![]() |
Sacoğulları SACOĞULLARI Sacoğulları ailesi aslen Uşrusana menşeyilidir.[1] Ailenin İslam devleti hizmetinde faaliyet gösteren ilk temsilcisi Ebu Sac Divdat b. Yusuf Divdest[2]’in ne zaman memleketini terk ettiği bilinmemektedir. Muhtemelen halife Me’mun zamanında Ahmet b. Ebi Halid’in 207 (822-823) yılında Uşrusana’yı fethetmesi üzerine ülkesini terk etmesi zorunda kaldığı sanılmaktadır. Ebu Sac’ın Türk olduğuna dair kaynaklarda açık bir bilgiye rastlanmaz. Ancak bu aile hakkında bilgi veren çağdaş tarihçiler, kaynak göstermemelerine rağmen, onların Türk asıllı olduklarını tereddütsüz kabul etmektedirler.[3] Maveraun nehir ve Batı Türkistan, VII asrın sonlarından itibaren Türklerin elinde bulunuyordu. Taşkent, Semerkand, Fergana, Buhara ve Uşrusana bölgelerinde Göktürklere bağlı Türk beylikleri bulunuyordu. Bu siyasi hakimiyet yanında nüfus çoğunluğu da Türkler’den meydana geliyordu.[4] Halife Me’mun’nun, Türkler’den askeri birlikler meydana getirdiği sıralarda[5] hilafet ordusu saflarına katıldığı anlaşılan Ebu’s-Sac’ın bu halife zamanında ismini duyuracak bir faaliyetine rastlanmamaktadır. Ancak Halife Mu’tasım’ın Babek isyanını bastırmaya memur ettiği Afşin’in maiyetinde küçük bir birlik komutanı olarak bu harekata katıldığı, kaynaklarda onun ilk askeri faaliyeti olarak geçmektedir. Afişinin komutasındaki birliklerin iki yıllık bir mücadeleden sonra Babek’in merkezi olan el-Bazz şehrini ele geçirmeleri üzerine artık kurtuluş ümidinin kalmadığını gören; Babek daha önce mektuplaştığı Bizans imparatorluğunun himayesine sığınmak maksadıyla el-Bazz’da sokak muharebelerinin bütün şiddetiyle devam ettiği bir sırada bu karışıklıklardan faydalanarak kaçmaya Muaffak oldu. Çarpışmaların sona erip Babek’in kaçtığını fark eden Afşin, Ebu Sac komutasında 400-500 kişilik bir birliği onu takibe memur etti. Ebu Sac Ermeniye bölgesinde Babek’e yetişti ise de yapılan çarpışmada onu yakalayamadı. Ancak kardeşini, annesini, karısını ve komutanı Muaviyeyi esir alırak Afşine gönderdi. Bundan sonra da takibe devam eden Ebu Sac nihayet 10 Şevval 222 (15 Eylül 837) tarihinde Babek’i yakalayarak bu kıymetli esiri ile beraber Berzend’de bulunan Afşin’in yanına geldi. |
Ebu’s-Sac’ın Halife Mutasım zamanında katıldığı ikinci askeri harekat, Mazyar b. Karinin isyanının[1] bastırılmasına bir birlik komutanı olarak iştirak etmesidir. 224 (839) yılında Abbasi Halifesine ödediği vergiyi keserek Taveristan da isyan bayrağını açan ve kısa zamanda kuvvetlenen Mazyar üzerine Horasan valisi Abdullah b. Tahir gönderildi. İsyanın bütün Taveristan’a yayılması üzerine Abdullah b. Tahir komutasındaki birlikler bölgeyi doğu ve güney doğu taraflarından muhazara altına aldı. Halife Mutasım da merkez ve diğer eyaletlerden topladığı kuvvetleri üç ayrı koldan Taveristan’a sevk etti. Halifenin gönderdiği birliklerden birisinin komutanı Ebu’s-Sac olup el-Laris ve Dunbavend cephesinden Taveristana girmesi emredilmişti.[2] Ebu’s-Sac’ın Mazyar’ın yakalanarak isyanı sona ermesine kadar askeri harekata katıldığı anlaşılmaktadır. Babek isyanı bastırmaya memur edildiği zaman Azerbeycan ve Ermeniye valiliğine de tayin edilen Afşin, isyanın bastırılmasından sonra Samerraya dönünce Azerbeycan’nın idaresini, vekili sıfatıyla akrabası Mengü-çur’a bırakmıştı. Fakat çok geçmeden Mengü-çur, etrafına topladığı kuvvetlere güvenerek isyan etti.(224-839) Halife Mutasım Afşin’den isyanın bastırılmasını istedi. Ebu’s-Sac’ın bir kenara itilmesi onun başarısızlığının ziyade Afşin’e olan yakınlığı ile ilgili olmalıdır. Bilindiği gibi Uşrusana hükümdar ailesinden olan Afşin, Halife Me’mun ve Mutasım devirlerinde büyük askeri başarılar kazanmış ve bunun neticesi olarak bilhassa ordu içinde büyük bir nüfus sahibi olmuştu. Onun nüfus ve itibarını çekemeyenler çeşitli bahaneler uydurarak neticede hapse atılmasını ve ölüme terk edilmesini sağlamışlardır.[3] Aslen Uşlusana’lı olması ve Afşin’nin maiyetinde temayüz etmesi aynı zamanda Afşin’e olan yakınlığı sebebiyle Ebu’s-Sac Afşin’nin bertaraf edilmesinden sonra herhangi bir göreve getirilmemiştir. Bu durum, sacoğulları hakkında araştırma yapmış olan tarihçileri yanıltmış olmalıdır ki, bunlar Ebu’s-Sac’ı Halife Mütefellik’in komutanı olarak kabul etmişler ve onun Mutaassım devrindeki askeri faaliyetlerinden hiç bahis etmemişlerdir.[4] Halife Mütefekkilin son yıllarına doğru Ebu’s-Sac ın idari kadrolarda görev aldığını görmekteyiz. 242 (856-857) yılında Ebu’s-Sac Halife Mütevekkil tarafından Tarik Mekke valiliğine tayin edilmiştir.[5] Bu vazife muhtemelen Irak ve Mekke arasındaki hac yolunun bedevi Arap kabilelerinin baskınlarına karşı korunmasıdır. 251 (865) Yılında Samerra’da meydana gelen karışıklıklar sebebiyle Halife Mustainin vasif et-Türki ve Bua es-Sahir ile birlikte Bağdat’a kaçması ve Samerra da bulunan diğer Türk komutanlarının Mutezz’i halife ilan etmeleri üzerine her iki tarafta eyalet valilerini ve komutanları kendi taraflarına kazanmak için harekete geçmişlerdir.[6] Hala Tarik Mekke valiliğinde bulunan Ebu’s-Sac biri Bağdat da diğeri Samerra da iki halifenin ortaya çıktığı ve aralarında iktidar mücadelelerinin devam ettiği sırada Müstain tarafını tutmuş ve hatta valisi bulunduğu bölgede çıkan karışıklıkları Bağdat’tan gönderilen yardımcı kuvvetlerin sayesinde bastırabilmiştir. Bu başarıyı Müteakip yanında 700 süvarisi ve bir miktar esirle birlikte 26 rebiülevvel 251 (27 Nisan 865) tarihinde Bağdat’da gelmiştir. Halife Müstain ve Bağdat muhafızı Muhammed b. Abdullah b. Tahir tarafından iyi karşılandığı ve hatta ona hil’at ve kılıç verildi. Bir müddet Bağdat’ta kaldıktan sonra tekrar vazife mahaline döndü.[7] Ebu’s-Sac şehrin etrafına hendek kazdırarak savunma tedbirlerini artırdı. Diğer taraftan Muhammed b. Abdullah onlara takviye kuvvetleri gönderiyordu. Aynı yılın Recep (Temmuz-Ağustos) ayında Ebu’s-Sac ile Mutezz’in tarafını tutan Türk komutanlarından Bayık bey arasında meydana gelen çatışmalarda Ebu’s-Sac galip gelerek karşı tarafa ağır kayıplar verdirdi. |
Ebu’s-Sac’ın Kufe’deki vazifesi fazla uzun sürmemiştir. Halife Mutezz’in vasif ve boa es-Sgir’in Samerra’ya dönmelerine müsaade etmesinden sonra muhtemelen bu iki komutanın telkin ve istekeleri neticesinde Ebu’s-Sac tekrar eski vazifesine hac muhafızlığına (Tarik Mekke valiliğine) tayin edildi. 252 (866)[1] Müstain ile Mutezz arasındaki iktidar kavgaları ülke dahilinde asayişin daha da bozulmasına ve her tarafta isyanların patlak vermesine ortam hazırlamıştı. İktidar mücadelelerinin devamından faydalanan İsmail b. Yusuf el-Alevi adlı birisi Mekke’yi işgal etmiş ve onun ölümünden sonra da oğlu Muhammed aynı durumu devam ettirmiştir. Bu hal, Ebu’s-Sac’ın Tarik Mekke valiliğine yeniden tayin edilmesine kadar devam etmiştir. Ebu’s-Sac’ın Halife Mutezz tarafından Hicaz’daki bu isyanı bastırmaya memur edildiğini haber alan Muhammed b. Yusuf el-Alevi, ona karşı koyamayacağını anlayarak kaçtı. Mekke’deki bu alevi işgali kısa sürmüş, fakat şehir halkına zararı dokunmuştur.[2] 256(870) Yılında Basra civarında isyan eden Zenci köleler kısa zamanda Ubulla, Abadan ve basra’yı zaptederek Abbasi hilafeti için büyük tehlike oldular. On üç yıl kadar devam eden büyük tahribata sebebiyet veren bu isyanın bastırılması sırasında Ebu’s-Sac’ın birlik komutanı olarak harekata katıldığı görülmektedir. 26 (874-875) de Ahvaz valisi Abdurrahman b. Müflih’in Fars’a tayin edilmesi üzerine Ahvaz valiliğine Ebu’s-Sac getirilmiş ve bu bölgede faaliyet gösteren zenci komutanlarından Ali b. Eban ile savaşa memur edilmiştir. Derhal Ahvaz’a giden Ebu’s-Sac, daha buradan ayrılmamış olan abdurrahman ile birlikte Ahvaz yakınında ed-Dülab mevkiinde Zenciler ile savaşa tutuştular. Savaş sırasında Abdurrahman’ın ölmesi üzerine tek başına onlara karşı koyamayacağını fark eden Ebu’s-Sac, Asker Mükrem’e çekildi. Zenciler Ahvaz’a girerek yağma ve katliamda bulundular. Kuvvetlerini takviye ettikten sonra tekrar Zenciler üzerine yürüyen Ebu’s-Sac, onlarla yaptığı ikinci savaşı da kaybetti. Uğradığı mağlubiyetler onun azline sebep olmuş ve yerine İbrahim b. Sima et-Türki tayin edilmiştir.[3] Böylece Ebu’s-Sac’ın, Ahvaz valiliği bir yıl bile sürmemiştir. Ebu’s-Sac, Ahvaz valiliğinden azlinden kısa bir müddet sonra, Fars ve civarını ele geçirerek Bağdat’a doğru ilerlemekte olan Yakub b. Leys el-Saffar’ın yanına giderek onun hizmetine girdi. |
Ebu’s-Sac’ın İslam devleti hizmetindeki askeri ve idari faaliyetleri kırk yıl kadar devam etmiştir. Samerra devrinde halifeler ile Türk komutanları arasında devam eden kanlı mücadelelere katılmamıştır. Vazifesi icabı daima merkezden uzakta bulunması onun merkezde devam eden siyasi mücadelelere katılmasını önlemiştir. O, bu devir Türk komutanlarından Afşin, Aşnas, Boğa el-Kebir, Vasif et-Türki, Boga es-Sagir vs. gibi birinci derecede bir komutan olmamakla birlikte devlet erkanı arasında nüfuz ve itibara sahip olduğu anlaşılmaktadır. Zira ölümü müteakip oğlu Muhammed el-Afşin, onun uzun müddet idaresini deruhte ettiği Tarik Mekke valiliğine getirilmiştir. Onun tarihi şahsiyet olarak ehemmiyeti Sacoğulları hanedanının kurucusu olmasıdır. 1- Ebü Ubeydullah Muhammed el-Afşin Sacoğulları hanedanından, İslam devleti hizmetine girmiş ve hanedana ismini vermiş olan Ebu’s-Sac’ın Rebiülahır 266 (Kasım-Aralık 879) tarihinde Cundişapur’da vefat ettiği zaman geriye iki oğlu kalmıştı: Muhammed el-Afşin ve Yusuf. Uzun müddet Tarik Mekke ve bu arada Kınnesrin, Halep, Avasım ve Ahvaz valiliklerinde bulunmuş olan Ebu’s-Sac’ın Zenciler’e karşı uğradığı mağlubiyet sebebiyle valilikten azledilmesi yüzünden Safarilerin safına geçmesinden kısa bir müddet sonra tekrar Abbasi halifesinin hizmetine dönerken yolda ölümü[1] üzerine Tarik Mekke valiliği Haremeyn valiliği ile birlikte oğlu Muhammed el-Afşin’e verilmiştir.266 (880)[2] Muhammed el-Afşin’nin Haremeyn valiliğine tayin edildiği sırada Mekke, 265 (878-879) yılından itibaren bu şehirdeki birliklerin komutanlığını yapmakta olan ve daha sonra Basra civarında isyan etmiş olan Zencilerin safına katılan Ebu Muhire, İsa b. Muhammed el Mahzumi’nin kontrolünde bulunuyordu. Muhammed, 8 Zilhicce 266 (20 Temmuz 880) tarihinde el-Mahzumi ile yaptığı savaşı kazanarak onun ağırlıklarını ele geçirdi ve Mekke’yi Zenciler’in tasallutundan kurtarmış oldu. |
1- Muhammed El Afşin: Yakup’un oğludur. 880’da tahta geçmiştir. Muhammed el-Afşin (881-882) yılında Vasıt’a bağlı küçük bir kasaba olan el-Kariye’yi işgal eden Muhammed b. Ali b. Habib el-Yeşkuri adlı bir asi ile karşılaştı. Yapılan savaş da el-Yeşkuri mağlup oldu ve öldürüldü.[1] Yine aynı yıl el-Harun adıyle bilinen Alevi-nin hac yollarında, yağma ve çabul yapması üzerine Muhammed, bu asiyi bertaraf etmeye memur edildi. Onun hac yollarını emniyete almasından sonra hacc yapılabilmiştir.[2] El-Mahzumi’nin 266 yılında mağlup edilmesine rağmen, hala Hicaz bölgesindeki nüfuzu devam ediyordu. Bilhassa Cidde limanını elinde bulundurmasının Mekke için her zaman tehlike arz edeceğini bilen Muhammed el-Afşin 882 yılı başlarında Cidde’ye bir ordu gönderdi. Bu birlikler el-Mahzumi’ye ait içi silah ve diğer eşya ile dolu iki gemiyi zaptettiler ve bu bölgedeki nüfuzunu tamamen kırdılar.[3] Muhammed el-Afşin’in bu başarıları merkezde ona bir iritabar sağlamış olacak ki, Cemaziyelahir (Aralık 882-Ocak 883) tarihinde Tarik Mekke ve Haremeyn valiliğine ilaveten yine küçük çapta karışıklıkların hüküm sürdüğü Anbar, Tarik el-Fırat[4] ve Rahba valiliği de uhdesine verildi. Mısır hükümdarı Ahmed b. Tolun’un Mart 884 tarihinde vefatı, (882-883) yılında Mısır valiliğine tayin edilmiş olan İshak b. Kundacık’a [5] ismen valisi bulunduğu mısır’a salip olabilme fırsatını verdi. Bu iki muhteris komutan, Ahmed b. Tolun’un yerine Mısır tahtına geçen oğlu Humareveyh’in kendilerine karşı koyacak cesarete sahip olmadığı zannına kapılarak onun idaresindeki yerleri zaptetmek için hazırlıklara giriştiler. el-Muvaffak’a yazdıkları mektupta Tolunoğulları’nın elinde bulunan Suriye ve Filistin’i zaptetmek istediklerini, bunun için de merkezden yardımcı kuvvetlerin gönderilmesinin lüzumunu belirttiler. Bu teklifi, Ahmed b. Tolun’un Mısır’a hakim olmasından itibaren ona karşı takip etmekte olduğu politikaya uygun bulunan el-Muvaffak, yardımcı kuvvetler göndereceğini ve derhal Dımaşk üzerine yürümelerini emretti.[6] İbnü’l-Adim, bu sırada Muhammed el-Afşin’in el-Muvaffak tarafından Halep ve civarının valiliğine tayin edildiğini bildirmekte[7], ancak bu husus diğer kaynaklarca teyid edilmemektedir. Dışamk naibi, bu iki komutanla mektuplaşarak onların tarafına geçeceği bildirildi ve Humareveyh’e isyan bayrağını açtı. Halep, Hıms ve Antakya valileri kurtuluşu kaçmakta buldular. Böylece İshak ve Muhammed hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın adı geçen şehirleri kolaylıkla zaptettiler. Yalnız Şeyzer, Humareveyh’e bağlılığını devam ettiriyordu. |
Suriye’deki bu gelişmeler üzerine Humareveyh buraya bir ordu gönderdi. Mısırlı birlikler önce Suriye’nin merkezi Dımaşk üzerine yürüdüler.İshak ve Muhammed ile anlaşmış olan Dımaşk naibi bu kuvvetlere karşı koyamayarak kaçtı ve şehir tekrar Tolunoğulların’nın hakimiyetine geçti. Humareveyh’in ordusu buradan ishak b. Kundacık’ın muhasara ettiği Şeyzer’i kurtarmaya gitti. İshak, Irak’tan gönderileceği vaat edilmiş olan yardımcı birliklerin yetişmesini beklemek maksadiyle Mısırlı birlikleri oyalama taktiğine başvurdu ve bunda da başarılı oldu. Humareveyh’in ordusu kışın yaklaşması üzerine mevzilerini terk ederek kışı geçirmek için çevreye dağıldılar.[1] el-Muvaffak, oğlu Ebu’l-Abbas Ahmed (daha sonra el-Mutezid ünvanı ile halife olacak) komutasındaki bir orduyu Suriye’ye sevketti. Ebu’l-Abbas Halep’e geldiği zaman Muhammed el-Afşin vali sıfatiyle burada bulunuyordu. Onu da yanına alarak Mısır birliklerinin kalabalık bir halde bulunduğu Şeyzer’e hareket etti. Ani bir baskınla dağınık bir halde bulunan Humareveyh’in birliklerine ağır kayıplar verdirdi. Kurtulabilenler Dımaşk’a kaçtılar. Ebu’l-Abbas onları takip ederek Dımaşk önlerine geldiği zaman ona karşı koyamayacağını anlayan Mısır ordusu Remle’ye çekilmek zorunda kaldı. Burada Humareveyh’e durumu bildirerek yardım istediler. Ebu’l-Abbas da Şaban 271 (Ocak-Şubat 885) tarihinde Dımaşk’a girdi.[2] Suriye’deki bu aleyhte gelişmeler karşısında Humareveyh bizzat Suriye’ye gitmek lüzumunu hissetti. 271 yılı başlarında (884 yılı ortaları) kalabalık bir ordu ile Mısır’dan hareket eden Humareveyh, Remle’ye gelerek karargah kurdu ve beklemeye başladı. Fakat bu sırada Ebu’l-Abbas Ahmed ile Muhammed ve ishak arasında kaynakların sebebini belirtmedikleri bir anlaşmazlık çıktı ve bu iki komutan ordudan ayrıldılar. Muhammed Halep’e[3], ishak ise Rakka’ya[4] giderek buralarda durumlarını sağlamlaştırdılar. |
Muhammed ile İshak’ın ayrılmasından sonra ordusunun oldukça zayıflamasına rağmen Ebu’l-Abbas Ahmed ilerlemesine devam ederek, sayıca kendisinden çok üstün olan Humareveyh’in ordusu ile Dımaşk ve remle arasında Ebü Utrus suyu kenarında et-Tavvahin (buraya değirmenler bulunduğu için et-Tavvahin-değirmenler adı verilmektedir.) mevkiinde karşılaştı. Savaş başlar başlamaz Humareveyh korkuya kapılarak harp meydanını terk edip Mısır istikametine kaçmaya başladı. Hiç beklemediği anda galibiyet kazanan Ebu’l-Abbas, Mısır ordugahına girdi ve birlikleri yağmalamaya başladılar. Bu sırada daha önce savaş taktiği icabı pusuda bekleyen sa’d el-Aysar, Humareveyh’in çekildiğinden haberi olmadan pusudan çıkarak dağınık bir halde bulunan Irak birliklerine saldırdı. Ebu’l-Abbas, Humareveyh’in bir harp hilesi olarak geri çekildiğini ve sonrada taarruza geçtiğini zannederek kurtuluşu kaçmakta buldu. Birlikleri ağır kayıplar verdiler. Buradan Halep’e gitti fakat oradan da Muhammed el-Afşin’in mukavemeti ile karşılaştı. Son çare olarak Bizans’a karşı başarılı akınlar yapmakta olan Yazman’ın idaresinde bulunan Tarsus’a iltica etmek kalmıştı. Ancak bu şehirde de umduğunu bulamayınca, Bağdat’ta dönmek mecburiyetinde kaldı böylece Dimaşk Musul ve diğer bazı Suriye şehirleri kısa bir müddet sonra tekrar Tolunoğulları’nın kontrolüne geçmiş oluyordu. et-Tavvahin yenilgisi yıllardan beri Tolunoğulları’na karşı düşmanca bir politika takip etmekte olan el-Muvaffak’a artık kuvvet yoluyla Mısır’ı ele geçiremeyeceği gerçeğini kabul etmişti. Çaresiz Humaraveyh’in sulh teklifini kabul etti (886) Muhammed el-Afşin ile İshak b. Kundacık arasındaki iyi münasebetler. Bağdat ile Mısır arasında müteakip bozuldu. Suriye’nin büyük bir kısmını tekrar Tolunoğulları’na kaptıran bu iki muhteris komutan bu seferde kendi ellerinde bulunan bölgelere göz diktiler. Humaraveyh, Muhammed’in teklifini, Suriye de sarsılmış olan itibarını yeniden kazanmak için iyi bir fırsat adlederek harekete geçti. Önce Muhammed ve maiyetine bol miktarda para ve hediyeler gönderdi. Ve ardından da kuvvetli bir orduyla Mısır’dan ayrıldı. Balis de Muhammed ile buluştu. Hazırladıkları plan gereğince Muhammed. Fırat’ı geçerek İshak’ın bulunduğu Rakka üzerine yürüdü. Yapılan savaşta mağlup olan İshak Rakka’yı terk ederek. Daha kuzeyde Mardin kalesine sığınmak zorunda kaldı. Bundan sonra Humareveyh de Fırat’ı geçerek er-Rafika da Muhammed ile buluştu. Mısır hükümdarı, İshak’ın elinde bulunan Musul ve El-Cezire valiliklerini kendisine bağlı olmak şartıyla Muhammed’e verdi. |
Humaraveyh’in İshak ile anlaşma yapması üzerine Muhammed el-Afşin Dimaşk’ı zaptetmek için harekete geçti. Bunu haber alan Humaraveyh 17 Zilkade 274 (3 Nisan 888) tarihinde Mısır’dan yola çıktı. İki ordu Muharrem 275 (Mayis-Haziran 888) de Dimaşk yakınında Saniyetü’l-Ukab mevkiinde karşılaştı. Savaşın ilk anlarında Mısır ordusunun sağ kanadı. Ağır kayıplar vererek geri çekildi. Fakat merkez ve sol kanat birlikleri Muhammed’in sayıca az olan kuvvetlerini çember içine alarak savaşın seyrini değiştirdiler. Muhammed silah ve ağırlıklarını terk ederek Hıms istikametinde kaçmaya mecbur oldu. Humareveyh de onun Hıms’a girmesine engel olmak için bir birliği süratle yola çıkardı. Bu birlik Hıms’a daha evvel vararak Muhammed’in ağırlıklarını ele geçirerek onun da girmesine engel oldu. Bu vaziyet karşısında Muhammed Haleb’e, oradan da Rikka’ya gitmek zorunda kaldı. Fakat Humaraveyh de onun peşini bırakmıyordu. Rakka da kalmanın tehlikeli olacağını görünce Musul’a , Humaraveyh’in Beled’e gelmesi üzerine El-Haddise’ye çekildi. [1] Humaraveyh, bundan sonra onun takibine kalabalık bir ordu ile İshak b. Kundacık’ı memur etti. Kovalamaca Tekrit’e kadar devam etti. Muhammed, Dicle’yi geçerek. Karşı tarafta İshak’ı beklemeye başladı. Sayıları 20 000 civarı olan birliklerinin karşı tarafa geçmesini sağlamak maksadıyla kayıklardan bir köprü kurmaya çalışan İshak karşı tarafın oklarına maruz kalıyor ve karşı tarafa geçemiyordu. Muhammed bir gece karşı tarafın tedbirsizliğinden faydalanarak 2000 kişilik bir suvari birliği ile Musul’a hareket etti ve 4. gün buraya gelerek şehrin dışında Deyrul-ala’da karargah kurdu. İshak onun Musul’a çekildiğini fark edince tekrar takibe koyuldu. Nihayet iki ordu Musul yakınında Kasr harp mevkiinde karşı karşıya geldi. Yapılan çetin savaşta Muhammed, İshak’ın birliklerinin sayıca üstün olmasına rağmen bütün gücüyle savaşa devam etmiş ve neticede galip gelmiştir. İshak Rakka’ya çekildi. Takip sırası bu seferde Muhammed7e gelmişti. Muhammed onları oyalayarak merkezden gönderilecek takviye kuvvetlerini bekliyordu. Bu durumda nehri geçmenin mümkün olmadığını gören Humaraveyh, birkaç gün bekledikten sonra küçük bir birliği başka bir yerden Fırat’ı geçirerek Muhammed’i arkadan çevirmeye teşebbüs etti ve bunda da başarılı oldu. Hiç beklemedikleri taraftan hücuma uğrayanlar mevzilerini terk ederek Rakka’ya çekildiler. Ve böylece Humaraveyh ile İshak rahatça karşı tarafa geçtiler. Rakip kuvvetlerin ilerlemesi üzerine onlara karşı koyamayacağını bilen Muhammed el-Afşin, Musul’a çekilerek burada bir ay kadar el-Muvaffak’tan yardım bekledi. Fakat yardım gelmeyince Dicle yolu ile Bağdat’a gitmekten başka çaresi kalmamıştı. Rebiülevvel 276 (Temmuz 889) Tarihinde Bağdat’a vardı. Ve el-Muvaffak tarafından karşılandı.[2] |
Muhammed el-Afşin, Azerbaycan valiliğine tayin edilip bu bölgeye geldiği zaman Meragayı elinde bulunduran Abdullah b. Hüseyin el-Hemadani’nin mükavemeti ile karşılaştı.Taberinin Meraga hakimi[1] İbn Haldun’un ise Meraga amili[2] olarak belirttikleri bu şahıs şehir dışında onu karşılayarak durdurmaya çalıştı ise de başarılı olamadı. Ve şehre çekilmeye mecbur oldu. Şehrin kuşatılmasına ve bu kuşatmanın uzun müddet devam etmesine rağmen netice alınamadı. Birkaç yıldan beri erzak bakımından büyük bir sıkıntı içinde olan Abdullah ve adamları Muhammed’in eman vereceğini bildirmesi üzerine teslim oldular. Fakat Muhammed sözünde durmayarak mallarını zapt ve Abdullah’ı idam ettirdi. Merga’nın, Muhammed tarafından zaptı tarihini İbnü’l-Esir 280 (893-894) olarak vermekte[3] Taberi ise fetih haberinin Bağdat’a rebiülevvel 280 (Mayıs-Haziran 893) tarihinde ulaştığını kayıt etmektedir.[4] Muhammed el-Afşin, Azerbaycan valiliğine tayin edildikten sonra bir taraftan valisi bulunduğu bölgede sükuneti temin etmeye gayret sarfederken diğer taraftan da bu sırada ermeniye’deki gelişmeleri yakından takip ediyordu. Bilindiği gibi Ermeniye, Emavi hanedanı zamanında fethedilmiş ve merkez Dvin olmak üzere bir eyalet haline getirilmişti. Buraya gönderilen valiler daha ziyade vergi işleriyle meşgul oluyorlar ve eyaletin içişlerini Ermeni asilzadelerine bırakıyorlardı. Abbasiler zamanında buraya gönderilen valilerin sert tutumları ve Ermeniler’in istiklal kazanma istekleri yüzünden isyan eksik olmuyordu. Bu isyanların en tehlikelisi Halife el-mütevekkil zamanında patlak veren (852) ve Türk komutanlarından Boğa el-Kebir’in uzun ve çetin mücadeleler neticesinde bastıra bildiği isyandır.[5] 862 Yılında Ermeniye valiliğine tayin edilen meşhur İslam mücahidi Ali b. Yahya el-Ermeni sık sık meydana gelen bu isyanları önlemek ve Ermenilerin Bizans imparatorluğuna yaklaşmalarına mani olmak için Halife el-mustain’in emriyle ermeni hanedanları içinde en nüfuzlu bu isyanlarda rol oynamamış olan Bagratuni sülalesinden Aşot b. Sinbad bütün ermeni naharar ve işhanlarının başı tayin ederek. İşhanlar işhanı ünvanını verdi. Ve hil-at giydirdi.(862) Aşot’un uzun süren saltanatı esnasında İslam devletiyle itilafa düşmemesi, vergiyi zamanında ödemesi ve dahilde de karışıklığa meydan vermemesi halifeler tarafından iyi karşılanmış bu yüzden de el-Mutemit tarafından 269(882-883) yılında kral ünvanı verilmiştir.[6] |
Aşot’un öldüğü yerine oğlu Simbat’ın geçtiği yıl (890) Muhammed el-Afşin de Azerbaycan valiliğine tayin edilmişti. Simbat 891 yılında Abbas gailesini bertaraf edip iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra 892’de halifeye elçi göndererek babasının ölümü sebebiyle onun yerine kendisinin geçtiğini bildiriyor ve krallığının tasdikini rica ediyordu. Nitekim halife tarafından kral ünvanı verilmesinden bir yıl sonra, 893 yılında Bizans imparatoru VI Leona bir elçi heyeti göndererek babası zamanından beri devam eden iyi münasebetlerinin sürdürülmesini ve Bizans imparatorluğunun vaselliğini arzu ettiğini bildirdi. Leon ve Simbat arasında görünüşte bir ticaret anlaşması imzalandı. Bu aslında Müslümanlara siyasi bir ittifak idi. Bizans imparatoru Simbat’a oğlum diye hitap ediyor ve ona kıymetli hediyeler gönderiyordu.[1] Muhammed el-Afşin’in Simbat ile Bizans imparatoru ile bir anlaşma yapması üzerine ani bir baskın karşısında gafil avlanmak gayesiyle hazırlıklara giriştiği görülmektedir. Diğer taraftan Sinbad’da Muhammed ile aralarında düşmanca bir hadise geçmemesine rağmen, onu yakından takip ediyordu. Muhammed’in bazı hazırlıklara giriştiğini haber alınca kendisine bağlı nahararlara, kuvvetleriyle birlikte maiyetine gelmelerini emretti. Azerbaycan ve Ermeniye hududunda karşılaştı. İkisinin de birbirinden çekindiği görülüyordu. Kuvvetlerinin sayıca üstün olmasına rağmen Simbat hücuma geçme yerine Muhammed ile sulh yapmayı tercih ederek ona bir mektup gönderdi. Muhammed, sulh teklifini kabul etmede tereddüt göstermedi. Her ikisi de atlarına binmiş olarak birbirlerine yaklaştılar. Hediyeler verdiler ve ayrıldılar. Bu suretle çıkması muhtemel savaş önlenmiş oldu.[2] Simbat, 893 yılında Muhammed ile sulh yaptıktan ve onun Azerbaycan’a dönmesinden sonra Ermeniye eyaletinin merkezi olan ve Müslüman emirleriyle askeri garnizonun bulunması sebebiyle huzursuzluk duyduğu Dvin üzerine yürüdü. Halife tarafından kral tayin edilmesine rağmen hala İslam devletine vergi ödüyor. Ve Dvin’deki emirlerce kontrol ediliyordu. Simbat kral olduğunu ve bunun halifece de tanındığını ileri sürerek. Dvin’in kendisine bağlanması gerektiğini ileri sürüyor ve vergi ödemekten şikayet ediyordu. İşte bu düşüncesini gerçekleştirmek için Dvin önlerine geldi. Ve şehri muhasara etti. |
Müslüman garnizonu onun bu isteğine kesinlikle karşı çıkarak müdafaa tedbirleri aldı. Simbat etrafta yağma ve tahribata başladı. Müslüman birliği geceleyin ani bir çıkış hareketi yaparak hücuma geçti. Fakat hazırlıklı olan Simbat karşısında mağlup oldu. Şehir Simbat’tın eline geçti. Esir edilen Müslümanların emirleri ise sadakatini göstermek için İstanbul’a imparator VI. Leon’a gönderildi.[1] Simbat, bu başarısından kısa bir zaman sonra da Ermeniye’nin kuzeyindeki dağlık bölgede yaşayan Ermeni ve Gürcü kabileleri kendisine bağlayarak daha da kuvvetlenmiştir.(895) Aralarında anlaşmaya rağmen Dvin’i zaptetmesi ve ülkesini genişletmesi onu yakından takip etmekte olan Muhammed’i Ermeniye’ye karşı yeniden sefer yapmaya mecbur etmiştir. Çok gizli bir şekilde hazırlıklarını tamamlayıp. Nahcivana geldiği zaman Sinbad onun düşmanca bir niyet beslediğini anlayabilmiştir. Derhal kendisine bağlı İşhan ve Nahararlara haber göndererek birlikleriyle yardıma gelmelerini emretti. Ancak daha Ermeni kuvvetleri toplanamadan Muhammed, Dvin önlerine gelerek. Fazla mukavemetle karşılaşmaksınız şehri zaptetmişti. Sinbad’ın çağrısını hemen hemen bütün Ermeni prensleri kabul ettiler. Yalnız Vaspurakan (Van ve çevresi) bölgesindeki Ardzruni hanedanı, Müslümanlar ile bozuşmamak için bu çağrıya katılmadılar. Simbat dağlık bölgeye çekildi. Ermeni kuvvetleri Aragadz (Bugünkü Alagöz dağı eteğindeki Vadzan kasabasında) toplandılar.[2] İki ordu Alagöz dağı eteğinde karşılaştı. Yapılan savaşta mağlup olan Muhammed geri çekildi ve Sinbad’a sulh teklifinde bulundu. Savaşı kazanmış olmasına rağmen Sinbad, bu teklifi derhal kabul ederek. Muhammed’e kıymetli hediyeler gönderdi. Muhammed, Katolikos II. Georg’u da yanına alarak Azerbaycan’a döndü. Katolikos ancak iki ay sonra serbest bırakıldı.[3] |
Kral Sinbad Muhammed’e karşı kazandığı bu başarıdan cesaret alarak. Bu sefer de el-Cezire valisi Ahmed b. İsa b. Şeyh Eşşeybani ile mücadeleye girişti. Fakat Ahmed ile yaptığı savaşı kayıp etti.[1] Sinbad’ın bu yenilgisi Muhmmed’e Ermeniye içlerine yeniden müdahale fırsatı verdi. Ardznui hanedanını kendisine bağlamış fakat bu seferde Simbat Gürcistan Kropalatı II. Adarnasse ile ittifak yapmıştı. Hem Simbat’a uğradığı malubiyetten sonra toparlanma imkanı vermemek hem de onun Gürcistan ile olan irtibatını kesmek için Kuzey Ermeniye’ye yürüdü. Fakat bu bölgedeki Simbat’a bağlı kalmaları karşısında kralı merkezden vurmak arzusuyla Kars üzerine yöneldi. Simbat dağlık bölgede bir kaleye çekildi, Muhammed de Ermeniye’nin önemli merkezlerinden Kars’ı kuşattı. Simbat’ın karısı, gelini, diğer prensesler ve çevredeki manastırların keşişleri mahsurlar arasında bulunuyordu. Kars’taki Ermeni kuvvetlerinin komutanı Hasan Kentuni adlı birisiydi. Şehir kendisini çok iyi müdafaa etmesine rağmen kuşatmanın uzaması ve dışarıdan yardım alamaması sebebiyle teslim olmak zorunda kaldı. Muhammed, buraya iltica etmiş olan köylüleri ve bir çok ileri gelen kimselerin şehri serbestçe terk edebileceğini bildirdi. Simbat’ın karısı, gelini ve önemli şahsiyetleri esir aldı ve burada bulunan krallık hazinesine el koydu. Muhammed, Kars’ta fazla kalmayarak esir ve ganimetle Dvin’e döndü.[2] Bu hadise Muhammed el-Afşin’in harekete geçmesi için kafi sebep teşkil ediyordu. Tiflis üzerinden yürüyüşe geçen Muhammed bu devirde Müslümanların hakimiyetinde bulunan bu şehri kontrolüne aldıktan sonra süratle Sinbad’ın himayesinde bulunan Şirak (Ani Çevresi) bölgesini istila etti. Bu ani hücum karşısında gafil avlanan Sinbad Taik’e oradan da müttefiki II. Adarnasse’nin yanına kaçmak zorunda kaldı. Karşısına çıkacak bir kuvvetin olmadığını gören Muhammed, oğlu Divdat’ı Dvin’de vali ve güvendiği adamlarından Vasif el-Hadım’ı yardımcı bıraktıktan sonra Azerbaycan’a döndü.[3] Muhammed el-Afşin, Simbat ile mücadele ederken Vasburakan bölgesindeki Ardzruni hanedanıyla anlaşmış ve onları kendisine bağlamıştı. Fakat Kars’ın alınmasıyla biten seferden sonra Muhammed’in beklenmedik bir anda Vasburakan’a karşı hücuma geçtiğini görmekteyiz. Onun kış ortasında kuvvetli bir orduyla taarruza geçerek. Thornavan (Makunun güneyi) bölgesine kadar ilerlemesi üzerine ona karşı koyamayacağını bilen Ardzruni prenslerinden Sergist Aşot, Müslüman karargahına kadar girerek yeniden Vasallık anlaşması yapmak zorunda kaldı. Muhammed, Vasburakana karşı kazandığı bu kesin zaferi muteakkip buraya bir birlik bırakarak ülkesine döndü. Bundan sonra Vasıf el-Hadım’ın kaçmasına yardımcı olan Simbat’a bir ders vermek maksadıyla büyük hazırlıklara girişti. Fakat bu sırada Azerbaycan’da bir veba salgını baş gösterdi. Muhammed bu salgın sırasında 288 (901) yılında Azerbaycan’da öldü. Ölümünden önce yakınlarına yerine oğlu Divdat’ı geçirmelerini vasiyet etmişti.[4] |
1- Ebu’l-Kasım Yusuf Sacoğulları hanedanının ikinci temsilcisi, Ebu-Sac Divdat’ın oğlu Muhammed el-Afşin, Azerbaycan ve Ermeniye de 11 yıl süren yarı bağımsız bir valilikten sonra 288(901) yılında vefat ederken yerine oğlu Divdat’ı geçirmelerini vasiyet etmiş. Ancak Muhammed’in bu son arzusu yerine getirilemedi. Çünkü sahneye bu sefer Muhammed’in kardeşi Yusuf çıkmıştı.[1] Yusuf’un doğum tarihi hakkında bilinen kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlanamamıştır. Buna mukabil onun 250 (864) yılında doğmuş olduğu hakkında bir rivayetin mevcut olduğu anlaşılmaktadır.[2] Bu tarihe göre onun babası Ebu’s-Sac’ın Mekke valiliği sırasında dünyaya gelmiş olduğu düşünülebilir. Daha önce de belirtildiği gibi, hanedanın kurucusu ve Yusuf’un babası Ebu’s-Sac Divdat, halife Mütevekkil (237-247/847-861) zamanında 242(856-857) yılında el-Haremin (Mekke ve Medine) ve Tarik Mekke (Hac Yolları) valiliğine tayin olmuş, gerek Mütevekkilin karışıklıklarla dolu onun bütün karşı çabalarına rağmen Türk unsurunun devlet üzerindeki hakimiyetini geliştirdiğini hilafeti esnasında[3] ve gerekse onu takip eden beş halife devrinde, giriştiği çok yönlü siyasi faaliyet yanında bu görevini 266 (880) yılındaki ölümüne kadar elinde tutmayı başardı. Onu bu vazife de istihlaf eden Muhammed el-Afşin ise 266-269 (880-883) yılları arasında bu bölgede kalmış ve bedevilerin hac yollarında ve Mekke civarında süregelen çapulculuklarını önlemeye çalışmış ve 269 (883) de aynı bölge valiliği üzerinde kalmak üzere ayrıca el-Ambar, er-Rahba ve Tarık el-Frat valiliği de kendisine verilmişti. Halife Mutemit (256-279/870-892)’in dirayetli naivi el-Muavaffak ile çok iyi ilişkiler kurduğu anlaşılan Muhammed el-Afşin, hemen bu sırada, el-Cezire valisi İshak b. Kundacık ile birlikte Suriye’yi Tolunoğullarının işgalinden kurtarma faaliyetine giriştiği için, anlaşıldığına göre Hicaz bölgesinde asayişi ve sükunu tesis görevini kardeşi Yusuf’a vermiş yani onu kendisine vekalet etmesi için Mekke’ye göndermiş olmalıdır. |
Muhammed el-Afşin’in ölümünü müteakip Azerbaycan da meydana gelen gelişmelere Bağdat halifesi seyirci kalmaktan öteye gidemedi. Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine halife tarafından tayin edilmiş bulunan Muhammed’in ölümüyle Yusuf’un bu makamı zorla ele geçirmesine halifenin ses çıkaramaması bir taraftan merkezi otoritenin eyaletlerde tamamen zayıfladığını diğer taraftan da Sacoğullarının Azerbaycan da iyice kuvvetlenerek müstakil hareket etmeye başladıklarını göstermektedir. Nitekim Yusuf, Azerbaycan da iktidarı ele geçirdikten çok kısa bir süre sonra 289 (902) yılında Erdebil de adına gümüş dirhem bastırmıştır. Nitekim Mısır da Tolunoğullarının kurucusu olan Ahmed b. Tolun ve oğlu Humaraveyh de Bağdat halifesiyle savaş halinde olmalarına rağmen, bastırdıkları sikkelerin üstünde halifenin ismine yer vermekte idiler. Muhammed el-Afşin’in ölümünden sonra meydana gelen gelişmeleri yakından takip ettiği anlaşılan Ermeni kralı Simbat’ın bu durumdan faydalanmak isteyerek. Abbasi halifesi Muktefi ile siyasi münasebetlerini düzeltmek ve Sacoğulları tehlikesini uzaklaştırmak için harekete geçtiği görülüyor. Bağdat’a bir elçi göndererek halifeye bağlı kalacağını ve Yusuf karşısında kendisine yardım edilmesini istedi. Sacoğullarının ve bilhassa Yusuf’un müstakil hareket etmesini tehlikeli bulan halife Muktefi, Simbat’ın bu teklifini memnuniyetle kabul etti. Hatta ona krallık tacı hil-at kıymetli taşlarla süslü altın kemer murassa kılıç ve atlar gönderdi.[1] Diğer taraftan Yusuf, halifeyle Simbat arasındaki temaslardan haberdar olarak bu ittifakın gerçekleşmesini önlemek maksadıyla ve Simbat’ı Erdebil’e davet ederek halifeye karşı birlikte hareket etme teklifinde bulundu. Simbat’ın tekliflerini redetmesine çok öfkelenen Yusuf kalabalık bir orda ile Erdebil’den hareketle alışılmış yol olan Phaytakaran[2] ve Uti[3] üzerinden Taşir (Lorinin kuzeyinde ve Kür ırmağının kollarından Borçala suyunun batısı)[4] bölgesine geldi. Buradan Aşot (Akbaba) ve Ahurean (Arpaçayı)[5] vadisini takip ederek. Bakratuni Ermeni krallığının merkez eyaleti olan Şirak’a inmek istiyordu. Fakat onun Erdebil’den hareket ettiğini haber alan Simbat, bölgedeki bütün geçitleri tutarak onun ilerlemesine engel oldu. Bunun üzerine Yusuf yolunu değiştirerek daha batıdan nehir vadilerini takip etmek suretiyle gizlice Şirak bölgesine gelmeye Muaffak oldu. Ancak mevsim ilerlemiş kış yaklaşmıştı. Kış mevsiminin son derece sert geçtiği bu dağlık bölgede kalmanın ve Ermeniler ile mücadele etmenin tehlikeli olacağını düşünen Yusuf kışı geçirmek Dvin’e dönmeye karar verdi. Bu sırada Simbat Aragadz (Alagöz)[6] dağının eteğinde müstahkem Aruç kalesinde kalabalık bir ordu ile mevzilenmiş bulunuyordu. Yusuf Ermeni kralının kuvvetli bir ordu ile kendisin takip ettiğinin farkına varınca savaşı göze alamayarak Simbat ile anlaşma teşebbüsünde bulundu. Adamlarından Süryani asıllı birisini elçi olarak kralın yanına gönderdi. Hiç ummadığı bir anda sulh teklifi ile karşılaşan Simbat memnuniyetle kabul ettiğini bildirdi. |
Yusuf ile Kral Simbat arasındaki ilk münasebetler tehlikeli bir şekilde başlamasına rağmen sulhle neticelendi. Yusuf bu ilk seferi sırasında askeri bakımdan bir başarı kazanamadı. Fakat Simbat’ın halife ile kendisine karşı yapmış olduğu anlaşmayı işlemez hale getirdiği gibi ona taç göndererek kendisinin sahibi olmasını istemiş ve kral da bunu kabul etmişti. Simbat Yusuf ile aralarında anlaşma olmasına rağmen ona fazla güvenemediğinden kuvvetlerini hazırlamaya başladı. Fakat kısa bir süre sonra halife ile Yusuf’un anlaşması Simbat’ı çok zor durumda bıraktı. Simbat’ın harekete geçmemesine rağmen hazırlıklara girişmesinden şüphelenen Yusuf onu güç durumdan bırakmak maksadıyla yıllık verginin bir defada ödenmesini istedi. Simbat istenen meblağın büyük olmasına ve bunu bir defada ödeyecek durumda bulunmamasına rağmen kuvvete baş vuracak cesareti kendisinde bulamadığı için çaresiz ödeme cihedine gitti. Yusuf tehlikesin ağır vergiler ödemeye çalışan Kral Simbat Vaspurakan bölgesinde hüküm sürmekte olan Ardznui hanedanı ile ihtilafa düştü eskiden beri Ardznui hanedanına bağlı olan Nahcivan 902 yılında doğu Siunig[1] prensi Simbat’a verilmişti. 907-908 yılında Ardzruni Prensi Hacig Gagig, Kral Simbat’ın içinde bulunduğu güç durumdan faydalanmak isteyerek Nahcivan meselesini halletmeye diğer bir ifadeyle bu şehre tekrar sahip olmaya kadar verdi. İsteğinin Simbat tarafından rededilmesi üzerine Hacig Gagig daha önce kendisine hediyeler göndererek ittifak yapma teklifinde bulunmuş olan Yusuf’a baş vurarak ondan yardım istedi. Yusuf Ermeniye’nin ikiye bölünmesinde baş rolü oynamasına rağmen. Bu iki rakip arasında hakem rolünde görünmeye devam ediyordu. Simbat alehinde gelişen olayların farkında idi. Ancak gerek Yusuf gerekse Haçig Gagik’e karşı askeri bir harekata girişecek kuvveti olmadığını da biliyordu. Haçig Gagig’in bizzat Erdebil’e gitmesine rağmen Simbat buna cesaret edemeyerek. Elçi sıfatıyla bu devrin tarihini geniş olarak kaleme almış olan. Katholikos VI. Hohannes’i Erdebil’e gönderdi. Hohannes eserinde çok kıymetli hediyelerle emirin yanına gittiğini onun tarafından iyi karşılandığını ve Yusuf’un büyük bir memnuniyetle aldığını canlı bir şekilde anlatır. Katholikos Yusuf’u kazanmak için çok gayret sarfetmiş ise de kendi ifadesine göre de rehine olarak hapsedilmekten kurtulamamıştır.[2] |
Ermeniler’e karşı kazandığı başarılarla iyice kuvvetlenen ve ilerde kendisi için de büyük bir tehlike olacağını göz önüne alan Abbasi halifesi Azerbaycan üzerine asker sevketmeye karar vermiştir. 17 Cemaziyelahir 295 (24 Mart 908) 9tarihinde Hakan el-Müflihi komutasındaki dört bin kişilik bir ordu Bağdat’tan hareket etti.[1] Abbasi halifesi, başlangıçtan itibaren karşı çıkmasına rağmen, Cemaziyelabir 296 (Mart 909) tarihinde Yusuf’un Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine resmen kabul etmek zorunda kaldı. Yusuf’la yapılan anlaşmaya göre her yıl 120 000 dinar vergi ödemeyi taahhüt ediyordu. Böylece Yusuf sekiz yıldır fiilen elinde bulundurduğu bu iki bölgeye resmen sahip olmuş oluyordu. Halife ile olan anlaşmazlığını kısmen halleden Yusuf tekrar Ermeniye’ye döndü. Bu sırada Haçig Gagig’in kardeşi Gurgen Erdebil’e gelerek Bagratuni hanedanının elinde bulunan yerlere karşı müşterek bir sefer yapılması için teklifte bulundu. Onun dönmesinden birkaç ay sonra Haçig Gagig daha önce tesbit edilmiş hediye ve vergiler birlikte Erdebil’e geldi yapılması kararlaştırılan ortak seferin hazırlıklarını görüştüler. Haçig Gagig’e ikinci defa krallık tacı verildi. Bundan sonra ülkesine dönen Haçig Gagig hazırlıklara başladı.[2] 909 Yılı ilkbaharında büyük bir ordu ile Erdebil’den hareket eden Yusuf Nahcivan’a gelerek burada Haçig Gagik ve Gurgen komutasındaki Ermeni birliklerinin gelmesini beklemeye başladı. Birkaç gün içinde ermeni kuvvetleri Nahcivan’a vardılar. Yapılan sefer planı gereğince bir Müslüman birliği Doğu Siunig üzerine sevkedildi. Doğu Siunig hakimi Simbat ve kardeşleri kendilerine bağlı kuvvetlerle Müslümanları karşılamak için harekete geçtiler. Simbat dağlık bölgedeki yol ve geçitleri tutmak suretiyle memleketini istiladan kurtarabileceğini düşünüyordu. Yapılan çarpışmalarda ermeni kuvvetleri ağır kayıplar vererek dağlık bölgelerdeki kalelere çekildiler. Müslümanlar bütün Doğu Siunig’i ele geçirdiler. Ancak sarp dağlardaki kalelere sığınanlar. Kendilerini kurtarabildiler. Böylece Doğu Siunig Nisan 909 tarihinde Yusuf’un eline geçmiş oldu.[3] Batı Siuing’in akibetide Doğu Siunig’in akibetinden farklı olmadı. Batı Siunig’in hükümdarı II. Grigor Suphan (Kral Simbat’ın Yiğeni) Yusuf’un bu bölgeye sevketmiş olduğu kuvvetlere karşı koymaya çalıştı ise de mağlup olmaktan kurtulamadı. Bütün ümitlerini kaybetmiş olduğu halde bu sırada Dvin yakınına gelmiş olan Yusuf’un karargahına giderek ona bağlılık arzetti. |
Yusuf’un Dvin’e dönmesine müteakip Kral Simbat da başşehri Erazgavora döndü. Kışın çok şiddetli geçmesine rağmen iki rakip birbirini devamlı kontrol altında tutuyorlardı. Bu sırada Simbat’ın kardeşi Şaphu’un oğlu büyük Sprapet (komutan) Aşot, kıymetli hediyelerle birlikte Dvin’e giderek Yusuf’a bağlılık arz etti.[1] Simbat’ın maruz kaldığı tehlike ve Ermeni Prensler arasındaki rekabet üzerine Ermeni asılzadeleri Yusuf’un himayesine girerek bir mevkii kapmak için adeta yarış halinde idiler. Yusuf, 910 yılı ilk baharında kalabalık bir ordu ile Simbat’a kesin darbeyi indirmek için Dvin’den hareket etti. Vaspurakan kralı Haçig Gagig de birlikleriyle ona katıldı. Diğer taraftan Simbat’ta birliklerini oğulları Aşot Erkat ve Muşegh komutasında Yusuf’a karşı göndermiş ve bilhassa geçitleri tutmalarını emretmişti. İki kardeş Nig[2] dağlık bölgesinde Yusuf’un birlikleriyle karşılaştılar. Savaşın bütün şiddetiyle devam ettiği bir sırada Uti dağlık bölgesinden gelmiş olan ve Sevordik[3] adı verilen dağlı birliğin savaş meydanını terk etmesi Ermeni kuvvetlerinin yenilmesine sebep olmuştur.[4] Aşot Erkat birlikleriyle geri çekilip kurtuldu ise de kardeşi Muşegh’in Yusuf’un birlikleri tarafından sarılarak esir edildiği. Bir müddet sonrada Dvin’e gönderilip hapiste zehirletilerek öldürüldüğü Ermeni tarihçiler tarafından belirtilir.[5] Dsknavacar zaferi; bütün kuzey-doğu Ermeniye’nin Yusuf’un eline geçmesini sağlamıştı. Bagratuni Ermeni krallığının kontrolünde içinde yalnız Ani ve Erazgavor şehirlerinin bulunduğu Şirak bölgesi kalmıştı. Her taraftan sarılmış ve tek başına zayıf bir hale gelmiş olan Bagratuni Krallığına kesin bir darbeyi indirmek an meselesi idi. Bu sırada Batı Suinig hakimi II. Grigor Suphan Yusuf tarafından zehirletilerek öldürüldü. Kardeşleri Sahak ve Vasak ise bir gece hapisten kaçmayı başardılar. Yusuf onları yakalamak için bir müfreze sevketti. Emir Yusuf, Ermeniye’deki harekatına devam ediyordu. Artık karşısına çıkacak kuvvet kalmamıştı. Kral Simbat ise Kapuit-bed (mavi kale) kalesine sığınmıştı. Kuşatmanın uzun müddet devam etmesine ve çetin çarpışmaların olmasına rağmen kale bir türlü ele geçirilemiyordu. Ashoghig ise Hohannesin aksine 353 Ermeni (13 Nisan 910-12 nisan 911) tarihinde Haçig Gagig’in adı geçen kaleyi zapettiğini bildirmektedir.[6] Muhasaranın bir yıldır devam etmesine rağmen son derece sarp bir yerde bulunan kale Müslümanların eline geçmedi. Onu teslim olmaya mecbur etmek maksadıyla civardaki köy ve kasabalara akınlar yapılarak her taraf yağma ve tahrip ediliyordu. Simbat Yusuf’un karargahına elçi gönderileceğini buna karşılık Ermenilere iyi muamele etmesini elindeki esirleri serbest bırakmasını istedi. |
Yusuf b. Ebu’s-Sac’ın Ermeni işleriyle meşgul olduğu sıralarda batı da Erdebil ve çevresinde Ruslar tarafından bir akın yapılmıştır. Bu hususta bilgi veren Mesudiye göre[1] 300 (912-913)[2] yılından sonra Ruslar 500 gemilik bir nehir donanmasıyla İtil(Volga) nehri üzerinde Hazar Denizine inmişler ve bu denizin güney ve batı sahillerindeki Taberistan, Beylem ve Dilan sahillerini yağmalamışlar. Hatta Bakü de karaya çıkarak Azerbaycan’a girmişler ve Erdebil çevresine kadar ilerleyerek yağma ve tahribatta bulunmuşlar. Kadın ve çocukları esir alarak geri çekilmişlerdir. Yusuf’un komutanlarından Ali b. Heysem bölge halkının yardımı ve ticaret gemileriyle Rusları takip ederek. Onların çekildikleri Hazar Denizindeki bir adaya hücum etti. Ancak büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Kral Simbat’ın Erendcak kalesi önünde öldürülmesinden sonra Bagratuni hanedanın başına oğlu Aşot Erkat (Demir Aşot) geçti. Aşot kral olduğu zaman son derece güç durumdaydı. Bir taraftan Ermeniye’nin büyük bir kısmı Yusuf tarafından zaptedilmiş. Diğer taraftandan da bagratuni hanedanına mensup olan Gürcistan kralı II. Adernase ile Taron hakimi Grigorigios başta olmak üzere Aşot’a cephe almışlardı. İçinde bulunduğu güçlükler sebebiyle Yusuf ile başa çıkamayacağını anlayan Aşot Erkat arazinin verdiği imkanlardan faydalanarak çete harbi yapmaya karar verdi. Kendisine bağlı az fakat sadık birliklerle bu kararı uygulamaya girişti. İmparator Kostantinos Porphyrogennetos üzerinde büyük bir nüfuz sahibi olduğu anlaşılan İstanbul Patriği Nikolas, Ermeni Katholikosu VI. Hohannes’e yazdığı mektupta, imparatorun Ermeniler’e yardımcı kuvvetler göndereceğini ancak bu kuvvetlerin gelmesinden önce bütün Ermeni işhan ve nahararlarının, Gürcistan kralının ve Abhaz ileri gelenlerinin Müslümanlar’a karşı birleşmelerinin lüzumunu belirtiyor ve bunu sağlamak için de Katholikos’un harekete geçerek Ermeni asilzadeleri ve bölgenin diğer hristiyan ileri gelen şahsiyetleri ile temasa geçmesinin icap ettiğini ve müşterek hareket sayesinde korkunç düşmanlarından kurtulabileceklerini ilave ediyordu.[3] |
Ermeniye’deki bu son gelişmeleri haber alan Aşot imparatordan ülkesine dönmek için izin istedi. İmparator Kostantinos Porphyrogennetos onun bu istediğini yerinde ve onu yanına yardımcı kuvvet olarak verdiği bir Bizans birliği ile İstanbul’dan merasimle uğurladı. Dönüşü sırasında Geoghbe bölgesinde Aşot Sparpet in birliklerinin mukavemetini Bizanslı birliğin yardımıyla kırmayı başaran Aşot büyük bir törenle başşehri Erazgavora döndü.[1] Yusuf Bağdat’an Erdebil’e döndüğü zaman Aşot’un Bizans’ın askeri desteği ile Ermeniye’de faaliyette bulunduğunu gördü. Ermeni asilzadelerinden Aşot Sparapet krala cephe almış ve onun İstanbul’dan dönmesi üzerine Dvin’e sığınmıştı. Katholikos Hohannes tarafından iyi bir insan olarak tanıtılan ve bir çok lise yaptırdığı ifade edilen Aşot Sparapet 909 yılında Yusuf’un yanına giderek onun tabiyetini kabul etmiş ve çeşitli zamanlarda erzak ve zahire temin etmişti. Yusuf kendisine karşı yapılmış olan Bizans Bagratuni ittifakını tesirsiz hale getirmek ve biraz da kurulmuş olan birliği zayıflatmak gayesiyle iki Aşot arasındaki anlaşmazlıktan faydalanma cihedine gitti. Dvin de bulunan Aşot Sparapet’e taç giydirdi. Ve Ermenilere kral olarak onu tanıyacağını ilan etti.[2] Aşot Sparapet Yusuf’un desteğini sağladıktan sonra kral Aşot tarafından işgal edilmiş olan Koghb ve Bagarana döndü. Burada çok kötü bir manzara ile karşılaştı: Bütün evler ve kaleler tahrip edilmiş. Taraftarlarından esir edilenler esir pazarlarında satılmıştı. Bunun üzerine iki aşot arasında mücadele başladı. Fakat ermeni asilzadeleri arasında büyük nüfuzu olduğu anlaşılan Katholikos Hohannes araya girerek onları barıştırdı.[3] Yusuf’un Abbasi halifesi ile ihtilafa düşmesi ve hatta esir edilerek Bağdat’ta hapis edilmesi. Daha önceki yıllarda arazileri Yusuf tarafından zaptedilmiş olan Ermeni asilzadelerini harekete geçirmiştir. Erencak kalesini geri almak için harekete geçtiler. Yusuf’un birlikleriyle yapılan savaşta Simbat’ın sol kanat kuvvetlerine komuta eden kardeşi Vasat’ın maiyetindeki birliklerin[4] savaş meydanını terk etmeleri üzerine Ermeniler mağlup oldular.[5] Yusuf b. Ebu’s-Sac 901 de fiilen 909 da da halife tarafından resmen Azerbaycan ve Ermeniye valisi tayin edildikten sonra bütün askeri gücünü Ermenilerle yaptığı mücadelelere hasretmiş ve ancak 914 yılında Bagratuni kralı Simbat’a karşı kazandığı kesin zaferden sonra doğuya dönme fırsatını bulabilmiştir. İbn el-Furat’ın azledilerek onun yerine Ali b. İsa’nın vezir tayin edilmesi (913) üzerine Ermeniye’deki meseleleri halletmiş olan Yusuf yeni vezire baş vurarak Rey valiliğinin de kendisine verilmesini istedi. Ali b. İsa halife Muktedirden bu hususta bir ferman almaya Muaffak oldu. Rey valiliğinin Yusuf’a verildiği sıralarda bu bölge Samanilerden Nasr b. Ahmed b. İsmail’in elinde bulunuyordu. Yusuf halifenin desteğini sağladıktan sonra kuvvetli bir ordu ile Rey üzerine hareket etti. Yusuf’ta hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın 304 (916-917) yılında Rey’e girdi. Ve ardın da Kazbin, Zencan ve Ebher şehirlerini zaptetti.[6] Yusuf Rey ve çevresini zapettiği sıralarda Bağdat’ta Ali b. İsa vezirlikten azledilmiş ve onun yerine tekrar İbnü’l-Furat tayin edilmişti.(9 Zilhicce 304/ 3 Haziran 917) bu iktidar değişikliği üzerine İbnü’l-Furat’a müracat eden Yusuf Rey ve çevresi valiliğinin Ali b. İsa tarafından kendisine verildiğini ve bu sebeple adı geçen bölgeyi Samanilerin işgalinden kurtardığını belirtiyor. Ve bu valiliğinin tasdikini istiyordu. |
Hakan el-Muflihi’nin mağlubiyet haberinin Bağdat’ta ulaşması üzerine halife Muktedir kısa bir zaman önce Bizans hududundan dönmüş olan Munis el-Hadım’ı Azerbaycan’a göndermeye karar verdi. Yusuf’tan çekindiği anlaşılan Munis halifeye müracaat ederek talimat beklemeyi uygun buldu. Ancak halife Muktedir Yusuf’un teklifine yanaşmayarak onun önce Bağdat’ta gelmesi şartı ile adı geçen bölgenin askeri işlerini ukdesine verebileceğini bildirdi. Bağdat’a gitmenin kendisi için tehlikeli neticeler doğurabileceğini düşünen Yusuf on gün gibi kısa bir zaman da Rey şehrinin haracını toplayarak Erdebil’e döndü. Munis el-Hadım Rey Kazvin ve Ebher valiliğini Vasif el-Bektemiriye verdi. Bu gelişmeler karşısında Yusuf tekrar Bağdat’a müracaat ederek. Azerbaycan ve Ermeniye valiliğinin devam etmesi halinde Rey ve çevresinden vazgeçeceğini bildirdi. Yusuf, bütün tekliflerine Bağdat’a gelme şartıyla karşılaşınca bunun kendisi için kurulmuş bir tuzak olduğuna iyice kanaat getirdi. Ve Erdebil’de gerekli tedbirleri almaya başladı. Ondan bir cevap alamayan Munis de Hemedan dan hareket etti. İki ordu 8 Safer 306 (21 Temmuz 919) tarihinde Tebriz’den Erdebil’e giden yol üzerinde bulunan Seratta[1] karşılaştı. İlk hücum Yusuf’un öncü kuvvetlerinin komutanı Ali b. Vasif tarafından yapıldı. Ve Munis’in komutanlarından Sima b. Büveyh esir alındı. Fakat daha sonra savaşın seyri Yusuf’un alehine gelişmeye başladı. Birkaç gün savaşın cereyan ettiği yerde kalan Yusuf daha sonra Erdebil’e döndü. Ele geçirilen esirlere iyi muamele iyi muamele edilmesini emretti. Ve hatta komutanlara karşı iyi davranarak onlara hil-at giydirdi.[2] Munis el-Hadım Zencan’dan halifeye malubiyet haberini bildirdi. Ve bundan sonra ne yapması gerektiği hakkında ondan talimat vermesini açıkladı. Halife muktedir yardımcı kuvvetler göndereceğini bu kuvvetlerin gelmesine kadar Zencan da beklemesini emretti bu sırada Munis Yusuf’un sulh teklifini ihtiva eden bir mektup aldı ikisi arasında elçiler gidip geldi. Munis Yusuf’un sulh teklifini halifeye arz etti ise de tekrar red cevabı ile karşılaştı. Ve bütün kışı merkezden gönderilecek kuvvetlerin gelmesini bekleyerek Zencan da geçirdi. 307 Muharreminde (Haziran 919) Hamdaniler’den Ebu’l Heyca Abdullah ve Ebu’l Ala Said[3] komutasında yardımcı kuvvetler geldi. |
Bu sırada Yusuf’un bazı güçlüklerle karşı karşıya bulunduğu haberinin alınması üzerine derhal harekete geçildi Erdebil yakınlarında iki ordu karşılaştı. Yapılan savaşta Yusuf yenilerek Erdebil’e doğru kaçmaya başladı. Ebu’l Heyca onu takibe koyuldu. Yusuf kaçarken attan düşüp yaralanması üzerine yakalandı. Yusuf b. Ebu’s-Sac’ın esir edilmesinden sonra onun idaresinde bulunan yerlere yeni valiler tayin edildi. İdari tedbirlerin tamamlanmasından sonra Munis Yusuf ile birlikte Azerbaycan’dan hareket ederek. 10 Vebiülahir 307 (9 Eylül 919) tarihinde Bağdat’a vardı. Başta vezir Hamid b. el-Abbas olmak üzere devlet erkanı onları karşıladılar. Yusuf bir deve üzerine bindirilmiş olarak halkın arasından geçirilerek halife sarayına getirildi. Huzura kabul edildi. Ve sarayda hapis edildi.[1] Munis’in Azerbaycan’dan alınması sonra Yusuf’un gulamı Sebuk harekete geçerek dağılmış olan birlikleri topladı. Ve Azerbaycan’ın bir kısmına hakim oldu. Üzerine gönderilen Muhammed b. el-Faruki’yi mağlup etti. Halifeye gönderdiği mektup da Azerbaycan valiliğinin kendisine verilmesini buna karşılık her yıl 220 000 dinar vergi ödeyeceğini bildirdi. Halife Muktedir. Bu olup bittiyi kabul etmek zorunda kaldı. Yusuf hapiste üç yıl kadar kalmıştır Azerbaycan ve çevresindeki siyasi gelişmelerin tehlikeli bir hal alması diğer taraftan Munisin tavasut ve ricaları neticesinde halife Muharrem 310 (Mayıs 922) tarihinde onu hapisten çıkarttı. Huzuruna kabul ederek hil-at giydirdi. Ve yılda 500 000 dinar vergi ödemek şartıyla Rey, Kazvin, Ebher, Zencan ve Azerbaycan valiliğine tayin etti. Maiyetine Vasif el-Bektemiri komutasında bir birlik vererek Musul üzerinden Azerbaycan’a dönmesini ve Musul’daki karışıklıklara son vermesini emretti. |
Yusuf Erdebil’e döndüğü sırada Rey Ahmet b. Suluk (daha önce Rey’i Samaniler adına idare etmekte olan Muhammed b. Ali Suluk’un kardeşi)’un elinde bulunuyordu. Azerbaycan’daki işlerini düzene koyduktan sonra halife tarafından kendisine verilmiş olan Rey üzerine yürüdü. Ebher ve Zencan arasında yapılan savaşta Ahmed b. Ali mağlup oldu. IX. y.y ikinci yarısında Basra bölgesinde çıkan Zenci isyanının büyük güçlüklerle bastırılmasından sonra Bahreyn de yeni ve daha tehlikeli başka bir isyan Karmatilerin isyanı patlak vermiştir. Karmatiler Suriye de başarısızlıkla neticelenen ayaklanmalarının müeakip Ebu Sait Hasan b. Behram el-Cennabi’nin idaresinde 281 (894) yılında Ahşa’da tekrar baş kaldırdılar. Birkaç yıl içinde bütün Ahşa bölgesini ele geçirerek müstakil bir devlet kurdular.(286/899) Hasan’ın oğlu Ebu Tahir Süleyman zamanında (914/943) Karmati isyanı bütün Irak’ı tehdit etmeye başladı. Hatta 312 (924-925) yılında itibaren doğu bölgelerinden gelen hacılar Mekke’ye gidemedikleri gibi Karmati akınları Kufe’ye kadar uzanmaya başladı. Bu tehlikenin Bağdat’ı bile tehdit etmeye başlaması ve onlara karşı gönderilmiş olan kuvvetlerin bir netice alınmamaları üzerine vezir Ahmet el-Hasibi halife Muktedire Karmatilere karşı Azerbaycan valisi Yusuf’un gönderilmesini tavsiye etmiştir. Halife Muktedir 314(926-927) yılında Yusuf’u Azerbaycan ve Ermeniye valiliği olmak üzere geniş selahiyetlerle bütün doğu bölgelerinin valiliğine getiriyor. Ayrıca idaresine verilen yerlerden topladığı vergiler merkeze göndermeyip kendi birliklerinin ihtiyaçlarına sarf etme selahiyetini veriyor. Ve Karmasilerle savaşması için Irak’a gelmesini emrediyordu. Uzun bir bekleyişten sonra Ebu Tahir Süleyman el-Karmati’nin Hacer’den hareketle Kufe’ye doğru yürüdüğü haberi geldi. Halife Muktedir Vasıta bulunan Yusuf’a derhal Karmatileri karşılama emri verdi. (28 Kasım 927) tarihinde vasıtan hareket eden Yusuf Ebu Tahir’den bir gün sonra (6 Aralık) Kufe önlerine vardı. Vali şehri terk etmiş. Ve Karmatiler Kufe’yi zaptetmişlerdi. Yusuf Ebu Tahir’e haber göndererek derhal şehri terk etmesini ve halifeye itaat etmesini istedi ise de bu teklifi kabul edilmedi. Karmati ordusunun sayıca kendi birliklerinden çok az olduğunu[1] gören Yusuf daha savaş başlamadan etrafa zafer haberleri göndermeye başlamıştı. 9 Şevval’de (7 Aralık) iki ordu savaşa tutuştu. Savaş bütün gün hatta gece bile devam etti. Hiç ummadıkları bir mukavemetle karşılaşan Yusuf’un birlikleri gecenin karanlığından istifade ederek savaş meydanını terk ettiler. Ertesi gün mücadele yine şiddetlendi. Birkaç yüz kişilik sadık taraftarlarıyla bizzat hücuma geçen Ebu Tahir Süleyman etrafında pek az bir kuvvet kalmış olan Yusuf’u esir almaya muavaffak oldu.[2]Yusuf’un Karmatiler tarafından mağlup ve esir edilmesi haberi Bağdat’a büyük bir paniğe sebep oldu. Hele Karmatiler önünden kaçan birliklerin perişan hali bu paniği daha da artırdı. |
Halife Muktedir bu son gelişmeler karşısında Nasr el-Hacib komutasında bir orduyu Munisle birleştikten sonra Karmatilerin ilerlemesini durdurmak için harekete geçirdi. Munis ile Nasr el-Hacib’in birliklerinin sayısı 40 000’e ulaşıyordu. Hamdanilerden Ebul Heyca ve kardeşleri de bu ordunun saflarında yer almışlardı. Munis Bağdat’ın iki fersah düzeyinde Akarkup yakınında Zubara Kanalı üzerinde karargah kurdu. Ebu Tahir Süleyman’ın öncü birlikleri Munis’in ordugahına yaklaşınca bütün geçitlerin tutulduğunu gördüler. Ve şiddetli bir ok yağmuru ile karşılaşarak geri dönmek zorunda kaldılar. Bu sırada halife ordusunun büyük bir kısmı ordugahlarını terk ederek. Bağdat’a kaçmıştı. Munis çok kötü bir durumla karşı karşıya idi. Ancak bu durumdan haberleri olmayan Karmatilerde karşılaştıkları mukavemet neticesinde Anbar’a doğru geri çekilmeye başlamışlardı. Munis komutanlarından Yabak’ı[1] 6 000 kişilik bir kuvvetle onları takip ederek Yusuf’u kurtarması için sevk etmişti. Ebu Tahir Anbar’ı zaptedip güneye doğru inmeye başladığı zaman ağırlıklarını ve Yusuf’u Fırat’ın batısında bırakmıştı. Yalvak’ın ilk hedefi bu ağırlıkları ele geçirmek ve Yusuf’u kurtarmak idi. Ebu Tahir Munisin bu planını öğrenince süratle Anbar’a geldi ve nehri geçerek Yalbak’ı beklemeye başladı. Çarpışmanın devam ettiği sırada. Çadırından çıkan Yusuf çarpışmaları seyrediyordu. Ebu Tahir onun kaçmak istediğini zannederek derhal yanına getirdi ve diğer esirlerle birlikte idam ettirdi.[2] Yusuf b. Ebu’s-Sac 901 yılından itibaren ölümüne kadar Bağdat’ta hapiste bulunduğu üç yıl hariç müstakil bir hükümdar gibi Azerbaycan ve Ermeniye de hüküm sürmüştür. Nitekim çeşitli zamanlarda halifeye ödemekte olduğu vergiyi ödememiş ve ona karşı cephe almıştır. Halife ile aralarının iyi olmamasına rağmen Bağdat’a devlet erkanı arasında iyi bir muhiti olduğu dikkati çekmektedir. Onun hapisten kurtarılmasının karşı karşıya Munis sayesinde olması bu hususu teyit etmektedir. Hakimiyeti zamanında devamlı savaşlara rağmen bölgenin iktisadi durumunun iyi olduğu muhtelif tarihlerde bastırdığı çoğu altın olan sikkelerden anlaşılmaktadır. |
Gençlik yıllarını Mekke’de geçiren Yusuf’un iyi bir tahsil gördüğü Arap dil ve kültürüne vakıf olduğu ve devrin edebi çevreleriyle iyi münasip kurduğu anlaşılmaktadır. Bir kumandan dan aranması lazım gelen cesaret ve gözüpeklikle beraber sakin bir karaktere sahip olduğu yavaş ve güzel konuştuğu ve hatta şiir yazdığı riyavet edilmiştir.[1] Yusuf b. Ebu’s-Sac’ın ölümünden sonra yeğeni Ebu’l-Müsafir Feth b. Muhammed el-Afşin, Halife Muktedir tarafından Zilhicce 315 (şubat 928) tarihinde Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine tayin edildi. Bu zatın iki yıla yakın devam eden valiliği esnasında hiçbir siyasi ve askeri faaliyeti kaynaklara aksetmemiştir. Muhammed el-Afşin ve Yusuf hakkında geniş bilgi veren Ermeni kaynakları bile onun valiliği devresi ile ilgili herhangi bir haber vermemektedirler. Ebu’l-Müsafir Feth’in öldürülmesinden sonra 276 (889-890) yıllarından beri Azerbaycan ve Ermeniye de devam eden Sacoğulları hakimiyeti sona eriyordu. Sacoğullarını Azerbaycan’daki hakimiyetleri 890 dan 929 yılı sonlarına kadar (Şaban 317) devam etmiştir. İslam devleti sınarları içinde fakat iç ve dış siyasetlerinde tamamen müstakil hareket edebilen Mısır’daki Tolunoğullarından sonra ikinci Türk hanedanıdır. Sacoğullarının Azerbaycan da bağımsız hareket etmeye başladıkları sırada Mısır da Tolunoğulları El-Cezire ve çevresinde Hamdaniler, Maveraünnehr de Samaniler ve ülkenin çeşitli bölgelerinde diğer bazı hanedanlar hüküm sürmekteydiler. Sacoğullarının İslam dünyası içinde siyasi askeri ve kültürel bakımdan büyük bir varlık gösterdikleri iddia olunamaz. Nitekim yukarıda adları geçen hanedanlar hakkında İslam kaynaklarında geniş bilgi bulunması buna karşılık aynı kaynaklarda sacoğulları üzerinde pek az ve hatta hiç durulmaması bu hususa açıklık kazandırmaktadır. İslam devletinin bir vilayeti olan Ermeniye’ye karşı yapılan seferler ve Ermenilere karşı kazanılan zaferlerde kaynaklarda hiç akis bulamamıştır. Bu askeri başarılara rağmen Sacoğullarının Tolunoğullarının Mısırda gerçekleştirdikleri Semanilerin Maveraünnehr de başarıyla yürüttükleri dini ve kültürel faaliyetleri yanında sönük kaldığını söyleyebiliriz. |
Bölgenin çok eskiden beri sürüp giden durumu da esasen bu çeşit faaliyetlere imkan verecek nitelikte değildi. Ermeniye ilk Roma İran münasebetlerinden beri İslam devrinde de hep sınır olmuş ve gelişmesi de hep bu çizgide oluşmuştur. Ancak iktisadi bakımdan Sacoğulları zamanında Azerbaycan da bir canlılık olduğu hanedan mensupları adına bastırılan altın sikkelerden anlaşılmaktadır. Yusuf’un dört ve Ebu Musafir Feth’in bir altın sikkesi elimize geçmiştir. Askeri sahada oldukça kuvvetli oldukları Ermenilere karşı yaptıkları başarılı askeri harekattan halifeye meydan okumalarından ve Karmetiler önünde acze düşen halifenin bunlardan yardım istemesinden anlaşılmaktadır. Hanedanın merkezinin Muhammed el-Afşin zamanında meraga olduğu kaynaklarda açıkça belirtilmekte ise de Yusuf b. Ebu’s-Sac’ın iktiradı sırasında meraga’nın terk edilerek eyalet merkezinin daha merkezi durumdaki Erdebil’e nakledildiği anlaşılıyor. Sacoğullarının Azebaycan’ın Türleşmesinde ne derece de rol oynadıklarını tesbit etmenin güçlüyü ortadadır. Hakimiyet kurdukları bölgede burayı ele geçirdikleri zaman büyük bir Türk nüfusu olmadığı bellidir. Bunlar ile birlikte Azerbaycan’a kalabalık Türk nüfusunun yerleşmediğini de söyleyebiliriz. Maiyetlerindeki askeri birlikler arasında muayen miktarda Türk askeri bulunduğunu kabul etsek bile Azerbaycan içinde bunun büyük bir anlam taşımayacağı açıktır. |
Türkiye`de Saat: 22:39 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2