, bunun da ancak millî eğitimle mümkün olabileceğini çok iyi biliyor ve görüyordu. Bunun içindir ki Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Türk ulusunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracak olan millî ve çağdaş bir eğitim sistemini oluşturma ve bu kapsamda eğitimi yenileştirme çalışmalarına, daha vatanımızın düşmanlardan temizlenmeye çalışıldığı Kurtuluş Savaşı yıllarında başlamışlardır. |
23 Nisan 1920’de kurulan Büyük Millet Meclisi yalnızca bir meşru müdafaa meclisi değildi. Bu meclis millî mücadeleyi örgütlemesi yanında, toplum yapısında köklü bir reforma ihtiyaç bulunduğunu gören bir meclisti. Savaşın yanında halkın içinde bulunduğu sefaleti gidermeyi, halkın mutluluğunu sağlayacak vasıtaları temin etmeyi temel prensip olarak kabul etmişti. Bunun için başta eğitim olmak üzere toprak, maliye ve ekonomi alanlarında yenilikler yapmaya karar vermişti. Nitekim Büyük Millet Meclisi’nin oluşturduğu, aralarında Maarif Vekilinin de yer aldığı İcra Vekilleri Heyeti’nin programında eğitime de geniş yer verilmişti. 9 Mayıs 1920’de Mecliste okunan ilk programda eğitim alanında yapılmak istenenler açıklanırken, eğitim kurumlarının bilimsel ve modern esaslara göre yeniden düzenleneceği, millî mizacımıza, tarihî, coğrafî ve sosyal özelliklerimize uygun yeni, bilimsel ders kitapları hazırlanacağı belirtilmektedir. Ancak programı okuyan Maarif Vekilinin de belirttiği gibi, o yıllarda mevcut okulları iyi idare etmekten başka yapılacak bir şey yoktur. Nitekim uygulamada öyle olmuş, bunda bile bin türlü güçlükle karşılaşılmıştır. Fakat Mustafa Kemal Paşa, eğitim meselelerinin ele alındığı toplantıların düzenlenmesini sağlamış, bu ve benzeri toplantılarda yaptığı konuşmalarda, kurmayı düşündüğü eğitim sisteminin ilkelerini tek tek açıklamıştır. |
Bu toplantılardan ilki, 15-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Millî Eğitim Kurultayı adıyla Ankara’da top sesleri arasında yapılır. Mustafa Kemal, kurultay çalışmalarına yön vermek amacıyla eğitimle ilgili ilk önemli konuşmasını işte bu toplantıda yapar. Özetle şu konular üzerinde durur:
|
M. K. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında, Cumhuriyet eğitimine yön veren ikinci önemli konuşmasını 1 Mart 1922’de Birinci Dönem Üçüncü Toplantı Yılını açarken yapar. Konuşmasında özetle şu görüşlere yer verir:
Okul; genç beyinlere, insanlığa saygıyı, ulus ve yurt sevgisini, bağımsızlık şerefini öğretir. Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğrenimin sınırı ne olursa olsun, onlara temel olarak ; ulusuna, Türkiye Devletine ve Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla savaşma gereği öğretilmelidir. |
Atatürk bu konuşmasında öğretmenlere ise şöyle seslenir: Öğretmenler, ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için, yalnızca bir zemin hazırladı... Gerçek zaferi siz kazanacak ve yaşatacaksınız ve mutlaka başarıya ulaşacaksınız. Atatürk bir başka konuşmasında da, "Muallimler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır." diyerek öğretmenin misyonunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Atatürk’ün yukarda özet olarak verilen eğitime ilişkin görüş ve direktiflerinin başta Meclis tarafından alınan kararlar olmak üzere, bütün kararlara yansıdığı görülmektedir. Nitekim, Cumhuriyetin ilânından yetmiş beş gün önce, 14 Ağustos 1923’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okunan İcra Vekilleri Heyeti Programında, eğitimde izlenecek politika ve yapılacak işlerin, Atatürk’ün görüşleri yönünde şu şekilde belirlendiği görülür: |
1. Maarif siyaseti "birlik" esasına dayanacaktır. 2. Maarifin başlıca üç görevi vardır. Bunlar, çocukların yetiştirilmesi, halkın eğitimi, millî güzidelerin yetiştirilmesidir. 3. Maarifin bu görevleri yapabilmesi için gerekli vasıtalar temin edilecektir. Bunun için öğretmenlerin yetiştirilmesine, binaların ıslahına ve ders aletlerinin teminine çalışılacaktır. 4. Hükûmet bütün eğitim kademelerinin gelişimi için azami gayreti gösterecektir. 5. Kadınlarımızın eğitimine erkekler kadar önem verilecek ve bu amaçla kız ilköğretmen okulları, kız liseleri ve kız sanayi okulları açılacaktır. Cumhuriyetin ilk on beş yılını kapsayan dönemde, Atatürk’ün görüşleri doğrultusunda, 18’i temel ve genel olmak üzere, 39 eğitim yasasının çıkarılarak önemli eğitim reformlarının gerçekleştirildiği görülür. |
Bu yasalardan ilki olan ve 3 Mart 1924’de çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile; toplumumuzda ulusal birliğin, millî egemenliğin ve millî kültürün sağlanmasında en büyük engel teşkil edecek olan; amaç ve yapı yönünden büyük farklılıklar gösteren, ayrı dünyalara insan yetiştiren medrese, mektep ve azınlık okullarından oluşan çeşitliliğe son verilerek öğretimde birlik sağlanmıştır. Medreseleri kapatarak geri kalan bütün eğitim kurumlarını Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlayan bu yasa ile, aynı zamanda eğitimin lâikleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bunu diğer eğitim yasaları izleyerek Türk Millî Eğitim Sisteminin yasal temelleri oluşturulmuştur. Görüldüğü gibi Cumhuriyetimizin ve devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, daha bağımsızlık mücadelesinin yürütüldüğü Kurtuluş Savaşı yıllarında eğitimle yakından ilgilenmiş, istikbalimizin yegâne teminatı olan çocuk ve gençlerimizi yetiştirecek millî eğitimimize ilişkin ilkeleri her vesileyle açıklamıştır. Çünkü Atatürk gerçek kurtuluşun eğitimle mümkün olacağına inanmaktadır. Atatürk toplumun ve çağın icaplarına uygun, diğer bir ifadeyle millî ve çağdaş bir eğitimi, ulusal birliğin sağlanmasında ve Türkiye’nin kalkınarak her alanda modernleşmesinde en etkili bir araç olarak görmüştür. |
Atatürk Cumhuriyet öğretmenlerine de bu kapsamda önemli görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Ulusumuzun ve Cumhuriyetimizin geleceği için en büyük teminat olarak gördüğü ve çok sevdiği Türk gençliğini yetiştirmeyi öğretmenlere bırakmıştır. Onun idealindeki gençlik, ahlâklı, kültürlü, memleket sorunları ile ilgili, millî karakteri temsil eden, çalışkan ve vatansever bir gençliktir. Atatürk nasıl bir gençlik istediğini ve öğretmenlerimizin onları nasıl yetiştireceğini de açıklamıştır: Gençler Türkiye’nin bağımsızlığını koruyacak, Cumhuriyeti koruyup yükseltecek biçimde yetiştirilmelidir. Gençler, Cumhuriyetin ihtiyacı olan, "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller olarak yetiştirilmelidir. Gençliğe millî bir eğitim verilmelidir. Gençlik mutlaka ülkü sahibi, çalışkan, hassas ve vatanperver yetiştirilmelidir. Gençlik, gerçek bilimin ışığı altında yetiştirilmelidir. Gençlik, memleketle ilgili, ekonomik hayatta başarılı olacak biçimde yetiştirilmeli, gençliğe işe yarar ve üretici bir eğitim verilmelidir. Gençliğe kuvvetli bir fazilet, düzen ve disiplin duygusu aşılanmalıdır. Öğretmenler halkı cehaletten kurtarmalı, onun bilgi ve ahlâk düzeyini yükseltmeli, kabiliyetleri ortaya çıkarıp geliştirmelidir. |
ATATÜRKÜN EĞİTİM HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır. 1923 Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır. 1927 Milli eğitimde süratle yüksek bir seviyeye çıkacak olan bir milletin, hayat mücadelesinde maddi ve manevi bütün kudretlerinin artacağı muhakkaktır. Milli eğitim ışığının memleketin en derin köşelerine kadar ulaşmasına, yayılmasına özellikle dikkat ediyoruz. 1924 En önemli ve verimli vazifelerimiz milli eğitim işleridir. Milli eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek vücut ve tek düşünce olarak bir program üzerinde çalışması lazımdır. Bence, bu programın iki esaslı noktası vardır: (a) Sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına uygun olması (b) Çağın gereklerine uymasıdır. 1922 Milli Eğitim programımızın, Milli Eğitim siyasetimizin temel taşı, cahilliğin yok edilmesidir.Cahillik yok edilmedikçe, yerimizdeyiz... Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor, demektir. Bir taraftan genel olan cahilliği yok etmeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal yaşamda bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lazımdır. Bu da ilk ve orta öğretimin uygulamalı bir şekilde olmasıyla mümkündür. Ancak bu sayede toplumlar iş adamlarına, sanatkarlarına sahip olur. Elbette milli dehamızı geliştirmek, hislerimizi layık olduğu dereceye çıkarmak için yüksek meslek sahiplerini de yetiştireceğiz. Çocuklarımızı da ayni öğretim derecelerinden geçirerek yetiştireceğiz.1922 |
Gelecek için yetiştirilen vatan çocuklarına, hiçbir güçlük karşısında baş eğmeyerek tam sabır ve dayanıklılık ile çalışmalarını ve öğrenimdeki çocuklarımızın anne ve babalarına da yavrularının öğrenimlerini tamamlaması için her fedakarlığı göze almaktan çekinmemelerini tavsiye ederim. Büyük tehlikeler önünde, uyanan milletlerin kararlarında ne kadar ısrarlı olduklarını tarih doğrulamaktadır. Silahı ile olduğu gibi kafasıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur. 1921 İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve fenni versin, fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkûm olmadığına emin olsun. 1922 Milli Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı,olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir. 1923 Okullarda öğretim vazifesinin güvenilebilir ellere teslimini, memleket evladının, o vazifeyi kendine hem bir meslek, hem bir ideal sayacak üstün ve saygıdeğer öğretmenler tarafından yetiştirilmesini sağlamak için öğretmenlik, diğer serbest ve yüksek meslekler gibi, derece ilerlemeye ve her halde refah sağlamaya uygun bir meslek haline getirilmelidir. Dünyanın her tarafında öğretmenler insan toplumunun en fedakar ve saygıdeğer unsurlarıdır. 1923 Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. 1925 Yeni nesil, en büyük Cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır. 1924 Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askeri, siyasi, idari inkılâplar sizin, sayın öğretmenler, sizin sosyal ve fikri inkılâptaki başarılarınızla pekiştirilecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister. 1924 (Öğretmenler) Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı...gerçek zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız. Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım, sizi takip edeceğiz ve sizin karşılaşacağınız engelleri kıracağız. 1922 |
Öğretmenler; yeni nesli Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır.Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir...Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. 1924 Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız! Çocuklar geleceğindir. Çocuklar geleceği yapacak adamlardır. Fakat geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler hepsi şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki, yetiştirecekleri çocukları bu millet ve memlekete hizmet edbilecek, yararlı ve faydalı olabilecek şekilde yetiştirsinler! Hiç olmazsa yetiştirmek lüzumuna inansınlar! Okullardan başka gazeteler, küçük dergiler köylere kadar yayınlanıp dağıtılmalıdır. Bizim köylümüz ne gazete ne dergi v.s. okumaz. Bilenler bilmeyenleri toplayıp, okutmayı, onlara okumayı anlatmayı bir vazife bilmelidir. 1923 Hayatın her çalışma safhasında olduğu gibi özellikle öğretim hayatında sıkı disiplin başarının esasıdır. Müdürler ve öğretim kadroları disiplini sağlamaya, öğrenci ise disipline uymaya mecburdur ATATÜRK’ÜN DİL VE KÜLTÜR ANLAYIŞI Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU |
10Kasımlar Atatürk’ün ağlanılarak anıldığı matem günleri olmaktan çıkmış, Onun yüce eserlerinin yeni kuşaklara tanıtıldığı bilgi günleri olmuştur. Cephelerin başarılı komutanı, barış günlerinin devlet, siyaset ve kültür adamı Atatürk, savaş alanlarının zaferlerini iktisadî zaferlerle taçlandırmış, tarih ve kültür çiçekleriyle de çelenkler örmüştü. 1928 yılından sonra hızla gelişen tarih, dil ve kültür atılımları, onun daha genç bir subayken hayallerini süsleyen güzelliklerin gerçekleşmesini sağlamıştır. Bir kültür adamı olan; okuduğu kadar da yazabilen Mustafa Kemal, bu alandaki görüş ve düşüncelerini olanca güzelliğiyle bizlere sunmayı başarmıştır. Okuduğu kitaplardan, ezberlediği şiirlerden yola çıkarak kendine has konuşmalar yapmış, Türk hitabet alanının güzel örneklerini ortaya koymuştur. O, 1936 yılında, “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.” derken, belki de hiçbir devlet adamının söyleyemediği bir gerçeği dile getiriyordu. Yıllardan beri süregelen her alandaki çalışmaların yanında bu vecizenin aydınlattığı yolda ilerleyerek 1936’lara gelen genç Cumhuriyet elbette sağlam temeller üzerine kurulacaktı. Önce Atatürk’ün dil anlayışına kısa bir göz atalım; bakalım o bu konuda neler istiyor, bizlerden neler bekliyor ve nelerin gerçekleştirildiğini görebilmiştir. O, dilimizden düşürmediğimiz, bugün dille ilgili kitaplarımızı süsleyen bir vecizenin de sahibidir. |
Türk bilim adamlarından Sadri Maksudî Arsal 1930 yılında Türk Dili İçin adlı eserini yayımlamıştı. Arsal, bu kitabında “dili değiştirme” ile “dili düzeltme” işlerinin ayrı ayrı şeyler olduğunu söylüyor, dilde sadeleşmenin öncüleri arasına giriyordu. Atatürk bu eseri son derece yararlı bulmuş ve beğendiğini bir küçük yazı ile Sadri Maksudî Beye iletmişti. İşte, Atatürk’ü, harf inkılâbından iki yıl sonra, dil inkılâbından iki yıl önce heyecanlandıran kitabın başına eklenen cümleler: “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişafında [gelişmesinde] başlıca müessirdir [etkendir]. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Aynı yıllarda, sonradan adı Ulus olacak olan Hakimiyeti Milliye gazetesinde bir haber yer alır. Bu habere göre Başbakan İsmet Paşa’nın yönlendirmesiyle dönemin önde gelen fikir ve sanat adamları bir araya gelerek bir sözlük ortaya koymak isterler. Bu toplantıya, o zaman adı Dârülfünun olan İstanbul Üniversitesinden de pek değerli bilim adamları davet edilir. O yıllarda “Sözkitabı” olarak adlandırılan bu sözlük çalışmasının ilk toplantısına katılanlar arasında şu adları saymak gerekir: |
Atatürk’ün de uygun bulduğu bu çalışmanın iki önemli sonucu ortaya çıkmıştır: a. Dilimizin sınırlarını çizmek ve kelime hazinesini meydana çıkarmak, b. Dilimize ve yazımıza uymayan yabancı kelimelerin yerine, Türkçe karşılıklar bulmak. Böylece dil çalışmalarında tutulacak yol gösterilmiş oluyordu. Sınırları çizilmemiş bir dilimiz vardı. Onlarca yıl önce Şemseddin Sami, “Lisanımızı tahdid edelim” (Dilimizi sınırlandıralım.) derken herhâlde bunu kastediyordu. |
Gerçi, bu çalışmalarla hedeflenen “Söz kitabı” hazırlanıp yayımlanamadı ama 1929-1930 yıllarında derlenen sözlerin bir bölümü, alfabetik sıraya konularak 1932 yılında yayımlanmıştır. Hamit Zübeyr [Koşay] ve İshak Refet [Işıtman] Beylerin yayımladığı Ana Dilden Derlemeler adlı bu eser, gelecekte hazırlanacak pek çok eserin de öncüsü olmuştur. Böylece eski sözlüklerdeki binlerce kelimenin yanında, halk ağzından derlenen kelimeler yer alacaktı. Dil İnkılâbı konusunda Atatürk’ün yürüyeceği iki yol vardı; ancak bu yollarla inkılâpgerçekleşebilecekti. 1. Kendisi var gücü ile bu iş üzerinde çalışıp soruyu temelinden öğrenmek ve ondan sonra o konudaki yaratma yeteneğini kullanmak, 2. Dil bilginlerinin gösterecekleri yollar arasında bir seçim yapmak. O, bu yolun her ikisinde de çalışmıştır. Bu çalışmaların sonucu olarak 12 Haziran 1912 tarihinde, kendisinin “Hami” başkanlığı altında, Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. “Cemiyetin reisi” Samih Rifat, “umumî kâtibi” Ruşen Eşref [Ünaydın], üyeleri ise Celâl Sahir [Erozan] ile Yakub Kadri [Karaosmanoğlu]’dir. |
Yeni kurulan dernek 26 Eylül 1932 tarihinde, İstanbul’da, Dolmabahçe Sarayı’nda, Atatürk’ün huzurunda Birinci Türk Dili Kurultayı’nı toplamıştır. Atatürk, Türk dilinin bugünkü gelişmiş ve zenginleşmiş şeklini alabilmesi için çok uğraşmış, bir hayli çaba sarf etmiştir. Bilim ve sanat adamlarının görüşlerini alırken kendisi de çeşitli görüşler ileri sürmüştür. Onun yazdığı Geometri kitabının dilimize kazandırdığı kelimeleri, bugün hâlâ kullanmaktayız. Ancak, çevresindeki dil uzmanları ile sanatkârların bu konuda gösterdikleri faaliyetler arasındaki farklılıklar dil çalışmalarında sık sık yön değişikliklerine yol açmıştır. Belki bunlar da dilin sağlıklı bir kanala akmasına yardımcı olmuştur; ancak bazı aksamaları da beraberinde getirmiştir. Gazi Mustafa Kemal’in inkılâplarının en önemlilerinden biri olan harf inkılâbı, elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık savaşından sonra kazandığı yeni bir zafer olacaktı; çünkü Türkler, dillerini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaracak ve bugün, 70 yıl öncesinin Türkçesine göre çok durulaşmış bir Türk dili ile yazacak ve konuşacaklardı. Dilimiz yeni kelimelerle zenginleşirken artık aydınlarımızın bile ne anlama geldiğini bilemediği doğu kökenli kelimeleri büyük ölçüde terk etmeye başlamıştı. Ancak, bu sefer de batıdan gelen kelimeler dilimize giriyor, yayılıyordu. Eğer Atatürk sağ olsaydı, bugün yeni bir atılımı başlatır, batı kökenli kelimelerin önüne set çekecek tedbirleri alırdı. Atatürk’ün kültür anlayışına gelince... Bu konuda onun çeşitli toplantılarda ve Büyük Millet Meclisinin açılışlarında yaptığı konuşmalara göz atmak gerekecektir. Biz, onun Konya ile ilgili görüşlerini değerlendirmek istiyoruz. |
Atatürk Konya’ya 13 defa gelmiştir. Bunlardan bazıları onun transit geçişleridir. Fakat bazılarında Konya’da uzun süre kalmıştır. Onun Konya’ya ilk gelişi 3 Ağustos 1920’ye rastlar. Konya’da iki gün kalan Mustafa Kemal 5 Ağustos günü Konya’dan şehrimizden ayrılmıştır. Son gelişi ise, güneyden Ankara’ya döner ikendir ve Konya’da birkaç saat kalır. Atatürk, bu gelişlerinde Konya’nın kültür değerlerini de inceler; onların korunmasını ister. Bazı gezilerinde sanatkârlarla da görüşür, onların görüşlerini dikkatle takip eder. Onun Konya’daki en uzun kalışlarından biri dokuzuncu gelişindedir. 18 Şubat 1931’den 1 Mart’a kadar Konya’da kalır. Atatürk bu arada Konya’daki tarihî eserlerin sergilendiği yerleri de ziyaret eder. Onların harap hâlde olmasından dolayı duyduğu üzüntüyü 20 Şubat 1931 tarihli bir telgrafla dönemin Başbakanı İsmet Paşa’ya [İnönü] bildirir. Telgrafın Konya ile ilgili bölümleri şöyledir: “Son tetkik seyahatimde muhtelif yerlerdeki müzeleri, eski sanat ve medeniyet eserlerini de gözden geçirdim.” |
“1. İstanbul’dan başka Bursa, İzmir, Antalya, Adana ve Konya’da mevcut müzeleri gördüm. Bunlarda şimdiye kadar bulunabilen bazı eserler muhafaza edilmekte ve kısmen de ecnebi mütehassısların yardımı ile tasnif edilmektedir...” “2. Konya’da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir harabî içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki Türk medeniyetinin hakikî şaheserleri kıymettar bazı mebani (binalar) vardır. Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi, Alâeddin Camii, Sahip-Ata Medrese, Cami ve Türbesi, Sırçalı Mescid ve İnce Minare derhâl müstecalen (acele olarak) tamiri muhtaç bir hâldedir.” Atatürk, telgrafın devamında bu anıtların, uzmanların ilgisiyle en kısa zamanda onarılmasını istemektedir. Yukarıda sayılan eserlerin tamamı zamanla yapılan bakım ve onarım çalışmalarıyla kurtarılmış ve bugün oldukça sağlam yapılarıyla yerli ve yabancı gezginlerin ilgisini çekmektedir. Atatürk’ün, hepimizin bildiği, sanatkârı öven bir sözü vardır: “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.” Bu anlamlı söz, 17 Mart 1923 tarihinde Adana’da esnaflarla yapılan bir toplantı sırasında söylenmiştir. Pek çokları bu vecizedeki “sanat” kavramını, resim, müzik, heykeltraşlık gibi gibi güzel sanatları olarak anlamaktadır. Oysa bu sözlerin söylendiği topluluk bir esnaf topluluğudur. Aralarında zanaatkârların da bulunduğu bu topluluğa hitaben yapılan konuşmada kastedilen de zanaatkârlardır. Bu yanlışlığı bir defa daha düzeltmek isteriz. |
Ancak Atatürk’ün sanatkârlarla ilgili pek güzel sözleri de vardır. Yazarları, şairleri, bestekârları, ressamları, heykeltraşları, kısaca sanatın bütün dallarıyla uğraşanları nasıl takdir ettiğini, onları nasıl yüreklendirdiğini biliyoruz. Bu konuda, şu örnek olay onun olaylara bakışını ortaya koymaktadır. O, bir tiyatro oyununu seyrettikten sonra, sanatçılarla görüşmüş ve onları şöyle değerlendirmiştir: “Sizleri çok takdir ederim. İnkılâbımızda sizin de mühim hizmetleriniz vardır. Şimdiye kadar gördüğüm temsiller içinde sizin temsilleriniz gibi muntazam ve sanatkâranesini seyretmemiştim; sanatınızı meslek ittihaz ederek azmetmenizi, arkadaşlarınızla samimi olarak geçinmenizi bilhassa tavsiye ederim. Sizin en büyük hizmetiniz Anadolumuzu baştan başa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanız olacaktır. Turnelerinize muntazaman devam ediniz.” Onun şairleri nasıl yüreklendirdiği, İstanbul’un ünlü meydanlarına Türk büyüklerinin anıtlarının diktirilmesini istemesi, konservatuvar heyetlerini koruması, kısaca sanatın bütün dallarına koruyucu kanatlarını germesi, önde gelen özelliklerindendir. Herhâlde onun bu konudaki en önemli sözü şu olmalıdır: |
“Efendiler, hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz; fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.” Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzünü ağartan ne kadar kültür kurumu varsa hepsi Atatürk’ün sağlığında, onun ısrarlı çabaları sonucunda kurulmuştur. Müzesinden tiyatrosuna, operasından konservatuvarına, hepsinde onun izleri vardır. Bugün bazı sanat ve kültür dallarında sesimizi duyurabiliyorsak, bu, onun attığı temellerin üzerine yükselen binalar olabilmektedir. Günümüzün gençleri onun eserlerini, ancak iyi öğretilebilirse kavrayacaktır. Dilimiz ve kültürümüz, zaten var olan cevherine Atatürk’ün kazandırdığı yeni bir ruh ve yeni bir ivme ile gelişmiş, bugün gurur duyacağımız bir seviyeye gelmiştir. Ancak batıdan alınan kelimelerle yabancı kültürlerin etkileri bizi yeniden bir şeyler yapmaya yönlendirmelidir. Bu konuda, Atatürk’ün direncini göstermek zorundayız. “Dünya dil âlimlerinin Türk âlimleriyle beraber çalışmaları, dil ilminin şimdiye kadar hâlledemediği birçok güçlüklerin hâllini kolaylaştıracaktır. Bundan, büyük hakikatler de meydana çıkacaktır”. ATATÜRK |
EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR * TEVHİD-İ TEDRİSAT ( ÖĞRENİM BİRLİĞİ ) KANUNU’NUN KABULÜ ( 3 MART 1924 ) * MEDRESELERİN KAPATILMASI * ÇAĞDAŞ EĞİTİM VE ÖĞRETİM KURUMLARI’NIN AÇILMASI * ARAP HARFLERİNİN KALDIRILARAK YENİ TÜRK ALFABESİ’NİN BENİMSENMESİ ( 1 KASIM 1928 ) * 1933 ÜNİVERSİTE REFORMU * TÜRK TARİH KURUMU’NUN KURULMASI ( 15 NİSAN 1931 ) * TÜRK DİL KURUMU’NUN KURULMASI ( 12 TEMMUZ 1932 ) * GÜZEL SANATLAR ALANINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR ÖNEMİ : EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILAPLARLA,EVRENSEL DEĞERLERİ BENİMSEMİŞ,AKLI VE BİLİMİ TEMEL HAREKET NOKTASI OLARAK ALAN,ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ’NE BAĞLI,VATANDAŞ OLMA BİLİNCİNE ERİŞMİŞ,CUMHURİYETİN TEMEL NİTELİKLERİNİ BENİMSEMİŞ VE BUNU BİR YAŞAM BİÇİMİ HALİNE GETİRMİŞ ,ÇAĞDAŞ VE MODERN BİR İNSAN TİPİ VE TOPLUM OLUŞTURMAK AMAÇLANMIŞTIR. TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU ( ÖĞRENİM BİRLİĞİ KANUNU) Kanun Numarası : 430 Kabul Tarihi : 3 Mart 1340 (1924) Madde 1. Türkiye’deki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır. Madde 2. Şer’iye ve Evkaf Vekaleti veya özel vakıflar tarafından yönetilen bütün medrese ve okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Madde 3. Şer’iye ve Evkaf Vekaleti bütçesinde, okullara ve medreselere ait olan birikimler, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesine devredilecektir |
Madde 4. Milli Eğitim Bakanlığı’nca, yüksek din uzmanları yetiştirmek için, Üniversitede bir ilahiyat fakültesi açılacak ve imamet ve hatiplik gibi dini hizmetlerin görülebilmesi için de ayrı okullar açılacaktır. Madde 5. Bu yasanın yayımı tarihinden başlayarak genel eğitim ve öğretimle görevli olup, şimdiye keder Milli Savunmaya bağlı olan askeri ortaokul ve liseler ile, sağlık bakanlığına bağlı olan yetim yurtları bütçeleri ve eğitim kadroları ile birlikte Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.Bu ortaokul ve liselerde bulunan eğitim gruplarının bağlantıları, bundan sonra ait oldukları bakanlıklar arasında değişiklik suretiyle düzenlenecek ve o zamana kadar orduya bağlı olan öğretmenler orduya bağlılıklarınık sürdüreceklerdir.t Madde 6. Buü yasar yayımık tarihindene geçerlidir.r Madde 7. Bug yasanıne yürütülmesindenç hükümete sorumludur |
TÜRK HARFLERİNİN KABUL VE TATBİKİ HAKKINDA KANUN Kabul Tarihi : 1.11.1928 Madde 1. Şimdiye kadar Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ekteki cetvelde şekilleri gösterilen harfler ( Türk Harfleri ) unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir. Madde 2. Bu kanunun neşri tarihinden itibaren devletin bütün daire ve müesseselerinde ve bilcümle şirket, cemiyet ve hususi müesseselerde Türk Harfleri ile yazılmış olan yazıların kabulü ve muameleye konulması mecburidir. Madde 3. Devlet dairelerinin herbirinde Türk Harflerinin, devlet muamelatına tatbiki tarihi 1929 kanunusanisinin ( Ocak ) birinci gününü geçemez. Şu kadar ki, evrakı tahkikiye ve fezlekelerinin ve ilamların ve matbu muamelat cetvel ve defterlerinin 1929 Haziran iptidasına ( başlangıcına ) eski usulde yazılması caizdir. Verilecek tapu kayıtları ve senetleri ve nüfus ve evlenme cüzdanları ve kayıtları ve askeri hüvviyet ve terhis cüzdanları 1929 Haziran iptidasından itibaren Türk Harfleri ile yazılacaktır. |
Madde 4. Halk tarafından vaki müracaatlardan eski Arap harfleriyle yazılı olanların kabulü 1929 Haziranının birinci gününe kadar caizdir. 1929 senesi Kanunuevvvelinin iptidasından ( Ocak ayının başlangıcından ) itibaren, Türkçe hususi veya resmi levha, tabela, ilan, reklam ve sinema yazıları ile kezalik Türkçe hususi, resmi bilcümle mevkut, gayri mevkut gazete, risale ve mecmuaların Türk Harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir. Madde 5. 1929 Kanunusanisi iptidasından itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk Harfleriyle basılması mecburidir. Madde 6. Resmi ve hususi bütün zabıtlarda 1930 Haziranı iptidasına kadar eski Arap harflerinin stenografi makamında istimali ( kullanılması ) ceizdir. Devletin bütün daire ve müesseselerinde kullanılan kitap, kanun, talimatname, defter, cetvel, kayıt ve sicil matbualarının 1930 Haziran iptidasına kadar kullanılması caizdir. Madde 7. Para ve hisse senetleri ve bonolar ve esham ve tahvilat ve pul ve sair kıymetli evrak ile hukuki mahiyeti haiz bilcümle eski vesikalar değiştirilmedikleri müddetçe muteberdirler. |
Madde 8. Bilumum bankalar, imtiyazlı ve imtiyazsız şirketler, cemiyetler ve müesseselerin bütün Türkçe muamelatına Türk Harflerinin tatbiki, 1929 kanunusanisinin birinci gününü geçemez. Şu kadar ki, halk tarafından mezkur müesseselere 1929 Haziran iptidasına kadar eski Arap harfleriyle müracaat vaki olduğu taktirde kabul olunur. Bu müesseselerin ellerinde mevcut eski Arap harfleriyle basılmış defter, cetvel, katalog, nizamname ve talimatname gibi matbuaların 1930 Haziranı iptidasına kadar kullanılması caizdir. Madde 9. Bütün mekteplerin Türkçe yapılan tedrisatında Türk Harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat icrası memnudur. Madde 10. Bu kanunk neşrit tarihindenü muteberdir.r Madde 11. Buk kanunune ahkamınır icraya,g İcrae Vekilleriç Heyetie memurdur.r |
TÜRK DİL KURUMUNUN KURULUŞU |
Anadolu ulusal eyleminin yarattığı Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk hükümet izlencesinin millî eğitimle ilgili bölümüne “halk kitlesinden lügatları toplayarak dilimizin kamusunu yapmak” deyimi konarak dil konusuna verilen önem belirtilmiştir. Ancak ilk yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın başarılması en büyük ve tek amaç olduğu için izlencede böyle bir görevin yer almasına karşın konu üzerinde durulamamıştır. Aslında Türkçe’nin unutulur hale gelmesinin “Kaba Türkçe” olarak anılmasının, en büyük nedeni Osmanlı dönemi boyunca medreseler olmuştur. Buralarda okutulan dil Arapça, Farsça, Osmanlıca olduğu, Kur’an dili Müslüman dili sayıldığı için Türkçe ile devlet uzaktan yakından ilgilenmemiştir. 1924’te Türkçe için en büyük engel sayılan medreseler kaldırılmış, yeni alfabenin kabulü ve ulus okullarında halkın anlayacağı dille öğrenimin sürdürülmesi tüm okulların Milli Eğitim Bakanlığına bağlanması, böylece eğitimde birliğe gidilmesi sonucu dille ilgili çalışmalar daha da yoğunlaşmış ve sonunda 12 Temmuz 1932’de gene Mustafa Kemal’in önerisi ile o günkü adı “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” olan Türk Dil Kurumu kurulmuş ve 26 Eylül 1932’de ilk Dil Kurultayı toplanmış, dil üzerinde yapılacak çalışmalar bir izlenceye bağlanmıştır. |
Türk Dil Kurumunun çalışmaları boyunca halk dilindeki tüm sözcükleri toplanmış, eski yazılar, kitaplar taranarak bunlardaki sözcükler bir araya getirilmiş ve bu çalışmalar ciltler tutan kitaplar halinde Kurumca yayınlanmıştır. Eğer bugün tüm öğretim kurumlarında okutulan derslerin kitaplarında; tüm öğretim kurumlarında okutulan derslerin kitaplarında; tüm devlet yazışmalarında, özel ya da devletin yayınladığı kitaplar, gazeteler, dergilerdeki dil tüm yurttaşlar tarafından anlaşılabiliyorsa bu Cumhuriyetle başlatılan dil çalışmalarının, sözcük üretme çabalarının sonucudur. Dilde Türkçe ye dönüş, Türk dilini geliştirme, öz benliğine kavuşturma atılımı Türk devriminin ulusçu, halkçı, lâik ve devrimci ilkelerinin gereğidir. Dilde Türkçecilik akımı devrimin halka, tüm ulusa benimsetilmesinde, ulusal ekinin, Kemalizm düşünüsünün yaygınlaştırılmasında, halkla aydın kesimin birbirini anlar hale gelmesinde; dil yönünden yönetenlerle yönetilenler arasındaki yabancılığın giderilmesinde en büyük etken olmuştur. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşıp en uzak yurt köşelerine kadar ulaşması, tüm yurttaşların kadını ve erkeğiyle okur yazar hale gelmesi bu akımı daha da güçlendirecek ve Türk dili türetilecek yeni sözcüklerle gelişen bilim ve uygulayımbilim alanında da yeni sözcüklere ve kavramlara kavuşacaktır |
Türkiye`de Saat: 03:18 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2