|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
20-01-2007, 21:02 | #1 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 |
Kelimeler eksik, kelimeler yarali. Kelimeler ciliz. Tasimiyor, anlatmiyor, tanimlamiyor bu duyguyu. Ben de... Çok baska bir sey. Sevginin ortasinda, derin acilar hisseder mi insan? Aydinlik gülümsemelerin içine, hüznü yerlestirir mi durup dururken? Gözlerine bugu,diline sitem, yüregine burukluk, çöreklenir kalir mi asirlarca? Gelmeyecegini bildigi mektup için, posta kutusunu hep ayni heyecanla açar mi? Dedim ya, baska bir sey bu. Ne kadar yalnizsam, o kadar seninleyim su günlerde. Belki de en basta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulasmasin diye, kimselerin bilmedigi, bulamayacagi yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladim. Derine, hep daha derine... Seni yapayalniz, bir tek bana biraktim. Paylasamadim Yanlis yaptim. Sana ulasan yollari kaybettim diye bütün bu saskinliklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sagimda, solumda, ne zaman dikildigini bilmedigim duvarlara çarpmam, hiç görmedigim çukurlarla bogusmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurdugu dehlizlerin, acili duvarlari gibiyim. Duvarlarim yosunlu, duvarlarim kaygan, duvarlarimdan hiç tükenmeyen sular siziyor. Tutunamiyorum. Renklerim, gün içinde degisiyor. Soluyorum, soguyorum. Günes ulasmiyor içerilerime. Küfleniyorum, yaslaniyorum. Yalnizliklar pesimde. Dokundugum her islak duvardan, pis kokulu bir yalnizlik bulasiyor üstüme. Yapis yapis, vicik vicik bir yalnizlik bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum. Seni sakladigim yere ulasamaz oldum. Yollar, gitgide uzadi ve karisti. Ümidimi isitacak, parlatacak, kimildatacak bir seylere ihtiyacim var. Ah onun ne oldugunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her seyin basinda, içinde ve sonundasin. Bu degismiyor. öyle içimsin ki. Birden aklima geldi, tuttum sana bir mektup yazdim dün. çok mutluydum... Gün içinde neler yaptigimi, nelere kizip, nelerle mutlu oldugumu, tek tek anlattim. Mevsimlerin ve insanlarin nasil karisik ve beklenmedik olduklarini yazdim. "Yine zamansiz yagmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayif degildi günes isinlari" dedim, "Gerçekten buradaki sarkilari hiç ögrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu.. Basindan sonuna kadar okudum da. Neler yazmisim diye merakimdan. Sonra çekmecemden bir zarf çikarip, Adini yazdim. Büyük harflerle, yalnizca adini. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüregime yakin. Yüregim sende. Sen yüregime yakin. Öyleyse mektup sende. Bu kadar içimdesin iste.
__________________ Besiktas JK . | ||
|
20-01-2007, 21:03 | #2 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | Yalnizlar için... Her sokak, her vitrin, her mesken, böyle koskocaman, kipkirmizi, kanli canli, yusyuvarlak kalplerle doluyken kaburgalarinin arasinda bos ya da kirik bir kalple dolasmak ne can yakicidir bilirim. Bir dönem gurbette o Sevgililer Günü yalnizligini bizzat tecrübe ettim. Okyanusun ortasinda susuzluk çekmek gibi bir seydi. Parkta tahterevallisinin karsi kefesini dolduracak arkadas bekleyen bir çocuk hüznü... Öksüzlere özgü bir Anneler Günü... * * * Zamane sevdalilarinin ortalikta sereserpe koklasmasi, reklamlarin mütemadiyen âsiklari alisverise çagirmasi, Sevgililer Günü'nün küresel çapta uluorta kutlanmasi, yalniz kalplerin issizligini perçinler bir kat daha... Gördükleri her çiftten ayri bir ani, dinledikleri her anidan tarifsiz bir aci süzerler. Ask dillendirildikçe, yitik bir dostun adi gibi çinlar. Henüz reklamlardaki gibi bir sevda kismet olmamistir kimine; ama çogu doludizgin yasamis ve sonunda kiymistir yarine... Onu acilar çektirerek öldürmüs ve eski bir sarkiya gömmüstür. Ortak hatiralar mezarligina... Ya da ihanetler kabristanina... * * * Kimi fazla sevgiye sarip nefessiz koymustur askini, kimi sevgisiz birakip bogmustur. Kimi busesine kuskunun zehrini katmis, kimi ilgisizligin kodesine atmistir. Kiskançligin atesiyle bilenen hançer, sahibi ne kadar çok sevdiyse o kadar derine saplanmistir. Doyamadan ayrilanlarin damaginda buruk bir istirap tadi kalmistir. * * * Iste o yüzden, terk eden, terk edilen, sevdigini öldüren ya da sevdigince gömülen, izler cilvelesen âsiklari, Sevgililer Günü'nün haber bültenlerinde; biraz hüzün, çokça çelebi bir gülümsemeyle... Kendisi kiymistir sevdigine... Ve bilir ki, diger kumrular da, yakin bir kiskançlik krizinde ya da özensiz bir birlikteligin tekdüzeliginde, kiyacaktir yarine... Çünkü Ferhat ile Sirin'den, Kerem ile Asli'dan, Leyla ile Mecnun'dan, Romeo ve Jülyet'ten bilir ki, tipki Sevgililer Günlerinin taze gülleri gibi, ömrü uzadikça solar atesli sevdalar... Sadece öldürülen âsiklar yasar. Askta ölümle yasam arasinda ters oranti var. * * * Ey sadik üyeleri Kirik Kalpler Kulübü'nün! Sevgilisi olmayanlar, Sevgilisinden ayrilanlar, Sevgilisi uzakta olanlar, Hiç iliskiye girmemis ya da her gömdügü iliskiyle bir parça eksilmis, her yitik sevdalinin ardindan aci çekmis üvey evlatlari Sevgililer Günü'nün... Yarin gece tek kisilik sofraniza çift kadeh koyun... Izleyin canli yayinda potansiyel katillerin buselerini... Siz içtikçe canlansin o güzelim anilar... Unutmayin ki, yalnizligin da kahredici bir tadi var.
__________________ Besiktas JK . | ||
20-01-2007, 21:03 | #3 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | ESKİDEN Çember çevrilir, Su musluktan içilir, Ağaçlara tırmanılırdı. Bebekler bezden Silahlar tahtadan Resimler kömür karasından yapılırdı Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin İsimleri konulur Saatli maarif okunurdu Komþuda pişen Bize de pişer Bizde pişen komşuya düşerdi Geceler ayaz Sokaklar karanlık Yıldızlar parlak olurdu Turşu,salça,mantı Evde yapılır Karpuz kuyuda soğutulurdu Erik ağacının çiçeği Pencere camımıza yaslanır Güz yaprakları bahçemize düşerdi Kardan adam yapılır Evlerde soba yakılır Kış gecelerinde masal anlatılırdı Merdiven çıkılır Aidat ödenmez Yönetici seçilmezdi Evler badanalı Sokaklar lambasız Mahalleler bekçili olurdu Ajans radyodan dinlenir Çizgili roman okunur Defterlere kenar süsü yapılırdı Hayat Arkası yarın gibiydi Kesintisizdi Her gün yaşanacak bir şey vardı Herkes kendi düşünü kurar Kendi hayatini oynardı şimdi Hayat tek perdelik bir oyun Stand-up bir yalnızlık gibi Simdi Herkes Yoğun Yorgun Ve Tek başına
__________________ Besiktas JK . | ||
20-01-2007, 21:03 | #4 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | Bahar Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, Afrodizyakların en etkilisi, sevdanın suç ortağısın. Yapma bunu bana!.. Bahar, yalvarırım çek git isine!.. Salma üstüme çiçeklerini, aklimi çelme!.. Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; Sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.. Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek... Kavaklar kıpır kıpır, islik ıslığa meltem... Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtüböcek... Yapma bunu bana bahar, Böyle üstüme gelme!. Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı... Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime... Kalbimin buzları erimiş. Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir.. Bir de sen çıldırtma beni... Krizdeyim ben... Tembelliğin sırası değil, uyamam sana... Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol. Meltemlerine söyle, deli gibi islik çalıp sokağa çağırmasınlar beni.. Bulutların üşüşmesin başıma... Girme kanıma benim... yoldan çıkarma!.. Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyakların en etkilisi, Sevdanın suç ortağısın. Kıyma bana!.. Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; Gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin. Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, Beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin... O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman... Ne o delişmen sabahlar kalacak, Ne günaha çağıran çapkın eteklerin uçuştuğu günbatımları... Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan... Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında... Yeşerttiğin çiçekler yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz.. Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye... Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da... Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak. İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar... İş açma başıma... Git isine! Yoldan çıkarma beni!..
__________________ Besiktas JK . | ||
20-01-2007, 21:03 | #5 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | İlk yarı bitti : Hayat:1 - Ben:0...!!!... Ama belliydi böyle olacağı Nicedir başlamıştı belirtiler: Yolda çocuklar "Amca şu topu atıversene" diye seslendiklerinde kuşkulanmıştım ilkin... Sonra saçlarımdaki beyaz teller tescilledi yarı yolun ufukta göründüğünü, Baktım; lise fotoğraflarım sararmış, sınıf arkadaşlarım yaşlanmış. Eş dost sohbetlerinde sağlık ve çocuk konuşulur olmuş, seyahat ve aşk yerine... Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum, içimdeki uçurtmanın ipini çekercesine... Bizim zamanımızda diye başlayan nutuklar atmaya başlamışım mezuniyet törenlerinde, -Hayret daha dün değil miydi benimkisi?- Yıllar yılı dudak büktüğüm "ölümden sonra hayat" masallarına kulak kabartmaya başlamışım gizliden gizliye... İple çektiğim Haziranlara sırt çevirmişim. Yaşamın orta sahasına girmişim, irkilmişim... Ruhumun ikizleri yine çekiştiriyorlar kollarımdan; Biri, "daha ne gördün ki" diyor yüzünde papatyalarla, asıl şimdi başlıyor hayat!... Bundan sonrası rahat!" Lakin "Buydu görüp göreceğin" diye efkarlanıyor öteki... ikinci yarı geçer hızla, yaşlanırsın zamanla... Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak "Sahi oldu mu o kadar? Hiç göstermiyorsun" tesellisindeler. 35'le çoktan tanış olanlarsa "Hayata hoşgeldin" pankartlarıyla karşılamadalar... İlk yarı sadece bir ısınmaymış meğer: asıl ikinci yarıda anlaşılırmış tadı, hayatın... kavganın... aşkın... Bense şaşkın... devre arası bilançolarındayım. Son dönemde kimbilir kaç kez eski anıları yaralı ele geçirdim, belleğimin derinliklerinde?... Kimbilir kaç kez kendime yakalandım, kendimden kaçarken?... Ve sustum vicdan sorgularında... Aksi sedamla bile dertleşmedim. Meğer ne yaman serüvenmiş hayat? Bazen yediveren gülleri gibi bereketli... Sanki hayat değil, Körfez Krizi mübarek: Bir koyup, beş alıyorsun... Yaşıyor, seviyor ve seviliyorsun... Bazense kıtlıktan kırılıyor ortalık, şaşıp kalıyorsun... Oysa -herkes bilmezden gelse de- skoru bellli oyunun: 30'larda dedeni ve nineni kaybediyorsun, 40'larda anneni ve babanı... Ve 70'lerde kendini... Şimdi devre arası, yolun yarısı... Bugüne dek ancak tanıştık hayatla... Ben ona kendimi tanıttım, O bana kendini... Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı... Zaferlerim onlar benim, olgunluğumun yapıtaşları... Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı... Asansör çıkarken yukarı, dönüp bakmadım bile aşağı... Dönmesin diye başım... Ben istikballe arkadaşım... Ne var ki herşey yarım... Hayat da yarım, sevdalar da... Daha diyeti ödenmedi sevinçlerin... İhanetlerin hesabı sorulmadı... Nazım'ın dedidği gibi "Kopardım portakalı dalından ama, kabuğu soyulmadı, sevdalara doyulmadı..." "Doydum diyen görmedim ki ben zaten..." Lakin gel de zamana anlat bunu... Sahi nedir bu telaş, bu kin? Sanki ölüye can yetiştireceksin... Baktım ikinci yarı kapıda... ve hayatın ceza sahası yakın... Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını. Acılar, sancılar bir çekmecede sevdalar diğerinde... Bir yerde hüzünler ve korkular, bir üstte sevinçler ve zaferler... Kat kat, dizi dizi dizdim kullanılmıştakvimlerimi, Sabırla kapattım kutuyu, sevgiyle mühürledim ağzını... İlk yarı bilançom o benim: Yangında ilk kurtarılacak... Kazada ilk açılacak... Yarımlar tam olduğunda kara kutuyu açıp bakanlar teşhis koyacaklar halime... "Çok mutlu olmuş, fazla yüksekten uçmuş zavallı" diyecekler Ya da, "Sebepsiz alçalmış... Bile bile vurmuş kendini dağlara!..." Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleyecek hikayenin... Kalanı benimle gelecek... Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatalarımı... Reyhanlar saklayacak sırlarımı... Skoru birtek Ege'nin suları bilecek... Denize kavuşabilirse eğer içimdeki nehir... HAYAT : 0 - BEN: 1
__________________ Besiktas JK . | ||
20-01-2007, 21:04 | #6 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | Özledim seni... Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir... Beynimi uyuşturuyor özlemin... Çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum. Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp sürekli bir boşluğa dönüşüyor. Sabahlara seni okşayarak başlamaları, akşamları her işi bir kenara koyup seninle baş başa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü... Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... Ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken... Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... O şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek... "Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi: "Yaşayamaz artık bu evde... Yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... Ve kendine yeni bir hayat çizmeli..." Bilsen ne zor, gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana... Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek... Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek... "Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor... Sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden, sesin, kokun hala beynimdeyken... Seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden... Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek... Ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yan yana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkadan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor... Ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek... Yokluğunu beklemek, ne zor... Bunları düşündükçe, şu anda uzaklarda bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp, terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geliyor içimden... Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum. Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terk etmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve "Dön bebeğim" demek istiyorum: "Geri dön... Kulüben seni bekliyor..."
__________________ Besiktas JK . | ||
20-01-2007, 21:04 | #7 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | Aşık Olmadan Bir Düşün Diyor Can Dündar Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin... Sokağa fırlayacaksın... Sokaklar da dar gelecek... Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi... Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü... Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin... Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan... "Önemli olan sağlık." "Yasamak güzel." "Bos ver, her şey unutulur." Sen hiçbirini duymayacaksın... Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin... Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin... Hep ondan bahsetmek isteyeceksin... "Ölüme çare bulundu" ya da "Yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını kaldırıp Ne dedin?" diye sormayacaksın... Yalnız kalmak isteyeceksin... Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak... İkisi de yetmeyecek... Geçmişi düşüneceksin... Neredeyse dakika dakika... Ama kötüleri atlayarak... Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin... Gittiğin yerlere gitmek... Bu sana hiç iyi gelmeyecek... Ama bile bile yapacaksın... Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese,kaçacaksın... Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yasamak için direneceksin... Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin.... Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin... Herkesi ona benzetip... Kimseyi onun yerine koyamayacaksın... Hiçbir şey oyalamayacak seni... İlaçlara sığınacaksın... Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan… Sadece bir müddet buzlu camin arkasından seyrettiren... Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek... Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin... Uyumak zor, uyanmak kolay olacak... Sabahı iple çekeceksin... Bazen de "Hiç güneş doğmasa" diyeceksin... Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler... Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin... Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin Nafile... Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek... Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin... Her sıçrayarak uyandığında onun adini söylediğini fark edeceksin... Telefonun çalmasını bekleyeceksin... Aramayacağını bile bile... Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek... Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla... Yüreğin burkulacak... Canin yanacak... Bir daha sevmemeye yemin edeceksin... Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden... Onun sesini bir kez daha duymak için yani tutuşacaksın... Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için nefret edeceksin... Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin... Onunla hiçbir aninin olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek... Ama bir umut... Onunla bir gün bir yerde karsılaşma umudu... Bu umut seni gitmekten alıkoyacak... Gel gitler içinde yaşayacaksın... Buna yasamak denirse... Razı mısın bütün bunlara...? Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...? O halde aşık olabilirsin
__________________ Besiktas JK . | ||
20-01-2007, 21:04 | #8 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | Can Dundar'dan Sil? Yeni cep telefonuma eskisinin rehberini geçiriyordum dün... Baktım, bazı isimlerin numaraları duruyor; kendileri yok... Bir deprem sonrasının hazin sınıf yoklaması gibi: "- Cem Karaca?" "- Yok!" "- Barış Manço?" "- Yok!" "- Erol Mutlu?" "- Yok!". "- Melih Kibar?" "- Yok!" * * * Sanki mazinin kumsalına yazılmış isimler... Eninde sonunda geleceğini adımız gibi bildiğimiz halde hiç gelmez zannettiğimiz bir dalga geliyor ve yıllar yılı özene bezene sahile işlediğimiz o güzelim yazıları bir darbede siliyor. Kum gibi dağıtıp ummana sürüklüyor. Sonrası boşluk... Sonsuz bir boşluk... * * * Yitik dostların, tanışların ekrandaki isimleri üzerinde geziniyor parmağım... "Sileyim mi" diye soruyor telefon... Başparmağın ucunda bir ömür... Can, bir tuş mesafesinde... "Sil" komutuna elim varmıyor. "Sil"mek ihanet gibi geliyor. * * * Rehberim isim dolu... Kimi canlı, kimi ölü... "Sil"meye kıyılamamış nice isim, yaşayanlarla birlikte duruyor orada... "Yaşayanlar" dediğim, sırasını bekleyenler... Kim bilir hangisi, hangisinin ardı sıra... "Ha 3 gün önce,ha 5 gün sonra..." Kimi vakitli, kimi apansız, bir anda... Rasgele arıyorum yitenlerden birini... Gençten bir kadın sesi yanıtlıyor: "Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor." Gelecekte ulaşılması da mümkün görünmüyor. "Daha sonra tekrar deneyiniz" tavsiyesine gülüyorum. Denemeye söz veriyorum. > >Ölmüş de hafızadan silinmemiş dostlar, ölmeden silinenlerden daha uzun yaşıyor bu rehberde... * * * Hep merak ederim: Nereye gider bu bilgisayarların, cep telefonlarının posta kutularından silinen mesajlar, mektuplar, yazılar... Onca harf, cümle, satır?.. Sanal âlemin görünmez kablolarına tutunup bir ekrandan yüreklere ulaşan haykırışlar, özlemle tuşlanmış, mesaj kutularında saklanmış aşklar... ne olur silinince?.. Uzay boşluğunda dağılır mı? Yoksa bir yerlerde saklanır mı? Bir gün yeniden toplanır mı? Silinmiş yazılar diyarında... Bir pişmanlık kurultayında... Ya ölenler? Onlar hangi keşfedilmemiş ülkeye gider?.. * * * Galiba hayattan kayıt sildirdikten sonra ilkin gelip sevenlerinin hafızasına kaydoluyorlar. Bilgisayar gibi değil insan hafızası... Bir tuşluk "sil" komutuyla silmiyor sevdiğini... silemiyor. Emir, ferman dinlemiyor. Hatıralara sarıp saklıyor orada... anıyor, yâd ediyor, "yaşatıyor". Belki hiç unutmuyor ve yanına gidene dek orada koruyor. Belki -5-10 yıl sonra- bir gün "hafızası doluyor", onu silip yerine bir başka ismi yazıyor. İşte insan asıl o zaman "sil"iniyor. Sözün özü, demem o ki; Unutmazsak yaşatırız!
__________________ Besiktas JK . | ||
20-01-2007, 21:05 | #9 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | Öyle Bir ilişkiye En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin nedeni; yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur. Göz yaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkalarınızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak... Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz; “Ölmek var, dönmek yok”tur. Gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını... Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya Şurasından, burasından eleştirmeye başlarsınız; “Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa...” Başkalarını örnek göstermeye, “Bak onlar nasıl yaşıyor” demeye başlarsınız Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını arasınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık yanlışını görür düzeltmek istersiniz. “Eskiden böyle miydi ya...” diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirilerin kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından... Böyle sürmeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz. O sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür. “Ya sev böyle ya da terk et” diye gürler... Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ısıtan o rüya, bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze... Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar, mahkum eder; mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden... “İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için...” dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız, yaşayamayacağınızı bilirsiniz, ama öyle de sevemezsiniz. İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek terk edersiniz... “Madem öyle...”nin çağı başlar ondan sonra... Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde “Günah sizden gitmiştir” Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz. Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece... Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre... Ne var ki unutamazsınız, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Delikanlılar, elikanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini... Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye... Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla... “Bana ne... kendi seçimi” diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre... Ama sonra... Ansızın kulağınıza çalan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden... Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh şarap içmeyi... Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...dönüp “Seni hala seviyorum” diye bağırmak geçer içinizden... dönemezsiniz. Görmedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız. Anlarsınız ki bir ç****iz aşktır bu, ne onunla, ne de onsuz... Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, Hem “Ne olacak sonunda” kuşkusu... Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz, sürünür gidersiniz.
__________________ Besiktas JK . | ||
20-01-2007, 21:05 | #10 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | TANRI'NIN GÖKTAŞLARI Önceki gece,kutsal katında sıkkındı Tanrı... Dev aynasının karşısında oturmuş elindeki taşlarla oynuyordu.Yine böyle sıkıntılı bir anında yarattığı insanoğlu,başlı başına sıkıntı vesilesi haline gelmişti. Kulları aşağıda yoksul yanlız ve mutsuzdu. Acı çekiyor,kan döküyor,eziyor öldürüyorlardı.Sevgiden ziyade nefret kusuyor,sevaba değil günaha sarılıyorlardı. Şeytan,zulmün bayrağını dikmişti yerküreye... "Bıktım diye mırıldandı Kainatın efendisi,"...yoruldum asırlardır aynı filmi görmekten!Bilseniz kaç nesilde böyle kaç savaş,kaç yangın izledim ben." Kederle avucunda çevirdiği taşları,yerküreye doğru attı. Taşlar;karanlıkta alevli ışıklar saçarak süzüldü aşağıya.. Aşağıda umutla pencerelere üşüştü Ademoğullar.. Kainatın ışıkla dansı başlamıştı. Bu ışıltı "yıldız yağmuru'na türlü çeşit manalar vehmettiler. Toprağa yanyana uzanıp gözlerini gökyüzüne diktiler ve kayan her yıldız için ayrı dilek tuttular. "Sevdiğime kavuşayım " dedi biri,"yoksulluktan kurtulayım"diye yalvardı öteki... Gökyüzünün "taş yağmuru"nu,yeryüzü "dilek yağmuru" ile yanıtladı sanki. "Acı çekmeyeyim",Yanlız kalmayayım", "Mutsuz olmayayım". Acı ile güldü Tanrı yukarıda.. "Ah kullarım dedi,"Buradan ne kadar zavallı görünüyorsunuz. Göktaşları,gözyaşlarınızı dindirir mi sanıyorsunuz.Bu mu onca asırda yaratabildiğiniz uygarlık?Yağanın taş olduğunu biliyor,ama hala o taşlardan medet umuyorsunuz.Derdinizin devasını onlarda arıyorsunuz.Oysa attığım taşlardan duvar ören sizsiniz.Birbirinin önüne setler çeken siz.. Alçakgönüllülük istedim sizlerden;gönülsüz davrandınız,geriye kala kala alçaklık kaldı." "Ah zavallı ümmetim"diye dertlendi Tanrı, "yıldızlara baktığınız kadar,birbirlerinize baksanız daha çok mutlu olacaksınız. Benimle konuştuğunuz kadar birbirinizle konuşsanız hiçde yanlız kalmayacaksınız. Gökyüzünde arayıp durduğunuz çareyi kendinizde,birbiriniz de bulacaksınız. Sonra efkarla dev aynasına çevirdi yüzünü...Yanlızlığını savmak için onunla dertleşmeye başladı: "Onca kalabalıkta kendilerini yanlız sanıyorlar.Asıl ebedi yanlızlığa mahkum olan benim,bilmiyorlar" diye iç geçirdi. Ayna da kendini süzdü uzun uzadıya... Sonra aşağıya baktı. Yeryüzünde ç****iz gözbebeklerinden uçsuz bucaksız bir samanyolu vardı. Milyonlarca çift göz ,yanlızlığından kurtulmak için umutla kendisine çevrilmiş bakıyordu. Aniden aynasını çevirip dünyaya tuttu. Milyonlarca ışıltı gözbebeği yansıdı göğün yüzünden... İnsanlar,gökkubbenin aynasında kendi gözbebeklerinin ışığını görüp,takım yıldızı sandılar. "Tanrım bu ne mucizevi güzellik,keşke bizde yıldızların gibi ışıldayabilseydik"diyerek hayran hayran dilek tutup duaya daldılar. Bulutlandı Tanrı'nın yüzü.... Tuvalindeki resme kızan ressam gibi,çevirdi aynasını geri... Söndü gökkubbenin ışıkları..... Sabah oldu.
__________________ Besiktas JK . | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |