|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
06-01-2007, 17:54 | #1 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 |
NAAT Seccaden kumlardı... Devirlerden, diyarlardan Gelip göklerde buluşan Ezanların vardı! Mescit mü’min, minber mü’min... Taşardı kubbelerden Tekbîr, Dolardı kubbelere “âmin!” Ve mübarek geceler, dualarımız, Geri gelmeyen dualardı... Geceler, ki pırıl pırıl, Kandillerin yanardı. Kapına gelenler, yâ Muhammed, -Uzaktan, yakından- Mü’min döndüler kapından! Besmele, ekmeğimizin bereketiydi, İki dünyada aziz ümmet; Muhammed ümmetiydi. Konsun –yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler... Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Şimdi seni ananlar, Anıyor ağlar gibi... Ey yetimler yetimi, Ey garipler garibi; Düşkünlerin kanadıydın, Yoksulların sahibi... Nerde kaldın ey Resûl, Nerde kaldın ey Nebi? Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed, Çağlar ne çağlardı: Daha dünyaya gelmeden Mü’minlerin vardı... Ve bir gün, ki gaflet Çöller kadardı, Halîme’nin kucağında Abdullah’ın yetimi Âmine’nin emaneti ağlardı. Hatice’nin goncası, Aişe’nin gülüydün. Ümmetinin gözbebeği Göklerin resûlüydün... Elçi geldin, elçiler gönderdin... Ruhunu Allah’a, Elini ümmetine verdin. Beşiğin, yurdun, yuvan Mekke’de bunalırsan Medine’ye göçerdin. Biz bu dünyadan nereye Göçelim, yâ Muhammed? Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet Altın devrini yaşıyor... Diller, sayfalar, satırlar “Ebu Leheb öldü” diyorlar. Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor! Neler duydu şu dünyada Mevlidine hayran kulaklarımız; Ne adlar ezberledi, ey Nebî, Adına alışkın dudaklarımız! Artık, yolunu bilmiyor; Artık, yolunu unuttu Ayaklarımız! Kâbe’ne siyahlar Yakışmamıştır, yâ Muhammed Bugünkü kadar! Hased gururla savaşta; Gurur, Kafdağı’nda derebeyi... Onu da yaralarlar kanadından, Gelse bir şefkat meleği... İyiliğin türbesine Türbedâr oldu iyi. Vicdanlar sakat Çıkmadan yarına, İyilikler getir, güzellikler getir Âdem oğullarına! Şu gördüğün duvarlar ki Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir... Fethedemedik, yâ Muhammed, Senelerdir. Ne doğruluk, ne doğru; Ne iyilik, ne iyi... Bahçende en güzel dal, Unuttu yemiş vermeyi... Günahın kursağında Haramların peteği! Bayram yaptı yapanlar; Semâve’yi boşaltıp Sâve’yi dolduranlar... Atını hendeklerden -bir atlayışta- Aşırdı aşıranlar... Ağlasın Yesrib, Ağlasın Selman’lar! Gözleri perdeleyen toprak, Yüzlere serptiğin topraktı... Yere dökülmeyecekti, ey Nebî, Yabanların gözünde kalacaktı! Konsun -yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler... Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Ne oldu, ey bulut, Gölgelediğin başlar? Hatırında mı, ey yol, Bir aziz yolcuyla Aşarak dağlar, taşlar, Kafile kafile, kervan kervan Şimale giden yoldaşlar! Uçsuz bucaksız çöllerde, Yine, izler gelenlerin, Yollar gideceklerindir. Şu tekbir getiren mağara, Örümceklerin değil; Peygamberlerindir, meleklerindir... Örümcek ne havada, Ne suda, ne yerdeydi; Hakkı göremeyen Gözlerdeydi! Şu kuytu cinlerin mi; Perilerin yurdu mu? Şu yuva -ki, bilinmez- Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu? Kuşlarını, bir sabah, Medine’ye uçurdu mu? Ey Abvâ’da yatan ölü, Bahçende açtı dünyanın En güzel gülü; Hâtıran, uyusun çöllerin Ilık kumlarıyla örtülü! Dinleyene, hâlâ, Çöller ses verir; “Yaleyl!” susar, Uğultular gelir. Mersiye okur Uhud, Kaside söyler Bedir. Sen de bir hac günü, Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir; Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü Destan yap, ey şehir! Ebû Bekir’de nûr, Osman’da nûrlar... Kureyş uluları, karşılarında Meydan okuyan bir Ömer bulurlar; Ali’nin önünde kapılar açılır, Ali’nin önünde eğilir surlar, Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de Hakk’ın yiğitleri, şehîd olurlar... Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı, Yerde kalmazdı ruh... kanatlıydı. Konsun –yine- pervazlara güvercinler “Hû hû”lara karışsın âminler. Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Vicdanlar, sakat çıkmadan, Yâ Muhammed, yarına; İyiliklerle gel, güzelliklerle gel Âdem oğullarına! Yüreklerden taşsın Yine, imanlar! Itrî, bestelesin Tekbîr’ini; Evliyâ, okusun Kur’ân’lar! Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın Kayışzâde Osman’lar Na’tını Galip yazsın, Mevlid’ini Süleyman’lar! Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle Geri gelsin Sinan’lar! Çarpılsın, hakikat niyetine Cenaze namazı kıldıranlar! Gel, ey Muhammed, bahardır... Dudaklar ardında saklı Âminlerimiz vardır... Hacdan döner gibi gel; Mi’râc’dan iner gibi gel; Bekliyoruz yıllardır! Bulutlar kanat, rüzgâr kanat; Hızır kanad, Cibril kanad; Nisan kanad, bahar kanad; Âyetlerini ezber bilen Yapraklar kanad... Açılsın göklerin kapıları, Açılsın perdeler, kat kat! Çöllere dökülsün yıldızlar; Dizilsin yollarına Yetimler, günahsızlar! Çöl gecelerinden, yanık Türküler yapan kızlar Sancağını saçlarıyla dokusun; Bilâl-i Habeşî sustuysa Ezânlarını Dâvûd okusun! Konsun –yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler... Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
__________________ Besiktas JK . | ||
|
06-01-2007, 17:55 | #2 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | NAAT-I ŞERİF Arşın kubbelerine adı nurla yazılan İsmi semada Ahmed yerde Muhammed olan Yedi katlı göklerde hak cemalini bulan Evvel ahir yolcusu Ya Hz Muhammed Sağnak nur yağmurları inerken yedi kattan O gece Sen'din gelen ezel kadar uzaktan Melekler her zerreye müjde verirken Hakk'tan O gece sendin gelen Ya Hz Muhammed Güneşler o gecenin nuruna secdederken Yıldızlar meşk içinde kainat vecdederken Bütün hamd ü senalar Yüce Rabb'e giderken O gece sendin gelen Ya Hz Muhammed Kabe'de şirk taşları putlar yere dönerken Cehalet bayrakları birer birer inerken Bin yıllık küfr ateşi ebediyyen sönerken O gece sendin gelen Ya Hz Muhammed O gece Save Gölü mucizeyle kururken Kisra saraylarında sütunlar savrulurken Arzdan arşa alemler rahmetini bulurken O gece sendin gelen Ya Hz Muhammed Sen ki doğum kundağı ak bulutla örülen Doğar doğmaz Allah'a secde emri verilen Alnında alemlere rahmet tacı görülen Kainat efendisi Ya Hz Muhammed Sen ki güzel huyların ahlakın meş'alesi Sabır doruklarında beşerin en yücesi Sen'in cennet mekanın fakirlerin hanesi Gönüller hazinesi Ya Hz Muhammed Sana şahit sonsuzlar ezelden beri her an Sana şahit ayetler her zerre ve her mekan Sen'den uzak kalmaya nasıl dayanır ki can Sen her canda canansın Ya Hz Muhammed Mirac gecesi bir bir açılıyorken gökler Seni selamlıyorken her katta peygamberler Öyle bir an geldi ki durdu bütün melekler Hakka yalnız yürüdün Ya Hz Muhammed GÖNÜL GÖZÜ GÖRMEYEN CAN GÖZÜNÜ NEYLESİN DÜNYADA DÖNMEYEN DİL MAHŞERDE NE SÖYLESİN MEVLA BÜTÜN BEŞERİ ÜMMETİNDEN EYLESİN SANCAĞININ ALTINDA YA HZ MUHAMMED HAKK İLE KUL VUSLATI O İLAHİ DÜĞÜNDE HİÇ KİMSEDEN KİMSEYE FAYDA OLMAYAN GÜNDE HASATLARI HAS TARTAN O TERAZİ ÖNÜNDE NOKSANLARIM BAĞIŞLAT YA HZ MUHAMMED BİLİRİZ Kİ HÜKMÜ YOK BU DÜNYA NİMETİNİN GÖNÜLDÜR SERMAYESİ AHİRET SERVETİNİN SANA SALAT VE SELAM GÖNDEREN ÜMMETİNİN CENNETLER ŞAHİDİ OL YA HZ MUHAMMED
__________________ Besiktas JK . | ||
06-01-2007, 17:55 | #3 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | EY SEVGİLİ Özleminle kurudum, döküldü yapraklarım, Ruhuma hayat veren baharımsın sevgili. Nağmesi ah olan inleyişle anarım, Beni bu ateş ile yakansın ey sevgili. Ne vuslat, ne ayrılık, sana kandırdı beni, Yoksa aşkın devası, devamsızlık mı dersin. İstemem dermanım terk etmekse güzeli, Sen gönül diyarımda sultanımsın sevgili. Kokladım bir kere güle meylim kalmadı, Canımı seni buldum cana sevgim kalmadı, Affeyle cüretimi dilde sözüm kalmadı, Ben aşkında yok oldum, özümsün ey sevgili
__________________ Besiktas JK . | ||
06-01-2007, 17:56 | #4 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | Yağmur Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat Yıllardır bozbulanık suları yudumladım Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Hasretin alev alev içime bir an düştü Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe Her sayfada talihsiz binlerce kurban düştü Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mazide Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar Mutluluk nağmeleri işitirler Hira'dan Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri Paramparça, ateşler şahinin hayalleri Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücella çehreni izleseydim ebedi Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü Katil sinekler deldi hicabın perdesini İstiklal boşluğuna arılar nadan düştü Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin Ebedi aşka giden esrarlı yollarında Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü On asırlık ocağın savururdum külünü Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü Badiye yaylasında koklasaydım izini Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar Seninle yıkasaydım acılar dehlizini Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Haritanın en beyaz noktasına kan düştü Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi Hakların temeline sanki bir volkan düştü Firakınla kavrulur çölde kum taneleri Ahuların içinde sevdan akkor gibidir Erdemin, bereketin doldurur haneleri Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir Şemsiyesi altında yürürsün bulutların Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların Devlerin esrarını aynalara sorsaydım Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir Yıldırımlar parçalar çirkefin gölgesini Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir Yağmur, birgün kurtulup çağın kundaklarından Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından Madeni arzuların ardında seyre daldım Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali Hazindir ki, dertleri aşmaya umman düştü Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur Sensiz doğrular eğri, beyaz bile karadır Sesini duymayanlar girdabında boğulur Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin Saatlerin ardında hep kendimi aradım Bir melal zincirine takıldı parmaklarım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin Mekanın firçasında solmayan resim senin Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü Islaklığı sanadır ahımın, efganımın İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın Nazarın ok misali karanlıkları deler Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü Nefesinle yeniden çizilecek desenler Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler Anneler çocuklara hep seni içirecek Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
__________________ Besiktas JK . | ||
06-01-2007, 17:56 | #5 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | NECİD ÇÖLLERİNE... Ya Nebi! Şu halime bak! Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca sahranın Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın! Harim-i pakine can atmak istedim durdum Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum "Tahammül et" dediler…Hangi bir zamana kadar? Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var. Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak Önümde durmadı artık, ne hanuman ne ocak Yıkıldı hepsi.. Ben aştım diyar-ı Sudan'ı Üç ay "Tihame!" deyip çiğnedim beyabanı Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada Yetişmeyeydin eğer, ya Muhammed, imdada Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin İradem olduğu gündür senin iradene ram Bir an için bana yollarda durmak haram Bütün heyakili hilkatle hasbihal ettim Leyale derdimi döktüm, cibali söylettim Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü Nucuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü? Azabı hecrine katlandım elli üç senedir Sonunda alnıma çarpan bu zalim örtü nedir? Beş-altı sineyi hicran içinde inleterek Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek? Demir nikaabını kaldır mezar-ı pakinden! Bu hasta ruhumu artık kayırma hakinden! Nedir o meşale? Nurun mu? Ya Resulallah! MEHMET AKİF ERSOY
__________________ Besiktas JK . | ||
06-01-2007, 17:57 | #6 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | 40 YAŞINDASIN Rahmetini umarak Günahkar bir dille; Allah Azze ve Celle Ya Rasulallah, Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden, Kalbimizden seyrediyoruz seni. İşte Bir yaşındasın, Beni Sa'd yurdundasın Sana süt anne olmadı kadınlar Bu yüzden dargın bulutlar Bir damla yağmur indirmiyor Kıtlık hüküm sürüyor Beni Sa'd yurdunda Minicik bir bulut var gökyüzünde Sana aşık... Ayrılmıyor başucundan Ve insanlar yağmur duasında... Hz.Halime kucağına alıyor seni Yeryüzünde bir gölgelik...Seni güneşten korumak için Oysa minicik bulut gökyüzünde Sana meftun, sana kilitli... Ve dua eden rahibin kucağındasın Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da Ama sen unutmuyorsun Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun O minicik bulut ilişiyor bakışlarına Büyüyor, büyüyor... Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini Çoğusu bilmiyor seni... Altı yaşındasın Medine-i Münevvere yolundasın Yanında aziz annen ve Ümmü Eymen Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında Sonra yolda, Ebva'da öksüzlük karşılıyor seni Mekke'ye annesiz giriyorsun Abdulmuttalip bir başka seviyor seni Ebu Talip bir başka seviyor Ya Rasulallah Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında Onlar anne deyince sen yere mi bakardın Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı Ebva'ya Kaç gece anne diye hıçkırdın Efendim! Senin yerine de anne dedik annemize Senin yerine de baba dedik Yirmi beş yaşındasın Ve bambaşkasın Kimse sana denk değil Şefkat yayıyor kokun Güven veriyor sesin Sen Muhammed-ül Emin' sin Otuz üç yaşındasın Dalga dalga rahmet var Otuz beş yaşındasın Hadi gel bekletme yar İniltiler çalıyor kapısını göklerin Hadi gel bekletme yar Sinesi çatlayacak Rasul bekleyenlerin... Hadi gel ey Yâr! Nurdağına davet var İşte Kırk yaşındasın Hira Nur dağındasın Cibril iniyor göklerden Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan ' Ah! ' sın Karanlık gecelerimize sabahsın Sen Nebiyullahsın Sen Habibullahsın Sen Rasulullahsın Niye incittilerki seni sultanım Niye işkence yaptılarki sana Ebu Talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar Himayesiz kaldın diye mi Kabe'deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne ' Amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin ' diyişin Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza Başına pislikler saçılıyor Başlar feda o mübarek başına Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar Biri koşuyor Mekke sokaklarından sana doğru Biri koşuyor ama sanki yere inmiş Arş-ı Âla ' Bu koşan kimdir ' diye bir soru dolaşıyor boşlukta Bu koşan kim? Ve cevap veriyor biri: Muhammed' in kızı Fatımatüz-Zehra Velilerin anası... Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın Sana yeryüzünde en çok benzeyen Gülmesi sen, ağlaması sen ' Ağlama kızım ' diyişin geliyor aklımıza Niye çıkardılar ki yurdundan seni Himayesiz kaldın diye mi Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni Seni yetim bulup barındıranı Seni alemlere rahmet kılanı Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun 'Seni bizim elimizden kim kurtaracak' diyorlardı Sen, Sen ' Allah! ' diyordun Allah Azze ve Celle Semayı haşyet kaplıyordu Sen ' Allah! ' diyordun Arş-ı Âla titriyordu Bedir' de ' Allah! ' diyordun Üç bin melek iniyordu alaca atlarda Yüz yirmi beş bin sahabi: ' Anam babam sana feda olsun ' diyordu Ya Rasulallah Medine-i Münevvere sokaklarında yürüyordun Neccar Oğulları'nın küçük kızları seni görünce Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi ' Beni seviyor musunuz ' diye sormuştun onlara ' Seni çok seviyoruz Ya Habiballah ' demişlerdi Sen de: ' Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum' demiştin Bu gün yaşayan gençler var Neccar Oğulları'nın kızları diğil belki Ama seni onlar da çok seviyor Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar Senden başka kimseleri yok Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun Altmış üç yaşındasın Refik-i Âla duasındasın Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu Kenarları beyazdı Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın Ve mübarek ellerini dizine vurarak: ' Görüyor musunuz ne kadar güzel ' demiştin Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti: ' Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah, onu bana ver ' Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile İstendiğinde katiyyen ' hayır ' demediğini bile bile ' Peki ' dedin o zata Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı Aynı cübbeden yine yine diktiler Ama giyinmek nasip olmadı Haberler uçurmuştun Ebu Hureyre' nin diliyle: ' Benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne evladımız olsaydı diyecekler ' Ve Hz. Enes ile paylaşmıştın özlemini ' Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim' Sultanım! Ey Medine minberinde ' ümmeti, ümmeti ' diye hüznü giyen sevgili Ey Mekke mihrabında alemler hesabına ' Allah! ' diyen sevgili Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey' at ettik Rabbinden bize ne getirdi isen amenna Duyduk, itaat ettik Ya Rasulallah Sen hâlâ kırk yaşındasın Ve hâlâ ümmetinin başındasın... Dursun Ali Erzincanlı
__________________ Besiktas JK . | ||
06-01-2007, 17:57 | #7 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | BİR GECE Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi, Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi! Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler, Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi! Neden görecekler, göremezlerdi tabii; Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi, Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar, Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi. Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin. Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi. Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz, Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi! Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma'sum, Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi! Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi; Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi! Alemlere rahmetti evet şer-i mübini, Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi. Dünya neye sahipse, O'nun vergisidir hep; Medyun ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi. Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret. MEHMET AKİF ERSOY
__________________ Besiktas JK . | ||
06-01-2007, 17:57 | #8 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | SEN YOKTUN Sen yoktun! Hz Âdem’deydi nurun... Önce cenneti, Sonra yeryüzünü şereflendirdin... Âdem nuruna affedildi, Arafat bu affa şâhitti, Sen yoktun! Nuh’un gemisindeydi Nurun... Dalgalar yeryüzünü boğarken, Taprağın bağrındaki su, Gökyüzüyle buluşurken, Ve bu bir ilahi azap derken, Allah nurunu taşıdı binbir sebeple... Tûfan, nurunu selamladı edeple...! Sen yoktun!.. Hz.İsmail’in alnındaydı Nurun... İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden, “Rabbimiz” dedi, “Onlara kendi içlerinden, Senin ayetlerini okuyacak, Kitap ve hikmeti öğretecek onlara, Onları temizleyecek bir elçi gönder!” Amin dedi on sekiz bin âlem...! Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak, “Amin” dedi İsmail... Hira Nur dağı “Amin” diyerek ayağa kalktı... Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında... Sen yoktun!.. Hz.İsa “Ahmed” diye muştuladı seni... Alemlerin efendisi diye sana seslendi. Artık ben sizinle çok söyleşmem, dedi havarilerine... Çünkü bu âlemin reisi geliyor... Bekleyin Ahmed geliyor. Kainata rahmet geliyor. Havarilerin yüzünü okşayan, Ölüleri dirilten bir nefes oldun... Ama sen yoktun!.. Sen yoktun Sultânım...! Hz. Abdullah’ın alnındaydı Nurun... Başı eğik gezerdi mazlum, Kuteyle göklerden seni sorardı, Varaka seni arardı semada, Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler, Ağlayarak süslediler ölüme...! Ağlayarak “Hadi, dayına gidiyorsun” dediler. Sen yokken, Canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek!.. Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi! Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi...! En son çocuk atılırken çukura, Annesinin suretinde bir melek tuttu onu, Ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi. Melekler süslüyordu hirâyı...! Efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur, Efendisine hazırlanıyordu Mekke, Âlem Efendisine hazırlanıyordu, Kainatın gözü Hz. Aminedeydi. Toprak yalvarıyordu Rabbine, “Allahım gönder artık” diyordu. Gel diye ağlıyordu mazlumlar, gözleri semada, Ve bir gelişin vardı ya Rasulallah, Bir inişin vardı yer yüzüne... Önünde Cebrail! Ardında yalın kılıç melekler! Bir inişin vardı yer yüzüne... Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de, Öksüzler annelerine sarıldı doya doya... Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini... Herşey sus pus olmuştu... “Hadi” diyordu yıldızlar, “Hadi” diyordu ay! Kainat bir isim duymak istiyordu. Ve bir ses yükseldi Âmine’nin evinden; Muhammed! Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini... Muhammed! Melekler öptü o nurdan ellerini. Muhammed! Seni yaratan Allah’a kurbânız ey dürri yekta! Sana o adı veren rahmana kurbanız! Artık sen vardın! Susuz topraklara rahmet indi seninle, Annenden sonra anne Halime sevindi seninle, Yağmura mı ihtiyaç var...??? Kaldır şehadet parmağını, Yağmurları salsın Allah!.. Sonra tut ağacın yaprağını, Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah!.. Yeterki sen iste! Sen iste ya Rasulallah!.. De ki; ben kimim...??? Dağlar, taşlar dile gelsin, Dilsiz çocuklar ellerinden tutup, “Ente Rasulullah” desin...! Sen vardın!.. Bedir kârdı, Uhut dardı, Hendek yârdı, Yiğitlerin vardı! Ölmek için yarışan yiğitler...! Hele bir enesin vardı senin!.. Enes bin malik... Uhut’ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına, “Niye burada oturuyorsunuz...???” diye sormuştu. Onlar da: “Allah’ın Rasulü öldürülmüş!” deyince, Enes kükremiş: “Peki o öldükten sonra yaşayıp da n'yapacaksınız...!?? Kalkın ve O’nun gibi ölün!” Demişti. Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü. Hem de ne şehit ey Nebi! Vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi! Kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...! Musab Bin Umeyr’in vardı senin!.. Uhut’ta sancağını taşıyan... Öyle bir aşkla sana bağlıydı ki, Allah o gün melekleri Musab’ın suretinde indirdi!.. Ebu hureyren vardı!.. Acıkınca mescidin önünde durur, sana bakardı... Sen anlardın, “Ya Ebâhir, gel!” Derdin. Ve sen gittin!.. Bir gidişle gittin, Ardında hüznün kaldı... Hasretin kaldı göklerde... Bilal ezan okuyamaz oldu! Ne zaman teşebbüs etse, “Muhammed Rasulullah” demeye, Dizleri üstüne çöker, kendinden geçerdi!.. Sonra günler ay, Aylar yıl oldu. Ve asırlar oldu, Sensizliğe açtık gözlerimizi! Ama sen bırakmazsın bizi!.. Sen varsın ey şehitlerin sultanı! Sen varsın! Bir şehit bile ölmezken, Sana nasıl “yok” deriz...!?? Ebu Talip $ama giderken devesinin önüne geçip, “Beni burda kime bırakıp, gidiyorsun...???” demiştin. “Ne anam var, ne babam...” Ebu Talip bırakmamıştı bu yüzden... Sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini, Kime bırakıp gidiyorsun Ya Rasûlallah...!?? Bırakma bizi ki, Allah; “Sen onların içindeyken, onlara azab edecek değiliz buyuruyor!..” Bırakma bizi! Hayatı seninle öğretti Rahman... Kulluğu seninle tanıdık. Duayı senden öğrendik sevgili! Hz. Ömer umre için senden izin isteyince, “Kardeşcik” dedin ona, “Kardeşcik, duanda bana da yer ayırır mısın...!??” Bizler Ömer değiliz ama, Bütün dualarımız senin için... Ey Rabbimiz! Rasulünü anışımızdan haberdar et! O’na binler salat, binler selam! Habibine Makam-ı Mahmut’u ver! O’na vesileyi lutfet! O’nu refik-i Âlâya yükselt! Bizi de affet!.. O’nun hatrına affet! Zatının hatrına Affet...! (((Dursun Ali Erzincanlı)))
__________________ Besiktas JK . | ||
06-01-2007, 17:58 | #9 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | NA’T - 1 Mübtelâ yı mihnet-i mâsivâyım Efendim! Garîk-i bahr-i isyân u rüsvâyım Efendim! Açılsın ne olur o vech-i pâkinden nikâb! Yüzüne aşinâ-yı pür-vefâyım Efendim! Varıp bezmine âşıkân binbir leâl ister, Ben bir garîb-i nâlân u şeydâyım Efendim! Geçerler candan, girenler nûr hâlene bir kez, O dertten bin belâya müptelâyım Efendim..! Olur Mecnûn görenler ruhsârını a cânân! Kapında mülk-i serâp bir gedâyım Efendim! Esîr-i dâm-ı firkatte hep yandım yakıldım; Her subh u şâm inim inim bir nâyım Efendim! Seherler bûy-ı huzûrunla tüterken her şeb, Ben neden nâr-ı hicrâna yanayım Efendim! Kerem eyle bırakma bendeni bu hicrânla! Kerem kılmazsan, nasıl dayanayım Efendim!
__________________ Besiktas JK . | ||
06-01-2007, 17:59 | #10 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | NA’T - 2 İsyanla âlûde bir mücrim-i âvareyim, Cenâb-ı risâlet-penâha geldim ben fakir. Derd-i hicrânla tepeden tırnağa yâreyim, Bu kızıl dertten âh u vâhe geldim ben fakir. Yandıkça yandım hasretiyle dilde dildârın, Vuslat deyip bir ulu şâhe geldim ben fakir. Göster keremin dîdelerim kan ile doldu, Göster ne olur bârigâhe geldim ben fakir. Yüz sürüp hâk-i pâye, sarıldım dâmenine, Derde dermân bir afv-penâhe geldim ben fakir. Yandı derûnum el amân ve hûn oldu sînem, Âteşime su serpen şâhe geldim ben fakir. Kurtar kayd-ı sivâdan aç artık nikâbını, Bir nazar lutfeyle nigâhe geldim ben fakir. Dehre sor efgânımı, sînemdeki âhımı, Ey hicrânda penâhım râhe geldim ben fakir! Aradım yıllar boyu, dolaştım vâdi vâdi, Hepsi bir hayâlmiş, şehrâhe geldim ben fakir.
__________________ Besiktas JK . | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |