![]() |
Dış Ticarette Vergiler GİRİŞ Ülkeler çeşitli amaçlara ulaşmak için birbirinden farklı olarak dış ticaret üzerinden vergi almaktadır. Az gelişmiş ülkelerde dış ticaret üzerinden alman vergiler devlet bütçesi için önemli bir gelir kaynağıdır. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi arttıkça dış ticaret üzerinden alınan vergilerin gelir kaynağı olarak önemi azalmakladır. Ancak ekonomiye müdahale ederek ödemeler dengesinin bozulmaması, yerli üretimi korumak ve teşvik etmek, dış rekabete karşı korumak ve uluslararası ticareti kendi ekonomik kalkınmaları yararına bir araç olarak kullanabilmek gibi nedenlerle dış ticaret üzerinden alınan vergiler ayrı bir önem kazanmaktadır. İster önemli bir gelir kaynağı olduğu için, ister çeşitli koruma amaçları nedeniyle yürürlüğe konulmuş olsun, dış ticaret üzerinden alınan çeşitli vergi ve fonlar vardır. Araştırmada,; dış ticaret üzerinden alınan vergilerin teorik incelemesi yapılarak, söz konusu vergilerin amaçları ve etkileri tartışılmıştır. Dış ticaret üzerinden alınan vergilerin az gelişmiş ülkeler açısından yeri ve önemine değinilmiş, ve az gelişmiş ülkeler yönünden dış ticaret üzerinden alınan vergiler tartışılmıştır. Türkiye’de ithalatın ve ihracatın vergilendirilmesi üzerinde durulmuş, özellikle dış ticaret üzerinden alınan vergilerin yıllar itibariyle incelemesi yapılmıştır. B) DIŞ TİCARET ÜZERİNE KONULAN VERİLERİN AMAÇLARI VE ETKİLERİ 1. Dış Ticaret Üzerine Konulan Vergilerin Amaçları Dış ticaret üzerine konulan vergilerin, dış ekonomi politikası açısından çeşitli amaçları bulunmaktadır. Bu amaçlardan birisi dış ödemeler dengesini düzeltmektedir. Dış ticaret üzerinden alınan vergilerle ekonomiye müdahale edilerek ödemeler dengesinin düzeltilmesi istenilmektedir. Bunun gerçekleşmesi içinde ülkenin sabit bir döviz kuru ve fiyat seviyesi, effektif talep hacmine (ve bunun gibi) mutlaka sahip olması gerekmektedir.[1] |
Döviz kuru gerçekçi değilse ekonomi kaynak israfına uğrar. Fakat gerçekçi bir döviz kuru mevcut olsa dahi; gelişmekte olan ülkeler, ithalatın bünyesini kalkınma gereklerine uygun hale getirmek (bazı malların ithalatını kısıtlamak veya yasaklamak şeklinde) için, ithal kısıtlamalarına, yeni kurulmuş endüstrilerini korumak için ağır oranlı gümrük vergilerine, yeni endüstri mamullerine dış pazar bulmak için ihracat sübvansiyonlarına ve dış talebi esnek olmayan geleneksel ihraç mallarının ihracat değerini arttırmak için ihracat vergilerine ihtiyaç duyarlar. Dış ticaret üzerinden alınan vergiler ithalatı kıstığı ölçüde ödemeler dengesi üzerinde olumlu etki doğurur. Bu bakımdan gümrük tarifeleri ödemeler bilançosu açık veren ülkelerin çok yaygın biçimde başvurdukları bir araçtır.[1] Dış ticaret üzerinden alınan vergilerin ikinci amacı; yerli üretimi korumak ve teşvik etmektir. Ekonomi içindeki dahili üreticileri dış rekabetten korunak ve serbest rekabetin, ithalata kota ve tarifeler koyarak bir ölçüde ülke içindeki üreticiler için yıkım olmasını önlemek olabilir. Amaç sadece otonomi değildir. Yani tam anlamı ile kendi kendine yeterli bir ekonomi politikası izlenmesi, bir ekonominin tüm olarak uluslararası ticaret ve sermaye akışlarından soyutlanması ve ihtiyaç duyulan herşeyin ülke içinde üretilmeye çalışılması değildir. Zaten çağımızda bu anlamda bir dış ekonomi politikası amacı bulunmamaktadır. Yeni kurulmuş endüstrileri koruttuk için yüksek oranlı gümrük vergilerine, yeni endüstri mamullerine dış pazar bulmak için ihracat sübvansiyonlarına ve dış talebi esnek olmayan geleneksel ihraç mallarının ihracat değerini arttırmak için ihracat vergilerine ihtiyaç vardır. Günümüzde gelişmekte olan ülkeler, uluslararası ticareti kendi ekonomik kalkınmaları yönünde bir araç olarak kullanmak arzusundadırlar. Bu açıdan yeni kurulan genç sanayileri dış rekabetten korumak için ithalata tarife ve miktar kısıtlamaları koyarken, diğer taraftan kalkınmaları için gerekli yatırım malları ithalatlarını arttırmaktadırlar. Ayrıca ithalatı teşvik ederek ekonomik kalkınmanın dış finansmanının bu yoldan sağlanması arzulanmaktadır. |
Ancak gümrük tarifeleri dış rekabeti sınırlandırarak, yerli üreticileri daha etkin üretim yöntemlerini araştırmak konusunda yavaş davranmaya, uyuşukluğa ve tembelliğe sürükleyebilir. Sırtını gümrük duvarlarına dayamış ve cazip kârlar sağlayan bir üreticiyi etkin davranmaya sevk etmek oldukça güçleşir.[1] Bu nedenle gümrük tarifeleri ile yerli üreticiye koruma sağlanırken dozajın iyi ayarlanması gerekmektedir. Dış ticaret üzerinden alınan vergilerin üçüncü önemli amacı da; devlet bütçesine gelir sağlamaktır. Gelişmekte olan ülkelerde yerli sanayilerin korunması için genellikle ithalattan yüksek oranda vergi alınmaktadır. Az gelişmiş ülkelerin bir kısmı önemli hammaddelerin üretimini yapmakta ve böylece de ihracattan da önemli oranda vergi almaktadır. Bu maddelerin talep esnekliği sert olduğundan, ihracatta bir azalma da ortaya çıkmamaktadır.[2] Dış ticaret üzerine konulan vergilerin, konusunun yakalanmasının kolay olması, tarh ve tahsili işlemlerinin kolay ve maliyetinin düşük olması nedeniyle vergi hasılatı yüksek olmaktadır. Bu nedenle gümrük vergileri devletin önemli bir gelir kaynağını teşkil etmektedir. Gümrük vergilerinin devletin vergi gelirlerini arttırmak için kullanılması gerektiğini ileri sürenler, özellikle vergilendirilecek kaynakları kıt olan ülkelerde uygulanmasını önermektedirler. An çak vergileme ölçüsünün iyi ayarlanmaması halinde, amaçlanan geliri temin etmek bir yana, yüksek gümrük tarifelerinin ithalatı engelleyerek, bu gelirlerde düşüşlere bile neden olabileceğini de özellikle vurgulamaktadırlar.[3] |
2. Dış Ticaret Üzerinden Alınan Vergilerin Yeni Yatırım Kararlarına Etkisi Vergilemenin temel amacı bir kısım kaynakların ekonominin özel kesimden kamu kesimine naklidir. Kullanılan vergi çeşidi ne olursa olsun vergilemede daima böyle bir kaynak nakli söz konusudur. Böyle olunca, vergileme tabiatı gereği özel kesim yönünden sınırlayıcı olur.[1] Yatırım Mallarının Fiyatını Değiştiren Vergiler: Yalnızca yatırım mallarından alınan ya da diğer üretim faktörleri ile birlikte yatırım mallarına da konan bir dolaylı vergi kısmen ya da tamamen bu malların fiyatına aksedecektir. Böyle bir vergi konmadan önce, kârını azamileştirecek sermaye ve diğer üretim unsurlarını kombinezonunu tesbit etmiş ve arzulanan sermaye stokuna ulaşmak için belli bir yatırıma karar vermiş bir müteşebbis bakımından vergi nedeni ile sermaye mallarının fiyatında meydana gelen artış; sabit sermaye kullanmanın maliyetini değiştirecek ve yatırım planlarında değişikliği gerektirecektir.[2] Yatırım mallarının fiyatını değiştiren dolaylı vergilerin en belli başlı örneği gümrük vergileridir. Özellikle yatırım mallarının önemli bir kısmının ithal edilmek suretiyle sağlandığı durumlarda gümrük vergilerinin konulup kaldırılması yada oranlarının değiştirilmesi yatırım maliyeti yönünden büyük önem taşır. Aynı şekilde bu vergiler bir defada tahsil ediliyorsa, yatırım kararları üzerinde etkisi olacağı da hiç şüphesizdir.[3]Gümrük vergi oranlarının yüksekliği ölçüsünde de bu önem artar. Gümrük vergileri bu etkiyi yapan vergilerin en belli başlısı ise de tek örneği değildir. Memleket içinde üretilen yatırım mallarının üretim ya da kullanımını hedef alan herhangi bir dolaylı vergi de benzer sonuçlar yaratacaktır. |
Şayet, devlet yatırımlarının teşviki gayesini hedef alan bir politika içinde ise ve bu politikasını vergi sistemi ile ahenkleştirme çabasını taşıyorsa; bu durumda yatırım mallarının yurda hiç bir gümrük ödemeden veya çok düşük bir oran dahilinde gümrük ödeyerek girmesine müsaade edilebilir. Vergi muaflıkları ile yeni yatırım kararları üzerine etki etmek istenilmektedir. Vergi muaflıkları yatırım için gerekli sermayeyi azaltarak yatırımları etkilemek yerine yatırımın gelecekte sağlayacağı vergi sonrası gelirler toplamını arttırmaya yönelmiştir. Bu yolla teşebbüslerin kârlılıklarının yükseleceği ve böyle bir tedbir olmadan teşebbüslerce girişilmeyecek bazı yatırım projelerinin çekici hale geleceği umulmaktadır. Diğer taraftan yatırımcılar bakımından katlanılması gereken bir başka önemli fedakârlık da gümrük vergilerinden doyabilir. Özellikle yatırım mallarının büyük bir kısmının ithal malı olması zorunluluğu varsa ve bu malların fiyatları ağır bir gümrük duvarı nedeniyle yükseltilmiş ise gümrük vergisinden muaflık yatırımcılar için önem taşıyan bir teşvik tedbiri olabilir. Hele gümrük vergileri gelir sağlama amacından çok yerli müteşebbisleri korumak gibi bir amaç güdüyorsa yeni yatırımlar için gümrük vergisinden muaflık daha kolay savunulabilir. Ancak gümrük vergileriyle ilgili olarak gözden kaçırılmaması gereken bir noktada şudur ki; gelir ve kurumlar vergilerinden muaflık yatırımın ilerde getireceği gelirleri hedef aldığı halde, gümrük muaflığı yatırım maliyetini, ilk masrafları etkilemektedir. Yatırımlar içindeki ithalat payının yüksekliği ile bu ithalat için ödenecek gümrük vergilerinin yüksekliğinden doğan sonuç, gümrük vergilerinden muaflığın ilgili yatırımlar maliyetinde önemli bir düşme sağladığıdır. Bir başka deyişle gümrüklerde alınan vergilerden tam ve kısmi muaflık uygulaması gerek potansiyel gerekse bir yıllık uygulama sonuçları bakımından yatırım maliyetlerini düşürmekte önemli bir tedbir olarak göze çarpmaktadır.[1] |
Muaflıkların sağladığı avantajlardan faydalanıra derecesi, zorunlu olarak, sektörler arasında çok değişik olmaktadır. Yatırımları geniş ölçüde inşaata dayanan yada makina-teçhizat ihtiyaçları iç üretimle karşılanan teşebbüsler böyle bir avantajdan mahrum kalır ve muhtemelen içerde üretilen yatırım mallarının yüksek nisbi fiyatlarına katlanırken, geniş ölçüde ithalata dayalı yatırımlar teşvik edilmiş olacaktır. Gümrük vergilerinden muaflığın yatırım maliyetini düşürücü etkisi yalnız teşebbüslerin kârlılığını yükseltmekle kalmaz, ayrıca Türkiye'de yatırımları engelleyen çok ciddi bir faktör olan finansman güçlüklerini gidermeye yardım eder. 3. Dış Ticaretin Gelişmesi Ve İthalat İmkanları Gümrük vergileri hasılatında artış, ithalatın artışına bağlıdır. İthalat, bir yandan ihracata ve ödemeler bilançosunu dengeye sokan diğer kalemlere, örneğin işçi dövizleri ve dış yardımlar gibi kalemlere bağlıdır.[1] Dış ticaretten doğan açıklar dış yardım sağlamak suretiyle kapatılabilir. Ancak bu yardımlar, kolaylık temin edilmemekle ve temin edilenlerin gelecek yıllara iadesi söz konusu olmaktadır. Dış yardım sağlanamadığı zaman, ödemeler bilançosu açık verecek veya ithalat imkânları daralacaktır. Dünya piyasasında belli bir fiyat üzerinden satılan malların maliyetleriyle ihraç fiyatları arasında önemli bir kâr marjı varsa bu fazlayı bir üretim, aşırı kâr veya ihracat vergisi aracılığıyla devlete mal etmek gerekir. Söz konusu malı üreten bir yabancı şirket ise, vergi toplam tasarruf seviyesinin yükselmesine yol açar. Çünkü yabancı şirket kârlarını yurt dışına çıkaracaktır. |
Az gelişmiş ülke ihracat vergisini, dünya fiyatlarındaki büyük yükselişlerin (dalgalanma) iç fiyatları etkileyerek ekonomide yaratabileceği dengesizliği önlemek, bu suretle ihracatçı ve yerli üreticilerin eline geçen havadan inme kârların bir kısmını devlet bütçesine aktarmak amacıyla uygulanmıştır. Dünya fiyatları büyük dalgalanmalar gösteren hammadde ve gıda maddelerinin iç fiyatlarının dış fiyatlara tabi olarak dalgalanmasına müsaade edilmesi iç ekonomik dengeyi tehlikeye düşürür. Ayrıca beklenmedik fiyat yükselişleri dolayısıyla elde edilen havadan inme kârların vergilenmesi sosyal adalet açısından gereklidir. Bu suretle şahsi tasarruflar azalabilirse de kamu tasarrufları artabilir ve dayanıklı lüks tüketim malları gösteriş için tüketim ve lüks inşaatın yerini kamu yatırımları alır. Belli bir kaç zirai mahsul üzerine konulan ihraç vergilerinin uzun vadeli etkisini bu mahsuller yerine daha kârlı olan diğer mahsullerin yetiştirilmesini teşvik olduğu belirtilmiştir. Çünkü uzun vadede dünya piyasasında çeşitli hammadde fiyatları arasında denge oluşacağından havadan inme kârlar kalkar ve bu maksatla konulmuş ihracat vergisine lüzum kalmaz. Bazı mahsullerin üretimi azalırken, diğerlerinin üretiminin artması genel ekonomi politikasına uygun ise (Türkiye'de fındık ve tütünde olduğu gibi) ihracat vergisi, ek bir fayda sağlamış olur. |
Belli bazı arz ve talep şartlarının mevcudiyeti halinde ihracat vergisine başvurmak milli ekonomi politikası açısından zorunludur. Eğer ihraç mallarına olan talep ve ihraç mallarının arzı esnek değilse, ihracat vergileri ihracat döviz gelirlerinin artmasına yol açar. Johson bir ülkenin mallarına olan dış talebin, uzun vadede, rakip ülkelerin arz esneklikleri dolayısıyla esnek olduğu iddia edilir. Belli bir iklim şartı ve toprak çeşidi isteyen mahsuller için rakip ülkelerin uzun vadede de kalite rekabeti yapmalarına imkân yoktur. Söz konusu mal bir hammadde ise ekonomik fiyatla onu ikame edecek yeni bir malın imali her zaman mümkün olmaz. Ayrıca uzun vadede oluşabilecek piyasa kayıpları ve zararlarının bugünkü değeri, kısa ve orta vadede elde edilecek kârların bugünkü değerine kıyasla önemsizdir. Kalkınma faaliyetlerine kısa ve orta vadede de verilecek hız uzun vadede de sonucu tayin eden en önemli unsurdur.[1] Johson, dış dünyanın belli bir ülkeye turizm ve işçi için talebinin esnek olmadığını; bu itibarla ihraç mallarından ziyade bu iki hizmetin ihracını vergilemek gerektiğini belirtir. Bunun için turizm ve işçi dövizlerinin resmi kanallara intikalini sağlayacak tedbirler almak gerekir. |
4. Advalorem Ve Spesifik Gümrük Tarifeleri Gümrük tarifeleri başlıca advalorem ve spesifik olmak üzere ikiye ayrılır. Advalorem vergiler ithal edilen malın değeri üzerinden alınır. Bunlar genellikle ithal malının CIF (mal bedeli, sigorta, navlun) fiyatının belirli bir yüzdesi şeklindedir.[1] Spesifik vergiler ise ithal edilen nalın fizik birimleri başına sabit miktarlarda tahsil edilir. Örneğin, ithal edilen bir otomobilin CIF fiyatı üzerinden % 60' oranında vergi alınırsa, bu advalorem bir vergidir. Eğer vergi ithal edilen her bir otomobil başına 100.000.-TL olarak tahsil edilirse, bu spesifik bir gümrük vergisi olur. Üçüncü bir şekil de gümrük tarifelerinin karma olarak yani hem spesifik, hem de advalorem esasa göre konulmasıdır. Örneğin ithal edilen otomobilden 50.000.-TL spesifik vergi, % 50 oranında da advalorem vergi alınması gibi. Advalorem vergiler, genel olarak pahalı imalât sanayi ürünleri için uygun iken, spesifik vergiler standart mallar için daha faydalı bir gümrük vergi türüdür.[2] Advalorem vergiler, yüksek fiyatlı imalât sanayi ürünlerine, spesifik vergilere oranla daha etkili bir şekilde uygulanabilir. Çünkü tek bir advalörem oran, yurtiçi sanayine özellikle artan fiyatlar karşısında uygun bir koruma sağlayabilir. Bu vergiler birim başına sabit bir miktar olduğu için malın fiyatı yükseldikçe verginin fiyata oranı gittikçe azalır. Advalorem vergiler; fiyatın bir yüzdesi olduğundan fiyatlar artsa da, azalsa da verginin koruyucu gücü değişmez. Oysa fiyatların hızla yükseldiği bir ortamda eğer spesifik vergi tarifesi yürürlükte ise, devletin vergi getirinde hiç bir artış olmaz. Çünkü alınan vergiler miktarlara bağlı kaldığından, fiyat hareketlerini izlemekte çok başarısız kalır. Özellikle fiyat artışları dolayısıyla ithalat azalmış ise, devletin gümrük vergi gelirinde bir düşme de gözlenebilir. |
Advalorem vergilerle karşılaştırıldığında spesifik vergiler, vergilemede adalet ilkesine ters düşerler. Spesifik vergiler, bir malın düşük kalitelilerini, yüksek kalitelilerine oranla daha fazla oranda vergileme sonucunu yarattığından sakıncalıdır. Çünkü fiziki birim başına alınan vergi o malın kalitesi düşük olduğu için daha ucuza satılan türleri üzerinde daha fazla yük getirir.[1] Bu özellik, sadece, kalitece iyi olmayan malların satınalınmasını baltalamakla kalmaz, düşük gelir grupları üzerindeki vergi yükünü de nisbi olarak ağırlaştırmak yönünde etkili olur. Dolayısıyla vergi adaletine ters düşen sonuçlarla karşılaşılır.[2] Fiyatların hızla yükseldiği yıllarda spesifik oranların etkinliği büyük ölçüde azalır. Bu durumda, gümrük vergilerinin satış fiyatına oranı fiyatları yükseldikçe düşer. Tarifelerin sık sık gözden geçirilip yeniden düzenlenmesi bürokratik zorluklar nedeniyle pratik bir çözüm şekli olamayacağından, hızlı bir enflasyonist gidişin söz konusu olduğu yıllarda spesifik tarifeler anlam ve ağırlığından çok şey kaybeder. Ancak spesifik vergilerin bu sakıncalarına karşılık lehinde söylenecek başlıca noktalar; uygulamasın m kolay olması, malın fiziki birimi gibi objektif kıstaslara dayanması ve anlaşmazlıklara fazla yol açmamasıdır. Fakat daha öncede belirtildiği gibi bazı malların değer, kullanma şekli ve kalite bakımından çok değişik türleri bulunduğundan, bunlar için ayrı oranlar belirlemek ve uygulamak çok zaman alıcı ve güç bir işlem niteliğini taşıdığı gibi ekonomik kalkınmaya paralel olarak mamuller de değiştikçe yeni tarifelerin hazırlanmasını zorunlu hale getirir. Bu nedenle de günümüzde bazı istisnalar dışında spesifik tarifeler yerini advalorem tarifelere bırakmıştır. |
Advalorem vergilerin en önemli sakıncası ise, vergi matrahını teşkil eden değerin belirlenmesinde ortaya çıkmaktadır. Uygulamada bu değer FOB ve CIF fiyat olarak iki şekilde belirlenmektedir. FOB fiyatı, malın satıcının limanında gemiye yüklendiği andaki fiyatıdır. CIF fiyatı ise, malın alıcı ülkenin limanına ulaştığı andaki fiyatıdır ve FOB fiyatına göre daha fazladır. Çünkü, bu fiyat maliyet ile birlikte taşıma ve sigorta giderlerini de kapsamaktadır. Bazı ülkelerde ise, tarife bünyesi hem spesifik ve hem de advalorem unsurlardan oluşmaktadır. Bu durumda tarife aslında advalorem nitelikte olmakla birlikte gümrük vergisi birçok malda belli bir spesifik yükün altına düşemez.[1] Karma tarife, daha çok ucuz mallar üzerinden gelir sağlamak amacıyla kullanılmakladır. Bazen de ihracatçı ülkelerin giriştikleri dampingler yüzünden malların gerçek değerinin bilinmemesi de bu tarife sistemine geçilmesine neden olmuştur. Karma gümrük vergileri daha çok hammaddesi vergilendirilmiş mamul mallara uygulanır. Spesifik vergi burada telâfi edici vergi niteliğindedir. Hammadde sanayine vergi ile getirilen korumayı dengeler. Advalorem vergi ise, tamamlanmış malları üreten sanayi dalına koruma sağlar. 5. Az Gelişmiş Ülkelerde Dış Ticaret Üzerinden Alınan Vergilerin Yeri Ve Önemi Gelişmekte olan ülkelerde, dolaylı vergiler genel bütçe gelirlerinin önemli bir oranını teşkil etmektedir. Bu vergilerin genel gelirlere oranı bazı ülkelerde % 60 - %70'e ulaşmakta; gelişme devreleri tamamlandıkça, dolaylı vergiler oranında bir azalma olmakta ve gelişmiş ülkelerde, Gelir ve Kurumlar Vergileri gibi dolaysız vergiler, gelir bütçelerinde önemli bir yeri işgal etmektedir. |
Tüketimi hedef alan vergiler; tüketimin yegâne kaynakları olan üretim ve ithalatçı dayanmaktadır . Gelişmekte olan bazı devletler; ekonomilerinde çok önemli yer işgal eden bazı üretimlerinden "İhracat Vergisi" almakta iseler de; bu vergi önemini gitgide kaybetmektedir. Ancak, ihracat vergisi konusu olacak malın, dünya pazarlarında her zaman aranan yani fiyat elastikliği az olan bir monopol malı olması gerekmektedir. Örneğin, kauçuk, kahve, bakır, krom gibi mallar.[1] Az gelişmiş ülkeler yönünden dış ticaret üzerinden alınan vergilerin önemli iki etkisi bulunmaktadır. Bunlardan birisi gelişmekte olan ülkelerde yeni doğmuş sanayinin, yüksek gümrük vergi ve resimleriyle korunması, ikincisi ise, bu vergi ve resimlerin gelişmekte olan ülkeler için en verimli bir gelir kaynağı olduğu hususudur. Gümrük vergi ve resimlerinde bir artış olması, vergi oranları değişmediği sürede, bir memlekete daha fazla mal ithal edildiğini ifade eder; bu da milli ekonomi ve özellikle sanayi yönünden sakıncalar ortaya çıkarır. Bir memlekete; daha fazla ithal malının gelmesi, yerli üretimi azaltır, şayet ithal malları fiyatları -gümrük vergileri ödendikten sonra dahi- yerli fiyatlardan düşük ise; yerli üretimin gerilemesine neden olur. Bizde sık sık bu durum müşahade edilmekte; yerli sanayi, ithal kotalarının genişletilmesi veya kotaya yeni ithal malları dahil edilmesi şeklinde bazı tahditlere maruz kalmaktadır. Bu konuda ele alınacak diğer bir husus da; gümrük vergileri ile ödemeler dengesi ilişkileridir. Ödemeler dengesini sağlamakta güçlük çeken bizim gibi ülkelerde, gümrük vergilerinden meydana gelecek gelirler belli sınırlar içinde kalmaktadır. İthal imkanları -ihracata, işçi dövizlerine, dış yardımlara- kısa bir ifade ile ödemeler dengesi imkânlarına bağlı olduğundan ve çok defa ithal edilecek mallar planlı ekonominin gereğine göre ayarlandığından esasında yeni kurulmuş sanayin korunması devamlı şekilde yapılagelmektedir. |
Gelişme yolunda olan ülkelerin kullanmakta oldukları ticaret politikası araçları, ithalat vergileri ve resimlerini, ihracat vergilerini ve ihracata verilen sübvansiyonları, katlı kur tatbikatını, girdilerin ve çıktıların nisbi fiyatlarını değiştirmek suretiyle, yeni yatırım dahil, kaynak tahsisi üzerinde etki yapmakta, ithal ikamesi ya da ihraç faaliyetlerini teşvik etme veya teşvik etmeme yönünde işlemektedir.[1] Daha önceki bölümde de belirttiğimiz gibi, bir ülkenin yurt dışından ithal ettiği hammadde, yardımcı madde veya mamul madde niteliğindeki mallara, ithal anında uygulanan gümrük vergi ve resimleri tarife engeli olarak tanımlanmıştı. Şimdi gelişme yolundaki ülkelerin kullandıklar ticaret politikası araçlarından biri olan bu tarife engellerinin ekonomik nedenlerinin neler olduğuna bakalım. Sanayi, tarım ve hizmet sektörlerinde henüz uluslararası rekabete açılabilecek derecede gelişmemiş olan ve topluca ekonomik faaliyetleri cılız bir görünüm arzeden gelişme yolundaki ülkeler gelişmiş ülkelere göre tarife engellerini azaltmakta kıskanç davranmak zorundadırlar. Bu tür ülkelerin belirli bir süre tarife engellerini etkin olarak kullanması, yurt içinde müteşebbisleri şemsiye altına saklayacak ve gerekli deneyimleri kazanmalarına yol açabilecektir. Ancak, koruma dozunun ayarlanabilmesi, bu tür ülkeler için. hayati önem taşımaktadır. Makul kabul edilebilecek bir dozun üzerinde korumaya yönelirse, hemen her sektörde ithal ikamesi anlayışının yerleşmesi ve bir daha kıskacından kurtulunamayacak hastalıklı sektörlerin oluşturulması kaçınılmazdır. Aşırı boyutlarda kabul edilecek bir koruma marjının yerli müteşebbisi eri rehavete sürükleyebilecek ve zaten kıt olan üretim faktörlerini ziyan edebilecektir. |
C) DIŞ TİCARET ÜZERİNDEN ALINAN VERGİ ve FONLAR 1. İTHALATTAN ALINAN VERGİ VE FONLAR İthalattan alınan vergiler özellikle koruyucu karakteriyle gelişmekte olan ülkeler için büyük önem taşır. Bu vergilerin etkin bir biçimde uygulanmasıyla, yerli sanayi dış ülkelerin rekabetine karşı himaye edilebilir. Bu vergiler esas itibariyle yerli üretimden alınmadığından, iç üretim de dolaylı olarak özendirilmiş olur. Çeşitli yatırım ve ara mallar ile sektörlere uygulanan farklı vergi oranları, sanayi sektöründe yatırımların yönlendirilmesine ve yerli girdi kullanımının özendirilmesine olanak sağlar. İthal vergilerine ilişkin muafiyetler büyük ölçüde dış finansmanı gerektiren yatırımlarda maliyetlerin daha başlangıç aşamasında yükselmesini önler.[1] Dış ticaret üzerinden alınan vergileri mal ve hizmetlerin gümrüklerden giriş ve çıkışlarına göre ithal vergileri ve ihracat vergileri olarak sınıflandırabiliriz.[2] Türkiye'de dış ticaretten alınan vergiler daha çok ithalata dayalı olan vergilerdir. bununla beraber zaman zaman ihracattan alınan vergiler de konulmuştur.[3] İthalatta alınan en önemli vergi, gümrük vergi sidir. Bunun yanında uygulanmış İthalat Muamele Vergisi, İthalde Alınan İstihsâl Vergisi, İthalat İstihlâk Vergisi gibi vergilerde vardır. Ayrıca Damga Resmi, Belediye Hissesi ve İstanbul, İzmir ve Trabzon limanlarından ithal edilen eşyadan alınan Rıhtım Resmi de bu arada sayılabilir. Bu vergilerden bir kısmı çeşitli kanunlarla yürürlükten kalkmıştır. Bir kısım vergi, resim ve fonlarda çeşitli değişikliklerle uygulanmaya devam etmektedir. |
Ülkemizde dış ticaret vergileri incelendiğinde İkinci Dünya Savaşı sırasında kısa bir dönem uygulana alanı bulan Gümrük Çıkış Vergisinin dışında bir ihracat vergisi görülmemektedir. a) Gümrük Vergisi Gider vergileri içinde yer almasına rağmen teknik ve yapısal özellikleri sebebiyle her zaman ayrı bir inceleme konusu olan gümrük vergisi[1] mal ve eşyaların bir ülkenin sınırından geçişi (ithal, ihraç veya transit şeklinde) anında miktar veya değer üzerinden alınan vergilerdir.[2] Bazı yazarlar gümrük vergilerini "hudut vergileri" şeklinde tanımlamaktadırlar. Burada sözü geçen sınır her zaman için siyasal sınırla çoğu kez birleşmekte ve siyasal sınır aynı zamanda gümrük sınırı olmaktadır. Gümrük vergileri, malların gümrük sınırını aşması dolayısıyla alınmaktadır, âlların bu sınırı aşması dolayısıyla, ithalat gümrük vergisi, ihracat vergisi ve transit gümrük vergisi alınmaktadır. Ancak bugün için uygulamada bazı istisnalar hariç, sadece ithalat dolayısıyla sınırı aşan mallardan gümrük vergisi alınmaktadır. Günümüzde hatta ihracattan ve transitten vergi alınması bir yana, işlenmek üzere yurda sokulan ve sonra yurt dışına çıkartılan mallardan vergi dahi alınmamaktadır. Bu konuyu gerçekleştirmek için iki yöntemden yararlanılmaktadır. Birincisi, eskiden "reddi rüsum usulü" denilen usuldür. Bu usulde, mal memlekete girerken alınan vergi malın çıkışında geri verilmektedir. ikinci usulde, "geçici kabul" usulüdür. Buna göre, malın belli bir süre sonra memleketten çıkartılması kaydıyla hiç vergi alınmamaktadır. |
Gümrük vergisinin mükellefi, Gümrük Vergisi Kanununun 2 nci maddesine göre;" Türkiye Cumhuriyeti gümrük hattından geçen veya eşya geçiren her şahıs, bu kanun ile buna dayanılarak çıkarılan tüzükler, kararname ve yönetmelikler hükümlerine uymakla mükelleftir." şeklinde tanımlanmış ve vergi mükellefiyetinin başlangıcı da 3 ncü madde de yer almıştır. Vergiye esas olan tarife; 4 ncü madde de; Gümrük Vergisi, 3 ncü madde gereğince ödeme mükellefiyetinin başladığı tarihte, eşyanın bulunduğu hal ve maliyetine göre o tarihte, yürürlükte bulunan Gümrük Giriş Tarife Cetvelindeki nispet, had ve esaslara göre hesaplanır 1615 sayılı Gümrük Vergisi Kanununda çeşitli istisna ve muafiyetler tanınmıştır. Karşılıklı olmak kaydıyla diplomatik muafiyetler, hediyelik eşyaya tanınan genel muafiyetler, sınır ahalisine tanınan muafiyetler, turistik kolaylıklar gibi muafiyetler tanınmıştır.[1] Uygulamada gümrük vergisi, Gümrük Giriş Tarife Cetvellerinde yazılı esas ve oranlar üzerinden alınmaktadır. Spesifik tarifenin uygulanmasında eşya gruplar halinde numara almak suretiyle işlem yapılmaktaydı. Ancak bu tarife uygulamasında (veya eşya sınıflandırması) vergi ağırlık, hacim ve uzunluk üzerinden vergiye tabi tutulurdu. Bu sistem eşya fiyatlarına yansımadığı için gümrük vergi hasılatının artması ancak yapılan ithalat miktarındaki artışına bağımlı bulunmaktaydı. Kıymet esası bundan tamamen farklıdır. Kıymeti esas alındığı için ithal edilecek eşyanın kıymet artışları otomatikman vergilenmektedir. İthal hacmi artmasa bile vergi hasılatında azalmalar bahse konu değildir.[2] |
Ticaret o konu teşkil etmeyen insan bile tabii havanın dışında yeryüzünde mevcut ve bulunabilecek her türlü eşya bu pozisyonların birisinde yeralmaktadır. Gümrük Giriş Tarife izahnamesi olan Nomanklatör (01, Pozisyonundan ) başlayarak 21 Bölümde (99) pozisyonunda sona ermektedir. İzahname ana hükümlerin dışında Tarife Pozisyonlarının açıklanmasını yapmaktadır. Bu ana esere istinaden ithal edilecek eşyaya uygulanacak tarife pozisyonları ile bunların alt pozisyonları (supozisyonlar) karşılarında uygulanacak vergi oranları gösterilerek kanuna dayandırılan şekline de Gümrük Giriş Tarife Cetveli denilmektedir.[1] Türk Gümrük Mevzuatına göre, memleket sınırları içine ithal edilen, tarifelerde yazılı her türlü eşya, verginin konusunu teşkil eder. Türkiye'den ihraç edilen eşya ile transit olarak geçen eşya, ekonomik nedenlerle vergi dışı bırakılmıştır.[2] Gümrük Kanununa tabi eşyayı geçiren kimse anılan Kanuna göre verginin mükellefidir. Vergi, mükellefin beyanı üzerine yetkili giriş gümrüğünce, ithal eşyanın kıymeti (ithal eşyanın gümrük vergisi ödeme mükellefiyetinin başladığı tarihteki normal fiyatı ) veya ağırlık ya da hacmine göre tarh ve tahakkuk ettirilir. Vergi mükellefiyeti beyannamelerin tescil tarihinde başladığına göre, normal fiyat beyannamelerin verildiği tarihteki fatura fiyatıdır. Verginin oran ve hadleri Gümrük Giriş Tarife Cetvelinde yer almıştır. Gümrük vergisi, Vergi Usul Kanunu kapsamı dışında kaldığından, bu vergi ve buna bağlı olarak gümrüklerce alınan diğer vergilere ilişkin itiraz, usul ve yolları özel hükümlere -tabidir. Bu hükümler 1615 sayılı Gümrük Kanununun 78 - 84 ncü maddelerinde belirtilmiştir. Gümrük Kanununun 78 nci maddesi ve Gümrük Yönetmeliğinin 408 nci maddesine göre; gümrük vergisi tahakkuklarına karşı şu sebeplerle itirazda bulunulabilir;
|
1. Eşyanın tarifeye tatbikinde hata edilmesi, 2. Kıymet esasına göre vergiye tabi eşyanın kıymetinin yanlış tayin ve tespit olunması, 3. Milletlerarası Anlaşmaların yanlış tatbik edilmiş veya hiç itibara alınmamış bulunması, 4. Muaflık hükümlerinin yerine getirilmemiş veya yanlış tatbik edilmiş olması, 5. Ağırlık esaslarının uygulanmasında hata edilmesi, 6. Eşyanın menşeinin yanlış tespit olunması, itiraza konu teşkil etmektedir. Bunlar dışında başka sebepler ileri sürülemez.[1] İtiraz, yazılı imza veya yazılı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde, tahakkuku yapılan gümrük idaresine yapılır. Bağlı bulunduğu Başmüdürlük ve Gümrükler Genel Müdürlüğüne kadar intikal eder. Mükellefin haklı bulunduğu itirazlar bir üst idare tarafından değerlendirilip sonuçlandırılır. Gümrükler Genel Müdürlüğünün karalarına karşı idari yargı yolu açıktır.[2] b) Dış Ticaretten Alınan Muamele Vergisi Dış ticaretten gümrük vergisi dışında bir çok vergi alınmıştır. İthalat ve ihracattan, umumi istihlâk vergisi çerçevesinde % 2,5 oranında bir vergi alınmaktaydı. Daha sonra bu verginin yerine ikame edilen, 1927 - 1957 yılları arasında uygulanan Muamele Vergileri çerçevesinde, ithalat ve ihracatı vergileme devam etmiştir. 1931 yılındaki yeni Muamele Vergisi ile de ihracat, Muamele Vergisi dışında tutulmuş, ithalattan vergi alınmasına devam edilmiştir. İthalat için alınan Muamele Vergisi Gümrük Vergisine göre 1941 yılına kadar önemsiz olmuştur. Bu yıldan sonra ise, gerek Muamele Vergisi ve gerekse 1957'den itibaren İthalde Alınan İstihsal Vergisinin, Gümrük Vergisi kadar vergi geliri sağladığı görülmektedir.[3] |
c) İthalde Alınan İstihsal Vergisi İthalde Alınan İstihsal Vergisi, Gider Vergileri Kanunu içinde yer almaktadır. Kanuna ekli I, II, III ve IV numaralı tablolarda yazılı maddelerin Türkiye'ye ithali verginin konusuna girmektedir. Vergi, tablolarda gösterilen had ve oranlarda alınmaktadır. Petrol ürünleri, kahve ve kibrit gibi maddeler maktu (ölçü esası) diğer maddeler ise nisbi olarak (değer esası) vergiye tabidir. Verginin mükellefi, verginin konusuna giren maddeleri Türkiye'ye ithal eden gerçek ve tüzel kişilerdir. İthalde Alınan İstihsal Vergisinde verginin matrahı; değer esası, miktar esası olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Değer esasında verginin matrahı, ithal edilen malların gümrüklü değeri olup, gümrüklü değer; ithal edilecek eşyanın gümrük vergisine esas olan değeri , gümrük vergisi ve bu vergi ile birlikte hesaplanan belediye payı ve gümrük idaresine ödenen diğer vergiler ve resimler (İstihsal Vergisi dışında) ile mal gümrükten geçirilinceye kadar ödenen sair giderler (mal bedeli üzerinden alınan para birim veya fiyat farkı dahil) toplamından oluşmaktadır. Ölçü esasına göre verginin matrahı ise; vergiye tabi maddelerin ağırlık veya hacmidir.[1] Gider Vergileri Kanununa bağlı dört adet tablodaki eşya tasnifi, Gümrük Giriş Tarife Cetvelindeki tasnifin aynı değildir. Fakat bu tabloların bazı pozisyonlarında gümrük tarife pozisyonlarına doğrudan doğruya atıflar vardır. Bundan başka İthalde Alınan istihsal Vergisi, Vergi Usul Kanununun 2 nci maddesi ile, bu kanunun kapsamı dışında bırakılmıştır. Bu sebeple ve Gider Vergileri Kanunu hükümleri icabı, İthalde Alınan İstihsal Vergisi gümrük idarelerince uygulanmakta ve yine bu sebeple, bu verginin uygulanmasında bir çok bakımdan Gümrük Kanunu hükümleri nazara alınmaktadır.[2] |
Katma Değer Vergisi Kanununun 01.01.1985 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte, 1957 yılından beri uygulanmakta olan ithalde Alınan İstihsal Vergisi yürürlükten kalkmıştır . d) Katma Değer Vergisi Katma Değer Vergisinin (KDV) 47 - 52 nci maddeleri, "Gümrük İdarelerince Alınan Katma Değer Vergisi" ile ilgilidir. İthal sırasında alınan KDV gümrük makbuzunda ayrıca gösterilir. 1615 sayılı Gümrük Kanununun 65 nci maddesinde, ithal eşyanın gümrük vergisine esas olan kıymeti; "Gümrük vergisi ödeme mükellefiyetinin başladığı tarihteki normal fiyatıdır," şeklinde tanımlanmış, "normal fiyat"tan, birbirinden müstakil bir alıcı ile bir satıcının tam ve serbest, rekabet şartları içinde uyuştuğu varsayılan fiyatın, anlaşılması gerektiği belirtilmiştir.[1] Eksik alınan KDV hakkında da Gümrük Kanunundaki esaslara göre işlem yapılır. KDV'nin 48 nci maddesine göre; bu kanuna göre vergisi ödenmeyen veya eksik ödenerek yurda sokulan eşyaların hiç alınmamış veya eksik alınmış KDV'leri hakkında Gümrük Kanunundaki esaslara göre işlem yapılır. (3297 sayılı Kanunun 14 ncü maddesiyle eklenen fıkra) ithal edilen eşya ile ilgili olarak; KDV'den istisna olduğu halde yanlışlıkla alınan veya fazla alındığı anlaşılan KDV, indirim hakkına sahip olmayan mükelleflere, Gümrük Kanununa göre iade olunur.[2] Kısaca İthalde Alınan KDV'nin bütün işlemleri "Gümrük Vergisi" işlemlerine benzerlik göstermektedir. |
Katma Değer Vergisi Kanununun 21 nci maddesine göre ithalatta matrah; a- İthal edilen malın gümrük vergisi tarhına esas olan kıymeti, gümrük vergisinin kıymet esasına göre alınması veya malın gümrük vergisinden muaf olması halinde sigorta ve navlun bedelleri dahil (CIF) değeri, bunun belli olmadığı hallerde malın gümrükçe tesbit edilecek değeri, b- İthalat sırasında öd on en her türlü vergi , resim, harç ve paylar, c- Fiili ithalata kadar- yapılan diğer giderler ve munzam sigorta ücreti, Destekleme ve Fiyat istikrar Fonu ve Konut Fonuna katılıra payları gibi ödemeler ile mal bedeli üzerinden hesaplanan ve yine fiili ithalata kadar oluşan fiyat farkı ve kur farkı gibi ödemeler dikkate alınarak tesbit edilir.[1] e) Ek Vergi KDV'de bazı malların ithali veya imalatçıları tarafından teslimi ek vergiye tabidir. Ek Vergi, malların ithal veya imalat safhalarında tek aşamada alınmaktadır. Ancak imalatın birden fazla aşamada yapılması halinde vergi, ek vergiye tabi bir malın tüketimine hazır hale getirildiği anda alınacaktır. İthal edilen veya imal edilen mallardan tütün mamuller % 50, her türlü alkollü içkiler % 50, sair şarap ve bira % 15, her türlü alkolsüz içkiler ve özü t l er % 15 Ek Vergiye tabidir. Ek Verginin matrahı; KDV'nin matrahını oluşturan unsurlardan teşekkül eder. Söz konusu verginin tarh, tahakkuk ve ödenmesi ile vergilendirmeye ilişkin diğer hususlar hakkında Katma Değer Vergisi Kanununun hükümler'i uygulanır. Ek Vergi matrahına KDV dahil edilmeyecektir. Ancak KDV matrahına Ek Vergi dahildir. Kanunun 24/b maddesinde belirtilen "vergi" tabiri Ek Vergiyi de kapsamaktadır. Mükelleflerin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanacak KDV'den Ek Vergi indirilemez. Mükellefler satış faturalarında Ek Vergiyi ayrıca göstermeye mecburdurlar. İthal sırasında ödenen Ek Vergi ise, gümrük makbuzlarında ayrıca gösterilir. |
Ek Verginin tarh, tahakkuk ve ödenmesi ile vergilendirilmeye ilişkin diğer hususlarda Katma Değer Vergisi Kanununun hükümleri uygulanacaktır. Bu hükme göre Ek Vergiye tabi malların vergilendirilmesinde aşağıdaki esaslara göre işlem yapılacaktır. 1- İşletmede üretilen Ek Vergiye tabi bir maddenin, yine isletmede üretilen Ek Vergiye tabi olmayan maddeler için kullanılması veya sarfı Katma Değer Vergisi Kanununun 3/b maddesi gereğince "teslim sayılan haller" kapsamında ek Vergiye tabi olacaktır. 2- Katma Değer Vergisi Kanununun istisna hükümleri Ek Vergi bakımından da geçerlidir. Buna göre, Ek Vergi mükellefi olan imalatçı veya ithalatçılar, istisna kapsamına giren teslimlerinde Ek Vergi tahakkuk ettirmeyeceklerdir. Bu istisnalar sözü edilen Kanunun 32 nci maddesine girenlerle ilgili teslimlerde ise iktisap sırasında ortaya çıkan ve fatura veya benzeri vesikalarda ayrıca gösterilen Ek Vergiler mükellefin varsa vergiye tabi satışları üzerinden hesaplanan Ek Vergiden indirilir, indirilmeyen kısım ise genel hükümler çerçevesinde mükellefe iade edilir.. [1] Ek Vergi, KDV'de olduğu gibi her safhada alınmamakta; bu vergiye tabi malların sadece imalatçıları tarafından teslimlerinde veya ithalinde alınmaktadır. Ayrıca, Katma Değer Vergisi Kanununun 52 nci maddesine göre; gümrük vergisinin maktuen alındığı hallerde, tek ve maktu tarife, ithalde Alınacak Katma Değer Vergisi 'de dahil edilmek suretiyle tespit olunur. f) İthalde Alınan Damga Resmi 1963 yılında Beş Yıllık Kalkınma Planı için gerekli kaynakları sağlamak amacıyla alınan tedbirlerden biri de, ithal malının gümrük vergisine esas olan değerinden % 5 oranında bir Damga Resmi alınmaktaydı. Başlangıçta geçici olarak uygulanan bu verginin daha sonra alınmasına devam edilmiştir |
15 ŞUBAT 1963 tarih ve 185 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince alınan Damga Resmi, Birinci Beş Yıllık Plan devresi sonu olan 31 ARALIK 1967 tarihine kadar uygulanmıştır. 7 ŞUBAT 1967 tarih ve 828 sayılı Kanunla Damga Resmi yeniden yürürlüğe konulmuş ve bu resmin oranının Bakanlar Kurulunca % 15'i geçmemek üzere tesbit edileceği hükme bağlanmıştır. 27 MART 1969 tarih ve 1137 sayılı Kanunun 36 nci maddesi ile bu resmin oranının % 25'i geçmemek üzere Bakanlar Kurulunca tespit olunacağı ve Gümrük Kanununun Dış Ticaret Rejimi veya Türk Parası Kıymetini Koruma Mevzuatı hükümleri dışında yapılacak ithalata %- 100 Damga Resmi uygulanacağı hükmü getirilmiştir. 828 sayılı Kanununda İkinci Beş Yıllık Plan dönemi sonu olan 31 ARALIK 1972 tarihine kadar uygulanacağı hükme bağlanmıştır. "7 ŞUBAT 1967 tarih ve 828 sayılı Kanunun 2 nci Maddesinin Değiştirilmesi Ve Yürürlük Süresinin Uzatılmasına Dair" 26 ARALIK 1972 tarih ve 1648 sayılı Kanunla; Damga Resmi oranının % 25'i geçmemek üzere Bakanlar Kurulunca ithalatın yapıldığı ülkelere göre farklı oranlarda tespit olunacağı ve yürürlük süresinin Üçüncü Beş Yıllık Plan dönemi sonu olan 31 EKİM I977 tarihine kadar uygulanacağı kabul edilmiştir.[1] 31 EKİM 1990 tarih ve 3675 sayılı İthalde Alınan Damga Resmi Hakkında Kanunun 1 nci maddesi gereğince de, ithal edilen malların CIF bedelinin % 10'u oranında Damga Resmi tahsil edilmektedir. Eşya Avrupa Birliği veya GATT üyesi ülkelerden ithal edilmişse, malın 12 yıllık listede yer alması halinde vergi oranı % 22,5; 22 yıllık listede yer alması halinde ise vergi oranı % 24 olarak uygulanmakta; öteki ülkelerden ithal edilmişse % 25 oranına tabi tutulmaktadır. Burada dikkati çeken nokta; Katma Protokol gereğince 12 ve 22 yıllık listelerde yer alan mallar için gümrük vergisinden yalnızca Avrupa Birliği'den yapılan ithalata indirim uygulanmaktadır . Eş etkili bir vergi olarak İthalat Damga Resminde bu indirimi Avrupa Birliği'ne üye ülkelerden gelen eşyaya uyguladığımız gibi, GATT'a üye ülkelerden yaptığımız ithalata da uygulanmaktadır.[2] |
488 sayılı Damga Vergisi Kanununun 3 ncü maddesinde mükellefi, "Damga vergisinin mükellefi, kağıtları imza edenlerdir. Resmi dairelerle kişiler arasındaki işlemlere ait kağıtların Damga Vergisini kişiler öder." şeklinde belirtilmiştir. İthalde Alınan Damga Resmi, ithal edilen her çeşit maldan alınan bir çeşit gümrük vergisidir. GATT anlaşmasının gümrüklerin arttırılması konusunda getirdiği sınırlamalar nedeni ile adı damga resmi olarak konulmuştur. Bu vergiye GATT'da büyük itirazlar yapılmış ise de, dahili bir vergi karakterinde olduğu ileri sürülerek savunulmuştur. Bu vergi aracılığıyla, satılan dövizlerin ithalatçıya maliyeti, yükseltilmiş olmaktadır. Anılan resim, gümrük vergisi zammı niteliğinde olduğundan, geçici bir süre için ve belirli dönemlerle uygulanmaktadır. 3675 sayılı İthalde Alınacak Damga Resmi Hakkında Kanunun 1 nci maddesinin yedinci fıkrasında sayılan kanunlar ile uluslararası anlaşmalarla gümrük vergisinden muaf tutulmuş veya istisna edilmiş eşyaya ilişkin ithalat bu resimden de muaftır. Resmin mükellefi, gümrük vergisinin mükellefi olan gerçek ve tüzel kişidir. Eşyanın gümrük vergisine esas kıymeti ise eşyanın matrahını oluşturmaktadır. Matraha gümrük vergisi dahil değildir. g) Rıhtım Resmi 10.08.1951 tarih ve 5842 sayılı Denizcilik Bankası Kanununun 37 nci maddesi gereğince, yabancı memleketlerden İstanbul, İzmir ve Trabzon limanları vasıtasıyla ithal olunacak bütün malların girişinde İstihsal Vergisine tabi olunacak bütün malların girişinde İstihsal Vergisine tabi olanlardan bu vergi ve matrahı üzerinden ve ithalde Alınan İstihsal Vergisine tabi olmayanların CIF, kıymeti üzerinden % 2,5 nisbetinde Rıhtım Resmi alınmaktaydı.[1] 1967 tarih ve 827 sayılı Rıhtım Resmi Kanununa göre resmin konusu, yabancı ülkelerden Türkiye'ye deniz yoluyla taşınmak suretiyle ithal olunan malları kapsamaktaydı. Resmin mükellefi gümrük vergisinin mükellefi olan kişidir. Resmin matrahı; kıymet esasına ve ölçü esasına göre İstihsal Vergisine tabi mallarda İstihsal Vergisi matrahı ve gümrüklü kıymet, İthalde Alınan İstihsal Vergisine tabi olmayan malların ise CIF kıymeti olmaktadır. |
Rıhtım Resminin başlıca özelliği, gelirinin yalnızca genel bütçeye ait olmamasıdır. Kanuna göre, Denizcilik Bankası, Devlet Demir Yolları ve Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından işletilen liman, rıhtım ve iskelelerden yapılan ithalattan alınan rıhtım resmi gümrük idarelerince bu kuruluşlara verilir. Vergi sistemimizde KİT'lerin tahsil ettiği veya pay aldığı tek verginin Rıhtım Resmi olduğu söylenebilir.[1] Bir süre sonra Rıhtım Resmi, Ulaştırma Altyapıları Resmine dönüştürülmüştür. 1989 tarih ve 3571 sayılı Kanunla değişik 1967 tarih ve 827 sayılı Ulaştırma Altyapıları Resmi Kanununun 1 nci maddesi gereğince, denizyolu ile yapılan ithalatta % 4, kara ve demiryolu ile yapılan ithalatta ise, % 3 oranında Ulaştırma Altyapıları Resmi tahsil edilmektedir. Bakanlar Kurulu bu nisbetleri, her bir taşıma türü itibariyle ayrı ayrı veya topluca iki puan kadar arttırmaya veya indirmeye yetkilidir. Ulaştırma Altyapıları Resminin matrahı; malların CİF değeri, Gümrük Vergisi, Belediye Hissesi, İthalde Alınacak Damga Resmi, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu, Toplu Konut Fonu tutarları ile diğer masraflar toplamıdır.[2] h) Belediye Hissesi 1981 yılında yürürlüğe giren 2464 sayılı Kanundan önce yürürlükte olan 5237 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 2 nci maddesine göre gümrük vergisiyle birlikte alınır yani gümrük vergisinin üzerinden hesaplanan % 15 oranında belediye payı alınır.[3] Bu paralar gümrük emanet hesabında toplanarak İçişleri Bakanlığı emrine İller Bankasına yatırılır. % 80' i belediyeye ait hisse olup, nüfus sayımı neticelerine göre belediyeler arasında dağıtım olur. Bakiyesi belediyelerarası fon olarak İçişleri emrine verilir.[4] Belediye Hissesinin, tahakkuk ve tahsili gümrük vergisi ile birlikte yapılır. |
ı) Gümrük Ardiye Ücreti Gümrük ardiye ücreti, gümrüklere bırakılan ve belli bir müddet çekilmeyen ithal eşyası üzerinden alınır. 1334 tarihli eski Gümrük Kanunu 39 ve 42 nci maddeleriyle gümrüklere bırakılan ithal eşyasından, gümrüklerde kalış süresine göre, ardiye ücreti alınması esası getirmiş ve bu ücrette değişiklik yapma konusunda, Bakanlar Kuruluna yetki vermişti. 1949 tarihli 5382 sayılı Gümrük Kanununun 107 nci maddesinde de, gümrükçe işletilen antrepolara konulacak eşyadan alınacak ardiye; hamallık ve açıcılık gibi hizmetler karşılığı ücretler, Ticaret Bakanlığının mütalâası alınmak suretiyle Gümrük Tekel Bakanlığınca tesbit edilir, denilmiştir. Ardiye ücreti muayyen bir müessese tarafından alınmamakta olduğundan bunları aşağıda gösterilen şekilde toplamak mümkündür.[1] İstanbul, İzmir ve Trabzon Liman İşletmeleri Denizcilik Bankası Kanunu ile liman, anbar ve antrepo işletmesi inhisarına göre limanlardaki ardiye ücretlerini tahsil ederler. Kendilerine mahsus tarifeleri vardır. İskenderun, Mersin ve Haydarpaşa Limanları Devlet Demiryolları aracılığıyla işletildiğinden bunların da ardiye ücretleri mevcuttur. İstanbul, Yeşilköy, Galata yolcu salon ambarları başta olmak üzere Türkiye'nin diğer yerlerinde ve Denizcilik Bankası veya sair müesseselerce işletilmeyen mahallerde ambarlar gümrük idaresi tarafından işletilmektedir. i) Fonlar Adının vergi olmamasına rağmen günümüzde uygulanış şekli ile dolaylı bir vergiye dönüşmüş olan fonlar Türk Vergi Sisteminin acil çözüm bekleyen önemli sorunlarından birisidir. Fon, aslında eskiden beri varolan bir ödenti türüdür. Ülkemizde uygulanmakta olan fonların ortak özelliği, istisnai nitelikte olmaları ve toplam kamu gelirleri içinde önemsiz bir paya sahip bulunmalarıdır. Sözü geçen karakterdeki ve nitelikteki fonların konulmasındaki gerekçe ise, bazı hizmetlerle ilgili olarak ani kararlar alınmasının zorunlu olduğu hallerde yürütme organının uzun formalitelere gerek kalmadan kolayca ve süratle harcama yapabilmesidir. Ayrıca belli kaynaklardan sağlanan gelirin yine bu kaynaklarla ilgili hizmetlere tahsis edilmesi de, bütçenin "adem-i tahsis" ilkesine aykırı düşmesine rağmen, bazen ancak istisnai olması kaydıyla yararlı görülebilmektedir.[2] |
Buna rağmen, Türkiye'de 1983 sonrasında başlatılan fon uygulanası giderek ismi fon olan bir dolaylı vergiye dönüşmüş ve kamu gelirleri içindeki nisbi payı önemli ölçüde artmıştır. Halen, fonların tutarı toplam vergi gelirlerinin % 30'unu aşmıştır. Fon sistemi ile mali sektör arasında bütçe dışı fonlarda izlenen gelişmeye paralel olarak kurulmuş bulunan ilişkiler ile fonlara kaynak yaratmak amacıyla ithalat ve ihracat üzerinden alınan fon kesintileri, fon sisteminin ekonomik ve mali etkileri açısından oldukça önemli hususlar olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle, dış ticaret üzerine konan gümrük vergisi niteliğindeki fon kesintileri bunların dış ticaret üzerindeki çok yönlü etkilerinin (örneğin ticaret saptırıcı ve kaynak dağıtımını değiştirici etkileri gibi) yanı sıra Türkiye Avrupa Birliği ilişkisi üzerindeki etkileri açılarından büyük önem arzetmektedir. Toplu Konut Fonu, Kamu Ortaklığı Fonu, Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu, Geliştirme ve Destekleme Fonu, Savunma Sanayi Destekleme Fonu, Gelir İdaresini Geliştirme Fonu 1983'den sonra kurulan fonlar içinde en önemli olanlarıdır. Dış ticaret üzerinden alınan fonların başlıcaları; Akaryakıt Fiyat İstikrar Fonu, Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu, Toplu Konut Fonu, Tütün Fonu ve Madencilik Fonudur. Şimdi bunları kısaca inceleyelim. |
- Akaryakıt Fiyat istikrar Fonu (A.F.i.F.) 14.06.1989 tarihli ve 3571 sayılı Kanunun 15 nci maddesi ile değişik 10.09.1960 tarihli ve 79 sayılı Kanunun 5 nci maddesine dayanarak çıkarılan ve 09.08.1991 tarihli ve 91/2195 sayılı Kararla değişik 23.06.1989 tarihli ve 89/14264 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'nın 6 nci maddesi gereğince, süper ve normal benzin, gazyağı, motorin, jet yakıtı, 5 ve 6 nolu fuel oil'in gümrük fiyatı ve gümrüklü ithal fiyatı üzerinden % 5 nisbetinde Akaryakıt Fiyat istikrar Fonu alınmaktadır. Bilindiği gibi, vergi ya ölçü esasına göre "spesifik" ya da değer esasına göre "advalorem" alınır. Bu bakından, akaryakıt fiyatlarını ve Fiyat artışlarını iki bölümde incelemek gerekmektedir. 1- Akaryakıt Fiyat istikrar Fonu'na Tabi Ürünler: Likit Petrol Gazı (12 kg.lık tüp satış fiyatı), süper benzin, normal benzin, gazyağı, motorin, kalorifer yakıtı, fuel - oil, 2- Akaryakıt Fiyat istikrar Fonu'na Tabi Olmayan Ürünler: Nafta, jet yakıtı, solvent, asfalt, madeni yağ, c-oil, A.F.İ.F.'ra tabi olanlar ve olmayanlar şeklinde iki kısımda incelenmesinin, tüketim miktarlarının ve vergi biçimlerinin farklı olmasındadır.[1] A.F.İ.F.'in yasal dayanağı, 79/1960 sayılı Kanun ve Bakanlar Kurulunun 83/7508/1983 sayılı kararıdır. A.F.İ.F.'nün matrahı üretilen ve ithal edilen akaryakıtın (gümrük vergisi dahil) rafine satış fiyatıdır. 1960 yılındaki oran % 3,5, 1989 ve sonrasındaki uygulana oranı ise % 5'dir. Bu fonun alınmasındaki amaç, fiyat istikrarının sağlanmasıdır. Bu nedenle A.F.İ.F,'a tabi olmayan ürünlerin rafineri gümrüksüz satış fiyatına zaman zaman zamlar yapılmaktadır. A.F.İ.F., ihtiyaç duyulduğunda yapılacak ithalat giderlerini, fonun idaresinde sorumlu Petrol işleri Genel Müdürlüğünün ilgili giderlerini ve likit petrol gazı sübvansiyonu için kullanılmaktadır.[2] |
- Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu (K.K.D.F.) 7 HAZİRAN 1988 tarih ve 19835 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 12 MAYlS 1988 tarih ve 88/12944 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile "Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu" kurulmuştur. Bu kararnameye ek olarak çıkartılan 28 AĞUSTOS 1990 tarih ve 20619 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 19 AĞUSTOS 1990 tarih ve 90/454 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul kredisi vadeli akreditif ve mal mukabili ödeme şekline göre yapılan ithalatta % 1 oranında Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu tahsil edilmektedir. Bakanlar Kurulunun bu oranı sınırsız olarak yükseltme veya indirme yetkisi bulunmaktadır. Bu fonun matrahı, bankalarca verilen TL. kredi faizleri, bankaların kendi kaynaklarından döviz üzerinden ikraz anlaşması ile kullandıkları krediler, kabul kredili, vadeli akreditif ve mal mukabili ithalat bedeli ve Merkez Bankasınca eksik karşılık oranları ve diğer rasyolarla ilgili bankalara tahakkuk ettirilen cezai faizlerdir. K.K.D.F.'nü 1984'de % 6, 1990 ve sonrasında % 1 oranında uygulanmaktadır. K.K.D.F.'nün amacı, genel kredi hacmi içindeki çeşitli kredilerin sektör ve konu itibariyle kalkınma planları ve yıllık program hedeflerine uygun olarak yönlendirilmesidir. Teşvikli yatırımlara kredi desteği vermek ve ihtisas kredileri için kullanılmaktadır. Bu fon Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı idaresinde olup, Merkez Bankasında toplanmaktadır.[1] 1992 MART ayından bu yana kaynaklarının tamamı Yatırımları ve Döviz Kazandırıcı Hizmetleri Teşvik Fonuna aktarılmaktadır. |
- Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu (D.F.l.F.) Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Bakanlar Kurulu Kararına ek 25/1980 sayılı Karara göre; ithal edilen malların CİF değeri üzerinden 1983'de % 2, 1986'da % 4, 1987'de % 6 ve 13 EKİM 1988 tarih ve 88/13384 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına göre de % 10 oranında D.F.İ.F. alınmaktadır. Bakanlar Kurulu'nun bu oranı artırma ve indirme yetkisi sınırsız olup, ayrıca ürünlerine göre farklı nispetler tesbit etme yetkisi de vardır.[1] Bu fon iç piyasaların düzenlenmesi ve fiyat istikrarının sağlanması amacıyla uygulanmaktadır. D.F.İ.F.'nü, tarımsal girdilerin sübvansiyonunda, ihracatın geliştirilmesinde, ihracata yönelik yatırımların finansmanında, ihracat sigortasının finansmanı ve ilgili faaliyetleri desteklemede kullanılmaktadır. 1985 öncesinde pay prensibi geçerli olan bu fon Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından idare edilmektedir. İthalat üzerindeki fon paylarının % 50'si Geliştirme ve Destekleme Fonuna, % 50'si de Toplu Konut Fonu'na aktarılmaktadır.[2] D.F.İ.F,'nün matrahı, bedelsiz ithalat için ek primlere, ihraç işlemlerinde Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu gereği alınan kur farklarına, doğrudan ithal edilen petrol ürünlerinin CIF ithalat bedeline, 6326 sayılı Kanunun 5 nci maddesine göre ithal edilen petrol ürünlerinin gümrüksüz rafineri satış fiyatına, KİT, İDT'ler ile genel ve katma bütçeli kuruluşların yıllık yatırım programlarına giren projeleri için yapılan ithalatın CIF değerine, 1615 sayılı Kanuna (mad. 132/2) göre ödenen gümrük vergileri matrahı ve damga pulları ithalatından oluşmaktadır. - Toplu Konut Fonu (T.K.F.) 2976 sayılı Kanuna dayanılarak, 1984 tarihli ve 2985 sayılı Kanunla Toplu Konut Fonu kurulmuştur. Çeşitli kaynakları bulunan bu fona her yıl Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından çıkarılan ithalat Rejim Kararlarında belirtilen madde ve mamüllerin ithalatında söz konusu kararlarda belirlenen oran ve miktarlarda Toplu Konut Fonu tahsil edilmektedir.[3] |
Fayda prensibinin olmadığı karakteristik fonlardan birisi olan Toplu Konut Fonu'nun gelir kaynakları da şöyledir: - İthal malların CİF ithalat bedeli (daha önce D.F.İ.F.’da toplanan ithalat fon kesintilerinin % 50'si) - Akaryakıt Tüketim Vergisinin % 14'ü - Tekel idaresinin ithal ettiği maddeler için fon kesintileri (% 50'si Geliştirme ve Destekleme Fonuna aktarılır.) - Bazı petrol ürünleri ithalatından alınan fon kesintileri (B.K.K. 89/14267)[1] - Tütün Fonu (Tütüncülüğü Geliştirme Fonu) 2 MAYIS 1991 tarih ve 91/1755 sayılı Karar gereğince, Best ve Tekel 2000 sigarası gibi ithal ve yerli tütün karışımı ile elde edilen sigaralarda kullanılan yabancı tütünün ithali sırasında CIF bedeli üzerinde 5000 $/Ton tutarında Tütün Fonu alınmaktadır. Üretilmiş halde ithal edilen sigortaların ithalatında ise, 20 sigaralık paket başına CIF bedel üzerinde 0,40 $ fon alınmaktadır.[2] Fona yapılacak ödemenin mükellefi , söz konusu mamullerin ithalatçılarıdır. Bakanlar Kurulu'nun fon alınacak miktarı belirleme konusunda yetkisi sınırsızdır. - Madencilik Fonu 4 Haziran 1985 tarihli ve 3215 sayılı Maden Kanunu'nun 34 ncü maddesiyle kurulan fonun kaynağı, maden ithalat ve ihracatında yapılan fon kesintileridir. Maden ithalatında yapılacak fon kesintisi, 22 AĞUSTOS 1985 tarihli ve 18850 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Maden Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 51 nci maddesi uyarınca, ithal edilen maddenin gümrük resmine esas bedelinin % 2,5'i oranındadır. 3824 sayılı Kanunla 1 OCAK 1993 tarihinden itibaren; ithalde Alınan Damga Resmi, Belediye Hissesi, Ulaştırıra Altyapıları Resmi, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu kaldırılmıştır. Böylece ithal mallarına uygulanan vergi, resim ve fon sayısı azaltılarak bir sadelik sağlanmıştır. İthalattan alınan vergilerin daha net görülmesi sağlanmıştır. Bununla birlikte, bu vergi ve resimlerin kaldırılmasıyla uğranılacak kayıplar Toplu Konut Fonu oranlarındaki yeni düzenlemeyle telâfi edilmeye çalışılmıştır. Ad-Hoc Komite toplantılarında Toplu Konut Fonu'nun 1993 yılından itibaren beş yıl içinde tedricen kaldırılacağı, Birliğe bindirilmiştir. 1991 yılında toplam ithalatın % 2,47'si oranında tahsil edilen Toplu Konut Fonu, 520 Milyon Dolar olmuştur. |
2) İhracatla İlgili Vergiler Uluslararası ticaretin ve dolayısıyla ihracatın temeli pazar bulma ve pazarları paylaşma sorununda düğümlenir. Pazar Bulabilmenin ön koşulu uygun fiyat verme ve öteki ülke mallarıyla bu konuda rekabet edebilmedir. Bu koşul herşeyden önce malların vergi yükünden arınmış olarak dünya piyasasına çıkmasını gerektirir. İhracat için üretim yapılan bazı malların içinde ithal malı üretim faktörleri vardır. Ülkenin uygulamış olduğu gümrük vergisi dolayısıyla ihraç ürünü içindeki ithal malı, o ürünün fiyatını şişirecektir. Aynı durum, ithal mallarındaki dahili vergi yükünün ağırlaştırılması durumunda da ortay çıkar. Bu durumda ihracatçıların dış pazarlarda fiyat yönünden rekabet edebilmeleri için bu yüklerinden kurtulması gerekmektedir. Gerçekten, bir ihraç ürünü içindeki ithal malının gümrük vergisine konu olması, ihracatçının yurt içinde ürettiği malın değerine oranla daha fazla vergi ödenmesini gerektirerek gerçek korumanın negatif olmasına yol açmaktadır. Mesela, bir mal içinde ithalatın payı % 40 ve gümrük vergisi % 25 ise, ürünün tümü üzerinden nominal vergileme % 10 olacaktır. Bu oran, ürün içindeki payına bağlıdır. Dolayısıyla, eğer bu ürün teşvik edilmek isteniyorsa, en azından % 10 oranındaki negatif korunu, oranına eş değer bir oranda ihracat subvansiye edilmelidir. Bu ise başlıca iki şekilde olur; ihracatta vergi iadesi ve vergi muafiyet ve indirimi.[1] Her ülke bu konuda çeşitli vergi indirim ve muaflıkları uygulamak suretiyle bu amaca ulaşmaya çalışır. Vergi sistemimizde de ihracatı özendirmeye yönelik çeşitli hükümler bulunmaktadır. |
a) İhracatta Vergi İadesi Uluslararası ticaretin vergilendirilmesinde temel kural ihraç edilen ürünlerin ihraç eden ülkede vergiden istisna edilmesi, buna karşılık yalnızca varış ülkesinde vergilendirilmesidir. İhracatta vergi iadesi, dar anlamda ülke içinde üretilen ürünlere ihraç gücü kazandırmak, diğer ülkelerin aynı cins ve kalitedeki ürünleriyle dış piyasalarda rekabet imkanı sağlamak; geniş anlamda uzun dönemde ve ihracatı teşvik tedbirlerinin tümü içinde ihracatın yapısını değiştirmek, işlenmiş ürün ihracatının toplam ihracat içindeki oranını yükseltmeyi amaçlamaktadır. Vergi iadesi uygulaması ile, ihracatın toplam hacminin arttırılması ve çeşitli ürünlere selektif vergi iadesi uygulanması ile ihraç ürünlerine çeşitlilik kazandırılmak istenmektedir. Sistemde, ihracatta vergi iadesine konu olan ürünün üretim süreci içinde ödenen ithal maddelerine ilişkin gümrük vergileri ile bunun dışında kalan diğer bütün vergi (özellikle vasıtalı vergiler), resim, harç ve benzer etkiler yaratan mükellefiyetler kısmen veya tamamen ihracatçıya iade edilmektedir. Bu ödeme, ürünün üretim süreci esnasında ödenen vergi , resim ve harçlardan daha fazla olmamaktadır . Vergi iadesi rejiminde ürünün üretim süreci içindeki tüm mali yüklerin bütün ihraç ürünleri için geri verilmesi de söz konusu olmamaktadır.[1] Türkiye'nin uluslararası ticarete gerektiği ölçüde katılabilmesinin ve kalkınma çabalarını sürdürebilmesinin başta gelen koşullarından birisi de, ihracatını ekonominin gereklerine uygun düzeye çıkarabilmesidir. Bu amacın gerçekleşmesi herşeyden önce ihraç ürünlerine dünya pazarlarında rekabet gücü sağlamasına bağlıdır. Bu ise ihraç ürünlerinin uluslararası pazarlarda vergi yükünden arınmış olarak çıkmasını gerektirir. |
"Destination İlkesi" olarak bilinen ve GATT, Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlarca da benimsenen bu kural, Türkiye'de "ihracatta vergi iadesi rejiminin" temelini oluşturur. Bu ilkeden hareket edilerek 1963 yılında 261 sayılı Kanun çıkarılmıştır. Bu yasaya göre (mad.1), özellikle sanayi ürünlerimize ihraç gücü kazandırmak amacıyla, bunların belgelenecek ihraç fiyatlarında yer alan vergi ve benzeri yüklerin, muafiyet veya vergi iadesi yoluyla giderilmesi konusunda Bakanlar Kuruluna yetki verilmektedir. Bu yetkiye dayanılarak çıkarılan çeşitli kararnamelerle vergi iade rejimi düzenlenmiştir. İhracatçılara "vergi iadesi" adı altında ülkeye kazandırdıkları dövizin TL. karşılığının ihracat türlerine göre değişen belli oranlarına kadar doğrudan ödeme yapılması; ihracatı teşvik aracı olarak kullanılmıştır. İhracat teşvikleri 1980'l i yıllar boyunca seçilen dışa açık ekonomi oluşturma temel stratejisi doğrultusunda devam ettirilmiştir. Fakat, özellikle uygulamada karşılaşılan sorunlar ve kötüye kullanma nedeniyle ihracatta vergi iadesi NİSAN-ARALIK 1988 döneminde kademeli olarak tümüyle kaldırılmıştır.[1] Ancak ihraç edilen malın bünyesindeki her türlü vergi ihracatçıya iade edilmektedir. b) Gelir ve Kurumlar Vergilerinde İhracat Muaflığı İhracatta vergi muafiyet ve istisnası sisteminde ise, vergi iadesinden farklı olarak tahakkuk eden gümrük, gelir, satış ve istihsal, ihracat ve diğer benzeri vergi, resim ve harçlar tahsil edilmeyip tescile tabi tutulmakta veya garanti edilmektedir. Bu vergileri ödemiş olan üretici, eğer o ürünü ihraç ederse, ihraç anında vergi yükümlülüğü ortadan kalkmaktadır.[2] Gelir Vergisi Kanununun 7/1 ve Kurumlar Vergisi Kanununun 12/1 maddelerinde dar mükellefler için muafiyetler getirilmiştir. İhracat kazançlarında muaflık veya istisnaya yer vermek suretiyle döviz kazandırıcı işlemlerin özendirilmesi aslında tartışılan bir konudur. GATT gelişme yolundaki ülkeler için bu konuda bir sınırlama getirmemiştir. Gelişmiş ülkeler için yasaklama olduğu halde, bazı Avrupa ülkeleri bu yola gitmiş, bazı ülkeler ise, ihracat kazançlarına vergi ertelemesi sağlayarak bu sonucu dolaylı olarak elde etmiştir. Yalnızca mal ihracı değil, Kurumlar Vergisi Kanununun 8/8 maddesindeki turizm istisnasında olduğu gibi hizmet ihracı da dahil olmak üzere döviz kazandırıcı işlemlerin özendirilebilmesi bakımından bu yol büyük bir potansiyel önem taşımaktadır. |
c) Vergi, Resîm ve Harçlar İstisnası 1970 yılında çıkarılan 7/1117 sayılı Karar ve buna ek olarak 1973 yılında çıkarılan 7/5821 sayılı Kararnamelerde, ihracat işlemleriyle ilgili kağıtlarla ihracat garantili yatırım kredilerinin alınışına ilişkin işlemler damga vergisi ve harçtan istisna edilmiştir. Böylece ihracat işlemlerinin ve ihracata yönelik yatırımların maliyetleri düşürülmüş olmaktadır. Ayrıca 492 sayılı Harçlar Kanununun 85/d maddesine göre, dış seyahatleri Türkiye için ticari bir fayda sağlayacak nitelikte olanlara harç muafiyeti tanınmaktadır. Ancak bu şekildeki uygulama ile ihracatı özendirmenin yetersiz olduğu ve bürokratik işlemler nedeniyle işlemez hale geldiğini söyleyebiliriz. D) DIŞ VE İÇ EKONOMİK GELİŞMELER 1) Dünya Ekonomisi Sanayileşmiş ülkeler başta olmak üzere dünya ekonomisinde 2001 ve 2002 yıllarında gerçekleşen ekonomik durgunluk 2003 yılında sona ermiştir. Özellikle Asya ülkeleri, ABD ve İngiltere'de yüksek oranlı büyüme gerçekleşmiştir. Kıta Avrupa'sında ise iç talebin zayıf seyrine rağmen ihracat kaynaklı büyüme sinyalleri görülmektedir. ABD ve Japonya'da uygulanan genişleyici para ve maliye politikaları da küresel büyümeye olumlu katkı yapmıştır. Dünya ekonomisinin 2002 yılında yüzde 3'lük büyümesinin ardından 2003 yılında yüzde 3.2 oranında büyüdüğü tahmin edilmektedir. Genel olarak görülen canlanmaca rağmen büyüme beklentisinin 2002 yılındakine yakın olması, temelde yılın ilk yarısında meydana gelen Irak savaşı ve akut solunum yetmezliği sendromu (SARS) salgını gibi gelişmelerin ekonomik büyümeye olumsuz etkilerinden kaynaklanmıştır. Irak savaşının getirdiği belirsizlik ortamı nedeniyle yılın ilk çeyreğinde küresel durgunluk devam etmiştir. İkinci çeyrekte ise savaşın sona ermesi ile belirsizlikler azalmış, başta petrol fiyatları olmak üzere ekonomik istikrar sağlanmış ve buna bağlı olarak güven ortamı yeniden oluşmuştur. ABD'de tüketimin tetiklediği büyüme, yılın ikinci yarısında yerini satırım kaynaklı büyümeye bırakırken. Japonya ekonomisi imalat sanayi yatırımlarının yanı sıra komşu ülkelerden artan ithalat talebinin etkisiyle beklenenden iyi bir performans göstermiştir. Gelişmekte olan ülkeler ise 2003 yılında bölgeler itibarıyla farklı eğilimler göstermekle birlikte, Irak'taki savaşın sona ermesi ve çoğunlukla Asya ülkelerinde görülen SARS salgınının olumsuz etkilerinin ortadan kalkmaya başlamasıyla yılın ikinci yarısında genel olarak ekonomik istikrar sağlanmış ve büyüme gerçekleşmiştir. |
2003 yılında ekonomik canlanmaya paralel olarak tüketici fiyatları enflasyonunda düşük oranda artış görülmüştür. Enflasyon oranının sanayileşmiş ülkelerde ortalama yüzde 1,8, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 5.9 olarak gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Sanayileşmiş ülkelerde enflasyonist baskının görülmemesi, söz konusu ülkelerin genişleyici para ve maliye politikaları daha rahat uygulamalarına imkan vermiştir. Özellikle ABD ve Japonya'nın 2003 yılı genelinde genişleyici para politikaları izlediği göze çarpmaktadır. Ayrıca, 2003 yılında ABD ve başta Japonya olmak üzere gelişmiş Asya ekonomilerinde büyük çaplı bütçe açıklan gerçekleşmiştir. Söz konusu genişleyici makro ekonomik politikaların küresel büyüme üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir.[1] DÜNYA EKONOMİK GÖSTERGELERİ (Yıllık Yüzde Değişim) 2001 2002 2001(1) Dünya 2.4 3,0 3.2 1.0 1,8 1,8 0,3 2.4 2.6 1,5 0,9 0.5 0.4 0.2 2.0 4.1 4,6 5,0 5,1 4,2 4,9 0.1 3,2 2.9 Gelişmiş Ülkeler -0.1 2,2 2.8 1,6 6,0 5,1 Gelişmiş Ülkeler -0,8 2.2 1,6 2,7 6.5 4.3 Gelişmiş Ülkeler 1 2 1,5 1,8 5,8 5.3 5,9 16.2 11.1 9.7 ABD doları 3.7 1,9 1,3 4.2 3,3 2 "> 0.2 0.1 0.1 (l) IMF Tahmini. (2) Londra Bankalararası Borçlanma Oranları. 2) Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler 2001 yılındaki ekonomik daralmanın ardından Türkiye ekonomisi. 2002 yılında yeniden büyüme sürecine girmiştir. 2002 yılının ikinci yarısında yaşanan siyasi belirsizlikler ve Kasım ayında gerçekleşen erken seçime rağmen, büyüme hızı beklentilerin oldukça üstüne çıkarak yüzde 7.8'e ulaşmış, tüketici fi\atları artış hızı ise yıl sonu hedefinin altında gerçekleşerek yüzde 29,7'ye gerilemiştir. Yaşanan siyasi belirsizliğin ekonomik programın kararlılıkla uygulanmasında ekonomik bir kesintiye yol açmaması ve fiyat istikran odaklı para politikası uygulamasına devam edilmesi, enflasyonda önemli ölçüde bir gerilemeyi ve diğer olumlu makroekonomik gelişmeleri beraberinde getirmiştir. |
2003 yılı ekonomik programının temel amaçlan enflasyonla mücadele, borç yükünün azaltılması ve sürdürülebilir hızlı büyüme olarak belirlenmiştir. Bu çerçevede büyüme hızı yüzde 5 olarak öngörülmüş, yıl sonu enflasyon hedefi ise yüzde 20 olarak saptanmıştır. Yeni kurulan Hükümetin göreve başlamasının ardından iç siyasi belirsizliğin bir ölçüde azalmasına karşın, 2003 yılının Mart ayında Irak operasyonuna ilişkin belirsizlikler ve Hükümetin ekonomi politikalarına ilişkin tereddütler finansal piyasalarda dalgalanmaya yol açmıştır. Bu dönemde, olumsuz dış gelişmelere bağlı olarak yükselen uluslararası ham petrol fiyatları ve Türk lirasının değer kaybetmesi maliyetleri artırmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda, 2003 yılının Şubat-Nisan döneminde tarım ve gıda fiyatlarındaki mevsimsel etkileri de aşan hızlanma, aylık enflasyon oranlarında beklentilerin üzerinde artışa neden olmuştur. Nisan ayında Irak operasyonunun sona ermesi, bütçe performansındaki olumlu gelişmeler, Uluslararası Para Fonu ile yürütülen dördüncü gözden geçirmenin tamamlanması ve yaşanan dışsal şokun uzun dönemde enflasyondaki düşüş eğilimini etkilemeyeceği öngörüsü, piyasalardaki belirsizlikleri önemli ölçüde azaltmıştır. Temel politika aracı olan kısa vadeli faiz oranlarını, enflasyonu etkileyen değişkenlerin gelecek dönemlerdeki olası hareketlerini çeşitli senaryolar çerçevesinde analiz ederek belirleyen Merkez Bankası, faiz oranlarını Nisan ayından itibaren altı kez indirmiştir. Ekonomik programın uzun vadeli bir bakış açısıyla ve kararlılıkla uygulanmaya devanı edileceği, mali disiplin ve yapısal reformlardan sapma olmayacağı gözlemiyle hareket ederek. Ocak ayında yüzde 44 seviyesinde bulunan gecelik borçlanma faiz oranı. Nisan-Ekim döneminde aşamalı olarak azaltılarak yüzde 26 seviyesine çekilmiştir. Büyük ölçüde Irak Savaşı kaynaklı belirsizliklerin ortadan kalkarak güven ortamının yeniden oluşmasının olumlu etkileri. Nisan ayından itibaren iç borçlanma faiz oranları, döviz kurları ve enflasyon bekleyişleri üzerinde belirgin bir şekilde gözlenmiştir. Mart ayında yüzde 59,9'a ulaşan Hazine iç borçlanma faiz oranlan yıl sonunda yüzde 27,9'a gerilemiş, Türk lirası döviz kuru sepeti (l ABD doları + 0,77 Euro) karşısında yıl sonu itibariyla y tizde 7 değer kazanmıştır. Yılın ilk beş aylık döneminde yıl sonu hedefiyle uyumlu patikanın üzerinde yükselen tüketici fiyatları enflasyonu ise Haziran ayından itibaren hedefe hızla yaklaşmaya başlamış ve 2002 yılının ardından 2003 yılında da hedefin altında gerçekleşmiştir. Tüketici fiyatları enflasyonu yüzde 20 olan hedefin 1,6 puan altında kalarak, 2003 yılı sonunda yüzde 18.4'e gerilemiştir. 2002 yılında yüzde 30,8 olan toptan eşya fiyatları enflasyonu ise 2003 yılı sonunda yüzde 13,9'a gerilemiştir. |
Enflasyondaki düşüşte birçok faktör rol oynamıştır. Bu faktörler. Türk lirasının yabancı paralar karşısında değer kazanması, reel ücretlerdeki gerileme ve verimlilik artışları sonucunda maliyet koşullarında meydana gelen iyileşme, gıda ve tarım fiyatlarında görülen yavaşlama, kamu kesiminde enflasyon hedefiyle büyük ölçüde uyumlu fiyatlama politikası izlenmesi ve iç talep baskısının olmayışı olarak sıralanabilir. Öncelikle enflasyon hedefine yönelik olarak uygulanan tutarlı para politikaları \e mali disiplin, güven ortamının oluşmasına katkıda bulunarak borçlanmanın sürdürülebilirliğine ilişkin kaygıları azaltmış ve enflasyon beklentilerini düşürmüştür. Bu gelişmeler faizlerin düşmesine, Türk lirasının güçlenmesine katkıda bulunmuş, dolayısıyla enflasyonla mücadeleye maliyetler yönünden destek sağlamıştır. Mali ve parasal disiplin, aynı zamanda iç talebin kontrolsüz bir şekilde canlanmasına izin vermeyerek, enflasyon üzerinde talep yönlü bir baskı oluşmasını önlemiştir. Gerek 2003 yılında oluşan olumlu koşulların gerçekleşmesine zemin hazırlayan, gerekse enflasyondaki düşüşe destek veren bütün bu gelişmeler, para ve maliye politikalarının ekonomik programın temel amaçlarıyla uyumlu bir şekilde yürütülmesi ve belirsizliklerin azalmasının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. 2002 yılında IMF tanımlı toplam kamu kesimi faiz dışı fazlasının GSMH'ye oranı yüzde 4,3 olarak gerçekleşmiştir. 2003 yılında izlenen sıkı maliye politikaları çerçevesinde bu oranın yüzde 6,5 olması hedeflenmiştir. Ayrıca, 2003 yılı sonunda IMF ile yürütülmekte olan program çerçevesinde belirlenen parasal performans kriteri ve gösterge niteliğindeki tüm hedeflere ulaşılmıştır. Dış ve iç siyasi belirsizliklerin azalması ve uygulanan sıkı para ve maliye politikaları sonucunda finansal piyasalarda istikrarın sağlanması. 2003 yılı programında öngörülen ekonomik büyüme hızına ulaşılmasına elverişli bir zemin hazırlamıştır. İlk dokuz aylık döneme ilişkin verilere göre. reel GSMH yüzde 5,2, reel GSYİH ise yüzde 5,4 oranında artmıştır. Finansal piyasalardaki olumlu gelişmeler tüketici ve yatırımcı güvenine yansıyarak özel tüketim ve vatının harcamalarının artmasını sağlamıştır |
Stok birikimi 2003 yılının ilk dokuz aylık döneminde büyümeye pozitif katkı sağlarken, net ihracat bileşeninin ve uygulanan sıkı maliye politikaları sonucunda kamu harcamalarının büyümeye katkısı negatif olmuştur, iki yıl ardarda yaşanan yüksek hızlı büyümeye karşın işgücü piyasalarında yaşanan olumsuz gelişmeler, 2003 yılında devam etmiştir. 2003 yılının üçüncü Uç aylık döneminde işsizlik oranı geçen yılın aynı dönemine göre 0,2 puan azalarak yüzde 9,4'e gerilemiştir. Ancak, bu durum daha çok işgücüne katılma oranındaki gerilemeden kaynaklanmış, istihdam edilen kişi sayısı gecen yılki düzeyinin altında gerçekleşmiştir. 2003 yılında reel ücretler de gerilemeye devam etmiştir. Bu durum 2003 yılında tüketim harcamalarındaki artışı sınırlamıştır. İç talep yetersizliği nedeniyle özel firmaların üretimlerini dış pazarlara yöneltmeleri mal ihracatının artmasına neden olmuştur. Ayrıca, imalat sanayiinde verimliliğin artması ve birim ücretlerin düşük bir seviyede olması ihracat artışının Bağlanabilmesinde etkili olmuştur. Diğer taraftan, sanayi üretiminde gözlenen yüksek oranlı büyüme nedeniyle, başta ara malı ve yatırım malı olmak üzere, ithalat ihracattan daha yüksek oranda artmış ve 2003 yılında dış ticaret açığı büyümüştür. Ancak, 2002 yılına göre iyileşen hizmet gelirleri cari işlemler açığını kısıtlayıcı bir faktör olmuş ve 2003 yılı Ocak-Kasım döneminde 4,2 milyar ABD doları cari işlemler açığı oluşmuştur.[1] Türkiye ekonomisi, 2001 yılında yaşanan daralmanın ardından, hızlı bir büyüme sürecine girmiş, bu çerçevede, Türkiye ekonomisi 2002 yılından sonra 2003 yılında da büyümeye devanı etmiştir. Irak Savaşı'nın 2003 yılının Nisan ayında sona ermesiyle birlikte mali piyasalarda görülen istikrar ve ekonomik programın - kararlılıkla uygulanmasıyla sağlanan güven ortamı ekonomideki büyümenin sürmesinde etkili olmuştur. |
E) YATIRIM TEŞVİKLERİ Yatırım Teşvik Belgelerinin Mahiyetlerine Göre Dağılımı (Trilyon TL) 1998 1999 2000 1.788.6 2.119.9 3.222.0 447.4 350.6 1.865.9 587.6 738.5 787.0 311.3 361.2 732.6 745.8 651.3 661.0 323.2 218.8 312.6 119.0 113.9 208.5 185.6 675.6 971.8 4.508.5 5.228.8 8.761.4 Yatırım teşvikleri ekonomik kalkınma ve yatırımları yönlendirme bakımından önemli bir araçtır. Uygulanan ekonomi politikasının temel yaklaşımları için iyi bir gösterge olabileceği gibi yatırım eğilimindeki yönelişlerin tespiti için bilgi kaynağı olarak da değerlendirilebilir. Yatırım teşviklerinde, yatırım tutarı itibarıyla, ağırlık imalat sanayi ile hizmetler sektörlerindedir. Nitekim imalat sanayiinin payı 1998, 1999 ve 2000 yıllarında, sırasıyla, %49.2, %42.4 ve %38.7 olmuştur. Hizmetler sektörü de aynı yıllarda, sırasıyla, %41.4, %50.1 ve %33.8 pay almıştır. Enerji sektörü ise 2000 yılında adeta "patlama" yaşamıştır. %4-5 arasında değişen payı 2000 yılında %24.1 oranına ulaşmıştır; bu da Türkiye'nin "enerji koridoru" olması beklentisi ve giderek genişleyen enerji talebi karşısında arzın artırılmasına dönük çalışmaların başladığına işaret etmektedir. Yatırım teşvik belgeleri mahiyetlerine göre incelendiğinde ise komple yeni yatırımların büyük ağırlığa sahip oldukları görülmektedir. 1998-2000 döneminde komple yeni yatırımların nispi payı %70-74 arasındadır. Aynı dönemde tevsi ve modernizasyon yatırımlarının nispi paylan, sırasıyla, %14.16 ve %2.5-3.5 arasında seyretmiştir. Tevsi ve modernizasyonun oransal ağırlıklarının artması eskiyen sanayi kapasitesinin yenilenmesi olarak anlaşılmalıdır; bu olgu da Türkiye'nin artık ciddi bir sanayi tabanına sahip olduğunun bir göstergesi olarak yorumlanmalıdır. Yatırım teşvik belgeleri bölgeler itibarıyla incelendiğinde de Marmara Bölgesi'nin büyük farkla birinci sırada yer aldığı gözlenmektedir; ancak 1998-2000 döneminde bu bölgenin payı %40'tan %37'ye gerilemiştir. Aynı dönemde Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde ciddi artışlar gözlenmektedir. 2001 yılının ilk beş aylık döneminde 3.524.8 trilyon TL tutarında yatırım teşvik belgesi verilmiş olup, kaydedilen gelişmeler de aşağıdadır: · Yatırım teşvik belgesine bağlanmış yatırım tutarında, 2000 yılı aynı döneme nispeten %15 artış olmuştur; · Yatırım teşvik beis esine bağlanmış yatırım tutarının %58.6'sı komple yeni yatırım, %24,6 sı tevsi ve %4'ü modernizasyon mahiyetindedir; · Yatırım teşvik belgesine bağlanmış yatırımların belgesi dağılımında, Marmara Bölgesi 'M2,5 ile başta gelmektedir, Ege Bölgesi %15,2 ile ikincidir, iç Anadolu ve Akdeniz'in payları ise sırasıyla 9613,5 ve %9,9 olmuştur; · Yatırım teşvik belgesine bağlanmış yatırımların sektörel dağılımında imalat sanayii, %49,8 ile önde gelmektedir; hizmetler %36.9 ve enerji de % 10.7 pay almıştır. |
Türkiye`de Saat: 20:13 . |
Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2