Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Eğitim Öğretim > Dersler - Ödevler - Tezler - Konular > Edebiyat - Türkçe

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 20-01-2007, 21:09   #21
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

AŞKA AŞIK, AŞIĞA DEGİL!!!! *

Can Dündar


Günümüz insanı aşka aşık, aşığa değil! Aşıkların kısa dönem askerlik gibi kısa sürmesinin nedeni herhalde bu. Zaplanan aşıklar dönemi bu dönem!


Kanaldan kanala geçer gibi aşıktan aşığa geçiliyor. Peki bu neden böyle oluyor? Çünkü insan insana sevgisiz, insan insana tahammülsüz, insan insan için fedakarlık duygusunu yitirmiş, insan insana kendini adamaktan kaçıyor. Oysa fedakarlık, adanmışlık varsa vardır aşk. Fedakarlığın, adanmışlığın yaşamadığı yerde yaşamaz aşk.


Ne yazık ki uğruna kendini adadığı ne bir ideali var günümüz insaninin... Ne de uğruna kendini adadığı bir aşkı. Nerde ideali, aşkı uğruna her şeyden vazgeçen dünün insani... Nerde hiçbir şey için hiçbir şeyden vazgeçmeyen bugünün insani.

,
Bugünün insani aşkta da köşe dönmeci. Emek harcamadan yaşamak istediği gibi, emek harcamadan aşk yaşamak istiyor. Sevmeden sevilmek, vermeden almak istiyor. Hiç değilse bir koyup üç almak istiyor. Bir koyup üç alamadı mı ilişki bitiyor. İlişkiler çıkar, menfaat üzerine kurulu. Elektriklenmeler kısa devre. Bir günlük elektriklenmeler, bir gecelik sevişmeler aşk sanılıyor.



Sevgili bayanlar baylar, aşka ayıp oluyor!!!!!!
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-01-2007, 21:09   #22
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

ASLOLAN
"Aşkın en sağlam sigortası mesafedir" der Enis Batur, Cogito'nun "Aşk" sayısına yazdığı önsözde...

Yıllar yılı hasretle beklediği ışığa kavuşan bir hücre mahkumu nasıl körleşirse, aşk da körelir yakına gelince...

Sanki özlemdir aşkın çimentosu; özlem çekildi mi aşk, kumsalda şehvetinden soyunmuş yatan çıplak bir beden kadar sıradanlaşır, ehlileşir, söner.

Belki ondandır aşkların en güzelinin mektuplara yazılmış, şarkılara dökülmüş, telefonlarda söylenmiş oluşu...

Mutlu aşkta yazılacak bir şey bulunamamıştır çünkü...

* * *

Nazım Hikmet'in hayatı bu tezin ispatıdır adeta...

Nazım'ın hep uzağındaki kadınları sevdiği söylenebilir.

Piraye ile 1935'te evlendi. Ertesi yıl tutuklanarak içeri girdi. "Adını kol saatinin kayışına tırnağıyla yazdığı" bu kadınla 1950'de çıkana kadar yazıştılar.

17 yıllık ilişkileri boyunca yazılan 581 mektubu Piraye Hanım'ın oğlu Memet Fuat yayınladı geçenlerde... Nazım, karısına şöyle yazıyordu:

"Seni nasıl seviyorum biliyor musun? Ot yağmuru nasıl severse, ayna ışığı nasıl severse, balık suyu ve insan ekmeği nasıl severse, sarhoşun şarabı, şarabın billur kadehi sevdiği gibi, annenin çocukları, çocukların anneleri sevdikleri gibi, Lenin'in inkılâbı ve inkılâbın Marx'ı sevdiği kadar, velhasıl seni Nazım Hikmet'in Hatice Zekiye Pirayende Piraye'yi sevmesi gibi seviyorum."

O mektuplardan birinde Nazım, "Çıkarsam ve sana kavuşursam, bu öyle dayanılmaz bir saadet olacak ki, gebereceğim diye korkuyorum" diyordu. Oysa öyle olmadı. Taze bir ekmek hayaliyle yıllar yılı aç yaşayan biri, hasretle dişlediği somunun dördüncü diliminde ne hissederse onu hissetti Nazım; ot yağmura, ayna ışığa kavuştuğunda ne olursa, o oldu.

Alışıldı.

Sarhoş şaraptan bıktı, şarap kadehten taştı, inkılâp Marx'ı aştı.

Aşk bitti ve ayrıldılar.

Nazım yeni bir aşktaydı çoktan... 1949'da Bursa cezaevinde dayısının kızı Münevver'e tutulmuştu. Boşandığı 1951 yılında Münevver'den bir oğlu oldu.

Yeniden içeri alınacağını hissedince, "7 tepeli şehrinde bırakıp gonca gülünü" yurtdışına kaçtı. Vatandaşlıktan çıkarıldı ve yeniden başladı hasret mektupları... Bu kez mektupların üzerinde Münevver'in adresi yazılıydı:

Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli
Belini sarmayalı
Gözünün içinde durmayalı
Aklının aydınlığına sorular sormayalı
Dokunmayalı sıcaklığına karnının
Yüz yıldır bekliyor beni
Bir şehirde bir kadın
Aynı daldaydık, aynı daldaydık
Aynı daldan düşüp ayrıldık
Aramızda yüz yıllık zaman
Yol yüz yıllık

Sonra yüz yıldır bekleyen o kadın, oğlunu sırtlayıp çıkageldi bir gün; yüz yıllık yolu aşarak...

Lâkin hasret bitince bitti aşk.

Nazım yeni bir aşktaydı çünkü...

1959'da Vera ile evlendi. 1963'te öldü.

* * *

3 Haziran, 35. ölüm yıldönümü Nazım'ın...

Tesadüfe bakın ki, uzaktaki bir kadına yazdığı mektupların yayınlandığı hafta, "yüz yıldır bekleyen" öbür kadının ölüm haberi geldi uzaklardan...

Münevver'in kansere yenik düştüğünü öğrendiğimiz hafta Piraye'ye yazdığı mektuplar vardı gazetelerde... Şöyle diyordu mektuplardan biri: "Canım karıcığım. Birbirimizden uzak olmak, birbirimize sokulamamak ne korkunç şey, fakat bu korkunçluğun ne tuhaf, ne acı bir tadı var."

Galiba en çok bu tadı sevdi Nazım... Aslında O'nun sevdiği, kadınlar değil, sevme fikriydi... Kadınlar sadece öznesiydi o sevginin; nesnesi oldukları anda değiştirdi onları... O'na aşkı anlatabilmek için vesileler, ilhamlar lâzımdı... Son şiirlerinden birinde, "Üstümüze yazdıklarımın hepsi yalan" dedi, "Onlar olan değil, olmasını istediklerimdi aramızda..."

Sevgiyi, yaşamaktan çok yazmayı sevdi... Ve onca aşktan damıttığını iki sözcüğe sıkıştırıp özetledi:

"Aslolan hayattır".
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-01-2007, 21:10   #23
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

HER SEÇİM BİR KAYBEDİSTİR

Her seçim bir kaybediştir. Her tercih bir vazgeçiştir çünkü...
Sabah ise gitmekle, yatakta nefis bir miskinlik fırsatından vazgeçmiş olursunuz.
Kalkar kalkmaz hayat bin bir seçeneği dayar burnunuzun ucuna...
'Ne giysem' telaşından, öğle yemeğinde 'Ne alırdınız? ' diye başucunuzda biten garsona,
'hangi kanaldaki filmi izlesem' kararsızlığından,
'bize oy verin' diye bağrışan partilere kadar her şey, herkes,
her an sizi ısrarla bir tercihe zorlar. Yastığınıza teslim olmuşsanız,
belki dışarıda ışıl ışıl bir günden vazgeçmiş olursunuz.
Bahar esintileri taşıyan bir elbise belki o gün yaşamınızı ışıldatabilecekken,
ağırbaşlı bir sadeliğe karar vermekle muhtemel bir tanışıklığı tepersiniz.
Belki yemediğiniz musakka, ısmarladığınız İzmir köfteden daha lezzetlidir.
Ya da öbür kanaldaki film, o anki ruh halinize daha uygundur.
Ama yasam, vazgeçtiğiniz şeye ilişkin ipucu vermez.
Geri dönüp, o günü gökkuşağı desenli bir elbiseyle yeniden yasama şansınız yoktur.
Bu seçim oyununda vazgeçtiğiniz şey, seçtiğinizden daha değerliyse pişmanlık kaçınılmazdır.
Ama neyin değerli olduğunun kararı da yine size aittir.
Ve vazgeçtiğiniz şey bazen bir saray, bazen şöhret sahnesinin parıltılı neonları da olsa,
çoğu zaman gözünüz hiç arkada kalmaz.
Çünkü duvarlarına sevdiğinizin kokusu sinmiş
bir ev ya da sevdiğiniz kadınla paylaşamadığınız bir saray
sizin borsada kolay feda edilebilir değerlerdendir.
Hayata bir başka gözle bakmayı öğrendiyseniz,
bu seçimde kazandıklarını sananlara yalnızca acıyarak gülümsersiniz.
Her şeyin sıradanlaştığı bir dünyada bazen kaybetmek en doğru seçimdir.
Ve o dünyada en yerinde tercih; vazgeçiştir.
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-01-2007, 21:10   #24
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Cogumuz (genellikle de erkekler) duygularimizi saklamanin daha dogru
oldugunu sanip ne kadar yaniliyoruz degil mi? Oysa sevgi beslenmeli,
karsilikli özveriyle desteklenmeli. Her gün yeni bir sürpriz için caba
sarfedip sevgiyi yasatmak icin emek vermeli. Ama ne yazik ki evliliklerde
garanti gozuyle bakip hic emek harcamadigimiz gibi hesapsizca tuketip, har
vurup harman savuruyoruz sevgileri.

Ne yazik...

Oysa ne zor bulunur sevgiler. Ozellikle karsilikli olani yakalamak ne kucuk
bir olasilik. Ama kaybetmek ne kadar kolay ve cabuk. Koca bir sevginin
katili oluveriyoruz carcabuk. Bence sevgi katilleri de yargilanmali ve
cezaya carptirilmali. Cunku kapanmasi ve onarimi olanaksiz bir ton yara
birakiyor ardinda. Sonra bir ton da yarali insan. Olecegiz zannedip
ölmüyoruz acisindan. Ama surum surum surunuyoruz. Sonrasinda yeni sevdalara
kuskuyla bakip olasi mutluluklara kapatiyoruz pencerelerimizi.

Korunmak adina anlamsiz kacak guresler daha da yoruyor insani. söyle
kararli, tutup kopariverecek, ayaklarimizi yerden kesecek kadar cesur birini
bekleyip omur tuketiyoruz. Bir de bakiyoruz ki yolun sonuna gelivermisiz.

Ne cabuk gecmis zaman.
Ne kolay tuketilmis sevdalar.

Ne hesapsiz harcayip ne derin yaralar acmisiz. Bir o kadar yara da biz
edinmisiz hayattan. Hayatin son duraginda, mevsim coktan kisa donmus,
gelecek vasitayi bile kestiremez olmusuz.

Neyin adina peki?..
Ahh Korunma ic gudusuyle sakladigimiz seviler ahh...

Ustelik taze tuketilmesi gerekirken saklamaya kalkistigimiz, hem de saklama
kosullarina da uyulmadigindan curumus, kokusmus, curudukce de etrafini
curutmeye devam eden, tumorlesen, duygu depocuklari ne cok canimizi acitmis.
Bize sunulmadan bayatlamis ve sunuldugunda da besin zehirlenmesine yol acmis
seviler. Hayat ne bayat noktasina gelmisiz bu yuzden.

Ve ne kadar gec kalmisiz hayata.

Iste hayat bu.

Ben de galiba hayat ne bayat noktasinda, gelecek vasitayi kestiremiyorum
artik.Umarim siz tazeyken tuketmeyi becerebilirsiniz duygularinizi ve hayat
arkadasinizi besin zehirlenmesinden kurtarirsiniz.

Cok mutlu olmaniz dilegiyle....
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-01-2007, 21:10   #25
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Tıkanıp kaldığında hayat...

Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;
Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni kesifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,
Kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her aksam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip
Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş
gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;
Sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Günesin doğusunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda;
Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu
Olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;
Bir fırsat yasamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!
Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç
Ç****iz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan,
Neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle
tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin
sevdiklerinin;
Zaman bulabilsin;
Bir teşekkür, bir elveda için...
Yasam dedikleri bir sınavsa eğer;
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli
insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-01-2007, 21:10   #26
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

"Insanlarin birbirini tanimasi icin en iyi zaman, ayrilmalarina en
yakin zamandir", der Dostoyevski...

Veda acisi, kabugunu soyar insanin; yildizini kaziyip cirilciplak
ortaya serer. Birlikteligin örttügü tüm kusurlari ayrilik sergiler.
Bir ayrilik arifesinde helallesilir ve o an hakiki tabiatlariyla
yüzlesilir. "Ölene kadar" diye söz verilmistir, ama "ölüm yolunda"
baska tercihler belirmistir. Kararsiz prensesin vicdani azap cekerken
7 cücelerin somurtkani "aklini basina" al diye fisildar kulagina;
haytasi ise "kalbinin sesini" dinle diye cekistirir eteginden. Hep hayran
bakan gözlere, hatalar takilmaya baslar. "Ama"yla biter alelade iltifat
cümleleri: "Sen iyi bir insansin, ama arkadaslarin kötü", "Seni
seviyorum, ama bu iliskide mutlu degilim", "Ben baska türlü bir
beraberlik düslemistim" vs..vs.. Sonra gelsin uykusuz geceler...
bir türlü karar verememeler... ruhen gidip gelmeler... "Hele biraz daha
zaman gecsin" diye nikah ertelemeler...

Birlikteymis gibi yaparken,sevecek baska yüzler, yüzecek baska denizler
kollamalar.. "Aslinda bütün bunlar bizim iyiligimiz icin"e kendini
kandirmalar.
Sonrasi hep ayni: Bekleyenin "Hani sonbaharda bulusacaktik. Hazan geldi
gecti,
sen gelmez oldun" sizlanmalari... Bekleyenin "Geliyorum az kaldi"
oyalamalari...
Bittigini bile bile isi uzatmalar; söyleyemedikce hepten bataga
saplanmalar...
Terke makul bir gerekce ararken hepten carsafa dolanmalar...
Veda konusmasinda süslü iltifat cümlelerinin arasina, o cümleleri
hiclestiren
mayinlar serpistirmeler...
Üzgün görünmeler... bagis dilenmeler... "...ama kacinilmazdi" demeler...

"Sözünden caydin" yakinmalarini "Sen de eski sen degilsin. Degismissin" diye
gögüslemeler...
....asıl kendinin degistigini bilmezden gelmeler... Ve son sahne: Terk
edenin o mahcup "Yapamiyorum, dayanamiyorum..her seyi denedim.." itirafina
karsilik terk edilenin kirik calimi: "ugurlar olsun! Ben yoluma devam
ediyorum".

Ihanetler hep böyledir: ilki, bir yenisine gebedir; ikincisi daha az aci
verir. Ondan sonra dur durak yoktur: Güvenilmez asik, sevdikce kiran,
gezdikce ardinda bir kirik kalpler mezarligi birakan bir dervise döner.

Artik acilara hapsolmustur: Bulusmak istedikce ayrilacak, birlesmeye
calistikca parcalanacak, sonunda terk ettiklerinin "ah"i tutup, terk
edildiginde, mukadder yalnizligina kapanacaktir.
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-01-2007, 21:11   #27
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Keşke...

Teypte eski bir Cohen şarkısı: "Yolumu gözleyen bir kadını terk ettim / karşılaştık bir süre sonra /
‘Gözlerinin feri sönmüş’ dedi bana: / ‘Aşkım, ne oldu sana?’/
Böyle gerçeği söyleyince / ben de doğru söylemeye çalıştım ona /
‘Senin güzelliğine ne olduysa’ dedim, / ‘benim gözlerime de o oldu’.
***
8 - 10 dizeye sıkışmış hazin bir aşk hikayesi...
Buruk; kırılmış oyuncaklar kadar...
Ve yenik; "keşke"li cümleler gibi...
Bu sözcüğü kaç konuşmanızın başına eklemişseniz onca ıskalamışsınızdır hayatı...
Dört mevsimlik bir sene olsa ömür, "keşke", onun güzüne denk gelir.
Hepten vazgeçmek için erkendir, telafi etmek için geç...
Mağlubiyetin takısıdır "keşke"...
Kaçırılmış fırsatların, bastırılmış duyguların, harcanmış hayatların, boşa yaşanmış ya da hakkıyla yaşanamamış yılların, gecikmiş itirafların ağıtıdır.
Çarpılıp çıkılmış bir kapıda, yazılıp yollanmamış bir mektupta, göz yumulmuş bir haksızlıkta, vakit varken öpülmemiş bir elde, dilin ucuna gelip ertelenmiş bir sözdedir.
Feri sönmüş bir çift gözde ya da yitip gitmiş bir güzelliğin ardından iç çekişte...
"Yolunu gözlemeseydim", "öyle demeseydim", "terk edip gitmeseydim", "en güzel yıllarımı vermeseydim" diye diye sızlanır gider.
***
"Keşke"nin panzehiri "iyi ki"dir.
İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir.
"Keşke", çoğunlukla bir "ahhöla kopup gelir ciğerden... esefler, hayıflanmalar, yerinmeler sürükler peşinden...
"İyi ki" ise, muzaffer bir "ohhöla büyür; cüretiyle övünür.
"Keşke"li cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu kuruluğu varsa, "iyi ki"lilerde de göze alabilmişliğin, riske girebilmişliğin, tadına varabilmişliğin mağrur yaraları kanar.
Okulu hiç kırmamışsınızdır, sinemada öpüşmemişsinizdir; dokundurtmamışsınızdır kendinize, bir kez olsun gemileri yakmamışsınızdır.
Konuşmanız gerektiğinde susmuş, koşacağınız zaman durmuş, sarılacağınız yerde kopmuşsunuzdur.
Bir insana, bir işe, bir davaya ömrünüzü adamışsınızdır.
O insanın, o işin, o davanın, bunu hak etmediğini sezmenin hayal kırıklığındadır "keşke"...
"Şimdiki aklım olsaydı" dövünmesindedir.
Geriye dönüp baktığınızda, ayıplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda edilmiş, "Ne derler"e kurban verilmiş, son kullanma tarihi geçmiş bir yığın haz, bilinçaltından el sallar.
"Keşke"cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır.
"İyi ki" öyle mi ya!...
Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır.
***
"İyi ki"lerinizi toplayın bugün ve "keşke"lerinizden çıkartın.
Fazlaysa kardasınız demektir.
Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara... Rüzgarlarla koştunuz ya...
"Keşke"leriniz, "iyi ki"lerden çoksa...
Telafi için elinizi çabuk tutun.
Tutun ki, yolunuzu gözlerken terk ettiğinizle bir gün yeniden karşılaştığınızda siz susarken, feri sönen gözleriniz "keşke" diye nemlenmesin...
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-01-2007, 21:11   #28
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

BUGÜN SİZİN GÜNÜNÜZ

O'nu hatırladıkca başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz ...

Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz ...

Ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin ...

O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain ...

Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa ,

Ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,hüzünlendikçe ağlıyorsa ...

Dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse ...

Hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse ...

Elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O'nun yüzü pembeyse,

Kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...

Her şiirde anlatılan O'ysa...

Her filmin kahramanı O ...

Her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa ...

Bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa ...

İştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa ...

Eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla habire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız ...

Mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız ...

Kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü ...

Özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu ...

Hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız ...

O'nsuz geceler işsiz, sokaklar öksüzse ...

Ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse ...

Gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine ...

Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa ...

Dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa ...

Nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız ...

Kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim ...

Gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir sarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa ...

Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla ...

... o halde bugün sizin gününüz !..

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün" üz .
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-01-2007, 21:11   #29
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Kapı çalar...

Sabahın erken saatlerinde. Açarsınız. Sütçünüzdür gelen.

Sütçünün litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine
kavuşursunuz.

Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahvaltısı canlanır.

İçinizden "Bugün kahvaltıyı bahçede yapalım" diye geçirirsiniz.



Kapı çalar...

Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza
atarsınız.

Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız.

Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır.

"Artık canım sıkılmayacak " deyip keyiflenirsiniz. En çok merak
ettiğinizi alıp şezlonga uzanırsınız.



Kapı çalar...

Kapıya koşarsınız. Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir.

Sevinirsiniz. Sohbetleriniz saatler boyu hatta bütün gün sürer.

"Yaşamak ne güzel" dersiniz içinizden. Hele böyle dostlar varken.



Kapı çalar...

Dürbünden bakarsınız. Kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa
gömülürsünüz.

Bir daha çalar. Bakarsınız, yine kimse yok. Tam o sırada bir daha
çalınca kapıyı açarsınız.

Komşunuzun oğlu, elindeki sopayla zile uzanmakta.

Meğer tuzları bitmiş. İçeriden tuz getirirken kendi kendinize
söylenirsiniz.

"Elbette göremem. Keratanın boyu bir metre." Bu küçük hadise
neşelendiriverir ortalığı.



Kapı çalar...

Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden
izne çıkmıştır.

"Oğlum benim" diye hasretle kucaklarken göz yaşlarınızı
zaptedemezsiniz.

Mutluluğunuz oğlunuzun izni kadar uzar...



Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız. Huzur tüter
gözlerinizden.

Her sessizlikte kulaklarınız zil sesi arar...



Ve kapı çalmaz...

O gün en büyük misafiriniz gelir. Adeta kapıyı kırmıştır. Alıp gider
sizi, şaşırırsınız.

"Niye haber vermedi?" diye içinizden geçirirken;

"Doğduğundan beri zile basmaktayım" der.

Bir şeyler söylemek istersiniz o an.

Ama o andan sonra diliniz dönmez. Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir.
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-01-2007, 21:12   #30
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

bir düş kazası

Yağmurdan sokağa çıkamıyor bahar. "Cemreleri tanklar ezmiş" diyorlar.

Havada, toprakta, suda, harpte ölmüş bebelerin ayazı...

Ekranda bozgun artığı ordular; elimde hanidir aynı kitap var.


* * *

"Saklambaç oynayan bir çocuktu
büyüttüğüm; babasının dudaklarına
sıkışmış ve unutulmuş...
sobelendim, saklandığım saydam düşlerin
ardında. sunacak başka şeyim yoktu,
bir çocuğun bayram sabahındaki
beklentisini sundum yaşama ve tedirginliğini
oğlu savaşta bir annenin. Uzak ezgisini
dinleyerek bırakıp gitmelerin..."


* * *

Zafer Ekin Karabay bu mısraları yazdığında 28 yaşındaydı.

Hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliğine dayanamadı.

Son bir şiir yazdı.

Ve büyük sırrını onun dizelerine sakladı:


* * *

"Nil güne akarken şubat gibi biriktim;
dört yıl topladığı acısını yirmi dokuzuncu
adımında gösteren. Ve çıktım yaşama
onun sakladıklarını sunarak saklandığım
yerden. Sonra kendime dönüp dinledim:
yeniden acılarımı ve sordum:
yaşamın neresine saklanmalı ozan,
ya da nasıl saklamalı yaşamı?


* * *

"Gün'e akan Nil", Nilgün'dü aslında: Nilgün Marmara - "Hayatın neresinden dönülse kârdır" deyip 29'unda intihar etmişti.

Şimdi "yirmi dokuzuncu adımında" sıra Zafer'deydi.

"Daha ne kadar dayanabilirdi ki, herkesin, bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama..."

Hayatta ne saklayacak bir şey, ne de saklanacak bir yer kalmıştı.

Ölüme sığınmaya karar verdi.

Önce kitabı "Şubatta Saklambaç" yayımlanacak ve o, 29. yaşının 29 Şubat'ında vedalaşacaktı hayatla...

"Kitabına bir yığın sırla birlikte, intihar edeceği tarihi de gizlemişti".

Şubatta (bu) saklambaç bitecekti.


* * *

Lakin yetişmedi kitap...

29. yaş, kapıya dayandı.

Artık bekleyecek gücü kalmamıştı.

"O kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz" diye yazdı son mektubunda...

"Beni affedin" dedi. Mektubunun Kül'de yayımlanmasını istedi.

Ve eylülde Eskişehir'de intihar etti.

Henüz 29'una basmamıştı.


* * *

Kül, Ekim 2002'de bastı mektubu.

Kapakta Karabay'ın mahzun bir fotoğrafı vardı.

Altında iki yitik mısra:

"Oysa biz hep bir düş kazasında

yitirdik arkadaşlarımızı...

karşıdan karşıya geçerken

eli bırakılan çocuklardık".


* * *

Zafer'in "Görmeden Ölmesem" dediği kitap, ölümünden 3 ay sonra, yayımlandı. (Mayıs yayınları, Ankara. Aralık, 2002)

"Şubatta Saklambaç"ı şubatta okudum, ama üzerine yazı yazamadım.

O ara bombalar düştü cemrelerin ardı sıra...

Havada, toprakta, suda, karşıdan karşıya geçerken eli bırakılmış çocukların ayazı...

29'unda bir şair, ilk kitabını göremeden öldü bir düş kazasında...

Belki de ondan; hanidir yağmurun iki eli, baharın yakasında...
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 09:36 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580