![]() | |
| Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
| | #11 | ||
| Guest
Mesajlar: n/a
| Hemen arkasından koştum. Doğru harem kısmındaki yatak odasına girmişti. Ben de arkasından girdim. Her zaman olduğu gibi kapıları kilitledim. Atatürk, soyunana kadar bir kellme konuşmadı. Sinirleri henüz yatışmamıştı. Yüzü sapsarıydı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra belki de hiç kimse O'nunla böyle konuşmamıştı. --Çelebi Efendi, desene ki, yılanı koynumuzda büyütüyormuşuz-- dedi. Karşılık vermeyerek yavaşça kapıyı açıp dışarıya çıktım. Oradaki görevim bitmişti. O sırada yaver, dağılmaya hazırlanan sofradakilere şu emri getirmişti: --Reisicumhur Hazretleri kendileri varmış gibi sofranın devamını arzu ediyorlar.-- Yemek salonuna dönünce bir de ne göreyim. Reşit Galip rakı kadehini dişlerinin arasına almış, kemiriyor. Başucunda da Recep Zühtü ve Kılıç Ali duruyorlar. Öbür davetliler gitmişler. Reşit Galip başını kaldırıp beni görünce: --Çelebi, bana bir kadeh rakı ver!-- diye bağırdı. Nasıl verebilirdim bu durumda? --Efendim, kilerci uyumuş-- diye atlatmaya çalıştım. --Demek bana verecek bir kadeh rakın bile kalmadı, desene. Öyleyse kalkıp gidelim-- diye acı acı söylendi. Sonra, Recep Zühtü ile Kılıç Ali'nin koluna girerek salondan çıktı. | ||
|
| Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |