![]() |
- Sevgili Melek!!! Anacığının bir tebessümünü görmek, bir iltifatına nail olmak için ayakta bekleyen masum... Valideciğini sev, sev zira sevilmeye ihtiyacı var. Yine ne ümidi sensin senin bir tebessümün beni bahtiyar, senin ufak bir rahatsızlığında bedbaht eder evladım. Evine gül, gül ki gülecek zamanın şimdidir. Senin bir tebessümünü dünyaya değişmem meleğim. Masumane, şarkılarımla kimde açılan cerihaya iltiyam bahş ol ruhum. Bülbül gibi şakır da valideciğini teselli eyle. Çünkü teselliye mutaçtır. Sen benim yanane ümidimsin. Ben senin için yaşıyorum. Ey Allah’ın ihsanı! Ağuşuma gel, gel ki kucağımda olduğun halde gözyaşları akmakta olan validen ömr-ü mesudanesinin yadigar-ı kıymettarı hemşirenin ziya ebediyyesinden tahsil eden tesirat-ı derununu unuttur kalbini tebessümat-ı melekanen ile ebriz - i mesret eyle! Fahriye 31 Aoüt 1895 / 10 Rabiulevvel 1313 Tenbih Lakırtı ifade-i şifahiyedir. Bunun kağıt üzerine konulması ifade-i tahririyedir. İmlayı bilen asla sıkılmadan istediği sözleri yazmalıdır. Ancak ifade-i tahririyemiz, ifade-i şifahiyemiz gibi gelişi güzel olmayıp müpteda ve haber ve fa il ve meful ve sıfat ve mevsuf gibi bir takım kavaide tabi olduğundan onlara riayetle tanzim olunmak zaruridir. Binaenaleyh hisanımızın kavaidine tevfikan tahrir ve kitabet iktiza eder. Binaenaleyh hisanımızın kavaidine tevfikan tahrir ve kitabet iktiza eder. Kavaid-i mezkurenin cümlesini layıkıyla bilmek kabil olamadığı cihetle arabi ve Farisi bir çok tumturaklı elfaz ve lügat kullanılmamalıdır. Türlü türlü lügatları birbirine katarak ne olduğu anlaşılmayan cümleler ve terkipler yapmamalıdır. Aslı ve ne manada olduğu iyice bilinen kelimeler istimal olunmalıdır. Bazı edebiyat kitaplarında görülen secili becili ibarelerin taklidine özenilmemelidir. Mümkün olduğu kadar Türkçe ve Türkçeleşmiş kelimeler ve kaideye muvafık cümleler tercih olunmalıdır. |
NUMUNE Malumatın ilk nüshasında başlangıç diye yazılan makalede kadınlara en ziyade lazım olan ulum ve fünundan bahs ile herkesin anlayacağı surette a’tayı malumat olunacağı va’di beyan kılınmıştı. Mevaidlerini hüsn-ü ifa ile mümtaz olan (Malumat) işte bu nüshasından itibaren (Hanımlara ta’lim-i kitabet) derslerini yazmaya başladı. TAHLİL (Başlangıç) Bu kelimede biraz tenafür vardır. (Tenafür 1) Söylerken lisana sakat veren yani söylenmesi güç olan kelimelerde olur. Çocuklukta bazı tekerlemeler ezberleyip arkadaşlarımıza söyletmeyi arzu ederdik. Dilleri dönmediğinden söyleyemezlerdi: Kırkdırtdırmak, keşksimisi, şerlgan kelimeleri gibi. İşte böyle telaffuzu zor olan kelimeleri mümkün olduğu kadar yazmağa gayret etmelidir. Çünkü ibarenin ziynet ve intizamın bozar. (Mevaidlerini) yanlıştır. Doğrusu (Mevaidini) yahut (Vaatlerini) dir. Çünkü (mevaid) kelimesi cem’i olduğundan ahirine bir de Türkçe edat cemi olan (lar) getirilemez. Bu gibi yanlışlara (Kıyasa Muhalefet) denir. Bende kiyyat, peşinat, havadisler, eşyalar ve emsali yanlışlar hep bu kabildendir. (Bende) Farisi olduğundan ahirine “y” ve “t” getireler7ek arabi kaidesi üzre mastar yapılamaz. Doğrusu (bendeni) dir. (Peşin) Farisi olduğundan o da arabi kardesi vechile cem olunamaz (Havadis ve Eşya) kelimeleri cem oldukları cihetle ahirlerine türkçe edat cem’i olan (lar) ilave edilemez. |
No.: 10 Sayfa 11 10 Rabiul Evvel 1313 Kava’id (İzafet) iki ismin birbirine rabt edilmesinden ibarettir. (Kitabın Kabı) gibi, bu misalde (Kitap) mmuzafun ileyh (Kab) muzaftır. Kitaba ilave olunan (n) edat-ı izafettir. (Kabdan) sonra gelen zamir-i izafidir. Lisanımızda arabi ve farisi kaidesi üzre izafetler de yapılır. Arabi kaidesiyle olan izafetlerde muzaf ve muzafun ileyh arabi kelimelerden olmalıdır. Türkçe bir kelime ile Arapça bir kelimenin izafeti caiz değildir. Misal (Kapu-ı mektep) denilemez Keza farısi kelimeler dahi Türkçe kelimelerle izafet olunarak (Oda-i) denilemez. Bunların doğrusu mektebin kapısı, hocanın ha’ce odası demek ve yazmaktır. İHTAR (Kıyasa Muhalefet) diye gösterdiğim yanlışlarla Arabi ve Farısi kelimelerin sonuna izafetleri hakında tafsilli malumat olmak arzusunda bulunanlar (Kavaid-i Lisan-ı Osmani) kitaplarına müracaatları iktifa eder. Nazif Serveri No.: 12 Sayfa 19 13 Sept 1895 / 23 Rebiülevvel 1313 Tenbih 2 İnsan dilediğini lisanıyla söyler ve söylenen sözleri de akl ve izanıyla anlar ki bunun birisi ifade diğeri istifadedir. Diliyle söylediğini yazıp anlatmak ve yazıyla söylenen sözleri okuyup anlamaksa ifade-i tahririye ve istifade-i ilmiyye demek olduğundan nutk ve idrak ile mümtaz olan evlad-ı beşerin şerefini arttırır. |
Lisanımızla söylediğimiz sözler umumu itibariyle düzgün olamayıp, kaideten önce söylenmesi iktiza eden kelimenin sonraya kalması yahut kelamı teşkil eden cümlelerin gayri muntazam yani kaide mucibince sırasına konulamamış bulunması gibi irtibatsızlıklar bir dereceye kadar reva görülebilir ise de ifade-i tahririyede o misüllü irtibatsızlıklara meydan verilmemek lazım geldiğinden kavaid-i lisaniyeye tevfikan tanzim olunarak okuyanların bila müşkilat anlaması temin olunmak iktiza eder. Zira ifade-i tahririyede (lakırtı edişimiz gibi) bir takım kara’in ve işarat-ı bedihiye bulunamayacağından yol ile anlatmak lazımdır. Mesela konuşurken (Canım hani şu şey yok mu?) dersem muhatabım olan zat benim ne demek istediğimi malumat-ı haliyesine binaen anlar. Lakin bu cümleyi aynen yazıp sözün ol.......... ahirini ve ne demek istediğini layıkıyla anlatmaz isem kimse bir şey anlayamaz. Keza konuşurken (Geldi Ha’ce Efendi) diyebilirm. Çünkü adi lakırtı olduğundan intizam aramaya mecbur değilim. Fakat yazı ile bunu ifade edecek olursam söylediğim gibi yazamam. Kaidesine tevfik ile (Hace efendi geldi.) demeye mecburum. Çünkü (Hoca efendi) müptedadır. (Geldi) haberdir. Müptedanın haberden evvel yazılması ise kaidedendir. İşte ifade-/i tahririyede bu misüllü intizamlar gözetiliyor. Binaenaleyh dikkat lazımdır. Bir de herkesin bilmediği ve kullanmadığı kelime velügatları kullanmamalıdır. Çünkü öyle bilinmedik lügatlerla yazılan mektupları anlamakta güçlük vardır. Bana çok lügat biliyor desinler diye kulak işitmedik kelimeler yazmak fesahate münafi olduğundan memnusaddir, ki buna (Garabet) derler. Benaberin zebanzad ve menus olmayan lügatler kullanılmamalıdır. |
Mesela (cefen) kelimeleri lisan-ı halkta gayrı müstamel olduğundan (sıcak) diyeceğimiz yerde (ısı) (kipik) demek istediği mizde (cefen) (ay aydınlığı ve mehtap) makamında (mehşit) demekde garabet vardır. Bir tezkere yahut mektupta -Hemşiremiz felan hanımın cefni döküldü- diye yazarsak okuyan adam bundan bir şey anlamayıp lügata müracaatla (cefen) kelimesinin (kirpik) demek olduğunu bulur. Keza bu gece (mehtap) latif idi diyecek iken bu gece (mehşit) latif idi yazar isen yine böyle olur ki bunlar garabetle muhatabının istifadesini eşkalden başka bir şeye yaramayacağından fesahaten memnudur. NUMUNE Hemşirem Hanım Efendi! Çoktan beridir sizi görememekteyiz. Mektebe devamda kusur etmediğinizi bildiğimiz cihetle merdak ettik. İnşallah keyifsiz falan değilsiniz. Sınıf arkadaşlarınız cümleten gözlerinizden öperler. Sıhhat ve afiyet üftanelerinin eşarını terci ederiz. TAHLİL İfade-i şifahiyemizle ifade-i tahririyemizin beyanlarından ne gibi fark olmak lazım geldiğini yukarıda söylemiştik. Numunede mastar olan (Çoktan beri sizi görememekteyiz) cümlesini lakırtı ifadesinde alet o set ederek (sizi görememekteyiz çoktan beri) tarzında ifade edersek adi lakırtı olduğundan kusura bakılmaz. Lakin o cümleyi yazmak lazım gelirse kaidesine uydurarak buruca mebsut yazmaya mahbulündeki buna intizam gelen yahut ahenk-i haresi (Terci) (temenni, reca, niyaz) dururken (Terci ederiz) demek de münasip olmaz. Nazif Serveri |
No.:12 Syf.21 AVDET-İ CANAN Görmeden habale-i izdivacına girmiş amma gördükten sonra da esir olmuş idi. Daha ilk gecesinde tavrından, endamından sözlerinden hissettiği asar-ı vefa anda sancılı ümitler, nihayetsiz düşünceler, yüzünde bahtiyar olduğunu, olacağını andırır tebessümler, nazarında görenleri mesrur edecek manidar şualar, kalbinde dinleyenleri daha iyisini dinleyecek olanları tesirat nafizeyiseyle sevine sevine ağlatacak hayaller hasıl etmiş, zaman geçtikçe o ümitler, düşünceler, tebessümler, şualar, hayaller teceddüt ederek hakikaten zevceyi zevce rabt eden bir şiraze-i muhabbet vücuda gelmiş idi. Bu aşk değil, sevda değil, heves değil. Bu bir inzicap kalbin, dimağın bir diğere tamamı irtibatlı. Kanat-ı amel kalbin, dimağın bir diğere tamamı irtibatlı. Kanat-ı amel ile mütehassis olan bahtiyarların bir kısmında görülen hal istiğrak. Ruhun vecd-hazini. Ne hicran-ı ne firkati, ne yeis var. Sonu ne ise ondan mütehassil, ondan mürekkep, ondan müteşekkil bir his sermedi nişan Afif bir kalbin bir vicdan-ı sahiha temayül, bir tebessüm, hissiyat-ı umumiyetin en galeyanlı, en tatlı bir derunda husule gelen nazar e gedaz bir tavır müdap neyi ifham ederse anında bu sevdayı hakikisi o mefhum latifeden ibaret. İnsanın safiyeti yalnız bu manazır cebeliyyede görmesini arzu edeceği gelir: Onu gördü mü fert serverinden bitab, bi huzur imiş gibi yoksunurcasına boynunu eğer. Ona yaranmak değil, hizmet etmek ister ihtiyacı olmadığı için tezyid muhabete vesile aramaz. Sevdaya istiğna gösterir. |
Fakat dem olur. Hakayık meriye hayale benzeyecek kadar faidesiz kalır. O zafiyet sürur-ı muhtel olur. Hicran, firkat gibi mühacimane uğramazsa da. Ona benzer onun kadar tesirli mahrumeyit-i didarede söz yok. Evce her zaman uğradığı tebessümlerle her vakit güzel görünmez. Vakit bir hayal hatır nevazade insanı güldürür. Eğlendirir, sevindirir, uğraştırı. Bahane cuyı tefekkür eder. Ah, sene imtidad eden bu maişet, dalgasız, sakin, yalnız handeleri aktıran bir şarıltı, en rakkas aver nağmeye ebenzeyen bir zemzeme ile afan bir cuyanbar gibi akıp geçti. Anasının tabiri vechile tıpkı babası! Bir tıfl-ı asude hal-i derdini bitirip beşine bastı. Babasının sesinden ince sesli, anasının neş’esinden füzun bir servernaze ile o aşiyşan sekti dolaşmaya başladı. Lakin ne onun muhabbetini ne de diğerinin incizabı düçar-ı inkısam oldu. Bilakis sevdi. Daha ziyade şiddetlendi. Daha ziyade tesirata uğradı. Mesela babası gözlerin anasınınkına, anası saçlarını babasının saçlarına benzeterek amal tarafının noktai içtimaını tayin edecekler imiş gibi makuyesete giriştiler. Her mukayesede rahennar tazesinin birer tarafına dudaklarını dokundurarak edalarını şu suretle netice pezir ettiler. Bu buseler kalpten kalbe intikal etmek için bir vasıtaya muhtaç olan huruşan-i arzuya benzerdi. Hergün yekdiğerinin nazar-ı dikkati o günde bulundukları için bir dakika unutmak gibi ihlal-i hatır diye badi olacak nakısa ve ku’a gelmedi. Yalnız birinci defa olmak üzere kadın birkaç aylak iftiraka ki yok yok mahrumiyet-i didara uğradı. O yar-ı con kendisinden ayrıldı. Bir iş için uzaklara Akdeniz sahiline gitti. |
Düşünün. Bu ayrılış nefettir müessirdir. Ne kadersiz avratmış. Saf bir mevce bulunuyor. Henüz endişeden ari bir mir’at-ı ruh üzerine keder denilen arızı bir leke konuyor. Gözleri yaşla doluyor. Ağlaya ağlaya hınçkırıyor. Eda-ı mazlumanesiyle ayrılamayacağını anlatıyor. Dünyada alışılmayacak, söylenmeyecek bir hal var ise onun buna benzer hicran - yarelenler olduğunu gizli gizli itiraf ediyor. Bin ihtimal-i müthişe imkan veriyor. Denizin dalgalarından, fırtınadan, rüzgardan korkuyor. Fert etametinden beraber gitmesini niyaz edemiyor. Neyus değil. Ondan daha vahim bir fetur-ı şedide uğruyor. Zihnine bir şeyler geliyor. Gözlerinde, bir hayale minnetdar duran kalpten bir vehm mufet var. Görmeyeceğim diye üzülüyor. Fikrindeki hasta ruhundaki asayiş tarumar olmaz, acı bir tebessüm ile geziniyor. Gidecek akşam kalkan posta ile gidecek. Genç herşeyini hazırladıktan sonra tali bıraktır. Çeğhresindeki intizam alaimi bozmuş, gözleri biraz yüzülmüş olduğu halde refikasına döndü. Ömründe taltif etmek istemediğini anlatır bir hazin eda ile: -Üç aya kadar yine buradayım. Fakat sen ağlarsan benim endişem ziyadeleşir. Daha ziyade kalırım. Beni rahat bırakmak için metin durmalısın. Diyerek yüzünden öptü. Verilecek cevabı dinlemeksizin elleriyle küçüğün yanaklarını sıkıştırdıktan sonra süratle kapıdan çıktı. Bu bir levha idi. Hayatında ilk defa mukadder olan bir vücudun gösterdiği asar izmihlali musavver idi. Merdiyyun başına yıkılmış. Kocasının metin durmalısın! Tarzında vaki bulan meramını yineleyemeyeceğini, ilk defa olarak böyle bir tavır serkeşanede bulunduğunu ara’e ediyor. Ağlamak mazhur teselli olmağa başlayanlarda görülür hallerdendir. Bu elem-i didenin gözleri görümiş: |
Saatlerce kalbini bu kederle özdü. Daha bir ümit kalmış idi. Yavaş yavaş hazırlandı. Şaşkın şaşkın nazarlarla bakınarak giyindi. Beraberinde kızı, hizmetçisi olduğu halde Moda’nın etrafında dolaşarak mühürdar yolunun en yüksek biryerinde durdu. Marmara saf, sakit, sakin düz bir satıhla cevrdi. Ufukları dumanlı, sahil-i ba’idesi sisli. Güneş samt’el reşebden hayli inmiş. Saat onbire geliyor. Orada durmuş, zuhur edecek postaya intizar ediyor. Bu his onu son def’a olmak üzere kuvvetlendirdi. Yeniden dirilmiş gibi taze hayat içinde bekliyor. Kiminin hareketinden, seyrinden tefa’il edecek. Ondan birşeyler anlayacak. Yanında duran kızının ellerinden tutmuş, enzar-ı dikkatini sağa atfetmiş. Yeldirmesi açılmış, başörtüsü şakaklarına temas etmekten kurtulmuş. Bu vazı muhib. Tali’a karşı karşı nefret h’an olan bir afifenin kıyafet-ı hicranı. Beyninde bin aramasuz var. Yalnız zevcenin hayalini görüyor. Fakat parça parça, dağılmış. Anda cem’iyyet-i hatır yok ki, hayalinde intizam bulunsun. Kah denize bakıp: -Oh! Fırtına yok. Diyor, kah akşamın halini terk ederek: -Gece denizde mi kalacak? Diye te’essüf ediyor. Keder amiz bir tesilli içinde. Tehlikeli, fakat sahili yakın bir deryayı mübtelatım içinde. Bir gemi geliyor, limana girecek, seyrindeki mihateden ka’ir deryaya pinhan dalgalardan korkmadığı anlaşılıyor. Dünyada yalnız o sahil neşini temin edecek bir vaziyet gösteriyor. Bir kotra ara sıra çıkan sağnaktan eğildikçe eğiliyor. Yalnız o temaşa gir hazini karkutuyor. Bizden iktibas füruh ederken diğerinden müte’ezzi oluyor. Bu ne’akap-ı elem. Bu tenazir-i saddin endişesini büyületiyor. Fakat muttasıl o tarafa bakıyor. Helecanlı bir ıztırab içinde. Göründü. Bütün ümidini, halbiyasını getiren yahut öyle zan ettiği gemi göründü. Bacasından siyah dumanlar çıkıyor. Bacasından siyah dumanlar çıkıyor. Her tarafı siyah bir gemi. Renk mateme bürünmüş. O dud-ı siyah şura’at-ı şemsden bile müessir olmuyor. Açılamıyor. Yalnız yayılıp mahv oluyor. Gemi sola meyl ediyor, Ah! Sahile yanaşsa olmaz mı? |
O bir şey göremiyor. Bütün mer’iyyet karma karışık. Nazariyenin şifatiyyet-i nüfuzu kaçmış. Birer katre sirişk ha’il oluyor. Silmekle biter mi?= Bir elinde mendil, bir elinde ma’sumanenin eli. Nazarı sabit, vücudu ona ma’il, uzakta bir şey’i görmek üzere terasta varanlar gibi eğilmiş. Her lahza uzaklaşan gemiye bakıyor. İçinde kimse yok mu? Kendini görmüyorlar mı? Kendini kalben teşyi’ ettiği o aram-ı candan bi-haber mi? Of! Bu melal, bütün asabını üzdü. Yüzünde birtakım hatut-u asabiye peyda oldu. Ellerini sıktı. İnce bir sese: -Aman anneciğim! Deyince kendine gelerek yavrucuğun elini bıraktı. Zavallı küçük. Güç hal ile parmaklarını ayırmaya muvaffak oldu. Onu da gözü yaşlı, mebhut mebhut anasının çehre-i giryanağına bakıyor. Güneş son şu’a’atiyle kıpkırmızı oldu. Gemi vira-yı afaka dalıncaya kadar orada kaldı. Bir hafta sonra aldığı mektup onu dünyalar kadar sevindirdi. Zaten keder ilk nücumunda ne yaparsa onunla kalır. Temdid-i te’sir ettiremez. Yare acımaz mı? Fakat ilk darbe kadar mü’ellim midir? O da yazdı. Elinden geldiği kadar çektiği acıları anlattı. Dili döndüğü kadar hissiyatın şerh etti. Gücü yettiği kadar yazdığına özendi. Aklı erdiği kadar sitemler, serzenişler buldu. Aldığı ikinci mektupta yaptıklarına peşiman oldu. Sitemlerinden, serzenişlerinden dolayı mahçup kaldı. Bu sefer firkate bigane bir zevcenin her kabahatini afvetmek zevcin mukteziyad-ı mürüvvetindendir ma’elinden bir isti’fa-yı kusurda bulundu. |
Türkiye`de Saat: 06:02 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2