|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
30-01-2009, 15:52 | #1 | ||
ÇUKUROVA KARTALI Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 11.535
Tecrübe Puanı: 62 |
Dil temizliği ihmal edilmemeli Dil üzerinde oluşan tabakanın altında oksijensiz ortamda yaşayan mikropların ağız kokusuna neden olduğunu belirten uzmanlar, her gün en az bir kere dil temizliği yapılması gerektiği uyarısında bulunuyorlar. Eyüp Devlet Hastanesi Diş Hekimi Hakan Erdoğan, Online Sağlık'a (www.onlinesaglik.com) yaptığı açıklamada, sosyal hayatı etkileyen, özgüveni sarsan, iletişim bozukluğuna yol açan ve utangaçlık duygusunun yaşanmasına neden olan ağız kokusunun, insanlarda içe kapanma ve stres gibi olumsuzluklar yaşamasına, evliliklerde boşanmalara bile neden olduğuna dikkat çekti. Diş Hekimi Erdoğan, ağız kokusuna, sigara, ağız kuruluğu, kötü ağız hijyeni, dental, burun, sinüs ve boğaz problemleri, alt solunum yolları enfeksiyonları, açlık, diyet ve çeşitli hastalıkların neden olduğunu söyledi. Toplumun yüzde 25'inin ağız kokusu problemi yaşadığına dikkat çeken Hakan Erdoğan, ağız kokusu problemlerinin başlıca nedeninin ağız bakımı yapmamak olduğunu vurguladı. Diş Hekimi Erdoğan, şöyle dedi: "Ağız kokusuna, oksijensiz ortamda yaşayabilen mikroplar neden olmaktadır. Dil üzerinde oluşan tabakanın altında yaşayan bu mikroplar, kokunun en büyük nedenidir. Diş eti problemleri, diş çürükleri de bu mikroplara yaşayacak ortamlar sunar. Ağız kokusu basite alınmamalıdır. Yeterli diş ve dil temizliği yaparak insanlarımızın birçoğu yaşadıkları bu sıkıntıdan kurtulabilir." Dil temizliğinin yapılabilmesi için gerekli aletlerin satışının da yok denecek kadar az olduğuna değinen Erdoğan, "Günde en az bir kere dil temizliği yaparak, mikropların yaşamasına imkan tanıyan oksijensiz ortamın ortan kaldırılması lazım" ifadelerini kullandı.Ağız kokusundan kurtulmak için özellikle yemeklerden sonra bol su ile gargara yapılmasını öneren Hakan Erdoğan, yoğurt, maydanoz, tarçın, yeşil çay kullanımının da ağız kokusunu giderdiğini söyledi. Yüksek protein içeren et, yumurta, deniz ürünleri, baklagiller, peynir gibi gıdaların ağız kokusu yaptığını kaydeden Erdoğan, bu tür gıdaların tüketiminin ardından mutlaka ağız temizliğinin yapılmasını istedi. Ağız kokusunun yaşanmaması için ağzın nemli olması gerektiğine de işaret eden Diş Hekimi Erdoğan, "Sıvı azlığı, ağız kokusuna neden olabiliyor. Diyet yapanlar da yeterli sıvıyı almadıkları için ağız kuruluğu nedeniyle ağız kokusu yaşayabiliyorlar" şeklinde konuştu. | ||
|
30-01-2009, 15:53 | #2 | ||
ÇUKUROVA KARTALI Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 11.535
Tecrübe Puanı: 62 | Gülme yogası stres atmaya zorluyor Hindistan'da Dr.Madam Kataria tarafından 1995 yılında keşfedilen Gülme Yogası, Hamburg'da yoğun ilgi topluyor. Gülerek rahatlatan ve günün stresini atmaya yardımcı olan gülme hareketleri, katılanları hem yoruyor hem de eğlendiriyor. Gülme yogasına katılan Herri Mayer, İHA'ya yaptığı açıklamada, Gülme Yogası'nı radyodan duyduğunu ve çok ilgisini çektiğini ifade ederek, "8 aydan beri her hafta 1 saat katılıyorum ve kendimi iyi hissetmeye başladım. Benim için Gülme Yogası hem spaz hem de yoga, çünkü ertesi gün kaslarımın ağrıdığını hissediyorum. Yoga yapmayı daha önce hiç denememiştim rahatladığımı hissediyorum günün yorgunluğunu atıyorum" ifadelerini kullandı. Gülme Yogası'nın kilo vermeye yardımcı olduğuna dikkat çeken Deate Diermann ise "Kendimi çok daha pozitif hissediyorum ancak çok yoruyor beni ve kilo vermemi sağlıyor. Katılamadığım 1 hafta negatif ve kendimi isteksiz hissediyorum" şeklinde konuştu. Gülme Yogası öğretmenlerinden Robert Butt, "Gülme Yogası insanları, hareketlerle ve yüz kaslarını kullanarak güldüren bir idman. Terapi ismini kullanmakta dikkatliyim ama kalp, depresyon hastaları veya toplumdan uzak kalan çekingen insanlara uygulanabilen bir terapidir. Gülerken kaslarımız ve bütün vücudumuz hareket eder. İçten gülerseniz ruhunuzu da kullanırsınız ve zaten vücudu ve ruhu kullandığınızda yoga yaparsınız" dedi. Çok sesli güldükleri konusunda Butt, "Gülmek çok seslidir bizi yoran da zaten budur. Enerjimizi kullanıyoruz günlük yaşamımızda gülmeyi unutuyoruz. Bu da bizim isteksiz olmamıza neden oluyor. 1 saatlik gülme yogası sonrası daha pozitif olursunuz ve hisleriniz 48 saat sürebilir. O yüzden haftada 1 saat gelinmesini tavsiye ediyorum. 75 yaşında bize katılan enerji dolu bir bayan var. Yogada yaş kısıtlaması yok" ifadelerini kullandı. | ||
30-01-2009, 15:54 | #3 | ||
ÇUKUROVA KARTALI Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 11.535
Tecrübe Puanı: 62 | Menisküs yırtığı müdahale gerekmiyor Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Sezgin Sarban, menisküs yırtığının boyutunun 5 milimetreden küçük ve tam olmayan bir yırtık olduğunda kendiliğinden iyileşebildiğini belirterek, "Bu durumlarda hiçbir şey yapılmaz. Buz tatbiki, ağrı kesici ilaçlar ve istirahat ile ağrı rahatlatıldıktan sonra diz egzersizlerine başlanır" dedi. International Hospital Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Sezgin Sarban, menisküs dokusu yırtıkları ve tedavisi hakkında bilgi verdi. Doç. Dr. Sarban, menisküsün çıkarılmasının yaşamsal bir soruna yol açmamakla birlikte, yıllar içinde gelişen ilerleyici kireçlenmenin ortaya çıkmasına neden olabildiğini söyledi. Genç hastalarda uzunlamasına ve derin yırtıklar, yaşlılarda saçaklanma ve yatay yırtıklar oluştuğunu belirten Sarban, "Çok ileri formunda diz kilitlenir. Uzunlamasına, yatay ve enine yerleşimli, flep ve kova sapı görünümlü olmak üzere birçok farklı tipi vardır. Belirtiler çok belirgin değilse belirtilen durumlarda takip ve gözlem öncelikli olmalıdır. Hastalar üç ay kadar buz tatbiki, ağrı kesici ilaçlar ve istirahat ile takip edilebilir. Klinik muayene ve MRI ile yüksek oranda menisküs yırtığı tanısı koyulabilir. Ancak tanı, eklemin kamerayla görüntülenmesi yani "diz artroskopisi" ile kesinleştirilir. Menisküs dokusu üst eklem yüzündeyse ve alt eklem yüzüne açılmıyorsa buna 'tam olmayan yırtık' denir. Yırtığın boyutu 5 mm'den küçükse ve tam olmayan bir yırtıksa kendiliğinden iyileşebilir. Bu durumlarda hiçbir şey yapılmaz. Buz tatbiki, ağrı kesici ilaçlar ve istirahat ile ağrı rahatlatıldıktan sonra diz egzersizlerine başlanır. Kontrol MRI'larda menisküsün kendini onardığı teyit edilebilir. Menisküslerin kapsüle yakın, çok kanlanan bölgesindeki yırtıkların onarım sonrası iyileşme potansiyelleri yüksektir. Yırtık, kova sapı ya da flep tarzındaysa yer değiştirerek eklem aralarına takılıp kilitleme yapabilir. Bu durumlarda diz içinde 'hemartroz' denilen kanlı bir sıvı birikimi oluşabilir. Genç aktif hastalarda, dizde ağrı, hassasiyet ve eklem içinde aşırı sıvı birikimi varsa ameliyat önerilir" dedi. Günümüzde 'Menisektomi' işlemiyle menisküs dokusunun kısmen çıkarıldığını yada onarıldığını belirten Doç. Dr. Sezgin Sarban, "Artık dikilebilecek tüm menisküsleri yeterli doku varsa, yırtık çok eski değilse, hasta yaşlı değilse (40 yaş altındaysa) , menisküsü dikilmeye çalışılır. Bu işlemlerin hepsi teknik olarak kapalı yöntemlerle yapılır. Artroskopik yöntemler kendi içlerinde farklılık gösterir. Bu yöntemlerin bır kısmı özel aletlerle içten dışa teknik, bir kısmı hepsi içerde teknik, hazır düğümlü ve hazır dikişli teknikler ile yapılır. Menisküsü olabilen en yüksek seviyede korumayı amaçlıyoruz. Tam olarak çıkartılan menisküs ameliyatından sonra, uzun dönemde dizin uyumluluğu bozulur, kireçlenme kaçınılmaz olur. Bu nedenle menisküsleri olabildiğince korumayı, dikişlerle onarmayı amaçlıyoruz" şeklinde konuştu. | ||
30-01-2009, 15:54 | #4 | ||
ÇUKUROVA KARTALI Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 11.535
Tecrübe Puanı: 62 | Kimyasallar kadının doğurganlığını azaltabilir Genellikle gıda paketleri, mefruşat ve halılarda bulunan kimyasalların, kadınların doğurganlığını azaltabileceği bildirildi. Sonuçları Human Reproduction dergisinde yayımlanan araştırma çerçevesinde, 1240 kadının kanlarında perflorokarbonların (PFCler) oranları ölçüldü ve kanında yüksek seviyede bu kimyasallardan bulunanların daha zor hamile kaldığı gözlendi. Los Angeles'da California Üniversitesi'nde görevli bilim adamlarının yaptığı araştırmada, kadınlardan doğumdan önce ilk görüşmede alınan kan örneklerinin incelendiği, kadınlara hamilelik planlayıp planlamadıklarının sorulduğu ve hamile kalmalarının ne kadar süre aldığının izlendiği belirtildi. Kadınların kanlarındaki PFClerin oranının, mililitrede 6.4 nanogramla 106.4 nanogram arasında değiştiği saptanırken, kadınlar bu oranlara göre 4 gruba ayrıldı. Araştırma, kanlarında düşük seviyede PFC bulunan kadınların doğurganlığının, kanlarında yüksek seviyede bu kimyasallardan bulunanlara göre daha yüksek olduğunu gösterdi. Araştırmacılardan doktor Chunyuan Fei, konuyla ilgili olarak daha önce yapılan araştırmaların, PFClerin bebeğin rahimde büyümesini engelleyebileceğini gösterdiğini hatırlatarak, kanlarında yüksek seviyede PFCler bulunan kadınlarda adet düzensizliklerine daha fazla rastlandığını da kaydetti. Isıya dayanaklı, su ve yağı emmeme özelliğine sahip PFClerin yüksek seviyelerinin, hayvanlarda organ hasarıyla bağlantısı olduğu ve vücutta uzun süre kalabildiği biliniyor. | ||
30-01-2009, 15:55 | #5 | ||
ÇUKUROVA KARTALI Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 11.535
Tecrübe Puanı: 62 | Fobilerin nedeni kötü anılar Depresyon ve Panik Atak Merkezi (DEPAM) uzmanlarindan Psikiyatrist Dr. Nihat Kaya, kapali alan, acik alan ve hayvan fobisi basta olmak uzere sosyal yasantida soruna neden olan korkularin temelinde cocukluktaki kotu anilar oldugunu soyledi. Psikiyatrist Dr. Nihat Kaya, Online Saglik'a (www.onlinesaglik.com) yaptigi aciklamada, kapali yer korkusu, acik alan korkusu ve hayvan korkusu gibi korkularin toplumda yuzde 5 ile 10 oraninda goruldugunu kaydetti. Kaya, kapali yer korkusunun daha cok sikisik trafik, uzun tuneller, asansor, dus kabinleri, MR goruntuleme cihazlarinda kendini gosterdigini ifade etti. Kaya, acik alan korkusunun ise sinema, pazar yerleri ve alisveris merkezleri gibi insanlarin yogun bulundugu yerlerde kendini gosterdigini soyledi. Kaya, zoofobinin de kedi, kopek, fare, kurbaga ve diger butun hayvanlarla karsi karsiya gelindiginde kisiyi olumsuz etkiledigini belirtti. Yapilan arastirmalar ve aldiklari hasta oykulerinden, fobilerin temelinde cocuklukta yasanan kotu olaylarin yattigini gorduklerini ifade eden Kaya, sozlerini soyle surdurdu: "Kiside kapali alan korkusu varsa mutlaka cocuklugunda bir odaya kilitlenmis, evde yalniz birakilmis ya da boyle bir ortamda siddet gormustur. Acik alan korkusu varsa boyle bir alanda mutlaka kotu bir ani yasamis olmasi ihtimaldir. Hayvan korkusu ise genellikle cocukluk doneminde hayvan sevgisi kazandirilmayanlarda goruluyor." Kaya, ailelere uyarilarda da bulunarak, cocuklarinin tum yasamlarini olumsuz etkileyebilecek fobilere sahip olmamalari icin bunlara zemin hazirlayacak davranislardan kacinmalarini istedi. Psikiyatrist Dr. Nihat Kaya, cogu kisinin, bu fobileri dogustan bir aliskanlik olarak gordugunu, bu yuzden tedavi yoluna da gitmedigini belirterek, "Oysa kisiyi bazi durumlarda cok guc, komik hatta arkadas cevreleri arasinda mahcup duruma dusuren bu fobiler kadinlarda, erkeklere gore iki kati daha fazla goruluyor" dedi. Fobilerden, ilacla psikoterapi ve hipnozla kurtulma sansi bulundugunu vurgulayan Kaya, "Tedavide oncelikle kisinin kendisinde korku uyandiran durumla yuzlesmesini sagliyoruz. Bu yuzlesme sirasinda kisiyi isterse bu korkulari yenebilecegine inandiriyoruz" diye konustu. Kaya, yuz kizarmasi, agiz kurulugu, yutkunma guclugu, mide bulantisi, titreme, terleme ve bulanik gormenin yani sira bilinc kaybi ile ani tansiyon dususu ve bayilmalara kadar yol acabilen bu fobilerin mutlaka tedavi edilmesi gerektigini, aksi halde baska psikolojik ve biyolojik sorunlara yol acabilecegini soyledi. | ||
30-01-2009, 15:55 | #6 | ||
ÇUKUROVA KARTALI Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 11.535
Tecrübe Puanı: 62 | Diyet hafızayı da güçlendiriyor Almanya'da yapılan bir araştırmada, alınan kalorinin üçte bir oranında azaltılmasının hafızanın güçlenmesini sağladığı belirlendi. Bulgularını Ulusal Bilimler Akademisi dergisinde yayımlayan Alman araştırmacılar, 50 yaşlı gönüllüye diyet uyguladıktan 3 ay sonra hafıza testi yaptıklarında bu tespiti elde ettiler. Münster Üniversitesinden bilim adamları, yaşları ortalama 60 olan gönüllüleri 3 gruba ayırarak, ilk gruba normal kalori miktarına sahip dengeli bir beslenme tarzı uygularken, ikinci gruba doymamış yağ asit oranı daha yüksek benzer bir diyet verdiler. Üçüncü gruba ise kalorisi azaltılmış diyet uygulayan araştırmacılar, üç ay sonra yaptıkları hafıza testinde ilk iki grubun hafıza testi sonuçlarında değişiklik tespit etmezken, üçüncü grubun daha iyi performans sergilediğini belirlediler. Aşırı kilolu olmayan birinin aldığı kalori miktarını üçte bir azaltmasının hafızada olumlu etki yarattığını, ancak çok zayıf kişilerde bu diyetin tehlikeli olabileceğini kaydeden araştırmacılar, ayrıca üçüncü grubun üyelerinin ensülin seviyelerinde düşüş tespit ederken, daha az enflamasyona rastladılar. | ||
30-01-2009, 15:56 | #7 | ||
ÇUKUROVA KARTALI Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 11.535
Tecrübe Puanı: 62 | Kına kansere yol açabilir! Prof. Dr. Ekrem Aktaş, kınanın yüksek dozda ve uzun süre geniş yüzeylerde kullanılmasının karaciğer ve rahim kanserine sebep olduğunu bildirdi.. Erciyes Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ekrem Aktaş, antibakteriyel özelliği bulunan kınanın, bu özelliği nedeniyle kısa süreli kullanılabileceğini, yüksek dozda ve uzun süre geniş yüzeylerde kullanıldığında karaciğer ve rahim kanserine neden olduğunu ifade etti. Kınanın özellikle saç diplerinden çok çabuk kana karıştığına dikkat çeken Aktaş, kuaförlerin kullandığı saç boyalarına da kınanın bazı türlerinin karıştırıldığını, bu boyaların bazılarının kanserojen bir madde olan kadmiyum sülfit içerdiğini söyledi. Dövme yapımında kullanılan kadmiyum ve kadmiyum sülfit gibi elementlerin de kansere neden olabileceğini vurgulayan Aktaş, şunları kaydetti: 'Dövmeye de dikkat' "Türkiye'de kullanılan dövme boyaları genellikle demir ve kurşun tozu, kül ve kibrit fosforundan yapılıyor. Bu maddelerin kanserojen etkisi düşüktür. Ancak Avrupa'da kadmiyum ve kadmiyum sülfit denilen metal elementler kullanıyorlar. Kırmızı ve yeşil renk veren bu elementler kadmiyum pil yapımında da kullanılıyor. Bu elementler güneş gördüğü zaman hücreleri dejenere ederek kanserleştiriyor.' | ||
30-01-2009, 15:56 | #8 | ||
ÇUKUROVA KARTALI Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 11.535
Tecrübe Puanı: 62 | Aktif cinsel hayatı bulunan erkeklerin prostat kanserine yakalanma riski daha yüksek... Sonuçları BJU International dergisinde yayımlanan araştırmada, Nottingham Üniversitesi'nde 800 kadar erkeğe cinsel yaşamlarında ne kadar aktif olduklarıyla ilgili sorular soruldu. Deneklere ergenlikten itibaren ne kadar aktif olduklarının yanı sıra kaç kişiyle ilişkiye girdikleri ve cinsel hastalık tanısı konulup konulmadığı soruları da yöneltildi. Dr. Polyxeni Dimitropoulu başkanlığındaki ekibin araştırmasında prostat kanseri tanısı konulmuş 400 kadar erkeğin cevapları, hastalık bulunmayan 409 erkeğinkiyle karşılaştırıldı. Araştırma sonucunda kanserli gruptakilerin yüzde 40'ının, 20'li yaşlarında ayda 20 defa veya daha fazla cinsel olarak aktif durumda oldukları, bu oranın kanserli olmayan grupta yüzde 32 olduğu belirlendi. Ancak aradaki bu farkın yaş ilerledikçe kapandığı belirtildi.Ayrıca kanserli olmayan gruptakilerin üçte birinden azının, prostat kanserlilerinse beşte ikisinin 6 veya daha fazla kişiyle cinsel ilişkisi olduğu saptandı. Bunun diğer araştırmalardan farkının daha genç yaş üzerinde odaklanması olduğunu belirten Dr. Dimitropoulu, muhtemelen yüksek seviyedeki cinsellik hormonlarının bazı erkeklerde hem 20'li, 30'lu yaşlarda cinsellik dürtüsünü artırdığını hem de yaşamlarının daha ileriki yıllarında prostat kanserine yakalanmalarına yol açtığını söyledi. Hormonların prostat kanserinde önemli bir rol oynadığının aşikar olduğunu belirten Dimitropoulu, kanser hücrelerini teşvik ettiği düşünülen hormonları azaltmak için uygulanan tedavinin yaygın olduğunu söyledi. Prostat Kanseri Derneği başkanı John Neate ise araştırma yararlı olsa da bu konuda sonuca varmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu vurguladı. | ||
30-01-2009, 15:57 | #9 | ||
ÇUKUROVA KARTALI Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 11.535
Tecrübe Puanı: 62 | Aspirin karaciğeri alkolün zararlarından koruyor Aspirinin, karaciğeri alkol ve bazı ilaçların zararlı etkilerinden koruduğu ortaya çıktı. ABD'de "Clinical Investigation" adlı derginin son sayısında yayınlanan araştırmaya göre, Yale üniversitesinden uzmanlar, düzenli şekilde kullanılan aspirinin, alkol ve bazı ilaçların karaciğere ciddi zarar vermesini önleyebildiğini tespit etti. Araştırmaya göre, karaciğerde tahribata yol açabilen mekanizma, aspirin tarafından engelleniyor. Araştırmayı fareler üzerinde yürüten uzmanlar, karaciğeri korumak için günlük doz gerektiği görüşünü ileri sürüyor. Uzmanlar, bu keşfin, çeşitli hastalıkların tedavisi için geliştirilmek istenen, ancak karaciğere zarar verdiği için deneme aşamasında terk edilen tedavi yöntemlerinin aspirinle karıştırılarak yeniden denenebilmesine kapı aralayacağını düşünüyor. Aspirinin kalp-damar rahatsızlıklarıyla bazı kanser türlerine karşı önleyici özellik taşıdığı doktorlarca kabul ediliyor. | ||
30-01-2009, 15:59 | #10 | ||
BeŞiKtAşKımM.. Üyelik tarihi: Mar 2008 Yaş: 34
Mesajlar: 4.698
Tecrübe Puanı: 51 | Teşekkürler...
__________________ Kalbimin en orta yerinde büyük bir yangın var, Alevler içinde... Beşiktaş sana yemin olsun, Bitmeyecek sevdan... ☻ /▌\ / \ ☻ /▌\ / \Siyah! ☻ /▌\ / \ Beyaz! ☻ /▌\ / \ Hep Seninleyiz! ☻/ /▌Beşiktaş!:) | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |